İMAM-I A'ZAMIN İCTİHAT VE GÖRÜŞLERİ EL-İHTIYAR METNİ EL-MUHTÂR LİL-FETVÂ TERCÜMESİ 1.BÖLÜM
İMAM-I A'ZAMIN
İCTİHAT VE GÖRÜŞLERİ
EL-İHTIYAR METNİ EL-MUHTÂR LİL-FETVÂ TERCÜMESİ
Muhterem Okuyucu
Yayınlarımızın esas gayesi 1300 küsur senelik İslâm
kültürünü ihya ile bugünün sosyal düzçni için ihtiyaç duyulanı
vermektir.
Elinizdeki eser ise, İslâm'ın fıkıh dalı olan îmâm-ı
Azâm'ın kısacası; Hanefî mezhebinin görüşlerini vermektedir. Senelerdir. İslâmî
bağdan mahrum olmamız, karşılıklı muamelelerimizde İslâm'ın hükümlerini
unutmamıza sebep olmuştur. Bu eserle, Hanefî mezhebi mensuplarının kendilerine
dönüşünü gaye edindik.
Bu eserin hazırlan ışındaki müşküllerimizde mütercim
arkadaşımıza yardımcı olan Bekir Topaloğlu, Emin Saraç hocalarımıza ve baştan
sona kadar metniyle karşılaştırarak gerekli düzeltmeleri yapma zahmetinde
bulunan Fatih vaizlerinden Aksay Öncel'e teşekkürlerimizi bir borç
biliriz.
Bütün samimiyet ve hassasiyetimize rağmen yapılan
hatalardan Allah'a sığınır, okuyucularımızın samimîtenkidlerini bekleriz. Allah
inananlarla beraberdir.
Emin Yayınları
Mütercimin Birkaç Sözü
Allah'a hamd, Onun kulu ve elçisi yüce Peygamberimize
salât-ü selâm olslun.
1- îslâm hukuku
ile ilgili bir eseri Arapça'dan Türkçe'ye tercüme etmek belki de benim bilgi ve
tecrübelerimin üstünde bir iş idi. Bu konuya karşı olan hususî merakım yüzünden
tercüme etmeyi düşünmeden eseri kendi kendime okumaya başlamıştım. Hukukî
mevzuatm özünü teşkil eden ve îmam-ı Azam hazretlerinin —Allah ondan razı olsun-
içti-had ve görüşlerini toplayan bu eserin Türkçe'ye kazandırılmasını
mütalâalarım esnasında faydalı gördüm.
2- Bütün
Türklerin târih boyunca gönlünde yatan îmam Ebû Hanife'nin ona hayran bir
milletin dili ile içtihâd ve görüşlerini toplayan müstakil bir eserin olmayışı
bir kayıp idi. îşte bu ihtiyacı bir nebze de olsa karşılamak ve mukayeseli
hukuka da imkân vermek bakımlarından eseri, Türk milletine takdim etmek
vazifesini yüklendim. Bu eserin bir fetva kitabı olmadığı da
bilinmelidir.
3- Milletin,
ilmihal bilgilerine olan ihtiyacını ve fıkıh konularına olan merakını düşünerek;
sadece tahsilli zümrenin değil, geniş halk kitlelerinin de bundan
faydalanmasını temin etmek maksadı ile tercümede sade bir dil
kullandım.
4- Günümüze
kadar yazılmış olan fıkıh kitaplarının hemen hepsi ağır bir dille kaleme
alınmıştır. Fıkıh dilinin tamamiyle halk seviyesine inemiyeceğini kabul ederim,
hukukun kendine mahsus ıstılah ve tâbirlerinin de muhfazasma inanmaktayım.
Bununla beraber fıkıhla ilgili eserlerin; bu derece ağır bir dil ve ifadeye
bürünmesini faydalı değil, zararlı bulmaktayım.
5- Eserleri
sadeleştirmek için, ıstılahların dışındaki,ifadeleri sadeleştirmek, ıstılahları
anlaşılabilir bir dille açıklamak gerekir. Tercümede bu yol takîb edilmiştir.
Ayrıca ıstılahlar ilk kullanıldıkları yerlerde bir kaç defa parantez içinde
kısa olarak anlatılarak okuyucu, bu ıstı-
laha alıştırılmış ve bilmeyenlere mânâsı
Öğretilmiştir.
6- Tercümede
tamamen metne sadık kalınmış, hemen hemen kapalı bir ifade bırakılmamıştır.
Metnin biraz daha açılması lâzım gelen yerlerde eserin şerhi olan el-ihtiyar'dan
o yere parantez içi bir ifade konulmuştur. Böylece parantez içi ifadeler eserin
şerhinden alınmış bulunuyor. Ancak söylemeğe değmiyecek kadar az, sadece birkaç
yerde bunun dışına çıkılmıştır. O da yine metnin umumî ifadesinin gösterdiği
mânâdır.
7- Her fikir,
her kaide ve her madde diğerinden ayırdedildi ve böylece tercüme baştan aşağıya
maddeleştirildi. Bunun için ince bir dikkatle uzun bir çalışma yapmış
bulunuyorum. Hatta bazı yerlerde metinde olmayan başlıklar bile tarafımdan
konuldu.
8-
Müctehitlerden Ebû Yusuf, îmam Muhammed, imam Züfer ve imam Şaü'î hazretlerinin,
İmam Ebû Hanifenin görüşlerine tüm olarak katılmadıkları veya tam aksini
savundukları yerlere isimlerini gösteren harfler konulmuştu,r ki bu harfler
müellif Mavsılî'nin hayatı ve eserleri anlatılırken gösterildi.
9- Her konuya
girerken o konu hakkında bir Ön bilgi verilmiştir. Bu malûmatın ıstılahlara
kadar olan kısmı tamamiyle eserin şerhi el-Ihtiyâr'dan tercüme edilmiştir.
Burada yer alan âyet ve hadîslerin kaynaklarını da elimden geldiği kadar bulup
göstermeğe çalıştım. Ayetlerin meali H. Basri Çantay'm tercümesinden
alınmıştır.
10- Istılah ve
tarifler bazan eserin şerhinden ve çok kere de Ö. N. Bilmen'in İslâm Hukuku ve
Istılahat-ı Fıkhiyye Kâmûsu ile Büyük îslâm îlmühâli adlı eserlerinden ve Ali
Haydar Efendi'nin Mecelle şerhinden alınmıştır. El-lhtiyâr metni el-Muhtâr
M-Fetvâ'yı tercüme ederken de en çok bu iki eserden faydalandım. Bir nebze de
Mülteka tercümesi olan Mevkufat'tan faydalanmış bulunuyorum.
11- îzaha
muhtaç olan veya diğer imamların da görüşlerinin açıklanması lâzım gelen
yerler, numara verilerek dip notlarda açıklandı. Kaynağı gösterilmiyen izahlar
esas metnin o yere ait el-Ihtiyâr'daki şerhinden ibarettir.
12- Tercümeye
esas, el-Şeyh Mahnıûd Ebû Dakika tarafından tali-katı yapılan nüsha alınmıştır.
Eserdeki kayda göre el-lhtiyâr Ezher Üniversitesinde ders kitabı olarak
okutulmuştur.
13- el-Muhtâr'm
ve şerhi el İhtiyâr'ın daha önce yapılmış Türkçe tercümelerine rastlıyaıriadrm.
el-İhtiyâr'm en eski bir nüshasına Süley-maniye Kütübhanesi Fatih bölümü 2260
No.da rastladım. Nesih yazısı ile yazılmıştı. Yazan İsa b. Ali er, Rûmî, Dımaşk
(Şam) Hicrî 705'dir. Bu, Mavsılî'nin ölümüne yakın tarihlerde yazılmıştır,
el-îhtiyâr'ın metni el-Muhtâr'm ise, en yeni nüshası olarak nesih yazısı ile
1110 H. Tarihinde yazılanını gördüm. Güzel bir nüsha idi. Bu nüsha
Süleymaniye Kütübhanesi izmirli bölümü 175 No.da kayıtlıdır.
14- ihtiyar
metni el-Muhtâr Li'1-Fetvâ'yı tercüme ederken ve mad-deleştirirken bir takım
hatalara düşmüş olabilirim. Eseri tercüme ederken; kültür-merkezlerinden uzak
bir yerde vazifeli oluşum ve kütübha-nemin de fakir bulunuşu buna tesir etmiş
olabilir.
Dost olanların hatalarımı bir mektupla bana
bildirmelerini en büyük hediye sayacağım. Hatayı bildirmek ve düzeltmek
herkesin vazifesidir.
15- Bu tercüme
benim eserimdir. Ben de Allahın yardımından sonra hocalarımın eseriyim. Bütün
hocalarıma teşekkür etmeyi bir borç bilir, ölenlerine Allah Teâlâdan rahmet,
kalanlarına da hayırlı ve uzun ömürler dilerim.
Duam:
Allahım! Yanıldıysam affet. Hatalarım varsa onları bana
ilham et.
"Rabbim! ilmimi ve anlayışımı artır ve beni iyi
kullarının arasına kat" (Âyet). Bundan sonraki çalışmalarımda da yardımını
esirgeme. Bana faydalı eserler vermemi nasîb et.
Şileli Hasan oğlu Celâl Yeniçeri
İmam - Hatib Okulu Meslek Dersleri Öğretmeni
BİGA
OCAK 1973
EL-MAVSILI VE ESERLERİ
Nesebi Ve Doğumu:
El-îman Abdullah İbni Mahmûd îbni Mevdûd Ibni Mahmûd
Ebû'l Fazl Mecdu'd-Dîn El-MAVSILÎ:
Musul'da H. 599 tarihinde doğmuştur.
Mu'cemu'l-Müellifinde onun Şevval ayının sonlarında
doğduğu kaydedilir., (Mu'cemu'l-Müellifî, Şam 1958, VI, 147).
Hocaları:
İlk defa babası Şeyh Mahmûd'dan ders aldı. Sonra Şam'a
gitti. Orada Cemalü'd-Dîn el-Huseyrî'den ders aldı.
İlim adamları arasındaki mevkii:
Usûl-ü Fıkıh ve Furu'-u Fıkıhda kendi asrında tek
adamdı. Nas = (ayet ve hadis)lerin hepsi ezberinde olduğu ve tatbikat
durumlarını gayet iyi bildiği için fetva verme zamanında onlara müracaat etmeğe
ihtiyacı kalmazdı. El-A'lâm[1]
adlı eserde Mavsılî'nin H. 599'da doğduğu ve 683'de öldüğü kaydedildikten sonra
onun hanefî fakîhlerinin büyüklerinden olduğu söylenir.
Mavsılî mukallitler tabakasmdandır. Zayıf ile kuvvetli
olanı, üstün olan görüşle mercûh olanı ayırd etmeğe kadir olan
birisidir.
Vazifeleri ve Ölümü:
Abdullah İbni Mahmûd el-Mavsılî, Kûfe'de kadılık yaptı.
Sonra kadılıkdan azledildi ve Bağdat'a gitti. Orada Ebû Hanife meşhedinde
dersler verdi. El-A'lâm'da onun Musul'da doğduğu, sonra Şam'a göç ettiği, bir
müddet Kûfe'de kadılık yaptıkdan sonra müderris olarak Bağdad'a yerleştiği ve
orada vefat ettiği kaydedilir.
Mavsılî ölünceye kadar fetva vermekden ve ders
okutmakdan geri durmadı. 19 Muharrem 683 tarihinde Cumartesi günü vefat etti.
Allah Teâlâ ona rahmet eylesin ve bize kitabı ile menfaat versin.
Eserleri
1 -El-Muhtâr
Li'1-Fetvâ: Bu eserini gençlik devirlerinde yazdı. Sonra bunu şerh ederek ismini
"El-İhtiyâr" koydu. Onun Muhtar adlı eseri ,sonr adan gelen ilim adamlarının çok
fazla güvenini kazanmış ve el-Mütûnü'1-Erbaa = (Dört Metin) adını alan
eserlerden birini teşkil etmiştir. Bunlar; El-Vikaye, Mecmau'l-Bahreyn,
El-Muhtâr, 4- Kenzü'd Dekaık adlı eserlerdir.
Mavsılî'nin duası ve eserini yazış sebebim
açıklaması:
"Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adı ile... Nimetlerinin
bolluğuna ve büyüklüğüne karşılık Allaha hamd eder ve imtihanlarının
güzelliğine karşılık Ona şükrederim. Kendisinden başka ilâh olmadığına
şahitlik ediyor ve bu şehadetimi ona kavuşma günü için bir hazırlık
yapıyorum.
Hz. Muhammed (S.A.V)'m Allah'ın kulu ve peygamberi
olduğuna ve bütün Peygamberlerinin efendisi bulunduğuna, son peygamber olduğuna
şahitlik ederim. Allah'ın rahmeti; ona, ehline, arkadaş ve samimî dostlarına
olsun. Beni onun sünnetinin yollarına uyan ve ardınca gidenlerden, dininin
yolunda yürüyenlerden eyliyen ve bu dinin ırmağından kana kana içiren Allaha,
nimetlerine ve bağışlarına gark olan insanların hamdi gibi hamd
olsun.
Bundan sonra: Benden İmam A'zam Ebû Hanife -Allah ondan
razı ve hoşnud olsun- mezhebi üzerine muhtasar = (öz, kısa) bir eser meydana
getirmemi ve bu eserde Ebû Hanife'nin fetvalarına dayanmamı ve sadece onun
mezhebine bağlı kalmamı istiyenlerin bu isteklerine cevap vermem gerekiyordu.
Böylece, onların istek ve arzularına uygun olarak bu muhtasar eseri meydana
getirdim. İsmini de "El-Muhtâr Li'1-Fetvâ" koydum. Çünkü onu fukahanın çoğu
seçip beğenmiştir.
Fukahâ = (fıkıhcılar)dan bir zümre bunu ezberleyip eser
meşhur olunca ve aralarında şanı yayılıp dağılınca, benden bazı samimi
dostlarımın çocukları faidesinin çok, istifadesinin umumî olması için;
diğer fakîhlerin de mezheplerinin bilinmesine vesile
olabilecek şekilde bu esere birtakım rumuzlar koymamı istediler. Bu isteklerini
kabul ettim. Allah'dan yardım isteyip, Ona güvenip dayandıkdan, istihareye
yattık-dan ve işimi Ona havale ettikden sonra bu arzuyu yerine getirmeye
koyuldum. Her fıkıhcmın ismi için hece harflearinden o ismi gösteren bir harf
kabul ettim. Bu harfler şunlardır[2]:
S =Ebû Yusuf M = İmam Muhammed SM = Ebû Yusuf ve îmam Muhammed Z = İmam Züfer F
= İmam Şâfl'î
Noksan sıfatlardan beri ve kemal sıfatlan ile vasıflı
bulunan ve yüce olan Allah'dan bunu tamamlamaya beni muvaffak kılmasını ve
sonunu berîim için saadetle mühürlemesini diliyorum. Gerçekden Allah buna
kadir ve yardımcıdır. O, bana yeter. O, ne iyi bir yardımcıdır".
2-El-İhtiyâr
Li-Ta'lîl el-Muhtâr. Bu eser el-Muhtâr'm şerhidir. Mavsılî el-Muhtâr'ı neden
şerh ettiğini şöyle anlatır:
"Arkadaşlarımın ilme yeni başlıyanlarından bir kısmı
için, gençliğimde fıkıh hakkında muhtasar bir eser meydana getirdim. İsmini
el-Muhtâr li'1-Fetvâ koydum. Bu eserimde Ebû Hanife'nin -Allah ondan razı olsun-
kavillerini seçip topladım. Çünkü en evvel ve üstün olan odur. Bu kitap ilim
adamları elinde dolaşmaya başlayınca; fukahânm bir kısmı bu eserle meşgul oldu
ve bu esere bir şerh yazmamı, onda meselelerin illet ve mânâlarını göstermemi,
şekillerini açıklığa kavuşturmamı ve yapılarına dikkati çekmemi, kendilerine
ihtiyaç duyulan ve nakilde kendilerine dayanılan fer'î kanunları zikr etmemi ve
onda arkadaşlarımız arasındaki ihtilâfları nakletmemi, adaletten şaşmadan öz
bir şekilde bunları sebep ve neticelere bağlamamı benden istediler, Allah'dan
haber ilham olması için istihareye yattım. İşimi Allah'a ilettim. Allah'dan
yardım dileyerek, Ona güvenip bağlanarak bu işe başladım. Bu şerhin ismini
"El-İhtiyâr Li'Ta'lîl el-Muhtâr" koydum.
Tecrübelerle genişliyen meseleleri ve fetva bakımından
kendilerine ihtiyaç duyulan rivayetleri bu kitapda çoğalttım. Fıkha ilk
başlıyan-larm bu kitaba çok ihtiyaçları vardır. Fıkıhda ileri gidenler de
el-İhtiyârdan müstağni kalamazlar".
Keşfu'z - Zunûn, el-Muhtâr ve Şerhleri hakkında şu
bilgileri verir[3]
Müellif; gençlik devresinde muhtasar bir eser meydana
getirdi. Eserine "el-Muhtâr li'1-Fetvâ" ismini verdi. Bu eserde Ebû Hanife'nin
sözlerini seçip toplamıştı. Eser elden ele dolaştı. Müellifden bu eserine
birşerh yazmasını istediler. O da bir şerh yazdı. Şerhinde meselelerin illet ve
mânâlarına işaret etti. Kendisine ihtiyaç duyulan ve nakilde kendisine
dayanılan fer'î kanunlara da yer verdi.
Mavsılfnin bu esereni Ebû'l-Abbas Ahmet Ibni Ali
el-Dimaşkî muhtasar bir hale getirdi. Buna "Et-Tahrîr" ismini verdi. Sonra bunu
şerh etti. (Fakat tamamlıyamadı) ve 782 H. de vefat etti.
el-Cemal Ebû İshak İbrahim İbni Ahmet el-Mavsılî
el-Hanefî de bu esere bir şerh yazdı ve. kitabına "Tevcîhu'l-Muhtâr" adını
koydu. Bu kitabın girişinde defalarca eserini Abdullah İbni Mahmûd îbni Mevdûd
el-Mavsılî huzurunda okuduğunu ve son olarak da 652 tarihinde Cunıade'1-ûlâ
ayında okuduğunu kayd eder. Kitabında Zahiriyye, îma-miyye ve bu ikisinden başka
fırkaların ihtilâflarından bahseder.
îbni Ebî'l-Kâsım el-Karahisarî er-Rûmî de bir şerh
yazmıştır. Bu zat H. 720 tarihinde hayatta idi.
Muhammed Ibni İlyas bir şerh yazdı ve kitabına "el-Isar
Li-Halli'l-Muhtar" adını koydu. Muhammed îbn İbrahim îbn Ahmed (ki ona el-tmam
derlerdi) yine bir şerh yazmış ve ona "Feyzu'l-Gaffar" adını koymuştur.
el-Zeyl'î de ona bir şerh koymuştur.
Tâc ed-Dîn Ebû Abdillah Abdullah îbn Ali el-Buharî -ki
799 H. tarihinde vefat etmiştir- o eseri tanzim etmiştir.
Onu îbn Emir el-Hac Muhammed îbn Muhammed îbn Muhammed
el-Halebî (ölümü 879) şerh etmiştir. El-Münye için yapmış olduğu bir şerhinde
bunu zikr eder.
Şeyhu'l-lslâm Şemsu'd-Dîn es-Sebrisî el-Hanefî "Muhammed
Îbn'l-Hasan îbn Ali eş-Şazelî Ölümü 847"de Tabakâtu'ş-Şa'ranî de geçtiği üzere
onu şerh etti.
Mavsılî'nin eserinin feraiz kısmını Zeynü'd-Dîn Ebû
Muhammed Abdurrahman îbn Ebî Bekr el-Aynî el-Hanefı -ölümü 893 H.- şerh
etmiştir.
eş-Şeyh Kasım îbn Kutlûbuğa el-Hanefî, îhtiyâr'da geçen
hadisleri tahrîc etmiştir. Kutlûbuğa 879rda vefat etmiştir. Kutlûbuğa'nm ayrıca
"Şerhu'l-Muhtâr" diye bir eseri vardır.
3 -
Mu'cemu'l-Müellifîn'de Mavsılî'nin Şerh-i Camiu'l-Kebîr Li'ş-Şeybanî adlı bir
eserinin daha bulunduğu kaydedilir[4].
Brockelmann da Mavsılî ve eserleri hakkında bilgi verir.
Gerek el-Muhtâr ve gerekse el-îhtiyâr'ın hangi kütüphanelerde olduğunu
ve hangi numarada bulunduklarını kaydeder. Brockelmann onun
eserinin "el-Fawâ'ıd" denilen bir şerhi bulunduğunu ve bu şerhin Yeni Camı
kütüb. No: 534'de kayıtlı olduğunu zikreder[5]
NOT: Buraya
kadar müellifin kendisi ve eserleri hakkında verdiğimiz bilgi; hanefî
âlimlerinin büyüklerinden olan ve Usûlu'd-Dîn Külliyesinde müderrislik yapmış
olan, eş-Şeyh Mahmud Ebû Dakika tarafından ta'lıkâtı yapılan el-îhtiyâr -ki bu
eser tercümeye esas olarak alınmıştır- daki malûmata ilâveten dip notlar
halinde verilen kaynaklardan alınmıştır.
Mütercim
Bismillahirrahmânirrahim...
BİRİNCİ BÖLÜM
TAHARET(TEMİZLENME)[6]
1- Abdesti
olmayan bir kimse namaz kılmak istediği zaman abdest alır. Abdestin farzları ise
dörttür:
1) Yüzü
yıkamak,
2) Dirseklerle
beraber kolları yıkamak (Z),
3) Başın dörtte
birini (F) mesh etmek,
4) Topuklarla
beraber (Z) ayakları yıkamaktır.
2 - Abdestin
Sünnetleri:
1) Uykudan
uyanan bir kimsenin ellerini kaba daldırmadan önce; üç kere bileklerine kadar
ellerini yıkaması;.
2) Abdeste
başlarken besmele çekmek,
3) Dişleri
fırçalamak,
4) Üç defa ağzı
çalkalamak ve burna su vermek,
5) Başın
hepsini ve iki kulağı aynı su ile (F) bir defa mesh etmek,
6) Sakal ve
parmak aralarını sıvazlamak,
7) Azaları üçer
defa yıkamaktır,
3 - Abdestin
Müstehaplan:
1) Abdeste
niyet etmek (F),
2) Uzuvları
yıkarken sıraya uymak,
3) Sağ
uzuvlardan başlamak,
4) Boynu mesh
etmek.
4 - Abdesti
bozan şeyler:
1) Ön ve arka
yollardan çıkan herşey abdesti bozar.
2) Ön ve arka
yollardan başka vücudun herhangi bir yerinden çıkan pis şeyin; yaranın bulunduğu
yerden akması.
3) Ağız dolusu
kusuntu (Z). Kusulan kan veya irin olacak olursa, ağız dolusu olmasa da abdesti
bozar (M). Kan ; tükürüğün yarısından fazlasını meydana getiriyorsa (ve
ihtiyaten yarısına eşit ise) abdest bozulur.
4) Yan üstü
yatarak, yaslanarak ve bir şeye dayanarak uyumak.
5) Bayılmak ve
delirmek abdesti bozar. Namaz kılarken; kıyamda (F), rükû'da (F), secdede (F),
tahiyyatta (F) uyumak abdesti bozmaz. Kadına dokunmak, bir insanın kendi
tenasül uzvuna el sürmesi de abdesti bozmaz.
6) Namazda
kahkaha (F) atmak[7].
GUSÜL = BOY ABDESTİ
5 - Guslün
farzları üçtür:
1) Ağzı iyice
çalkalamak (F),
2) Burna iyice
su vermek,
3) Bütün bedeni
yıkamak.
6 -
Sünnetleri:
1) Önce elleri
ve tenasül uzvunu yıkamak,
2) Vücutta
pislikler varsa gidermek,
3) Sonra namaz
abdesti almak,
4) Bütün bedene
üç defa su dökünmek.
7 - Guslü
Gerektiren Şeyler:
1) Cinsî temas
esnasında tenasül uzvunun, sünnet yerine kadar ön veya arka tarafda kaybolması
(ile hem temas eden ve hem de kendisine temas edilene gusül abdesti farz
olur).
2) Fışkırarak[8]
(F), yahut şehvet sureti ile meninin gelmesi,
3) Hayız ve
nifasm sona ermesi,
4) Uykusundan
uyanan kimsenin elbisesinde meni yahut mezi (S) görmesi:
8 - Cuma ve
bayram için ve hacda ihrama girmek için yıkanmak sünnettir.
9 - Abdestsiz
ve cünüb olanın, kabı olmadan mushafa dokunması caiz değildir (F). Cünüb olan,
Kur'an da okuyamaz. Fakat Allah Teâlâyı
zikr eder, tesbîh eder, duâ yapar. Zaruret
olmadan camiye giremez. Âdet gören ve nifas halinde olan kadınlar da cünüb
olanlar gibidir.
Kendileri ile temizlenmek ve abdest almak için caiz
olan
şeyler:
10 -Yağmur
suyu, kaynak ve kuyu suları gibi kendisi temiz ve başkasını temizleyici
sularla, uzun müddet kalmakla değişseler de temizlik yapılır. Çöven, zağferan ve
sel suları gibi temiz olan şeyler suya karışıp da renk, koku ve tad
vasıflarından biri değişmiş olsa bunlarla temizlenmek caizdir. İçki, sirke ve
gül suyu gibi mayîlerin karışıp galebe ettiği ve kendisinden su tabiatını
(özelliğini) giderdiği su ile temizlik yapılmaz. Bu konuda eczası ile olan
galebeye itibar edilir.
11 -Durgun
suyun içine bir pislik düşerse onunla abdest alınmaz. Ancak her tarafa onar
arşın (F) uzunluğunda bir havuz ise o sudan abdest caiz olur. Akan bir suya bir
pislik düşüp ondan bir eser görünmezse bu sudan da abdest alınır.
Eser; 1- Suyun tadı 2 - Kokusu 3 - Rengidir.
12 -
Hayvanlardan doğumu sudan olanların orada ölmeleri ile su bozulmaz (F). Sinek,
sivrisinek ve tahta kurusu gibi akıcı kanı olmıyan hayvanların da suda ölmesi
onu bozmaz. Bu ikisinden başkası ise az suyu bozar[9]
13 -Kullanılmış
sular abdestsizlikleri gideremez. Kendisi ile abdest alman (M) yahut Allah'a
yaklaşmak gayesi ile (abdest üzerine abdest almak gibi) bedende kullanılan su,
uzuvdan ayrıldığında kullanılmış su olur.
14 -İnsan
mükerrem, domuz da bizatihi pis olduğundan bu ikisi-ninkinden başka her deri (F)
tabaklanınca temiz olur. Kendi kendine ölen bir hayvanın kılı ve kemikleri
temizdir. İnsanın da kemikleri ve saçları temizdir.
Kuyuların temizlenmesi:
15 - Kuyuya bir
pislik düşer ve sonra çıkartılıp suyu tamamen bo-şaltılırsa o kuyu temizlenmiş
olur.
16 - Sahra
kuyularına; deve, koyun, keçi, at ve sığır tersi (piliği) dü-
şer ve bakan tarafından bunlar çok görülmezse kuyuyu
kirletmezler. Güvercin ve serçe tersleri (pislikleri) kuyu suyunu bozmazlar
(F).
17-Serçe, fare
ve bunlara benzer hayvanlar kuyuya düşüp ölürlerse (şişmemiş ve dağılmamış
olunca) kuyudan 20 kovadan 30 kovaya kadar su çıkartılınca kuyu temizlenmiş
olur.
18 -Güvercin,
tavuk vb. gibisi düşüp ölürse 40 kovadan 60 kovaya kadar su
çıkartılır.
19-însan, koyun
ve köpek gibi canlılar; kuyuya düşüp Ölürlerse kuyu tamamen boşaltılır. Kuyuya
düşen bir hayvan, şişer yahut dağıhrsa o kuyunun da bütün suyu
boşaltılır.
20 - Her kuyu
hakkında onun kovası muteberdir. Bir kuyunun bütün sularını boşaltmak mümkün
olmazsa ondan, 200 kovadan 300 kovaya kadar su çıkartılır.
21 - Artıkların Hükmü:
1) İnsan, at ve
etleri yenilen hayvanların artıkları temizdir.
2) Temiz, fakat
kullanılması mekruh olan artıklar: Bunlar da kedi, serbest gezen tavuk, evlerde
yerleşen hayvanlar (yılan, akreb, fare gibi) ve yırtıcı kuşların artıkları olan
sulardır.
3) Pis olan
artıklar; Domuz, köpek ve yırtıcı hayvanların (F) artığı olan
sulardır.
4) Şüpheli
olanlar: Eşek (F) ve katırın artığı olan sulardır. Teiniz su bulunmazsa bu su
ile abdest alınır ve ayrıca da tedbir olarak teyemmüm edilir.
TEYEMMÜM (*)
22 - Teyemmümü Gerektiren sebepler
1) Suyun bir
mil uzakta olması,
2) Suyu
kullanmaya mani hastalık
3) Soğuk
(F),
4) Düşman
korkusu,
5) (Yanında
içeceğinden fazla su bulunmadığından) susuz kalma korkusu veya kuyudan suyu
çıkaracak bir kabın bulunmayışı sebeplerinden dolayı suyu kullanmaya gücü
yetmiyenler toprak ve kum, kireç (FS) sürme (F.S) gibi toprak cinsinden olan bir
şey ile teyemmüm ederler.
23 - Teyemmümde, temizlenmeğe veya bir ibadete niyet etmek
şarttır.
24 - Abdestsizlik, cünüblük ve hayızdan dolayı yapılan
teyemmüm de aynıdır.
25 - Teyemmüm Şöyle Yapılır:
1) Önce iki el
toprağa vurulup silkelenir. Sonra, her iki el ile yüze
Teyemmüm, lügâtta mutlak kasıt manasınadır. Dînde ise,
temiz olan yeryüzüne yönelmek ve onu Allah Teâlâya yaklaşmayı sağlamak için
kendine mahsus surette kulanmaktır.
Abdestin farz olmasının sebebi teyemmümün de farz
olmasının sebebidir. Caiz olmasının şartı da suyu kullanmakdan aciz kalmakdır.
Çünkü teyemmüm abdestden bedeldir ve onun bulunduğu yerde meşruiyetim
kaybeder.
Teyemmümün caiz olmasının delili: 'Eğer hasta
olmuşsanız, yahut bir sefer üzerindeyseniz veya içinizden biri ayak yolundan
gelmişse, ya-hutta kadınlara dokunmuşsanız ve bu halde su da bulamamışsanız o
vakit tertemiz bir toprakla teyemmüm edin. Binaenaleyh (niyetle) ondan
yüzlerinize ve ellerinize sürün..." (Mâide, a: 6) ayetidir mesh
edilir.
2) Eller aynı
şekilde tekrar yere vurulup silkelenir ve her avuç ile diğer kolun arka ve iç
tarafı dirseklerle beraber (F) mesh edilir. Mesh yapılan yerlerin her tarafının
tamamen mesh edilmesi şarttır.
26-Vakit
girmeden (F) ve suyu aramadan önce (F) teyemmüm etmek caizdir.
27 -Teyemmüm
ile namaz kılındıktan sonra su bulunursa namaz iade edilmez. Namaz ortasında
suyu bulacak olursa bu namaz batıl olur. Bununiçin abdestini alır ve yeniden
kılar.
28 - Abdest
gibi; birteyemmüm ile istenildiği kadar namaz kılınır (F). Su ele geçireceğini
ümid eden kimsenin namazını geç kılması da müstehaptır.
29 - Abdest
aldığında cenaze namazına yetişemiyeceğinden korkan kimse, cenaze namazım
teyemmüm ile (F) kılar. Bayram namazında da böyle hareket edilir (F). Fakat,
Cuma namazının kaçmasından korksa bile yine abdest alır, Teyemmüm ile kılınması
caiz olmaz. Farz bir namazın vaktinin geçmesinden endişelenmek de Cuma
gibidir.
30 - Teyemmümü Bozan Şeyler:
1) Abdesti
bozan şeyler, teyemmümü de bozar. 1
2) Suyu elde
etmek ve onu kullanmaya gücü olmak.
31 -Yolcu,
yükleri arasında suyunu unutup teyemmüm ile namaz kılarsa, bir daha namazı iade
etmez (FS?) Suyu olmayınca arkadaşından su ister. Vermezse teyemmüm eder. Gücü
varsa piyasa fiatı ile su da satın alır. Fahiş fiatla satın alması
gerekmez.
32 - Hem abdest
ve hem de teyemmüm birlikde alınmaz. Yarası olan vücudunu yıkar, yara yerini
yıkamaz ve orasını teyemmüm de etmez.
MESTLER ÜZERİNE MESH:
33 - Gusül
hariç, abdest alması gereken kimsenin mesh yapması caizdir. Her iki mestin de
tam bir temizlik üzerine giyilmesi lâzımdır.
34 - Mestler
ayakta iken bozulan abdestlerden sonra; mukim, bir gün bir gece, yolcu ise üç
gün üç gece mesh yapar. Mesh, el parmaklan ile yukarıya doğru bir hat boyunca
yapılır. Farz olanı, elin parmaklarından üçünün mikdarı kadardır. Ayak
parmaklarından başlayıp yukarıya doğru gitmek ise sünnettir.
35- Ayak
parmaklarının küçüğü ölçü olmak üzere, üç parmağın çıkabileceği kadar mest
üzerinde bir yırtık olursa mesh caiz olmaz. Her mestin yırtıkları diğerinden
ayrı tutulur.
36 - İçine mest
giyilen çizmeye (F) mesh yapmak caizdir. Kaim olduğu yahut üzerine deri veya
pabuç geçirildiği takdirde, çoraplar üzerine de mesh yapılır.
37 - Meshi Bozan Şeyler:
1) Abdesti
bozan her şey meshi de bozar.
2) Meshi
ayakdan çıkarmak,
3) Müddetin
geçmesi: Abdest bulunduğu halde müddet bitince mestler çıkartılıp sadece
ayakların yıkanması yeterli olur. Ayağın, mestin koncuna kadar çıkmış olması
tamamen çıkması hükmündedir.
38-Yolcu, mesh
yapar ve bir gün bir gece sonra yolculuğu biterse mestini çıkartır. Bir gün bir
geceden önce biterse 24 saati tamamlar. Mukim, mesh yapar sonra 24 saat dolmadan
yolculuğa çıkarsa üç gün üç geceyi tamamlar (F).
39 -Eldiven,
peçe, fes, şapka ve sarık üzerine mesh yapılmaz. Fakat, yaralar üzerindeki
sargılara mesh yapmak caizdir. Sargıyı abdest almadan önce bağlamak da caiz olur
ve sargı yaranın iyi olmasından dolayı düşecek olursa mesh batıl olup
bozulur.
(*) HAYZ = Aybaşı Hâli
40 - Kan üç çeşittir:
I) Hayz:
Kadının bulûğa ermesine vesile olan kana hayz kanı denir. Hayzın en az müddeti
üç gün üç gece (S), en çoğu on gün (F) on gecedir. Üç günden az gelen kan ile on
gün üzerine fazla olarak gelen kan istiha-ze kanıdır. Hamile kadından gelen kan
da istihazedir (F).
41 -îstihaze
kanı oruç tutmaya, namaza ve cinsî temasda bulunmaya mani deiğldir.
42 - Kadının
âdeti içinde sırf beyaz bir kan gelinceye kadar görmüş olduğu muhtelif
renklerdeki kanlar hayz kanıdır. Hayz müddeti içinde kanın kesilmesi suretiyle
araya giren temizlik devresi hayzdan sayılır.
43 - Hayızlı
olan kadından namaz borcu tamamen düşer. Oruç tutması da haramdır. Yalnız
orucunu sonra kaza eder. Hayzlı kadınla cinsî birleşmede bulunmak da haramdır.
Bunu helâl gören dinden çıkmıştır. Böyle durumda kocası ailesinin belden
yukarısı ile faydalanabilir. On günden az bir müddette kan kesilince
yıkanmadıkça cinsî birleşme helâl olmaz. Yahut bir namaz vaktinin geçmiş olması
lâzım gelir. On günü (Z F) tamamlayarak kesilirse yıkanmadan önce cinsî birleşme
caiz olur.
44-Temizliğin
en az müddeti 15 gündür. En çok müddetinin ise bir sınırı yoktur.
45 - II)
İstihaze kanı ve ona benzeyenler:
Kendisinden istihaze kanı gelen kadın, devamlı sidiğini
tutamayan, içi giden, yellenen, burnu kanayan ve yarasının akıntısı kesilmeyen
kimseler, her namaz vakti için abdest alır ve onunla, abdesti bozan
Hayz; kelime olarak akmak anlamına gelir. Istılahda ise,
muayyen bir müddet içinde, kendine mahsus yerinden gelen Özel bir kandır.başka
bir şey olmadıkça diledikleri kadar namaz kılarlar (F).
46 -Üzerinde
bir namaz vakti olsun, müptelâ olduğu özür devam. eden kişi özürlüdür[10].
47 -Kadından on
günden fazla kan gelince kadının belli bir hayz müddeti varsa bu müddeti aşan
kan istihaze kanı olur. îstihazeli olarak bulûğa erip kanı kesilmiyen kadının
hayzı her aydan on gün (F) olarak' takdir edilir. Geriye kalan 20 gün de
istihaze kanı olur.
48 - III) Nifas - Lohusahk:
Nifas, doğumdan sonra gelen kandır. En az müddetinin bir
hududu yoktur. En son müddeti 40 gündür. Kan 40 günü geçince ve kadında belli
bir âdeti var ise o âdetini aşan kan istihaze olur. Kadının âdeti, yani belli
bir gün lohusaîık müddeti yoksa lohusalığı 40 gün olur.
49 - İkiz çocuk
doğduğunda lohusalığm müddeti ilk çocukla başlar (M.Z). Yaradılışının birazı (F)
belirmiş düşük çocuk da tam çocuk hükmündedir.
PİSLİKLER VE TEMİZLENMESİ
50 - Pislik
ikiye ayrılır:
1) Galîza (koyu
ve sırf pis)
2) Hafife
(pislik derecesi az olan)
Galîza olan pislikden; sıvı ise bir el ayasından, katı
ise bir miskal-den fazla olunca onunla namaz olmaz. Hafife olan pislik,
elbisenin dörtte birine ulaşınca namaz kılınmaz (F).
51-İnsan
bedeninden çıkan ve temizlenmesi icap eden şeylerin pisliği galîzadır. Hayvan
(SM) ve sığır pisliği, fare sidiği, yemek yesin veya yemesin kız ve erkek
bebeklerin sidikleri de sırf pislikdir. Meni de pistir (F). Yaş olduğunda
yıkamak gerekir. Kurusunu ise iyice ovalamak kâfidir.
52 - Meste,
hayvan tersi (pisliği) gibi kazınıp giden bir pislik bulaşır da kurursa onu
yere sürterek gidermek caizdir (M.Z). Yaş pislik ve şarap gibi kazımak ve
sürtmekle gitmiyen şeyler ise ancak yıkamakla temizlenir. Kılıç ve ayna gibi
şeylerden pisliği silmek yeterlidir (Z). -
Yer pislenir ve sonra pislik kaybolursa orada teyemmüm
olmasa da namaz kılmak caiz olur (Z.F).
53-Etleri
yenilen hayvanların (M) ve atın sidiği, balığın kanı (F), eşek ve katırın
salyası, eti yenilmiyen (SM) kuşların pisliği hafife cinsin-dendir. Etleri
yenilen kuşların pisliği ise temizdir (F). Fakat, tavuk ve ehil ördek pislikleri
sırf pislikdir. iğne başlan kadar sidiğin elbiseye sıçraması zarar vermez
(F).
Pisliği gideren ve gidermeyen şeyler:
54- Su, sirke
(M.Z.F) ve gül suyu gibi bütün temiz olan sıvılarla pislik
giderilir.
55 - Görünen
bir pisliğin temizlenmesi,onun tamamen kaybolması ile olur. Fakat, tamamını
kaybetmek güç olan kalıntı zarar vermez. Görünmeyen cinsinden olan bir pisliğin
temizlenmesi, temizlendiğine kanaat getirilinceye kadar yıkamakla olur
(F).
Endişeyi ortadan kaldırmak için üç veya yedi defa
yıkamakla temize çıktığına hükmolunur ve her defasında da yıkanan şey sıkılır.
Istin-cada da böylece hüküm verilir.
İSTİNCA - Küçük veya büyük abdest yaptıktan
sonra temizlenme:
56- Yellenmek
hariç, küçük ve büyük abdestten sonra temizlenmek sünnettir. Taş ve onun yerini
tutan diğer şeylerle temizlenmek caizdir. Yıkamak en iyisidir. Bunlarla pislik
tamamen gidinceye kadar silinir. Pislik, pisliğin çıkış yerine tecavüz edecek
olursa ancak yıkamakla temizlik caiz olur.
57 - Sağ el,
kemik, tezek ve yenilen şeylerle temizlenme yapılmaz. Helada kıbleye karşı
dönülmez ve arka da çevrilmez.
SALÂT = Namaz [11]
58 - Namaz vakitleri:
a) Sabah
namazının vakti: Fecrin doğmasından güneşin doğmasına kadar olan
zamandır.
b) Öğlenin
vakti: Güneşin zevalinden[12]
itibaren fey-i zevalden[13]
başka herşeyin gölgesi kendisinin iki misline (S.M.F) ulaştığı zamana kadar
devam eder.
c) ikindinin
vakti: İhtilaflı olarak öğle vaktinin çıkması ile başlar ve güneşin batacağı ana
kadar devam eder.
d) Güneş
batınca akşam namazının vakti girer ve şafak kaybolun-
caya kadar sürer.
e) Akşam
vaktinin bitimi ile yatsı namazı vakti başlar ve ikinci fecrin doğumuna kadar
devam eder. Vitir namazı da yatsı namazı vaktinde kılınır. (Ancak yatsı
namazının önce kılınması emrolunmuştur).
59 - Namaz
kılmak müstchap olan vakitler:
a) Sabah
namazının güneş doğmadan önce ortalığın iyice aydınlandığı zamanda kılınması
müstehaptır (F).
b) Öğle
namazını, yazın havanın biraz serinlemesine kadar tehir etmek, kışın da ilk
vakitlerde kılmak müstehaptır.
c) İkindinin,
güneşin değişmesine (gözleri kamaştıramaz duruma gelmesine) kadar
geciktirilmesi, akşam namazında da erken davranıl-ması daha iyidir.
d) Yatsı
namazını, gecenin üçde birine kadar geciktirmek müstehaptır. Vitir namazının,
gecenin sonuna bırakılması daha iyi olur. Fakat gecenin sonunda uyanacağına
güvenemiyorsa, önceden kılınması gerekir.
e) Bulutlu,
sisli havalarda; sabah, Öğle ve akşam namazlarının geciktirilmesi, ikindi ve
yatsının ise hemen kılınmaları müstehap olur.
Namaz kılmak caiz olmayan zamanlar:
60 - Güneş
doğarken, batarken ve zeval vaktinde namaz kılmak, tilâvet secdesi yapmak (F),
cenaze namazını kılmak (F) caiz olmaz. Şu kadar var ki, o günün ikindi namazı
güneş batarken de kıhnabüir.
61 - Sabah
namazını kıldıkdan sonra güneşin doğumuna kadar, ikindi namazından sonra (F)
güneşin batışına kadar ve fecir doğduktan sonra (sabah namazının iki rekâtından
başka) nafile namaz kılınmaz.
Akşam ve bayram namazlarından (F) önce de nafile namaz
kılınmaz. Cuma günü imam hutbeye çıktığı zamanda da sünnet kılınmaz.
62 - İki namaz
ne yolculukda ne de hazarda tek bir vakit içinde birleştirilemez (F). Arafat'ta
öğle ile ikindinin, Müzdelife'de akşam ile yatsının beraber kılınması bu hükmün
dışındadır.
EZAN[14]
63 - Ezanın ne
olduğu bellidir. Ezan okurken önce iki şehadeti alçak sesle okumak ve sonra
sesi yükseltmek doğru değildir, ikamet de ezan gibidir (F). Fazla olarak
"felâh"dan sonra ikamette iki kere "kad kameti "s-salâh" denilir.
64 - Beş vakit
namaz ve cuma için ezan okumak, ikamet yapmak sünnettir.
Sabah ezanında "felâh"dan sonra iki defa "es-salâtü
hayrun min'ennevm" denilir.
65 - Ezan,
yavaş yavaş; ikamet ise, hızlı hızlı okunur. Her ikisinde de kıbleye dönülür.
Müezzin ezan okurken iki parmağını kulaklarına ta-kıar. Yüzünü "hayye
ale's-salâh" derken sağa "hayye ale'l-felâh" derken de sola çevirir. Ezanı
bitirdikten sonra, (akşam namazı hariç) hemen ikamet etmeyip biraz oturur.
Ezanda nâme yapmak mekruhtur.
66 - Müezzin
"hayye âle's-Salâh" deyince imam ve cemaat kalkarlar. "Kad kametı's-salâh"
deyince de tekbîrlerini alırlar. İmam daha henüz gelmemişse (veya o müezzin
ise) gelinceye kadar cemaat kalkmaz.
67 - Kazaya
kalmış namazlar için de ezan okunur ve ikamet getirilir. Namazın vakti girmeden
ezan okunmaz. Müezzin ezan okurken, ikamet getirirken konuşulmaz. Ezan ve
ikamet abdestli olarak okunur.
Namazdan önce yapılan işler:
68 - Namazdan
Önce yapılması gereken altı farz vardır:
1) Hades =
(abdest ve boy abdesti almayı gerektiren hükmen pis olarak kabul edilen
şeyler)den ve necaset = (görünen pislik)den vücudu temizlemek,
2) Elbiseyi
temizlemek,
3) Namaz kılman
yeri temizlemek,
4) Avret
yerlerini örtmek,
5) Kıbleye
dönmek,
6) Namaza niyet
etmek. . -
69-Erkeklerin
avret yeri; göbeğin altından diz kapaklarının altına kadardır. Cariyenin avret
yeri de erkek gibidir. Buna ilâveten cariyenin arka ve karnı da avret
yeridir.
Hür kadınların yüzleri, elleri hariç bütün vücutları
avrettir. Ayaklar hakkında iki rivayet vardır[15].
70 - Pisliği
temizlemek için bir şey bulamıyan namazını, öylece kılar ve bir daha iade
etmez. Elbise bulamıyan kimse de çıplak olduğu halde oturarak îmâ ile namaz
kılar. Böyle namaz kılmak ayakda kılmak-dan daha üstündür.
71 -Kabe'nin
yanında namaz kılan yüzünü Beytullaha çevirir. Ondan uzak olanlar yüzlerini
Beytullah istikametine çevirirler. Birşeyden korkanlar [16]güçlerinin
yettiği herhangi bir tarafa dönerler.
72 - Kıble
tarafını kesin olarak bilmiyen, soracak kimse de bulamazsa içtihad eder;
araştırır ve namazını ona göre kılar. Sonradan yanıldığı anlaşılsa bile namazım
yenilemez (F). Fakat namaz: içinde iken yanıldığım anlarsa, kıbleye döner ve
namazını bozmadan tamamlar. İçtihad etmeden; araştırmadan kılar da yanıhrsa
namazı iade eder.
73 - Namaz
kılmak istiyen kimse, iftitah tekbiri = (başlama tekbi-ri)ne bitişik o namaza
niyet eder. Niyet, kalben o namazın hangi namaz olduğunu bilmektir. Bu hususta
dil ile söylemeğe itibar yoktur. Cemaat ise hem vaktin farzına ve hem de imama
uymaya niyet eder.
Namaz içinde yapılan işler:
74- Namazda
huşu içinde bulunmak, iyice kendini ibadete vermek gerekir. Gözleri de secde
yerinden ayırmamalıdır.
75 - Namaza
başlarken "Allahu Ekber" diyerek tekbir alınır ve eller de bu esnada yukarıya
kaldırılarak baş parmaklar kulakların yumuşağı (F) hizasına getirilir.. Eller,
ilk tekbirden sonra bir daha yukarıya
kaldırılmaz (F). Sonra göbeğin altında (F)
eller bağlanarak sağ el sol elin bileğinden tutar.
Bundan sonra "Sübhaneke Allahümme" (SF) sonuna kadar
okunur ve içten "Euzü-besmeîe" çekilir.
76- Sonra, imam
olan kişi; sabah namazında, akşam namazının ve yatsının ilk iki rekâtlarında,
cumada ve bayram namazlarında kıraatim sesli okur. Yalnız başına kılan bu
söylenen namazlarda ister açıktan okur isterse içinden okur.
imama uyanlar "Fatiha" ve "ilâve sûre"yi okumazlar (F).
îmam "Ve-la'd-dâllîn" deyince "âmin" der ve cemaatta içinden "âmin" der
(F)
77- Ruküa
giderken tekbir alınır. Rukü'da eller dizler üzerine (parmaklar açılarak)
konulur ve sırt düzleştirilir. Baş kaldırılmaz ve sarkı-talamaz. Rukû'da üç kere
"Sübhâne Rabbiye'1-Azîm" denilir ve kalkarken de "Semi'a-llahü Li-men hamiden"
denilir. Cemaatla kılarken; cemaat, "Rabbena leke-1-hamd" der (S.M.F.) Sonra
"Allahü Ekber" diyerek alın ve burun üzerine secdeye gidilir.
78 - Secdeye
giderken Önce dizler sonra da eller yere konulur, eller kulakların hizasında
olur (ZF). Pazulardan koltuklara kadar olan kısım açık tutulur. Karın da
oyluklara birleştirilmez; arada boşluk bırakılır. Dirseklerden ellere kadar olan
kısım da yere yatırılmaz. Secdede üç defa "Sübhane Rabbiye'1-a'la"
denilir.
Sarığın büklümü, elbisenin sarkık fazla kısmı üzerine
secde edilirse caiz olur. Baş, secdeden kaldırılırken "Allahü Ekber" denilir ve
tam olarak oturulur, ikinci defa yine tekbirle secdeye gidilir: îkinci secdeden
"Allahü Ekber" diyerek kıyama kalkılır (F).
79 - İkinci
rek'ât da birinci rek'ât gibi kılınır. Yalnız bunda başlangıç tekbiri alınmaz
ve "Euzü" çekilmez[17]
80 - İkinci
rek'âtın ikinci secdesinden doğrulunca sol ayak yere yatırılıp üzerine
oturulur. Sağ ayale da parmak uçları kıbleye dönük şekilde dikilir. Eller
oyluklar üzerine konulur. Parmaklar açılır ve
..."Tahiyyât" okunur. Tahiyyât şöyledir: "Et-tahiyyatü
Li-llâhi (F) ve's-Salavâtü ve't-Tayyıbât, e's-Selâmü aleyke Eyyüha'n-Nebiyyü ve
Rahmetullâhî ve Berekâtüh. es-Selâmü aleynâ ve alâ ıbadılla-hı's-Sâlihîn. Eşhedü
en lâ ilahe illâ-Allah ve eşhedü enne Mu-hammeden abdühu ve Resûlüh (F)." İlk
oturuşda'bundan başka bir şey okunmaz.
81 - Tahiyyât
bitince "Allahü Ekber" diyerek kıyama kalkılır. Son iki rekâtta sadece "Fatiha"
okunur.
82- Namazın
sonunda oturulup "tahiyyât" okunur. Hz. Peygambere "Salâtü selâm" getirilir;
Kur'an sözlerine benziyen ve seçilmiş dualardan istenenler okunur.
Sonra, evvelâ sağa, sonra sola selâm verilerek her
ikisinde de "EsSelâmü aleyküm ve rahmetullah" denilip.
Vitir Namazı:
83 - Vitir
namazı, vaciptir (SMF). Akşam namazı gibi üç rek'âttir (F). Rek'âtlar arasında
selâm verilmez ve her rek'âtta "Fatiha" ile beraber ilâve sûre okunur. Üçüncü
rek'âtta ruküdan önce (F) kunût yapılır: Eller (Başlangıçta olduğu gibi) yukarı
kaldırılır ve "Tekbîr" alınır. Sonra kunût duaları okunur. Vitirden başka hiç
bir namazda kunût yapılmaz.
KIRAAT:
84 -Kıraat,
farz namazların ilk iki rek'âtmda farz, son iki rek'âtında sünnettir (F). Farz
namazların son iki rek'âtında kıraat yerine Allah teâlâyı teşbihte bulunacak
olursa caizdir.
85 - Kıraatin
farz olan mikdarı, her rek'âtta bir ayet okumaktır[18]
(SMF). Fatiha okumak, bir sûre veya üç ayet okumak ise vaciptir.
86 - Sabah ve
öğle namazlarında "Hucurât" sûresinden "Buruç" sûresinin sonuna kadar olan
sûrelerden birini okumak, ikindi ve yatsı namazlarında "Târik" sûresinden "Lem
yekün"ün sonuna kadar olan sûrelerden birini, akşamda da "Lem yekün"dan sonra
gelenlerden birini okumak sünnettir. Zaruret halinde ve yolculukda duruma uygun
olanı okumak sünettendir.
Namazlardan herhangi biri için Kur'andan herhangi bir
yer tayin edilemez. Tayin olunması mekruhtur.
Cemaatla Namaz:
87 - Cemaatla
namaz kılmak müekked sünettir.
88- İnsanlara
imam olmaya en ehliyetli kimse onların
a) Sünneti en
iyi bilenidir. Sonra sırası ile
b) En iyi
okuyanı,
c) En takva
sahibi olanı,
d) En yaşlı
olanı,
e) Ahlâkı en
güzel olanı ve daha sonra da,
f) Yüz
itibarı ile en güzel olanıdır.
89 - imamın
namazı uzatması doğru değildir.
90 - Kölenin
(F), bedevinin, körün, fâsıkın, zinadan doğanın, bid'at sahibinin imam olmaları
mekruhtur. Fakat bunların öne geçip arkalarında namaz kılınması da caizdir.
Kadınların ve âkil baliğ olmıyan çocukların (F) erkeklere imamlık yapması caiz
olmaz.
91 -imama uyan
tek kişi ise imamın sağ tarafinda, iki kişi veya daha çok iseler arkasında
dururlar.
92 - Cemaatla
namaz kılarken önce erkekler, sonra erkek çocuklar, sonra hunsâlar ve en arkada
da kadınlar saf tutar. İmam, kadınlara da imam olduğuna niyet etmedikçe kadının
imama uyması sahih olamıya-cağından erkekle aynı hizada olmanın hükmü ceryan
etmez. Kadın ile aynı namazı kılarlarken kadın, erkeğin yanına durmuş olsa,
erkeğin namazı bozulur (F).
93 - Kadınların
cemaata'gelmeleri ve kendi aralarında cemaatla namaz kılmaları mekruhtur. Eğer
kendi aralarında cemaatla namaz kılarlarsa içlerinden imam olan öne geçmeyip
ilk safın ortasında durur.
94 - Bir Özrü
bulunanın (F) özrü olmıyana, Kur'an okumayı bilmi-yenin bilene, çıplak olanın
giyinmiş (F) olana, rükû ve secdeyi tam yapanın ima ile kılana ve sünnet
kılanın farz namaz kılana (F) imamlığı caiz değildir. Bir farz namazı kılan
başka bir farz namazı kılana da imamlık yapamaz (F).
Abdesti olanın (M) teyemmümlü olana, abdestte ayaklarını
yıkamış olanın mesh etmiş olana, ayakta namaz kılanın (M) oturarak kılana,
sünneti kılanın farzı kılana uyması caizdir.
İmamın, kendisine abdestsiz namaz kıldırdığını bilen
namazını yeniden kılar (F).
95 - İmam
şaşırmca cemaattan biri önünü açar; hatırlatır. Fakat imamdan başkasının önünü
açarsa namazı bozulur. İmam namazda hiç Kur'an okuyamazsa başkasını öne çeker,
bu caizdir (SM). İmam sabah namazında kunût yaparsa cemaat birşey okumayıp susar
(SF).
96 - Namazda
mekruh olan işlen
1) Elbise ile
oynamak, \.
2) Parmakları
çıtlatmak,
3) Elleri
böğrüne koymak,
4) Erkeklerin
uzun saçlarını kadınlar gibi toplayıp tepelerinde bağlamaları veya iki örgü
haline getirmeleri ve bu kıyafetleri ile namaz kılmaları,
5) Elbiseyi
omuza alarak yanlardan sarkıtmak,
6) Köpek
oturuşu gibi oturmak,
7) Sağa, sola
dönmek, bakınmak,
8) Özürsüz
bağdaş kurmak,
9) Zaruret
olmadan çakıl taşlarını düzeltmek,
10) Eli ile (F)
veya dili ile selâm almak,
11) Esnemek,
gerinmek,
12) Gözleri
yummak,
13) Tesbîh ve
ayetleri saymak.
97 - Namaz
içinde akreb ve yılan öldürmenin namaza bir zararı yoktur. Bir kimse namazda
yer, içer, konuşur yahut mushafı açarak yüzünden okursa (SM) namazı bozulur.
Ancak bunları cenneti veya cehennemi hatırlamakdan dolayı yaparsa
bozulmaz.
Namazda iken abdestin bozulması:
98 - Namazda
iken abdesti bozulan hemen abdest alıp geri kalan kısmını tamamlar (F). Fakat
yeniden başlaması daha iyi olur.
İmamın abdesti bozulursa yerine cemaattan birini geçirir
(F). -Namazda delirir, uyuya kalıp ihtilâm olur veya bayılırsa namazı
bırakmış ve bozmuş olur.
99 -Namazın
sonunda "tahiyyâf'ı okuyacak kadar oturduktan sonra, daha henüz selâm vermeden
abdest bozulsa, hemen abdest alınıp selâm verilir (F). Fakat kasten bozmuşsa
namazı tamamlanmış olur (F).
Geçmiş namazları kaza etmek ve tertibin
düşmesi:
100 -Geçmiş
namazlar, hatırlandıkları zaman hazarda veya seferde geçtiklerine göre kaza
edilirler[19].
101 -Geçmiş
namaz, vakit namazından önce kaza edilir. Ancak zamanın azlığından, vakit
namazının geçmesinden korkulursa önce vaktin namazı kılınır.
102 -Geçmiş
namazlar kaza edilirken teetibe, yâni sıraya göre kaza edilirler. Tertib:
Unutmak, vakit namazının geçme korkusu ve beş vakit namazdan fazla namazın
kazaya kalması ile bozulur. Tertib bozulunca da bir daha geriye gelmez.
.
103 -Geçmiş
namazlardan kaza edilecek olanlar, beş vaktin farzları ve vitir namazıdır.
Sabah namazının sünneti farzı ile beraber kazaya kalmışsa kaza edilir. Öğle
namazının ilk sünneti de kendi vakti içerisinde farzdan sonra kaza
edilir.
SÜNNET NAMAZLAR:
104 -Hz.
Peygamber buyurur: "Kim gece've gündüzünde on iki rekât sünnet namaza devam
ederse, Allah Teâlâ cennette onun için bir ev yapar." Bunlar şu müekked
sünnetlerdir:
1) Sabah
namazından önce 2 , .
2) Öğle
namazından önce 4 sonra 2
3) Akşam
namazından sonra 2
4) Yatsı
namazından sonra 2, toplam 12 rekâttır.
105 - Müstehab Olanlar:
a) Öğle
namazının son iki rekâtım, 4 rekât kılmak,
b) İkindinin
farzından önce 4 rekât,
c) Akgamın
farzından sonra 6 rekât,
d) Yatsının
farzından önce 4 ve farzından sonraki 2 rekâtı 4 rekât olarak kılmak
müste-haptır.
106-Cuma'nın
farzından Önce 4, farzından sonra da 4 rekât sünnet kılınır (S).
107 -Nafile bir
namaza başlamakla onu tamamlamak (F), bozuldu ise kaza etmek lâzım gelir
(F).
108 -Bir kimse
nafile bir namaza ayakta başlayıp özrü olmadan oturursa, mekruh olmakla beraber
namazı caiz olur (SM)."
109 - Gece
namazlarında; iki, dört, altı (SMF) veya sekiz rekâtta bir selâm verilir. Bir
selâm ile bundan fazla kılmak mekruhtur. Gündüz işe iki veya dört (F) rekâtta
bir selâm verilir. Böyle olmakla beraber, hem gece ve hem de gündüz namazlarında
dört rekâtta bir selâm vermek daha iyidir. Gündüzleyin bir selâm ile dört
rekâttan fazla kılmak olmaz.
110 -Kıyamın
uzun olması secdelerin çok olmasından daha üstündür. Sünnet namazların her
rekâtında kıraat vaciptir.
Teravih:
111 -Teravih
namazı, müekked sünnettir. Ramazan gecelerinde, cemaatın, yatsı namazından sonra
toplanarak cemaatla beş terviha[20]
(20 rekât teravih) kılmaları gerekmektedir. Her tervîha dört rekâttır
ve
.ikişer rekâtta bir selâm verilir. Her dört rekâttan
sonra dört rekâtlık bir namazı kılacak kadar oturulur. Teravih bitince de yine
bu kadar müddet oturulur ve sonra imam cemaata vitir namazı kıldırır. Vitir
namazı sadece ramazan ayında cemaatla kılınır.
112 -Teravihin
vakti, yatsıdan fecrin doğumuna kadar geçen zamandır. Ayakta kılmaya güç varken
oturarak kılmak mekruhtur.
113 -Teravih
namazını hatim ile kıldırmak, yani bütün ramazanda teravihlerde bir defa
Kur'an'ı hatm etmek sünnettir.
114 -Bütün
sünnetleri evde, fakat teravihi camide kılmak efdaldir.
Küsûf - (Güneş tutulması) ve Husuf - (Ay tutulması)
namazı:
115 -Güneşin
tutulmasından dolayı kılman namaz iki rekâttır ve sünnet namaz gibi kılınır (F).
Bu namazı cuma namazını kıldıran imam cemaatla kıldırır. Yalnız imam içinden
okur (F) ve hutbesi de yoktur (F).
Eğer, cumayı kıldırmaya izinli imam yoksa, herkes
münferiden iki veya dört rekât olarak kılar. Namazdan sonra da güneş açılıncaya
kadar duâ eder.
116 -Ay
tutulunca, herkes kendi başına (F) namaz kılar. Zindan çökmesi, kasırga ve
düşman korkusundan dolayı kılman namazlar da ay tutulması namazı gibi münferiden
kılınır.
İstiska namazı[21]
117 -Allah
Teâlânm yağmur yağdırması için kılman ve "îstiska" adını alan bir namaz yoktur
(FSM). "İstiska"dan gaye, duâ ve Allah Teâlâ'dan af dilemektir. Ancak insanlar
yalnız başlarına namaz kılarlarsa bu da iyi olur.
Müslümanlarla beraber bu yağmur duasına zimnıîler =
(müslü-manların idaresi altında yaşıyan gayrı müslimler)
çıkmamalıdır.
Sehv - (Yanılma) Secdesi:
118 -Namazda
yanlışlık eseri olarak vacibi terk etmekden dolayı namazın sonunda selâm
verildikten sonra (P) iki secde daha yapılır, yeniden oturulup "tahiyyât" ve
"salavâf'lar okunup selâm verilir.
119 -Namazın
rükünlerinden (rükû, secde, kıyam ve oturmak gibi) birini fazla yapan kimseye
yahut sessiz okuması gereken yerde sesli okuyan veya bunun aksini (F) yapan
imama sehiv secdesi yapmak vacib
olur.
120 -Namazın
(tekbir ve teşbihleri gibi sünnet olan) bir zikrini terk etmekle sehiv secdesi
gerekmez.
121 -Kıraati,
birinci ve ikinci oturuşdaki tahiyyâtları, vitir nama-zmdaki kunûtu ve bayram
namazlarmdaki tekbirleri (F) terk etmek sehiv secdesini yapmayı lüzumlu
kılar.
122 -Rukû'da
veya oturuşlarda Kur'an okuyan sehiv secdesi yapar. Fakat kıyamda veya rukû'da
tahiyyâtı okuyan sehiv secdesi yapmaz.
123 - İki veya
daha çok hata yapanlar hepsi için bir sehiv secdesi yaparlar.
124 - İmam
yanıhrsa sehiv secdesi yapar ve cemaatta ona uyar. İmam secde etmeyince ona uyan
cemaatta secde etmez (F). İmama uyan yanıhrsa ne imam ve ne de kendisi sehiv
secdesi yapar.
125 - Cemaata
sonradan katılan imamla birlikde sehiv secdesi yapar ve sonra kalkıp kılamadığı
rekâtları kılar.
126 -Birinci
oturuşu terk ettiğini kalkarken hatırlryan, eğer tam kalkmamış ve oturuşa daha
yakın ise hemen oturur, tahiyyâüni-okur Fakat hemen hemen doğrulmuş ise bir daha
geri dönmez ve sonunda sehiv secdesi yapar.
127-Son
oturuşda yanılıp kıyama kalkan, kalktığı rekâtın secdesine gitmedikçe geriye
döner. Secdesine gitmişse ona altıncı bir rekât daha katar (F) ve böylece bu
nama? nafileye çevrilmiş olur.
128 -İkinci
oturuşda "tahiyyât" okuyacak mikdar oturur ve sonra beşinci rekâta kalkarsa geri
döner, selâm verir. Beşinci rekâtın secdesini yaparsa farzı tamamlanmış olur ve
altıncı bir rekat daha ilâve eder ve sonunda sehiv secdesi yapar. Son iki rekât
fazlalık, nafile olur.
129 -Kaç rekât
kıldığında şüpheye düşen kimseye böyle bir şüphe ilk geliyorsa namazı yeniden
kılar (F). Fakat bu iş onun başına çok kereler gelmişse kanaatma göre hareket
eder (F). Hiçbir şeye karar veremezse en azma göre namazııu
tamamlar.
Tilâvet Secdeleri:
130 -Secde
âyetini hem okuyana ve hem de dinliyene tilâvet secdesi yapmak vacibtir
(F).
131 -Secde
âyetleri şu yerlerde bulunur: A'rafm sonunda Ra'd, Nahl, Benî İsrail (İsra),
Meryem ve Hac sûrelerinin ilk secdesi, Furkan, Nemi, Elîf lâm mîm tenzil, Sâd,
Hamîmu's-secde ve Necin sûrelerinin sonunda, înşikak, A'lak sûresinin sonunda[22]
132 -Tilâvet
secdesinin şartları namazın şartları gibidir ve hemen secde edilmemişse sonradan
kaza edilir. (F) cemaat da onu takib eder. Fakat imama uyanlardan biri secde
ayetini okursa ne imam ve ne de cemaat secde yapar (M).
133 -İmam,
namazda secde ayetini okuyunca secde yapar, İmamın okuduğu secde ayetini namazda
olmayan biri işitirse secde yapması icab eder. Namazdaki kimse kendisi ile
beraber namaz kılmıyan birisinden secde ayetini işitirse namazını bitirdikten
sonra secde yapar.
134 -Namazda
secde ayetini okuyup namaz içinde tilâvet secdesini yapmıyandan bu secde
kalkar.
135 -Aynı yerde
bir secde ayetini birden fazla okuyana bir secde yapması yeterlidir.
136 - Secde
yapmak istiyen, önce (ellerini kaldırmadan) tekbir alır (F) ve secdeye gider,
sonra tekrar tekbir alarak secdeden kalkar[23]
Hastanın Namazı:
137 -Bir hasta
ayakta durmaya kudreti yoksa veya ayakta-namaz kılınca hastalığının
çoğalmasından korkarsa namazım oturarak kılar, secde ve rukûunu yapar. Secde ve
rükû yapmaya da gücü yoksa îma ile namaz kılar[24]
Oturmaya da gücü olmıyan hasta, ayakları kıble
istikametine gelmek üzere arka üstü (F) veya yan yatarak namazını îma ile
lalar. Hasta, üzerine secde etmek için bir şeyi başına doğru kaldırıp üzerine
secde ederse, başını rükû için eğdiğinden daha fazla eğmiş ise caiz olur,
eğme-mişse caiz olmaz.
Bir hastanın rükû ve secde yapmaya gücü yetmediği halde
ayakta durmaya gücü yeterse namazını oturarak ima ile kılar (F).
138 -Başı ile
îma suretiyle namaz kılamıyacak kadar hasta olanlar namazlarım tehir ederler.
Göz (ZF), kalp ve kaşları'(ZF) ile îma yapmazlar.
139 -Namazının
bir kısmını ayakta kılıp sonra ayakta durmaya takati kalmayan, namaza
başlamadan önce âciz olan gibidir[25]
140 -îma ile
namaz kılan sonra rükû ve secde yapmaya güç bulursa namazını bozup yeniden kılar
(Z.F).
141 -Deliren
yahut bayılan bir kimsenin üzerinden beş vakit namaz geçmişse onları kaza eder
(F). Geçen namazlar beşden fazla ise üzerinden düşerler, kazaları
yapılmaz.
Yolcu Namazı:
142 - Dört
rekâtlı her namaz yolcuya iki rekât olarak (F) farzdır.
143 - Bir kimse
deve yürüyüşü ile ve yaya üç gün üç gecelik = (Ortalama 90 km'lik - Mütercim)
bir yolu kastederek şehrin evlerinden ayrılınca yolcu olur. .
144 -Dağlık
bölgelerde kendisine uygun bir yürüyüşe, denizde de mutedil bir havada ki
(yelkenli) yürüyüşüne itibar edilir.
145 -Bir yolcu,
oturduğu şehre gelinceye kadar yolcu olduğu gibi; gittiği şehir veya köyde 15
gün (F) kalmaya niyeti olmadıkça yolcu olur. Bundan dolayı 15 günden az kalmaya
niyet edip orada kalması uzayıp 15 günü aşsa da o kimsenin yolculuğu devam
eder.
146 -Asker,
köle ve aile gibi başkasına uymaya, itaata mecbur olanlar, komutan ve
efendilerinin yolcu olması ile yolcu olurlar. Aynı şekilde mukîm olması ile de
mukîm olurlar.
147 -Yolcu
gittiği yerde niyetle yolculuktan çıkıp mukim olabilir. Fakat asker, düşman
yurduna girer veya bir yeri kuşatırsa orada niyeti ile seferi olmaktan
çıkamaz.
148 - Göçebelerin bir arazide ikamete niyetleri
sahihtir.
149 -Bir kimse
iki ayrı yerde ikamete niyet ederse bu sahih olmaz. Ancak hangisinde
geceleyecekse oradaki ikameti sahih olur.
150 -Bir namaz,
vaktinin sonuna doğru yolculuğa çıkan, o namazı yolculuğa göre iki rekât kılar.
Yine bir vaktin sonuna doğru yolculuğu sona eren o namazını tam olarak kılar.
Farzdaki bu değişiklikte son vakte itibar edilir.
151 -Misafir,
vaktin haricindeki bir namazda mukime uymaz.[26]
Eğer misafir vakit içinde misafir olmayana uyarsa namazım tam olarak
kılar.
152 -Misafir
olan mukim olana, imamlık yapınca, iki rekâtta selâm verir ve mukim
olan namazını dörde tamamlar
153 -Âsîlerle
(F) âsî olmıyanlar ruhsatlarda eşittirler.
Cuma Namazı[27]
154 -Cuma:
1)
Hür,
2)
Sıhhatli,
3) Şehirlerde
oturan erkeklere farzdır.
Cuma ancak şehirlerde (F) yahut şehirlerin yakınlarında
hazırlanmış namazgahlarda kılınır. Kasaba halkı camilerinin en büyüğünde
toplandıkları zaman cami almazsa böyle yerlere şehir adı verilir. .
155 -Cumayı
devlet başkanı veya onun vekili (F) kıldırır.
156 -Cumanın
vakti, öğle namazının vaktidir.
157 -Hutbesiz
cuma caiz olmaz. İmam iki hutbe okur ve ikisi arası- . nı az bir oturuşla
ayırır. Hutbede sadece (El-hamdu Lillah ve Sübhanellah gibi) Allahı zikretmekle
yetinse caiz olur (F.SM).
Hutbenin, ayakta ve abdestli olarak okunması daha
üstündür. Fakat oturarak veya abdestsiz okunması da caizdir.
158 -Hutbe
okunurken cemaatın orada bulunması şarttır[28]
159 -Kendisine
cuma namazı farz olmıyan birisi cumayı kılarsa bu öğle namazı yerine geçer.
Böyle bir kimsenin Cumayı kıldırması da caizdir. Özrü olmıyan birisinin cumayı
kılmayıp öğle namazını kılması mekruh olmakla beraber caizdir (Z). Fakat bu
kimse Öğle namazım kıldıktan sonra cuma namazını da kılmak için camiye gitmeğe
kalkışsa kıldığı öğle namazı bâtıl olur (SM[29].
160 -Özürlü
olanların şehir içinde cuma günü cemaat,olarak öğle namazını kılmaları
mekruhtur.
161 -Cuma günü
imanı hutbeye çıkınca cemaat ona döner. Hiç kimse konuşmaz ve herkes hutbeyi
dinler. îmanı hutbe okurken namaz kılmak mekruhtur. İlk ezan okunurken cemaat
camiye doğru yol alır.
162 -İmam
hutbeye çıkınca oturur. Müezzin cami içinde ikinci ezanı okur. Hutbe
tamamlanınca cemaat ile cuma namazı kılınır.
Bayram Namazları:
163 -Cuma
namazı farz olanlara bayram namazını kılmak vaciptir. Cuma namazının
kılınabilmesi için var olması lâzım gelen şartlar aynen bayram namazının
kılınabilmesinin de şartlarıdır[30].
Ancak cuma hutbesi farz iken bayram hutbeleri sünnettir.
164 -Ramazan
bayramı sabahında yıkanmış olmak, dişleri fırçalamak, en güzel elbiseleri
giymek, güzel kokular sürünmek, tatlı bir şey meselâ hurma, üzüm ve bunlara
benzer şeyleri yemek, o gün fitır sadakasını vermiş olarak camiye gitmek
müstehaptır.
165 -Bayram
namazının vakti; güneşin (bir veya iki mızrak boyu) yükselmesinden başlar, zeval
vaktine kadar devam eder.
166 -Bayram
namazı iki rekâttır ve imam ile kılınır. Önce başlama tekbiri alınır*.
Arkasından üç (F) tekbir daha alınır. Sonra Fatiha ve ilâve sûre okunur. Tekbir
alınarak rukûa gidilir. İkinci rekâta kıraat (Fatiha ve ilâve sûre) ile başlanır
(F). Kıraat bitince üç tekbir alınır, dördüncü tekbir ile rukûa varılır.
Birinci rekâtın başında alınan üç fazla tekbir ile ikinci rekâtın sonunda alınan
üç tekbirde de eller yukarıya kaldırılır.
167 - Namazdan
sonra hutbe okunur. Bu hutbe de iki kısımdan meydana gelmiştir. Her ikisinde de
halka sadaka-i fıtır anlatılır.
168-Güneş zeval
vaktine geldikten sonra ay görünürse bayram namazı ertesi gün kılınır. Ondan
sonra da artık bir daha namaz kılınmaz.
Kurban bayramında yapılması müstehap olanlar:
169 -Ramazan
bayramında yapılması müstehab olan şeyler kurban bayramında da müstehaptır.
Ancak kurbanda namazdan önce bir şey yememek, camiye giderken yolda tekbir
getirmek de müstehaptır.
170 -Kurban
bayramı namazı da aynen ramazan bayram namazı gibi kılınır. Yine namazdan sonra
iki kısım halinde hutbe okunur ve bu hutbelerde halka "kurban" ve "teşrik
tekbirleri"nden bahshedilir.
171 -Kurban
bayramı namazı birinci gün kıhnanıamışsa ertesi gün ve o gün de kılınanı amışsa
daha ertesi gün kılınır. Bu hususda bir mazeret olmakla olmamak arasında fark
yoktur.
172 -Teşrik
tekbirleri şöyledir: "Allahu Ekber, Allahu Ekber, lâ ilahe illâ-Allahu vallahu
Ekber, Allahu Ekber ve Lillâhi'1-hamd"[31].
Bu tekbirler vaciptir ve şehirlerde oturan halk tarafından cemaatla kılman farz
namazların bitiminde arefe gününün sabah namazından bayramın birinci günü ikindi
namazının sonuna kadar olan sekiz vakitte getirilir[32]
Korkulu Durumda Kılman Namaz:
173 -Bu,
imamın, cemaata farz bir namazı iki kısım halinde kıldır-masıdır. Halkın bir
kısmı düşman karşısında yerlerini alır. Diğer kısım yolcu hükmünde iseler bir
rekât, mukim iseler iki rekât, imamla namaz kılarlar. Akşam namazının da Önce
iki rekâtı kılınır. Sonra birinci kısmı düşman karşısına gider ve oradan ikinci
kısım gelir.
îmam ikinci kısma namazın geri kalan kısmını kıldırır ve
yalnız başına selâm verir. İkinci kısım selâm vermeden doğruca gidip düşman
'karşısındaki yerlerini alırlar.
Birinci kısım gelip "Fatiha" ve "îlâve sûre'yi okumadan
kendi başlarına namazlarını tamamlarlar, selâm verip yerlerine
giderler.
Tekrar ikinci kısım gelir namazlarını "Fatiha" ve "ilâve
sûre"yi okuyarak tamamlarlar[33]
174 -Gidip
gelirken düşmanla vuruşan veya bir vasıtaya binenin namazı bozulur. Harbin
şiddetinden korku artarsa herkes bindiği şeyin üstünde tek başına îma ile gücü
yettiği tarafa.dönerek namazını kılar. Yürüyerek namaz kılmak caiz
olmaz.
Yırtıcı hayvanların verdiği korku da düşmanın verdiği
korku gibidir.
Kabe'de Kılınan Namaz:
175 -Namazın
farzım, sünnetini, Kabe'nin içinde ve üstünde kılmak caizdir. İmam Kabe içinde
namaz kıldırırken ona uyanlar Kabe etrafında halka olurlarsa caiz olur. İmamın
yanında yer almaları da caizdir. Ancak imamın önüne geçerek arkalarını ona
doğru çevirmiş olmamalıdırlar.
îmam "Mescid-i Haram"da namaza durunca cemaat "Kâbe"nin
etrafında halka olur ve imam ile birlikte namazlarını kılarlar.
CENAZELER
176-Bir kimse
öleceği zaman sağ tarafı üzerinde kıbleye çevrilir ve kendisine "Kelime-i
şehâdet" getirmesi telkin edilir. Ölünce çeneleri birbirine bağlanır, gözleri
yumdurulur.
177 - Ölünün
gömülmesinde acele etmek müstehaptır.
Ölünün Yıkanması:
178 - Ölünün
yıkanması "farz-ı kifâye"dir.
179 -Yıkanmak
için ölünün elbiseleri çıkartılır ve üç, beş defa yâni tek olarak tütsülenen bir
sedye üzerine konulur, ölünün avret yerleri de örtülür.
Ölüye namaz abdesti gibi abdest aldırılır, ancak ağzına
ve burnuna su verilmez. Ölünün suyu kaynatılır ve temin edilebilirse içine sedir
yaprakları veya çöven konulur.
180 - Ölünün
abdesti tamamlanınca, önce başı ve sakalı, taran-nıaksızın hatmi denilen güzel
kokulu bir ot ile yıkanır. Sonra sol tarafına çevrilir ve altına su kavuştuğu
anlaşılmcaya kadar yıkanır. Sonra sağ tarafına çevrilir ve sol tarafta olduğu
gibi aynı şekilde yıkanır.
181 -Ölünün bu
şekilde yıkanması tamamlanınca oturturulur ve karnı ovulur. Bir şey çıkarsa o da
yıkanır. Fakat bunun için ölü tekrar yıkanmaz.
182 -Yıkama
işlemi bitince ölü havlu ile kurulanır, baş ve sakalıns güzel kokulu şeyler
sürülür. Secde yerleri olan alnına, burnuna, elleri ne, dizlerine ve ayaklarına
da kâfur sürülür.
Kefenleme:
183 - Ölü
tütsülenmiş üç beyaz kefen ile kefenlenir. Bunlar da: 1) Kamîş = (gömlek
kısmı),
2) İzar = (don
ve eteklik kısmı),
3) Lifâfe =
(bütün vücudu kaplayan parça). Bu sünnet olan kefendir.
184 -Kefenleme
şekli şöyledir: Önce lifâfe yayılır sonra onun üstüne izar konulur ve gömleği
giydirilir. Gömlek kısmı, boyun kökünden ayaklara kadar uzanır. Izar'ı sarılır.
İzar başdan ayaklara kadar olan kısmı kaplar ve sol taraftan sarılmaya başlanır,
sonra sağından sarılır.
185 -Sadece
izar ve lifâfe ile kefenlemek de caizdir. Zaruret olmadan bunların yalnız biri
ile kefenlemek ise caiz olmaz.
Kefenin açılmasından korkulursa bağlanır. Kefenin, bir
insanın hayatındaki haline uygun olması caizdir.
186 -Kadının
kefeni de erkeğinki gibidir. Yalnız fazla olarak kadının baş örtüsü, bir de
göğüslerine bağlanan göğüs örtüsü vardır. îzâr, lifâfe ve bir de baş örtüsü ile
kefenlemek de caizdir. Kadının saçları iki örme yapılır ve lifâfe altındaki
gömleğin üstüne, göğsüne gelecek şekilde konulur.
Cenaze Namazı:
187 - Cenaze
namazı farz- kifâyedir.
188 -Bu namazı
kıldırma hakkı önce devlet reisinindir. Sonra sıra ile hâkim, o bölgenin imamı
sonra da yakından uzağa doğru ölünün velileridir. Ancak bir kimsenin babası
oğlundan önce gelir.
Cenaze namazını devlet reisi veya hâkimden başka birisi
kıldırmış-sa, velinin yeniden namaz kıldırmaya hakkı vardır. Eğer cenaze namazı
velî tarafından kıl dirilini şs a başkasının yeniden kıldırmayarhalçkı
yoktur.
189-Ölü, namazı
kılınmadan defn edildiğinde, cesedin dağılmadı gına kuvvetli kanaat hasıl
olunca, kabri üzerine namaz kılınır.
190 - İmam,
cenaze erkek olsun, kadın olsun ölünün göğsü karşısında durur.
191 -Cenaze
namazı dört tekbirden ibarettir. İlk tekbirde eller kaldırılır. Ondan sonraki
tekbirlerde kaldırılmaz. İlk tekbirden sonra Allah Teâlâya hamd olarak
"Sübhaneke" okunur. İkinci tekbirden sonra Hz. Peygambere salâtü selâm =
(Allahümme salli ve Allahümme bârik getirilir. Üçüncü tekbirden sonra namaz
kılan kendisine, ölüye ve bütün müminlere dua eder. Dördüncü tekbîrin akabinde
de selâm verilir.
Çocuğun namazında üçüncü tekbîrden sonra, "Allahümme!
Ic'alhu lena feraten ve zuhren, şâfıan, müşeffean[34]
diye duâ edilir.
192 -Cenaze
namazında kıraat ve tahiyyâta oturmak diye bir şey yoktur.
193 -Doğan bir
çocuktan ses duyulursa ismi konulur, yıkanır ve namazı kılınır. Ses duyulmazsa
bir beze sarılarak gömülür, namazı kılınmaz.
Cenazenin Yüklenmesi, Götürülmesi ve Defni:
194-Cenaze,
tabutu içinde taşınırken tabutun dört ayağından dört kişi tutar. Cenaze süratli
götürülür, yalnız koşulmaz.
195 -Kabre
gelindiğinde daha henüz tabut yere konulmadan cemaatın yere oturması mekruhtur.
Cenaze kabrine götürülürken arkadan takip edilmesi efdaldir.
196 -Kabir
kazılınca bir de lahit (kıble tarafında açılan bir oyuntu) yapılır. Ölü bu
lahdin içine kıble tarafından konulur ve koyanlar "Bismillâhi ve alâ milleti
Resûlillâhi" = (Allah Teâlânın ismi ile ve Resûlüllâhm milleti üzere seni
gömüyoruz) derler. Ölü orada sağ tarafr üzerinde kıbleye çevrilir..
197 -Kadınlar
kabre konulurken, kabrin üstü kerpiç vs. ile kapa-nmcaya kadar bir elbise ile
örtülür. Erkeğin kabri örtülmez. Kerpiç lahdin üst kısmına gelinceye kadar
Örülür, sonra üzerine toprak çekilir ve kabrin üstü toparkla
şişirilir.
198 -Kireç,
kiremit ve tahta gibi malzemeler kullanarak kabirleri yaptırmak
mekruhtur.
199 - Zaruret
olmadan bir kabre iki kişiyi gömmek de mekruhtur. Eğer iki kişi bir kabre
konulursa, aralarına toprak konularak birbirinden ayırd edilirler.
200 - Kabirlere
basmak, oturmak, üzerlerinde uyumak, yanlarında namaz kılmak
mekruhtur.
201 -Bir
müslümanın kâfir olan yakını ölünce, onu kirli bir elbiseyi yıkar gibi yıkar,
bir elbiseye sarar ve bir çukura gömer. Dilerse onun dininde olanlara teslim
eder.
ŞEHİD:
202 - gehid
gayri müslimler tarafından öldürülen yahut harp meydanında yara almış olarak
bulunan veya müsiümanİar tarafından zulm edilerek öldürülmüş olup mirasçılarına
bundan dolayı da bir mal verilmesi gerekmiyen kimsedir.
203 - Şehid;
eğer âkıl-bâliğ olmuş ve temiz (yani herhangi bir sebeple cünup değil) ise
yıkanmaz ve öylece namazı kılınır.
204 - Şehidin
kefeni elbisesidir. Bu elbise sünnet olan kefenden eksik ise geri kalan kısmı
tamamlanır, fazla ise fazlalığı alınır. Kürkü, palto, silâh, mestler ve başlığı
çıkarılır.
205 -
Yaralandıktan sonra bir şey yer (F) içer (F) tedavi olur yahut dünya işlerinden
birşeyi vasiyet eder, satar veya satın alır, yahut namaz kılar, harp meydanından
sağ olarak götürülür ve bir çadıra alınır veya aklı yerinde olarak bir günden
çok yaşarsa yıkanır (F).
206 - Had veya
kısasdan dolayı öldürülenler yıkanır.ve namazları da kılınır. Fakat isyancıların
ve yol kesicilerin namazlar kılınmaz.
ZEKAT[35]
207-Zekât:
1)Hür,
2)
Müslim,
3) Âkil
(F),
4) Baliğ (F)
olan kimselere farzdır. Bu kimseler, borçlarından ve aslî ihtiyaçlarından[36]
fazla olarak nisaba mâlik bulunmalıdırlar. Bu mala, senenin başında ve sonunda
tam bir mâlikiyet olmalıdır.
208 - Zekâtın
edası; ancak malı zekâta ayırırken veya verirken ona bitişik bir niyet ile caiz
olur.
209 - Malının
hepsini sadaka olarak veren bir kimsedenj verirken
zekâta niyet etmese dahi zekât borcu düşer.
210 -"Mâl-i
zimar"27m zekâtı yoktur (ZF). Hibe, miras ve vasiyet-yollarmdan, kendisindeki
aynı cins mallardan gelen şeylerin zekâtı elde bulunan asıl mal ile beraber
verilir.
211 -Zekât,
hayvanların nisabı, tutan kısmından verilir, iki nisab arasında arta kalan
mikdarm zekâtı yoktur (M.Z).
212 -Sene
geçtikten sonra nisaba erişen malın zayi olması ile zekât düşer (F), Bir kısmı
zayi olmuşsa o kısmın zekâtı kalkar.
213 -Zekât, mal
olarak verildiği gibi kıymeti de verilebilir.
214 -Mal sahibi
malının ne en iyisini ve ne de en kötüsünü, fakat orta olanını zekâta
verir.
215 -Nisaba
malik olan bir kimse; daha senesi gelmeden bir veya daha çok senelerin zekâtını
önceden verebilir ve yine aynı şekilde nisabı tutan bütün malların zekâtını
verebilir (Z).
Ehil Hayvanların Zekâtı:
216 -Ehil
hayvanlar, (koyun, keçi, sığır, manda, deve ve atlar)m senenin çoğunda kırlarda
othyanlanna sâime denilir. Senenin yarısında veya daha çoğunda yemle
beslenenler sâime olmazlar.
217 -Deve
denilince bunun içine hem Arap ve hem de Acem develeri girer. Manda da sığır
cinsine dahildir. Koyun ile keçi de zekât bakımından birdir ki, bu ikisine
davar denilir.
\
Develerin Zekâtı:
218 -Sâime olan
develerin nisabı beştir. Bundan aşağısının zekâtı yoktur.
5 devede 1 koyun 10 devede 2 koyun 15 devede 3 koyun 20
devede 4 koyun
25 devede iki yaşma girmiş bir dişi deve verilir. 25'den
35'e kadar bir şey verilmez.
36 devede üç yaşma girmiş bir dişi deve
verilir.
46 deveden 60'a kadar dört yaşma girmiş bir dişi deve
verilir.
61 deveden 75 deveye kadar beş yaşma girmiş bir dişi
deve verilir.
22 -Mâl-i Zimar: Zayi olan, denize düşen, bir yere
gömülüp yeri unutulan, yahut gasp edilmiş olan mallardır. Elde bir beyyine,
delil olmayıp inkâr edilen alacaklar ve kimin yanına bırakıldığı bilinmiyen
emanetler v.b. şeyler de mâl-i zimar'dır.
76'dan 90'a kadar üçer yaşma basmış iki dişi deve
verilir.
120'den 145'e kadar dört yaşma basmış iki dişi deve ile
evvelki gibi her beş devede bir koyun (F) verilir.
145'den 150'ye kadar iki adet dört yaşma basmış dişi
deve ile iki yaşında bir dişi deve verilir.
150'de dört yaşına basmış üç dişi deve
Verilir.
150'den 175'e kadar her beş devede bir koyun ilâve
olur.
175'de dört yaşma basmış üç dişi deve ve bir de iki
yaşma basmış bir dişi deve verilir.
186 devede dört yaşma girmiş üç dişi deve ile bir de üç
yaşma basmış bir dişi deve verilir.
196 deveden 200'e kadar dört yaşma girmiş dört dişi deve
verilir ve sonra daima 150'den başlandığı gibi başlanır (F).
Sığırların Zekâtı:
.
219 -Sığırların
nisabı 30'dur. Bundan aşağısına zekât düşmez. 30 sığırdan 40 sığıra kadar iki
yaşma basmış bir erkek veya dişi buzağı verilir.
40 sığırdan 60 sığıra kadar üç yaşma girmiş dişi veya
erkek bir dana verilir. 60 sığıra varıncaya kadar olan fazla sığırlar kendi
hesabına uygun şekilde verilir (F).
60 sığırda iki yaşını tamamlamış iki dişi veya erkek
buzağı verilir.
70 sığırda üç yaşma girmiş bir dişi dana ile iki yaşma
basmış bir erkek buzağı verilir.
80 sığırda üç yaşına basmış iki dişi dana verilir.
Bundan sonraki her 10 sığır için ayrıca iki yaşında bir erkek buzağı ve ondan
sonraki. 10 «ığir için de üç yaşında bir dişi dana verilir ve bu böylece
nöbetleşe devam edip gider.
Koyun ve Keçilerin Zekâtı:
220 - Koyun ve keçinin nisabı 40'dır. 40'dan az olan
koyun ve keçinin zekâtı yoktur.
40'dan 120'ye kadar bir koyun verilir. 121'den 200'e
kadar iki koyun verilir. 201'den 400'e kadar üç koyun verilir. 400 koyun için de
dört koyun verilir.
Bundan sonra her yüz koyunda bir koyun daha verilir.
Yüzden aşağısının (yani aradaki miktarın) zekâtı yoktur.
Zekâta verilecek koyunun bir yaşını doldurmuş olması
şarttır.
Atların Zekâtı:
221 -Bir
kimsenin karışık olarak sâirne olan erkek ve dişi atları bulunsa yahut sadece
dişi atları olsa dilerse her at için (MS)[37]
bir dinar zekât verir, dilerse de kıymetlerini hesap edip her iki yüz dirhem
için (SM) beş dirhem zekât verir. (Yani kıymetlerinin 1/40'ini zekât
verir).
222 -Katırların
ve eşeklerin zekâtı yoktur. Çifte koşulan hayvanların ve en az altı ay ve daha
ziyade ahırlarda beslenilen hayvanların da zekâtı yoktur.
223 - Birer
yaşını doldurmayan deve, sığır (ZS) oğlak ve kuzu için de zekât verilmez. Ancak
bunların arasında büyükleri varsa bunlar da zekâta tâbi olur.
224- Ortak
sâime hayvanları olanlardan, her ortağın hissesi, ayrı ayrı nisabı doldurmadıkça
zekâtları gerekmez.
225 - Mal
sahibinde zekât olarak verilmesi gereken yaşdaki hayvan yoksa daha üstünü
alınır ve fazla olan kıymeti geri verilir. Yahut aradaki farkı ile beraber daha
aşağısı alınır.
Altın ve Gümüşün Zekâtı:
226 - Altın ve
gümüşün; külçe halinde olsun, basılmış olsun, zinet olsun, kap olsun, ticarete
niyet edilsin, edilmesin nisabı doldurunca zekâtı vardır.
227 - Ayrı ayrı
nisapları noksan olan altın ile gümüş, kıymet itibarı ile birbirlerine
katılırlar.
228 - Altının
nisabı, 20 miskal[38]
altındır ve bunun zekâtı da yarım mıskaldır. 20 miskalden sonra her dört miskal
iki kırat[39]
(SM) zekât verilir.
229 - Gümüşün
nisabı, 200 dirhemdir. 200 dirhemde 5 dirnem . zekât verilir. Sonra her 40
dirhem için bir dirhem zekât yerilir.
230 - Diğer
madenlerle karışık olan altın ve gümüş paralarda maden çeşitlerinden hangisi
diğerinden çoksa hüküm ona göre verilir. Eğer katışık maden, fazlalığı teşkil
ediyorsa bu paralar ticaret malları hükmünde olur. Çoğu gümüş ise gümüşe göre,
altın ise altına göre zekât verilir.
231 -Dirhemlerde muteber olan on dirhemin yedi miskal
ağırlığında gelmesidir.
232 -Mallar,
ticaret malı olmadıkça ve kıymetleri de altın veya gümüşün nisabına ulaşmadıkça
zekâta tâbi değildirler. Ticraet malının kıymeti de altın ve gümüşün kıymetine
ilâve edilir: (Yani altın, gümüş ve ticaret malının kıymetleri toplamı; altın
veya gümüşden birinin nisabına ulaşınca zekâtlarını vermek farz
olur). '
Mahsullerin ve Meyvelerin Zekâtı:
233 -Yağmur
veya akar sularla sulanan mahsûllerin az olsun çok olsun "öşür" adı ile onda bir
= (1/10) nisbetinde (SM)[40]
zekât alınır. Odun, ot ve acem kamışından ise öşür alınmaz.
234 -
Dolaplarla sulanan arazilerin mahsûllerinden yirmide bir = (1/20) zekât alınır.
Saman ve yapraklardan öşür alınmaz. Yapılan masraflar, harcamalar ve çalışma
ücretleri yirmide bir alman zekâttan düşürülme [41]
235 - Öşür
arazisinden çıkarıldığı zaman az olsun çok olsun baldan da öşür
alınır.
236 - Öşür
arazisini bir zimmî satın aldığı zaman orası, haraç arazisi olur (SM). Fakat
haraç arazisi hiçbir zaman Öşür arazisine çevrilmez.
237 - Anber,
inci, mercan gibi denizden çıkarılan şeylerden zekât alınmaz (S)[42].
238 - Kireç,
alçı, yakut, zümrüt ve göz taşı gibi dağlarda bulunan madenlerden de zekât adına
bir şey alınmaz.
Â'şır[43]- ZEKÂT TOPLAYICI
239 - Aşır,
bir zekât memurudur ki,. devlet reisi onu yol güzergâhlarına o yollardan mal
geçiren tüccardan zekât toplamak için tayin etmiştir.
Bu memurlar müslüman tüccardan 1/40, zımmîlerden 1/20,
harbîlerden de 1/10'i gümrük vergisi olarak alınır.
240 - Bir
tacir, senesinin dolmadığını yahut borçlu olduğunu iddia eder veya başka bir
memura verdiğini, falan şehirde fakirlere dağıttığını ileriye sürer ve yemin de
ederse aksi sabit olmadığında tasdik edilir. Bu konuda müslüman ile zimnıî eşit
haklara sahiptirler. Harbî ise, cariyelerin kendisinin ümmü'l-veledleri olduğu
konusundaki iddiasından başka şeyde tasdik olunmaz. Bunlardan domuz hariç (SZ),
şarabın kıymetinin 1/10'i zekât olarak alınır[44].
–
MADENLERİN ZEKÂTI
241 -Müslüman
olsun zimmî olsun, öşür veya haraç arazisinde altın, gümüş, demir, kurşun ve
bakır gibi madenleri bulanlar bunların 1/5'ini hükümete verirler. Geri kalanı da
kendilerinin olur. Fakat bu madenler bir kimsenin kendi hanesinde bulunursa
hükümet bunlardan bir hisse alamaz (SM)[45]
Bir kimsenin kendi arazisinde bulduğu .şeyler de tamamen kendisinin
olur.
Bü madenleri, îslâm memleketinde bir harbî bulacak
olursa tamamen devletin olur.
242 - Bir
hazine bulunur ve onun üzerinde müslüman malı olduğuna ait nişanlar (damga,
yazı, müslüman bir hükümdarın ismi vs.) bulunursa, bu hazine lukata = (buludan
mal) hükmündedir[46].
Bulunan hazinenin üzerinde gayri müslimlere; müşriklere
ait işaretler varsa bu ganimet hükmündedir; 1/5'i devlet hazinesinindir,
geriye kalan da bulanın olur.
243 - Bir
kimsenin hanesinde Islâmdan önceki devreye ait gömülü bir mal bulunursa bu, o
hane sahibinindir [47]
O yerin sahibi de orası fethedildiğinde, devlet reisi tarafından sınırları
çizilerek ilk kendisine verilen kimsedir. Eğer bu kimsenin kim olduğu
bilinmezse, o yere sahib olduğu bilinen en uzak mâlikinin olur.
Zekâtın Sarf Yerleri - (Kendilerine Zekât Verilen
Kimseler)
244 - Bunlar
yedi kısımdır:
1) Fakir; malı
çok az olup nisap miktarını bulmayan kimsedir.
2) Miskin, hiç
bir malı yoktur.
3) Zekât
memuru; yaptığı iş ölçüsünde kendisine zekât verilir.
4) Fakir olup,
harbe iştirak edemiyen mücahitlere ve hac yolunda39 ihtiyaç içinde kalan
hacılara;
5) Mükâteb:
Kölelikden kurtulmak için efendisi ile mal karşılığında antlaşma yapmış olan
köledir;
6) Fakir
borçlu;
7) Yolcu:
Bundan maksat malından uzak düşmüş ve elinde birşey bulunmıyan
kimsedir.
Zekâtını verecek olan kimse bu yedi sınıfın hepsine
zekâtını verebileceği gibi, onlardan sadece birine de verebilir.
Kendilerine Zekât Verilmeyenler:
245- Zimmîye[48]
ve zengine zekât verilmez. Zengin olan bir adamın küçük çocuğuna[49]
ve kölesine de zekât verilmez.
246 - Usûl ve
füru' bakımından aralarında yakınlık olanlar da birbirlerine zekât veremezler.
(Bir kimse fakir olan babasına, dedesine, anasına, ninesine, oğullarına,
kızlarına, kızlarından ve oğullarından olan torunlarına zekâtını
veremez).
Bir kimse kendi ailesine ve mükâtap kölesine de zekâtını
veremez.
247 - Hâşimî
oğullarına ve bunların kölelerine zekât verilmez.
248 - Bir
fakire bir defada nisab miktarı veya daha çok zekâtın verilmesi mekruh olmakla
beraber caizdir (Z).
249 - Nisaba
mâlik olmayınca sıhhatli ve çalışıp kazananlara da zekât verilir.
250 - Fakir
zannedip zekât verdiği kimsenin, zengin veya Haşimî sülâlesinden olduğu
anlaşılırsa; yahut karanlıkta verir de sonra babasına veya oğluna vermiş olduğu
meydana çıkarsa bu kimse zekât borcunu Ödemiş olur (S)[50]
Fakat yanlışlıkla kölesine veya mükâtebine verirse yeniden zekât vermesi
gerekir.
251 -Zekâtı,
malın bulunduğu yerde vermeyip başka bir yere götürüp vermek caiz olmakla
beraber mekruhtur. Ancak o yerdeki akrabasına veya kendi memleketinin
ahalisinden daha muhtaç olana götürüp verirse mekruh olmaz.
FITIR SADAKASI
252 - Sadaka-i
fıtır, aslî ihtiyaçlarından fazla nisap miktarı bir mala sahip olan hür ve
müslim herkese vaciptir. Bu kimseler, kendilerinin fitrelerini vermekle mükellef
oldukları gibi; küçük çocuklarının, hizmet için kullandıkları kölelerinin,
müdebber kölelerinin ve kendilerinden çocuğu olan cariyelerinin müslüman
olmasalar dahi fitrelerini vermekle mükelleftirler.
Fıtranın miktarı
253 -Buğdaydan
veya buğday unundan yarım sa' = (1.458 kilo gram) fitre verilir. Arpadan veya
arpa unundan, kuru hurmadan ve kuru üzümden de bir sa1 = (2.917 kilo gr.) fitre
verilir[51].
Bunların kendileri verildiği gibi kıymetleri de verilebilir.
Bir sa1 sekiz (STIrak ritline eşittir.
254 -Fitre
ramazan bayramının birinci günü fecrin doğumundan itibaren vacip olur. Bundan
önce vermek de caizdir (F). Zamanında verilmeyip sonraya kalsa yine vermek
vacib olur.
255 - Malı olan
küçük çocuğun velisi, onun ve ona ait kölenin fitrelerini, çocuğun malından
verir (M). Fitreyi, bayram günü, bayram namazına gitmeden Önce vermek
müstehaptır.
ORUÇ[52]
256 - Gerek eda
ve gerekse kaza olarak ramazan orucunu tutmak, âkıl-bâliğ her müslümana farzdır.
Nezir ve keffaret oruçlarını tutmak ise vaciptir. Bunların haricindeki oruçlar
ise nafiledir.
257 - Ramazan
bayramında bir gün, kurban bayramında da dört gün oruç tutmak
haramdır.
258 - Ramazan
orucuna ve birde günü belli edilen nezir orucuna; akşamdan ertesi gününün kaba
kuşluk zamanına kadar niyet edilebilir.
Bu niyet mutlak bir oruca yapıldığı gibi nafile bir
oruca da yapılmış olabilir.
259 -
Gündüzleyin, o gün nafile oruca niyet edip oruç tutmak caizdir. Ramazan günü
başka bir vacib oruca niyet edilirse bu ramazan orucu yerine geçer[53].
Ramazan ve bir de günü belli edilen nezir orucundan başka, diğer oruçlara
akşamdan ve hangi oruç oldukları da belirtilerek niyet etmek şarttır.
260 Ramazanda
yolcu veya hasta olanlar, eğer başka bir vacip oruca niyet ederek oruç
tutarlarsa bu ramazan orucu değil de, niyet ettikleri oruç olur (SMF)[54]
Fakat vacib bir oruca niyet etmeden oruç tutarlarsa bu ramazan orucu
olur.
Orucun Vakti:
261-Orucun
vakti; ikinci fecrin doğumundan başlar, güneşin batışına kadar sürer. Oruç
"hayızdan ve nifasdan temiz olmak şartı üe oruca niyetli olarak, belirtilen
vakit içinde, hiçbir şey yememek, içmemek ve cinsî münasebette bulunmamak"
demektir.
262 -Oruç için,
Şaban ayının 29'unda güneş batarken hilâli görmeğe çalışmak müslümanlara
vaciptir. Eğer hilâl görünürse ertesi gün oruç tutulur. Hava kapalı olunca Şaban
ayı 30'a tamamlanır.
263 - Gökde
bulut, toz veya bunlara benzer, ayın görünmesine engel olan şeyler varsa, âdil
olan bir kişinin hilâli gördüğünü haber vermesi ile ertesi gün oruca başlanır.
Bu kimsenin hür, köle veya kadın olması fark etmez. Eğer hâkim, bu kimsenin bu
konudaki haberini; hilâli gördüğüne ait olan şehadetini red ederse sadece bu
görenin oruç tutması gerekir.
Gökde herhangi bir engel yok ise o zaman bir kişinin
değil de, haber vermeleri ile katî bilgi hâsıl olan bir toplumun hilâli
gördüğünü beyan etmesi lâzım gelir. Bir bölgede aynı görüldüğü sabit olunca
bütün herkesin ona uyması icab eder. Güneşin doğum yerlerinin değişmesine
itibar edilmez.
264 - Şek günü
(Şabanın 30. günü) nafile oruçtan başkası tutulmaz.
265 - Ramazanın
29. gecesi, Şevval ayı araştırılır. Yalnız başına Şevval ayını gören, ertesi gün
orucunu bozamaz. Eğer boznıuşsa keffaret gerekmeyip sadece orucunu kaza
eder.
266 - Gökde ayı
görmeğe bir engel var ise iki adamın veya bir adamla iki kadının ayı
gördüklerine ait şehadetleri kabul edilir. Gökde bir engel olmadığı zaman
kalabalık bir topluluğun şehadeti gerekir. Zilhicce ayı da Şevval gibi ortaya
çıkartılır.
Keffaret ve kazayı gerektirip gerektirmeyen ve orucu
bozup bozmayan durumlar: Keffareti gerektiren sebepler:
267 - Ramazanda
oruçlu olduğu halde;
1) Kasten yemek
yiyen,
2) Deva veya
gıda için bir şey içen,
3) İki yoldan
biri ile cinsî münasebette, bulunan veya kendisine cinsî temas yapılan kimseye
hem kaza ve hem de keffaret-i zıhar gibi keffaret gerekir.
268 - Kazayı
gerektiren sebepler:
a) iki yoldan
başka yerden cinsî temasda bulunan,
b) Hayvana
temas eden,
c) Ailesini
öpmesi veya dokunması ile inzal olan,
d) Makattan
ilâç koyan, burnuna ve kulağına ilâç damlatan,
e) Baştaki
veya karındaki (SM) bir yaraya konulan ilâcın karına veya dimağa gitmesi,
f)
Demir-yutmak,
g) Ağız dolusu
kusmak (MZ),
h) Gece
zannederek fecir doğduğu halde sahur yemeği yemek,
i) Akşam zannı
ile güneş batmadığı halde iftar etmek; bütün bunlara keffaret gerekmeyip kaza
gerekir.
269 - Orucu bozmayan haller;
1) Unutarak
yemek, içmek, cinsî münasebette bulunmak,
2) Uyurken
ihtilam olmak,
3) Kadına
bakınca meninin gelmesi,
4) Yağ
sürünmek, gözlere sürme çekmek,
5) Öpmek,
6) Gıybet
etmek,
7) Kendi
kendine gelen kusuntu,
8) Sidik
deliğine bir şey damlatmak (S),
9) Boğaza toz
veya sinek kaçması,
10) Cünub
olarak bir şey yemeden sabaha çıkmak,
11) Dişler
arasında kalan nohut tanesinden az bir yemek kalıntısını yutmak; bütün bunların
arkasından bir şey yemedikçe oruç bozulmaz.
270 - Oruçlu
olanın sakız çiğnemesi, bir şeyi tatması ve kendinden emin olmayınca ailesini
öpmesi mekruhtur.
Hastaların, Yolcuların ve Özür ahiplerinin Durumu:
271 -Hasta
olmasından veya hastalığının artmasından korkan orucunu bozar ve oruç
tutmaz.
272 - Yolcu
olanın oruç tutması, tutmamasından daha iyidir. Fakat orucunu bozarsa bu da
caizdir.
273 - Hasta
veya yolcu iken oruç tutnııyanlar, oruçlarını kaza etmeğe imkân bulamadan
ölürlerse üzerlerine herhangi bir borç yüklenmezler. Fakat iyileştikten veya
mukîm olduktan sonra ölürlerse tutamadıkları oruçların miktarınca kaza lâzım
gelir. Kaza edemedikleri günler için de sadaka-i fıtır ölçüsünde bir fakire
yemek verilmesini va-siyyet ederler.
274 - Hâmile
veya çocuğunu emziren bir kadın çocuğunun veya kendisinin durmundan korkarsa
oruç tutmaz, sonra sadece tutamadıklarını kaza eder.
275 - Oruç
tutmaya gücü yetmiyen çok yaşlı bir kimse de orucunu tutmaz, her gün için bir
fakiri doyurur.
276 - Bütün
ramazan ayım baştan sona kadar delirmiş olarak geçiren kimseye ramazan orucunu
kaza etmesi gerekmez. Fakat ramazanın içinde deliliği son bulursa o günden
sonraki tutamadığı oruçlarını kaza eder. Bütün ramazanı baygın geçiren kimse
ayıhnca kaza ile mükellef olur.
277 - Nafile
bir oruca başlamakla (F); hem edası ve hem de bozulduğunda kaza edilmesi vacip
olur.
278 - Gündüzleyin hayızh bir kadın temizlenince, misafir
yolculuğunu bitirince, sabi bulûğa erince, gayri müslim müsiümanlığa girince
günün geri kalan kısmında oruca devam eder.
279 - Ramazan
orucu birbiri arkasmca kaza edildiği gibi ayrı ayrı günlerde de kaza edilebilir.
Diğer ramazan gelince kaza bırakılıp ramazan orucu tutulur, sonra kazaya devam
edilir, başka bir şey yapılmaz.
Bayram ve teşrik günlerinde oruç tutmayı adayan kimseye
bu adağı lâzım gelir, ancak bu günlerde oruç tutulmayıp başka günlerde kazası
yapılır.
İTİKAF*
280 -îtikâfa
girmek, müekked bir sünnettir.
Bir günden az bir zaman itikâfda bulunmak olmaz. Vacib
olan itikâfda da böyledir ki,bu ashabımızın ittifakı ile nezr edilmiş olan
itikâfdır.
281 -îtikâf,
oruçlu ve itikâfa niyetli olarak cemaatla namaz kılınan bir camide kalmak
demektir. Kadın da evinin mescid edindiği bir odasında itikâfa girer. Camide
itikâfa giren erkek hakkında şart olan şeyler, evinde itikâfa giren kadın için
de şarttır.
282 - îtikâfa
girenin hiç konuşmaması mekruhtur. Konuşur fakat ancak hayır söyler. Cinsî
münasebette bulunması ve buna götüren şeyleri yapması haramdır. Gece veya
gündüz unutarak olsun, kasden olsun cinsî münasebette bulunmakla itikâf
bozulur.
284 -Bir kaç
gün itikâfa girmeği kendisine vacip kılana o günlerin gecesinde de peşpeşe hiç
ayrılmadan itikâfda kalması lâzım gelir. Sadece gündüz itikâfa girmeğe niyet
etmişse bu da kabul olunur.
285 - itikâfa
başlamakla onu tamamlamak ve eğer bırakıldı ise kaza etmek vacip
olur.
îtikâf: Lügâtta, bir yerde kalmak ve haps olmak
mânalarına gelir, istilanda ise, bir camide veya ona benzer bir yerde itikâfa
ve oruca veya başka bir şeye niyet ile kalmakdan ibarettir.
HAC[55]
286 - Hac, ömür
içerisinde yapılması bir defa farz olan bir ibadettir. Şu kimselere
farzdır:
1)
Müslüman,
2)
Hür,
3) Akıllı
olan,
4) Bulûğa
ermiş,
5)
Sıhhatli,
6) Binecek
vasıta ve yol masraflarını tedarik eden,
7) Aslî
ihtiyaçlarından fazla gidiş gelişinde kendisine yetecek nafakası
olan,
8) Dönünceye
kadar ailesinin nafakası bulunan. Bunlardan başka yol emniyetinin de bulunması
gerekir.
287 - Kadın,
arada yol[56]
olduğu zaman ancak kocası veya nikâhı düşmiyen birisi ile gidebilir ve
mahremlerinin nafakalarını temin etmek de onun üzerine düşer. Kadın kendisini
Hicaza götüren bir mahremini bulunca kocasının izni olmasa da farz olan haccı
yerine getirir.
,
288 - Haccın Vakti: (Mevsimi)
Şevval, zilkade ve zilhiccenin ilk on günüdür. Bu
mevsimden önce ihrama girmek caiz olmakla beraber mekruhtur.
289-Mîkatlar[57]
1) Irak'dan
gelenler "Zatü Irk" denilen yerde,
2) Şam'dan
gelenler "Cuhfe"de,
3) Medine'den
gelenler "Zü'l-Huleyfe"de,
4) Necid'den
gelenler "Karn"de,
5) Yemen'den
gelenler de "Yelemlem" denilen yerde ihrama girerler. Bu yerlere gelmeden önce
ihrama girerler. Bu yerlere gelmeden önce ihrama girmiş olmak daha
iyidir.
290 -Dışardan
Mekke'ye girmek istiyenlerin bu yerleri ihramsız olarak geçmeleri caiz olmaz..
İhramsız geçenlerin bir koyun kurban etmeleri lâzım gelir. Eğer geri dönüp
inikatta ihrama girerlerse kurban kesme borcu da düşer. Hac veya umre için
ihrama girer sonra "Telbiye" ederek mîkata dönerse yine kurban borcundan
kurtulur (SMZ). Fakat "Hacerülesved"e el sürer ve tavafa başlar da mîkata
dönerse artık borçtan kurtulamaz. Mekke'ye gitmek kastı olmıyan birinin
mîkattan ihramsız geçmesi bir borç gerektirmez.
291 -Harem[58]
ile mîkat arasında bulunanların ihrama girme yerleri; Hill = (Harem dışındaki
yerler)dir. Mekke'de olanların hac için ihrama girme yerleri Haremin
kendisidir. Mekkeliler umre için ise Haremin dışından ihrama
girerler.
İhrama Girecekler için Yapılması Müstehap Olan İşler:
292 - ihrama
girmek istiyen bir kimsenin şu aşağıdaki işleri yapması müstehap
olur:
1) Tırnakları
kesmek,
2) Bıyıkları
kısaltmak,
3) Kasık ve
koltuk altlarını tıraş etmek,
4) Abdest almak
veya gusül boy abdesti almak ki, bu daha iyidir;
5) Beyaz ve
yeni, belden yukarı ve aşağısını örten iki parça elbise giyinmek. Üstün olan
budur, avret yerlerini örten bir tek elbise giyinmek de caizdir.
6) Bulunduğunda
güzel kokular sürünmek,
7) iki rekât
namaz kılmak,
8) "Allahım ben
hac etmek istiyorum onu bana kolaylaştır ve haccı-mı kabul et" diye duâ
etmek,
9) îhrama niyet
etmek, ki kalb ile niyet yeterlidir,
10) Namazdan
sonra "telbiye"de bulunmak. Telbiye şöyledir:.
"Lebbeyk, Allahümme Leybbeyk, Lâ şerike leke lebbeyk,
inne'l-hamde ve'n-ni'mete lek; Ve'1-Mülke lâ şerike lek" = "Allahım! Ben senin
emirlerine her zaman uyarım. Senin için ortak yoktur. Davetine daima samimiyet
ve sadakatla katılırım. Gerçekten hamd de nimet de senindir. Mülk de sana
aittir. Ortağın da yoktur. Kabul et ey Allahım!" Niyet edip "telbiye"de de
bulununca artık ihrama girmiş olur.
293 - İhrama Girdikten Sonra:
1) Cinsî
münasebette bulunmaz, kötülüklerden, ma'siyetten ve başkaları ile çekişmekten
son derece kaçınır.
2) Gömlek,
pantolon, sarık, fes, palto ve mest giyilmez. /
3) Baştan ve
vücuttan tüy koparılmaz.
4) Usfur ve
ona benzer boyalarla boyanmış elbiseler giymez.
5) Güzel koku
sürünmez.
7) Yüzünü ve
sakalını hatmi ile yıkamaz ve yağ sürünmez.
8) Kara av
hayvanları öldürülmez, hatta işaret edilmez ve avlama yolu
gösterilmez.
9) Pire, tahta
kurusu, sinek, yılan, akrep, fare, kurt, karga, delice kuşu ve diğer yırtıcı
hayvanları kendisine saldırdıkları zaman öldürmesi caizdir.
10) Av
hayvanının yumurtası kırılmaz ve Haremdeki ağaçlar kesilmez.
11) Balık
avlamak serbesttir.
12) Deve, inek,
koyun, keçi, tavuk ve ehil ördek kesmek caizdir.
13) Yıkanmak ve
hamama girmek de serbesttir.
14) Evde ve
mahfada gölgelenilir.
15) Bele çanta
bağlanır.
16) Düşmanla
vuruşulur.
17) Namazlardan
sonra her yüksek yere çıkdıkça, vadiye indikçe, bir atlıya rastladıkça ve seher
vakitlerinde bolca "telbiye"de bulunur.
Gece ve Gündüz Mekkeye Giriş;
294 -Diğer
memleketler gibi, Mekke'ye gündüz veya gece girmenin bir zararı yoktur. Mekke'ye
girilince önce Mescid-i Haram'dan işe başlanır. Beytullah görülünce "Tekbir"
getirilir ve "Kelime-i Tevhîd" okunur.
295 İşe Önce
"Haceru'l-esved"den başlar. Bu taşı karşısına alır ve "Tekbir" getirir. Namazda
olduğu gibi ellerini kaldırır. Hiç kimseye eziyet vermeden eğer gücü yeterse
Hacer'l-esved'i öper, veya elini sürer. Elini sürmeğe güç yetiremezse eli ile
işaret eder.
296 -Sonra
"Tavaf-ı Kudüm = geliş tavafı" yapılır. Bu tavaf Mekke'nin dışındakiler için
sünnettir. (Mekkeliler hakkında sünnet değildir).
Tavafa Haceru'l-esved'den başlamr. Kabe'nin kapısı
tarafına doğru sağa gidilir. Bu arada ihramın bir ucu sağ koltuktan alınıp sol
omuz üzerine atılır. Böylece "Hatîm" denilen duvarın arkasından yedi dönüş
yapılır[59],
ilk üç dönüşte süratli hareket edilir, sonra daha ağır ve vakarla yürünür. Her
Haceru'l-esved'e gelindiğinde el sürülür ve tavaf bu taşa el sürmekle
biter.
297 -Tayafdan
sonra İbrahim makamında'iki rekât namaz kılınır. Yahut bu namaz Mescid-i
Haram'da kolay gelen bir yerde kılınır, sonra da Haceru'l-esved'e el
sürülür.
298 Buradan
Safa tepesine çıkılıp Beytullah'a dönülür ve "Tekbîr" getirilir, eller
kaldırılarak "Kelime-i şehâdet" söylenir. Hz. Peygambere (S.A.V) "Salatü selâm"
getirilir ve ihtiyaçları için Allaha duâ edilir.
299 - Sonra
Merve'ye doğru ağır ağır inilir. Yeşil işarete gelince diğer yeşil işareti
geçinceye kadar koşulur. Sonra Merve'ye varılır ve Sa-fa'daki gibi hareket
edilir. Buraya kadarına bir şavt denilir. Safa ile Merve arasında yapılan sa'y
yedi şavt olur. Sa'y'a Safa'dan başlanır Merve'de bitirilir.
300 - Sonra
ihramlı olarak Mekke'de kalınır ve dilendiği kadar Kabe tavaf edilir.
301 -Sonra
Zilhiccenin 8. gününün sabahında Mina'ya gidilir. Arefe günü sabah namazını
kılmcaya kadar orada gecelenir.
302 -Mina'dan
Arafat'a geçilir. Öğle olduğu zaman hacılar abdestlerini alır veya boy abdesti
alırlar. Namazlarını imam ile kılacaklar ise öğle ve ikindi namazlarını bir ezan
ve iki kametle öğle namazının vakti içerisinde kılarlar. Yalnız kılanlar ise her
namazı kendi vakti içerisinde kılarlar (SM?[60].
Namazdan sonra binek üstünde eller tamamiyle açıhp
kaldırılarak Allaha hanıd-ü sena edilir. Onun Peygamberine "Salâtü selâm"
getirilir ve Allah Teâlâdan isteklerde bulunulur.
303 - Arafat'ın
"Batn-ı Ürene" denilen yerden başka her tarafı vakfe = (durma) yeridir. Orada
durmanın zamanı da güneşin zeval vaktinden, ertesi gün ikinci fecrin doğumuna
kadardır. Bu zaman içinde burada bulunmıyanm haccı kazaya kalmış olur. İş böyle
olunca o kimse tavaf eder Safa ile Merve arasında koşar, ihramdan çıkar ve
haccım (gelecek yıl) kaza eder.
304 - Güneş
batınca imamla beraber Müzdelife'ye gidilir. Yolda bakla büyüklüğünde 70 taş
toplanır. Müzdelifeye gelinceye kadar yolda akşam namazı kılınmaz. Akşam namazı
bir ezan ve bir kamet yapılarak yatsı ile beraber kılınır.
305 - Gece
Müzdelife'de kalınır. Sabahın alaca karanlığında sabah namazı kılınır. Namazdan
sonra "Meş'ar-ı haram" denilen mevkiye gidilip orada biraz durulur.
Müzdelife'nin de "Muhassır Vadisi" müstesna her tarafı vakfe yeridir.
306 - Oradan
güneş doğmadan Mina'ya hareket edilir. Mina'da şeytan taşlama işine
"Cemretü'l-akabe"den başlanır. Oraya vadinin aşağısından yukarıya doğru yedi taş
atılır ve her atışta tekbîr getirilir.
307 - Bu taş
atışından sonra orada durulmaz. İlk taşın atılması ile "Telbiye"ye son verilir.
Sonra istiyen kurbanını keser. Kurban kesme işi bitince saçlar ucundan alınır
veya tıraş olunur ki, bu daha iyidir. Bu işler yapılınca kadından başka her şey
helâl olur.
308 - Sonra
Mekke'ye gidilip, o gün, ertesi gün veya daha sonra farz olan "Ziyaret Tavafı"
yapılır. Bu tavafın hepsini veya dört şavt = (dönüşüm yapmıyan tavaf edinceye
kadar ihramlı olarak kain-.
Ziyaret Tavafi Şöyle Yapılın
309 - Beytullah
yedi defa dönülür. Bu tavafda çalımlı ve süratli yürünmez. Tavafdan sonra Safa
ile Merve arasında da koşulmaz. Eğer bu çalımlı ve süratli yürüme = (remel) ve
Safa ile Merve arasında koşma işleri tavan kudûmda yapılmamışsa bu tavafda
yapılır. Bunlardan sonra
310 -Bayramın
ikinci günü olunca, zevalden sonra üç cemreyi de taşlar ve herbirine yedişer taş
atar. Sonra orada, diğer hacılarla beraber Kabe'ye doğru yönelip duada bulunur.
Bayramın üçüncü günü ve eğer Mina'da kalırsa dördüncü günü de zevalden sonra
yukardaki gibi cemreler taşlanır. Eğer bayramın üçüncü günü Mekke'ye giderse
dördüncü günün taşlaması üzerinden düşer.
Mekke'ye gelirken yolda "Muhassab" denilen kumluk bir
derede, bir müddet dahi olsa biraz oyalanır ve sonra Mekke'ye geçip orada
kalır.
311 -Ailesine
dönmek istiyen "Tavaf-ı sader" denilen veda tavafin-da bulunur. Bu da yedi
dönüştür. Bu tavafta çalımlı ve hızlı yürümek, Safa ile Merve arasında koşmak
yoktur. Veda tavafı, Mekkeli olmıyan-lara vaciptir.
312 - Veda
tavafı bitince, Zemzem suyuna gelinir. Herkes kendi suyunu kendisi çeker ve
içebildiği kadar içer.
313 -Zemzem
içiminden sonra Kabe kapısına gelinir ve eşiği öpülür. Buradan "mültezem"e
varılır[61].
Sağ yanak ve göğüs oraya dayandırılır, Kabe'nin örtüsünden tutulur. Bu durumda
dua edilir, ağlanır ve yüz Beytullah'a doğru geri geri uzaklaşılır.
314 - İhrama
giren kimse, gelirken Mekke'ye girmez de Arafat'a gider ve orada vakfe yaparsa
kendisinden "Tavaf-ı Kudüm" düşer.
315 -Arafat'tan
uyuyarak veya baygın olarak geçmek yahut o yerin Arafat olduğunu bilmemekle de
"vakfe" yerine getirilmiş olur.
316 -Hac
hususunda kadınlar da erkekler gibidir, şu kadar var ki kadınlar sadece
yüzlerini açarlar, başlarını açmazlar. Telbiye yaparken de seslerini
yükseltmezler. Tavaf da çalımlı ve Safa ile Merve arasında da hızlı hızlı
yürümezler. İhramdan çıkmak için saçlarının ucunu alırlar, tıraş etmezler.
Dikişli elbise giyerler. Kalabalık adamlar arasında Haceru'l-esved'i öpmeğe
çalışmazlar.
317 - İhrama
girmek üzereyken âdet gören kadın, yıkanır ve ihrama girer. Bu durumu ile
tavafda bulunmaz. Arafat'ta vakfeden ve tavaf-ı ziyaretten sonra âdet görürse
memleketine döner. Veda tavafını yapmamasından dolayı üzerine bir şey lâzım
gelmez.
Umre:
318-Umre,
sünnettir, ihrama girmek, Kabe'yi tavaf etmek ve Safa ile Merve arasında
koşmaktan ibarettir. Bunlar da bitince tıraş olur veya saçlarını
kısaltır.
319 -Senenin
her gününde umre yapılması caizdir. Arefe, bayram ve teşrik günlerinde yapılması
ise mekruhtur.
Umrede, ilk tavafda telbiyeye son verilir.
Hacc-ı Temettü:
320 - Hacc-ı
temettü1, hacc-ı ifrattan daha üstündür ve şöyle yapılır:
Hac ayları içinde önce umre ile ihrama girilir, tavaf
yapılır, Safa ile Merve arasında koşulur, tıraşdan yahut saçların uçlarından
alındıktan sonra ihramdan çıkılır. Sonra Zilhiccenin 8. günü hac için yeniden
ihrama girilir. Bu zamandan önce girmek daha iyi olur.
321 -Mutemetti'
= (hacc-ı temettu'uyapan) ziyaret tavafını, hacc-ı ifradı yapar gibi yapar. Bu
tavafda çalımlı ve hızlı yürür, Safa ile Merve arasında koşar.
322 -
Mütemetti'm kurban kesmesi de gerekir. Buna gücü yetmi-yen üç gün arefe günü son
olmak üzere oruç tutar. Bundan daha önce ih-ranılı iken tutması da caizdir. Hac
işleri bittikten sonra da yedi gün. oruç tutar. İlk üç günlük orucu tutmıyan,
borcundan ancak yine bir kurban kesmekle kurtulur (F).
323 - Kurbanını
Mekke'ye beraberinde götürmek istiyen umre için ihrama girer, kurbanını sevk
eder ve söylediklerimizi yapar. Makbulü budur. Bu durumda umre için giydiği
ihramdan çıkmadan hac için ayrıca ihrama niyet eder.
324 - Bayram
günü tıraş olduğu zaman her iki ihramdan da böylece çıkar ve hacc-ı temettü'a
ait kurbanını keser. Mekkeliler temettü ve kıran haccı yapmazlar.
325 - Mîkat
dahilindeki yerlerden olanlar,da temettü ve kıran haccı yapamazlar.
326 - Mutemetti1 kurban götürmeyip umre'den sonra evine
dönerse hacc-ı temettu'u bâtıl olur, götürmüşse bâtıl olmaz (M).
Hacc-ı Kıran*:
327 - Hacc-ı
Kıran, hacc-ı temettü'dan daha makbuldür (F). Yapılma şekli
şöyledir:
Hacc-ı kıran yapacak olan, hac ve umre her ikisi için
mîkatta Allah Teâlâya niyaz eder ve "Ey Allahım ben umre ile hac yapmak
istiyorum. Onları bana kolay kıl ve benden kabul et" diyerek duada
bulunur.
Hacc-ı Kıran, hac ile umre için bir defada ihrama
girmektir.
328 - Bu kimse
Mekke'ye girince önce umre yapar: Beytullah'ı tavaf eder, Safa ile Merve
arasında koşar.
329 - Sonra hac
işlerine başlar: Tavaf-ı Kudümü yapar, bayram günü "Cemretü'l-akabe'ye taş
atınca hacc-ı kıran için kurban keser. Buna güç yetiremiyen hacc-ı temettü'
yapan gibi oruç tutar.
330 - Kârın =
(hacc-ı kıran yapan) Mekke'ye girmeden Arafat'a giderse hacc-ı kıranı bâtıl
olur ve bu hac için kesmesi gereken kurban borcu da düşer. Fakat ihramdan yüz
çevirdiği için bir kurban kesmesi ve umreyi de kaza etmesi lâzım gelir.
'
331 - CİNAYETLER:
1) îhramlı iken
bir uzvuna güzel koku süren, dikişli elbise giyen, yahut bir gün başını örten
kimseye ceza olarak bir koyun kesmek düşer.
2) Başının
dörtte birini, kan aldıracak yerlerini (SM), koltuk altlarını veya sadece bir
koltuk altını, enseyi, yahut kasığını tıraş edenin de bir koyun kurban etmesi
gerekir.
3) İki el ve
ayaklarının tırnaklarını veya sadece birinin tırnaklarını kesene de bir koyun
kesmek lâzım gelir.
4) Tavaf-ı
Kudûm'ü yahut tavaf-ı saderi cünup olarak yapan veya abdestsiz tavaf-ı ziyareti
yapanların da cezası bir koyun kurban etmektir.
5) Arafat'tan,
imamdan önce ayrılan da bir koyun kurban eder. Fakat güneş batmadan ve imam
ayrılmadan evvel oraya dönerse cezası düşer. Güneş batmadan önce ve imam
ayrıldıktan sonra, yahut güneş bat-tıkdan sonra oraya dönerse bu cezası sakıt
olmaz.
6) Tavaf-ı
ziyaretten üç ve üçden az şavtı veya veda tavafını yahut ondan dört şavtı =
(dönüş) yapmıyan, Safa ile Merve arasında yürümi-yen, Müzdelife'de durmıyanlara
da bir koyun kesmek borç olur.
7) Ziyaret
tavafını avret yeri açık olarak yapan Mekke'de kaldığı müddetçe bu tavafı iade
eder. Bunu iade etmezse kurban kesmek vacip olur.
8) Cemrelerin
hepsini yahut bir günlüğünü veya bayram gününde yapılan "Cemretü'l-akabe"yi
yapmıyanlarm da bir koyun kesmesi icab eder. Cemretü'l-akabenin ekseriyetini
değil de azını terk ederse her taş için yarım sa' = (1.667 kilogram) buğday
tasadduk eder.
9) Başının
dörtte birinden azını tıraş eden, beş tırnakdan daha az tırnak kesen veya ayrı
ayrı uzuvlardan (M) beş tırnak kesenin de yarım sa' buğday vermesi icab
eder.
10) Tavaf-ı
kudümü yahut veda tavafını abdestsiz olarak yapanlar da yarım sa' buğday
verirler. Fakat ziyaret tavafım, cünüp ve hayızlı
olarak yapanlar ceza olarak bir deve
keserler.
11) Bir özürden
dolayı güzel koku sürünen, tıraş olan veya dikişli elbise giyen isterse bir
koyun keser, isterse de altı fakire üç sa1 yiyecek verir veya üç gün oruç
tutar.
12) Arafat'ta
bulunmadan önce ihramlı iken iki yoldan biri ile cinsî münasebette bulunanın
haccı fasid olur ve bir koyun kesmesi gerektiği gibi ayrıca haccma devanı eder
ve sonraki yıllarda da haccmı kaza eder. Kaza ederken ailesini kendisinden ayrı
tutmaz. Arafat'ta vakfeden sonra cinsî temasda bulununca hac fasid olmaz. Bir
sığır veya deve kesmesi lâzım gelir.
13) Tıraşdan
sonra cinsî temas yapılır veya öpülür, yahut şehvetle dokunlursa bir koyun
kesmek icab eder.
14) Umre'de
tavafın dört dönüşünden önce ailesi ile temasda bulunan kimsenin de umresi
fasid olur. Fakat bu umreyi tamamlar ve sonra da kaza eder. Ayrıca bir koyun
keser. Umre'de dört dönüşden sonra cinsî temas yapılınca umre fasid olmaz,
sadece bir koyun kurban edilir. Bu konuda kasten yapanla unutarak yapan
eşittir.
İhramlmın Bir Av Hayvanını Öldürmesi veya Öldürene Yol
Göstermesi:
332 - İhramlı
olan kimse bir av hayvanını Öldürür veya öldürene yol gösterirse cezalanır. Bu
konuda ilk başlıyan veya bir kaç defa yapan unutarak veya kasden yapanlar
arasında fark yoktur.
333 -Ceza şöyle
tesbit edilir: îki âdil kimse avlanma yerinde veya ona en yalan olan yerde avın
kıymetini biçerler. Suçlu bu kıymet karşılığında isterse bir hayvan alıp kurban
eder, isterse de yiyecek alıp her fakire yarım sa' = (1.667 kilogram) buğday
olmak üzere dağıtır. Dilerse de her yarım sa' karşılığında bir gün oruç tutar.
Yarım sa'dan az olan. miktarı da, ya olduğu gibi verir veya onun yerine de bir
gün oruç tutar.
334 - Bir avı
yaralıyan yahut tüyünü yolan veya bir uzvunu koparan verdiği noksanlığı ödemede
bulunur. Kuşun tüylerini yolana, avın ayaklarını kesene bu hayvanların tüm
kıymetlerini ödemek düşer. Yumartayı kıran da onun kıymetini öder. Bit ve
çekirge öldüren, fakire dilediği kadar bir şey verir.
335 - İhramlı
olan, av hayvanını keserse o hayvan leş hükmünde olur. İhramdan, ihramda
olmıyanm avladığı av hayvanının etinden, eğer ona yardım etmemişse yemesi
helâldir.
336 -Hacc-ı
ifradı yapan kimseye bir kurban kesmesi gereken her yerde, hacc-ı kıranı yapana
iki kurban kesmek gerekir.
İhsar - Engel Çıkmak*
337 İhrama
giren bir kimse; düşmandan, bir hastalıkdan veya nafakasının tükenmesinden
dolayı haccmı yapamıyacak hale gelirse; Mekke'nin hareminde kesilmesi için bir
koyun gönderir veya kendi adına bir koyun satın alınması için parasını
gönderir, sonra da ihramdan çıkar.
Böyle bir kimsenin gönderdiği koyun bayram günlerinden
önce de kesilebilir (SM). Hacc-ı kıran yapan bu durumda iki koyun
gönderir.
338 - Hacdan
men edilen ihramlı, kurban göndermekle ihramdan çıkar ve sonra hac yapmaya imkân
bulursa hem hac ve hem de umreyi eda etmesi gerekir. Hacc-ı kıran'a niyet eden
ise bir hac ile iki umre yapar. Umre'ye niyet eden de bir umre
yapar.
339 - Bir
ihramlı, hacdan men edilip kurban gönderdikten sonra engel ortadan kalkarsa;
gönderdiği kurbanı ele geçirmeğe ve haccı eda etmeğe imkân bulunca, ihramdan
çıkmayıp hacca devam eder. Kurbanı ele geçirmek ve haccı eda etmek şıklarından
sadece birini yapmaya imkânı olursa ihramdan çıkar.
340 - Mekke'de
Arafat'ta vakfe'den ve ziyaret tavafından alakonu-lan kimse gerçekden
alakonulmuş sayılır. Bu iki farzdan birini yapmaya imkân bulursa muhsar, yâni
alakonulmuş sayılmaz.
Bedel - Başkası Yerine Hac Yapma:
341 -Vekil
göndererek farz olan haccı ifa etmiş olmak için kendisi adına gönderilenin; ölü
yahut ölünceye kadar devamlı bir acz içinde bulunması gerekir.
342 - Vekil,
hacca müvekkili adına niyet eder ve "Allahım falanın haccmı kabul et"
der.
343 - Kendisi
için hiç hac yapmamış olanın, kadının ve kölenin vekil olmaları
caizdir.
344 _ Hacc-ı
temettü1, hacc-ı kıran ve işlenmesi yasak olan fiillerden dolayı kesilmesi
lâzım gelen kurbanlar vekil üzerine borç olur. Fakat ihsardan dolayı icab eden
kurban vekil gönderene aittir.
345 -Vekil,
Arafat'ta vakfeden önce ailesi ile münasebette bulunursa, kendisine verilen
nafakayı tazmin eder ve kurban da kesmesi gerekir. Nafakadan arta kalanı da
gönderenin vasisine yahut mirasçılarına veya kendisine geri verir.
Bısar: Men ve haps etmek mânalarına gelir, istilanda ise
"ihrama girip hacca ait işlere devam eden kimseyi bu işlerinden
alakoymaktır."
346 - Kendi
adına hac yapılmasını vasiyyet eden kimseye vekil olan, orta durumda tasarruf
eder, hacca binite binerek gider. Ölünün vekili, ölünün memleketinden yola
çıkar. Fakat nafaka yetişmeyince yetiştiği yerden hareket edilir.
HEDY - (Mekkede kesilen kurban):
347 -Bu kurban,
deveden, sığırdan ve davardan olur. Davarın bir yaşında veya o büyüklüğe yakın
olanı kurban edilir.
348 - Hacc-ı
kıran ve hacc-ı temettü' için veya nafile olarak kesilen kurbanlar ancak bayram
günlerinde kesilir. Kesen bunların etinden yiyebilir. Diğer cinayet kurbanları
istenildiği zaman kesilir ve sahipleri etlerinden yiyemez. Bütün bu kurban
çeşitleri ancak "Harem-i Şerif de kesilir. Beceriyor ise bir insanın kendi
kurbanını kendisinin kesmesi daha iyi olur.
349 - Bu
hayvanların çulları ve yularları sadaka olarak verilir. Bu kurbanlardan kasap
ücreti verilmez.
350 -
Kıymetsiz, kesileceği yere kadar gidemiyecek derecede topal, kemiklerinin iliği
kalmamış derecede zayıf, kulakları kesilmiş, kör, kulaksız olarak yaratılan,
kuyruğu kesilmiş olan hayvanlar kurban olmazlar. Uzvunun üçte biri ve daha çoğu
olmıyan hayvan da kurban olmaz. Eksikliği üçde birden az ise kurban olur
(SM).
Uyuzlu, sütten kesilmiş, buruk ve boynuzsuz hayvanları
kurban etmek caizdir.
351 -Zaruret
olmadan kurbanlık hayvana binilmez. Binmekten dolayı hayvanda bir eksiklik
olursa onu, tazmin ve tasadduk eder. Kurbanlık hayvanın sütü varsa
sağılmaz.
352 - Hayvanı
önüne katıp götürürken yolda ölür ve kurbanhkdan çıkarsa nafile olduğunda yerine
başkasım kesmek gerekmez. Vacip ise hayvanı dilediği şekilde tasarruf eder ve
yerine başkasını alıp keser.
353 - Hacc-ı
kıran ve hacc-ı temettü' için kesilen ve nafile olarak kurban edilen sığır ve
develerin boyunlarına kurbanlık nişanları takılır. Başka kurbanlara ise
takılmaz.
İKİNCİ BÖLÜM
"Allah kime hayır dilerse onu dinde fakîh kılar11 Hadis
(Tecrîd-i sarîh, c. 1. H. No. 64)
ALIŞ-VERİŞ[62]
1- Alış-veriş
"sattım" ve "satın aldım" gibi, geçmiş zamanı gösteren icab ve kabulden ibaret
iki sözle meydana gelir. Ayrıca "sattım" ve "satın aldım" anlamında her söz ve
karşılıklı alıp-verme (F) ile de akit yapılmış olur.
2 - Satıcı ve
alıcıdan biri ahş-veriş için icapta bulunsa diğeri; isterse kabul eder, isterse
red eder. İkisinden herhangi biri kabulden önce meclisden kalkıp giderse icab
bâtıl olur.
3 - İcab ve
kabul bulununca ikisi için de hıyar-ı meclis = (muhayyerlik, tek taraflı cayma)
olmadan (P) alış-veriş kesinleşir.
4 - Satılan
eşyanın, hakkındaki bilgisizliği giderecek derecede tanınması gerekir. Zimmette
olan, yani ödenecek olan paranın da mikdar ve cinsinin bilinmesi şarttır. Mutlak
bir para sözü edilmişse bu, o mem-
leket parasının revaçda olanına yorumlanır.
5- Ölçülen ve
tartılan şeylerin, Ölçerek, tartarak ve toptan satışları caizdir.
6 -Yiyecek
yığının her kafîzi[63]
bir dirheme satılırsa bu sadece bir kafîz için muteber olur (SM).
7- Koyun
sürüsünün her koyunu bir dirheme satılırsa (farklılıklarından dolayı) bu satış,
koyunlardan hiçbiri hakkında caiz olmaz (SMF). Elbiseler de koyunlar gibidir.
Fakat kafîz'lerin, arşınların ve koyunların hepsini söyliyerek satış yaparsa
caizdir.
8 - Bir hane
satılınca anahtarlar ve bina da bu satışa dahil olur. Arazi satımında üzerindeki
ağaçlar araziye dahildir.
9 - Meyveleri
(yenilmekle bir fayda temin edilebilecek durumda iseler) tam olgunlaşmadan
satmak caizdir. Meyve satılınca onu hemen toplamak gerekir. Ağaç üstünde kalması
şart koşulursa alış-veriş fasid olur.
10 -Ağacın
meyvesini satıp da belli birkaç ntıl (bir ölçü aleti) istisna etmek caiz
olmaz.
11 -Buğdayı
(sararmışsa) başak üzerinde, baklayı kabuğu içinde satmak caiz olur[64]
12 -Yolun
satılması ve hibe edilmesi caiz, su yolunun satılması ise caiz değildir[65]
13 Kim bir
ticaret malını para karşılığında satarsa veresiye olmadıkça paranın maldan önce
teslim edilmesi gerekir. Eğer mal, mal karşılığında veya para, diğer bir para
karşılığında satılırsa alan ve satan aynı anda beraberce teslim
ederler.
14 -Menkul malı
= (taşınabilen malı), kabz etmeden önce satmak caiz değildir. Akar ise kabzdan
önce satılabilir (M).
15 -Ele
geçirilmesinden önce parada tasarruf yapılabilir. Parayı (Z) ve malı (Z)
artırmak ve parada indirim yapmak caizdir ve bu değişiklik akdin aslına dahil
olur (Z).
16 - Önce peşin
paraya satıp da sonra veresiyeye çevirmek sahih
olur.
17-Cariye
alana, hayızdan temizleninceye kadar, yahut bir aydan önce veya hâmile ise
doğumunu müteakip nifasdan önce, onunla cinsî temasda bulunması ve sevişmesi
helâl olmaz.
18 - Terbiye
edilmiş olsun olmasın yırtıcı hayvanların, pars ve köpeğin satılması da
helâldir.
19-Zimmîler =
(Müslümanların idaresi altındaki gayri müslimler) ahş-verişde müsühnanlar
gibidir. Onlara fazla olarak; içki ve domuz satmak da serbesttir.
20 - Dilsizin
anlaşılan işaretleri ile alış-verişi ve diğer akitleri muteberdir. Âmânın da
satışı ve satın alması caizdir. Âmamn görme muhayyerliği de vardır. Aldığı şeyi
yoklamak, koklamak ve tutmakla bu muhayyerlik kalkar.
İkale = Yapılan Alış-Verişi Fesh Etmek:
21 -Karşılıklı
olarak alış-veriş akdini fesh etmek caizdir. Bu aynı meclisdeki kabule dayanır.
İkale; akdi yapanların haklarından vaz geçmelerinden ibarettir (SM) ve üçüncü
bir kimse ile olan yeni bir alış-veriş
akdidir (Z).
22 - Söz konusu
eşyanın helaki, ikalenin sıhhatine mânidir. Bir kısmının helaki kendi miktarmca
engel teşkil eder.
Satıcıya geçen paranın, elinde kaybolması akdi fesh
etmeğe mâni olmaz.
Alış-Verişte Muhayyerlik:
23 - Alış-veriş
akdini yapanların, muhayyer kalmayı şart koşmaları caizdir. Tarafların üç gün
muhayyer kalma müddetleri vardır. Bu müddet üç günden az da olabilir. Fakat üç
günden çok olması caiz değildir (SM).
24 Muhayyer
olan, akdi, ancak diğerinin huzurunda (yani ona bildirerek) bozar (S). Fakat
huzurunda da gıyabında da akdi geçerli kılabilir.
25 Muhayyerlik
hakkı vârislere geçmez.
26 -Fırıncı
diye bir köle satın alan, köle fırıncı çıkmadığında, isterse paranın hepsini
ödeyip köleyi alır, isterse de köleyi red eder.
27 - Satıcının
muhayyer olması malını mülkünden çıkartmaz. Fakat müşterinin muhayyerliği
satılan malı mal sahibinin mülkünden çıkartır ye müşterinin mülküne de dahil
etmez (SM).
28 - Bir kimse
muhayyerliği, kendi adına başkasına verebilir (Z). Fakat bu hak, her ikisi için
de sabit olur ve ikisinden birinin, akdi geçerli kılması ile alış-veriş
kesinleşir, fesh etmesi ile de akit bozulur.
29 - Müddetin
geçmesi, azad etmek, (cariye ile) cinsî temasda bulunmak ve binmek gibi rızayı
gösteren her şey ile muhayyerlik kalkar.
Malı Görme Muhayyerliği ve Hükümleri
30 - Bir
kimsenin, görmediği bir malı satın alması caizdir ve malı gördüğü zaman
muhayyerlik hakkı vardır.
31 -Satıcının
ise görmediği malını satmasından dolayı muhayyerlik hakkı yoktur.
İnsanın yüzünü, hayvanın yüzünü ve kaba etini, elbise ve
elbiseye benzer şeyleri katlı olarak görmekle gaye bilineceğinden muhayyerlik
düşer.
32 - Bir kimse
aldığı malda akdi kesinleştiren bir tasarrufda bulunur, yahut elinde ona bir
kusur getirir veya bir kısmını geri iade etmek mümkün olmaz, yahut ölürse
muhayyerlik hakkı kalkar.
33 - Aldığının
bir kısmını gören diğer kısmını gördüğünde muhayyerlik hakkına sahip
olur.
34 - Numunesi
gösterilen şeyin bir kısmını görmek tamamını görmek gibidir.
35 - Birkimse
başkasının malını satarsa; satılan mal, satıcı ve müşteri durumlarını muhafaza
ediyorlarsa mal sahibi, isterse alış-veri-şi kabul etmez, isterse de geçerli
sayar.
Mutlak Alış-Veriş
36 - Mutlak bir
alış-veriş, satılan malın her türlü kusurdan uzak olmasını
gerektirir.
37 - Tüccar
âdetine göre, malın değerini noksanlaştıran herşey kusurdur.
38 - Müşteri,
malın kusurunu öğrendiği zaman, dilerse onu tam bedeli karşılığında kabul eder,
dilerse de red eder.
39 - Âkil
olmıyan küçük (köle veya cariye) için; kaçmak, hırsızlık, yatağa işemek kusur
değilken, bunlar âkil için kusurdur. Bulûa erdikten sonra müşteri yanında
meydana gelen kusur hariç, büyük, yukarda-ki kusurları yüzünden iade
edilir,
Hayzdan kesilmek kusur olduğu gibi istihaze de kusurdur.
Cariyede, ağız ve koltuk altı kokusu, zina kusur iken, kölede kusur
sayılmaz.
İhtiyarlık, müslüman olmamak ve delilik hem cariye ve
hem de köle için kusur sayılır.
40 - Müşteri,
satın aldığı malda bir kusur bulsa, diğer bir kusur da yanında iken meydana
gelse satanın rızası olmadıkça o malı geri veremez. Ancak kusurun verdiği bedel
noksanlığım satandan alır.
41 Satın aldığı
kumaşı boyatır, yahut diker veya kavuta yağ koyar sonra da kusurlarının farkına
vanrsa, bu kusurların doğurduğu kıymet noksanlığını satıcıdan alır. Köle Ölür
veya köleyi azad ederse kusurun vermiş olduğu noksanlığı satıcıdan
alır.
42 - Müşteri
aldığım öldürür veya gıda maddesini yerse (SM) kusurlarından dolayı, satandan
kıymet noksanlığını istiyemez.
43 - Satıcı
malını, kendisinin her kusur davasından berî (uzak) olması .şartı ile satarsa,
müşterinin o malı asla geri vermeye hakkı yoktur.
44 - Müşteri
aldığı malı bir başkasına sattıktan sonra, bir kusur yüzünden mal kendisine iade
edilmek istenir de mahkeme kararı ile malı geri alırsa onu kendisine satana iade
eder. Eğer mahkeme kararı olmadan kabul ederse iade edemez.
45 -
Muhayyerliği ortadan kaldıran şey geri verme hakkını da ortadan
kaldırır.
Fasid Alış-Veriş
46 - Fasid
alış-veriş, malı kabz ile mülkiyet ifade eder. Bu alışverişi, alan ve satandan
her birinin bozmaya hakları vardır.
47 - Akdi fesh
ederken satılan malın mevcut olması şarttır.
48 - Müşterinin
teslim almadan önce, malı satması, azad etmesi, başkasına bağışlaması caiz olur.
Bu durumda müşteri malı teslim aldığı zamandaki -kıymeti[66]
ile satılan cinsten ise- kıymetini ve -misliyle[67]
satılan cinsten ise- mislini satıcıya öder.
49 -Bâtıl
alış-veriş mülkiyet ifade etmez. Bu ahş-verişle alınan mal müşteri yanında
emanet olarak bulunur (SM).
50 - Leş, kan,
içki,domuz, hür insan, ümmü veled ve müdebber köleyi[68]
satmak, hür ile köleyi, leş ile temiz eti (SM) birlikte satmak bâtıldır. Mükâteb
= (Hürriyetini para karşılığında efendisinden satın almak için onunla anlaşma
yapan köle)in satılması da bâtıldır. Ancak mükâtep satılmasına izin verirse caiz
olur.
51 - Balıkları
ve kuşları avlamadan, firarda olan köleyi yakalamadan satmak caiz
değildir.
52 - Cariyenin
karnındaki cenîn = (çocuk) i ve hayvanın karnındaki yavruyu, daha henüz
sağılmamış memedeki sütü, hayvanın sırtındaki yünü, koyundaki eti, tavandaki
kirişi, iki elbiseden herhangi birini (belirtmeden) satmak caiz
değildir.
53 - Müzabene
ve muhakele[69]satışı
caiz değildir.
54 - Bir malın
ay başında teslim edilmek üzere satışı caiz olmaz[70].
55 - Karnındaki
çocuk ayrı tutularak cariye satılamaz.
56- Cariye;
satm alanın hâmile bırakması, yahut azad etmesi veya satıcının hizmetçi olarak
kullanması kaydı ile satılamaz.
57 - Müşterinin
parayı satıcıya borç vermesi veya satıcının sattığı kumaşı dikmesi üzere yapılan
satışlar da caiz değildir.
58 - Arılar
kovansız (M), ipek böceği de ipeksiz satılmaz (M).
59-
Taraftarlarca bilinmediği zaman nevruz, mehrican, hıristiyan perhizi ve
yahudi fıtır gününe kadar veresiye satışlar caiz değildir.
60 - Hasat,
meyve toplama, harman ve hacıların gelme zamanına kadar olan veresiye satışlar
da (zamanlarının seneden seneye değişiklik göstereceğinden) caiz olmaz. Ancak
daha önceden veresiyeyi kaldırır-larsa bu alış-veriş caiz olur.
61 -Bir kimse
müdebber kölesi ile müdebber olmıyan kölesini veya. kendi kölesi ile başkasının
kölesini birlikte satarsa bu satış kölesine düşen hissede caiz olur.
62 - Cumanın
ilk ezanı okunurken alış-veriş yapmak mekruhtur.
63 - Şehirlinin
taşradaki[71]
için satış yapması mekruhtur.
64 - Bir fiat
üzerinden alış-verişi bitiren iki kimsenin, fazla fiat vererek aralarına girmek
mekruhtur.
65 - Alıcısı
olmadığı halde, alıcı gibi görünerek başkasını teşvik için malın değerini
artırmak mekruhtur.
66 - Şehre mal
getirmekte olan kafileyi yolda karşılayıp, şehre gir meden mallarını almak (hem
şehir halkına yüksek fiyatla satılacağından ve hem de kafilenin, mevcut
fiyatları bilemiyeceklerinden dolayı zarara uğramaları düşünüleceğinden)
mekruhtur. Fakat bununla beraber bu türlü alış-verişler caizdir.
67 -Bir
kimsenin, birbirlerinin mahremi olan iki küçük kölesi veya biri büyük diğeri
küçük iki kölesi varsa bunları birbirinden ayırması mekruh olur. Fakat her ikisi
de yüksekse mekruh olmaz.
68 - Satış Çeşitleri:
1) Tevliye: Bir
malı mal oluş fiatma, kârsız satmaktır.
2) Murabaha:
Alış fiatından noksan fiata satmaktır. Bu satış muameleleri, ilk bedel
misliyattan olmadıkça veya kıyemiyattan [72]olup
müşteri elinde bulunmadıkça sahih olmaz.
69 - Boyama,
dikiş, gıda maddelerini bir yerden diğer yere nakletme, simsar, hayvan sevk
etme masrafları da ilk alış fiatına ilâve edilir. Bu durumda satıcı "bana şu
kadara mal oldu" demelidir.
70 - Satıcı
kendi nafaka parasını, çoban, tabib, terbiyeci ve muallim ücretlerini, firarda
olan kölesi için yaptığı masrafları ve kira parasını ilk alış fiatma ilâve
edemez.
71 -Müşteri,
mal oluş fiatma aldığı bir malda aldatıldığını anlarsa ücretini, mal oluş
fiatından öder (M).
72 - Kârla
satışda aldatıldığını; yani kendisine söylenenden fazla kâr alındığını anlarsa,
ya tam fiata malı kabul eder (S) veyahutta malı re d eder.
RİBA = FAİZ[73]
73 -Bize göre
faizin haranı oluşunun illeti cins ile beraber ölçü veya tartı (F)'dır. Cins ile
beraber ölçü veya tartıdan birisi bulununca, ziyade-likle satış haram olduğu
gibi, bu durumda veresiye satış yapmak da haramdır; ikisinden hiçbiri yoksa hem
fazlasına ve hem de veresiye satış helâl olur.
Eğer; iki illetten (cins ile ölçü veya tartı) yalnız
biri bulunursa fazlalıkla satış helâldir. Fakat"veresiye satış yine haramdır
(F).
74 - Faize
giren malların, yenisi ile eskisini cinsi cinsine mübadele etmek de aynı şekilde
faize girer.
75 - Ayet ve
hadislerde keylî olarak bildirilen maddeler ebediyyen keylîdîr. Veznî olarak
bildirilen maddelerde ebediyyen veznidir[74].
76 - Sarf =
(parayı para karşılığında değiştirmek) akdinde alman ve verilen paraların aynı
akit meclisinde alınıp verilmesi şarttır. Sarf akdinden başka diğer ribevî
maddelerin mübadelesinde ise tayin etmekle akit gerçekleşir.
77 - Maddeleri
aynı bir felsi, iki fels karşılığında satmak caizdir
78- a)
Buğdayın; buğday unu,kavut ve kepek karşılığında satılması caiz değildir. Unu
da kavut karşılığında satmak caiz olmaz (SM).
b) Yaş
hurmanın, kuru (SM) ve yaş hurma karşılığında aynı ağırlıkta satılmaları
caizdir.
c) Etin, hayvan
karşılığında (M), pamuklu bezin de pamuk karşılığında satışları
caizdir.
d) Zeytin
yağının zeytin, susamın susam yağı karşılığında satışı (faizli muamele
şüphesinden sakınmak bakımından) caiz değildir. Ancak itibar yolu ile olursa
caiz olur.
79 -Dâr-ı
harpte = (müslümanlarm hakimiyeti altında olmıyan bir ülke) müslüman ile
müslüman olmıyan arasında faiz yasağı yoktur.
80 - Yol
korkusundan emin olmak için tüccara uzaktaki bir yere götürmesi için borç
şeklinde para vermek mekruhtur.
SELEM[75]
81 -Vasıflarını
tesbit etmek ve miktarını bilmek mümkün olan her yerde selem satışı caizdir.
Eğer malın vasıfları ve miktarı bilinmezse selem satışı yapmak caiz
olmaz.
82 - Selem akdi
ile satışın sahih olması için şu şartlar
lâzımdır:
1) Malın
cinsini belli etmek (Buğday, hurma gibi),
2) Malın nevini
belli etmek (ova mahsulü veya lor mahsulü mü olduğu),
3) Vasıflarım
belirtmek, (Eski veya yeni, taze gibi),-
4) Malın
vadesini, yani teslim edileceği zamanı tayin etmek,
5) Malın
miktarını belli etmek (ölçüsünü veya kilosunu belirtmek),
6) Eğer
nakledilmesi gereken yük ve meşakkat var ise malın teslim edileceği yeri
bildirmek (SM).
7) Sayı, ölçü
ve tartı ile satılan malların karşılığında verilen para miktarını
belirtmek,
8) Selem satışı
yapılan yerden ayrılmadan parayı peşinen almak.
83- Mevsimi
geçmiş-ve piyasadan çekilmiş mallar (meyveler vs.)da ve (aralarında büyük
farklılıklar olacağından) mücevheratta selem akdi yapmak sahih
değildir.
84 Hayvanlarda,
etlerinde (SM), baş ve ayaklarında ve derilerinde (hayvandan hayvana bunlar
farklılıklar göstereceğinden) selem yolu ile alış-veriş yapılmaz.
Tuzlu balıkların, tartarak selem sureti ile satışları
caizdir.
85 - Miktarı
bilinmiyen muayyen bir ölçü kabı ile selem akdinde bulunmak sahih olmadığı gibi;
muayyen bir köyün yemeğinde de selem yolu ile alış-veriş olmaz.
86 - Elbisenin
uzunluğu, genişliği, yaması, kerpicin kerpiç kalebil-mesi belirtilince bunlarda
selem akdi yapmak caiz olur.
87 -Teslim
edilmeden önce selem ile satılan eşyada tasarruf caiz olmadığı gibi, bu malın
bedelinde de tesliminden önce tasarruf caiz değildir.
88 - Bir
sanatkâra siparişde bulunmak istihsan deliline göre caiz olmuştur (Z). Müşteri
sipariş ettiği malı görünce alıp almamakda muhayyer olur. Müşteri görmeden önce
sanatkârın o malı satmaya hakkı vardır. Eğer malın teslimi için bir müddet tayin
edilmişse artık selem meydana gelir (SM).
SARF
89 - Sarf, para
cinslerinin birbiri ile satışı demektir. Birbiri ile satılan, yani mübadele
edilen bu iki paranın basılmış, dövülmüş ve külçe halinde olmaları
farksızdır.
90 - Gümüş,
gümüş karşılığında, altın da altın karşılığında satılacağı zaman eşit ağırhkda
ve peşin olarak alınıp verilirler. Altın ve gümüşte yenilik ile kuyumculuk
işine itibar edilmez.
91 -Altın;
altın karşılığında, gümüş de gümüş karşılığında toptan satılır ve aynı meclisde
bunların eşit ağırhkda oldukları anlaşılırsa, ahş-veriş akdi geçerli olur. Alman
ve satılan birbirinden farklı ağırhkda iseler bu akit muteber olmaz.
92 - Altın ile
gümüşün birbiri ile değişimi, aynı meclisde teslim alınmaları şartı ile
fazlalıklı olarak ve toptan caiz olur.
2 dirhem 1 dinarın, 2 dinar 1 dirheme, 11 dirhemin de 10
dirhem 1 dinara (Z) satışı caizdir.
93 - Bir kimse
süslü bir kılıcını onun süsünden daha çok bir bedel karşılığında satarsa
caizdir. Yalnız ayrılmadan Önce süs miktannca paranın alınması
gerekir.
94 - Gümüş bir
kap yahut bir külçe altın satan, parasının bir kısmını müşteriden ahp ayrılınca
aralarında ortaklık meydana gelir. Eğer kabın bir kısmının başka bir sahibi
meydana çıkarsa müşteri isterse hissesine göre kabın geriye kalan kısmını da
alır. isterse de kabı geri verir. Fakat külçenin bir kısmının başka bir sahibi
ortaya çıkarsa hissesine göre külçenin geri kalanını da alır. Bunda muhayyer
değildir.
95 - Altın ve
gümüş olmıyan paralarla da ahş-veriş caizdir. Eğer bu paralara revaç az ise
alış-veriş yapılırken bu parayı belirtmek lâzımdır. Bu paralar revaçta ise
belirtmeğe lüzum yoktur.
Altın ve gümüş olmıyan paralara alış-verişden sonra
revaç azalırsa satış akdi bozulur (SM).
96 - Bir kimse
sarrafa bir dirhem verip "bununla bana bir fulûs= (altın ve gümüş olmıyan para)
ve bir habbesi müstesna yarım ver" derse caiz olur. ("Bir habbesi müstesna
yarım"[76]ifadesi
dirheme, geriye kalan da fulûse yorumlanır.)
ŞUF'A[77]
97 - Şuf a
işlemi, ancak akar olan mülklerde olur. Akarm taksim edilebilir veya taksim
edilemez olması arasında fark yoktur.
98 - Şuf a;
akarı, mal sayılan bir bedel karşılığında başkasına mülk edindirmekle icab
eder.
99 - Şuf a
hakkı, ancak satışdan sonra olur ve şefî'm = (Şuf a hakkı olan), satılan yerin
şefî'i olduğunu söylemesi ve o yeri istediğine ait şahit tutması ile
kararlaşır.
100 -Şufa
hakkı olan, satılan akarı (müşterinin rızası veya hâkimin hükmüne dayanarak)
almakla mülkiyetine geçirir.
101 -Şuf ada
müslüman, zimnıî, ticaret yapmasına izin verilen mükâteb köle ve bir kısmı azad
edilmiş köle eşittirler..
102 - Şuf a
hakkı, sırası ile şu kimselerindin
1) Satılmış
olan malda ortaklığı olan,
2) Satılmış
olan malda (su hakkı, yol hakkı gibi) bir hakkı olan,
3) Satılmış
olan yere bitişik komşu olan.
103 - Şuf a
davasını geri bırakmakla bu hak düşmez.
104 -Şuf a
hakkı olan, hâkim, huzurunda bu hakkını talep edince hâkim davalıya = (muddea
aleyh) sorar. Davalı, şefî'm şuf aya sebep olan mülkünü itiraf ederse veya
davalı aleyhine delil getirilirse, yahut davalı kendisine verilen yeminden
bilmediği gerekçesi ile çekinirse şefî'm mülkü sabit olur.
105 -Şuf a
hakkı olanlar birden fazla olunca; meşfû' = (şuf a konusu olan mülk) onların
(hisselerine göre değil) sayılarına göre taksim edilir.
106 -Şefî',
satışı öğrendiği zaman hemen o meclisde, satılan akarı istediğine şahit
tutmalıdır. Mümkün iken şahit tutmıyanın şuf a hakkı kaybolur.
107 -Satılan
akar daha henüz mal sahibinin elinde bulunuyorsa şefî' mal sahibine karşı, yahut
müşteriye karşı veya akarın yanında şahit tutar.
108 -Akar
satıcının elinde olduğu zaman şefî1 ona karşı hasım = (davacı) olur. Fakat hakim
ileriye sürülen delilleri ancak müşteri huzurunda dinler ve sonra da satışı
fesh eder, zararı da satıcıya pit kılar.
109 -Şefî'
parayı hazırlıyamaymca da yine davacı olmaya hakkı vardır. Fakat mahkemece
lehine hüküm verildiğinde parayı hazır bulundurması gerekir.
110 -Bir malı
satın almaya vekil olan onu müvekkiline teslim edinceye kadar şuf ada davacı
olur.
111 -Şefı'in,
akara verilmiş olan bedel misliyattan ise mislini, kıye-miyattan ise kıymetini
Ödemesi borcu olur.
112 -Satıcı
müşteriden fîatın bir kısmını indirmişse bu miktar şefî'den de düşer. Fiatın
yarısını indirmiş ve arkasından diğer yarısını da bağışlamışsa şefî1 son yansı
karşılığında satın alır.
113 -Müşterinin
fîat artırması şuf adar = (şefî')a lâzım gelmez.
114 -Fiat
konusunda anlaşmazlığa düşüldüğünde söz müşterinindir. Delil getirmek de şefî'a
ait olur.
Şuf a Hakkının Kalkması:
115 -Şuf a
hakkı aşağıdaki sebepler yüzünden kalkar:
1) Şuf adarın
Ölümü,
2) Şuf adarın,
şuf a hakkının tamamından veya bir kısmından vaz geçmesi,
3) Şuf adarın
bir bedel karşılığında müşteri ile sulh olması,
4) Şuf adarın
mahkemece şuf aya hüküm verilmeden önce malını satması ile,
5) Satılan
akarın zararını satın alana tazmin etmesi,
6) Satın
alandan o akarın satışını veya kirasını pazarlık etmesi ile.
116 -Şuf a
hakkı, müşterinin ölümü ile kalkmaz.
117 -Satıcının
vekilinin şuf a hakkı yoktur. Fakat müşterinin vekilinin şuf a hakkı
vardır.
118 -"Müşteri
falan kimsedir" denilip şefî1 o kimse için şuf a hakkından vaz geçse ve sonra
da başkası olduğu anlaşılırsa şefî'in şuf a hakki devam eder.
119 -"Akar 1000
liraya satıldı" denilip şefî' hakkından vaz geçse, sonra daha az bir fiata,
yahut ölçülen veya tartılan mallar karşılığında satıldığı ortaya çıkarsa şuf a
hakkı baki kalır.
120 -Şuf a
hakkı gerçekleşmeden önce müşterinin, şuf ayı düşürmek için hile yapması kötü
görülmez (M). Hissesinin bir kısmını satan sonra geriye kalan hissesini de
satarsa şuf a ilk hissede olur, başkasında olmaz.
121 -Müşteri
akarı veresiye almışsa şefî' isterse parasını hemen verir, isterse de vadesi
dolduktan sonra verir ve sonra evi teslim ahr.
122 -Müşteri
arsaya bina yapmış olduğu halde mahkeme; şefî' lehine karar verince, şefî'
dilerse binayı kıymeti karşılığında satın ahr, dilerse de binayı müşteriye
yıktırır.
123 -Şefî1 şuf
a hakkı ile aldığı arsaya bir ev yapar da; sonra o yerin gerçek hak sahibi
ortaya çıkarsa, ancak verdiği parayı geri alabilir.
124 -Ev harab
olur yahut ağaçlar kurursa şefî' dilerse akarı tam fîat karşılığında alır
dilerse de hakkından vazgeçer.'
125 -Müşteri
binayı aldıktan sonra yıkarsa; şefî' dilerse arsasını ona isabet eden paraya
satın alır, isterse de hakkından vaz geçer.
126 -Satın
alınan hurma ağaçları üzerindeki meyve şefî'indir, müşteri onları topladığı
zaman hisselerine düşen para asıl fiattan düşüriilür.
İCARE = KİRAYA VERME
127 Kira;
menfaatlann satışından ibarettir ve o, kıyasa aykın olarak insanların ihtiyacı
yüzünden meşru olmuştur[78].
128 -Kirada
menfaatlarm ve ücretin belli olması şarttır.
129 -
Alış-verişte bedel olmaya elverişli olan mallar kira ücreti olmaya da
elverişlidir.
130 -Kira
şartlarla fasid olur.
131 -(Alış-verişte olduğu gibi) kirada da 1) Görme
Muhayyerliği, 2) Muhayyerlik şartı, 3) Ayıp muhayyerliği, olmak üzere üç
muhayyerlik vardır.
132 - Kiradan
da karşılıklı vaz geçilebilir ve fesh edilebilir.
133 -Menfaatlar; belli bir müddet araziyi ekmek ve yine belli
bir müddet evde oturmak gibi müddet tayin etmekle yahut
elbisesinin boyanacağını ve dikileceğini belirtmekle ve hayvan kiralarken
taşınacak yükü veya binilecek mesafeyi belli etmekle bilinir. Menfaatlar
işaretle de tayin edilir: "Şu gıda maddelerini taşımak için" gibi.
134 -Bir ev
yahut dükkân kiralıyan kimsenin orada oturma hakkı olduğu gibi istediğini de
oturtmaya hakkı vardır ve dükkânda da dilediği işi yapmak hakkına sahiptir.
Ancak (eğer baştan söylenmemişse) demircilik, değirmencilik ve çamaşır
temizleyiciliği gibi işler kira akdinde
, dahil sayılmazlar.
135 -Ziraat
için kiralanan bir araziye, ekilecek şeyin beyan edilmesi, yahut dilenen şeyin
ekileceğinin bildirilmesi şarttır. Binmek için hayvan, giymek için elbise
kiralanırken kimin binip giyeceği de belirtilmelidir. Şu kadar var ki, birisi
elbiseyi giydiği veya hayvana bindiği zaman bu belli olmuş olur.
136 -Bina
yapmak yahut ağaç dikmek için bir yer kiralıyan, müddetin bitiminde o yeri
aldığı gibi boş teslim etmesi borcudur. Yonca = (mer'a) da (uzun müddet arazide
kalması bakımından) ağaç gibi işlem görür.
137 -Arazi,
binayı yıkmakla, ağaçları sökmekle kıymetinden düşecek olursa mal sahibi
bunların yıkılmış ve sökülmüş durumdaki kıymetlerini kiracıya borçlanır ve
onları mülkiyetine geçirir. Arazi, bunların şökülmesiyle kıymetinden bir şey
kaybetmiyecekse sahibi dilerse kiracıya kıymetlerini ödeyip mülkiyetine
geçirir. Bu, kiracının rızası ile mal sahibinin olur. Yahut kiracı ile arazi
sahibinin karşılıklı rızaları ile; arazi birinin, bina da diğerinin
olur.
138 -Hayvan
kiralıyan ona yükliyeceği yükü meselâ "şu kadar ölçek buğday" diye belli
ederse; onun gibisini veya arpa gibi daha hafifini yüklemeğe hakkı vardır. Tuz
gibi daha ağır şeyi yükliyemez. Kira mukavelesinde belirtilen miktardan
fazlasını yükleyip hayvan ölürse; hayvanı, o fazlalığa isabet eden kıymeti ile
tazmin eder[79]
Miktarı belirtilen pamuğu yüklemek için kiralanan
hayvana ayru ağırlıkta demir (hayvanın tek bir yerine ağırlık yapacağından)
yüklenemez.
139 -Binmek
için hayvan kiralıyan, arkasına başka birisini bindirip hayvanın ölümüne sebep
olsa hayvanın yarı kıymetini öder.
Hayvana vurarak ölümüne sebep olan onun tüm kıymetini
Öder (SM).
-
İşçi Çeşitleri ve Hükümleri:
140 - Ecîr =
(işçi)
1) Müşterek
olur: Çamaşırcı ve boyacı gibi. Müşterek olan işçi kendisinden istenen işi
yapmadıkça ücreti hak edemez. Kendisine bırakılan mal da emanet hükmünde olur.
(Kendi kusur ve ameli sebebiyle olmadıkça telef olmaları yüzünden kıymetlerini
ödemez). Ancak, kendi ameli yüzünden bu mallar telef olursa onların kıymetlerini
öder: Çamaşırı ufalarken yırtmak, hamalın ayağının kayması, bağlarken ipi
koparmak vs. gibi. Ancak gemiyi seyr ettirirken gemideki boğulan adamın yahut
hayvanı yedeğinde veya önünde götürürken üzerinden düşüp ölen adamın diyetini
vermez.
141 -Adet olan
yerin dışına çıkmadıkça baytar ve kan alıcı üzerine de tazmin
gerekmez.
142 –
2) İşçi, özel
olur.
Bir hizmeti görmek ye koyun otlatmak için bir aylığına
ücretle çalıştırılan kimseler gibi. Özel işçi, iş yapmasa bile kendisini teslim
etmekle ücrete hak kazanır.
143 -Özel işçi,
elinde telef olan malları tazmin etmediği gibi kasit olmadan kendi ameli ile
telef olan malları da tazmin etmez.
Ücretle köle çalıştıran mukavelede şart koşulmadı ise
onunla yolculuğa çıkamaz.
Ücrete Hak Kazanmak:
144 -Kiralanan
maldan menfaat sağlanınca ve istenen iş yapılınca mal sahibi veya işçi ücrete
hak kazanırlar.
145 -Kira
mukavelesinde, ücretin peşin verilmesi şart koşulunca ücretin peşin verilmesi
gerekir. Peşin şartı olmadan peşin verilmişse yine ücrete hak kazanılmış
olur.
146 -Kiralanan
mal teslim alınınca, (belirtilen müddet zarfında) ondan faydalanılın asa bile
yine kira ücretini vermek gerekir.
147 -Kiracıdan
mal gasp edilince kira ücreti düşer.
148 -Ev sahibi,
her günün ve deveci her merhalenin ücretini istemek hakkına
sahiptir.
149-Ekmeğin
tamam olması fırından çıkarılmasıdır. Yemeğin pişmesinin tamamlanması da
tabaklara konulması ile olur[80]
Kerpiç yapımıda onun ayakta durması (SM) ile tamamlanır.
150 -Boyacı,
terzi, çamaşırcı gibi işlerinin tesirleri işledikleri mallarda görülen
kimseler, ücretlerini alıncaya kadar o malları hapsedebilirler. Onların
alıkoydukları bu mallar zayi olursa kıymetlerini ödemeleri de lâzım gelmez
(SM). Fakat kendilerine ücretleri de verilmez.
işlerinin eseri görülmiyenler, ücretlerini alıncaya
kadar o eşyaları yanlarında alakoymaya hakları yoktur. Hamallar ve cenaze
yıkayanlar gibi-
151 -Sanatkâr,
kendisinin yapması şart koşulan bir işi başkasına
yaptıramaz.
152 -Mal
sahibinin kiracıya "bu dükkânda attarlık yapacaksan aylığı bir dirhem,
demircilik yapacaksan aylık iki dirhemdir" demesi caizdir (SM). Kiracı bu
ikisinden hangisini yaparsa ona göre kira ücreti lâzım gelir.
Kiranın Fasid Olması ile Gereken Durum:
153 -Kira fasid
olduğu zaman (kira mukavelesinde belirtilen ücret değil de) emsal ücret vermek
gerekir. Bu ücret ecr-i müsemma = (akit yapılırken tayin edilen ücret)'dan fazla
olamaz.
154 -Kaç aylık
olduğu söylenmeden "her aylığı şu kadar liraya" olmak üzere bir ev kiraya
verilse bu, bir ay için sahih, diğer aylar için ise, fasid olur. Ancak belirli
aylar zikrederse caiz olur. Bu durumda bir ay tamamlanınca taraflardan her
birinin kiraya son vermeğe hakları olur. Fakat kiracı ikinci aydan bir müddet
evde oturursa o ay için de kira geçerli olur. Böylece her ayın ilk gününde
oturmak, akdi, o ay için sahih kılar.
155 -Bir
kimsenin ona yük yükleyip Mekke'ye götürmesi için deve kiralaması caizdir. Bu
kimse, yükün miktarında âdete göre hareket eder. Devesini, gıda maddesinin
yüklenmesi için kiraya veren bu yiyeceklerden yerse yediklerinin bedelini
öder.
156 -Belli bir
ücret karşılığında süt anası kiralamak caizdir. Bu süt anasının yedirilmesi ve
giyiminin de akde dahil edilmesi caiz olur (SM). Süt anası kiralıyan, kocasının
bu ailesi ile cinsî münasebette bulunmasına engel olamaz.
157 -a) Fıkıh
ve Kur'an öğretmek, imamlık yapmak, ezan okumak ve hac etmek gibi bir takım farz
olan ibadetleri yapmaya karşılık ücret vermek caiz değildir. Sonradan gelen
fıkıhcı arkadaşlarımızın bir kısmı "zamanımızda, imamlık yapması ve Kur'an
öğretmesi için ücretle birinin tutulması caizdir" derler. Fetva da buna göre
verilmiştir.
b) Günâh olan
işleri yapması için ücretle birini tutmak caiz olmaz:
Şarkıcılık, ölü arkasından sayıp dökmek vb. şeyler
gibi.
158 - Döl
yapsın diye kiralanan teke için ücret almak helâl değildir[81]
159 -
Hamamcının ve kan alan kimsenin ücret alması helâldir.
160 -Yiyecek
maddesini yüklemek için ondan bir ölçek karşılığında hayvan kiralamakla akit
fasid olur.
161 -Terziye,
boy palto dikmesini söylediğini iddia edene karşı, terzi de "yelek yapmamı
istedin" derse söz elbise sahibinindir ve kendisine yemin verilir. Yemin ederse
terzi kumaşın kıymetini öder.
162 -Elbise
sahibi, terziye, ücretsiz diktiğini söyler, terzi de ücret karşılığında
diktiğini iddia eder ve bu anlaşmazlıkları elbise dikilmeden önce olursa evvelâ
elbise sahibi, sonra da terzi olmak üzere her ikisi de yeminleşirler. Elbise
dikildikten sonra anlaşmazlık başlamışsa söz elbise yaptıranındır.
163 -Ev harap
olduğu, arazinin ve değirmenin suyu kesildiği zaman kira akdi fesh
olur.
164 -
Taraflardan biri, kira akdini kendisi için yapınca öldüğü zaman akit fesh olur.
Akdi başkası adına yaptıysa (vasî, velî, vakfin kayyu-mu ve vekîl gibi), ölümü
ile akit fesh olmaz.
Kirayı Fesh Eden Özürler:
165 -Özür
sebebi ile kira akdi fesh olur. Şöyle ki: Ticaret yapmak için dükkân kiralıyan
iflâs ederse, yahut bir malını kiraya verenin üzerine borç lâzım gelip başka da
malı bulunmasa kira akdi fesh olur.
166 -Yolculuk
için bir hayvan kiraladıktan sonra gitmeğe lüzum kalmazsa yine kira akdi fesh
olur. Fakat mal sahibinin bir işi çıkarsa bu özür sayılmaz.
REHİN[82]
167 -Rehin; bir
alacağı; bizzat tazmini gereken ve alacağın (gerektiğinde) ondan alınması
mümkün olan bir mal ile teminat altına alma akdidir.
168 - Rehin
akdi ancak merhûnu = (rehin verilen mal) ele geçirmek yahut tahliye[83]
ile tamamlanır. Kabz ve tahliyeden önce râhin isterse malını teslim eder,
isterse de rehin vermekten vaz geçebilir.
169 -Rehinin
sahih olabilmesi için: a) Rehine verilen malın belli ve elde edilmesi
mümkün,
b) Başkası ile
ilişkisi olmıyan,
c) Başkası ile
ortak ise, taksim edilmiş olması gereklidir.
170 - Rehin,
onu kabz eden alacaklının kefaleti altına girer.
171 -Rehin,
borçlunun mülkü olarak helak olur ve hatta tekfin masrafları da borçlu üzerine
düşer. Alacaklı, helak olan rehinin maliyetinden alacağı kadarını hükmen almış
sayılır. Alacağından fazla olan kısım yine yamnda emanet olarak kalır. Eğer
rehin olan mal alacağından az ise onun miktarı kadar borç düşer.
172 -Rehinin,
alacaklı tarafından kabz edildiği günde ki, kıymetine itibar edilir.
173 -Alacaklı
rehni:
a) Bir
başkasına emanet olarak verirse
b) Yahut
satarsa,
c) Kiraya
verirse,
d) Başkasına
ödünç verirse,
e) Borcuna
karşılık ayrıca başkasına rehin verir ve bunlara benzer tasarruflarda bulunursa
bütün kıymeti ile onu tazmin eder.
174 - Rehin
olarak verilen malın nafakası ve çoban ücreti borçluya aittir.
175 - Rehindeki
herhangi bir artma ve çoğalma[84]da
borçlunundur. Bu artış asılla beraber rehin olur. Ancak bu artış helak olursa
onu elinde bulunduran alacaklının tazmin etmesi gerekmez.
Eğer artış kalıp, asıl rehin helak olursa; alacaklı,
alacağının artışa düşen miktarı karşılığında onu elinden çıkartır. Bu durumda
borç, asıl rehinin alındığı günde ki, kıymeti ile artışın iade edildiği gündeki
kıymeti arasında taksim edilir ve asıla isabet eden borç düşer.
176 -Rehini
ziyade etmek = (başka bir malı da rehin olarak ilâve etmek) caiz (Z), fakat
borcu arttırmak caiz değildir /S).
177 -Bir rehin
her iki borç karşılığında rehin olamaz.
178 -Rehinin
korunmasına ait yer kirası alacaklıya aittir. Rehini korumak alacaklının
vazifesidir. Bizzat kendisi koruduğu gibi, ailesi, çocuğu ve evinin hizmetçisi
de koruyabilir.
179 -Alacaklının, rehinden faydalanmak hakkı
yoktur.
180 -Borçlu,alacakhya rehini kullanması için izin verir ve o
da kullanırken zayi olursa emânet olarak zayi olup (tazmini
gerekmez).
Dirhem ve Dinar Paraların Rehin Verilmesi;
181 -Dirhem ve
çlinar paraların rehin olarak verilmesi caizdir.
182 -Bu paralar
kendi cinslerinden olan borç karşılığında rehin verilip mürtehin = (alacaklı)
elinde zayi olsalar (kıymetlerince değil de) miktarlarmca borç düşer. Yenilik ve
eskilik, yani kıymet bakımından, alacak ile rehin mal arasında fark da olsa
bütün ölçü ve tartı ile verilen-mallarda hüküm miktarlarına göredir.
183 -Sarf
akdinin bedeli ve selemin sermayesi karşılığında rehin verilmesi sahihtir. Akit
meclisinden ayrılmadan önce rehin verilen mal zayi olursa selem ve sarf akitleri
tamam olur. Ve borç da verilmiş saydır. Taraflar birbirinden ayrıldıktan sonra
zayi olursa rehin durur, fakat sarf ve selem akitleri iptal olur.
184 - Va'd
edilmiş bir borç karşılığında rehin almak sahihtir. Eğer verilecek olan borç
karşılığında konulan rehin, mürtehin elinde zayi olursa; mürtehin, va'd ettiğini
borçlusuna vermek mecburiyetindedir.
185 - Bir kimse
bir malı ona karşılık muayyen bir şeyi rehin bırakmak üzere satın alır ve sonra
onu rehin olarak bırakmaktan vaz geçerse zorlanamaz. Bu durumda satıcı isterse
rehinden vaz geçer, isterse de satmaktan vaz geçer. Müşteri hemen parasını öder
veya birinci rehin kıymetinde başka bir şeyi rehin olarak bırakırsa satıcının
vaz geçme hakkı kalmaz.
186 -Borcuna
karşılık rehin olarak iki köle veren o kölelerden birine düşen borç miktarını
ödese geri kalan borcunu da ödemedikçe o kölelerden hiç birini
alamaz.
187 - Bir malın
iki alacaklıya birden rehin verilmesi caizdir. Bu rehin her ikisinin de
hissesini içine alır. Birine olan borç ödenince tümüyle diğeri yanında rehin
olarak kalır.
188
-Mürtehinin, borçludan alacağını istemeğe ve (vadesini uzatmasından dolayı)
hapsettirmeğe hakkı vardır.
189 -Mürtehin,
alacağının ödenmesini sağlamak için rehini satamaz.
Borçlunun Rehin Verdiği Malı Satması:
190 -Borçlu,
rehin verdiği malı satarsa bu akit alacaklının iznine yahut alacağının
ödenmesine bağlı kalır.
191 -Borçlu,
rehinde olan kölesini azad ederse azadı geçerli olur. Borcun hemen ödenmesi
gerekiyorsa alacaklı alacağını ister. Tehirli bir borç ise kölenin yerine, onun
kıymetinde bir mal rehin verilir.
Borçlu fakir ise, köle kıymetinden ve borçtan az olanını
tedarik için kazanç sahasına atılır. Borçlu zengin ise köle efendisine
ödettirir.
192 -Rehindeki
mal bir başkası tarafından zayi edilse; mürtehin, zayi olduğu gündeki kıymetini
ona ödettirir. Onun bu rehinden faydalanmaya hakkı da yoktur.
193 -Alacaklı,
yanında rehin olan malı sahibine ödünç verip o da bunu kabz ederse alacaklının
zimmetinden çıkar: O mal esas sahibi olan borçlunun elinde zayi olursa
alacaklının bir şey ödemesi lâzım gelmez.
194 -Taraflardan her ikisinin rehini yed-i adle = (her
ikisinin de güvendiği bir kimseye) bırakmaları caizdir. Akit yapılırken her iki
taraf da rehinin yed-i adl'de kalmasını şart koştularsa bu malı hiç birisi ondan
geri alamaz.
195 -Adi'in
elinde zayi olan malı (kendi elinde zayi olmuş gibi) alacaklı tazmin
eder.
196 -Borçlu,
rehindeki malının satımına alacaklıyı veya bir başkasını vekil tayin edebilir.
Rehin akdi yapılırken bu vekâlet şart koşulursa borçlunun ölümü veya vekilini
azletmesi ile vekâlet ortadan kalkmaz.
197 -Borçlu
ölünce vasisi rehindeki malı satıp borcunu öder. Vasî yoksa hâkim tarafından bu
iş için bir vasî tayin edilir.
198 -Borçlunun
rehin vermek için ödünç mal alması caizdir. Ödünç veren tarafından herhangi bir
kayıt konulmamışsa dilediği borcuna karşılık onu rehin verir. Kime hangi çeşit
ve ne miktar borç verilebileceği tayin edilmişse, borçlunun bunda artırma ve
eksiltme hakkı yoktur.
KISMET = HİSSELERİN BÖLÜNMESİ[85]
199- Birbirinden farklı olmayıp ölçü ve tartı ile satılan
mallarda ifraz = (hisseleri birbirinden ayırarak paylaştırma) yönü daha
üstündür.
Akar ve hayvan gibi birinden diğerine farklılık gösteren
malların taksiminde de mübadele[86]=
(bir hissenin diğer hisse ile değiştirilmesi) yönü üstün gelir.
200 - Aynı cins
malların taksiminde ortaklardan biri taksime yanaşmazsa mecbur edilir. Taksim
edilecek ortak mallar ayrı ayrı cinslerden olunca taksime yanaşmıyan ortak
zorlanamaz.
201 -
Ortakların kendi kendilerine taksim yapmaları caizdir. Çocuğun yerine velisi
veya vasisi taksim yapar.
Mahkemeden taksim yapması istenince; hâkimin, âdil,
güvenilir ve taksim işini bilen birisini bu iş için tayin etmesi gerekir. Bu
kimsenin geçimi (yaptığı iş hâkimin hükmü gibi çekişmeyi kaldırdığından) devlet
hazinesinden sağlanır. Veya malları taksim edilenlerden alacağı bir ücret
takdiri yapılır. Bu ücret hisse miktarlarına göre değil de kişi başına göre
verilir (SM).
202 - (Bir
şehirdeki) bütün halk bir tek taksim ediciyi tutmak için zorlanamaz. Müteaddit
taksim edicilerin birbiri ile ortak olmasına müsaade edilmez.
203 -Ortaklaşa
ellerinde bir akar bulunduranlar, miras olduğnu iddia ederek mahkemeden taksim
etmesini isteseler hâkim, mal sahibinin ölümünü (SM) isbat (F) ve mirasçıların
adedini beyan etmedikleri müddetçe taksimi yapmaz. Varislerden iki kişi hâkimin
huzuruna gelerek mal sahibinin öldüğüne ve mirasçıların sayısına ait beyyine
ikame edip kendilerinden başka orada bulunmıyan bir mirasçının daha bulunduğunu
ispatlasalar hâkim akarı taksim eder. Ancak akar, bulunmıyan mirasçının elinde
bulnuyorsa taksim yapılamaz. Satın alma işinde ise hepsi bulunmadıkça taksim
yapılmaz. Eğer mirasçılardan biri bulunup beyyine de ikame etse yine taksim
yapılamaz.
Ortaklardan Birinin Taksim İstemesi:
204 - Bütün
ortaklar kendi hisselerinden fayda temin edebiliyor-larsa onlardan biri
isteyince taksim yapılır. Eğer ortaklar zarar görüyorlarsa taksim
yapılmaz.
îki ortaktan biri taksimden sonra hissesinden fayda
sağladığı halde, diğeri zarar görecekse; faydalananın isteği ile hâkim taksim
yapar.
205 - Mücevher,
köle (SMF), hamam, iki ev arasındaki kuyu, duvar ve değirmen ortakların rızası
olmadıkça taksime tabi tutulmazlar[87]
206 - Müşterek
olan konaklar, araziler ve dükkânlardan her biri ayrı ayrı taksim edilir. Her ev
ise ayrı bir hisse olur[88]
Binanın üst katındaki iki hisseye karşılık alt kat bir
hisse olur (SM)[89]
207 - Paralar,
ortakların rızası olmadıkça taksime dahil edilmezler.
Taksim Edenin Yapması Gereken İş:
208 - Taksim
edicinin, ortaklar arasında kur'a çekmesi gerekir. Kur'a da herkes kendi ismine
çıkan hisseyi alır.
209 - Hâkim
veya onun vekili taksim yaptığı zaman bundan hiçbir hissedarın dönmeğe hakkı
yoktur.
210
-Ortaklardan birine düşen hissede, diğerine ait önceden şart koşulmıyan su yolu
veya yol bulunur ve bunları başka tarafa döndürmenin de imkânı olmazsa taksim
fesh edilir.
211 -Ortaklar,
hisselerini aldıklarını ikrar ettikden sonra onlardan biri kendine düşen
hissenin bir kısmının ortağının elinde olduğunu iddia etse delilsiz kabul
olunmaz. Bölenlerin, ortaklar arasındaki anlaşmazlıklarda şahitliği kabul
edilir.
Hissedarlardan biri hissesini aldığım, fakat sonra
ortağının kendisinden geri aldığını söylerse bu iddiasını isbat etmesi gerekir.
Yahut hasmına yemin ettirilir. Eğer bu iddiasını, kendine düşen payı aldığım
ikrar etmeden önce yaparsa davalı ve davacı her ikisi de yemin eder ve taksim de
fesh edilir.
212 -Hissedarlardan birine düşen hissenin bir kısmına bir
başkası sahip çıksa (taksim fesh edilmeyip) o yerden kendi payına düşeni
ortaklarından alır.
Muhâye'e = Menfaati Bölüşme:
213 -Menfaati
bölüşmek "istihsali" deliline göre caiz olmuştur. Ortaklardan birinin yahut
hepsinin ölümü ile menfaati bölüşme akdi bozulmaz.
Ortaklardan birinin taksim istemesi ile muhâye'e akdi
bozulur.
214 -Bir
konakta iki ortağın nöbetleşe oturmaları yahut, alt katta birisinin üst katta
diğerinin ikamet etmesi üzerine yapılan anlaşma caiz olur.
215 -Ortaklardan her birinin kendine düşen menfaati (kendisi
kullanabildiği gibi) kiraya vermeğe ve gelirini almaya hakkı vardır.
216 -Ortak bir
kölenin, bir gün bir efendisine bir gün öbür efendisine hizmet etmesi üzerine
yapılan anlaşma muteberdir. Küçük bir ev hakkındaki hüküm de böyledir. İki
ortağın iki kölesi varsa her köle bir ortağa hizmet eder.
Köle hangi ortağa hizmet ediyorsa yemeğini de onun
vermesi şart koşulabilir. Fakat elbise için bu şart muteber olmaz.
Ortak olan bir kölenin nöbetleşe gelirini almak caiz
olmadığı gibi iki köle hakkında da bu caiz değildir (SM).
217 -Bir
hayvana nöbetleşe binmek (hâkimin hükmü ile) caiz olmadığı gibi ortak iki
hayvan için de caiz olmaz[90].
218 -Müşterek
ağaçlardan bir miktarının meyvelerini biri diğer-, kısmın meyvelerini de öteki
ortağın toplaması, sürünün bir kısmının bir ortak, öteki kısmının da diğer ortak
tarafından sağılması ve yavrularının alınması üzerine yapılan akit caiz olmaz.
(Hasılat yine aralarında müşterek olur).
219 -Müşterek
bir köleleri ve bir de evleri olan iki ortağın nöbetleşe köleyi istihdam
etmeleri ve evde oturmaları caizdir. Menfaatları değişik olan her şeyde bunlar
gibi muhâye'e akdi sahih olur.
HÂKİMLİK ÂDABI*
220 -Adalete
uygun hüküm vermek vazifelerin en üstünü ve ibadetlerin en
şereflisidir.
Hâkimin müçtehit olması en uygundur. Böylesi bulunmazsa,
şahit olma şartlarını kendinde toplıyan, dininde, emanete riayetinde, akıl ve
anlayışında kendisine güvenilen, fikıh ve sünneti bilen kimselerin tayin
edilmesi gerekir. Müftü olacak kimseler de böyle olmalıdır.
221 - Hâkimlik
vazifesini almak için can atmak doğru değildir. Adaletle hüküm vermekde acze
düşeceğinden korkan kimsenin de bu vazifeye girmesi mekruh olur. Bu vazifeyi
yerine getirmede kendine güveni olan birisi için ise böyle bir mahzur
yoktur.
Yetkili kimse olmadığından hâkimlik işi kendisine kalan
kimsenin bu vazifeyi görmesi farz olur.
Edeb; insanlarla iş yapmak ve geçinmek hususunda
beğenilen bir huya ve güzel ahlâka sahip olmak demektir.
Hâkimin edebi de dinin gösterdiği adaleti yaymak ve
zulmü yok etmek, bir tarafa meyi etmemek, hukukî hadleri yerine getirmek ve
sünnet yoluna gitmektir.
Kaza kelimesinin lügâtta pek çok mânalan vardır: ilzam
etmek, haber vermek, bir işi bitirmek, takdir etmek, bir şeyi diğer şeyin yerine
koymak, onun mânalan arasındadır. Hukuk dilinde kaza; "amme velayetini üzerine
alan bir kimsenin söylediği geçerli bir söz"dür. Kazanın bu tarifi içinde
lügat
mânalan da vardır.
Hiç bir peygamber yoktur ki, Allah ona kaza etmesini
emretmiş olmasın. Allah, Hz. Adem (A.S.)'e "halife" ismini koymuştur. Hz.
Muhammed (S A.V)'e "İnsanlar arasında Allahın indirdiği hükümlerle hüküm ver."
(Mâide, a: 49) demektedir. Hz. Davud (S.A.) "insanlar arasında hak (ve adaletle)
hükm et. (Hükmünde) heva (ve heves)e (hissiyatına) tâbi olma ki bu, seni Allah
yolundan saptırır" (Sad., a: 26) buyurmaktadır.
Kaza etmek, hüküm vermek; iyiliği emr etmek, kötülükden
vaz geçirmek, hakkı açıklamak, mazlumu zalimden kurtarmak, hakkı sahibine
kavuşturmaktır. Allah kanunlarım bu işler için koydu, peygamberlerini bunlar
için gönderdi.
Zalim devlet reislerinin hâkimliğe tayin teklifini
kabullenmek caizdir.
222 - Kadının,
şahitliğinin kabul edildiği sahalarda hâkim olması caizdir (F).
223 - Kaza
vazifesini devralan hâkim kendisinden önceki hakimin dava dosyalarını ister,
tutulan sicil ve haritaları gözden geçirir.
224 - Yeni
tayin olunan hâkim, emanetler konusunda,, ve vakıflara kaldırmada ileriye
sürülen delillere, yahut ellerinde bulunduranların itiraflarına göre hüküm
verir. Vazifesinden azl edilmiş bir hâkimin sözü ile hareket etmez. Ancak dava
dosyalarını bu asd edilen hâkim kendisine teslim etmişse onun sözü ile hüküm
verir.
225 - Hâkim,
hüküm için mescitte açık bir yere oturur. Davaya camide bakması ise daha uygun
olur[91].
226 - Hâkim
yanında bir tercüman ve bir de müslüman kâtip bulundurur. Bu kâtibin hukuk
konularını bilmesi gerekir.
227 - Hâkim
davacı ve davalıyı muhakeme ederken onları karşısında eşit vaziyette oturtur.
Onlara yönelişinde, bakışında ve işaretlerinde hep eşit hareket
eder.
Hâkim hasımlardan biri ile fısıldaşmaz ve delilini ona
telkin etmez. Birini bırakıp da diğerine gülümsemez ve hiç birisi ile
şakalaşmaz. Birini bırakıp da diğerine ziyafet veremez.
228 - Hâkim
kendisine hâkim olmadan önce hediye vermiyen bir yabancısının hediyesini kabul
etmez.
Hâkim özel davetlerde bulunamayıp ancak umumî davetlerde
hazır bulunur. Hasatları ziyaret eder, cenazelere katılır.
229 - Hâkime,
üzüntü, uyku, kızgınlık, gelirse, acıkır, susar veya herhangi hayvanı bir
ihtiyaç arız olursa hüküm vermekten geri durur.
Dava yerinde kendisi için ne bir şey satabilir ve ne de
alabilir.
230 - Bir hâkim
hüküm verme yetkisini başkasına veremez. Ancak kendisine böyle bir yetki
verilmişse yerine başkasını geçirebilir.
231 -Hazır
bulunmıyan bir davalı aleyhine onun yerine geçen (vekili veya vasisi)
bulunmadıkça hüküm verilemez. Yahut hazır bulunmıyan için iddia edilen şey,
hazır bulunan için iddia edilen şeyin sebebi olursa yine bulunmıyan davalı
aleyhine hüküm verilir[92]
Hâkimlik ve Bir Hâkime Başka Bir Hâkimin Kararının Arz Olunması:
232 -Hâkime
başka bir hâkimin kararı arz olunduğu zaman bu karar; kitap, meşhur sünnet veya
icmaya aykırı değilse imzalar.
233 - Bir
hâkimin, lehine şahitlik yapması kabul olunmıyan birisi için hüküm vermesi caiz
olmaz. Kendisini hâkimliğe tayin eden kimsenin leh ve aleyhindeki davalara ise
bakabilir. (Hâkim milletin vekilidir, kendisim tayin eden idarecilerin vekili
değildir. Bu bakımdan kendisini tayin eden reisler ölse bile onun hâkimliği
devam eder).
234 - Hâkimin
kendi hâkimliği zamanında ve bölgesinde kul haklarından olduğunu bildiği bir
davaya bakması caiz olur.
235 - Nikâh,
boşanma ve ahş:veriş gibi akitlerde ve mevcut bir ak-din feshi konusunda yalancı
şahitlerin (tezkiyelerinden sonra) şehadet-lerine dayanılarak verilmiş olan bir
hüküm hem insanlar ve hem de Allah katında (SM) geçerli olur[93]
Bağış ve miras da böyledir.
Borçlunun Haps Edilmesi:
236 - Davacı =
(müdde'i)nin muhakeme sonunda haklı olduğu anlaşılır da borçlusunun haps
edilmesini isterse, hâkim haps etmeyip üzerindeki borcu ödemesini emreder. Eğer
ödemekten kaçınırsa haps eder. Borçlu fakir olduğunu ikrar ederse serbest
bırakılır.
237 -Borçlu
fakir olduğun ileriye sürerken, alacaklı zengin olduğunu iddia eder ve hâkim de
onun zengin olduğunu biliyorsa, yahut borç, malın bedeli olan bir para veya borç
olarak verilen bir mal ve bir para ise yahut kefalet ve mehir gibi üzerine
aldığı bir borç ise veya karısını mal karşılığında boşamasından doğan ve bunlara
benzer şeylerin borcu ise hâkim borçluyu haps eder. Bu türlü borçların haricinde
fakir olduğunu iddia eden borçlu haps edilmez. Ancak varlıklı kimse olduğu
ispatlanırsa yine haps olunur.
238 - Borçluyu
bir müddet haps eden hâkime, "eğer malı olsaydı ortaya çıkarırdı" diye bir
kanaat gelirse onun durumunu araştırır, malı çıkmazsa serbest bırakır. Bununla
beraber zengin olduğu isbatlanirsa hapsi uzatılır.
239 - Erkek
karısının nafakasından dolayı haps edilir.
Bir baba çocuğuna olan borcundan dolayı haps edilmez.
Ancak çocuğuna nafaka vermekten kaçınırsa haps olunur.
Hâkimler Arasında Yazışma:
240 - Şüphe ile
düşmiyen [94]bütün
hukuk dâvalarında bir hâkimin diğer bir hâkime gönderdiği yazı kabul edilir. Bu
yazışma, nikâh, borç, gasp, inkâr edilen emanetler, şirketi mudarabe, neseb ve
akar davalarında yapılır.
Menkul mallar = (taşınabilen mallar)la ilgili davalarda
bu yazışma kabul edilmez. îmam Muhammed'e göre ise bütün menkul mal davalarında
yazışma kabul edilirki, fetva buna göre verilmiştir.
241 -Yazının,
hangi hâkime ait olduğunu isbatlıyan, bir beyyinesi olmadıkça nazara alınmaz.
Ayrıca yazı gönderilen hâkimin de yazıda belirtilmesi gerekir. Bundan sonra da
dilerse "müslümanların hâkimlerinden yazı kendisine ulaşan herkese, müslüman
olmıyan hâkimlere değil" kaydı konulur.
Hâkim tanzim ettiği yazıyı şahitler huzurunda okur ve
içinde olan şeyleri onlara anlatır, sonra huzurlarında yazıyı mühürler. Şahitler
de o yazıda olan şeyleri bellerler.
Şahitlerin isimleri baba ve dede adları yazıya dahil
edilir. Ebû Yusuf hâkimliğe başlayınca bu söylenen kayıtlardan hiç birini şart
koşmadı. Serahsî de (halka kolaylık olsun diye) Ebû Yusuf un görüşünü
benimsemiştir. Tabiî ki hiç bir zaman haber almak görmek gibi olmaz.
242 - Yazı,
davaya bakan hâkime gelince mühürüne bakar. Şahitler "bu yazının falan hâkimin
olduğuna ve hüküm meclisinde kendilerine teslim ettiğine, kendilerine okuyup
mühürlediğine" şahitlik yapınca hâkim mektubu açar ve hasma karşı onu okur ve
içindekilerle hasmı ilzam eder. Hasım mahkemede bulunmayınca hâkim bu gelen
yazıyı kabul etmez.
243 - Yazıyı
gönderen hâkim ölür veya vazfesinden azl edilirse, yahut yazısı yerine varmadan
önce kazaî ehliyeti alınırsa bu yazı iptal olur. Yazının gönderildiği hâkim de
ölürse yine iptal olur. Ancak yazının altına gönderilen hâkimin isminden
sonra "müslümanların hâkimlerinden kendisine ulaşan herkese" diye bir kayıt
konuldu ise ismi yazılan hâkim ölse de bu yazı geçerli olur.
244 - Hasmın
ölümü ile yazı iptal olmayıp mirasçılarına geçer.
245 -Hasım,
yazının gönderildiği hâkimin bölgesinde yoksa ve davacı onun delilini dinlemek
ve onun için hasmı = (davalıktın bulunduğu yerdeki hâkime bir mektup yazmak
isterse yazar. Bu mektuba ilk gelen yazının bir nüshasını veya o mânada bir yazı
koyar.
Hâkem Tâyin Etmek:
246 -Davacı ve
davalının bir kimseyi aralarında hüküm vermek için hakem tayin etmeleri caiz
olur (F).
247 - Şüphe ile
düşen (kısas ve had) davalarında hâkem tayin etmek caiz değildir.
248 -Hakemin,
hüküm vermeğe ehil olması şarttır.
249 -Hakem
tayin edilen; delilleri dinler, tarafların ikrarına, yeminden dönmelerine ve
çekinmelerine göre hüküm verir. Hakemin verdiği hükmü her iki tarafın da yerine
getirmesi lâzım gelir.
250 - Davalı ve
davacıdan her birinin hüküm verilmeden önce hakem tayini işinden dönmeğe haklan
vardır.
251 -Hakemin
verdiği karar bir kadıya havale edilirse mezhebine uygun görürse imzalar. Uygun
değilse bu kararı bozar.
252 -Hakemin,
lehlerine şahitlik yapamıyacağı kimselerin (ana-baba, aile ve çocukları) lehine
hüküm vermesi caiz olmaz.
HACR = MANİ OLMAK[95]
253 - Hacri
gerektiren sebepler üçtür:,
1) Küçük
olmak
2) Mecnun =
(deli) olmak
3)
Kölelik.
254 - Mecnunun
ve akıl erdiremiyen = (mümeyyiz olmıyan)[96]çocuğun
tasarrufu aslen caiz değildir. Aklı eren = (mümeyyiz olan) çocuğun tasarrufu,
velisi geçerli sayarsa veya önceden izin vermişse caiz olur. Köle tasarruf
konusunda mümeyyiz olan çocuk gibidir.
Çocuğun ve delinin yaptıkları akitler, ikrarları,
boşamaları ve köle azad etmeleri sahih değildir.
255 -
Akıl-bâlığ olmıyan çocuk ve deli başkasının malım telef ederse ödemek lâzım
gelir.
256 - Kölenin
sözleri, kendi hakkında geçerlidir. Bir malı ikrar ederse azad oldukdan sonra
onu ödemesi gerekir. Had yahut kısas cezasını gerektiren bir suçu veya ailesini
boşadığım ikrar ederse hemen lâzım gelir.
257 - Erkeğin
bulûğa ermesi; uyurken ihtilâm olması, gebe bırakması ve meni getirmesi ile
olur. Bunlar yoksa 18 yaşma ulaşması ile bulûğa ermiş olduğu kabul edilir
(SM).
Kızın bulûğa ermesi, uyurken ihtilam olması yahut âdet
görmesi veya gebe kalması ile gerçekleşir. Bu haller yoksa 17 yaşma girmesi ile
bulûğa ermiş sayılır (SM).
18 yaşına giren erkek ve 17 yaşına giren kız, yani
mürahik ve müra-hika bulûğa erdiklerini söylerlerse tasdik edilirler.
258 -
Âkıl-bâliğ olan hür bir kimse malını menfaatma uygun olmı-yan şeylere harcıyan
bir sefih[97]
olsa da hacr edilemez (SM).
Reşîd olmadan âkıl-bâliğ olan bir çocuğa 25 yaşma
basıncaya kadar malları teslim edilmez. Fakat 25 yaşma girince reşîd olduğu
görülmese bile malları kendisine teslim edilir[98]
(SM).
259 - Sefihin,
mahcur kılınmadan önce yapmış olduğu tasarrufları geçerli olur.
260 - Ne fâsık
ve ne de borçlu olanlar hacr edilmezler.
261-
Alacaklılar borçlunun (kudreti olduğu halde borcunu Ödemeyi uzatmasından dolayı)
haps edilmesini isterlerse hâkim, malını satıp borcunu ödeyinceye kadar borçluyu
haps eder.
262 - Borçlunun
nakit parası varsa ve borç da nakit para cinsinden ise hâkim borçlunun izni
olmasa da bu para ile ödemede bulunur. Borçlunun dirhem parası olup, borç dinar
para olarak verilecekse veya durum bunun tersi ise hâkim borç için değişik
parasını satar. Bunun için eşyalarını ve akarını satılığa çıkartmaz. îmam
Muhammed ve Ebû Yusuf a göre bunlar da satılığa çıkartılır ki, fetva buna
göredir.
263 - Müflisin
= (iflâs eden) hiç malı çıkmazsa "Hâkimin edebi" bahsinde geçtiği gibi haps
edilmeyip serbest bırakılır.
îflâs eden borçlu hapisden çıktıkdan sonra alacaklıların
borçluyu devamlı takip etmelerine engel olunamaz. Ancak bunlar onu
tasarruflarından ve yolculukdan alakoyamazlar. Sadece fazla kazancını alıp
aralarında hisselerine göre taksim yaparlar.
İZİN[99]
264 - Hacr
altında bulunan bir kimseye izin verilmiş olduğu; .
1) Açık
olarak,
2) Delâlet (Z)
yolu ile anlaşılır.
Tasarrufdan men edilen kimseyi, velisinin alış-verişde
bulunurken görüp bir şey dememesi delâlet yolu ile izin sayılır. Bu alış-verişin
veli için veya bir başkası için yapılmış olması, velinin emriyle yahut emri
bulunmadan yapılması, alış-verişin sahih veya fasit bir ahş-veriş olması
arasında fark yoktur.
265 - Mezuna
verilen izin,
1) Umumî
olur,
2) Hususî
olur.
266 - Yemek
için bir yiyecek ve giymek için elbise satın almasına izin verilen bir mahcur,
mezun olmuş sayılmaz[100].
267 - Kendisine
izin verilen kimsenin:
1) Alış-verişde
bulunmaya,
2) Kendine
vekîl tayin etmeğe,
3) Sermaye
edinmeğe,
4) Mudarabe
ortaklığı kurmaya,
5) Ödünç
vermeğe,
6) Rehin verip
rehin almaya,
7) Kiraya
vermeğe ve kiralamaya,
8) Sipariş
vermeye ve siparişleri kabul etmeye,
9) Ziraat
ortaklığı kurmaya,
10} Yiyecek
satın almaya,
11) Ekip
biçmeye,
12) İnan
ortaklığını kurmaya hakkı vardır[101]
268 - Kendisine
izin verilen kimse, borcu olduğunu, bir malı gasp ettiğini, veya yanındaki malın
emanet bulunduğunu ikrar ederse bu ikrarı sahih olur.
269 -
Mezun:
1)
Evlenemez,
2) Kölelerini
evlendireme.z (S),
3) Kölesi ile
mükâtebe akdi yapamaz,
4) Kölesini
azad edemez,
5) Borç
veremez,
6) Bağışta
bulunamaz,
7) Sadaka
veremez, .,
8) Kefil
olamaz,
9)
Yiyeceklerden birazcık hediye edebilir,
10) Kendileri
ile iş yaptığı kimselere ziyafet verebilir,
11) Kölesinin
ticaret yapmasına izin verebilir.
270 - Kölenin
izin sebebi ile edindiği borçlar kendi boynuna kalır. Efendisi malı ile
kendisini kurtarmadıkça borçları için satılığa çıkartılır. Köle borçlarını
ödemeyip efendisi ödeyince alacaklıların kölede bir hakları kalmaz. Aksi halde
köle satılır ve parası alacaklıları arasında hisselerine göre taksim edilir.
Bundan sonra yine borç kalırsa hürriyetine kavuşunca onlar da kendisinden
istenir.
271 -Efendi,
kölesini ticaretten men edince bulunduğu çarşı ehli veya onların çoğu. bunu
öğreninceye kadar mahcur sayılmaz.
272 - Ticaret
yapmaya mezun olan cariyenin efendisinden çocuk doğurması ile (Z) ve kölenin
firar etmesi ile bu izin kalkar. Yine ticarete izinli olan kölenin efendisi
ölür, yahut cinnet getirirse veya dinden dönüp dâr-ı harbe iltihak ederse köle
yeniden hacr altına alınmış olur.
273 - Kölenin
mahcur olduktan sonra elindeki mal hakkında yaptığı ikrarları sahih olur
(SM).
274 - Kölenin
borçları elindeki malından ve kendi kıymetinden fazla olunca efendisi onun
malından hiçbir şey alamaz (SM).
275 -Efendi,
borçlu olan kölesini azad edince bu geçerli olur ve kölesinin kıymetince parayı
borçlularına öder. Kalan borçları ödemek köleye düşer.
276 - Efendinin
köleye bir malı kıymetine veya daha az bir paraya satması caizdir. Ticarete
mezun kölenin de, efendisine bir malı kıymetine veya kıymetinden daha fazla bir
paraya satması caiz olur.
İKRAH = ZORLAMA[102]
277 - icbar =
(İkrâh)m sabit olabilmesi için bir takım şartların bulunması
gerekir:
1) Mücbir =
(zorlıyan)in tehdidini yerine getirmeğe kudreti bulunması
şarttır.
,
2) icbar edilen
= (zorlanan) kimsenin, istenen şeyi yapmadığı takdirde tehdidin hemen
gerçekleştirilmesinden korkması gerekir.
3) icbar edilen
kimsenin zorlanmadan önce yaptırılmak istenen işten kendi hakkı yahut
başkasının hakkı veya şer'î bir hak yüzünden sakınmış olması
şarttır.
4) Tehdidin;
öldürmek veya bir azayı yok etmek yahut gamını gerektirip rızayı kaldıracak bir
durumda bulunması şarttır.
278 - Bir kimse
Ölüm veya şiddetli dayak, yahut haps olunmak tehdidi ile malını satmaya, bir
malı satın almaya, kiraya veya bir ikrara zorlanır da isteneni yapar ve sonra da
zorlama kalkarsa; dilerse yaptığı akdi kabul eder, dilerse de fesh
eder.
279 -
Alış-verişe icbar edilen onun bedelini kendi isteği ile alırsa bu izin sayılır.
Eğer zorla aldırümışsa bu izin sayılmaz ve alınan mal duruyorsa geri iade
edilir.
280 - Zorla
alman mal el değiştirerek mücbir olmıyan müşteri elinde helak olmuşsa mal sahibi
müşteriye malının kıymetini Ödettirdiği gibi, zorhyana da ödettirmek hakkına
sahiptir.
281 -Karısını
boşamaya veya kölesini azad etmeğe zorlanan bu istekleri yerine getirirse
karısı boş ve kölesi azad olmuş olur. Bu durumda kölesinin kıymetini zorhyana
ödettirir ve kölenin velayeti de azad edene ait olur. Boşama, zifafa girmeden
önce olmuşsa mehrin yansını ve eğer' mehir tayin edilmemişse vermesi lâzım gelen
mut'ayı zorlıyandan alır.
282 - Hapis
veya'dayak tehdidi ile içki içmeğe, leş yemeğe, dinden dönmeğe, bir müslümanm
yahut zimmînin malını telef etmeğe zorlanan icbar edilmiş sayılmaz. Ölümle
tehdid edilirse yukardaki fiilleri işlemesine izin vardır. Ancak işlemeyip sabr
eder ve öldürülürse sevaba nail olur.
283 - Birisini
öldürmeğe zorlanan bu işi katiyyen yapamaz, öldü-rülünceye kadar sabretmek
mecburiyetindedir. Öldürürse günahkâr olur. Bu durumda kısas cezası zorhyana
verilir (Z.S).
284 - Dinden
dönmeğe zorlanan karısı baîn talak ile ondan boş olmuş
sayılmaz. '
285 - Zinaya
zorlanana da had cezası verilmez (Z).
DAVA[103]
286 - Davacı =
(müddei) davasından vaz geçtiği zaman muhakemeye zorlanamaz. Davalı = (müddea
aleyh) ise zorlanır.
287 - Dâva
edilen haklan, cins ve miktarının belli olması lâzımdır.
288 - Alacak
davasında, davacı, alacağını (cins ve miktarını belirterek) istediğini
bildirir.
289 - îddia
edilen hak, taşınabilen = (menkul) bir mal ise davalıya onu mahkemeye getirmesi
teklif olunur. Eğer bu eşya hazır değilse davacı onun kıymetini
bildirir.
290 - Dâva
edilen akar ise onun dört hududu belirtilir ve akarı ellerinde bulunduranların
isimleri, dedelerine kadar nesepleri kayd edilir. Akarın bulunduğu mahalle ve
belde bildirilir. Davacı; akarın, davalının elinde olduğunu ve kendisinden bu
akarı istediğini ifâde eder.
291 Dâva, esas
yönünden sahih olunca hâkim davalıya bu davayı sorar, itiraf ederse yahut
davacı, davasını isbat eden beyyine = (delil)getirirse aleyhine hüküm verilir.
Davacı delil getirmeyip hasmına yemin verilmesini istediğinde yemin verilir.
Yemin ederse, delil getirilmediği müddetçe dâva düşer. Yemîn etmekden çekinirse,
çekingenliği sebebiyle aleyhine hüküm verilir. Bir yemine göre hüküm vermek
caizdir. Üç defa yemin vermek en iyisidir.
292 - Yeminden
çekinmek "yemin etmiyorum" demekle, sağır ve dilsiz değilse susmakla sabit
olur.
293 -Davacıya
yemin verilmez (F).
294 - Davacı,
"delilim şehirde hazırdır" deyip davalıdan yemin istese yemin verilmez (SMF).
Davalıdan, kendisine karşılık üç günlük bir kefil alınır. Eğer orada yolcu
olarak bulunuyorsa davacı, hâkimin meclisi miktarınca davalının peşini
bırakmaz.
295-1)
Nikâh,
2) Ric'î
talakdan sonra rucû etmek = (nikâhı devam ettirmek),
3) Karıya
yaklaşmamak için yapılan yeminden dönmek = (ilâdan fey),
4)
Kölelik, .
5) Cariyeyi
ümmülveled kılmak,
6)
Neseb, -
7)
Velayet,
8) Haddi
gerektiren suç davalarında, davalıya yemin verilmez (SM).
296 - Kısas
davalarında, inkâr eden davalıya yemin teklifi yapılır. Yeminden çekinirse
azalarında kısas uygulanır (SM). Ölümü gerektiren kısas davalarında ise
yeminden çekinene kısas uygulanmayıp yemin edinceye (SM) yahut, suçunu ikrar
edinceye kadar hapis cezası verilir.
297 - Kadın,
zifafdan önce kocasının kendisini boşadığını iddia ederse kocaya yemin verilir.
Yeminden çekinirse mehrin yarı parasını ödemesine hüküm verilir.
298 - Allah'dan
başka hiç bir şeye yemin edilmez. Hâkim isterse Allah 'm sıfatları ile yemini
daha da kuvvetlendirir. Yeminin tekrarlanmasında ihtiyat vardır. Zaman ve mekân
ile yemin kuvvetlendirilmez.
Yahudiye "Musa (AS)'ya Tevratı indiren Allah Teâlâya
yemin ederim" şeklinde yemin verdirilir.
Hıristiyanlara "İsa (AS)'ya İncili indiren Allah Teâlâya
yemin ederim" dedirttirilir.
Mecûsîlere, "Ateşi yaratan Allaha", Putperestlere de
sadece Allah'a yemin ettirilir. Bu sınıflara tapındıkları mabetlerinde yemin
verilmez.
299 -
Alış-verişde; "söylenen malda aramızda bir ahş-verişin mevcut bulunmadığına
Allah'a yemin ederim" tarzında yemin verdirilip
Nikâhda, "O anda ikisi arasında nikâhin mevcut
olmadığına" yenün ettirilir. Baîn talak ile boşamada; "o saatte karısının
kendisinç|en baîn talak ile boş bulunmadığına" yemin verdirilir. Emanet
davalarır^ "Yanımda emanet olarak bulunduğunu iddia ettiği malından hiç bir
şeyin bulunmadığına ve onun bende bir hakkı olmadığına Allah Teâl^ya yemin
ederim" şeklinde yemin teklif edilir. Eğer davalı; "O malı bana bu_ rada olmıyan
falan adam emanet bıraktı. Yahut onu yanımda rehin bıraktı veya o malı ondan
gasp ettim, yahut bana ödünç verdi veya kir^va verdi" der ve buna ait delilde
getirirse, aldatmış olmadığı müddetçe va düşer. Şahitler "onu tanımadığımız bir
adam emanet bırakmıştı" derlerse dava düşmez.
Beyyinelerin = (delillerin) Tercihi*
300 - Mutlak
mülk davasında hariç = (malı elinde bulundurmıyın) in delili zilyed = (malı
elinde bulunduran) in delilinden daha üstün tutulur.
301 - Hâriç bir
tarih söyliyerek o tarihde mala sahip bulunduğuma delil getirse, zilyed de
mülkiyetine ait daha eski tarihli bir delil geti^se zilyedin delili tercih
edilir.
302 - Hayvan
yavrusu ve dokunuşu bir kere olan kumaş gibi, t^k_ rarlanmıyan bir sebeple
kayıtlı bulunan, mülkiyet davalarında; malı elinde bulunduranın delili üstün
tutulur.
303 - Her ikisi
de tarih söylemeden malı diğerinden satın almış olduğuna delil getirse
delilleri kabul edilmez.
304 - İki kişi
aynı kadın ile nikâhlı olduklarını iddia edip delil getirseler, herhangi biri
lehine hüküm verilmez. Fakat nikahlan diki arı tarihleri belirtirlerse, kadın
tarihi eski olanın olur.
305 - İki
kişiden her biri başka bir kimsenin elinde bulunan malın kendisine ait olduğunu
iddia edip delil getirseler, bu malın ikisine ait olduğuna
hükmedilir.
306- İki kimse,
köleyi mal sahibinden satın almış olduğuna
Hâriç: Bir malı elinde bulundurmıyan ve onda tasamıfda
buiunmak-tan uzak olan kimsedir.
Zilyed: Bir malı bilfiil elinde bulunduran yahut bir
mala sahib o|an kimselerin tasarrufu gibi tasarrufda bulunan
kimsedir.
Mutlak mülk: Veraset veya bir kimseden satın almak gibi
mülk edinmek sebeplerinden biri ile kayıtlı bulunmıyan mülkdür. Böyle
sebeplerle kayıtlı olan mülkiyete mukayyet mülk denilir. "Bu ev benimdir",
denilince n>ut-lak mülk iddiasında bulunulmuş olur. Fakat "bana bağışlandı"
"satın ald>m" ifadeleri mukayyet mülkü ifade eder.'ayrı delil getirse her
biri dilerse köleyi yan fîatı ile alır, dilerlerse de haklarından vaz geçerler.
Birisi hakkından vaz geçince, öteki tamamına sahip olamaz. Bu durumda ikisi de
satın-almış olduğu vakti bildirse, hak, tarihi eski olanındır. Satın aldığı
tarihi bildiren yahut malı kabz etmiş olanın delili ötekinden daha
üstündür.
307 - Biri,
dava konusu olan malı satın aldığını, öteki, kendisine bağışlandığını veya
sadaka verildiğini iddia edip her iki durumda da malı kabz etmiş olsa, ikisi de
tarih belirtmeseler satış delili, sadaka ve bağış deliline tercih
edilir.
308 - Erkek,
malı satın almış olduğunu, kadın da kendisini, o mal rehin olmak
üzere,nikâhlandığını iddia etse, her ikisi de eşit tutulur.
309 - İki
hâriçden her biri malın mülkiyetinde olduğuna ait delil getirse ve tarih
söylese, yahut (zilyed olmıyan) bir veya iki kişiden satın aldıklarına delil
getirseler, tarihi eski olanın delili yeni olamnkinden üstün tutulur. Sadece
birisi tarihini beyan ederse hak onun olur.
310 - İki kişi
bir hayvanda hak iddia etseler; bunlardan hayvana binen veya üzerinde yükü olan
daha haklı olur (F). Biri semere öteki hayvanın terkisine binmişse, biri
gömleği giyinmiş, öteki ise tutunmuşsa, semere binen ve gömleği giymiş olanlar
daha haklı görülürler.
311 -Kumaşı
dokumuş olduğunu ve yavruyu hayvanın yavruladı-ğını iddia edenin delili mutlak
mülk iddiasında bulunanın = (yani sadece bunların kendisinin olduğunu iddia
edenin) delilinden daha üstündür.
312 - İki şahit
ile üç (F) ve daha çok şahidi olanların delilleri arasında bir fark
yoktur.
Tehâlüf = Karşılıklı Yeminleşmek:
313 -Bir
alış-veriş davasında satıcı ile alıcı fîat veya ahş-veriş konusu olan malda
anlaşmazlığa düşerlerse bunlardan delil getiren üstün tutulur. Her ikisi de
delil getirse mal veya paranın daha fazla olduğunu iddia edenin delili üstün
olur.
314 -Eğer alıcı
ve satıcıdan hiç birinin delili yoksa satana "Ya müşterinin iddia ettiği malı
teslim eder veya satışı fesh ederiz" denilir. Müşteriye de "Satıcının iddia
ettiği parayı teslim et, yoksa satışı fesh ederiz" denilir. Bu tekliflere razı
olmazlarsa hâkim her ikisine de (diğerinin davası üzerine) yemin verdirir ve
alış-verişi bozar. Önce satıcı yemin eder.
Satış aynî bir mübadele ise[104]hâkim,
önce istediğine yemin verdirir. Biri yemin etmekten çekinirse diğerinin
iddiasını kabullenmek mecburiyetinde kalır.
315 -Müşteri
ile satıcı; müddet yahut muhayyerlik şartı veya paranın bir kısmının ödenip
ödenmediğinde anlaşmazlığa düşseler her ikisi yeminleşmez, söz inkâr edenin olur
(yani sadece o yemin eder).
316 -Satılan
mal helak olduktan sonra ihtilâfa düşüldüğünde yine yeminleşmezler, söz
müşterinin olur. Satılan malın bir kısmı helak olduktan sonra anlaşmazlık
başlarsa yine yeminleşmezler. Ancak satıcı helak olan kısma düşen paradan vaz
geçerse yine her ikisine yemin ettirilir.
317 -Menfaattan
hiç bir şey alınmadan önce kira parasında veya menfaatin miktarında anlaşmazlığa
düşüldüğünde her ikisi de yemin eder ve aldıklarını geri iade
ederler.
318 -Menfaatin
tamamı alındıktan sonra anlaşmazlık olursa her ikisine birden yemin verilmez.
Söz kiralıyanmdır. (Yani sadece kiralı-yan yemin eder). Menfaatin bir kısmı
alındıktan sonra anlaşmazlık olmuşsa her ikisi de yemin eder ve kalan müddet
hakkında kira fesh edilir. Geçen müddet hakkında da söz kiracının
olur.
319 -Alış-verişi karşılıklı olarak kaldırdıktan sonra (daha
satıcı malını geri almadan önce) bir ihtilâf olursa her ikisi de yemin eder ve
alış-veriş geri döner.
320 -Mehir
konusunda anlaşmazlık olunca karı-kocadan hangisi delil getirirse onun delili
kabul edilir. Eğer her ikisi de delil getirirse kadının delili makbul olur. Her
ikisinin de delili yoksa yeminleşirler. Hangisi yemin etmekden çekinirse onun
aleyhine hüküm verilir. Her ikisi de yemin ederse kadına emsallerine göre mehir
takdir edilir. Bu mehir kadının iddia etmiş olduğu mehir kadar veya ondan daha
çok olursa kadının sözüne göre hüküm verilir. Eğer kocanın iddia etmiş olduğu
mehir kadar veya ondan daha az tutarsa kocanın iddiasına göre hüküm verilir.
Emsale göre takdir edilen mehir kadının dediğinden az ve kocanın dediğinden
fazla çıkarsa doğrudan doğruya emsal mehre hüküm verilir.
321 -Karı-koca,
ev eşyasında anlaşmazlığa düşerlerse kadınlara elverişli olanlar kadının,
erkeklere elverişli olan eşyalar da erkeğin olur. Karı-kocadan biri ölür de
mirasçıları diğeri ile anlaşmazlığa düşerlerse, her ikisine de elverişli olan
eşyalar, hayatta kalan eşin olur.
322 -Efendi ile
köle kitabet[105]
bedelinin mikdarında ihtilâf ederlerse her ikisi de yemin etmezler.
Neseb Davası:
323 - Satılan
bir cariye satıldıkdan sonra altı ay geçmeden bir çocuk doğurur ve onu satan,
bu çocuğun kendisinden olduğunu dava ederse, çocuğun nesebi kendisinden sabit
olur. Cariye ümmü veledi[106]
olur. Akş-veriş bozulur ve cariye için ödenen para da geri verilir (SM).
Müşterinin bu durumda satan efendi ile olan davası kabul edilmez.
324 - Çocuk
öldükden sonra, satan onun kendisinden olduğunu iddia etse cariye, artık onun
üram'ü veledi olmaz.
325 - Cariye
öldükten sonra, altı aydan önce doğmuş olan çocuğun kendisinden olduğunu iddia
ederse, çocuk kendisine ait olur. Cariyeyi kaça sattı ise, o parayı tamamen geri
öder.
326 - Cariye,
satıldıkdan sonra altı ay ile iki sene arasında çocuk doğurursa, müşteri
satanın; çocuğun kendisinden olduğu hakkındaki iddiasını tasdik ederse, çocuk
satanın olur ve satış fesh edilir. Tasdik etmezse çocuk kendisinin
olur.
Satılışından iki sene geçtikden sonra artık satıcının
davası dinlenmez. Satış fesh olmaz, çocuk azad olmaz, cariye de kendisinin
ümm-ü veledi olmaz.
327 - îkiz
çocuklardan birinin nesebini iddia eden için ikisinin de ondan nesebi sabit
olur.
İKRAR[107]
328 - ikrar,
ikrar eden = (mukır) aleyhine bir delildir.
329 - ikrar
edenin âkil ve baliğ olması şarttır. .
330 - Lehine
ikrar edilenin = (mukarrun leh) yani hak sahibinin belli olması da
şarttır.
331 -Belli bir
şeyi ikrar etmek sahih olduğu gibi, belli olmıyan bir şeyi ikrar etmek de
sahihtir.. Ve belli olmıyan şey açıklanır. Bir kimse "bende falan adamın bir
malı var veya bir hakkı var" derse bu adamın, kıymet taşıyan bir malı ve Hakkı
açıklaması lâzım gelir. Hak sahibi, ikrarda bulunanı bu açıklamasında
yalanlarsa söz yemini ile beraber ikrarda bulunanın olur.
332 - Bir mal
ikrarında malın kıymetinin bir dirhemden daha az olmaması gerekir. Eğer "büyük
bir mal" denilmişse bu mal, söylediği malın nisap miktarı olur. Zekâta tâbi
olmıyan malda nisap miktarının kıymeti olur. Eğer "Onun bende çok malları var"
diye ikrarda bulunulmuşsa üç nisap miktarını dolduran malın olduğu düşünülür.
"Onun bende dirhemleri var" ikrarı ile üç dirhemden aşağısı kabul edilmez,
ikrarında "çok dirhem alacağı var" derse on dirhemden aşağı açıklaması kabul
edilmez. "Şöyle bir dirhem" sözünden bir dirhem anlaşılır. "Onun bende şu kadar,
şu kadar dirhemi var" ikrarı ile on bir dirhemden aşağı sözü kabul edilmez.
"Onun bende şu kadar, şu kadar şu kadar dirhemi var" şeklinde üç tekrar
yapılmışsa bu da en azından on bir dirhemi gösterir: "Şu kadar ve şu kadar" yani
arada "ve" bağı bulunan ifadeyle yirmi birden aşağısı, kabul edilmez. Eğer bu
şekilde (ve) bağı ile üç tekrar yapılmışsa, yirmi bire yüz ilâve edilir. Dört
tekrar yapılmışsa bin ilâve edilir.
333 - Bütün
ölçü ve tartı ile satılan mallarda da yukardaki gibi hareket edilir.
334 - İkrar
eden ikrarında "Yüz ve bir dirhem demişse" bunun yüz bir dirhem olduğu
anlaşılır. Tartı ve ölçü ile satılan mallar için de durum aynıdır.
ikrarda "Yüz ve bir elbise" denilirse bu sadece bir
elbise olduğunu gösterir ve "100"ün de ne olduğunun açıklanması gerekir. "Yüz ve
iki" sözü de böyledir. Fakat 'Yüz ve üç elbise" doğru dan-doğruya 103 elbiseyi
ifade eder (F).
335 - ikrar
eden "Onun üzerimde veya benim taranmda bir alacağı var" derse borcu olduğunu
anlatmış olur. Fakat böyle değil de; "yanımda beraberimde, evimde" demişse
bunlarla bir emaneti ikrar etmiş olur.
336 - Alacaklı
borçluya "benim sende bin lira alacağım var" der, o da "Onu tart al, yahut onu
boz al veya onu tehir et, yahut onu sana ödedim veya ben onu sana tecil
ettirdim" derse, bu sözleri ile ikrarda bulunmuş olur. Fakat yukardaki sözlerde
zamir kullanmazsa ikrarda bulunmuş olur. Fakat yukardaki sözlerde zamir
kullanmazsa ikrarda bulunmuş olmaz.
337 - Borçlu,
tecil edilmiş bir borç ikrar eder, alacaklı da hemen ödenmesi gerektiğini iddia
ederse alacaklıya tecilli olmadığına yemin ettirilir (F).
Sünnete gelince Hz. Peygamber (S.A.V) Mâiz ile Gâmidiyye
adlarında bir erkekle bir kadını; zina ettiklerini huzurunda birkaç defa ikrar
etmeleri üzerine recm etmiştir. Bu "asîf diye tanınan hadiste anlatılır.
Sübülü's-Selâm adlı eser bunu Ebû Hureyre (R,A)'den nakleder. (Buharî, Hudûd,
30-33-46. Tirmizî Hudûd, 5-8).
ikrar hakkında icma da vardır; ikrar töhmetsiz
doğrulukdan sadır olmuşdur. insan yaradılış itibari ile malı çok sevdiğine göre
o malın başkasına ait olduğunu ikrarda yalancı olamaz.
Mukır: ikrar eden.
. Mukarrunleh: Hak sahibi, yani kendi lehine ikrar
yapılan kimse, ikrar sarih, açık sözlerle olduğu gibi, zımnî ve delâlet yolu ile
de olur.
338 - Yüzük
borcu olduğunu ikrar eden kimsenin hem halkasını ve hem de taşını vermesi lâzım
gelir. Kılıç borcu ikrarı içerisine kılıcın demir kısmı, kını ve bağı dahil
olur. Mendile bağlı bir elbise ikrarına mendil de girer.
339 - Benim
beşde beş lira borcum var" sözü ile çarpmayı irade etse bile beş lirayı ikrar
etmiş olur.
"Onun bende birden on liraya kadar alacağı var" yahut
"bir lira ile on lira arasında alacağı var" ikrarına göre dokuz lira vermek
gerekir (S.M.F).
340 - Anne
karnındaki çocuk ile ikrarda bulunmak caizdir ve mülkü olmaya elverişli (F) bir
sebep söyleyince anne karnındaki çocuk için ikrarda bulunmak da caiz
olur.
İkrarda İstisna Yapmak = Hariç Tutmak:
341 - îkrar
edilen bir hakkın tamamından, hemen bu ikrara bitişik olmak şartı ile bir kısmım
istisna etmek sahihtir. Ve geriye kalan kısmı ödemek lâzım gelir, ikrar edilen
miktarın tümünü istisna etmek bâtıldır, (yani ikrar ettiği şeyin tümünü vermesi
gerekir).
342 - Bir kimse
ikrarına "İnşallah" diye başlarsa bununla bir hakkı ikrar etmiş olmaz. Melekler
ve cinler gibi ne diledikleri belli olmıyan varlıkların dileklerine bağlı
ikrarda bulunmak da yine böyledir.
343 - Bir kimse
bir dinarı veya bir ölçek buğdayı müstesna olmak üzere, yüz dirhem borcu olduğnu
ikrar etse yüz dirhem, bir- dinar (MZ) veya bir ölçek buğdayın kıymetleri
çıkartılarak ödenir. Bütün ölçülen ve tartılan (M) ve sayı (Z) ile satılan
mallarda da istisna edilenler ikrar edilen borçdan kıymetlerine göre hariç
tutulurlar.
Bir elbisenin, koyunun veya bir konağın istisna edilmesi
= (ikrar edilen paradan hariç tutulması) ise sahih değildir.
344 - Bir kimse
malı Zeyd'den gasp ettiğini söyleyip arkasından "hayır bilâkis Amr'den" derse bu
mal Zeyd'in olur ve ayrıca o malın kıymetini Amr'e tazmin eder (F).
345 - Eğer bir
kimse iki şeyi ikrar edip sonra onlardan birini ve ötekinin de bir kısmını
istisna etse = (hariç tutsa) bu ikrar bâtıl olur (SM). Onlardan birinin bir
kısmını yahut her ikisinin bir kısmını hariç tutmak ise sahihtir ve hariç
tutulan şey kendi cinsine sarf olunur.
346 Bir
konakdan binasının istisna edilmesi bâtıldır. "Konağın binası benim, arsası ise
falan adamındır" sözü ile bina kendisinin ve arsası da ikrar ettiği adamın
olur.
347 - Bir kimse
"satın alıp teslim almadığım kölenin parasından bin lira borcum var" der ve
köleyi de tayin etmezse bin lira vermesi gerekir (SM). Eğer köleyi tayin eder ve
sahibi de onu kendisine teslim ederse bin lirayı vermesi borç olur, aksi halde
olmaz.
348 - Domuz
veya içki parasından borcu olduğunu söyliyene bu borç '. lâzım gelir.
349 - Eğer bir
kimse "satın aldığım eşyanın parasından veya bana verdiği borçdah dolayı falana
borcum var" der, sonra da "O kalp veya düşük bakır para idi" der, hak sahibi de
"O yeni, geçerli paradır" diye iddiada bulunursa geçerli para olduğuna hükm
edilir. Fakat "O parayı ondan gasp etmiştim" veya "Yanımda emanet bırakmıştı"
derse, paranın kalp veya düşük bakır para olduğu hususundaki iddiası kabul
edilir. Fakat kurşunî para veya gümüş karışımı âdı bir para olduğu iddiası
bunların ikrarından hemen sonra yapılmışsa kabul edilir. Aksi halde sonradan
yapılan iddia kabul edilmez.
Sıhhatli İken ve Ölüm Hastalığında İkrar Edilen Borçlar:
350 - Bir
kimsenin sıhhatli iken edindiği borçları ve hasta iken bilinen bir sebepten
(bir şeyi satın almak, borç almak, başkasının malını telef etmek v.s.'den)
ileri gelen borçları, ölüm hastalığında iken ikrar etmiş olduğu borçlarından
(ödemedeki sıra yönünden) öne alınır. Ölüm hastalığında iken ikrar edilen
borçlar da mirasdan önce alınır.
.351 -Hastanın
mirasçılardan birine bir borç veya bir mal ikrar etmesi hükümsüzdür. Ancak
diğer mirasçılar bunu kabul ederlerse bu ikrar geçerli olur.
352 - Bir
kimse, hastalığında ailesini üç talak ile boşar ve sonra onun için bir ikrarda
bulunup ölürse, kadın mirasın ve ikrar edilen hakkın hangisi daha az ise onu
alır.
353 - Hasta,
mirasçı olmıyan bir yabancı için ikrard abulunur ve sonra onun kendisinin oğlu
olduğunu söylerse ikrarı hükümsüz kalır. Fakat bir kadın için böyle bir ikrarda
bulunup sonra onunla evlenirse bu ikrarı geçerli olur.
354 - Bir
erkeğin "Bu benim çocuğumdur, ana ve babamdır, ailem-dir, kölemdir" tarzındaki
ikrarını bu kimseler tasdik ederlerse sahih olur. Kadının da ikrarı erkeğin
ikrarı gibi sahih olur. Ancak bir çocuğun, kendisinin olduğunu ikrar etmesi
kocasının tasdikine veya ebenin şehâdetine bağlıdır.
Babası ölen kimse, birisinin kardeşi olduğunu ikrar etse
bu kimse mirasda kendisine ortak olur. Fakat nesebi babasından sabit
olmaz.
ŞAHİTLİK[108]
355 - Hâdiseye
şahit olmasından dolayı şahit tayin edilenin istenildiği zaman bundan çekinmeğe
hakkı yoktur. Şahitlik vazifesini üzerine aldıkdan sonra, kendisinden şahitlik
yapması istenildiği zaman hak; başkası ile isbat edilemiyeçekse şahitlik yapması
farz olur.
356 - Had
cezasını gerektiren suçlarda şahit, şahitliğini gizlemekle açıklamak arasında
muhayyerdir. Şahitliğini gizlemesi ise daha iyidir. Hırsızlığa şahit olunca
(malı çalmanın-hakkını korumak için) "Bu malı aldı" der. "Çaldı"
demez.
357 - Şahitliğin Nisabı:
1) Zina suçu
için, dört erkeğin şahitlik yapması lâzımdır.
2) Zinadan
başka had ve kısas cezalarını gerekli kılan suçlar için, iki erkek şahit
gerekir.
3) Yukardaki
iki maddeden başka hukuk davalarında iki erkek yahut iki erkekle bir kadının
(P) şahitlikleri kabul olunur.
4) Doğum,
bakirelik ve kadınlığa ait kusurlar gibi erkeklerin bile-miyeceği hususlarda tek
bir kadının şahitliği kabul edilir. Çocuğun cenaze namazının kılınması için
doğarken sesinin çıktığına ait kadınların yapmış olduğu şahitlik makbuldür.
Fakat bu şahitlik miras için geçerli değildir (SM).
358 -
Şahitlerde Bulunması Gereken Vasıflar:
1) Âdil
olmak,
2) Şahidin
"Şehadet ederim" sözünü kullanması şarttır,
3) Hür
olmak,
4) Müslüman
olmak.
359 - Kısas ve
had cezaları ile ilgili davalardan başka davalarda müslüman şahitlerin âdil
oldukları düşünülür (S.M.F.). Hasmı, şahitlerin durumuna ta'n35 ederse o zaman
bunların tezkiyeszi = (âdil olup olmadıklarının araştırlamıs)
yapılır.
Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre bütün hukuk
davalarında hasım olan taraf; ta'n etse de etmese de gizli ve açık olarak
şahitler tezkiye edilirler ki, fetva da buna göre verilmiştir.
360 - Hâkimin
sadece gizli tezkiye ile yetinmesi caizdir. Tezkiyeyi yapan şahsın "O âdildir
(F), şahitlik yapması caizdir" demesi lâzımdır.
361 -Şahitleri
davalının tezkiye etmesi kabul değildir (SM). Bir kişinin tezkiye etmesi
yeterli olur (F)
Ta'n-ı şuhûd: Bir davaya şahitlik yapanların bu
şahitliklerinde yalana olduklarına dair davacı tarafından yapılan
iddiadır.
Tezkiye-i şuhûd: Bir hadise hakkında şahitlik yapan
kimselerin bu şe-hadete ehil olduklarının, başkalarından gizli veya açık
sorularak tesbit edilmesidir. Tezkiye a) Alenî, açık b) Gizli diye ikiye
ayrılır.
Müzekki: Tezkiyeyi yapan kimse.
Hukuk ve Akitlere Dair Bütün Görülen ve Duyulanlara Şahitlik Yapmak:
362 - Bir
kimsenin şahit gösterilmeden; akitlere ve hukuka dair bütün duyduklarına ve
gördüklerine şahitlik yapması caizdir. Şahitlik üzerine şahitlik yapmak ise
böyle değildir. Çünkü, şahit tutulmadan başkasının yaptığı şahitliğe şahitlik
etmek caiz olmaz.
363 - Tam bir
açıklıkla görmeden bir şey hakkında şahitlik yapmak caiz değildir. Ancak neseb,
ölüm, bir kimsenin ailesi ile münasebeti, nikâh, hâkimin velayeti ve vakfın
aslı gibi davalarda (güvenilir kimseden duyarak şahitlik etmek) caiz
olur.
364 - Köle ve
cariyeden başka şeylerde mutlak mülk davasına şahitlik yapmak da
caizdir.
365 - Şahit
olan, bir hâdiseye dair kendi yazısını gördüğü zaman o hâdiseyi hatırlamadıkça
şahitlik edemez.
366 - Yalancı
şahitler halka teşhir edilirler, fakat cezalandırılmazlar (SM)[109]
367 -
Şahitliğin davaya uygunluğu şarttır.
368 - 1) Her
iki şahidin sözde ve mânada bir olmalarına itibar edilir (SM). Meselâ,
şahitlerden biri borcun bin lira diğeri de iki bin lira olduğuna şahitlik
yaparsa bu şahitlik kabul edilmez (SM).
2) Her iki
şahit de bir kimsenin bir inek çalmış olduğuna şahitlik yapsalar fakat renginde
ihtilâf etseler hırsızlık sabit olup el kesme cezası verilir. Fakat erkeklik ve
dişiliğinde anlaşamazlarsa suç sabit görül-meyip el kesilmez.
3) Şahitlerden
ikisi Zeyd'in, kurban bayramında Mekke'de öldürüldüğüne, diğer ikisi de Kûfe'de
öldürüldüğüne şahitlik yapsalar, hepsinin şahitlikleri red edilir. Şahitlerden
ikisi diğer ikisinden daha önce gelip şahitlik yapsalar ve hüküm bunlara göre
verilse sonraki şahitlik hükümsüz kalır.
369 - Şahitlikleri Kabul Edilmiyenler:
1) Âmânın
şahitliği kabul edilmez[110]
2) Bir kimseye
zina suçunu iftira etmiş olmasından dolayı had cezasına çarptırılmış olanın
şahitliği (SZ), Bunlar tövbe etseler de artık şahitlikleri kabul edilmez. Fakat
müslüman olmadan önce böyle bir cezaya çarptırılan, sonradan müslüman olursa
şahitliği kabul edilir.
3) Ana-babanm,
çocukları ve aşağıya doğru torunları lehine; çocukların da, ana-babaları ve
yukarıya doğru dede ve nineleri lehine şahitlik" yapmaları kabul edilmez. Bir
kimse, kölesine ve mükâteb kölesine de şahitlik yapamaz.
4) Karı ve
kocadan (F) biri diğeri için şahitlik yapamaz.
5) Ortaklardan
biri,ortaklıkları ile ilgili bir iş davasında diğer ortağı lehine şahitlik
yapamaz.
6) Bir kimsenin
hususî işçisinin = (Ecîri has) kendine şahitlik yapması kabul
edilmez.
7/ Kendilerini
kadınlara benzeterek âdî işleri yapanların şahitliği kabul değildir.
8} Ölü
arkasından bağırıp çağırarak ağlıyan.kadınların ve insanlara şarkı
söyliyenlerin şahitliği makbul değildir..
9) Eğlenmek
için devamlı şarap içenlerin şahitliği kabul değildir.
10) Kuşlarla
oynayıp eğlenenlerin şahitliği,
11) Had
cezasını gerektiren büyük günâhlardan birini işleyenin şahitliği,
12) Faiz
yiyenlerin şahitliği,
13) Satrançla
kumar oynıyanlarm şahitliği,
14) Hamama
peştemalsız çıplak girenlerin,
15) Sokakta
giderken bir şey yemek ve yol üzerinde küçük abdest yapmak gibi hafif işler
yapanların şahitliği,
16) Selefe
(Sahabe-i kiram, tabiîn, müctehidler v.s. büyüklere) şovenlerin
şahitliği,
17) Dünya
menfaatları yüzünden aralarına düşmanlık girenlerin birbirlerine şahitliği kabul
edilmez. Aralarındaki husûmet dinî sebepler yüzünden ise -şahitlikleri kabul
edilir.
18) Zimmet
ehlinin birbirlerine şahitlik yapması (dinleri değişik olsa da) kabul edilir.
Fakat müste'men = (yabancı uyruklu olup müslü-manlardan emniyet kâğıdı alan) in
zimmîye şahitlik yapması kabul edilmez. Zimmînin ise ona şahitlik yapması kabul
edilir (F).
19) Sünnetsiz,
buruk ve zinadan doğan çocuğun ve hünsâ'nm = (hem erkek ve hem de kadın uzvu
olan veya cinsiyeti belli olmıyanın) şahitlikleri kabul olunur.
370 - Şahitlik
hususunda muteber olan, şahidin şahitlik yaptığı zamandaki durumudur. Yoksa,
olayı gördüğü veya işittiği zamandaki durumudur. Yoksa, olayı gördüğü veya
işittiği zamandaki durumu değildir.
371 -Bir
insanın iyilikleri kötülüklerinden çok olursa onun şahitliği kabul
edilir.
Şahitlik Üzerine Şahitlik Etmek:
372 - Şüphe ile
düşmiyen (F) bütün davalarda şahitlik üzerine şahitlik yapmak caizdir.
.
373 - Bir
sabide bir kişinin şahit olması caiz değildir. İki kişinin iki şahide şahit
olması ise caizdir.
374 - Şahitlik
üzerine şahitlik şöyle olur:
Asıl şahit, 2. derecede şahit tutacağı kimseye "Falanın
benim yanımda şunu ikrar ettiğine benim şahit olduğuma şahit ol"
der.
2. derecedeki şahit hâkim huzurunda şahitlik yaparken
"Ben falanın, kendi yanında falan kimsenin şunu ikrarına şahit olduğuna beni
şahit tuttuğuna ve bana "şuna şahitliğime şahit ol" dediğine şahitlik ederim"
der.
375 - îkinci
derecedeki şahitlerin şahitliği, asıl şahitler özürleri yüzünden mahkemeye
gelemedikleri zaman kabul edilir.
376 - İkinci
derecedeki şahitler asıl şahitleri tezkiye edebilirler. Onlar hakkında bu konuda
bir şey söylememeleri de caiz olur.
377 - Asıl
şahitler, kendi şehâdetlerini inkâr ederlerse, ikinci derecedeki şahitlerin
şahitliği kabul edilmez.
378 - Bir
kimseyi tanıtmak için, dedesini veya soyunu, kabilesini söylemek gerekir. Bir
kimseyi bir şehire ve büyük bir mahalleye nisbet etmek umumîlik ifade eder.
Küçük sokağa nisbet etmek ise özellik ifade eder.
Şahitlikden Dönmek:
379 -
Şahitlikden dönmek ancak hâkim Önünde olursa sahih olur. Hüküm verilmeden önce
şahitler şahitliklerinden dönerlerse şahitlik yapmamış gibi olurlar. Hâkim hüküm
verdikten sonra dönerlerse, verilen hüküm artık bozulmaz, şahitlikleri yüzünden
verdikleri zararı öderler.
380 - îki şahit
bir mal için şahitlik yaparlar ve hâkim de bu mal hakkında hüküm verip davacı bu
malı aldıktan sonra şahitler sözlerinden dönerlerse aleyhine şahitlik
yaptıkları kimseye o malı öderler. Eğer şahitlerden biri dönerse yarısını tazmin
eder.
381 -1)
Şahitlikten dönmek konusunda dönen şahide değil dönmi-yen şahide itibar
edilir.
2) Eğer
şahitler üç kişi olur da bunlardan yalnız biri dönerse, dönenin bir şey ödemesi
gerekmez. Şahitlerden biri daha dönerse dönen bu iki şahit, malın yarısını
öderler.
3) Eğer bir
erkek ile iki kadın şahitlik yapar da kadınlardan biri dönerse onun üzerine
malın dörtte birini ödemek düşer. Kadınların ikisi de dönerse bu iki kadın malın
yarısını öderler.
4) Eğer bir
erkekle on kadın şahitlik yapar da sonra hepsi şahitliklerinden dönerlerse
erkek 1/6'ini, kadınlar da geriye kalan 5/6'ini öder (SM).
5) Bir mal
için, iki erkek ve bir kadın şahitlik yapar ve sonra hepsi dönerse; sadece
erkekler tazmin eder, kadın bir şey Ödemez.
382 - Bir
nikâhın, emsal mehirden daha az bir paraya kıyıldığına şahitlik yapanlar sonra
bundan dönerlerse bir şey ödemeleri gerekmez. Fakat, emsal mehirden daha çok
parayla kıyıldığına şahitlik yapıp dönerlerse fazla olan miktarı kocaya
öderler.
383 - Zifafa
girmeden önce bir kimsenin karısını boşadığma şahitlik yapıp sonra bu
şehâdetten dönenler mehrin yarısını (F) öderler. Fakat zifafdan sonra yapılan
boşamaya şahitlik yapıp dönenler bir şey Ödemezler (F).
384 -Kısası
gerektiren bir suça şahitlik yapanlar (hüküm verilip kısas tatbik edildikden
sonra) bundan dönerlerse ölenin diyetini öderler. Asıl şahitlere şahitlik
edenler dönerlerse bu sefer diyeti bunlar öderler. Asıl şahitler
şahitliklerinden dönerler de "Biz şahitliğimize 2. derecede şahit tutmadık"
derlerse artık 2. derecedeki şahitler birşey tazmin etmezler.
385 - "İhsan'[111]
a şahitlik yapıp sonra dönenlere tazmin gerekmez.
386 -Bir
kimsenin yemin ettiğine şahitlik edenlerle şart ettiğine (ailesini boşamak ve
kölesini azad etmek gibi hususlarda) şahitlik edenler şahitliklerinden
dönerlerse tazmin, yemine şahitlikden dönenlere düşer.
387 - Şahitleri
tezkiye edenler = (müzekkîler) tezkiyelerinden dönerlerse sebep oldukları
zararı öderler.
VEKALET[112]
388 - Vekaletin
sahih olabilmesi için müvekkil = (kendi yerine vekil tayin eden) in tasarruf
etmeğe mâlik olması ve tasarruflarından doğan hükümlerin kendisine lâzım
gelmesi gerekir.
389 -Vekilin de
salahiyetli kılındığı işe aklı ermesi ve o işi benimsemesi şarttır.
390 -Müvekkilin
bizzat kendi başına yaptığı akitlerde bir başkasını vekil tayin etmesi
caizdir.
391 -Her çeşit
hukuk davalarının ve haklarının alınması, verilmesi için vekil tayin etmek
caizdir. Ancak had (S) ve kısas cezasını gerektiren davalarda vekil tayin etmek
caiz olmaz. Çünkü müvekkil olmadan had ve kısas cezalarına ait hakkın istenmesi
caiz olmaz.
392 -
Müvekkilin, hasta veya yolcu olması müstesna hasmın rızası olmadan bir davaya
vekil tayin etmek caiz değildir[113]
393 - Vekil
ahş-veriş, kira ve yapılan ikrardan sulh olmak gibi yaptığı akitleri kendisine
izafe ederse bu işlerden doğan bütün haklar kendisine taalluk eder; satılan
malı teslim etmek, para almak, bir kusurdan dolayı malı geri vermek ve diğer
işler gibi. Ancak hacr altına alınmış olan çocuk ve köle böyle değildir.
Bunların yaptığı akitler caiz olur ve bu akitlerle ilgili haklar müvekkillerine
taalluk eder.
394 - Vekil
satın aldığı malı müvekkiline teslim ederse, müvekkilin izni olmadan maldaki
kusur yüzünden onu geriye iade edemez.
395 -Müşteri
satın aldığı malın bedelini müvekkile vermemek hakkına sahiptir. Fakat müvekkile
ödemesi de caiz olur.
396 - Vekilin,
müvekkili adına yaptığı her akitten doğan haklar müvekkile ait olur: Nikâh, mal
karşılığında boşanmak, kasden adam öldürme cezasından sulh olmak, mal
karşılığında köleyi azad etmek, kitabet, inkâr edilen bir hakdan sulh olmak,
hibe, sadaka, ödünç vermek, emanet bırakmak, rehin, borç vermek, şirket kurmak,
mudarabe ortaklığı kurmak gibi.
Satmaya ve Satın Almaya Vekâlet:
397 - Bir malı
satın almaya vekil tayin eden kimsenin; o malın vasfını, cinsini veya ödenecek
bedelin miktarını söylemesi gerekir. Ancak vekile "uygun gördüğünü al" denilirse
bir açıklamada bulunmak gerekmez.
398 - Belirli
bir malı satın almaya vekil edilen kimsenin o malı kendisine almaya hakkı
yoktur.
399 - (Para
cinsi belirtilmeden) bir malı satın almaya vekil olan kimse onu dinar ve dirhem
paradan başka para ile alırsa veyahut da müvekkil tarafından cinsi bildirilen
paradan başka çeşit para ile satın alırsa yahut vekil kendi yerine başka bir
vekil tayin ederse alış-veriş kendi adına yapılmış olur.
400 - Eğer
satın alınacak mal belirtilmemişse vekil bunu kendi adına satın almış olur.
Ancak parasını müvekkilin malından öderse veya müvekkil için satın almaya niyet
etmişse mal müvekkil için satın alınmış olur.
401 -Sarf ve
selem akitlerinde vekilin ayrılmasına itibar edilir, müvekkilin ayrılmasına
itibar edilmez.
402 - Bir kimse
diğerine yiyecek alması için para verirse bu buğday
ve ununu almaya vekâlet sayılır. Bir görüşe göre de para
çoksa buğday almaya, az ise ekmek almaya, orta ise un almaya vekil kılınmış
olur.
403 -Vekil,
aldığı malın bedelini kendi parası ile öderse müvekkilden parasını alıncaya
kadar malı yanında alakoymak hakkına sahip olur. Mal hapsedildikten 'sonra zayi
olursa, parasını vekilin vermesi lâzım gelir (SZ).
404 - Bir
dirheme on kilo et almaya vekil tayin edilen kimse, bir dirheme on kilo satın
alman etten 20 kilo alırsa müvekkilin yarım dirhem karşılığında on kilo et
alması lâzım gelir.
405 - Birmalı
(fîatı tesbit edilmeden) satmaya vekil olan kimse o malı noksan fiaüa (SM),
va'de ile (SM) ve yine bir mal karşılığında (SM) satabilir. Veresiye sattığı
malın bedeli karşılığında rehin (SM) ve kefil de alabilir.
406 -
Müvekkilin, malın parasını müşteriden almaya hakkı yoktur.
407 -Bir mal
satın almaya vekil edilen kimse, o malı ancak emsallerinin kıymeti ve herkesin
aldanabileceği bir fazlalıkla (yani az bir aldanma ile) satın alabilir. Bu az
aldanma; ticaret malları için 10 dirhemde yanın dirhem, hayvanlarda bir dirhem,
akarlarda ise iki dirhem fazlasına almaktır.
408 - Bir
köleyi satmaya vekil tayin edilen, o kölenin yarısını (SM) satarsa caiz olur
(Z). Satın alma işinde ise müvekkilin iznine bağlı olur. Fakat husûmetten önce
diğer yarısını da satın alırsa caiz olur.
409 -Vekil,
lehlerine şahitlikyapamıyacağı (babası, anası gibi) kimselerle alış-veriş
akdinde bulunamaz. Ancak malı, onlara kıymetinden daha çok para karşılığında
satarsa o zaman caiz olur.
410 -Bir iş
için tayin edilen iki vekilden biri, diğeri olmadan (S) borcu ödemek, emaneti
geri vermek, karşılıksız köle azad etmek, boşama ve husûmet (Z) davasına bakmak
hariç tek basma hareket edemez.
411 -Vekil,
müvekkilin izni olmadan, yahut "görüşünle hareket et" demeden başkasını vekil
tayin edemez. Müvekkilin emri olmadan bir başkasını vekil tayin eder de bu
ikinci vekil birincinin huzurunda bir akit yaparsa geçerli olur.
412 -Müvekkil
vekilini azletmek hakkına sahiptir. Vekilin, azle-dildiğini öğreninceye kadar
yaptığı tasarrufları geçerli olur.
413 -Vekil ve
müvekkilden birinin ölümü, devamlı delirmesi ve dinden dönmüş olarak düşman
yurduna katılması ile vekâlet ortadan kalkar.
414 -Mükâtep
köle borcunu Ödemekden âciz kalırsa, alış-verişe mezun olan tasarrufdan men
edilirse, yahut ortaklar ortaklığı kaldırır-larsa vekilin haberi olmasa dahi
vekâlet kalkar.
415 -Müvekkil
vekil tayin ettiği bir işde tasarrufda bulunursa vekâlet kalkar.
416 -Bir borcu
almaya vekil olan o konuda dava açmaya da vekildir
(SM).
417 -Dava
açmaya vekil olan, İmam Züfer'in hilâfına olarak davalıdan malı kabz etmeğe de
vekildir. Fetva ise İmam Züfer'in görüşüne göre verilmiştir.
418 -Bir
husûmet davasında vekilin hâkim huzurunda müvekkili aleyhine ikrarda bulunması
geçerli olur. Hâkim huzurunda olmazsa geçerli olmaz (SF).
419 -Bir kimse
gaib olan birisinin alacağını tahsil etmeğe vekili olduğunu iddia edip borçlu
da tasdik etse borcunu ona vermesi (F) için emredilir. Alacaklı gelir de
vekilin vekilliğini kabul ederse hal böyledir. Kabul etmezse, ikinci defa ona
ödemede bulunur ve vekile verdiğini eğer elinde mevcut ise ondan geri alır. Zayi
olmuşsa artık onu geri alamaz. Ancak vekili tasdik etmediği halde borcunu ona
vermişse bu durumda yine verdiğinin bedelini vekilden alır.
. 420 - Bir
kimse emanet bırakılan malı almaya sahibi tarafından vekil kılmıdğını iddia
etse, kendisine emanet edilen tasdik etse bile yine emaneti ona vermekle
emrolunmaz. Eğer emanet bırakanın öldüğünü ve kendisine o malı miras bıraktığını
söyler de o da tasdik ederse emaneti ona vermesi için emredilir. Fakat emanet
bırakandan o malı satın aldığını iddia eder ve emanetçi de tasdik ederse yine
malı ona vermez.
KEFALET[114]
421 -Kefalet;
birşeyin istenmesi hususunda kefilin zimmetini asîlin = (borçlu) zimmetine
katmaktır.
422 - Ancak
bağışlamak hakkına sahip olan kimseler kefil olabilir.
423 - Kefalet
iki kısımdır ve bunlara kefil olmak caizdir:
1) Nefse
kefalet,
2) Mala
kefalet.
Nefse kefalet akdi, kefil olacak kimsenin "onun
kendisine veya onun boynuna kefîl oldum" sözleri ile meydana geldiği gibi,
bedenin tamamını ifade eden her hangi bir uzva ve beşde bir ,onda bir gibi
orantılı bir cüzüne kefîl olmakla da meydana gelir.
Mala kefalet akdi "Onu tazmin ederim, şu borç benim
üzerimdedir, ödemek bana aittir, ben borca kefilim, ben onun borcunu ödemeyi
kabul ettim" gibi sözlerle meydana gelir.
424 - Nefse
kefîl olanın, o kimseyi muhakeme edilebileceği yerde hazır bulundurması ve
teslim etmesi gerekir. Bunu yaptığı zaman kefilliği sona erer. Eğer başka bir
şehirde teslim etmiş olsa yine kefaletten uzak olur.
Eğer belli bir zamanda teslimi şart koşulmuşsa,
kendisinden istendiğinde, o zaman içinde orada hazn* bulundurması lâzım gelir.
Hazır bu-lundurmazsa hâkim kendisini haps eder. Zaman geçip kefili bulunduğu
kimseyi de hazır buhınduramamışsa hâkim yine haps eder.
425 - Hâkim,
kefili haps ettikden sonra, asîli hazır bulundurmak-dan âciz bulunduğunu anlarsa
serbest bırakır.
426 - Kefil,
asilin yerini bilmiyorsa onu getirmesi kendisinden istenemez. '
427 - Kefalet,
kefilin ve hazır bulundurulması istenen kimsenin ölümü ile ortadan kalkar. Fakat
alacaklının ölümü ile kefalet kalkmaz.
428 - Kefil,
tayin edilen aydan Önce, istenen kimse veya şeyi teslim ederse kefaletten beri
olur.
429 - Kefil,
alacaklıya "eğer onu sana teslim etmezsem onun üzerinde olan bin lira borç
benim üzerimdedir" der ve onu da teslim edemezse bin lira borcu yüklenmiş
olduğu gibi ayrıca kefalet de devam eder.
430 - Sahih bir
borç olunca mala kefîl olmak caizdir. Şu kadar var ki, kitabet = (kölenin
efendisinden hürriyetini para karşılığında satın alması), kölenin kazanç
sahasına atılması, emanet, had cezaları ve kısas bedellerine, kefîl olmak sahih
değildir.
431 -Kefalet
sahih olunca alacaklı alacağını dilerse kefilden dilerse de asıl = (esas
borçlu) dan ister. Nasıl ki havalede alacağı muhîl = (borçlu) den de istemek
şartı koşulunca bu, kefalet oluyorsa, burada da eğer asilden istememek şartı
koşulursa bu kefalet, havale olur.
432 - Kefalet
asilin emri ile caiz olduğu gibi emri olmaksızın da caiz olur. Şu kadar var ki
emri ile kefîl olmuşsa Ödediğini asilden ister. Asîlin isteği olmadan
kendiliğinden kefîl olmuşsa ödediğini dönüp asilden ala-irıaz
433 - Borç
kefilden istenir ve sıkıştınhrsa kefil de borçludan ister ve ödemesi için onu
sıkıştırır.
434 - Borçlu
borcunu öderse veya alacaklı onu borçdan ibra ederse kefîl kurtulur.
435 - Kefilin
kefaletten kurtulması borçlunun borçdan kurtulmasını gerektirmez.
436 - Borç
asilden tehîr edilince kefilden de tehîr olur. Fakat kefilden tehîr edilince
esas borçludan tehîr edilmiş olmaz.
437 - Alacaklı
(alacağım almış olmasından dolayı) kefîle "Sen bu maldan bana karşı beri oldun"
derse kefîl ödediği borcu almak için asüe döner. Fakat "seni beri kıldım" derse
esas borçluya dönemez.
438 -
Kefaletten kurtulmayı bir şarta bağlamak sahih olmaz.
439 - Bizzat
kendileri ile ödenmesi lâzım gelen mallara kefîl olmak sahihtir. Sevm-i şirâ =
(bir malın fiatını koyup satılığa arzetme) yolu ile satılıp kabz edilmiş mallara, gasb edilen mallara ve
fâsid olarak satılan mallara kefîl olmak gibi.
Kendilerinden başkaları ile ödenmesi lâzım gelen
malların bizzat kendilerine kefîl olmak sahih değildir. Satılıp daha henüz
teslim edilmi-yen mallara ve rehin verilen mallara kefîl olmak gibi.
440 - Kefalet
ancak söz konusu olan meclisde (S) alacaklının (F) kabullenmesi ile sahih olur.
Ancak istisna olarak hasta kimse vârisine "benim borçlarıma kefîl ol" der ve o
da buna kefîl olursa, alacaklı orada bulunmasa da kefalet yine sahih olur. Eğer
hasta, vâris olmıyan bir kimseye bunu söylerse onun kabul etmesi ile kefalet
sahih olur mu, olmaz mı diye hukukçular ihtilâf etmişlerdir.
441 -İflâs
etmiş (F) bir ölüye kefîl olmak sahih olmaz.
442 - Bir
hakkın tahakkuk etmesi şartı gibi kefaleti kefalete elverişli bir şarta
bağlamak caiz olur: "Falana satacağın malın parasına kefilim" yahut "falanda
sabit olacak olan alacağın benim üzerimdedir" veya "falanın senden gasb edeceği
şeyi ben ödiyeceğim" ifadeleri ile olan kefaletler gibi.
443 - Kefaleti,
(satılan malın bir sahibi çıkıp) alma imkânı şartına bağlamak da caizdir. (Hak
sahibi olarak falan kimse ortaya çıkarsa parasını öderim" sözü ile kefîl olmak
gibi.
444 - Kefaleti,
hakkı ele geçirmenin gecikmesi ve güçleşmesi şartına bağlamak da caiz olur.
"Eğer o adam ortadan kaybolursa, borcunu ben öderim" sözü ile yapılan kefalet
gibi.
445 - Kefaleti
mücerret bir şarta bağlamak caiz olmaz. "Eğer rüzgâr eserse veya yağmur yağarsa
ben kefilim" gibi. "Yağmurun yağacağı zamana veya rüzgârın esmesi zamanına
kadar kefilim" diye bir müddet konulursa (kefalet sahih olmakla beraber) müddet
sahih olmaz ve borcu hemen ödemek gerekir.
446 - Bir kimse
"Senin onda olan alacağına ben kefilim" der ve alacaklı fazla alacağı olduğuna
şahit getirirse, kefilin ödemesi gerekir. Şahidi yoksa söz kefilin olur ve asıl
borçlunun aleyhine olan ikrarı dinlenmez.
447 - Muayyen
bir hayvan ile yük taşıma işine kefîl olmak sahih olmaz. Fakat muayyen bir
hayvan olmayıp herhangi bir hayvanla olursa
sahih olur.
448 - İki kişi
üzerinde ortak borç olup bunlar birbirlerinin kefîli olsalar bunlardan biri tüm
borcun yansından fazlasını ödemedikçe diğerinden ödediği parayı isteyemez.
Yarısından fazla ödeyince o fazla miktarı arkadaşından alır.
449 - İki kişi
bir kimsenin borcuna kefil olsalar, bunların her biri diğerinin kefîli olur.
Biri borçdan ne kadar ödemişse onun yarısını diğer kefilden alır.
450 - Bir
kimsenin diğerinin haraç vergisine, felâketden hissesine düşeni tazmine ve haklı
bir sebebe dayanan felaketlerin doğurduğu ihtiyaçları karşılamasına kefil
olması caizdir: Su yollarının ıslâhı, bekçi ücreti, ordunun teçhizi ve esir
alınanların fidyesi gibi. Haklı bir sebebe dayanmadan yükletilen külfetlere
gelince fıkıhçılar; bunun için kefil olmak da zamanımızda sahih olur
derler.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
"Allah kime hayır dilerse, onu dinde fakih
kılar"
Hadis (Tecrîd-i Sarih C. 1, H.N.O. 64).
Bismillâhirrahmanirrahîm
HAVALE[115]
1 -Havale,
borçlarda caiz olup inallarda caiz değildir.
2 - Havale,
muhîl = (borçlu) nun, muhtâl = (alacaklı)mn ve havaleyi üzerine alan şahsın
rızaları ile sahih olur.
3 - Havale akdi
tamamlanınca borçlu (Z) borçdan kurtulmuş olur. Artık borçlu ölse de alacaklı
onun bıraktığı mirasdan alacağını alamaz. Fakat hakkının zayi olmasından
korkarsa borçlunun mirasçılarından veya borçlularından bir kefil
alır.
4 - Borcu
kabullenen = (muhalün aleyh) iflâs (SM) etmiş olarak ölür veya havaleyi inkâr
eder (F) de alacaklının bir delili bulunmazsa, alacaklı alacağını esas borçludan
ister. Bu iki durum olmadıkça ondan istiyemez.
5 - Borcu
üzerine alan, asıl borçludan, ödemiş olduğu parayı ister ve borçlu da "Ben
sendeki alacağım karşılığında onu sana havale ettim" derse delilsiz kabul
edilmez.
6 - Eğer borçlu
alacaklıdan havale ettiği şeyi.ister ve alacaklı da "Sen beni sende olan
alacağımı almam için havale ettin" derse, bu söz şahitsiz kabul
edilmez.
MavsııJ
SULH = ANLAŞMA[116]
7 - Sulh üç
şekilde olur:
1) Davalının
üzerindeki hakkı ikrar etmesi,
2) Davacının
iddiası karşısında davalının susması (P).
3) İddia
edileni, davalının inkâr etmesi ile olur, (F).
8- Eğer sulh
mal karşılığında mal vermek sureti ile ve davalının da ikrarı üzere meydana
gelmişse bu anlaşma alış-veriş hükmünde olur. Eğer bu ikrara dayanan anlaşma,
mal karşılığında menfaat sağlamak üzere meydana gelmişse bunda kira hükümleri
ceryan eder.
9 - Dava konusu
olan şeyin bir kısmı veya tamamı bir başkası tarafından hak kazanılarak alınsa
sulh bedelinin o nisbette tamamı veya bir kısmı geri verilir.
10 -Sulh bedeli
olan malın = (davalının davacıya ödediği malın) tamamı veya bir kısmı başkası
tarafından hak kazanılarak alınsa, davacı, elinden çıkan mal nisbetinde davalıya
döner.
11 -Davalının
hakkı inkârı veya susmasından dolayı meydana gelen sulh, davacı hakkında
muaveze = (karşılıklı bedel alıp vermek)dir. Davalı için ise yeminden
kurtulmaktır.
12 -Davacıdan
sulh bedelinin tamamı veya bir kısmı başkası tarafından hak edilerek alınsa
davacı da bedelin tamamı veya bir kısmı için davalıya karşı dava
açar.
13 -Dava konusu
olan mala bir başkası sahip çıkıp alırsa, sulh bedeli tamamen geri verilir. Bir
kısmının sahibi çıkarsa, bedelden, o kısma isabet eden miktarı geri iade edilir
ve hakkında dava açılır.
14 - Sulh
bedelinin teslim edilmeden Önce helak olmasında yukar-daki her iki bölümde de
ona başkası tarafından hak kazanılmış olmanın hükümleri gibi hükümler ceryan
eder.
15 -Meçhul olan
bir maldan sulh olmak caizdir (F). Fakat sulh bedelinin mutlaka belli olması
lâzımdır.
16 - Sulhun Caiz Olup Olmadığı Davalar
1) Gerek kasden
ve gerekse hataen işlenen cinayetlerden sulh olmak caizdir.
2) Had
cezalarından sulh olmak caiz değildir.
3) Bir kadınla
nikâhlı bulunduğunu iddia eden kimsenin bu iddiasını kadın inkâr etse ve sonra
davayı bırakması için kadın onunla mal karşılığında sulh olsa caiz olur.
Kendisi ile nikâhlı olduğunu ikrar etmesi için adamın bir mal karşılığında
kadınla sulh olması da caizdir. Kadın nikâhlı olduğunu iddia etse de erkek
onunla sulh olsa yine caiz olur.
4) Falan
kimsenin kendisinin kölesi olduğunu iddia eden, sonra onunla bir mal
karşılığında sulh olsa caiz olur. Fakat köle üzerinde velâ hakkı olmaz. îki kişi
arasında ortak olan bir köleyi ortaklardan zengin olan taraf azad etse ve ortağı
onunla kıymetinin yarısından fazlası ile sulh olsa caiz olmaz.
5) İnkâr eden
davalının, yanında malı olduğunu ikrar etmesi için, davacının onunla bir mal
karşılığında sulh olması caiz olur.
6) Fuzûlî =
(davacı ve davalı dışında üçüncü bir şahıs) bir mal üzerine sulh yapsa ve sulh
bedeline kefil olsa veya onu teslim etse, yahut "benim şu bin liram üzerine"
diyerek (sulh bedelini kendi parasına izafe etse) anlaşma sahih olur. Eğer
"falanın bin lirası karşılığında sulh oldum" derse bu davalının müsaadesine
bağlı olur.
17 - Borçlardan Sulh:
1) Bir kimse
akit neticesinde borçlandırdığı şahıs ile alacağının bir-miktarı üzerine sulh
olsa bu, hakkının bir kısmını alıp geri kalanını da borçdan düşürmek olur. Bu
karşılıklı alıp vermek = (muaveze) muamelesi değildir:
a) Eğer borçlu
ile bin liraya karşılık beş yüz liraya sulh olsa caiz olur. -
b) Değeri
yüksek paradan bin liraya karşılık değeri düşük paradan beş yüz liraya anlaşmak
da caizdir.
c) Hemen
ödenmesi lâzım gelen borca karşılık aynı mikdar borcu vadeye bağlıyan anlaşma da
caiz olur.
2) Peşin
verilecek dirhem para yerine, tecilli dinar paraya sulh olmak caiz
olmaz.
3) Bin siyah
liraya karşılık, beşyüz beyaz = (halis gümüş) liraya sulh olmak caiz
olmaz.
4) Bin lira
alacağı olan, borçlusuna "Bana yarın borcunun beş yüz lirasını öde, gerisini
bağışlıyorum" der de borçlu da beş yüz lirayı ödemez-se bin lira borç olduğu
gibi kalır (S).
18 - Ortak Alacaklarda Sulh:
1) İki ortakdan
biri, kendi hissesi olan alacağına karşılık bir miktar kumaş alsa diğer ortak
muhayyer olur. İsterse ortağından, almış olduğu kumaşın yarısını alır. Ancak
ortağı alacağın dörtte birini kendisine verirse, o zaman alamaz. İsterse de
borçluyu takip edip alacağın yansını alır.
2) Ortaklaşa
sipariş = (selem)te bulunan iki ortakdan biri sermayeden kendi hissesine düşen
mikdardan anlaşma yapsa (diğer ortak razı olmadıkça) caiz olmaz.
3) Miras =
(terike) olarak kendilerine mal kalan mirasçılar içlerinden birine az veya çok
bir mal verip onu aradan çıkarsalar caiz olur.
a) Miras olarak
gümüş para kalır da ona altın para verirlerse veya bunun tersi olursa bu anlaşma
yine sahih olur. Hem altın ve hem de gümüş para miras kalmışsa sulh bedeli
olarak yine her ikisinden de verilmesi sahihtir.
b) Miras, altın
ve gümüş para ve maldan ibaret olsa, o vâris ile altın ve gümüşden biri üzerine
anlaşmaya varsalar, ona bu cinsten kendi hissesine isabet edecek olandan daha
fazla vermek lâzım gelir. Eğer sulh bedeli, altın ve gümüş para yerine bir mal
olursa mutlak olarak caiz olur.
c) Ölüden,
başkaları üzerindeki alacağı miras kalsa mirasçılar da içlerinden birini o
alacaklar sadece kendilerinin olması için sulh olup çıkarsalar caiz olmaz.
Fakat onun hissesi kadar borçlulardan indirim yapılmasını şart koşarlarsa o
zaman caiz olur.
ŞİRKETLER ( (ORTAKLIKLAR):
19 -Şirket[117]
= (ortaklık) iki kısımdır:
1) Mülk
ortaklığı,
2) Akit =
(sözleşmeden doğan) ortaklığı. ;
Mülk ortaklığı da iki çeşittir:
a) Cebrî =
(ortakların fiilleri ile olmayıp başka sebepler ile meydana gelen)
ortaklık,
b) İhtiyarî =
(ortakların fiilleri ile meydana gelen) ortaklık.
Akit ortaklığı da iki çeşittir:
1) Mallarda
ortaklık, .
2) İşlerde
ortaklık.
Mallarda ortaklık şu kısımlara ayrılır:
a) Mufaveze =
(ortakların sermaye ve kârdan hisseleri eşit olan ortaklık)
b) inan
ortaklığı = (ortaklar arasında sermaye ve kâr bakımından
eşitlik şart koşulmayan ortaklık)
c) Vücûh
ortaklığı = (Sermayesi olmayan, sadece itibare dayanarak iş yapan bir
ortaklık)
d) Urûzda
ortaklık.
İşlerde ortaklık = (Şirket-i a'mal) da iki
çeşittir:
a) Caiz olan
ortaklık, ki bu sanayi ortaklığıdır.
b) Fasid
ortaklıktır ki, mubah olan malları elde etmek için kurulmuştur.
Mufaveze Ortaklığı:
20 - Bu
ortaklıkda ortaklar, tasarruflarında, borç alıp vermede (S) ve şirkete elverişli
olan mallarda eşit haklara sahiptirler.
21 -Bu
ortaklığın sahih olabilmesi için her iki ortağın da;
a)
Hür,
b)
Âkıl-bâliğ,
c) Müslüman
olması gerekir. Veyahut da her iki ortağın zımmî olması lâzımdır.
22 - Mufaveze
ortaklığı ancak akit yapılırken "mufaveze" kelimesinin söylenmesi ile veya bu
ortaklığın gerektirdiği bütün hususiyetler
açıklanarak kurulur.
23 - Bu
ortaklıkda malların teslim edilmesi ve her iki ortak malının
birbirine karıştırılması şart değildir.
24 - Bu şirketi
kuranlar birbirlerinin vekili ve kefili olurlar.
25 -
Ortaklardan birinin aldığı mal şirket adına alınmış olur. Ancak aile ve
çocuklarının ekmeği,katığı, giyecekleri ve ortağın kendi giyeceği bu hükmün
dışındadır.
26 -
Ortaklardan birine mal satan kimse bedelini dilediğinden ister.
27 -
Ortaklardan biri başkasının malına kefil olunca bu kefalet diğer ortağa da
lâzım gelir (SM).
28 -
Ortaklardan birinin eline (hibe, vasiyyet ve veraset gibi yollardan) ortaklığa
elverişli bir mal geçerse nıufaveze ortaklığı inan şirketine dönüşür, inan
ortaklığında ileriye sürülenıiyen bir şartın ortadan kalkması yüzünden mufaveze
ortaklığının bozulduğu her yerde de yine ortaklık "İnana" döner.
29 - Mufaveze
ve inan ortaklıkları ancak dirhem ve dinar paralarla ve çarşı-pazarda
kullanılıyorsa, bu iki para cinsinin altın ve gümüş olan külçeleri ile ve diğer
geçerli paralarla kurulur. Uruz[118]
sermaye olmak üzere ortaklık kurmak sahih olmaz (F). Şu kadar var ki ortaklardan
biri, kıymetleri denk olunca uruz kabilinden olan malının yarısını diğerinin
uruz kabilinden malının yarısı karşılığında ona satar ve sonra da ortaklığı
kurarlar, bu caizdir.
Şirket-i İnan:
30 - Ortaklardan birinin sermaye olarak koyduğu mal
diğerinin-kinden fazla olabilir. İkisi de ortaklık işinde çalıştıkları zaman bir
tarafın malında, ki fazlalığa rağmen kâra eşit şekilde ortak olabilirler.
Yahut ortaklık işinde çalışan için fazla kâr şartı konulabilir.
31 -Ortakların,
sermaye olarak koydukları malları eşit olduğu halde, kâr ve zararın farklı
dağıtımını şart koşmuşlarsa, kâr şarta göre,za-rar ise sermayedeki mallarına
göre taksim edilir.
32 - Şirket-i
İnanda ortaklar birbirlerinin vekilidir; Fakat birbirlerine kefil
değillerdir.
33 - Dağlardan
odun kesmek ve ot biçmek gibi vekâlet sahih olmayan işlerde bu ortaklığı kurmak
da sahih olmaz. Bu sahada kim ne topladı ise kendisinin olur. Biri diğerine
yardım ederse ecr-i misil = (emsallerine göre takdir edilen bir ücret)
alır.
34 - Her hangi
bir mal satın almadan önce ortaklardan her ikisinin veya sadece birinin
sermayesi helak olsa ortaklık bâtıl olur.
35 -
Ortaklardan biri kendi malı karşılığında bir şey satın aldıkdan sonra diğer
ortağın malı helak olsa, alman mal aralarında ortaklığın şartlarına göre taksim
edilir ve satın alan ortak malın bedelinden diğerinin hissesine düşen parayı
ondan ahr.
36 - Sermaye
olarak konulan maldan biri helak olsa da, sonra ortaklardan biri bir mal satın
alsa, bu mal sadece malı kalan ortağın olur.
37 -
Ortaklardan birisi için kârdan belirli bir miktar para almayı
şart koşmak caiz değildir.
38 - Gerek
mufaveze ve gerekse şirket-i inan ortaklarından her birinin vekîl tayin etmek,
kâr sermaye sahibine ait olmak üzere şirket malından başkasına vermek, mudarebe
ortaklığı kurmak,
Şirket malını bir kimseye emanet bırakmak ve çalıştırmak
için bir işçi tutmak hakları vardır. Mufaveze ve şirket-i inan ortaklarından her
birinin elindeki şirket malı bir emanettir.
Sanayi Ortaklığı = İş ortaklığı:
39 - Aynı işi
yapan veya işleri değişik olan iki sanatçının müşterek iş kabul etmelerine
sanayi ortaklığı = (iş ortaklığı) denilir. Kazandıkları aralarında bölüşülür.
Böyle bir ortaklık kurmak caizdir.
40 - Ortaklardan birinin aldığı, kabullendiği bir işin
yapılması, diğer ortağa da lâzım gelir. Bu bakımdan iş veren kimse ortaklardan
herhangi birinden işin yapılmasını isteyebilir.
41 -Ortaklardan
her biri de (işi ister kendisi taahhüt etmiş olsun, ister ortağı taahhüt etsin)
iş ücretini iş verenden istiyebilir.
Vucûh Ortaklığı = İtibar Ortaklığı:
42 - Sermayeleri olmadığı halde sırf itibarlarına dayanarak
veresiye mal satın alıp satmak üzere iki kimsenin ortaklık kurmasına vücûh
ortaklığı denilir. Böyle bir ortaklık kurmak caizdir.
43 - Bu
ortaklıkda her ortak diğer ortağın vekili olur.
44 - Bu
ortaklıkda, satın alınacak malın aralarında eşit olduğu şar-, ti koşulmuşsa,
sağlanan İcardaki hisseleri de eşit olur ve bunda bir ortağın fazla kâr alması
caiz olmaz.
45 - Birinin
katırı diğerinin su kabı olan iki kişi su alıp getirmek için bir ortaklık
kursalar, bu sahih olmaz. Bundan sağlanan kazanç sadece çalışanın olur ve
çalışmıyanm katır veya su kabının kirasını öder.
46 - Fasit bir
ortaklıkda kâr, ortakların sermayelerine göre taksim edilir ve ortaklardan
birine fazla verilmesi şartı bâtıl olur.
47 -
Ortaklardan biri ölür veya dininden dönerek düşman yurduna
giderse ortaklık bozulur.
48 -
Ortaklardan hiç biri diğerinin malına düşen zekâtı onun izni olmadan veremez.
Ortaklar birbirlerine zekât ödeme izni verdikten sonra her biri aynı zamanda
zekâtı ödemiş olsa birbirlerine zekât hisselerini tazmin ederler. Fakat biri
Önce, diğeri sonra ödemişse sonra ödeyen, ödediğini bilse de bilmese de ilk
Ödiyene tazminde bulunur.
MUDARABE ORTAKLIĞI[119]
49 - Bu
ortaklıkda, çalışan = (mudarıb) sermaye sahibinin kârda ortağıdır.
50 - Çalışan
ortağın sermayesi, ticaret için gezip dolaşmaktır.
51 - Sermaye,
çalışacak olan ortağın yanında emanet olarak bulunur.
52 - Çalışan
ortak, sermayeyi işletmeğe başlayınca sermaye sahibinin vekili olur. Kâr
yapınca da ortak durumuna geçer.
53 - Eğer kârın
tamamı çalışan ortak için şart koşulmuşsa sermaye ona ödünç verilmiş olur (F).
Kârın tamamı sermayedar için şart koşulmuşsa bu bizaa = (kâr tamamen kendisinin
olmak üzere başkasına sermaye vermekden ibaret bir anlaşma) olur.
54 - Mudarabe
ortaklığı fâsid olunca bu, bir fasit kiralama = (işçi tutma) olmuş
olur.
55 - Mudarib =
(çalışmayı üzerine alan ortak) anlaşma şartlarına aykırı hareket ederse gasb
eden hükmünde olur.
56 - Bu
ortaklık, kâr her iki ortak arasında şayi' = (orantılı) olmak şartı ile sahih
olur. Eğer ortaklardan birine Önceden belli bir miktar para kararlaştınlmışsa
ortaklık bozulur.
57 - Ortaklık
bozulduğu zaman kâr, sermaye sahibi olan ortağın olur. Çalışan ortak işçi olarak
emsallerine göre ücret alır.
58 - "Ziyan
çalışana aittir" şartını koymak bâtıldır.
59 - Sermayenin
çalışana teslimi şarttır.
60 - Çalışan
ortağın; peşin veya veresiye olarak satmak ve satın almak, kendisine vekil tayin
etmek , (ticaret için) yolculuk yapmak ve kârı ortaklığa ait olmak üzere
başkasına sermaye vermeğe hakları vardır.
61 -Sermaye
sahibinin izni olmadan yahut "kendi görüşüne göre
hareket et" denilmeden çalışan ortağın ayrıca bir
mudarabe ortaklığı kurmaya hakla yoktur.
62 - Mudarib,
sermaye sahibinin tayin ettiği beldenin dışına çıkamaz ve tayin edilen ticaret
malından başka malın ticaretini yapamaz ve yine belirtilen tüccardan başkası ile
ticarî muamelelerde bulunamaz.
63 -
Sermayedar, ortaklık için bir müddet koymuşsa bu müddetin geçmesi ile ortaklık sona erer.
64 - Mudarib,
ortaklık malı ile köle veya cariye evlendiremez. Sermayedar yönünden azad
olması lâzım gelen bir köleyi satın alamaz. Eğer bunu yaparsa tazmin eder. Malda
kazanç olsa, kendisinin de azad etmesi lâzım gelecek olan (babası ve oğlu gibi)
bir köleyi satın alamaz. Eğer kazanç yoksa, kendisinin azad etmesi lâzım geleni
satın alır ve alış-veriş sahih olur. Kâr yaparsa kendi hissesi kadarı azad olur.
Köle sermayedarın hissesi kıymetince de kazanç sahasına atılır.
65 - a)
Sermayedar çalışmayı kabul eden ortağına, ortaklık için sermaye verip "Allah ne
verdiyse aramızda yarı yarıya" der ve başkası ile de mudarabe ortaklığı
kurmasına izin verirse o da buna dayanarak birisine kârın İ/3'i onun olmak üzere
mal verse; kârın yarısı şarta göre sermayedarın, 1/6'i birinci mudanbın, 1/3'i
de ikinci mudarıbm olur. Birinci mudarıb ikinciye kârın yansı onun olmak üzere
mal vermişse, kendisi hiç bir şey alamaz. Hatta 2/3'si onun olmak üzere mal
vermişse bu durumda kendisi kârın 1/6'mi (tüm kârın yarısı sermayedarın
olacağına
göre) ikinciye öder.
b) Sermayedar
ortağına, "Allah sana ne verdiyse yarısı benimdir" demişse; bu durumda ikinci
mudarib için şart koşulan kâr onun olur. Geriye kalan da sermayedar ile birinci
mudarıb arasında yarı yarıya
taksim edilir.
c) Sermayedar,
"Allah Teâlânın verdiği yarı yarıya aramızda taksim olmak üzere" demiş olsa da,
birinci mudarıb; kârnı yarısı onun olmak üzere sermayeyi diğer birine verse, o
da bir üçüricüyel/3 nisbeti ile devretse, kârın yarısı sermayedarın, 1/3'i
üçüncü mudanbın, 1/6'i de ikinci mudarıbm olur. Birincisi ise hiç bir şey
alamaz.
66 - Mudarabe
Ortaklığı Şu Hallerde Kalkar:
1) Sermayedarın
Ölmesi halinde,
2) Çalışanın
ölmesi ile,
3) Sermayedarın
dinden çıkıp düşman yurduna katılması halinde. Çalışanın dinden dönmesi ile
ortaklık kalkmaz.
67-Çalışan
ortak, azledildiğini bilmediği müddetçe sermayedarın azli ile azlolmuş olmaz.
Eğer azledildikten sonra ve haberdar olmadan Önce alış-verişde bulundu ise
geçerli olur. Azledildiğini öğrendiği zaman da elinde bulunan mal sermaye
emsinden ise onda tasarruf etmesi caiz olmaz. Başka cinsden ise sermaye
cinsinden oluncaya kadar satmaya hakkı vardır.
68 - Ortaklar
ayrılır da kâr olmayıp başkaları üzerinde sermayeden alacak kalırsa çalışan
ortak sermayedarı, onların toplanmasına vekil tayin eder. Fakat kâr varsa
çalışan onları toplamaya mecbur edilir.
69 - Ortaklığın
sermayesinden zayi olan, kârdan kapatılır. Eğer zayi olan miktar kârdan fazla
ise bu fazla kısım sermayeden düşürülür.
VEDÎ'A = EMANET BIRAKILAN MAL
70 - Vedî'a[120]
(onu koruyanın elinde) bir emanettir. Bu bakımdan birtecavüz olmadan zayi olursa
ödenmesi gerekmez.
71 -Emanet
malı, bizzat onu alanın kendisinin ve mudi = (malını emanete bu*akan)yasaklasa
bile ailesinden olan birisinin koruması gerekir. Onun korunmasını başkalarına
yaptıramaz. Ancak evinde yangın olursa komşusuna teslim edebilir veya gemi
batıyorsa başka gemiye aktarabilir.
72 - Emanet
malı birbirinden ayırd edilenıiyecek şekilde başka mal ile karıştıran onun
kıymetini öder. Vedî'anın bir kısmını harcayıp sonra onun yerine malından koyar
ve onu da geriye kalan kısım ile karıştırırsa yine hepsinin kıymetini öder'.
Fakat kasdî yapmadan karışma olmuşsa mûdiye ortak olur.
73 - Emanetçi
emanet mala binmek, giymek veya hizmet ettirmek yahut ayrıca başka birisine
emanet etmek sureti ile tecavüzde bulunur ve sonra da bu tecavüzü kalkarsa, mal
sahibine bir şey ödemez. Fakat
emaneti ayrıca emanete verir de ikinci emanetçi yanında
zayi olursa, ödemek sadece birinciye düşer (SM),
74 - Mal sahibi
vedî'ayi geri ister de emanetçi onu inkâr eder ve sonra dönüp itiraf ederse
tazmin eder.
75 - Mudi1
tarafından yasaklanmaz ve yol da emniyetli olursa, taşıtması ve zahmeti olsa
bile emanetçinin vedî'ayı kendisi ile yola götürmeğe hakkı vardır.
76-İki kişi bir
adama, ölçülen veya tartılan cinsden mallarını emanet bıraksalar sonra biri
gelip hissesini almak istese, diğeri gelmediği müddetçe ona hissesini vermesi
ile emredilmez.
77 - Emanetçi
"Bana emaneti falan adama bırakmamı emretmiştin" der ve mal sahibi de bunu
yalanlarsa, emanetçinin o malı tazmin etmesi gerekir. Ancak buna şahit
getirirse veya mal sahibi kendisine verilen yeminden çekinirse bu takdirde
ödemesi gerekmez.
78 - iki adama,
bölünebilen bir mal emanet edilirse onu bölerler ve her biri kendine düşen
yansını muhafaza eder. Fakat bu bölünemiyecek bir mal ise birisinin izni ile
diğeri onu muhafaza eder.
79 - Mal sahibi
"Bu malı şu odada salda" der de adam aynı evin başka odasında saklarsa (zayi
olması halinde) tazmini gerekmez. Fakat başka bir evde saklamışsa tazmin etmesi
gerekir.
80 - Emanet
olan mal, sahibinin evine bırakılsa da kendisine teslim edilmese (zayi olması
halinde) Ödenmesi gerekir.
LAKÎT = SOKAĞA BIRAKILAN SAHİPSİZ ÇOCUK[121]
81 Sokağa
atılmış çocuk (insanlarda asıl olan hürriyet olduğundan) hürdür ve onun
nafakası'= (beslenme, giyim ve barınma masrafları) devlet hazinesine
aittir.
82 - Sokağa
atılmış çocuğun bıraktığı miras hazineye kalır. İşlediği cinayetlerin diyetini
ödemek de hazineye düşer. Aldığı diyetler ve velayet hakkı da hazineye
aittir. s
83 - Çocuğu
bulup kaldıran, onu yanında bulundurmaya başkalarından daha hak
sahibidir.
84 - Çocğu
bulanın ona yaptığı masraflar teberru' olur. Ancak hâkim, yaptığı masrafları
almak şartı ile ona bakmasına izin vermişse, o zaman teberru1 olmaz.
85 - Bir kimse
çıkıp da bu çocuğun kendi oğlu olduğnu iddia ederse nesebi ondan sabit olur. İki
kişi birden bu çocuğun kendilerinin olduğunu iddia ederlerse bunlardan birinin,
çocuğun vücudunda bir nişane söylemesi hariç nesebi her ikisinden de sabit
olur.
86 - Çocuğun
nesebini iddia eden hür ve müsülman kişi, köle ve zimmîden daha
ileridedir.
Bu bakımdan bir köle onun kendi çocuğu olduğunu iddia
ederse, çocuk hür olarak onun olur. Bir zimmî iddia ederse çocuk nıüslüman
olarak onun olur. Şu kadar var ki zimmî, çocuğu kilisede, havrada veya onlara
ait bir köyde bulmuşsa, o zaman çocuk zimmî olur.
87 - Bir kimse
çıkıp da çocuğun, kendisinin kölesi olduğunu iddia ederse bu delilsiz kabul
edilmez.
88 - Bulunan
çocuk üzerinde bağlı eşya ve para çocuğa ait olur ve bunlar ancak hâkimin emri
ile çocuğa harcanır.
89 - Çocuğu
bulan onun için bağış kabul eder ve onu bir sanata vermek hakkına da sahiptir.
Fakat çocuğu evlendiremez, ücretle onu bir iş-de de çalıştıramaz.
LUKATA = KAYBOLAN MAL
90 - Bulunan
bir malı yerden alıp kaldmnak ona hiç dokunmakdan daha iyidir. Eğer o malın zayi
olacağından korkulursa onu alıp saklamak vacip olur.
91 -Lukatayı
bulan onu sahibine vermek için aldığına şahit tutarsa, yanında emanet olarak
kalır. Sahibine vermek için aldığına şahit tutmamışsa, (telef ettiğinde) onun
kıymetini Öder.
92 - Kaybolan
malı bulan "bundan sonra artık sahibi aramaz" diye bir kanaata sahip olacağı
zamana kadar bulduğunu ilân eder.
93 - Bundan
sonra malm sahibi gelirse malını alır. Gelmezse bulan-isterse fakirlere sadaka
olarak dağıtır, isterse de yanında tutar. Fakirlere verildikten sonra sahibi
gelir de bu tasadduku kabul ederse, sevabı kendisinin olur. Kabul etmezse onun
kıymetini bulana veya fakire ödettirir. Eğer fakirin elinde aynen duruyorsa,
malını geri alır. Fakir veya bulandan kıymetini hangisi öderse, diğerine dönüp
de onu alamaz.
Bulunan mal bir zengine sadaka olarak verilemez. Bulan
fakir ise kendisi faydalanır.
94 - Bozulacak
malların ilânı, bozulmalarından korkulduğu zamana kadar yapılır.
95 - Bulunan
malın ilâm, insanların toplu bulundukları yerlerde ve malın bulunduğu yerde
yapılır. Eğer lukata nar kabukları ve çekirdek gibi ehemmiyetsiz bir şey ise,
ilân etmeden onlardan faydalanılır. Sahibi gelirse bunları alır.
Hasad edildikten sonra tarladaki başaklar hasseten
onları toplı-yanlarm olur.
96 - Deve,
koyun, öküz v.s. sahipsiz hayvanları lukata olarak almak caizdir. Bu hayvanlara
(hâkimden izin almadan) verilen yem bağış olur.
97 - Hayvanın
kiraya verilmesinden bir fayda temin ediliyorsa, hâkimin izni ile hayvan kiraya
verilir. Kazandığı para yemine harcanır.
Hayvanın kiraya verilmesinde bir fayda yoksa ve
satılması uygunsa satılır.
98-Hayvan
sahibi,çıkıp gelirse, yapılan masrafları ödeyinceye kadar bulanın hayvanı
alakoyması hakkıdır. Eğer ödemekden sakınırsa verilen yem masrafları için
satılır.
99 Sahibine
vermeyip alakoyduktan sonra hayvan ölürse yapılan masraflar düşer. Fakat
alakoymadan önce ölmüşse düşmez.
100 -Bulunan
eşyanın, hayvanın ve hür bir çocuğun sahibine tesliminde ondan bir hak
istemenin gereği yoktur[122]
101 -Bir kimse,
bulunan malın kendisinin olduğunu iddia ederse delil getirmesi lâzım gelir. Eğer
onun alâmetlerini söylerse malın ona verilmesi caiz olur. Fakat bulana vermesi
için zorlanamaz.
Mekke'de Harem-i Şerif de bulunanlarla, onun dışındaki
yerlerde bulunanlar arasında bir fark yoktur.
ÂBIK = KAÇAN KÖLE*
102 -Görenin
gücü yettiği zaman kaçan köleyi tutup yakalaması, buna yanaşmamasından daha
iyidir. Firar etme niyeti olmadan yolunu şaşırmış köleyi tutmak da
böyledir.
103 -Gerek
kaçan ve gerekse yolunu şaşıran köle hükümet makamlarına teslim edilir. Firar
eden köle haps edilir. Fakat yolunu kaybeden haps edilmez.
104 -Firardaki
köleyi üç günlük veya daha uzak yoldan tutup getiren 40 dirhem para alır. Yol
kısalırsa 40 dirheme göre indirim yapılır. Kölenin kıymeti 40 dirhemden az
olursa kıymetinden bir dirhem az para verilir (S).
Ümm-ü veled ve müdebber köle de (tesliminde ücret almak
bakımından) tam köle gibidirler. Sabi olan köle de bulûğa eren köle hükmünde
olur.
105 -Köleyi
tutanın sahibine teslim etmek üzere tuttuğuna şahit göstermesi
gerekir.
106 -Firardaki
köleyi tutan adam onu elinden kaçırırsa bir ücret alamaz.
107 -Rehin
bırakılmış bir köle kaçınca bunun tutulup teslimine ait ücreti rehin alan
verir.
108 -Cinayet
işliyen kölenin efendisi diyetini kendisi verirse tutup getirme ücretini.de
vermek kendisine düşer. Eğer köleyi maktulün velisine verirse getirme ücretini
de o verir.
109 -Firarda
yakalanan kölenin nafaka masrafları aynen lukata-daki gibi hüküm
alır.
Âbık: Efendisinden bir korkusu ve zor işlere sevk edilme
düşüncesi olmadan sırf arzusuna uyup kaçan köledir.
MEFKÛD { YAŞAYIP YAŞAMADIĞI BİLİNMEYEN KİMSE[123]
110 -Bir mefkûd
kendisi hakkında sağ, başkaları hakkında ise ölü hükmündedir.
111 -Hâkim
mefkûdun malını kcrumak ve vekili olmıyan sahadaki mallarının gelirlerini almak
için bir kayyum tâyin eder.
112 -Kayyum,
mefkûdun, bozulmasından korktuğu mallarını satar.
113 -Mefkûd
kaybolmadan önce nafakalarını vermekle mükellef olduğu kimselere, kayyum da onun
malından mahkeme kararı olmadan nafakalarını verir.
114 -Mefkûdun,
akranlarından hayatta kalamıyacağı kadar ömrü geçerse ölümüne hüküm
verilir.
HÜNSÂ*
115 -Yeni doğan
çocuğun erkek ve dişi her iki uzvu da bulunursa, bunlardan idrarını hangisi ile
yapıyorsa ona itibar edilir. Erkeklik uzvundan idrar yaparsa erkek, dişilik
uzvundan idrar yaparsa dişi sayılır. İkisinden de yapıyorsa idrar önce
hangisinden geliyorsa ona göre erkeklik ve dişilik hükmü alır.
Eğer aynı zamanda her iki uzuvdan da idrar geliyorsa,
böylelerine "hünsâ-i müşkil" denilir. Burada çok idrar gelen uzva göre hüküm
verilmez (SM).
116 -Hünsâ olan
çocuk bulûğ çağına geldiği zaman kendisinde (sakal bitme, erkeklik uzvundan
ihtilâm olmak, kadınla cinsî temasda bulunmak gibi) erkeklik emareleri
görülürse erkek sayılır. (Ay başı olmak, gebe kalmak, memeleri büyümek, süt
gelmek ve kadınlık uzvu ile münasebette bulunmak gibi) kadınlık emareleri
görülürse dişi sayılır. Erkeklik ve dişiliğe ait belirtiler görünmezse veya her
ikisi de birden görünürse bu kimse de "hünsâ-i müşkil" adını alır.
Hünsâ-i Müşkilin Hükümleri:
117 -Bir
kimsenin hünsâ-i müşkil olduğuna hüküm verilince kendisinden din işlerinde en
ihtiyatlı ve sağlam olanlar istenilir.
118 -Mirasın
taksiminde iki hisseden en az olanını alır.
119 -Namaz
lalarken, erkek safları ile kadın safları arasında durur. Kadın saflarmda namaz
kılarsa namazını iade eder. Erkekler safında namaz kılarsa sağında, solunda ve
tam arkasında olanlar namazlarını yeniden kılarlar.
Hünsâ, tahannüs kelimesinden türemiştir. Bu da parçalara
ayrılıp çoğalmak mânasını taşır.
Hünsâ: Erkek uzvuna da kadın uzvuna da sahip,olan veya
her ikisi de bulunmıyan
kimsedir.
120 -Hünsâ-i
müşkil, kadın baş örtüsü ile namaz kılar, ipek elbise giyemez ve zinetleri
takamaz.
121 -Mahremlerinden başka ne bir erkek ve ne de bir kadın
onunla başbaşa kalamaz. Yanında bir mahremi bulunmadan yolculuğa
çıkamaz.
122 -Hünsâ-i
müşkili sünnet etmek için ona bir câriye satın alınır. Sünnet edince o câriye
satılır. Eğer malı yoksa câriye devlet hazinesi tarafından satın
alınır.
123 -Erkek veya
kadın olduğu anlaşılmadan ölürse yıkanmayıp teyemmüm edilir, sonra kefenlenir
ve kadmmış gibi defnedilir.
VAKIF[124]
124 -Vakfetmek,
"malı sahibinin mülkü olmak üzere bırakmak ve o malın menfaatlarım sadaka olarak
vermek" demektir.
125 -Hâkimin
kararı ile tescil edilnıiyen (SMF) yahut "Öldüğüm zaman malım vakıftır" şeklinde
mal sahibinin vasiyetine bağlı bulunmıyan vakıf geçerli olmaz.
126 -Bir
kimsenin, başkası ile ortak bir yerini hâkimin kararı olmadan vakfetmesi caiz
olmaz (S).
127 -Vakfın
caiz olabilmesi için, sonucunu hiç kesintiye uğramı-yan ebedî bir yöne çevirmek
şarttır (S)3.
128 -Akarların
vakfedilmesi caiz olur. Menkul = (taşınabilir) malların vakfedilmesi ise caiz
değildir (S). İmam Muhammed; kitaplar, mushaf, balta, keser, testere, kazan ve
tabut gibi halk arasında örfen vakfedilen menkul malların vakf olunabileceğine
hüküm yermiştir. Fakat örfen vakfedilmesi adet haline gelmiyen (elbise ve emtia
gibi) menkul mallar vakfedilemezler. Fetva da İmam Mühammed'in görüşüne göre
verilmiştir.
'
129 -Har]p
vâsıtası olarak kullanılan hayvan ve silâhların vakfedilmesi
caizdir.
130 -Vakıf olan
mal satılamaz ve bir kimseye mülk olarak verilemez.
131 -Vakfeden
tarafından şart koşulmasa dahi vakfın ayakta durması için herşeyden Önce geliri
ile vakfın tamiratı yapılır.
132 -Zengin bir
adama yapılan vakfın tamiratını zengin adam kendi parası ile yapar. Fakirlere
vakfedilen bir malın fakirler tarafından tamir ettirilmesine hüküm verilemez.
Vakfı kullanan, tamir etmek istemezse veya fakirse hâkim onu başkasına kiraya
verir ve getirdiği para ile tamiratını yaptırır. Sonra da oturmak hakkına sahip
olan kimseye geri verir.
133 -Vakfedilen
bir binanın yıkılan enkazı ve vakıf bir malın sökülmüş aletleri yine o vakfın
tamirine harcanır. Eğer bunlara ihtiyaç yoksa ihtiyaç zamanına kadar saklanır.
Bu enkaz ve aletleri aynen tamir işinde kullanmak mahzurlu ise satılır ve
parası yine tamirine harcanır. Vakıfdan faydalananlar arasında taksim
edilmez.1
134 - Vakıf
yapan kimsenin (hayatta kaldığı müddetçe) vakfin gelirinin tamamım veya bir
kısmını kendisine ayırması caiz olur. Mütevelli[125]
olmak hakkı da vardır.
135 -Mütevelli,
güvenilir bir kimse değilse hâkim, vakfı bunun elinden alır ve başka bir
mütevelli tayin eder.
136 -Bir mescid
yapan kimse onun yolunu kendi yerinden ayırıp içinde insanların namaz
kılmalarına (S) izin vermediği müddetçe bu bina kendi mülkiyetinden
çıkmaz.
137 - Bir
kimse, müslümanlar için bir çeşme, yolcular için han, kervansaray veya havuz
yapsa kuyu kazsa, kendi yerini insanlar için mezarlık yahut yol yapsa, hâkim
karar altına almadıkça veya yapanın, ölümünü müteakib vakıf olacaklarına dair
vasiyyeti bulunmadıkça geçerli olmaz.
138 - Hastalık
halinde yapılan vakıf vasiyyet olur.
139 -Vakıf olan
bir kervansaraya ihtiyaç kalmazsa onun vakfı, kendisine en yakın olan diğer
kervansaraya nakledilir.
140 - Cami dar
gelse ve yanında umuma ait yol bulunsa cami yol tarafından genişletilir; yol
dar gelince o da cami tarafından genişletilir.
HİBE = BAĞIŞ[126]
141 -Hibe, icab
ve kabul ile ve kabz = (ele geçirmek) la sahih olur.
142 - Bağışın
yapıldığı meclisde hibe edenin izni olmadan hediyeyi almak caizdir. Ayrıldıktan
sonra hediyeyi almak bağışlıyamn iznine bağlı olur. Eğer daha önceden hibe
edilen mal, kendi elinde bulunuyorsa mücerred kendisine bağışlanmış olmakla ona
sahip olur.
143 -Bir
babanın malını küçük çocuğuna hibe ettiğini söylemesi ile (kabz edilmesine lüzum
olmadan) hibe akdi tamam olmuş olur.
144 -Küçük
çocuğa yapılmış olan bağışı velisi, annesi ve bizzat kendisi ele geçirince küçük
ona mâlik olmuş olur.
145 -Hibe akdi,
hibe edenin "Hibe ettim, bağışladım, verdim, bu yiyeceği sana verdim, yaşadığın
müddetçe bu evi sana verdim" sözleri ile meydana gelir. Hibeye niyet ettiği
zaman; "Bu hayvana seni bindirdim".
sözü ile yine "Bu elbiseyi sana giydirdim" ifadesi ile
hibe akdi meydana getirilmiş olur.
146 -Taksim
edilemiyen ortak bir inaldaki muayyen bir hisseyi bağışlamak caizdir. Fakat
taksim edilebilirse caiz olmaz (F). Eğer bağışlandıktan sonra bölünür ve teslim
edilirse, o zaman caiz olur; bölünebi-leri bir evdeki hisse (hin önceden
bağışlanıp sonra bölünüp teslim edilmesi) gibi. Memedeki sütün, hayvanın
sırtındaki yünün, hurma ağacı üzerindeki hurmanın, tarladaki ekinin hibe
edilmesi de bunun gibidir.
147 - Buğdayın
öğütülüp çıkarılacak ununu,susamın ve sütün çıkarılacak yağlarını hibe ettikden
sonra çıkartıp teslim etmek (bunlar hibe edildikleri zaman mevcut olmayıp
mülkiyete mahal olamıyacakla-rmdan) caiz olmaz.
148 - îki kişi
müştereken mâlik oldukları mallarını birlikde birisine hibe etseler caiz olur.
Bunun aksi ise caiz olmaz (SM). ,
149 -Bir kimse
bir malını iki fakire birden sadaka olarak verirse caiz olur. Fakat iki zengine
sadaka verilmesi caiz olmaz.
150 -Bir kimse
cariyesini hibe edip karnındaki çocuğunu istisna etse hibe sahih istisna ise
bâtıl olur.
151 - Hibeden Dönmek:
1) Mahrem
olmıyan kimselere (F) yapılan hibeden dönmek caiz olur, fakat
mekruhtur.
2) Kendisine
hibe yapılan şahıs bunun bedeli olarak hibe edene bir şey verse hibeden
dönülemez.
3) Hibe edilen
malın kendisinde bir artma bulunsa hibeden dönülemez.
4) (Teslimden
sonra) taraflardan birinin ölmesi hibeden dönmeğe engeldir.
5) Hibe edilen
malın, kendisine hibe edilen şahsın mülkiyetinden çıkmış olması hibeden dönmeğe
engeldir.
6) Mahrem olan
akrabalarına yapılan bağıştan dönülemez.
7) Koca
ailesine, kadın kocasına yaptığı bağışlardan dönemez.
8) Hibeyi alan
kimse, hibe edene bir şey vererek "Şunu hediyene bedel olarak, yahut ivaz =
(karşılık) olarak veya mukabil olarak al" derse veya bir başkası teberru1 olarak
bedelini verse, o da bunları alsa hibeden dönme hakkı düşer.
9) Hibe edilen
malın yarısı başkası tarafından hak kazanılarak alınsa, kendisine hibe yapılan
kimse ona karşılık vermiş olduğu bedelin yarısını geriister. Fakat hibe
karşılığında verilen bedelin bir kısmı hak kazanılarak bir başkası tarafından
alınınca; hibe eden onun için bir şey istiyemez (Z). Ancak hibe ettiği mala karşılık almış
olduğu bedelin tamamına bir başkası sahip çıkınca hibenin tamamını geri
alır.
10) Bedel şartı
koşularak yapılan hibede; kabzdan önce hibe hükmü, kabzdan sonra ise alış-veriş
hükmü ceryan eder.
152 -Hibeden
dönüş ancak tarafların karşılıklı rızaları yahut hâkimin kararı ile sahih olur.
Hâkim bağışın geri verilmesine hüküm verdikten sonra elinde zayi olsa kıymetini
ödemesi gerekmez.
Umrâ ve Rukbâ:
153 -Umrâ =
(bir kimsenin yaşadığı müddetçe malını birisine kullandırması) caizdir. Bu malı
ölünceye kadar kendisine hediye edilen şahıs kullanır. Öldükden sonra da yine
hibe edene kalmayıp hibe edilen şahsın mirasçılarına intikal eder.
Umrâ; bir kimsenin evini bir başkasına yaşadığı müddetçe
.ve Ölünce de tekrar kendisine geri verilmek şartı ile vermesi demektir (ki
geri verilmek şartı bâtıl olup ev hediye edilenin varislerine kalır).
154 -Rukbâ
ise,bâtıldır (S). Bu, "ölürsen bu ev bana kalsın, ben ölürsem senin olsun" demek
sureti ile yapılan bir hibe şeklidir.
155 -Hüküm
balonundan sadaka vermek de hibe gibidir. Ancak sadakada dönme hakkı
yoktur.
156 -Malından
sadaka vereceğini adayan kimsenin bu adağını zekât mallarının cinsinden yerine
getirmesi gerekir (Z). Mülkü ile sadaka vermeği adarsa bütün mallarını içine
alır. Bir kimse nafaka olarak vereceği malını kazanç temin edinceye kadar elinde
tutar sonra elinde tuttuğu kadarını sadaka verir.
İARE[127] = ÖDÜNÇ VERME
157 -İare;
menfaatları (bedelsiz olarak) bağışlamaktır.
158 - Ödünç
vermek ancak aynı baki olmakla beraber kendisi ile faydalanılan şeylerde
olur.
159 -Ödünç
verilen mal, ödünç alan yanında bir emanettir. -
160 -Ödünç
verme akdi, ödünç verenin "şu malımı sana ödünç verdim, kullanmak için şu
tarlamı sana verdim, şu kölemi senin hizmetine verdim" ve bağışladığını kast
etmiyorsa "şu elbisemi sana verdim, seni şu hayvana bindirdim" ve "evim senin
meskenindir" yahut "yaşadığın müddetçe evim senin meskenindir" gibi sözleri ile
sahih olur.
161 -Ödünç alan
= (müste'îr) m, kullananların değişmesi ile değişen bir durum yoksa ödünç
aldığını bir başkasına ödünç vermeğe hakkı
vardır.
162 - Ödünç
alanın, müste'ar = (ödünç alman mal)ı kiraya vermek hakkı yoktur. Kiraya verir
de zayi olursa kıymetini öder. Bu durumda ödünç verenin ödünç alana kıymetini
ödettirmek hakkı vardır. Ödünç alan bunun kıymetini tazmin edince dönüp onu
kiracısından alamaz. Fakat ödünç veren zayi olan malını kiracıya ödettirirse
kiracı (onun ödünç mal olduğunu bilmeden kiralamışsa) dönüp Ödediği şeyi ödünç
alandan alır.
163 - 1) Ödünç
veren:
a) Zaman
tahdidi koydu ise,
b) Ödünç
verilen maldan faydalanmayı,
c) Kullanma
yerini sınırlandırdı ise ödünç alan; bir hayır olmaksızın bu kayıtlara aykırı
hareket ederse zayi olduğunda o malın kıymetini öder.
2) Ödünç için
bir kayıt konulmayıp serbest bırakıldı ise; geri istenil-mediği müddetçe ödünç
alan; onun sağladığı menfaatlarm her çeşidinden faydalanma hakkına sahip
olur.
164 - Bir
kimse, arazisini bina yapması veya ağaç dikmesi için birine ödünç verse; bu
ödünç akdinden dönüp ağaçları ve evi yıktırıp söktürme teklifinde bulunmaya
hakkı vardır. Şayet muayyen bir zamana kadar ödünç verilir de vakit çıkmadan
önce yer geri alınırsa, bu onun için çirkin bir iş olur. Arazi sahibi ödünç
müddeti bitmeden önce arazisini geri alınca, bina veya ağaçların kıymetlerini
ödeyip onlara mâlik olur. Bu durumda araziye büyük bir zararı olmadıkça ödünç
alanın bunları sökmek hakkıdır. Zarar verdiği halde sökse de bir şey ödemek
gerekmez.
165 -Ziraat
için ödünç verilen arazi bir zaman tayin edilmemişse bile hasattan önce geri
alınamaz[128].
166 -Ödünç malı
sahibine iade etmek için gereken masraflar ödünç alan şahsa ait olur. Kirada ise
kiralanan malı sahibine götürüp teslim etmek için lâzım gelen masraf mal
sahibine aittir.
167 -Ödünç
alınan hayvan, sahibinin ahırına götürülünce onun mesuliyetinden beri olunur.
Elbiseyi, husûsî tuttuğu adamı ile yahut kölesi ile veya ailesinden birisi ile
elbise sahibinin evine göndermekle de aynı şekilde berî olunur. (Yani bunlar
ahırda veya evde sahibinin eline geçmeden zayi olsalar, kıymetlerini ödemek
gerekmez, Mütercim).
GASP[129] ETMEK = ZORLA BİR ŞEY ALMAK
168 -Hukuk
tabiri olarak gasp: "Başkasının mülkünde bulunup kıymet ifade eden ve harbî malı
olmayan bir malı haksız yere zorla alıp ele geçirmek"tir.
169 -Bir şeyi
gasp edenin, eğer duruyorsa, gasp ettiği yerde onu sahibine teslim etmesi
lâzımdır.
170 -Gasp
edilen mal harcanmış ve yok edilmişse misliyattan = (yani benzeri verilebilecek
mal cinsinden) olduğu takdirde mislini Ödemek, misliyattan olmadığı = (yani
kıymeti ödenmesi.gereken mal cinsinden olduğu) takdirde de gasp edildiği
gündeki kıymetini ödemek gerekir. Eğer malın kıymeti noksanlaşmışsa bu
noksanlık tazmin edilir.
171 -Gasp
edilen mal misliyattan olup çarşı-pazarda bulunamazsa dava günündeki kıymetini
ödemek lâzım gelir (SM).
172 -Gâsıp =
(gasbeden) gasp edilen malın helak olduğunu iddia etse hâkim, "dursaydı onu
açıklardı" diye bir kanaate sahip oluncaya kadar onu Jıaps eder. Sonra bedelini
ödemesine hüküm verir.
173 -Magsûb =
(gasp edilen mal) un kıymeti hususunda söz yemini ile beraber
gasbedenindir.
174 -Gasp
edilen malın kıymetinin ödenmesine hüküm verilince gâsıp o mala gasp ettiği
zamanda mâlik olmuş sayılır. Bu durumda gasp edilen malın kazancı da kendisine
verilir. Fakat gasp edilen hayvanın gâsıb elinde doğurduğu yavrular mal
sahibinin olur.
175 -Gâsıbm
gizlediği mal meydana çıksa ve kıymetinin fazla olduğu görülse, eğer onun
kıymetini yeminden çekinmesi ile veya delile dayanarak, yahut mal sahibinin
sözüne göre ödemişse bu fazlalık gasp edene teslim edilir. Fakat, gasp edenmalın
kıymeti hususunda yemin edip ödemişse mal sahibi, isterse bu ödenmiş olan
mikdarı kabul eder, isterse de malını geri alır ve bedelini geri
verir.
176 -1)
Gasbedenin kendi fiili ile akarın kıymetine bir noksanlık gelirse noksanlaşan
kıymeti ödemek gerekir. Fakat kendi kendine ha-rab oldu ise kıymetini ödemek
gerekmez (M).
2) Gasp edilen
arazi ziraat yüzünden kıymetinden düşerse (arazinin geri verilmesi ile
birlikte) bu noksan kıymet ödenir.
177 -Gâsıp,
tarlaya ektiği tohum mikdarını ziraatından alır ve fazlasını sadaka olarak
dağıtır. Emanet veya ödünç alınan mallarda kullanılır ve kâr temin edilirse
fazlası sadaka olarak verilir (S).
178 -1) Gâsıp,
aldığı malı ismi ve menfaatlarımn çoğu değişecek şekilde bozsa ona mâlik olup
kıymetini öder: Hayvanı kesip pişirmek yahut kebap yapmak veya etini parça
parça etmek, buğdayı un haline getirmek veya ekmek, undan ekmek yapmak,
demirden kılıç, bakırdan kap, Hint çınarından bina, kerpiçden duvar yapmak,
zeytin ve üzümü sıkmak, pamuğu iplik haline getirmek, iplikden dokuma yapmak
gibi. Fakat bedelini ödemedikçe yaptığından faydalanamaz (Z)
2) Külçe halinde altın ve gümüş gasp eden, bunlardan
para bassa veya kap yapsa bunlara mâlik olamaz (SM).
179 -Başkasının
elbisesini yırtıp umumiyet itibarı ile giyilemez hale getirse kıymetini
öder.
180 - Bir
kimse, başkasının hayvanını keser yahut ayağını kırarsa sahibi isterse
noksanlaşan kıymetini ödettirir.
Eti yenilmiyen hayvanlardan birinin ayağını kesen o
hayvanın tam kıymetini öder.
181 -Başkasının
yerine bina yapan veya ağaç diken kimsenin bunları söküp araziyi sahibine
teslim etmesi lâzım gelir.
182 -Bir kimse
elbiseyi gaspedip onu kırmızıya boyarsa veya kavutu[130]gasp
edip onu yağla karıştırırsa sahibi isterse bunları alır ve elbisenin, kavutun
artan kıymetlerini gasp edene öder. isterse de elbisenin beyaz iken olan
kıymetini ve kavutun da benzerini alıp bunları gas-bedene bırakır.
183 - Gasbedilen Maldaki Artma Ödenir mi?
1) Gasbeden
adamın elinde iken gasbedilmiş bir malda bitişik olsun (semizleşme, olgunlaşma
ve güzelleşme gibi) yahut ayrı olsun (yavrulama, meyve verme, hayvandan alman
yün ve süt gibi) meydana gelen herhangi bir artma emanet hükmündedir, Gasbeden
bunları kasden telef eder ve herhangi bir tasarrufda bulunursa veya istenildiği
halde vermeyip elinde telef olursa kıymetlerini sahibine öder.
2) Gasbedilmiş
bir cariyenin, gasbeden elinde bir çocuk.
yapması sebebiyle noksanlaşan kıymetini ödemek gerekir.
Çocuğun kıymeti ve düşürüldüğü zaman da "gurer" adı ile anılan diyeti
Ödettirilir.
184
-Gasbedilmiş bir malm menfaatları, ister bu menfaatlar elde edilmiş olsun,
isterse de bu mal muattal olarak bırakılsın, gaspedene aittir, ödenmesi
gerekmez[131].
185 -Zimmîye
ait domuz veya içkiyi telef edenler, bunların kendilerini değil de kıymetlerini
öderler. Eğer bunlar bir müslümana ait ise ödemek gerekmez.
186 -Çalgı
aletlerinin kırılmasında eğlence dışında neye yarayışlı iseler ona göre takdir
edilen kıymetleri ödenir (SM).
OLÜ ARAZİYİ İHYA ETMEK[132]
187 -Ölü arazi
= (arazi-i mevât), bir müslümana ve bir zimmîye ait olmıyan ve bir kimse
kasabanın en kenarındaki evlerden, en yüksek sesiyle bağırdığında ses
duyulamıyacak kadar kasabadan uzak ve faydalı durumda olmıyan araziye
denilir.
188 -Devlet reisinin izni ile; ölü araziyi onaran ve
ziraata elverişli hale getiren, ister müslüman olsun ister zimmî = (müslümanlarm
idaresi altında yaşıyan gayri müslim) olsun o yere sahip olur.
189 -Kasaba ve
köye yakın olan araziyi ihya etmek caiz değildir.
190 -Bir kimse
ölü bir arazinin etrafını taş ve saire ile çevirip üç sene orada ziraat yapmasa
devlet orasını alıp başkasına verir.
191 -1) Bir
kimse ölü bir arazide kuyu kazsa bunun harîmi, yani ona tâbi saha, su çeken
hayvanın dönmesi (SM) ve hayvanın çöküp yatması için her tarafından 40 zira' =
(25-30[133]
metrea)dir. Bu kuyunun harîmi olan sahada bir başkası kuyu kazmaya kalkışsa men
edilir.
2) Açılan su
kaynaklarının, menbalarm kendilerine tâbi sahaları ise her tarafdan 500 zira' =
(300-350 metre) dir. Suyu yer yüzeyinden akan su kanallarının harîmi de
kaynaklarda olduğ gibi 300-350 metredir.
3) Başkasının
yerinden geçen büyükçe bir nehrin (SM) delil ohna-dıkça harimî yoktur. Ölü bir
arazide açılmış bir nehrin de aynı şekilde harîmi yoktur.
4) Olü bir
arazide dikilen bir ağacın harîmi her'tarafından beş zira' = (3-3.5
metre)dir.
192 -Fırat ve
Dicle nehirlerinin terk ettikleri yataklarını, tekrar oradan akma ihtimalleri
kalmamışsa ihya etmek caizdir. O yataklara dönme ihtimalleri varsa caiz
olmaz.
HAKKI ŞİRB[134] = SULAMA HAKKI
193 -Şirb
hakkı, sudaki hisse demektir. Suyun ortaklar arasında bölüşülmesi
caizdir.
194 -Arazi
olmadan sadece sulama hakkını dava etmek caizdir. Bu hak miras olarak da
bırakılır.
195 -Sulama
hakkı, başkasına vasiyetle devredilemez. Fakat, menfaati vasiyet
edilebilir.
196 - Sulama
hakkı; satılamaz. Başkasına bağışlanamaz ve bu hakdan sadaka
verilmez.
197 -Sulama
hakkı, mehir olmaya elverişli olmadığı gibi mal mukabilinde yapılan boşamaya
bedel de olamaz. Bu hak mal ve kısas davalarından sulh olmak için bedel olarak
da verilemez.
198 - Suların Çeşitleri:
1) Deniz suyu:
Bu su herkesindir. Bütün insanlar denizden su almak hayvanlarını ve arazisini
sulamak, kanallar açıp başka yerlere nakletmek sureti ile ondan faydalanmak
haklarına sahiptirler[135]
2) Seyhan,
Ceyhan, Nil, Fırat, Dicle gibi büyük nehirlerin ve vadilerin suları: Herkes
bunlardan içmek, hayvanını ve arazisini sulamak ve değirmen kurmak hususunda
ortak haklara sahiptirler.
3) Bir köye ait
çay suyu: Bu köyden olmıyanlarm bu çaydan su içmek ve hayvanlarım sulamak
hakları vardır. Bu konuda köylülerle ortaktırlar. (Abdest almak, çamaşır
yıkamak, ekmek ve yemek pişirmek için o çaydan su almak haklarıdır).
4) Küp ve ona
benzer kaplarda biriktirilen sular: Sahibinin izni olmadan bu suyu başkası alıp
kullanamaz. Sahibinin bu suyu satma hakkı vardır.
199 -Bir
kimsenin kendi mülkü içerisinde akan bir dere veya bir pınar yahut bir kuyu
bulunsa, yakınında sahipsiz bir arazide de su olsa, o kimse başkalarının su
içmek ve hayvan sulamak için kendi yerine girmelerine engel olmak hakkına
sahiptir. Eğer yakınında su yoksa, ya onların (zarar vermemek şartı ile) yerine
girip su almalarına müsaade eder, veyahut da bizzat kendisi su çıkarıp onlara
verir. Eğer bu iki durumu da kabul etmeyip su vermemekte ısrar ederse
kendilerinin ve hayvanlarının susuz kalacağından, korkanlar silâh zoru ile bu
yerden su alırlar. Kaplarda biriktirilmiş suları almak için ise silâhsız
mücadele edilir.
Zaruret durumunda başkasımn yiyeceğini almak için
kaplarda biriktirilmiş suları almakda olduğu gibi silâhsız mücadele
yapılır.
Büyük Nehir Yataklarının Temizlenmesi:
200 - Büyük
nehir yataklarını temizleme işi devlet hazinesine aittir.
201 -Belirli
halkın mülkü olan nehir yataklarının temizlenme işi ise sahiplerine aittir.
Onlardan kim bu işden çekinirse mecbur tutulur.
202 - Sadece
sudan içme ve hayvanlarını sulama hakları olanlar temizleme külfetini
yüklenmezler.
203 - Bir
kimseye ait dere başkasının yerinden geçerse arazi sahibinin buna engel olmaya
hakkı yoktur.
204 - Bir
topluluk aralarında müşterek olan bir nehirdeki sulama hisselerinde anlaşmazlığa
düşerlerse herkese arazisi miktarmca sulama hakkı verilir.
205 - Suyun
başında olanların, aşağıdaküerinin rızası olmadan suyu tamamen kesip almaya
hakları yoktur.
206 - Mülk olan
bir nehre sahip olanlardan hiç kimse diğerlerinin rızası olmadan ark açıp o
nehirden su götüremez, değirmen kuramaz, köprü edinemez, kendi kanalının ağzım
genişletemez, sulama hakkını bu hakka sahip olmıyan araziye
devredemez.
Su, arklarla taksim edilmişse, başkalarına zarar vermese
bile hiç kimse bunu günlere göre taksim edemez, yarı yarıya kullanamaz ve
arkını çoğaltamaz[136]
MÜZARAA = ZİRAAT ORTAKLIĞI[137]
207 - Müzaraa,
hâsüâtan bir kısmı karşılığında ziraatçılık üzerine yapılan bir ortaklıktır.
İmam Ebû Hanife bu ortaklığı caiz görmemiştir. Fetva İmam Ebû Yusuf ile İmam
Muhammed'in görüşlerine dayanır.
208 -
Ortaklığın Sahih Olabilmesinin Şartları Şunlardır:
1) Ne kadar
zaman devam edeceğinin tayin edilmesi gerekir;
2) Arazi
ziraata elverişli olmalıdır,
3) Tohum
mikdarımn ve cinsinin belli olması lâzımdır,
4) Tarafların
mahsûlden alacakları hisseler tayin edilmelidir,
5) Arazinin
çalışacak olan ortağa teslimi şarttır.
209 - Mahsûl
aralarında müşterek olsa da önceden ortaklardan birine "şu kadar ölçek" diye
kesin olarak ölçek adedi belirtüse yahut ortaklardan birine su arkları ile
sulanan yerlerden çıkan mahsûl şart koşulsa veya tohum sahibinin, ektiği
tohumunu alması şartı, yahut haraç mik-darını alması şartı ileriye sürülse,
ziraat ortaklığı bozulur. Mahsulün 1/10'ini = (öşrü) ortaklardan birinin alması
şart koşulsa caiz olur.
210 -Arazi ve
tohum bir tarafdan, iş ve hayvan diğer tarafdan yahut arazi birinin öteki
şeyler diğer ortağın veya çalışma birinden geri kalan şeyler diğer ortakdan olsa
ortaklık akdi sahih olur.
211 -Ziraat
ortaklığı sahih olunca elde edilen mahsul önceden tes-bit edilen şartlara göre
taksim edilir.
212 -Araziden
hiç bir mahsul alınamayınca çalışan ortak da hiçbir hak alamaz.
213 - Ortaklığı
sahih kılan yukardaki şartlardan başkası (ki onlar; hayvan ve ziraat aletlerinin
arazi sahibinden, tohumun çalışan ortak-dan yahut tohum birinden, diğer şeyler
öteki ortakdan veya arazi birinden çift süren hayvan ötekinden ve tohum
ötekinden, iş ötekinden olan şartlardır) ortaklığı fasit kılar.
214 - Ortaklık
bozulunca çıkan mahsûl tohum sahibi olan ortağın olur. Diğeri çalışmasının
ücretini veya (arazi sahibi ise) arazisinin kirasını alır ve bu ücretler daha
önceden kararlaştırılmış olan mikdardan fazla olamaz (M).
215 -Samanın,
tohumu veren ortak için şart koşulması sahihtir. Fakat diğer ortak için şart
koşulması sahih olmaz.
216 -Ziraat
ortaklığı akd edildikten hemen sonra tohum sahibi vazgeçse zorlanamaz. Fakat
diğer ortak vaz geçerse,kira akdini fesh eden bir özrü olmadıkça -ki bu özür
ziraat ortaklığını da fesheder- ortaklığa zorlanır.
217 -Çalışan
yani çiftçilik yapan ortağın; tarlayı sürüp aktarması ve açtığı arklar için bir
ücret istemeğe hakkı yoktur.
218 -Ekini
biçme, toplayıp kaldırma, harman etme,savurma işleri hisselerine göre her iki
ortağa da düşer. Bu işleri sadece çalışan ortağın yapması şartı ise caiz
değildir. Ebû Yusuf a göre ise caizdir ki, fetva da buna göre
verilmiştir.
219
-Taraflardan birinin ölümü ile ortaklık son bulur.
220 - Ortaklık
müddeti sona erer de ekin olgunlaşmazsa, çiftçilik yapan ortak hasada kadar
araziden kendine düşen hissenin ücretini alır ve hasat zamanına kadar ziraat
için yapılan masraflar da her ikisine ait olur.
Müsakât = Ağaç ve Terbiyesinde Ortaklık*:
221 -Müsakât
ortaklığı; müddet hariç şartları, hükümleri ve fuka-ha ihtilâfı bakımından aynen
ziraat ortaklığı gibidir.
222 - Taraflar
müddet tayin etseler de o zaman içerisinde meyve yetişmezse ortaklık akdi
bozulur.
223 - Mal
sahibi bir müddet tayin etmeden bakım ve terbiye işini
Müsakât: ei-sakyu kelimesinden gelir. Kelime olarak su
vermek, tarlayı bakıcıya ortak vermek demektir. istilanda ise; "Bir tarafın
ağaçlarım diğer tarafin da terbiye ve sulama gücünü ortaya koyarak meydana
getirdikleri bir ortakhk"dır.
Eşcar = Ağaçlar; Bir seneden fazla yerde kalan bitkilere
denilir. üzerine alan ortağma hurma
ağaçlarım ve daima köküntocdap gevşedecek olan yoncasını verse müddet tayını
yapmayınca bu akıt yonca hak
ve sulama ile gelişip artacaklara zaman ağaçlar, üzüm
kütükleri, sebzeler, patlıcan kökü hakkında müsakât ortaklığı
kurulması caiz olur.
.
225 -
Taraflardan birinin ölümü ile ortaklık_son bulur.
226 - NİKÂH[138]
1) Normal bir
durumda (kadına karşı nefsinde aşırı bir arzu duymı-yanlar için) evlenmek
müekked bir sünnettir ve insanlardan evlenmeleri istenilir.
2) Şiddetli bir
şehevî taşkınlık ve arzu halinde evlenmek farzdır.
3) Kadının
haklarını yerine getirememekden korkulursa evlenmek mekruh olur.
227 - Nikâhın
rüknü: a) îcab, b) Kabûl'dür.
228 - Nikâh
akdi, geçmiş zamana delâlet eden iki söz = (îcab ve kabul) ile veya biri geçmiş
zaman, diğeri gelecek zaman sigası ile meydana gelir. "Beni zevç = (koca) veya
zevce = (karı) lige al" ötekinin de "Seni koca ve karı olarak aldım" demesi
gibi.
229 - Nikâh
akdi: Nikâh; tezvîc, hibe, sadaka, temlik, satmak ve satın almak (F) sözleri ile
de meydana gelir.
230 -
Müslümanların nikâhı, ancak iki erkek şahit yahut bir erkek ile iki kadın şahit
huzurunda kıyılır. Şahitlerin hür ve müslüman olmaları şart, âdil olmaları (F)
ise şart değildir. İki ağmanın şahitliği ile de
nikâh kıyılır.
Bir müslümanm bir zimmîye = (azınlık ehlinden gayri
müslim bir kadın) ile, iki zimmîyi şahit tutarak evlenmesi caiz olur (M). Fakat
erkeğin nikâhı inkâr etmesi karşısında bu iki zimmînin şahitliği ile nikâh
is-batlanamaz.
Birbirlerine Haram Olanlar:
231 -Bir
erkeğe:
1) Annesi ve
nineleri,
2) Kızı ve
kendi evlâdından olan kızları,
3) Kız kardeşi,
kız ve erkek kardeşlerinin kızları,
4) Babasının ve
annesinin kız kardeşleri,
5) Zevce =
karısının annesi ve eğer zifafa girmişse karısından olan üvey kızı,
6) Baba ve
dedelerinin karıları,
7) Oğlunun ve
nihayete doğru torunlarının kanlan haramdır. Bunlarla evlenemez.
232 - İki kız
kardeşi birlikde nikâh altında bulundurmak veya birisi ile cariyesi olarak
yatıp, diğerini nikahlamak da haramdır.
233 - Sütten
dolayı haram olanlar yukarda söylendiği şekilde nesepten dolayı haram olanlar
gibidir.
234 - Bir
erkek tek bir nikâh akdi ile iki kız kardeşi birlikde nikâhlasa ikisinin de
nikâhı fasit = (bozuk) olur. İki kız kardeşi iki ayrı nikâh akdi ile alsa da
hangisi ile daha önce nikâhlandığı bilinmese, kızların o erkekden ayrılması
sağlanır.
235 - Karısını
boşayan bir erkek, iddeti bitinceye kadar ne onun kızkardeşi ile ve ne de
dördüncü bir kadınla evlenemez.
236 - Bir kadın
ile o kadının teyzesi veya halasını birlikde nikâh altında bulundurmak
haramdır.
237 -
Cariyenin, hür bir kadın üzerine veya beraber, yahut hür kadının boşandıkdan
sonraki iddeti içerisinde (SM) nikâhla alınması caiz olmaz. Hür bir kadının veya
bir cariyenin diğer bir cariye üzerine, beraber ve boşandıktan sonraki iddeti
esnasında nikâhlanması ise caizdir.
238 Hür bir
erkeğin, dört hür kadınla ve hür olan kadınla evlenmeğe kudreti varken hür
olmıyan kadınla evlenmesi caizdir.
239 -
Başkasının karısı ile veya boşanıp da henüz iddeti bitmemiş bir kadınla evlenmek
caiz değildir.
240 -Başkasından hâmile olan bir kadınla (doğum yapmadan
önce) evlenmek caiz değildir. Ancak zinadan hâmile kalan bir kadınla
nikahlanmak caizdir (SF). Fakat bu kadınla doğum yapmadan önce cinsî temasda
bulunulamaz.
241 -Bir erkek,
kendi cariyesi ile bir kadın da kendi kölesi ile evlenemez.
242 - Mecûsî ve
putperest kadınlarla evlenmek ve bunlar cariye olduklarında onlarla yatmak
haramdır.
243 - Yahudi
veya hıristiyan dinine mensup olan yahut yıldızlara tapan = (Sabiî) kadınlarla
(SM) evlenmek caizdir[139]
244 - Zina
sıhrî haramlığı gerektirir. Erkek veya kadından birinin diğerine şehvetle
yapışması veya şehvetle tenasül uzvuna bakmış olması da zinada olduğu gibidir[140]
245 - Bir erkek
aynı nikâhla biri kendisine helâl, diğeri haram iki kadınla evlense kendisine
helâl olan kadının nikâhı sahih olur.
246 - Hac
esnasında ihramlı iken nikahlanmak caizdir.
247 - Nikâh-ı
mut'a bâtıldır[141]
248 - Geçici
bir müddet için (on günlüğüne, bir aylığına, bir kaç seneliğine gibi zaman
tayin ederek) evlenmek de bâtıldır;
Hür ve âkıl-bâliğ Olan Kadının Nikâhı:
249 - Nikâhda
kadınların ifadeleri muteberdir. Bu cümleden olarak hür ve âkıl-bâliğ olan bir
kadm (velisinin izni olmadan) kendisini nikâhlasa caiz olur.
250 Hür ve
âkıl-bâliğ olan kadınların başkalarını velî veya vekil olarak evlendirmeleri ve
kendilerini evlendirmek için bir vekîl tayin etmeleri de caiz olur.
251 -Kadım
başkası nikâhlasa da kadın buna izin verse nikâhı geçerli olur (M).
252 - 1) Bir
velî bulûğ çağma giren kızını evlenmeğe zorlıyamaz. Veli = (ana, baba veya kızın
velayetini üzerinde bulunduran diğer kîm-se)nin nikâhdan Önce bulûğ çağma giren
bakire kızma danışması, izin alması ve "falan adam seni istiyor, veya seninle
evlenmek istiyor" diyerek istiyen erkeğin kim olduğunu kıza söylemesi
sünnettir. Bu durumda kız susarsa razı olmuş demektir. Gülmesi de izni olduğun
gösterir. Veya ses çıkarcnaksızm ağlarsa bu da razı oluyor demektir.
2) Velî olmıyan
bir kimse kızdan izin isterse kızm susması razı olduğunu göstermez, kızm sözü
lâzımdır.
3) Dul kadının
izin vermesi de sözü ile olur. Ve istiyen erkeği tanıyacak şekilde kendisine
anlatmak gerekir.
253 - Bir kızm
cerahattan, bir yerden atlamakdan, uzun müddet bekâr yaşamakdan yahut hayızdan
dolayı kızlık zarı yırtılırsa yine hakîkî kız sayılır. Tek bir defa yaptığı zina
ile kizlığı bozulan da böyledir (SM). Böyle kızlarla nikahlanan koca, nikâhın
inkârı halinde "nikahlandığımızin haberi sana ulaştı, sen de susmuştun" der, kız
da hayır bilâkis seninle evlenmeyi red etmiştim, derse söz kızın olur ve
kendisine yemin de verilmez (SM).
Küçüklerin Nikâhı ve Bulûğa Ermeleri ile Kazandıkları
Muhayyerlik Hakları:
254 Bir velinin
bulûğa ermemiş olan kız ve erkek çocuğunu ve mecnun olan kız çocuğunu
nikahlaması caizdir[142].
Eğer bunları nikâhlıyan veli; baba veya babanın babası = (dede) ise bulûğa
erdiklerinde nikâhdan dönme muhayyerlikleri yoktur. Eğer veli bu ikisinden
başkası ise bulûğa erdikleri zaman nikâhı devam ettirip ettirmemek de
muhayyerdirler (S).
255 -
Karı-kocadan hiç birinin;
a) Erkeğin
tenasül uzvunun kesik olması,
b) Cinsî
münasebette bulunmakdan acizlik,
c) Buruk olma
hâli müstesna herhangi bir ayıptan dolayı aralarındaki nikâhı kaldırmaya haklan
yoktur.
256 - Veli
Olmak Hakkında Sırası ile Şu Kimseler
Sahibdirler:
1) Miras ve
hacbdeki tertiplerine göre asabeden olanlar,
2) Azad edilmiş
olan kölelerin efendileri,
3) Ana ve
yakınları ki bunların da evlendirmek hakları vardır.
4) Velâ-i
müvâlât = (Nesebi belli olmıyan veya müslüman olarak İslâm yurduna katılan
birisinin kendi isteği ile bir müslümanm velayeti altına girmesinden doğan
velilik).
5) Hâkimler
(SM).
257 - Köleler,
çocuklar ve mecnunlar velî olamazlar, Müslüman olmıyan erkek de (aralarında
yakınlık olsa bile) müslüman bir kadına velî olamaz.
258 - Mecnun =
(deli) bir kadının nikâhlanması hususunda oğlu, velî olarak, kadının babasından
daha önde gelir (M).
259 - Yakın
velî yolculuğu uzun süren bir yerde bulunur ve kıza denk olan istekli de onun
gelmesini beklemezse uzak olan veli kızı evlendirir (Z).
260.-
Dereceleri eşit iki veli kızı ayrı ayrı nikâhlasalar, önce nikâhlıyamnki muteber
olur. Her ikisi de aynı anda nikâhlamışlarsa her ikisinin nikahlaması da
geçersiz olur.
261 -Baba ve
dede oğullanna aldıkları kıza emsallerinkinden daha çok mehir verseler, yahut
kızlarını denk olmıyan birisine ve noksan bir mehirle verseler, caiz olur. Baba
ve dededen başka velilerin ise böyle hakları yoktur.
262 - Bir kimse
her iki tarafdar\ = (oğlan ve kız tarafından);
a) Velî yahut
vekîl olabilir,
b) Bir tarafdan
velî diğer tarafdan vekîl olabilir,
c) Bir tarafdan
asîl diğer tarafdan vekîl olabilir,
d) Bir tarafdan
veli diğer tarafdan da asîl olabilir.
Fuzûlînin Nikâhı[143]
263 - Bir
tarafdan fuzûlî olan bir kimsenin yaptığı nikâh satışda olduğu gibi (asîl, velî
veya vekilin iznine) bağlı olarak kıyılmış olur.
Fakat bir kimse, kadın ve erkek her iki tarafdan da
fuzûlî olursa (S) veya bir tarafdan fuzûlî diğer tarafdan asîl bulunursa bu
nikâh akdi bâtıl olur.
Evlenmede Denklik = Kefâet
264 - Nikâhda
(erkeğin kadına) denk olması aranır. Bu denklik şu beş yerde
aranmaktadır:
1) Soyda denk
olmak[144]
2) Din ve takva
= (fazilet ve ahlâk sahibi olmak)da denk olmak[145]
3) Sanatta denk
olmak[146]
4) Huriye tte.
denk olmak[147],
5) Malca denk
olmak[148]
265 - Sadece
babası müslüman veya sadece babası hür olan bir müslüman erkek, hem babası ve
hem de dedesi müslüman olan bir müslüman kadına denk olmaz. Fakat kendisi ile
beraber babası ve dedesi (S) müslüman olan bir erkek, bütün sülâlesi müslüman
olan kadına denk = (küfüv) olur.
266 - Bir
kadın, dengi olmıyan birisi ile evlenirse velîsinin onu (hâkime müracaatla)
kocasından ayırmaya hakkı vardır.
267 - Eğer
kadının velîsi mehrini almışsa veya mehir parası ile çeyiz hazırîamışsa yahut
kızı için nafaka isteğinde bulunmuşsa bu evliliğe razı olmuş
demektir.
268 - Velinin
susması razı olduğunu göstermez (veli uzun müddet susup itiraz etmese çocuk
dünyaya gelmediği müddetçe evlileri ayırma hakkı düşmez. Çocuk doğunca artık bu
hakkı kalmaz).
269 -Velilerden
biri evliliğe razı olursa aynı 'derecede veya daha aşağı derecedeki velinin
itiraza hakla kalmaz (S). Daha yakın velinin ise buna itiraz hakkı
vardır.
270 - Bir kız
emsallerinin mehrinden daha az bir mehirle evlenirse; velilerinin onu (hâkim
kararı ile) eşinden ayırmaya hakları vardır.. Yahutda noksan mehri
tamamlattırırlar.
Mehir*
271 -Mehrin en
az miktarı on dirhem = (28,05 gr.) gümüş veya on dirhem kıymetinde bir maldır[149].
Mehir ancak mal sayılan şeylerden verilir. Mehir on dirhemden az olarak
kararlaştırılmışsa kadın yine on dirhem alır (Z).
272 -Mehir
tayin edilince zifafa girmekle veya karı-kocadan birinin ölümü halinde onu tanı
olarak ödemek kocanın borcu olur.
273 -Erkek
karısını birleşme olmadan Önce boşarsa kararlaştırılan mehrin yarısını ödemesi
gerekir.
274 - Nikâh
esnasında mehrin miktarı tayin edümemişse yahut erkek kadına mehir vermemeyi
şart koşmuşsa zifafa girme veya ölüm olunca kadın emsallerine göre tam mehrini
alır.
275 - Zifafa
girmeden önce boşanan kadına mut'a[150]
vermek kocaya vâcib olur. Mut'a, zifafdan önce boşamakdan dolayı vaciptir. Bunun
haricinde her boşanan kadına mut'a vermek müstehaptır.
276 -Mut'a, bir
gömlek, bir baş Örtüsü ve bir entariden ibarettir. Bunda erkeğin hali dikkate
alınır. Mut'a kadının emsallerine göre tayin edilen nıehrinin yarısından fazla
olamaz.
277 - Bir erkek
mehirde bir artırım yaparsa bu fazlalığı vermesi üzerine borç olur. Fakat kadın
ile birleşmeden önce boşanma olursa bu fazlalığı vermek gerekmez (S).
278 - Kadın,
mehrinde bir indirim yaparsa bu indirim sahih olur.
279 - Sahih bir
nikâhdan sonraki halvet-i sahiha = (eşlerin yalnız başlarına bir arada
bulunmaları) aynen zifafa girmek gibidir[151]
Cinsî güçten kesilmiş, buruk ve tenasül uzvu kesik olanların (SM) halveti de
aynı hükmü gerektirir.
280 - Sahih bir
halvet, tabiat ve din yönünden cinsî birleşmeğe engel buîunmıyan bir yerde
meydana gelir. Kadın veya erkek yönünden cinsî temasa mâni hastalık tabiat
yönünden bir engeldir. Çıban ve tıkanıklık da tabiî bir engeldir. Aybaşı hali
(dinî ve ondan tiksinildiği zaman da tabiat yönünden bir) engeldir. Farz namaz
içinde bulunmak, hacda ihrama girmiş olmak,
ramazanda oruçlu bulunmak din yönünden sahih halvete engel teşkil
eder.
281 -Fasit bir
nikâhda ancak kadına emsallerine göre takdir edilen bir mehir vermek gerekir.
Bu mehirde gerçekden bir birleşme = (zifaf) olmuşsa verilir. (Birleşme
olmamışsa vermek gerekmez). Bu mehir hiçbir zaman nikâhda tayin edilmiş olan
mehirden fazla olamaz.
282 -Fasit bir
nikâhdan sonra doğan çocuğun nesebi babasından sabit olur.
Mehir Olmaya Elverişli Olan ve Olmayan
Şeyler:
283 - Şarap
veya domuz yahut birküp sirke (SM) mehir olmak üzere nikâh kıyılsa da sonra
sirke şarap çıksa veyahut da bir kölenin bir senelik hizmeti mehir olarak
konulsa da (S) sonra kölenin hür olduğu anlaşılsa, yahut Kur'an-ı Kerîm'i
öğretmek mehir tayin edilmiş olsa yapılan nikâh caiz olur (M). Kadın ise
emsallerine göre tayin edilen mehre = (mehr-i misle) hak kazanır.
284 - Bir köle
efendisinin izni ile bir senelik hizmeti karşılığında evlenince bu nikâh caiz
olur ve bir senelik hizmeti kadının olur.
285 - Bir erkek
başka bir kadın ile evlenmemek üzere bin lira karşılığında bir kadınla
nikâhlansa bu şarta sadakat gösterildiğinde kadın bin Ura mehir alır. Eğer şarta
uyulmaz da erkek başka bir kadınla da evlenirse kadın emsallerine göre takdir
edilen mehrini alır.
286 - Bir
erkek, "kadının bulunduğu yerde ikamet ederse bin lira, başka yere götürürse iki
bin lira üzerinden mehir vereceğini" söylerse ikameti halinde kadın bin lira
alır. Başka yere götürürse emsallerine göre mehir alır (SMZ).
287 -Bu veya şu
köle mehir olmak üzere" diyerek kadının nikâhı kıyılsa. kadın kölelerden emsal
mehrine en benzer olanını alır (SM). Eğer emsal mehir her iki kölenin kıymetleri
ortasında takdir edilmişse, doğrudan doğruya emsal mehrini alır (SM).
288 - Mehir
olarak hayvan verilecek olsa ve at olduğu söylenerek nev'î de kararlaştmlsa caiz
olur. Eğer bu atın ne vasıfda olduğu bildirilmezse orta olanı verilir. Erkek
isterse kadına hayvanın kendisini verir isterse de kıymetini verir. Elbise de
aynen hayvan gibidir. Şu kadar var-ki elbisenin vasfı belirtilmişse teslimi
gerekir. Erkeğin zimmetinde borç olmak üzere kararlaştırılan her şey de
böyledir.
289 - Kadının
emsal mehri babası tarafından akraba olan kadınlara göre takdir edilir.
İçlerinde onun haline benzer bir kadın bulunmazsa, o zaman yabancı kadınlara
göre takdir yapılır.
290 - Kadının
emsal mehri takdir edilirken, yaşda, güzellikde, bâkirelikde, malda aynı belde ve devirde onun dengi olan
bir kadına göre bu takdir yapılır. Bütün bu özelliklerin hepsi bulunmazsa
bulunanlar
dikkate
alınır.
291 -Kadın,
(Peşin verilmesi gereken) mehrını alıncaya kadar kendisini kocasından
sakındırmak ve kendisi üe yolculuğa çıkmak isteğini reddetmek hakkına sahiptir.
Eğer kocası mehrini verirse alıp istediği yere götürür. Bir görüşe göre de onu
(üç günlük, yâni 90 km den daha fazla) bir yolculuğa (istemediği zaman)
zorlıyamaz, ki fetva da buna göre verilmiştir.
KÖLE VE CARİYELERİN EVLENMESİ
292 -Ümm-ü-veled = (Efendisinden'çocuk yapan cariye),
müdeb-ber = (Efendinin hürriyetini kendi ölümüne bağladığı köle), cariye ve
köle ancak efendilerinin izni ile evlenebilirler. Efendileri ise bunları
isteseler de istemeseler de evlenmeğe mecbur etmek hakkına sahiptir.
293 - Bir köle
efendisinin izni ile evlendiğinde mehri kendisi borçlanır ve bunun için de
satılır. Müdebber köle ise mehrini vermek için kazanç sahasına
atılır.
294 - Bir
cariye veya bir mükâtebe = (hürriyeti karşılığında efendisine muayen bir mal
borçlanan cariye) azad edildikleri zaman eğer bunlar hür bir erkekle veya bir
köle ile evli bulunuyorlarsa evliliklerini devam ettirip ettirmemekde
muhayyerdirler.
295 - Bir kimse
cariyesini evlendirdiği zaman onu tamamen kocasının evine teslim etmiyebilir.
Cariye efendisine hizmet eder ve kocasına da "imkân bulduğun zaman onunla
temasda bulunursun" denilir.
296 - Bir köle
efendisinin izni olmadan evlenir de efendisi ona "aileni boşa" derse bu izin
sayılmaz. Fakat kölesine "ric'î talâkla boşa" derse bu bir icazet
sayılır.
297 - Azil[152]
yapılmasına izin vermek, cariyenin efendi=(mevlâ)sine ait bir haktır
(sm).
298 - Köle veya
cariye efendilerinin izinleri olmadan evlenir ve sonra da azad edilirlerse
nikâh geçerli olup cariyenin, nikâhını fesh ettirmeğe |ıakkı kalmaz.
Zimmîlerin = Müslümanların İdaresi Altında Yaşıyan Gayri
Müslimlerin Nikâhı:
299 - Müslüman
olmıyan bir erkek = (zimmî), müslüman ohnıyan bir kadını = (zimmîye), mehirsiz
veya kendi kendine ölen bir hayvan mehr
olmak üzere kendisine nikahlarsa bu onların dinlerine göre uygun ise caiz olur
ve kadına mehir vermesi de gerekmez (SM).
300 - Eğer
zimmî o kadınla şahitsiz evlenmişse yahut diğer bir gayri müslimin boşamasından
sonraki iddet (SM) içerisinde bu evlenme olmuşsa dinleri buna müsaade ettiği
takdirde caiz olur. Sonradan her ikisi de müslüman olsalar, evvelki nikâhları
üzere bırakılırlar.
301 -Zimmî ile
zimmiye şarap veya domuz mehir olmak üzere ev-lenseler sonra her ikisi veya biri
müslüman olsa şarap veya domuz muayyen olduklarında kadın bunları alır (SM).
Aksi halde .şarabın kıymetini alır. Domuz mehir olunca da emsal mehrini
alır.
302 -Mecûsî =
(ateşetapan) müslüman olduğu zaman daha önceden, kendisine mahrem olanlardan
(annesi, kızı, halası v.s.) birisi ile evli bulunuyorsa araları
ayrılır.
303 - îslâm
dininden dönen erkek ve kadınların evlenmeleri caiz olmaz.
304 - Çocuk din
bakımından, ana ve babasından dini en hayırlı olanına tabi olur. Kitabî =
(Yahudi veya hıristiyan dinine mensub) olan din yönünden mecûsîden daha
üstündür!
305 - Gayri
muslini bir erkeğin karısı müslüman olunca kendisine de müslüman olması teklif
edilir. Müslümanlığı kabul ederse ailesi olarak kalır. Aksi halde
birbirlerinden ayrrd edilirler ve bu ayrılık boşanma yerine geçer
(S).
306 - Mecûsî
bir kadının kocası müslüman olduğu zaman kadın da müslüman olursa dokunulmaz.
Aksı halde talâk olmadan araları ayırd edilir.
307-Dâr-i harp
= (küfür diyarı) te eşlerden biri müslüman olmuşsa iki meselede; diğer eş
müslüman olmadan önce geçen üç hayız müddetine bağlı olarak ayrılık meydana
gelir:
a) Eşlerden
biri kendi ülkesinden çıkıp bize müslüman olarak gelirse aralarında ayrılık
meydana gelmiş olur,
b) Eşlerden
biri esir alınırsa yine araları ayrılmış olur. Fakat her ikisi beraber esir
alınırsa aralarında ayrılık vuku bulmaz.
308 - Bir kadın
kendi ülkesinden çıkıp muhacir olarak müslüman-lara katılırsa üzerinden iddet
müddetinin geçmesini beklemez (SM).
309 -Eşlerden
biri müslümanlıkdan çıkarsa aralarında ayrılık meydana gelir ve bu ayrılık
boşanma = (talâk) sayılmaz. Eğer dinden dönen kadın ise ve zifafa da girmişse
mehrini alır. Zifafa girmeden önce dinden dönmüşse, ne mehir ve ne de nafaka
hiçbirini almaya hak kazanamaz, .
.
Dinden dönen eş erkek olunca zifafa girmişse mehrin
tamamını verir. Zifafa girmeden önce ise mehrin yarısını verir.
310 -Karı-koca
her ikisi beraber Islâmdan çıkıp tekrar beraber Islama girseler nikâhları olduğu
gibi devam eder.
Muhayyerliği Gerektirip ve Gerektirmiyen
Ayıplar:
311 -Tenasül
uzvunun kesik olması, cinsî temasa iktidarı bulunmamak ve buruk olma hâli
dışında diğer kusurlardan dolayı eşlerin nikâhdan dönme muhayyerlikleri
yoktur.
Kadınlar Arasında Adaleti Gözetmek:
312 -Bir
erkeğin karıları arasında eşit bir şekilde gecelemesi üzerine düşen bir
borçtur. Bakire, dul, yeni, eski, müslim ve kitabî olarak aldığı kadınların
hepsi eşit haklara sahiptirler. Hür kadının cariyeden bir kat daha fazla hakkı
vardır.
313 -Kadınlardan birinin kendi nöbetini diğerine bağışlaması
caizdir. Bundan dönme hakla da vardır.
314 -Erkek
ailelerinden dilediği ile yolculuğa çıkar. Fakat kur'a çekmesi daha
iyidir.
RAZÂ'= MEME EMME[153]
315 -Süt =
(raza) ün hükmü sütün azı ile de (F) çoğu ile de meydana gelir. Bu hüküm,
çocuğun süt emme çağı olan 30 ay = iki bu£uk yıl (SM) içerisinde süt emildiği
zaman sabit olur.
316 - Nesep =
(soy) bakımından birbirlerine haram olanlar süt bakımından da haram olurlar.
Ancak bu hükme aykırı olarak bir kimse, oğlunun süt kız kardeşi ile ve yine kız
kardeşinin süt annesi ile evlenebilir.
317 - Bir kadın
bir kız çocuğu emzirdiği zaman bu kız; kocasına, kocasının baba ve ecdadına ve
kocasının (başka kadından dahi olsa) oğullarına haram olur.
""318 -Bir
kadının memesinden süt emen iki çocuk birbirine kardeş olur.
319 -Bir
koyundan (veya herhangi bir hayvandan) süt emen çocuklar arasında süt kardeşliği
meydana gelmez.
320 - Kadın
sütü; su, yağ, şira, ilâç ve hayvanların sütleri gibi başka bri cins ilarıştığı
zaman hüküm fazla olana göre olur. îki kadının sütlerinin birbirine karışmasında
olduğu gibi, sütler aynı cins olunca da yine hüküm çoğunluğa göre olur
(MZ).
321 -Süt
yiyecekle karıştırıldığında çoğunluğu da teşkil etse (SM) bir hükmü yoktur.
(Bununla süt kardeşliği meydana gelmez).
322 - Süte
bağlı evlenme haramhğı, ölmüş kadının sütünü emmekle hâsıl olduğu gibi bakire
bir kızın memesindeki sütü emmekle de hâsıl olur.
Bir erkeğin memesini emmekle (süt gelse bile) süte bağlı
haramhk olmaz.
323 - Bir
kadının sütü (ağız ve burundan başka yerlerinden) çocuğa şırınga edilse süte
bağlı evlenme haramhğı meydana gelmez. Fakat sütün ağız ve burundan aktarılması
ile haramlık meydana gelir.
324 - Bir
adamın büyük karısı küçük karısına meme emzirse her ikisi de kocalarına haram
olurlar. Eğer büyük karı küçüğüne zifafa girmeden önce meme emzirmişse mehir
alamaz. Küçüğü ise mehrinin yarısını alır ve büyük nikâhın bozulmasını
kastederek bunu yaptı ise koca küçüğe verdiği mehri büyük karısından taleb eder.
Kasıt olup olmadığı hakkında söz yeminiyle beraber büyük ailenindir.
TALÂK = BOŞANMA[154]
325 Boşama üç
şekilde olur:
1) Ahsen (en
güzel) tarza boşama
2) Hasen
(güzel) tarzda boşama
3) Bid'at üzere
boşama.
326 - Ahsen
tarzda boşama: Kadın, hayızdan temizlenmiş halde iken ve bu temizlik müddeti
içerisinde onunla cinsî münasebette "bulunulmadan bir talâk ile boşamak ve
iddeti bitinceye kadar kadını, terk etmek en güzel tarzda
boşamakdır.
327 - Hasen
tarzda boşamak: Bir kadını içinde cinsî münasebet yapılma-
a: 1) buyurulur. Başka bir ayette de: "Boşama iki
defadır (Ondan sonrası) ya iyilikle tutmak, ya güzellikle salmaktır..." (Bakara,
a: 229) denilir.
Hz. Muhamnıed (S.A.V.) "Bunak ve çocukların ki hariç
herkesin boşaması caizdir" diyorlar. (îbni Mace, Talâk, 15).
Başka bir sözlerinde de boşamayı iyi görmiyerek: "Mubah
şeylerin AI-lahı en fazla gazaba getireni boşamadır" derler. (Suyûtî,
Camıu's-Sağîr Münavt şerhi, e. 1, s. 16, Bulak 1286 H.)
Talâk = (boşama)ın meydana gelişi üzerinde de icma
meydana gelmiştir. Erkek akitle kadına helâl yönden sahip olmuştur. Gerçekden
söz sahibi olan birmülk sahibi diğer şeylerdeki mülkiyetini kaldırdığı gibi
kadın üzerindeki haki an nı da kaldırabilir. Zira bazan nikâhdan sağlanan
maslahat ve faydalarbozuk hallere inkılâb eder. Kan-koca arasındaki uyuşma
nefrete döner. Bu durumda evliliğin devamı kin, buğz, düşmanlık ve nefret
duygularım ve diğerbir takım bozuklukları içine alır. işte bütün bu bozukluklan
gidermek için boşanma meşru kılınmıştır. Böyle bir ihtiyaç olmadan yapılan
boşama mubahtır, fakat nefret doludur. Çünkü maslahata aykırıdır
pılmamış olan üç temizlik = (tuhur) müddeti içerisinde
(ayrı ayrı birerden üç talâk ile boşamaktır.
328 - Hayızdan
kesilmiş veya küçük olup daha henüz hayız görmi-yen ve hâmile olan kadınlar için
bir ayın geçmiş olması hayız görmesi gibidir. Böyle olan kadınları cinsî
temasdan hemen sonra boşamak caiz olur.
329 - Bid'at
üzere boşama: Tek bir sözle üç veya iki talâk boşamak yahut bir temizlik müddeti
içerisinde kadına dönme = (ric'at) den onu tekrar boşamaktır. Kadını hayız =
(aybaşı) halinde iken boşamak da bid'at üzere boşanıakdır.
Bir kadının bid'at üzere boşanması geçerli olmakla
beraber bu türlü hareket eden kimse günahkâr olur.
330 - Nikâhdan
sonra kendisi ile zifafa girilmemiş olan bir kadını hayızlı halinde boşamakda
bir beis yoktur.
331 -Bir kimse
ailesini hayızlı iken boşarsa tekrar ona dönmesi gerekir. Hayız hâli geçip
temizlenince dilerse onu boşar, dilerse de yanında tutar.
332 - Bir kimse
zifafa girmiş olduğu karısına "Sen sünnet üzere üç talâk boşsun" derse her
temizlenişinde bir talâk meydana gelir. Eğer o saatte üç talâk olmasına niyet
etmişse hemen üç talâk meydana gelir
333 - Hür
kadını boşamak üç kere, cariyeyi boşamak ise iki keredir. Talâkın adedinde
erkeklere itibar edilmez.
Mükreh = (zorlanan) in, Sarhoşun, Dilsizin ve
Şakacının Boşaması:
334 -
Âkıl-bâliğ ve uyanık olan her kocanın yaptığı boşama vâki olur.
335 - Karısını
boşamaya zorlanan = (mükreh) kimsenin (F) ve sarhoşun boşaması muteberdir,
onlardan da talâk meydana gelir[155].
336 - Dilsizin
boşaması işaret etmesi ile meydana gelir.
337 - Boşamayı
oyuncak edinen ve şakadan boşıyanların da boşamaları ile kadın boş
olur.
338 - Bir kimse
karısının tamamına veya bir kısmına mâlik olsa, yahut kadın kocasımn tamamına
veya ondan bir kısma mâlik bulunsa aralarında ayrılık meydana gelir.
Sarih (açık) Sözle Yapılan Boşama Niyete İhtiyaç
Göstermez:
339 - Sarih
sözle yapılan boşama niyete ihtiyaç göstermez ve böyle bir boşama iki
çeşittir:
1) "Sen boşsun,
sen boşanmışsın, seni boşadım" gibi sözlerle olur.
2) "Sen talâk
(boşama) sın, sen boşanmaya boşsun, sen boşanmakla boşsun" gibi sözlerle
olur.
Bunlardan birincisi ile bir ric'î talâk meydana gelir.
Bunda iki veya üç boşamaya niyet etmek sahih değildir.
İkinci ile de bir ric'î talâk = (boşama) vâki olur.
Fakat bu ikinci çeşit ile iki hariç (Z) üç boşamaya niyet etmek sahih
olur.
340 - "Sen bir
kere boşsun" ve ayrıca "Sen başka bir talâk ile boşsun" sözleri ile iki talâka
niyet edilirse iki talâk vâki olur.
341 -Bir erkek
boşamayı kadının tamamına izafe ederse (yöneltirse) yahut cesedi, ruhu,yüzü,
boynu gibi bedenin tümünü ifade eden bir yerine yöneltirse veya kadının (1/3,1/4
gibi) muayyen bir kısmına izafe ederse boşanma meydana gelir.
342 - Bir
kadını yarım boşamakla bir talâk meydana gelir. Üçde bir (1/3) boşama da
böyledir.
343 - Bir kimse
karısına "Sen birden üçe kadar boşsun" derse bununla iki talâk meydana gelir
(SM). "Birden ikiye kadar boşsun" sözü ile de bir boşama olur (SM).
345 - Bir kimse
karısına çarpmaya da niyet ederek dahi olsa "ikide bir boşsun" derse birtalâk,
"ikide iki boşsun" derse iki talâk meydana gelir.
346 - Zamana ve
Mekâna Bağlanan Talâklar:
1) Bir erkek
karısına "Sen buradan Şama kadar boşsun" derse bu sözü ile bir ric'î talâk vâki
olur.
2) "Bî" edatını
kullanarak, "Sen Mekke'de boşsun" veya "fî" edatını kullanarak; "Sen Mekke'de
boşsun" denilirse kadın hangi beldede bulunursa bulunsun derhal boş
olur.
347 - "Sen
yarın boşsun" sözü ile ertesi gün fecrin doğuşunda talâk meydana gelir. Eğer bu
sözü ile günün sonuna niyet ettiğini söylerse dinî yönden tasdik edilir. Böyle
değil de "Sen yarınki günde benden boşsun" denilirse bununla günün sonuna niyet
ettiğini iddia ederse dinî yönden kabul edildiği gibi, kazaî yönden de mahkemece
kabul edilir (SM).
348 - Bir kimse
karısına "Sen bugün yarın boşsun" veya "Yarın bugün boşsun" derse her iki
şekilde de birinci günler nazara alınıp (ikinciler lâğv olur).
349 - "Ben
seninle evlenmeden önce sen boşsun" sözünün bir hükmü yoktur.
350 - "Seni
boşamadığım müddetçe boşsun" yahut "Boşamadığım müddet zarfında boşsun" veya
"Seni boşamadığım zamanda boşsun" denilir ve sükût edilirse kadın boş
olur/
351 -Erkek
karısına "Seni boşamazsam sen boş ol" veya (izâ = zaman) ile (izâ mâ = ne
zaman) edatlarım (in = eğer) manasında şart edatı olarak kullanıp "Seni
boşamadığım zaman (yâni boşamazsam) boş ol" (SM) derse ölünceye kadar kadın boş
olmaz.
352 - "Sen
boşamadığım müddetçe üç kere boşsun, sen boşsun" denilirse bu sözle kadın tek
bir kere boş olur.
353 - Bir erkek
karısına "Ben senden boşum" derse boşamaya niyeti olsa bile bu sözü ile kadın
boş olmaz.
354 - Erkek
"Ben senden baînim, yahut ben sana haramım" sözü ile boşamayı kast etmişse bir
talâk-ı baîn meydana gelir.
355 - Üç
parmakla işaret yapıldığında bir talâk, iki parmakla da iki talâk meydana gelir.
Parmaklarla (iç tarafları muhatap olan insana dönük olduğunda) işaret
yapılırken muteber olan kaldırılmış, dikilmiş-parmaklardır. Parmakların sırt
kısmıyla işaret yapılırken muteber olan yumulan parmaklardır.
Vasıf İtibarı ile Yapılan Boşama:
356 - Bir erkek
karısına "Sen baîn talâk ile boşsun, yahut en fahiş talâkla boşsun veya en
çirkin talâk ile, yahut en şiddetlisi ile veya en büyüğü ile en ulusu ile yahut
en şerlisi ile en kötü talâk ile veya şeytan talâkı ile yahut bid'at üzere
yapılan boşama ile yahut dağ gibi boşsun, ev dolusu boşsun, şiddetli bir boşama
ile boşsun, uzun bir boşama ile,geniş bir boşama ile boşsun" derse, kadm bir
baîn talâk ile boş olur. Bütün bu sözlerde üç talâka niyet edilmişse üç talâk
vukua gelir.
Zifafa Girmeden Önce Yapılan Boşama:
357 -Bir kimse
karısına zifafa girmeden, yâni daha henüz onunla birleşmeden önce üç talâk ile
boşarsa kadın üç talâk boş olur.
358 - Erkek
zifafa girmediği karışma "Sen benden boşsun ve boşsun" yahut "Sen boşsun,
boşsun" veya "Sen bir kere ve bir kere boşsun" yahut "Sen bir talâkdan önce bir
kere boşsun" veya "Bir talâkdan sonra bir kere boşsun" derse bütün bu sözlerle
bir talâk meydana gelir.
359 - "Sen bir
kere boşsun ondan önce de bir kere boşsun" veya "Sen bir kere boş oldukdan sonra
bir kere boşsun" denilirse iki boşama vâki olur. Şayet "Sen bir talâk ile
beraber boşsun, yahut sen boşsun onunla beraber bir talâk boşsun" denilmişse
aynı şekilde yine iki talâk meydana gelir.
360 - Eğer
erkek karısına "Şu eve girersen sen bir kere ve bir kere boşsun" der o da
girerse bir talâk ile boş olur (SM). Böyle değil de, "Sen bir kere ve bir kere
boşsun eğer eve girersen" denilirse kadın o eve girdiğinde iki talâk meydana
gelir.
Kinaye = (Kapalı sözler) ile Yapılan Boşama:
361 -Kinaye
sözler ile yapılan boşama ancak niyet veya durumun
delâletine göre olur.
362 - Kinaye
sözlerle yapılan boşama baîn talâk olur. Ancak"iddet bekle, rahmini uzak tut,
sen birsin" sözleri ile ric'î talâk meydana gelir.
363 - Kendileri
ile baîn talâk meydana gelen lâfızlar şunlardır:
1)
Senbaînsin,
2) Sen
ayrıldın,
3) Sen
kesildin, (koptun),
4)
Haramsın,
5) Yuların
eline verilmiştir,
6)
Berisin,
7) Ailene
katıl,
8) Seni ailene
hibe ettim,
9) Seni serbest
bırakdım,
10) Ben seni
ayırdım,
11) İşin
elindedir,
12) Başını
ört,
13) Avret
yerlerini kapa,
14) Sen
hürsün,
15)
Git,
16)
Çık,
17) Kendine
koca ara, gibi sözler. Bütün bu sözlerle bir ve üç talâka niyet etmek sahilidir.
Bu sözlerle iki talâka niyet edilmez. Eğer iki talâka niyet edilirse bir talâk
meydana gelir.
Boşama İşini Kadının İhtiyarına Bırakmak:
364 Erkek
boşamayı kastederek karısına "Muhayyersin" derse kadın bunu öğrendiği meclisde
kendisini boşamak hakkına sahip olur. Oturduğu yerden kalmakla veya o meclisden
ayrılmakla muhayyerliği kalkar. (Çünkü bu hareketleri boşanmakdan yüz
çevirdiğini gösterir).
365 -
Muhayyersin sözüne karşılık, kadın kendisini seçtiği zaman bir baîn talâk
meydana gelir. Erkek niyet etse bile üç talâk meydana gelmez. Bu durumda erkek
veya kadın ikisinden birinin sözlerinde nefis = (kendi) kelimesini yahut nefse
delâlet eden bir sözü söylemiş olmaları gerekir[156]
366 -Erkek
hanımına üç defa "İhtiyar et, ihtiyar et, ihtiyar et" der, kadın da "İhtiyar
etmekle ihtiyar ettim, yahut birinciyi ihtiyar ettim veya ortadakini, yahut
sonuncuyu ihtiyar ettim = (seçtim)" derse üç talâk ile boş olur (SM). Kadın
"İhtiyar ettim" yerine "Kendimi boşadım, yahut-' boşanmakla kendimi seçdim"
derse ric'î talâk ile boş olur.
367 -Erkek
hanımına "Kendini seç yahut boşanmada işin elindedir" der, kadın da kendini
seçse bir ric'î talâk ile boş olur.
368 - Erkek
karısını muhayyer bıraksa kadın da "Kendimi seçtim hayır bilâkis kocamı seçtim"
demişse yine boşanma olmaz. Fakat "Kendimi ve kocamı seçdim" derse boşanma
olur.
369 - Boşanma
işini kadının eline bırakmak, onu boşanmada muhayyer kılmak gibidir; bu hak,
bulunduğu meclise bağlı kalır. Şu kadar var ki "İşin kendi elindedir"
denildiğinde üç talâka niyet edilmişse sahih olur.
370 -"İşin
elindedir" sözüne cevap olarak kadın "Kendimi bir ile seçtim" derse üç talâk ile
boş olur. "Senin işin senin elindedir" denilir, kadın da kendisini ihtiyar
ederse "boşanma meydana gelir.
371 -Koca
karısına "Kendini boşa" derse kadının kendisini boşamaya, o meclisde hakkı
vardır ve boşandığında bir ric'î talâk ile boş olur. Erkeğin, bu sözünden
dönmeğe hakkı yoktur. Kadın kendisini üç talâk ile boşar, kocası da bunu dilerse
üç talâk ile boş olur. İki talâka niyet etmek ise sahih olmaz (Z). Câriye için
ise bu niyet sahihtir. Nitekim erkeğin hür olan karısını bir talâk ile boşarken
ikiye niyet etmesi de sahih
değildir.
372 - "Kendini
boşa" aüzüne karşılık kadın "Kendimi ayırdım" derse bir ric'î talâk ile boş
olur.
373 - Erkek
hanımına "İşin elindedir" deyip kadın da "Sen bana haramsın, yahut sen benden
baîn = (ayrı, uzak) sın veya ben sana haramım, yahut ben senden baîn = (ayrı,
uzak) im" derse bu sözü, kocasına verdiği bir cevap sayılır ve kendisi boş
olur.
Kadın erkeğe "Ben senden boşum veya ben boşum" deyince
de talâk
vâki olur.
374 -Erkek
hanımına "Dilediğin zaman kendini boşa, yahut ne zaman diler isen kendini boşa
veya dilediğin vakit, yahut ne vakit dilersen kendini boşa[157]
derse kadının kendisini boşaması bulunduğu meclis ile kayıtlı olmaz. Kadın bu
işi reddetse o da olmaz.
375 - Bir
kimse, bir adama "Benim karımı boşa" diye salâhiyet verse bu adamın o kadını
boşaması (vekil olduğundan) bulunduğu meclise bağlı değildir. Fakat kadının
kocası o adama "diler isen karımı boşa" derse bu salâhiyet meclise bağlı kalır
(Z).
376 -Kadına
kocası tarafından "Her ne zaman istersen kendini boşa" denildiğinde kadının
birer, birer üç defa kendisini boşamaya hakkı vardır. Fakat kendisim bir defada üç talâk ile
boşayamaz.
377 - Koca
karısına "Kendini üç talâk ile boşa" deyip kadın da kendisini bir talâk ile
boşarsa bir talâk boş olur. Koca, bir talâk ile boşar der kadın da üç talâk ile
boşanırsa boşanma meydana gelmez (SM).
378 Erkek
"Kendini bir talâk ile boşa ric'ata = (yeniden nikâha dönmeğe) mâlik olurum"
der, kadın da "Kendimi baîn talâk ile boşadım" derse ric'î talâk ile boş olur.
Erkek "Bir baîn talâk ile" der, kadın "Ric'î talâk ile boşandım" derse, baîn
talâk ile boş olmuş olur.
379 -Kadına
kocası "Nasıl istersen o şekilde boş ol" derse, istemese dahi hemen birtalâk
vâki olur. Kadın bir baîn veya üç talâk ile boşanmak istese, kocası da aynısını
murad edince, kadın istediğine göre boşanmış olur. Kadın ile kocanın dilekleri
değişik olunca bir ric'î talâk meydana gelir (SM).
380 - Koca "Sen
sayı itibarı ile dilersen veya ne kadar dilerse boşsun" derse kadın kendisini
dilediği kadarı ile boşamak hakkına sahip olur.
381 -Kadına,
"Kendini üçden dilediğine boşa" denilirse kendisini üç talâk ile değil de daha
aşağısı ile boşayabilir.
Şarta Bağlı Boşama:
382 - Şart için
kullanılan lâfızlar şunlardır:
1) İn =
eğer,
2) İzâ = zaman,
vakit,
3) İzâ mâ =
zaman, ne zaman, vakit,
4) Meta =
Zaman, ne zaman, vakit,
5) Meta mâ = Ne
zaman, ne vakit, zaman,
6) Küllü = Hep,
her, bütün
7) Külle mâ =
Her ne zaman, her ne[158]
383 Boşama bir
şarta bağlandığı zaman şartın bulunuşu ile hemen boşanma meydana gelir. Boşamak
için söylenmiş olan yeminde çözülür ve son bulur. Yalnız küllemâ = (her ne
zaman, her ne) şart edatı kullanılmışsa şart koşulan şeyin yerine getirilişi ile
yemin son bulmaz, devam eder.
384 - Şarta
bağlamanın sahih olabilmesi için yemin edenin mâlik olması gerekir: Bir adamın
kendi ailesine (ki onun nikâhına mâlik bulunuyor) "Falan eve girersen sen
boşsun" yahut kendi kölesine "Zeyd ile konuşursan hürsün" demesi gibi. Yahut
ta'lîk = (şarta bağlama) m bir mülke izafe edilmesi lâzım gelir: Bir erkeğin
ailesi olmryan bir kadına "Seninle evlenirsem sen boşsun" yahut "Evleneceğim her
kadın boştur veya satın alacağım her köle hürdür" demesinde olduğu
gibi.
385 -Mülkiyetin
ortadan kalkması şartı ortadan kaldırmaz. Bu bakımdan mülkiyet varken şart
meydana getirilirse yemin sona erer ve talâk vâki olur. Şart, mülk ortadan
kalkınca meydana getirilirse yemin sona erer, fakat (nikâh olmadığı için) talâk
da meydana gelmez.
386 - Karı-koca
şartın bulunuşunda anlaşmazlığa düşerlerse söz kocanın olur, kadının şahit
getirmesi gerekir.
Ancak kadın tarafından bilinecek olan konuda söz kadının
olur ve bu söz kadının kendisi hakkındadır: Şöyle ki, erkek kanlarından birine,
"Eğer hayızh isen sen ve falan karım boşsunuz" der, kadın da
kendisinin
hayızh olduğunu söylerse sadece kendisi boş olur. Şartı
kadının sevmesine, istemesine bağlamak da böyledir. Meselâ koca karısına "Eğer
Alla-hın cehennem ateşi ile kendine azab etmesini istiyorsan sen boşsun, kölem
de hürdür" diye şart koşar ve kadın da istediğini söylerse boş olur. Fakat köle
azad olmaz.
387 - Koca
karışma "oğlan doğurursa bir, kız doğurursa iki kere boş olacağını" şart eder,
ikisi de doğar ve hangisinin önce doğduğu bilinmezse, hüküm bakımından bir,
diyaneten haramdan uzaklaşma bakımından iki talâk meydana gelir.
388 Koca
karısına "Seninle cinsî münasebette bulunursam üç talâk ile boşsun" der, sonra
da ailesi ile münasebette bulunup bir müddet içerde bekletirse (boşanma meydana
gelmekle beraber) bu bekletmeden dolayı verilmesi gereken bir şey lâzım gelmez.
Eğer çıkartıp tekrar duhûl ederse mehir vermesi gerekir. Talâk ric'î bir talâk
ise ikinci defa dahil etmekle kadına dönüş ~ (ric'at) hâsıl olur.
Boşanmanın Allah'ın dilemesine bağlanması:
389 -Kadına
kocası "Allah dilerse sen boşsun,yahut Allanın dilemesi ile sen boşsun veya
Allah dilemedikçe sen boşsun, yahut Allanın dilemesi müstesna sen boşsun" der
ve "Allanın dilemesi" ile ilgili kısmı "Boşsun" ifadesine bitişik, hemen onun
arkasından söylerse boşanma meydana gelmez[159]
390 - "Sen biri
hariç üç talâk boşsun" sözü ile iki talâk meydana gelir. "İkisi hariç"
denilirse bir talâk vukua gelir.
391 -Külden kül
istisna edilemez: "Sen üç hariç üç defa boşsun" denilirse üç talâk ile boşanma
olup istisna hükümsüz kalır. "Sen dördü ha-. riç üç defa ve üç defa boşsun"
denildiğinde yine üç talâk vukua gelir. "Sen biri ve biri ve biri hariç üç talâk
boşsun" ifadesindeki istisna da hükümsüz kalır.
"Sen dokuzu hariç on talâk boşsun" denildiğinde bir
talâk, sekizinin hariç tutulmasında ise iki
talâk meydana gelir.
Hastalık Halinde Kadın Boşama:
392 - Birkimse
ölümüne sebep olan hastalığı esnasında karısını baîn talâk ile boşasa da sonra
ölse ailesi -öldüğü zaman- iddetini tamamlamamış ise kocasına mirasçı olur.
Eğer iddeti sona erdikten sonra ölürse mirasçı olamaz.
393 - 1) Bir
kimse karısını onun isteği ile boşamışsa, yahut erkek ölümüne sebep olan
hastalığı halinde bulunurken kadın muhayyerliğine dayanarak kendisini seçer ve
yine kocasının tenasül uzvu kesikliği, iktidarsızlığı ve bulûğa ermiş olmak,
azad edilmek gibi sebeplerle kocasından ayrılırsa bu ayrılık kadın tarafından
meydana getirildiğinden, kadın iddeti dolmadan ölen kocasına mirasçı
olamaz.
2) Kadın hasta
olduğu halde yukarda söylediğimiz muhayyer bulunduğu sebeplere dayanarak
kocasından ayrılırsa iddeti bitmeden öldüğünde kocası ona mirasçı
olur.
394 - Ölüm
hastalığı; insanı yatağa düşüren ve ihtiyaçlarını yerine getirmekden aciz
bırakan bir hastalıkdır. Kim ki ihtiyaçlarını tedarik eder, giderirse ve sıtma
hastalığına tutulursa o kimse hasta sayılmaz.
395 - 1)
Karısının boş olmasını kendi yapacağı işe bağlıyan erkek, hastalık halinde o işi
yaparsa kadın kendisine mirasçı olur.
2) Bir erkek
ölümüne sebep olan hastalık devresi içindeyken ailesinin boş olmasını
başkasının yapacağı bir işe veya "Ay başı geldiği zaman sen boşsun" şeklinde bir
vaktin gelişine bağlarsa, yahut "Falan adam şu eve girerse veya Öğle namazını
kılarsa sen boşsun" diyerek boş olmayı bu işlerin yapılmasına.bağlarsa, bütün bu
durumlarda ta'Kk = (şarta bağlama) hastalık halinde yapılır ve söylenen şart da
yine hastalık halinde meydana gelirse kadın erkeğe mirasçı olur. Eğer şarta
bağlama sıhhat-ta iken yapılır ve şart hastalık halinde gerçekleşirse kadın
kocasına mirasçı olamaz (Z).
3) Eğertalâk
kadının yapması lâzım gelmiyen bir işe bağlanır da (kadın o işi yaparsa boş
olmaya razı olacağından dolayı) hiç bir durumda kocasına mirasçı olamaz. Eğer
boş olma; namaz kılmak, akrabaları ile konuşmak, yemek yemek ve alacağını almak
gibi kadının yapması zarurî olan bir işe bağlanırsa, kadın kocasına mirasçı olur
(M).
RİCAT = RİCİ TAİLÂK İLE BOŞÂDIKTAN SONRA TEKRAR KADINA DÖNMEK
896 - Ric'î
talâk, cinsî teması haram kılmaz.' Kadının rızası olmasa dahi iddeti bitmeden
kocasının ona dönmeğe hakkı vardır.
397 - Kocanın
karısına dönmüş olduğu iki şekilde sabit olur:
1) Erkeğin
karısına "Sana müracaat ettim, sana döndüm, seni tekrar aldım, seni tuttum"
demesi gibi sözleri ile olur,
2) Kadın ve
erkek tarafından sihri haramlığı gerekli kılan her hangi bir işin yapılması
ile.
398 -Erkeğin
karısına döndüğünde şahit tutması müstehaptır.
399 - İddet
bitikten sonra erkek kadına "İddet içinde sana dönmüştüm" der ve kadın da
tasdik ederse ric'at = (dönüş) sahih olur. Yalanlarsa sahih olmayıp kadına
yemin de verilmez (SM).
Koca karısına, döndüğünü söyleyip o da cevap olarak
iddetinin bittiğini bildirirse ric'at meydana gelmiş olamaz (SM).
400 - Cariyenin
kocası, iddeti içinde ona döndüğünü söyleyip efendisi onu tasdik eder (SM) ve
cariye yalanlarsa yahut bunun tersi olursa ric'at vuku bulmuş olmaz.
401 -1) Üçüncü
hayzm onuncu gününde kan kesilse kadın yıkan-masa bile ric'at hakkı sona erer.
Fakat kan on günden daha az bir zamanda kesilirse kadın yıkanmadıkça veya kanın
kesilmesinden itibaren tam bir namaz vakti geçmedikçe yahut teyemmüm edip namaz
(MZ) kılmadığı müddetçe dönüş hakkı ortadan kalkmaz.
2) Sadece kanın
kesilmiş olması ile kitabiyye = (Hıristiyan ve yahudi dinine mensup olan kadın)
ye dönme hakkı son bulur.
3) Kadın
(üçüncü hayız kanının kesilmesinden sonra) yıkanıp vücudunda bir uzuvdan az bir
yeri yıkamayı unutsa yine erkeğin ona dönüş hakkı son bulmuş olur. Fakat bu
durumda kadının başka bir erkekle evlenmesi de helâl olmaz. Eğer vücutta tam bir
uzuv miktarı kadar yerin yıkanması unutulursa kocasının ona dönüş hakkı devam
eder.
402 - Hâmile
olan karısını boşayan kimse onunla cinsî temasda bulunmadığını iddia etse yine
de kadına dönme hakkına sahip bulunur. Fakat koca halvet-i sahiha = (Yalnız
baslarına izinleri olmadan kimsenin giremiyeceği bir yerde başbaşa kalma) dan
sonra kadın ile cinsî temasda bulunmadığım iddia ederse kadına dönüş hakkı
kalmaz.
403 - Erkek
karısına "Çocuk doğurduğun zaman sen boşsun" der ve kadın da çocuk yapar v'e
sonra başka bir batından diğer bir çocuk daha doğurursa bu birinci doğumdan
sonra erkeğin ailesine döndüğünü gösterir.
404 - Ric'î
talâkla boşanmış olan bir kadın, kocasına karşı yüz ve vücudunu süsliyebilir[160]
Bir kocanın, ric'î talâkla boşadığı ailesinin yanına,
ondan izin almadıkça girmemesi müstehaptır.
Baîn Talâk ile Boşanan Kadının Durumu ve
Hülle:
405 - Bir kadın
üçden az, yâni bir ve iki baîn talâk ile boşanmış ise kocası onunla iddeti
içinde ve iddetten sonra yeniden nikahlanmak sureti ile evlenmek hakkına sahip
olur.
406 - Üç baîn
talâk ile boşanan bir kadın sahih bir nikâh ile başka bir kocaya varıp onunla
cinsî birleşmede bulunmadıkça ve sonra bu kocasından da ayrılmadıkça birinci
kocasına helâl olmaz. Bu kadın birinci kocaya, onun cariyesi olup mülkiyeti
altında bulunması sebebi ile de helâl olmadığı gibi bu cariyenin efendisinin
cinsî temasda bulunması ile de helâl olmaz.
407 - Uç talâk
ile boşanıp ikinci kocaya varan kadının birinci kocasına helâl olmasının şartı;
cinsî birleşmede tenasül uzvunun içeriye girmiş olmasıdır. Yoksa meninin akması
değildir, ikinci kocanın cinsî temasda bulunabilen bir kimse olması
şarttır.
408 - İkinci
koca kadını birinci kocaya helâl kılmak şartı ile onunla evlenmişse bu mekruh
olmakla beraber (S) kadının birinci kocası ile yeniden evlenmesini helâl kılar
(SM[161].
409 - ikinci
koca (birinci kocaya ait) üç ve daha aşağı (MZ) talâkların hükmünü
kaldırır.
410 -Üç talâk
ile boşanan kadın birinci kocasına "Iddetim senden bitti, ikinci kocaya da varıp
ondan ayrıldım ve ondan da iddetim bitti" der ve geçen zamanın da buna ihtimali
olur, koca da kadının doğruluğuna kanaat getirirse onunla yeniden evlenmesi
caiz olur.
411 -Bir erkek
karısına "Allaha yemin ederim ki, sana yaklaşnırya-cağım, yahut dört ay
sana.yaklaşmıyacağım" dediği zaman îlâ'da bulunmuş olur. Bir kimse; ailesi ile
münasebette bulunursa, hacca gideceğine, yahut oruç tutacağına, sadaka
vereceğine, bir köle azad edeceğine veya karısını boşayacağına dair Allaha yemin
ederse yine îlâ'da bulunmuş olur.
412 -îlâ'da
bulunan erkek = (mûli) dört ay dolmadan karısına yanaşırsa yeminini bozmuş olur
ve üzerine yemin kefFareti vermek vacib olur. Bu durumda îlâ da
düşer.
413 -ilâ yapan
erkek dört ay geçer de karısına yanaşmamış olursa, kadın kendisinden bir baîn
talâk ile boş olur.
414 -Yemin dört
ay üzerine ise müddetin bitimi ile îlâ sona erer.
415 -Müebbed
bir îlâ'da bulunulunca (kadına yanaşmadan geçen dört ayın bitiminde meydana
gelen boşanmadan sonra) dönülüp tekrar nikâh yapılırsa açıklandığı üzere îlâ da
tekrar yenilenir. Eğer yenilenen nikâhdan sonraki dört ay içerisinde karısı ile
münasebette bulunursa, yemininden dönmüş olur. Aksi halde dört ayın bitiminde
ikinci birboşanma meydana gelir. Bundan sonra tekrar dönüp nikâhını yenilerse
yine yukardaki gibi hükümler ceryan eder.
416 -Bir erkek,
îlâ sebebi ile boş olup başka kocaya giden ve ondan da boşanan karısını tekrar
alırsa artık ilânın hükmü kalmaz. Fakat (yemin daha önceden bozulmamış
olduğundan dolayı durmaktadır. Bunun için) karısı ile münasebette bulununca daha
önceki yemininden dolayı üzerine keffâret gerekir.
Eâ: Lügâtta yemin anlamındadır. Hukuk dilinde "Bir
kimsenin nikâhlı
ailesi ile muayen bir zaman cinsî temasda bulunmamaya
yemin etmiş"dir. Bu yemin açık veya kapalı sözlerle olur. Açık sözlerde niyete
ihtiyaç olmayıp kapalı sözlerde niyete ihtiyaç vardır. Mûli: îîâda bulunan
erkek.
418 -Ric'î
talâkla boşanan kadın üzerine yapılan îlâ sahih olur. Fakat baîn talâk ile
boşanan kadın üzerine îlâ yapılamaz.
419 -Bir erkek
karışma "Sana iki aydan sonra iki ay yaklaşmıyaca-ğım" derse îlâda bulunmuş
olur. Fakat "Bir gün müstesna sana bir sene yaklaşmıyacağım" derse îlâda
bulunmuş olmaz (Z).
ilâyı Kaldıran Haller:
420 - ilâ
müddeti içerisinde kadına dönüş ya sözle olur veya fiilî
olarak olur.
421 - ilâyı
sözle kaldırmaya gerekli kılan haller:
a) Karı kocadan
birinin cinsî temasa gücü yetemiyecek derecede
hasta olması.
b) Erkeğin
tenasül uzvunun kesik olması,
c) Kadının
tenasül uzvunda tıkanıklık bulunması veyahut da cinsî temas yapılamıyacak kadar
çocuk olması,
d) Karı koca
arasında dört aylık bir mesafe bulunması,
e) Erkeğin
hapiste olup cinsî temasda bulunmaya imkân bulamaması.
Bütün bu durumlarda yemin vaktinden îlâ müddetinin
sonuna kadar olan îlâ müddeti içerisinde yukardaki özürler devam etse de erkek
karısına döndüğünü söylese îlâ düşer.
422 - ilâ
müddeti içerisinde kadınla cinsî münasebette bulunmak imkânı meydana gelirse,
kadına dönüş ancak cinsî münasebette bulunmakla gerçekleşir.
423 - Bir kimse
hanımına "Sen bana haramsın" der ve bu sözü ile yalan söylemiş olduğunu söylerse
tasdik edilir. Eğer boşamayı kasted-diğini söylerse bir baîn talâk meydana
gelir. "Üç talâka niyet ettim" derse üç talâk vuku bulur. Zıhara niyet etmişse
zıhar sayılır (M).
Haram kılmayı kasdetmişse yahut hiç bir şey
kasdetmediğini söylerse bu sözü ile îlâda bulunmuş olur[163]
MUHÂLEA* = MAL KARŞILIĞINDA BOŞAMA
424 -Muhâlea;
kadının, kocasının kendisini boşaması için mal vererek onun karşılığında
kendisini serbest bıraktırması dır.
425 - Karı-koca
muhâlea anlaşması yaparlarsa, kadın bir baîn talâk ile boş olur ve kocasına da
mal vermesi gerekir.
426 - 1)
Geçimsizlik koca tarafından geliyorsa boşama karşılığında kadından bir mal
alması mekruh olur.
2) Geçimsizlik;
sû-i imtizaç, kadından geliyorsa, erkeğin ona vermiş olduğu mehirden daha fazla
bir mal alması mekruhtur. Fakat vermiş olduğu mehirden fazla bir mal olsa bu
yine de kendisine helâl olur.
427 - Bir erkek
karışma muayyen bir mal karşılığında boşar da karısı bunu kabul ederse baîn
talâk ile boşanmış olur ve kadının taahhüt ettiği malı ödemesi
gerekir.
428 - Mehir
olmaya elverişli olan her mal muhâlea bedeli olmaya da elverişlidir.
429 - Muhâleada
bedel (domuz, şarap, murdar gitmiş bir hayvan gibi) bâtıl olsa da yine bir baîn
talâk meydana gelir. (Kocanın mal karşılığında boşayıp kadının bunu kabul
etmesi durumundaki) boşama bedeli bâtıl olunca ric'î bir talâk meydana gelmiş
olur.
430 - Kadın
kocasına "Beni elimdeki karşılığında boşa" der ve elinde hiç bir şey de yoksa
kadının birşey vermesi gerekmez. Fakat öğle değil de "Beni elimdeki mal
karşılığında", yahut "evimdeki eşya karşılığında boşa" der ve elinde nral veya
evinde eşya bulunmazsa kocasına nehrinı geri verir.
431 -Küçük kız
kendisine ait mal karşılığında kocasından boşandı-rümışsa bir şey vermesi lâzım
gelmez. Büyük kız için ise bu onun kabul-
* Hul': Lügâtta sökmek, çıkarmak ve izâle etmek,
gidermek mânalarına gelir. Istılahda hul' ve muhâlea "Kadın tarafından verilen
mal karşılığında nikâh bağını ortadan kaldırmak"dır. Muhâlea yerine mubaree =
(birbirinden beri olmak) tabiri de kullanılır.
etmesine bağlı olur. Fakat her iki durumda da baba
muhâlea bedelini kendi üzerine almışsa babanın ödemesi lâzım gelir.
432 - Kadın
kocasına "Beni bin lira ile üç talâk boşa" der, kocası da bir talâk ile boşarşa,
kadın kocasına bin liranın üçde birini ödemekle mükellef tutulur. Eğer kadın
"Beni bin liraya karşılık üç talâk ile boşa" der ve kocası yine bir talâk ile
boşarsa, birşey ödemek lâzım gelmez (SM) ve kadın bir ric'î talâk ile boşanmış
olur[164].
433 - Koca
hanımına: "Kendini bin lira mukabilinde yahut bin lira üzerine üç talâk boşa"
der, kadın da bir talâk ile boşarsa bir şey vâki olmaz. Eğer koca "Sen boşsun
ve bin lira vereceksin" der kadın da kabul ederse bir şey ödemesi gerekmez
(SM).
434 - Mübaree
ve muhâlea, karı-kocanm nikâha bağlı birbirleri üzerindeki bütün haklarını
düşürürler (SM). Hatta cinsî birleşme meydana gelip kadın mehrini almış olsa,
erkek dönüp onu kadından geri isti-yemez.
435 - Hastanın
muhâlea = (mal karşılığında yapmış olduğu boşama) sı üçde bir üzerinden muteber
olur.
ZIHAR[165]
436 - Zıhar,
bir erkeğin karısının tamamını veya bedeninin tamamı yerine geçen (baş ve yüz
gibi) bir uzvunu yahut bir uzvun (üçde bir, dörtte bir gibi) muayyen bir kısmım,
kendisine nikâhı ebedî olarak haranı olan bir mahreminin, bakmak helâl olmıyan
uzuvlarından birine benzetmiş olmasıdır.
437 - Zıharda
bulunmanın meydana getirdiği hüküm; cinsî temasın ve cinsî temasa götüren
sebeplerin, zıharm kefFâreti verilinceye kadar haram olmasıdır.
438 - Keffâret
verilmeden önce cinsî temas yapılırsa Allahdan af dilenir.
" .
439 - Keffâreti
vacip kılan, avdet etmektir ki, bu da kadın ile cinsî temasa
azmetmektir.
440 - Koca
keffâreti vermeyince kadının kendisini ondan sakındırması ve keffâret vermesini
istemesi gerekir. Hâkim de (kadının hakkını yerine getirmek için) erkeği
keffâret ödemeğe zorlar.
441 -Erkek
karısına "Sen bana annemin benzerisin, yahut annem gibisin" derse niyetine
bakılır. Bu sözü ile onun iyiliğini anlatmak istemişse tasdik edilir. Zıharı
kasdetmişse, zıhar olur.-Boşamayı murad etmişse bir baîn talâk meydana gelir.
Hiç bir niyet taşımamışsa bu sözü ile bir hüküm meydana gelmez.
442 - Birden
fazla karısı bulunan bir erkek ailelerine "Siz bana anamın arkası" gibisiniz derse her bir karısı için ayrı
bir keffâret vermesi gerekir.
443 - Bir kimse
tek bir meclisde veya çeşitli meclislerde birden fazla zıharda bulunursa, her
zıhar için ayrı bir keffâret verir.
Zihar Keffâreti:
444 _ Zıhar
keffâreti; Önce sağlam ve mutlak bir köle azat etmektir. Yeterli olan
böylesidir. Müdebber, ümmü'l-veled, kitabet borcunun bir-kısmını ödemiş bulunan
mükâteb köle, iki eli yahut iki baş parmağı veya iki ayağı kesilimş, iki gözü
kör, sağır, dilsiz, devamlı deli ve bir kısmı azad edilmiş bulunan köleleri azad
etmek yeterli değildir.
445 - Bir kimse
köle olan baba veya oğlunu keffârete niyet ederek satın aliTsa keffâret için
yeterli olur. '
446 - Bir kimse
(zıhar keffâreti olarak) kölesinin yarısını azad etse sonra zıharda bulunduğu
karısı ile cinsî temasda bulunup geri kalan yarısını azad ederse bu keffâret
için ona yeterli olmaz (SM). Eğer her iki azad arasında münasebette bulunmazsa
keffâret olarak yeterli olur.
447 - Köle
zıhar yapınca keffâret olarak oruç tutar.
448 - Azad
edecek köle bulamıyan kimse keffâret için; içinde teşrîk günleri, bayram ve
ramazan bulunmıyan günlerde iki ay birbiri ardınca oruç tutar.
449- îki ay
içinde gece olsun gündüz olsun, özürlü veya özürsüz unutarak veyahut da kasden
karısı ile münasebette bulunan kimse iki aylık oruca yemden başlar
(S).
450 - 1) Oruç
tutmaya gücü yetrniyen kimse 60 fakiri doyurur. Sadaka-ı fıtır bahsinde
söylediğimiz üzere, ya 60 fakire yemek verir veyahut da onlara yemeğin
kıymetini öder.
2) Altmış
fakire sabahlı akşamlı iki defa yemek vermek yeterlidir. Her iki yemekte de 60
kişiyi doyuracak kadar yiyecek vermek gerekir.
3) Buğday
ekmeği verilince katık şart değil ise de arpa ekmeği verildiğinde katık vermek
şart olur.
4) Altmış
fakiri bir gün doyurmak yerine fakire 60 gün yemek vermek de caiz olur. Fakat
60 günlük yiyecek bir fakire bir defada verilirse bir gün yerine geçer.
451 -Yemek
verme işi devam ederken cinsî temasda bulunmak yemek vermeğe yeniden başlamayı
gerektirmez.
452 - 1) Tayin
etmeksizin iki köle azad etmek veya dört ay oruç tutmak yahut 120 kişiyi
doyurmak iki keffîaret-i zıhar için yeter.
2) İki
keffâretten dolayı 60 fakire birer sa1 buğday verilse bu ancak bir keffâret
yerine geçer (M).
3) îki
keffâretten dolayı bir köle azad eden ve 60 gün oruç tutan kimse bunları o iki
keffâretten dilediğine tahsis edebilir.
LİAN[166]
453 - Lian;
kocanın, kansına zina isnad etmesi yahut doğan çocuğun kendisinden olmadığını
iddia edip nesebini inkâr etmesi sebebi ile vacib olur.
454 -
Karı-kocadan her ikisinin şahitlik yapmaya ehiljdmseler olması
şarttır.
455 - Kadın;
kendisine zina isnadında bulunan kimseler had cezasına çarptırılması gereken
bir durumda olmalıdır.-
456 - Lian
yapılabilmesi için kadının bunu hâkimden istemesi lâzımdır.
457 - Koca
Handa bulunmakdan çekinirse lian yapıncaya veya kendisini yal anlayıncaya kadar
hapsedilir. Kendisini yalanlayınca da had cezasına çarptırılır.
458 - Koca lian
yapınca kadına da Handa bulunma borç olur. Aksi halde lian yapıncaya veya
kocasını tasdik edinceye kadar hapsedilir.
459 - Koca
şahit olmaya ehil bir kimse olmadığı zaman had cezasına çarptırılır.
460 - Koca
şahit olmaya ehil'bir kimse olduğu halde kadın; iftira
edenleri had cezasına çarptırılmıyanlardan ise [167]kocaya
ne had cezası verilir ve ne de lian yaptırılır. Ancak "Ta'zîr" cezası
verilir.
461 - Lian
şöyle yapılır:
1) Hâkim Lianı
önce erkeğe yaptırır. Erkek dört defa ve her defasında "Ben zina isnadımda
muhakkak doğrulardan olduğuma Allaha şehâdet ederim" diyerek şehadette bulunur.
Beşincide "Ben sana zina isnadında eğer yalancılardan isem Allanın laneti
üzerime olsun" der.
2) Eğer çocuğun
kendisinden olmadığını iddia etmişse "Çocuğun nesebini kabul etmemekle sana olan
isnadımda doğrulardan olduğuma", hem zina isnadında bulunmuş ve hem de çocuğun
kendisinden olmadığını iddia etmişse "Sana zina isnadımda ve çocuğun nesebini
kabul etmemekde doğrulardan olduğuma Aİlaha şehâdet ederim" der.
3) Sonra kacjın
dört defa şehadette bulunur ve her defasında "Onun bana zina isnadında
yalancılardan olduğuna Aİlaha şehâdet ederim" der ve beşincide de "Zina
isnadında doğrulardan ise Allanın gazabı üzerime olsun" der. Çocuğun nesebi
inkâr ediliyorsa, o zaman "Zina" yerine "çocuğu red" ifadesini'
kullanır.
462 - Karı-koca
karşılıklı Lian yaptıkdan sonra hâkim onları birbirinden ayırır. Bu ayırım ile
bir baîn talâk meydana gelir (S).
463 - Lian
çocuğun nesebini kabul etmemek = (nefy)den dolayı yapılmışsa hâkim babadan olan
nesebi kaldırıp çocuğu annesine katar.
464 - "Senin
hamileliğin benden değidir" sözü ile lian gerekmez - (SM).
465 - 1)
Çocuğun nesebini red etmek; doğumun akabinde, tebrik zamanında ve doğum eşyaları
alınırken olduğu zaman sahih olur. Böylece ilan yapılır ve hâkim çocuğun
nesebini erkekden alır. Bunlardan sonra (yâni müddet geçince, yahut tebrikler ve
hediyeler kabul edilince ve doğum eşyası alınınca) lian yapılır, fakat çocuğun
nesebi sabit olur.
2) Koca
gurbette ise doğumdan haberdar olduğu an çocuğun yeni doğduğu zaman
gibidir.
466 - Tek bir
batmda iki çocuk doğar ve bunlardan ilki kabul edilir, diğeri red edilirsei
kişinin de nesebi sabit olur ve lian yapmak gerekir. Bunun aksi olup birinci red
ve ikinci kabul edilirse yine ikisinin de nesebi sabit olur ve bu sefer lian
yerine had vurulur.
İDDET[168]
467 - Cinsî
birleşmeden sonra yapılan boşama ve nikâhın feshinden dolayı hür kadınlar üç
hayız iddet beklerler.
468 - Hayız
görmiyen küçük kızlar ve hayızdan kesilmiş yaşlı kadınlar üç ay iddet
beklerler.
469 - Kocaları
Ölen hür kadınların iddeti = (bekleyişi) dört ay on gündür.
470 -
Boşanmadan dolayı cariyenin bekliyeceği iddet iki hayızdır. Cariyelerden, küçük
olanların ve yaşlılıkdan dolayı hayızdan kesilmiş bulunanların iddetleri bir
buçuk aydır.
471 -Kocaları
ölen cariyeler iki ay beş gün iddet beklerler.
472 - Hâmile
olan bütün kadınların (hür olsun cariye olsun) iddeti doğumla sona
erer.
473 - Cinsî
birleşme = (zifaf) olmadan meydana gelen boşanmalarda iddet beklemek yoktur.
Zimmînin, zimmîye olan karısını boşamasından dolayı da iddet
beklenmez.
474 -
Ümmü'l-veled = (efendisinden çocuk yapmış) olan bir cariyenin efendisi vefat
edince veya bu câriye azad edilmişse duruma göre ya üç hayız veya üç ay iddet
bekler.
475 - Şüphe ile
veya fasit bir nikâhdan sonra kendisine temas yapılan bir kadın ayrılık ve ölüm
halinde hayız ile iddet bekler.
476 - Kocasının
Ölüm hastalığında baîn talâk ile boşanmış olan bir kadının iddeti iki iddetin =
(1- Üç hayız müddeti olan ve boşanmadan dolayı beklenen iddet, 2- Dört ay on
gün olan ve kocanın ölümü sebebi ile beklenmesi gereken iddet) en uzun olanına
göre olur (S).
477 - Ric'î
talâk ile boşanıp iddet bekliyen bir kadının kocası ölünce kadın yeniden ölüme
göre iddet bekler.
478 - Câriye
ric'î talâkla boşanma sebebi ile iddet beklerken âzad edilse iddeti hür
kadınların iddetine intikal eder. Fakat baîn talâkla bo-şanmışsa intikal
etmez. .
479 - Hayızdan
kesilen bir kadın aya göre iddet beklerken yeniden hayız kanı görse, yahut bu
durumdaki küçük bir kız ay arasında âdet görmeğe başlasa bunlar hayza göre
yeniden iddet beklerler.
480 - Bir veya
iki hayız iddet bekledikden sonra hayızdan kesilen kadınlar ay hesabına göre
yeniden iddet beklemeğe başlarlar.
iddetin Başlangıcı İki İddetin Birbirine Karışması
(tedahu-lu) ve İddetin Müddeti:
481 -Boşanmalarda iddet boşanma anından itibaren, ölüm
halinde de ölümden hemen sonra başlar.
Kadın boşandığını veya kocasının öldüğünü bilmese dahi
müddetin geçmesi ile iddet de sona erer.
İddet üç şekilde olur: 1- Hayza göre, 2- Ay hesabına
göre, 3- Kadının
çocuğunu doğurmuş olmasına göre.
İddet beklemek de üç şeyden dolayı olmaktadır: 1-
Boşanma sebebi ile, 2- Ölüm sebebi ile, 3- Cinsî temas sebebi ile.
Mebtûte: Üç talâk ile boşanmış kadındır ve iddet
bekîiyen bpyle bir kadına mu'tedde-i mebtûte denilir.
Hayz = (âdet, aybaşı): Lügâtta akmak manasınadır.
Fıkıhda doğum sebebiyle olmaksızın sıhhat halinde muayen vakitlerde rahimden
akıp gelen
cibillî bir kandır.
Nifas: Çocuk doğurma halidir. Bu müddette akan kana da
bu ad verilir.
İstihaze: Hastalık sebebi ile rahimden başka yerden
gelip tenasül uzvu yolu ile akıp gelen kandır. Müstehaze, istihazeli kadın
demektir.
Mu'tedde: İddet bekîiyen kadına denir. Boşamanın
çeşidine göre: 1-Baînen mu'tedde, 2- Ric'ıyyen mu'tedde adlarını
alır.
482 - Fasit bir
nikâhla iddet bekîiyen kadının iddet başlangıcı, ayrılık veya erkeğin cinsî
münasebeti bırakmaya olan kararıdır (Z).
483 - İddet
bekîiyen bir kadına şüphe ile cinsî temas yapıldığında birinci ile tedahül eden
= (iç içe giren) diğer bir iddet beklemesi daha lâzım gelir[169].
484 - îddet
bekîiyen bir kadına bir hayız gördükten sonra cinsî temas yapılsa bundan
sonraki diğer üç hayız ile iddeti tamamlanır.
485 - İddetin
en az müddeti (yâni üç hayızın tamamlanabileceği en az müddet) iki aydır
{SM).
486 - İddet
bekîiyen bir kadına evlenme teklifi yapılamaz, fakat böyle bir istek
duyurulabilir.
Sahih Bir Nikâhdan Sonra İddet Bekîiyen = (mu'tedde) Bir
Kadının Uyması Gereken Şartlar:
487 - Bulûğa
ermiş, müslüman, hür veya câriye olan bir kadın sahih nikâhdan sonra vefat veya
baîn talâk sebebi ile iddet bekliyorsa üzerine "hidad" lâzım gelir.
Hidad; güzel koku sürünmeği, zinetlenmeyvgöze sürme
çekmeyi, başa yağ sürmeyi ve kına sürünmeyi bırakmak demektir. Ancak bir özür
ile bunları kullanabilir'[170].
488 - Mebtûte =
(kocasından üç talâk ile boşanan kadın) nin iddeti esnasında gece ve gündüz
evinden dışarı çıkması doğru olmaz. Ölüm sebebi ile iddet bekîiyen kadın ise
gündüzleyin ve gecenin de bir kısmında dışarı çıkabilir; geceleyin ise ancak
kendi evinde kalır[171].
Cariye efendisinin ihtiyaçlarını yerine getirmek için
iki iddette de her iki vakitte dışarı çıkar.
489 - İddet
bekîiyen kadın evin yıkılma tehlikesi olmadıkça veya başka yere çıkarılmadıkça
yahut evin kirasını verememekden dolayı başka yere taşınmadıkça iddetini
ayrılığın vuku bulduğu esnadaki evinde geçirir.
Hamileliğin en az ve en çok müddeileri ve buna terettüb
eden hükümler:
490 -
Hamileliğin en az müddeti altı ay, en çok müddeti ise iki senedir.
491 -Bir kadın
iddetinin sona erdiğini ikrar edip sonra altı aydan daha az bir müddette çocuk
doğurursa bu çocğun nesebi sabit olur. Bu durumda ikrar tarihinden altı ay sonra
doğum yapmışsa çocuğun nesebi sabit olmaz[172]
492 - Ric'î
talâkla boşanmış olan bir kadın, iddetinin bittiğini ikrar etmedikçe iki seneden
fazla bir zaman içinde dahi doğum yaparsa çocuğun nesebi kendisini boşamış olan
kocasından sabit olur. Eğer iki seneden daha az bir müddetle çocuk doğarsa
kadın baîn talâk ile boş olmuş olur ve çocuğun nesebi de yine kocasından sabit
olur. Çocuğun iki seneden az bir zamanda doğması kocanın karısına döndüğünü
gerektirmez. Eğer çocuk iki yıl veya daha fazla bir zaman geçtikten sonra
doğarsa koca ailesine dönmüş sayılır.
493 - Üç
talâkdan veya ölümden sonra iddet bekîiyen kadının iki seneden daha az bir
müddet içinde doğurduğu çocuğun nesebi kocasından sabit olur.
494 - İki
seneden fazla bir müddet içinde doğan çocuğun nesebi ise ancak kocanın, çocuğun
kendisinden olduğunu iddia etmesi ile sabit olur (Z).
495 - îddet
bekîiyen bir kadının çocuğunun nesebi ancak iki erkeğin (SM) veya bir erkekle
iki kadının şehâdeti ile yahut kadının hamileliği açıkça belli olması veya
kocanın itirafı yahutta vârislerin tasdiki ile sabit olur.
496 - Ric'î
talâk ile (S) veya üç talâk ile (S) boşanmış olan küçük = (sağire) bir kadının
çocuğunun nesebi ancak dokuz aydan daha az bir müddetle doğmuş olması ile sabit
olur. Kocasının ölümünden sonraki id-detinde ise çocuk on ay on günden kısa bir
müddet,, az bir zamanda doğmuşsa nesebi sabit olur.
497 - Koca
karısına "Çocuk doğurursan sen boşsun" der ve bir kadın onun doğum yaptığına
şahitlik yaparsa kadın boş olmaz (SM). Kocanın gebeliği itirafı halinde kadın
mücerred sözü ile boş olur (SM).
498 - Efendi
cariyesine "eğer karnında çocuk varsa o bendendir" der ve bir kadın da onun
doğumuna şahitlik yaparsa, câriye ümmül-veled olur.
DÖRDÜNCÜ BOLUM
"Bismillahirrahmanîrrahîm
= Rahman ve rahmi olan Allamn adı ile
başlarım."
"Kime Allah hayır dilerse onu dinde fakîh
kılar."
Hadis (Tecrîd-i sarîh, c. 1, s. 77, H. No.
64).
NAFAKA[173]
1 -Kadın,
kocasının evinde kendisini kocasına teslim ettiği zaman nafakasını, giyeceğini
ve meskenini temin etmek kocasına ait olur.
2 - Nafakada
erkeğin malî kudretine itibar olunur. O da israfa ve cimriliğe kaçmadan kadına
yetecek miktarda kararlaştırılır.
3 - Kadının
nafakası aylık olarak takdir ve farz edilip kendisine teslim edilir. Elbisesi
ise altı ayda bir verilir. Bunlardan başka bir tane de (S) hizmetçi nafakası
takdir edilir.
4 - Kadın
kocasının evinden izni olmadan çıkıp gitse ve kendisini kocasına teslim etmese
nafaka alamaz.
5- Mehri
ödeninceye kadar kendisini kocasından sakındıran kadın nafakaya hak
kazanır.
6 - Kadın büyük
olduğu halde kocası küçük olup (cinsî temasa tahammülü bulunmasa) kadın yine
nafakasını alır. Bunun aksi olursa kadın nafaka alamaz. Her ikisi de küçük
olursa kadının nafaka hakkı bulunmaz.
7 - Kadın
(zevce) hacca gider veya borç yüzünden haps olunur, ya-
hut kadını bir başkası kaçırıp onunla giderse nafaka
alamaz. Kocası ile beraber hac ederse hazardaki nafakasını alır.
Kadının, kocasının evinde hasta olması nafaka hakkını
kaldırmaz.
8 - Cariyenin,
müdebberenin ve ümmü'l-veledin nafakaları, efendileri kendilerine hizmet
ettirmeyip kocalarına teslim edince kocaya ait olur. Aksi halde bunların
nafakaları kocalarına değil, efendilerine ait bulunur. Efendi bunları önceden
kocanın evine teslim etse sonradan da yine kendi hizmetinde kullansa kocadan
olan nafaka hakları düşer.
9 - Erkek fakir
olup nafaka vermeğe gücü yetmese karısı ile araları ayrılmaz. Kadına kocası
adına borç alması emr olunur.
10 -Kadına
kocasının fakir oluşuna göre nafaka takdir edilip sonra koca fakirlikden
kurtulsa karısının nafakasını zenginliğine göre tamamlar.
11 -Hâkim
tarafından nafaka takdir edilmedikçe veya karı-koca-daki anlaşmadan sonra daha
nafaka kabz edilmeden taraflardan biri ölse tayin ve takdir edilen nafaka
düşer.
12 -Hâkim
tarafından nafakaya hüküm verildikten veya aralarındaki anlaşmadan sonra daha
nafaka kabz edilmeden taraflardan biri ölse tayin ve takdir edilen nafaka
düşer.
13 -Gerek
nafaka ve gerekse elbise, günü gelmeden verilip sonra taraflardan biri vefat
ederse verilenler geri alınmaz.
14 -Kaybolan
kocanın evinde hazır malı bulunsa veya başkasında emaneti yahut mudarabe
ortaklığı kurduğu kimse elinde malı veya birisinde alacağı bulunsa, hâkimin de
bu mallardan ve evlilikden haberi olsa yahut elinde mal bulunan kimse malın
kaybolan adama ait olduğunu ve kadının o adamla evli bulunduğunu itiraf etse bu
maldan kaybolan adamın ailesine, ana ve babasına, küçük çocuklarına nafaka
takdir edilir. Bu, malın nafaka cinsinden olduğu takdir edilmiştir. Hâkim
kadına nafakasını almamış olduğuna ait yemin de verir. Ayrıca kadından bir de
kefil alınır. '
Hâkim durumu bilmez ve elinde mal bulunan da evliliği
veya malı inkâr ederse kadının delili kabul edilmez.
15 -Erkek
hanımını kendi ailesinden hiç bir kimsenin ikamet etmediği ayrı bir evde
oturtmak mecburiyetindedir.
16 - Kocanın
hanımına tahsis ettiği eve, kadının başka erkekden olan çocuklarını ve kadının
ailesinden olan bir kimseyi sokmamak hakkı vardır. Fakat onların kadınla
konuşmalarına ve bakmalarına engel olamaz. Yine her cuma günü kadımn
çocuklarının ve ailesinin eve yanına gelmelerine mâni olamaz[174].
Diğer akrabalarının da senede bir defa yanma gelmelerini
engelliyemez.
Boşanan Kadının tddeti İçindeki Nafaka
veJMeskeni:
17 -Kadın ister
baîn ister ric'î talâkla boşanmış olsun iddetini beklerken nafaka ve mesken
hakkı vardır. Kocası ölen kadının ise nafaka alma hakkı yoktur.
18 -Dinden
dönmek ve kocasının oğlu ile öpüşmek gibi kadın tarafından işlenen suçlar
sebebi ile meydana gelen ayrılıklardan dolayı beklenen iddet içerisinde kadın
nafaka alamaz.
19 -Eğer kadın
kocasına denk olmamak, bulûğa erme ve azad olmanın verdiği muhayyerliğe
dayanarak suç olmıyan bir sebeple kocasından ayrılırsa iddeti içinde nafaka
almak hakkına sahip bulunur.
20 - Ayrılığın
koca tarafından meydana getirildiği her durumda zevce = (karı) ye nafaka
verilir.
21 -Üç talâk
ile boşandıktan sonra dinden dönen kadın, nafaka alma hakkını kaybeder. Üç
talâkdan sonra kocasının (başka kadından olan) oğluna imkân veren kadının ise
nafaka hakkı düşmez.
Usul, Fürû', Diğer Akraba ve Kölelerin
Nafakaları:
22 - Fakir
olan küçük çocukların nafakası babaya aittir.
23 - Bir süt
ana bulunduğu ve çocuk da onun memesini emdiği takdirde ana çocuğu emzirmeğe
mecbur tutulamaz. Aksi halde mecbur edilir.
24 - Baba,
annesinin yanında çocuğa süt verecek olan bir kadını ücretle kiralar. Süt
emzirmesi için kendi karısını veya iddet bekliyen karısını ücretle tutması caiz
değildir[175]
25 - Kocasından
ayrılıp iddeti biten-kadın, çocuğa bir süt anadan daha fazla meme emzirmeğe hak
sahibidir. Ancak süt anadan daha fazla ücret isterse bu hakkını
kaybeder.
26 - Fakir
olduklarında baba ve dedelerin nafakaları erkek ve kız evlatlarına ait
olur.
27 - Zevce ile
usûl ve fürû'un nafakaları hariç dinin değişik olması nafakayı ortadan
kaldırır.
28 - Ana-baba
ve evlâd hariç mahrem olan akrabaların nafakaları mirasdaki hisselerine göredir
ve bu nafaka müzmin hastalıkdan kazanmaya iktidarı olmayan, yahut kadın olup
fakir bulunanlara verilir. Beceriksizliğinden, yahut insanlar arasında ileri
gelenlerden olmasından, veya talebe bulunmasından dolayı kazanç temin
edemiyenler de aynı şekilde nafaka alırlar.
29 - Babanın
karısının nafakasını temin etmek oğluna aittir. Oğul, baliğ olnııyan bir fakir
veya yatalak olduğu zaman onun ailesinin nafakasını temin etmek de babaya
düşer.
30 - Fakir
kimsenin zevcesi ve küçük çocuklarından başkasına nafaka vermesi vacip
değildir.
31 -Sadaka
alması haram olan kimse zengin sayılır.
32 - Babanın,
nafakası için (kayıp olan) oğlunun (akar hariç) malını satması caizdir (SM).
Babanın oğlunun malından yanında olanı nafakasına harcaması da caiz olur[176].
. 33 - Hâkim
nafakaya hükmettikden sonra (zevce hariç hak sahipleri tarafından alınmayıp)
bir müddet geçerse nafaka düşer. Yalnız halcimin nafaka vermesi gereken =
(munfık) adına borçlanmayı emr etmesi bu kaidenin dışında kalır.
34 - Efendi
kölesinin nafakasını temin etmek mecburiyetindedir. Bundan kaçınırsa köle
çalışıp kazanır ve ihtiyacını giderir. Köle kazanç temin edemezse, efendisi kölesini satmaya
zorlanır.
35 -
Hayvanların nafakalarını vermek için sahipleri diyaneten
zorlanır[177]
HIZANE = ÇOCUĞU YETİŞTİRİP BÜYÜTMEK
36 -Karı-koca
ayrılmadan önce veya sonra çocuk hakkında anlaşmazlığa düşerlerse anne çocuğa
bakma = (hızane)[178]
ya herkesden daha hak sahibi olur.
37 - Çocuğun
annesi yok veya ehil değilse sonra sıra ile aşağıdaki kimseler hızane hakkına
sahip olurlar:
1) Annenin
annesi,
2) Babanın
annesi,
3) Çocuğun
ana-bababir kız kardeşleri,
4) Ana bir kız
kardeş,
5) Baba bir kız
kardeş
6) Sonra aynı
şekilde (yâni ana-baba bir olan diğerlerine ve ana bir olan baba bir olana
tercih edilmek üzere) teyzeler = (annenin kız kardeşleri) gelir.
7) Sonra
altıncı kısımdaki şekilde halalar = (babanın kız kardeşleri) gelir
8) Kız kardeşin
kızları, erkek kardeşin kızlarından çocuğa bakmaya daha lâyıktırlar. Erkek
kardeşin kızları da halalardan daha önde gelirler[179].
38 - Hızane
hakkı olan kadın, çocuğa yabancı olan birisi ile evlenince hakkını kaybeder.
Ondan ayrılınca da hakkı tekrar geri gelir.
39 - Kocanın
hızane hakkını kabul etmemesi karşısında söz kadının olur.
1 40 -1) Erkek
çocuk, hızane hakkı olan kadınlar yanında hizmet ve bakıma ihtiyacı kalmadığı
bir zamana kadar kalır.
2) Kız çocuğu,
anne ve ninesinin yanında hayız görünceye kadar'ka-Ur. Kız çocuğu bu ilcisinden
başkasının yanında ise hizmet ve balama ihtiyacı kalmadığı bir zamana kadar
durur.
41 -Oğlan
çocuğuna bakmak için bir kadın bulunamazsa onu erkekler alır. Asabe = (soy)
bakımından çocuğa en yakın olan erkek ona
bakmaya en lâyık olandır.
24 - Kız
çocuğu, kendisine mahrem olmıyan erkeklere verilemez. Sapık ve fâsık olan bir
mahremine de verilmez.
43 - Çocuğa
bakma hakkına aynı derecede sahip olanlar bir araya gelince bunların en muttaki
olanı tercih edilir. Sonra da en yaşlısı gelir.
44 - Cariye ile
ümmü'l-veledin çocuğa bakma hakları yoktur.
45 - Gayri
müslim olan bir kadın kâfir olmasından korkulmadığı müddetçe müslüman olan
çocuğunun bakımına herkesden daha hak sahibidir.
46 -Hizmet
ihtiyacı sona ermedikçe bir baba çocuğunu beldesinden dışarı çıkartamaz. Anne
de aynı şekildedir. Yalnız anne çocuğunu kocası ile evlenmiş bulunduğu vatanına
götürebilir. Şu kadar var ki, kadının kocası ile evlendiği bu vatanı
daru'1-harb = (müslümanlarla antlaşması bulunmıyan düşman yurdu)
olmamalıdır.
KÖLE AZAD ETMEK[180]
47 - Ancak
mâlik olan ve bağış yapmaya kadir bulunan kimsenin azad etmesi ile köle azad
olur.
48 -1) Köle
azad etmek için kullanılan lâfızlar açık olduğu gibi kapalı = (kinayeli) da
olur:
2) Sarîh =
(açık) olan lâfızla niyet olmasa da köle azad olur. Sarîh olan lâfızlar: "Sen
hürsün, yahut hürriyete kavuşturuldun, sen atık = (azad edilmiş olarûsm, sen
azad olmuşsun, ben seni azad ettim, seni hürriyete kavuşturdum, bu mevlâmdır,
ey efendim, bu hanım efendimdir, ey hür, ey atık" gibi sözlerdir. Ancak bu
tabirleri köleye isim takmışsa azad olmaz. Hürriyeti, beden yerinde kullanılan
bir uzva izafe etmekle de köle azad olur.
3) Kinayeli
sözlerde ise niyete ihtiyaç duyulur. Kinayeli lâfızlar: "Benim senin üzerinde
mülkiyetim yoktur. Benim sana bir yolum yoktur. Kölelik yoktur. Mülkümden
çıktın" gibi sözlerdir.
49 -Bir
efendinin cariyesine "Seni boşadım, salıverdim" demesi de kinayeli bir sözdür.
Eğer "seni boşadım, salıverdim" sözünü "Itlak" kelimesi ile değil de "Tatlîk"
kelimesi ile söylemişse niyetiolsabile cariye
azade olmaz.
50 -Bir kimse
kölesine "Bu benim babamdır" veya "Oğlumdur" cariyesine de "Bu benim ananıdır"
derse onları azad etmiş olur (SM). "Bu kardeşimdir" demekle köle azad olmaz. "Ey
oğlum veya ey kardeşim" hitapları ile de hür olmazlar.
51 -Sarhoş ve
mükreh = (zorlanan) kimselerin ı'takı = (azad etme-leri) ile hürriyet meydana
gelir.
Bir Kimsenin Kendisine Mahrem Olan Akrabasını Köle
Edinmesi:
53 - Bir kimse
mahremine köle olarak mâlik olursa mâlik olan, sabi veya mecnun olsa dahi mahrem
olan akraba hemen azad olur.
54 - Usûl ve
fürû'dan olan akrabalar mükâteb tarafından kitabet akdine bağlanabilir.
Başkaları ise bağlanamaz (SM).
55 - Bir
kimsenin kölesini putlar ve şeytan için azad etmesi ile köle azad olur. Fakat bu
kimse Âllaha isyan etmiş olur..
56 -1) Hâmile
olan cariyeyi azad etmekle karnındaki çocuk da azad olur. Karnmdakini azad etmek
ise yalnızca o çocuğu hür kılar.
2) Çocuk
hürriyet, kölelik ve tedbîrde anneye tâbi olur.
57 - Efendinin,
cariyesinden olan çocuğu hür olarak doğar.
58 -Hür diye
aldatılarak cariye ile evlenen kimsenin bu cariyeden doğan çocuğu, kıymetini
cariyenin efendisine vermesi ile hür olur.
59 - Bir mal
karşılığında azad edilen köle bunu kabul ederse azad olmuş olur ve söylenen malı
ödemesi gerekir.
60 - Bir kimse
kölesine "Bana bin lira verirsen sen hürsün" derse kölesine ticaret yapma iznini
vermiş olur. Köle bu parayı efendisinin alabileceği bir yere (Z) bırakınca azad
olmuş olur. Efendinin ise para ödenmeden önce kölesini satmak hakkı
vardır.
[1] Hayru'd-Dîn ez-Ziriklî, El-A'lâm, IV, 279.
[2] imamların adlarım gösteren bu harfler, imamlar hangi
konuda imam A'zamın
görüşüne katı imam iş] arsa o yere konulmuştur. Böylece
onların da görüşleri nisbeten ortaya çıkmaktadır.
[3] Bak. Kâtip Çelebi, Keşfıız-Zunûn, istanbul 1972, II,
1622-1623.
[4] Bak. Ömer Rıza Kehhal.e, Mu'cemu'l-Müellifln, Şam 1958,
VT, 147.
[5] Brockelmann G.A.L. 1: 382 s., I: 657 (yenisine göre
476)
[6] Taharet: Muti ak temizlik demektir. Dinde isö pis olan
şeylerden temizlenmektir. Vuzû,' - Cabdeşt) güzel ve parlak anlamındadır. Dinde
ise, belli bir takım uzuvları yıkamak ve mesh etmektir... Bunda lüğât mânâsı da
bulunur. Çünkü yıkanan ve mesh olan uzuvlar abdestle güzelleşir. Gasl =
(yıkamak) lügâtta, su akıtmakdır. Mesh de isabet anlamındadır.
Abdestin farz olmasının sebebi pis ve abdestsiz
bulunulduğunda namaz kılınmak istenmesidir. Çünkü Allah Teâlâ "Namaza
kalktığınızda yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın. Başınızı
mesh edin. Topuklarınıza kadar ayaklarınızı yıkayın el-Maide, 6
buyuruyor.
[7] Kahkaha; yamndakinin işiteceği kadar gülmektir. Bu hem
namazı ve hem de abdesti bozar. Bir insanın kendisinin duyabileceği kadar
gülmesine "dahk" denilir. Bu sadece namazı bozar. Tebessüm ise onu ne sahibi
duyar ne de başkası ve bunun bir hükmü yoktur.
[8] imam Muhammed'e göre meni ne suretle çıkarsa çıksın onun
çıkışı guslü gerektirir.
[9] Çok. su en azından on arşın uzunluğunda ve genişliğinde
olan bir havuzun suyuna denilir "Eger uzunlugu genişliğine i\âve edilince yine
10x10 oluyorsa o da çok su sayılır. Akar sular da çok sudur. Ayrıca, bir havuzun
çok su sayılabilmesi için avuçla alındığında dibinin açılmaması lâzımdır. Böyle
olmayan sulara ise "az su" denilir
[10] Misâl: Burnu kanayan bir insanın, bir namaz vakti
çıkıncaya kadar abdest alıp namaz kılabilecek kadar bir müddet olsun kanı
durmazsa o adam özürlü insandır. (Naşir).
[11] Salât: Kelime olarak dua mânasını taşır. Bir ayette (ve
sallî Aleyhim) "onlara duâ et" (Tevbe, a: 103) buyurmuştur. Istılahda ise tayin
edilmiş vakitlerde kendine mahsus şartlan ile muayyen zikrul ve erkânı olan bir
ibadetin adıdır. Kitap sünnet ve icma ile sabit farz bir ibadettir. Kur'an'da
"Namaz müslü-manlar üzerine, vakitleri belli bir farz olmuştur." (Nisa, a: 103)
denilir. Hz. Peygamber'de "İslâm beş temel üzerine kurulmuştur; Allah'dan başka
Allah olmadığına, Muhammed (S.A.V) in onun peygamberi oiudğu-na şehadet etmek,
namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek, ramazan orucunu tutmak" {Buharî, iman
1-2) buyurmuştur.
[12] Zeval: Güneşin doğumundan batışına kadar geçen zamanın
tam yansı kat edilerek güneşin ortaya gelmiş olmasıdır.
[13] Fey-i Zeval: Güneş tam zeval vaktinde iken yere düşen
gölgedir. Gölgenin batı istikametinden doğu istikametine dönmekte olduğu an. Bu
andaki gölgenin boyu hariç tutularak; her şeyin gölgesinin iki misline ulaşması
ile öğle namazının vakti biter. Misal: 1 metre boyundaki cismin gölgesi zeval
anında yanm metre olursa yanm metreden hariç, o şeyin gölgesi iki misline
ulaşınca, yâni gölgenin boyu 2,5 m. olduğunda öğle namazı vakti bitip ikindinin
vakti girer. Yer ve zamana göre, zeval anında, cismin gölgesi hiç olmıyabilir.
Bak- B. İslâm Ilmühali Ö. N.
Bilmen s,, 114 dip no. 1 istanbul 1970.
[14] Ezan; lügâtta i'lâm ve bildirim anlamındadır. Kur1 an'da
bu mâna kast olunarak: "Allah ve resulü tarafından bir i'lâmdır" (Tevbe, a: 3)
denilir. Istılahda ise; "Kendine mahsus sıfatına göre, seçilmiş belli sözlerle
namazın vakitlerini bildirmektir." Ezan kuvvetli bir sünnettir.
İmam Ebu Hanife der ki: "Bir topluluk ki şehirde; ezansız
ve ikametsiz namaz lalar onlar sünnete karşı gelmiş ve günahkâr olmuşlardır."
imam Muham-med'İn şu sözüne-bakarak ezanın vacib olduğunu söyleyenler de vardır.
"Bir belde halkı ezanı terk etnıekde birleşirse onlarla hârb edilir." Bu iş,
ancak onun vacib olduğuna göre yapılabilir. Bu iki hüküm birleştirilince
ortaya; sünneti müekkedenin terkinden, vacibin terki gibi günah kazanılacağı
neticesi çıkar. Onun terk edilmesine karşı savaşılır. Çünkü ezan Islâmın bir
şian ve özelliğidir.
[15] Sahih olan görüşe göre ayaklar da avret yerlerinden
değildir.
[16] Düşmandan yırtıcı hayvanlardan, denize düşüp boğulmak
v.s.den korkanlar.
[17] "Sübhaneke" de okunmaz.
[18] imam Muhammed ve Ebû Yusuf a göre üç kısa âyet veya bu
üç kısa âyet kadar bir uzun ayet okumak farzdır.
[19] Yolcu iken geçirilen namazlar yolculuk bittikten sonra
kaza edilirken yolculuğa göre dört rekâtli namazlar iki rekât olarak kaza
edilir.
[20] Tervîha: Dört rekâta bir tervîha denilir. Çoğulu teravih
gelir. Buna göre beş
tervîha 20 rekât eder.
[21] "Artık, dedim, Rabbinizden mağfiret dileyin. Çünkü O çok
yarhgayıcıdır. (O sayede) O, üstünüze bol yağmur salıverir." (Nûh, a: 10-11)
Başka bir ayette de "Ey kavmim Rabbinizden mağfiret isteyin. Sonra yine ona
tevbe (ve rücu) edin ki, üstünüze gökden bol bol (feyzini) göndersin,
kuvvetinize daha fazla kuvvet katsın.
Günahkârlar olarak yüz çevirmeyin" der. (Hûd, a:
52).
[22] Bu Hz. Osman (R.A.) mushafına göredir.
[23] Böylece tilâvet secdesi bir secdeden ibaret olmuş
oluyor. Bunun tekbîrinde elleri kaldırmak, oturarak tahiyyât okumak ve selâm
vermek yoktur.
[24] îma, rükû ve secdeye işaret olmak üzere başı
eğmektir.
[25] Yâni oturarak kılmaya gücü yeterse oturarak tamamlar.
Ancak yatarak ima
ile kılmaya gücü varsa yatarak
tamamlar.
[26] Yâni her ikisinin de namazları kazaya kaldığında yolcu
olan olmayana uyamaz.
[27] Cuma namazı farzı ayındır. Meşru bir Özür olmadıkça terk
edilmesi katiyetle
caiz değildir. Kur'an'da "Ey müslümanlar cuma günü namaza
çağırıldı-ğmızdö Allahın zikrine koşun, alış verişi bırakın" buyurulmuştur.
(Cuma, a: 9). Allahın bu emri gereğince cuma saatinde alış verişe son
verilir.
[28] İmam Ebû Hanife'ye göre imamdan ayrı üç, Imameyrie göre
ise iki kişinin bulunması şarttır.
[29] imam Züfer özürsüz cuma yerine öğle namazı kılmanın caiz
olmadığını söyler.
imam ey ne göre öğle namazım kıl dıkdan* sonra cuma
namazına giden cumaya başlamdıkça öğle namazı bâtıl olmaz, imam Ebû Hanife'ye
göre bu kimse cumaya yetişemezse yeniden öğleyi kılar.
[30] Yâni bunu da devlet reisi veya onun vekili kıldırır,
imamdan başka üç, diğer görüşte iki kişilik bir cemaatın bulunması ve vakti
içinde kılınması gereklidir. Şehir olan yerde kılınır v.s.
Burada, Sübhaneke okunur. (Naşir)
[31] Mânası "Allah yücedir. Allah yücedir. O'ndan başka ilâh
yoktur. Allah yücedir, Allah yücedir. Ham d Allaha mahsustur."
[32] Bu Imam-ı Azam' a göredir. Imameyne göre, arefe gününün
sabahından bayramın dördüncü gününün ikindisine kadar olan 23 vakitte teşrik
tekbirleri almak, ister cemaatla, ister münferiden kılınsın, kadın, erkek,
şehirli, köylü, mukîm, yolcu herkese vaciptir.
[33] Bu namazın kılınma tarzı Nisa sûresi ayet 102'de
anlatılmaktadır.
[34] Mânası şöyledir: "Allahım! Onu bize işlenmiş ve
saklanmış bîr sevap kıl, şefaatçi yap, şefaati kabul olanlardan
eyle."
[35] Zekât; lügâtta artmak, artış, bereket, temizlik, duruluk
anlamlarına gelir. Malın artmasında bu kelime kullanıldığı gibi namusun temiz
olmasında da bu kelime kullanılır, istilanda ise "Bir malın belli bjr mikdannı
muayen bir
zaman sonra ona hak kazananlara vermektir." Istılahî
tarifinde lügat mânası bulunur. Çünkü zekât günahlardan
temizlenmeyi gerektirir.
Kur'an'da Allah Teâlâ: "Onların mallarından sadaka al kî,
bununla kendilerini (günahlarından) temizlemiş,
bununla onları (n hasenatını) bereketlendirmiş
olasın..." (Tevbe, a: 103) buyurmaktadır. Yahut zekât, hakikaten
veya takdîren artan bir maldan verilmesi gerekli olan
şey olduğu için bu ismi almıştır.
Ebû
Bekir Râzî'ye göre zekât, senenin hemen sonunda verilmesi gerekmeyip bunu
ilerki senelerde de vermek
caizdir. Bunun için mal zayi olup gidince tehir edilmiş
olmasından dolayı zekât borcunu tazmin icab.etmez.
îmam
Muhammed'e göre zekâtını vermiyenin şahitliği kabul edilmez. Zekât vermek farzı
ayndır. Bunu terk
Kerhîye göre ise zekât, hemen senenin sonunda verilir,
imam Muhammed'in kanaati da budur.
etmenin bir çâresi yoktur, inkâr edenler dinden
çıkarlar.
Zekâtın farz oluşu kitap sünnet ve icma ile sabittir.
Kur'an: "Zekâtınızı veriniz" der.
[36] Metnin şerhinde belirtilen aslî ihtiyaçlar şunlardır: a)
Oturacak ev, b) Giyilecek elbiseler, c) Ev eşyaları, d) Silâh, e) Binek
hayvanları, f) Dim adamlarının .kitapları g) Sanatkârların aletleri, h) Yaşamak
ve geçim için, lâzım olan diğer şeyler.
[37] îmam Ebû Yusuf ile Muhammed'e göre,ticaret için olmayan
atların zekâtı yoktur. Ticaret için olurlarsa o zaman zekâta
tabidirler.
[38] miskal = 80,18 gr.dır. 200 dirhem = 561 gr.
dır.
Bugün müftülükler buna göre fetva vermektedirler.'30
no'lu dip nottaki ölçülere bakılırsa ortalama olarak bunların doğru olduğu
görülür. Tarihde ağırlık, uzunluk ve hacim ölçü birimlerinin yer ve zamana göre
bir değişiklik gösterdiği, serî, örfî, hicazî, ırakî gibi bir takım nisbetlerle
anıldığı da bir gerçektir. Bunların günümüz ölçü ve tartı birimlerine göre
değerlendirilmesi büyük bir ihtiyâçtır.
.
[39] Ö.N. Bilmen, islâm Hukuku c. 4 s., 121 (ist. 1969) da
belirtildiğine göre 1 kırat = 0,200046 gr, yâni 1 gramın milyonda ikiyüz bin
kırk altısına eşittir. 1 dir-hem-i şer'î de 14 kırattır. Zekâtta, mehirde,
diyetlerde, hırsızlığın nisabında kullanılan da bu dirhemdir. 356,5 dirhem = 1
kilodur. Aynı eserin 124. sahife-sinde de 7 miskal = 28,5 gram olduğu kayd
edilir.
[40] îmam Muhammed ve Ebû Yusuf a göre bir şene kadar
dayanmayan ve 60 sağa
ulaşmryan mahsûllerden öşür
alınmaz.
[41] 1/10'den 1/20'e düşürülmesi bir yardım ve kolayhkdır.
Ayrıca ikinci bir yardıma lüzum yoktur.
[42] Bu imam A'zam ve Muhammed'e göredir. Balıklardan da bir
şey alınmaz. Ebû
Yusuf a göre ise denizden çıkartılan
inci,anber ve mercandan, altın ve gümüş paralardan da 1/5 nisbetinde zekât
alınır. Buna delil olarak da Hz. Ömer'in anberden 1/5 hisse alması ileriye
sürülüyor.
[43] Zekât tophyan memurlara â'şır, âmil, sâ'î gibi adlar
verilir.
[45] imam Muhammed ve Ebû Yusuf a göre bir kimse bu madenleri
ister kendi arazisinde, isterse de kendi hanesinde bulsun 1/5'i
devletindir.
[46] Bulanlar fakir ise kendilerinin olur. Zengin iseler
devlete teslim eder veya fakirlere dağıtırlar.
[47] Ebû Yusuf a göre bulanındır, 1/5'ini de devlet
alır.
[48] Müslümanların idaresi altında bulunan gayrı müslimlere
zımmî denir. Müslümanlarla aralarında antlaşma
olmıyan gayri müslimlere de harbî
denilir.
[49] Zengin olan bir kimsenin fakir olan büyük çocuğuna zekât
verilir. Babasının
zengin olması onun da zengin olmasını gerektirmez. Hatta
böyle bir kimsenin kendi oğlu var ise nafakaya muhtaç olduğunda nafakasını
babası değil, oğlu verir.
[50] Ebû Yusuf a göre bu kimsenin hata ettiği kesin olarak
anlaşıldığından, verdiği zekât olmaz.
[51] -Bak, Ö. N. Bilmen. Büyük islâm Ilmühâli, s., 363, Dip
Not: 1 İstanbul, 1970.
[52] Arapça'da orucun karşılığı "Savm"dır. Savm herhangi
bir şeyi tutmak
mânasını taşır. Güneş tam göğün ortasına gelip kızgınlığı
ile o saatte yolcuIukdan alıkoyunca "Samet eş-Şemsu = Güneş tuttu"
derler.
istilanda ise savın "hayızdan ve nifasdan teiniz
olunduğunda orucu bozan üç şeyden kendine mahsus zaman içinde nefsi
tutmaktır."
Oruç, farzı ayndır ve farz oluşu Kur'an'.ı Kerim'de
sabittir. İnkâr edenlerin dinden çıktıkları gibi mazeretsiz tutmayanlar da fâsık
olurlar. Kur'an'da "sizden kim Ramazana kavuşursa oruç tutsun -Bakara, a: 185"
buyurulur. Diğer bir ayette de "Oruç size farz kılındı - Bakara, a: 183"
denilir.
[53] Ramazanda hangi oruca niyet edilirse edilsin o yine
ramazan orucu olur. Çünkü ramazan günü, başka bir oruç tutmaya müsait
değildir.
[54] Bu Ebû Hanife'ye göredir. İmam Muhammed ve Ebû Yusuf a
göre ise yine ramazan orucu yerine geçer.
[55] Hac: Lügâtta büyük bir şeyi ziyarete yönelmektir.
Istılahda "Kendine ait şartlarla muayyen bir zaman içinde hususî şekli ile
Beytulîâhı tavaf etmektir." Hac kat'î bir farzdır. Bunu inkâr edenler dinden
çıkmış olurlar. Hac, Islâmın farzlarından biridir ve farz olduğu Kur'an'daki
"Ona bir yol bulabilenlerin (gücü yetenlerin) Beyti hace (ve ziyaret) etmesi
Allahın insanlar üzerinde bir hakkıdır..." (Al-i Imrân, a: 97) ayeti ile
bildirilir. Haccın farz olduğuna ait ayrıca Hz. Muhammed (S.A.V)'in sözleri
vardır. 'İslâm beş temel üzerine kurulmuştur" (Müslim, iman: 19) ve "Rabbmızın
evini hac edin" hadisleri bu far-ziyyeti gösterirler. Bu konuda icma da meydana
gelmiştir. Haccın farz olmasına sebep "Beytullâh"tır. Çünkü hac ona izafe
edilmiştir. Bunun farziyeti (namaz gibi) tekrar tekrar gelmez. Zira
Beytullah'da (zaman gibi) tekrarlanma yoktur.
Hac farz olur olmaz yerine getirilmesi icab eden bir
ibadettir. Hz. Muhammed' (S.A.V) "Kim kendisini Allanın evine götürecek bir
yiyecek bulur da hac etmezse; onun için yahudi veya nasranî olarak ölmekden
başkası yoktur" (Tirmizî, Hac: 3) buyurur. Ebû Hanife'den gelen bir söz de buna
delâlet eder. Ebû Hanife der ki: "Kimiiı yanında hacca gidecek malı var da
evlenmek isterse önce hac eder." Bir sene içinde ölmek nâdir rastlanan bir şey
değildir. Fakat bir namazın vakti içerisinde ölmek nâdirdir. Bundan dolayı farz
olur olmaz hemen hacca gitmek icmaen daha üstündür. (El-Ihtiyâr) Bir görüşe göre
de hac farz olur olmaz hemen o sene yapılması gerekmez. Diğer senelerde de
yapılabilir. Sonraki senelere bırakılmasında bir günah yoktur. Fakat bu görüşün
daha zayıf olduğu söylenir. (Bak. Ö. N. Bilmen Büyük îslâm Ilmühâli s.,
375).
[56] Bu yolun en az, yolcu namazında geçtiği üzere 18 saatlik
olması lâzımdır.
[57] -Dışardan hacca gidenlerin ihrama girmelerine mahsus beş
yer vardır. Bu yerlere mîkat denilir (Mütercim).
[58] Mekke'nin etrafındaki bir mikdar araziye "Harem" denir
(Mütercim).
[59] Her dönüşe bir "şavt" adı verilir. Yedi şavt'a da "tavaf
adı verilmektedir.
[60] imam Muhammed ve Ebû Yusuf a göre yalnız kılan da
ikindiyi öğle ile beraber kılar.
kadın ile münasebette bulunmak helâl olur.
[61] Mültezem: Kabe kapısı ile Hacerü'I-esved arasındaki
yerdir.
[62] Bey1 = (ahş-veriş): Lügâtta, mutlak bir mübadele ve
değişimdir, ister m ah ve ister başka bir şeyi olsun satın almak da böyledir.
Allah Teâlâ "Şüphesiz ki Allah hak yolunda (muharebe ederek düşmanları)
öldürmek-de, kendileri de öldürühnekde olan mü'minlerin canlarını ve mallarını
-kendilerine cennet (vermek) mukabilinde- satın almıştır, buyuruyor. Tevbe: a.
111)".
Başka bir ayette de: "Onlar doğru yolu bırakıp sapıklığı,
mağfirete bedel azabı satın almış kimselerdir... Bakara,
a:
175" denilir. Hukukda ahş-veriş; "kıymeti olan bir malı yine kıymeti olan diğer
bir mal karşılığında mülk
edinmek ve edindirmek kaydı ile değiştirmektir." Eğer
malın kendisi değil de menfaati bir bedel karşılığında
başkasına devredilirse o bey'e, icare = (kira) veya nikâh
denilir. Eğer karşılıksız ise ona hibe = (bağış) denilir.
Ahş-verişin meşruluğu kitap, sünnet ve aklî delillerle
sabittir. Allah Teâlâ Kur'an'da "Allah ahş-verişi helâl rîbayi
(faizi) ise haram kılmıştır. Bakara, a: 275" diyor.
Yine: "Ey iman edenler, birbirinizin mallarını haram sebeplerle
yemeyin. Meğer ki (o mallar) sizden karşılıklı bir
rızadan (doğan) bir ticaret (malı) ola... Nisa, a: 29" der.
Sünnete gelince; Hz. Muhammed (S.A.V) peygamber olarak
gönderildiği zaman İnsanlar ticaret yapıyorlardı.
Peygamberimiz (S A.) onlara dokunmayıp işleri üzerinde
serbest bıraktı. Kendisi de bizzat veya vekîli vasıtası
ile satın aldı ve sattı. Ticaretin meşruluğunda âlimler
birleşmişlerdir.
Akıl
yönünden de ticaretin meşruluğuna olan ihtiyaç mühimdir. Çünkü insanlar
diğerlerinin elindeki yiyecek,
içecek, ticaret malı ve paraya muhtaçtırlar. Bunları
elde etmenin ahş-verişden başka yolu yoktur, insanların cim-
rilği ve mala olan sevgileri ellerindeki malı karşılıksız
çıkarmaya engeldir. Böylece karşılıklı Ödeşmeye iğhtiyaç
vardır, insanların, ihtiyaçlarını gidermeğe yol
bulmaları gerekir.
Alış-verİşin esası icab = (sattım, sana verdim) ve kabul
= (razı oldum) dur. Bu ikisi, hükmün bağlı olduğu rızayı
gösterirler. Bu ikisi anlamında olan söz de
böyledir.
Akdin şartı: Maldır ve satanın ticarete ehil olmasıdır.
Yoksa sahih olmaz.
Akdin mahalli: Maldır ve hukuk yönünden ondan
bahsedilir.
(karşılık) in sabit olmasıdır.
Hükmü:. Kesinleştiği zaman veya birşeye bağlı olup izin
verildiğinde alan için mülkiyetin satan için de bedel =
[63] Ö. N. Bilmen islâm Hukuk u.c. 4, s.f 127
Kafîz, 12 sa' mikdan bir ölçü âletidir. (1 sa1 = 2.917
kilogramdır). Kafîz aynı zamanda yer ölçme aletidir. (Bak.
[64] Susam,^pirinç, ceviz ve badem de buğday ve bakla
gibidir. Hz. Muhammed
(S.A.V)'in, beyazlanıp hastahkdan
kurtuluncaya kadar başağı üzerindeki buğdayın satışını yasakladığı
nakledilmiştir. Olgunlaşan buğday istifade edilecek durumda olduğundan satışı
caizdir.
Satıcının, ekinini harman edip yabalaması vazifesidir.
Döşekteki pamuk da aynıdır. Satıcının çıkarıp atarak teslim etmesi borcudur.
Fakat meyve ve üzüm toplamak, soğan ve kökleri çıkartmak ve benzeri şeyler kendi
yerlerinde işleme tâbi olduğundan ve örf olarak alana aittir.
[65] Yol bellidir. Su yolu ise suyun aktığı yerdir ve belli
değildir. Çünkü genişler ve daralabilir.
[66] Kıymetine göre satılan mallara kıyemî denilir. Bunlar
çarşı ve pazarda benzeri bulunmıyan, bulunsa da fiatça
farklı olan şeylerdir. Yazma kitaplar, işlenmiş kaplar,
hayvanlar, karpuz ve kavun gibi meyveler bu çeşittendir.
[67] Misliyle satılan mallara misli denilir. Bunlar arasında
fi atın değişmesini gerektiren bir farklılık yoktur. Kendi gibileri bulunan
şeylerdir. Ölçü ve tartı ile satılan mallar ceviz ve yumurta gibi her biri
birbirine yakın olan şeyler bu çeşittendir. (Bak. Ö. N. Bilmen İslâm Hukuku c.
6, s., 9).
[68] Ümm-ü veled: Efendisinden çocuk yapan cariyedir.
Müdebber: Efendi "ben
Öİdükden sonra kölem hürdür' derse bu köleye müdebber
denilir ve efendisinin ölümüyle hürriyete kavuşur.
[69] Müzabene: Ağaç üzerindeki yaş hurmanın yerdeki kuru
hurma karşılığında
karara bağlanan bir ölçüde
satılmasıdır.
Muhakale: Eaşakdaki buğdayın başakdan arınmış buğdayla
kararlaştırılan
ölçüde satılmasıdır.
[70] Tecil etmek para için meşrû'dur. Malı tecil etmek
olmaz.
[71] Bu iş şöyle olur: Taşradakinin getirdiği m ah alan
şehirli; malı, şehire indiği zamandaki mevcut fiatından daha yükseğine satmak için;
şehir halkının zararına olarak malı satışa arz etmeyip depolar. Eğer bu işin,
şehir halkına zararı yoksa ve ayrıca taşralıya da menfaat sağlıyorsa mekruh
değildir.
[72] Mislî ve kıyemî tabirleri için 4 ve 5 nolu dip notlara
bak.
[73] Riba: Lügâtta, fazlalık manasınadır, istilanda ise; aynı
cins malların
birbiri ile karşılıklı satış akdinde şart kokulan bir
fazlahkdır. Riba = ikiz, Kuranda yasaklanmıştır:"AllahTeâlâ alış-verişihelâl,
Caizi ise haram kıldı - Bakara, a: 275" ve diğer bir ayette de 'faizi yemeyiniz
-Al-i İmran, a: 130" buyurulur.
Faizin haram olduğ Hz. Muhammed (SA.V)'in sözlerinde de
açıkça ifade edilmiştir. Şu hadis bunun en güzel misalidir:
"Altın, altın karşılığında; ağırlık ölçüsü ile peşin
olarak, misli misline satılır. Fazlalık faizdir. Buğday, buğday karşılığında,
peşin olarak, ölçekle misli misline satılır; fazlalık faizdir. Arpa, Arpa
karşılığında; peşin olarak, ölçekle, misli misline satılır; fazlahk faizdir.
Tuz, tuz karşılığında, ölçekle peşin olarak misli misline satılır; fazlalık
faizdir" "Buhari Buyu, 78. Müslim Musakât 81-83-85). Bu hadisin hükmünün başka
maddelere de şamil olduğunda icma vardır.
[74] Keylî; ölçü aletleri ile ölçülen maddelerdir. Buğday,
arpa, hurma, tuz v.s. Veznî ise tartılan maddelerdir. Altın, gümüş, yağ, şeker
gibi.
[75] Selem: Lügâtta Öne almak ve teslim etmek demektir.
Istılahla işe: "Peşin
paraya veya peşin mala karşılık veresiye bir mal
almak"tan ibarettir. Selem kıyasa aykırı olarak meşru olmuştur, çünkü bu, bir
mal olmadan önce onu satmaktır. Bunun meşruluğu şu ayete göredir: 'Ey iman
edenler (yaptığınız ahş-ve-riş sonunda) muayyen bir vade ile birbirinize
borçlandığınız zaman onu yazın (senet yapın)." (Bakara, a: 282).
Ibni Abbas (R.A.) der ki: "Allaha şehadet ederim ki Allah
Teâlâ 'Selem akdine" izin verdi ve onun hakkında Kur'an'daki en uzun ayetini
indirdi" Hz. Muhammed (S-A.V) de "sizden selem akdi yapan kimse belirli bir
vadeye kadar ölçeği ve tartısı bilinen bir mal ile selem yapsın" der. (Buharî,
Selem, 1-2-7).
[76] Habbe: 1/48 dirhem. (Bak. Ö. N. Bilmen îslâm Hukuku c.
4, s. 127)
[77] Şuf a: Lügâtta ilâve etmek, katmak demektir. Istılahda
ise: "Satılan mülkü
ona komşu veya ortak olanın mülküne
katmak"dır. O yere komşu olan, alan ve satan razı olsa da olmasa da o yeri satılmış olduğu
fiattan kendi yerine katar.
Şef i: Şuf a hakkı olan. Buna şufadar da
denilir.
Meşfû': Şuf a ile ilgili akar.
Meşfû'un bih: Şuf aya hak kazandıran akar, yâni şefî'm
malıdır.
[78] Temlik; yani herhangi bir şeyi başkasının mülküne
geçirmek iki türlüdür. 1- Malın mülk olarak verilmesi, 2- Menfaatlann verilmesi.
Malın verilmesi de ila kısma aynlır: A) Alış-verişde olduğu gibi bir bedel
karşılığında vermek, B) Bağış, vasiyyet ve sadakada olduğu üzere karşılıksız
vermek. Menfaatları temlik etmek de ikiye ayrılır:
a) Ödünç vermek ve maldan sağlanan faydayı başkasına
vasiyet etmek gibi karşılıksız olur.
b) Kiraya vermede olduğu gibi karşılıklı olur. Bundan
dolayı, satış mânası bulunduğundan kiraya "menfaatlann satışı" ismi
verilmiştir.
Ücret: Menfaatin bedelidir. Ücret aynca kira mânasına da
gelir.
tcar: Kiraya vermek.
İsticar: Kira ile tutmak veya bir şahsı muayyen bir
müddetle ücret karşılığında çalıştırmak.
Acir: Bir şeyi kiraya veren kimsedir.
Müstecir: Kira ile tutan.
Ecîr: îşçi, yani kendisini kiraya veren, bir ücret
karşılığında çalışan kimsedir. îki sınıf işçi vardır:
a) Özel işçi = (ecîr-i has); yalnız kiralıyana iş yapmak
üzere tutulan işçidir.
Aylık hizmetçi gibi.
b) Ortak işçi =s (ecîr-i müşterek); kiralıyandan
başkasına iş yapabilen işçidir. Hammal, saatçi, terzi, iskele kayıkçısı v.s.
gibi.
Ecri misil - emsal ücret: Bilirkişilerin takdir ettiği
ücrettir. Ecri müsemma: Akid yapılırken belirtilen ve ifade edilen
ücret.
[79] Meselâ 5 kile buğday deyip 6 kile buğday yükletilir de
hayvan ölürse hayvanın altıda bir kıymetini ödemek lâzım gelir. (Bak. Ö. N.
Bilmen, islâm Hukuku c. 6, s. 205).
[80] -Düğünlerde yemek pişirmek için tutul ah bir aşçı yemeği
tabaklara koymadıkça pişirmeyi tamamlamış sayılmaz. Fakat tek kişiye yemek
pişirmek böyle değildir.
[81] At, eşek ve bütün döl veren hayvanlar için durum
aynıdır. Hz. Peygamber bunun için ücret almayı yasaklamıştır.
[82] * Rehin: Lügâtta haps etmek demektir. Allah Teâlâ "Her
nefis kazandığı şey mukabilinde bir rehindir" (Müddessir, a: 38) buyurur. İslâm
hukukunda rehin: "Bir malı onunla alınabilmesi mümkün olan bir hak karşılığında
haps etmek"tir. Rehin, borcu almanın bir garantisi olarak meşru kılınmıştır.
Rehin veren, malının haps edilmesi yüzünden rahatsız olur. Bunu kaldırmak için
borcunu vermede acele eder ve malının faydasına kavuşur. Rehin alan da hakkını
almış olur. Rehinin meşru olduğu kitap sünnet ve icma ile sabittir.
Kuranda "Eğer bir sefer üzerinde iseniz, bir yazıcı da
bulamazsanız o vakit (borçludan) alınmış rehinler (de yeter)" (Bakara, a: 283)
denilir. Müfessirler bu ayeti şöyle açıklamışlardır: Yolcusunuz, alacağınıza
mukabil senet yazacak bir kâtip de bulamadıysanız, mallarınızın güveni ve
alacağınızın teminatı olarak bir rehin alakoyunuz.
Sünnete gelince: "Hz. Muhammed (SA.V) Medine'deyken Ebî
Şahmi'l-Yahudi isminde birinin yanında zırhını rehin olarak bıraktı" (Buharî,
Cihad, 89) Hz. Muhammed'e peygamberlik geldiği zaman insanlar rehin muamelesi
yapıyorlardı. Peygamber onlan bundan vaz geçirmedi. Icma da bu yönde
olmuştur.
Râhin =: Rehin veren kimsedir.
Mürtelıin =Rehin alan..
Merhûn = Rehin olarak verilen maldır ki, buna rehin de
denilir.
Adi = Râhin ve mürtehinin emniyet edip de merhûnu
kendisine teslim ettikleri kimsedir.
[83] Tahliye: Mürtehinin rehine verilen malı ele geçirmesini
mümkün kılmak, malı alınacak durumda bırakmak demektir. .
[84] Hayvanın yavrulaması, sütü, rehin olan malın getirdiği
para, bağ-bahçeden çıkan meyveler v.s. gibi.
Rehin bırakılan hayvanların çoban ücreti ve yiyeceği,
bahçe ise ağaçlarının ıslâh ve sulanması, meyvelerin toplanması, akarın
onarılması gibi rehinde olan malın faydasına olan ve devamını sağhyan her iş,
sahibi olan borçluya aittir.
[85] Kısmet = (taksim) ortaklığa son vermek, birden fazla
kimsenin bir
maldaki karışık ve orantılı hisselerini birbirinden ayırd
etmek demektir. Kuranda "Bir de suyun herhalde aralarında taksimli olduğunu
kendilerine haber ver. Her su nöbetinde (sahibi) hazır (bulunsun)
dedik."
(El-Kamer, a: 28) buyumluyor. Yâni hisseler birbirine
karışmış ve ortak değil, bilâkis bir gün halkın bir gün de devenin olmak üzere
birbirinden ayırd edilmiştir.
Hz. Muhammed (S.A.V)'in ganimetleri taksimi; hisselere
bölüp onlardaki ortaklığı kaldırması şeklinde olmuştur. Bir şeyi bağışlamada da
taksimin bu mânası mer'î olur.
Taksim bazan hisseleri birbirinden ayırd etmek ve
sahiplerine tahsis etmek şeklinde bazan da karşılıklı mübadele ve bedel vermek
şeklinde olur. Taksimin meşruiyyeti kitap, sünnet ve icma ile sabit olmuştur.
Kur an'da da şöyle denilir: "Biliniz ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir
şeyin mutlaka beşte biri Alla hin, Resulünün, hısımların, yetimlerin,
yoksulların, yolcunundur. Allah her şeye hakkı ile kadirdir" (El-Enfâl, a: 41)
Bu ayet hisseleri açıklamaktadır ki, bu da taksimden ibarettir.
Hz. Muhammed (SA.V) de ganimet ve mirasları taksim
etmişti. Hayber arazisini Sahabe arasında paylaştırdı. Hz. Ali (R.A.), Abdullah
b. Yahya'yı hane ve arazileri taksim etmekle vazİfelendirmişti. Abdullah bu
işinin karşılığında bir ücret de alıyordu.
Taksim hakkında icma da vardır. Müşterek maldan
faydalanmak zor olur. Taraflardan herbirinin mallarındaki faydaya
kavuşabilmeleri için taksime ihtiyaç duyulmuştur. Yahut faydalanmak ortak malın
menfaatlarını bölüşmekle olur. Bazan da hiç fayda sağlanamaz. Taksim ise malın
menfaat ve faydasını tamamlar.
[86] Taksim, söylendiği gibi bir yönden ifraz diğer yönden
mübadele şeklinde olur. 18 -Mübadele şeklinde olan taksim için daha geniş
malûmat (bak. Mecelle mad. 1116. Ö. N. Bilmen islâm Hukuku c. 7, s.
143-144)
[87] Taksiminde zarar bulunan herşey böyledir. Ortak olan
küçük bir ev, kapı, bir
tek ağaç ve gömlek gibi. Taksim
denkleştirmeyi gerektirir. Bazı şeylerde ise denkleştirmeğe gitmek mümkün
değildir. Mücevher ve köle gibi.
[88] -imam Muhammed'e göre bir konağın taksiminde bir hisseye
düşen bina di-
ğer
hisseye düşen binadan daha kıymetli olduğu takdirde, mümkün ise kıymeti az
olana arsadan, kıymeti ötekine
denk
gelecek kadar yer verilir. Mümkün değilse bu denklik para karşılığında
sağlanır. Çünkü şekil olarak muade
let;
denklik sağlanamazsa manevî denkleştirme yoluna gidilir. Bu İmam Muhammed'e
göredir ki, fetva buna
göre verilmiştir.
imam
Ebû Hanife'ye göre arsa mesaha ile taksim edilir. Hissedarlardan birinin hissesi
daha iyi veya bina o hisse
içinde bulunuyorsa diğerine denkliği temin edecek kadar
para verilir. Bu durumda para taksime zarureten dahil
Her
ev ki, bu tek bir kattan ibaret olması gerekir, ayrı bir hisse olur. Zira bunun
ortaklara bölünmesinde zarar
edilir. (Bak. ihtiyar. Ö. N. Bilmen, islâm Hukuku c. 7,
s. 138-139. Mecelle mad. 1138).
vardır. Asıl metinde "dâr" olarak geçen kelime konak ve
saray manasınadır. Bu da birkaç bina ve arsadan
meydana gelen geniş bir yerdir
(Mütercim).
[89] Ebû Yusuf a göre alt ve üst katlar eşit hisse olarak
nazara alınır, imam Muhammed'e göre alt ve üst katlar ayrı ayrı kıymetlendirilir
ve kıymetlerine göre bölme yapılır. Fetva buna göre verilmiştir. Alt ve üst
katlardan sağlanan faydalar değişik olduğundan, bunlar ayrı cins olarak nazara
alınmıştır.
[90] Çünkü binmek binenlere göre değişir. Fakat iki ortak
aralarında anlaşarak nöbetleşe binebilirler. Bu, imam Ebû Hanife'ye
göredir.
Imameyne göre ise ister mahkeme karan ile olsun isterse
de rıza ile olsun her iki durumda da nöbetleşe binmek caiz olur. (Bak. ihtiyar.
Ö. N. Bilmen, islâm Hukuku, c. 7, s. 156).
[91] ilk zamanlarda camiler aynı zamanda mahkeme olarak
kullanılırdı. Hz. Peygamber davalara mescitte bakıyordu. Râşit halifeler de
öyle yaptılar.
[92] -Bir kimse başka birinin elinde bulunan evin kendisinin
olduğunu iddia etse o da inkâr edip evi orada bulunmıyan falandan satm aldığına
delil getirse bu delil ile orada olan ile olmıyanın aleyhine hüküm
verilir.
[93] îmam Ebû Yusuf ve Muhamnıed'e göre Allah katında geçerli
olmaz ve o şeyin haram veya helâl oluşu olduğ gibi kalır. Çünkü hâkim şahitlerin
yalancı olduğunu bilseydi öyle hüküm vermiyecekti.
[94] Kısas ve had cezalan şüphe ile düşen
cezalardır.
[95] Hacr: Lügâtta mani olmak demektir. Harama da hacr
denilir; çünkü
onda tasarruf etmek yasaklanmıştır.
.
Isİâm hukukunda hacr: "Muayyen bir kimseyi sözle olan
tasarruflarından men etmektir."
Hacr altına alman yanı sözle olan tasarruflarından men
edilen kimseye mahcur denilir.
izin: Hacr altında olan mahcurun tasarrufda bulunmasına
müsaade etmek, yâni hacri kaldırmakdır. izin verilen şahsa mezun
denilir.
[96] Bulûğa ermiyen çocuk iki kısımdır: 1- Mümeyyiz olmıyan:
Ahş-verişin ne olduğunu bilmiyen, kâr ve zararı ayırd edemiyen çocuktur. 2-
Mümeyyiz olan: Ahş-verişi kâr ve zararı bilen çocuktur. (Bak. Mecelle Mad.
943).
[97] -Sefih: Malını boş yere sarf eden ve masraflarında israf
ve tebzire = (uygun olmıyan yerlere harcamak) giderek malını telef ve zayi eden
kimsedir. (Bak. Mecelle, mad. 946)
Reşîd: Malım korumak hususunda itina göstererek
sefahattan ve is-rafdan kaçman kimsedir.
[98] İmam Ebû Yusuf ve imam Muhammed'e göre reşîd oluncaya
kadar malları
kendisine teslim edilmez. Mecellede de bu
görüşe yer verilmiştir.
[99] * İzin: Lügâtta bildirmek anlamındadır. Namaz vaktini
bildirdiği için
"ezan" kelimesi de buradan gelmektedir. Hukukî ıstılah
olarak izin, "hacri kaldırmak ve hukuk bakımından tasarrufdan men edilmiş olan
kimseye bu hakkım vermek" demektir.
izin sebebiyle tüccar, mezun ile muamelede, akitlerde
bulunabileceğini öğrenir, izin ile çocuk ve köle tasarruflarda bulunmak, mal
kazanmak ve kâr sağlamak yollarını elde eder. Allah Teâlâ: 'Yetimleri nikâh
(çağına) erdikleri zamana kadar (gözetip) deneyin. O vakit kendilerinde bir
akıl ve salah gördünüz mü mallarını onlara teslim edin..." (Nisa, a: 6) ayeti
ile izin vermeğe davette bulunuyor.
Mezun: Kendisine izin verilen, hacri kaldırılan
kimsedir.
[100] Bu ona hizmet ettirmektir, ticaret değildir. Çünkü
ticarette kâr istenir.
[101] Ortaklıklar için şirketler bahsine bak.
[102] Ikrâh: Yaradılış itibarı ile ve dinî ve hukukî bakımdan
insanın çekindiği şeye karşı zorlanması demektir. Mecelle raad. 948'de ikrahı
şöyle tarif eder: "Bir kimseyi korkutarak rızası olmaksızın bir iş işlemek üzere
haksız yere icbar etmektir."
Mükrih: Mücbir;
zorlıyan. .< ,
Mükrih: Mücbir; zorlıyan. İkrah iki kısımdır:
1- İkrâh-ı mülcî:
insan öldürmek veya bir a'zayı kesmek, yağhut bu ikisinden birine sebep olan
şiddetli dövmek ile yapılan ikrâh"tır.
2- îkrâh-ı gayr-ı
mülcî: "Yalnız keder ve elemi gerektirir. Dövmek ve haps etmek gibi şeylerle
olan ikrâh"tır. (Bak. Mecelle Mad. 949).
[103] Dâva: Duâ kelimesinden gelir ki, istek
demektir.
Istılah da dâva: "Bir sözdür ki, insan onunla başkası
üzerinde olup inkâr edilen hakkını isbat etmek ister."
Beyyine; beyan kelimesinden türemiştir. Beyan, açmak,
açıklamak ve izhar etmek dernektir.
Hukuk dilinde beyan: "Davacının iddiasının doğruluğunu
gösteren ve hakkım ortaya koyan delil" manasınadır.
Dava konusunda kaide Hz. Muhammed (S.A.V)'in şu sözüdür:
"Eğer insanlara mücerred davalarından dolayı
istedikleri verilse onlardan bir toplum diğer toplumun
kan ve malını ister. Lâkin davacıya beyyine getirmek,
davalıya da yemin etmek düşer." Diğer bir rivayette: "
inkâr edene yemin düşer denilir. (Bak. Buharî, Rehin, 6
Ibni Mâce Ahkâm, 7).
Müddei: Bir şeyi dava eden, bir hakkın kendisine ait
olduğunu hâkim huzurunda taleb eden kimsedir ki, bugün
buna
"davacı" deniliyor. Müddea aleyh = Davalı. Kendisinden hâkimin huzurunda bir
hakisteMen kimsedirt
Muhakeme: D avalinin davacıyı hâkimin huzuruna çağırıp
onunla mahkeme olması, hasımlaşmasıdır.
Tenakuz: Davacının kendi davasına aykırı ve davasını
iptal eden bir söz söylemesi, iş yapması veya susmas'ıdır.
[104] Malı para karşılığında değil de yine bir mal
karşılığında satmaya aynî mübadele denilir. Paranın diğer cins para
karşılığındaki satışının hükmü de aynıdır.
[105] Kitabet: Kölenin para veya muayyen bir hizmet
karşılığında hürriyetini efendisinden satın almasıdır.
[106] Efendisinden çocuk yapan cariyeye "Ümm-ü veled" denilir.
Bu cariye artık satılamaz. Bağışlanamaz, her hangi bir yere vakf edilemez.
Efendisi ölünce hür olur.
[107] Ikrar: Lügâtta hareket halinde olan bir şeyi durdurmak
ve sabit kılmak mânalarına gelir. Karar, sükûn ve sebat demektir. Bir duada da
"Allah onun gözünü ikrar etsin" denilir. Yâni Allah ona yetecek şeyi versin de
nefsi sakin olsun, başka şeye tamah etmesin, anlamına söylenir.
Hukuk tabiri olarak ikrar: "Başkasının kendi üzerinde
bulunan bir hakkını haber vermek ve itirafda bulunmak"dır.
ikrar, hukukî bir delildir. Kitab, sünnet, icma buna
delâlet eder ve akıl bunu gerekli kılar. Allah Kur'an'da "Ey iman edenler,
adaleti titizlikle ayakta tutan (hâkim)ler ve Allah için şahitlik eden
(insan)lar olun. (O) hükmünüz veya şahitliğiniz) velev ki kendinizin veya ana ve
babalarınızın ve yakın hısımlarınızın aleyhinde olsun..." (Nisa, a: 135). Bir
insanın kendi aleyhine şehadeti ikrar demektir, ikrar bir delil olmasaydı
emredilir miydi? Diğer bir ayette de: "Üzerinde hak olan (borçlu)da yazdırsın
(borcunu ikrar etsin) Rabbı oîan Allahdan korksun. Borcundan hiç bir şeyi eksik
bırakmasın..." (Bakara, a: 282) buyuruluyor. Bu bir insanın kendi aleyhine
ikrarıdır.
[108] Şehâdet = (Şahitlik yapmak); esas mânası bir yerde hazır
olmaktır. Hz. Muhammed (S.A.V.) şöyle demişti: "Ganimet vak'aya şahit olanındır"
yâni harpte hazır olanın demektir. Bir kimse harbe katılınca "falan harbe şâhid
oldu" denilir. Davaya şahit olmak da onda hazır bulunmaktır.
Şehit: Savaşda kendisine Ölüm gelen kimsedir. Hatta
muharebede yaralandıktan sonra oradan alınıp üzerinden bir namaz vakti
geçinceye kadar yaşasa şehit adını alamaz. Çünkü ölüm muharebede gelmemiş olur.
,
Hukukda şahitlik: Şahitlerin hazır bulunup gördükleri bir
olayı haber vermeleri demektir. Bu şahitlik zina ve adam öldürme gibi fiillerde
olduğu üzere; ya görerek olur veya akit ve ikrarlardaki gibi işiterek olur.
Hazır bulunup iyice görmeden veya işitmeden şahitlik yapmak olmaz. Hâdise iyice
ha-tırlanıncaya kadar da şahitlikte bulunmak caiz değildir. Hz. Peygamber
(S.A.V.): "Güneş kadar açık biliyorsan şahitlik yap, yoksa bırak" diyorlar.
(Selâmet Yollan, A. Davudoğlu, c. 4, s. 277. H. No. 1433/1206).
Şahitlik, hakkı ortaya koyan meşru bir delildir. Allah
Kur'an"da: "Erkeklerinizden iki kişiyi de şahit tutun" (Bakara, a: 282)
buyurur. Diğer bir ayette de: 'Ve içinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahit
yapın. (Ey şahitler siz de) şahitliği Allah için eda edin..." (Talak, a: 2)
buyurulur. Hz. Muhammed (S.A.V.) de: "Senin iki şahit getirmen gerekir, yahut
davalıya yemin etmek düşer. Sana gereken ancak budur" derler. (Selâmet Yollan,
A.D.C. 4, s. 280, İst. 1967). Bir hadiste de: "Beyyine davacıya düşer" denilir.
(Selâmet Yollan, C. 4, s. 280, H. No. 1436/1209). Beyyine, şâhît getirmek
anlammadır. Bunda icma vardır.
Şahitlik, insanların haklarını ihya etmek, akitleri
inkârdan kurtarmak ,ve mallan sahiplerinin olmak üzere devam
ettirmeyi sağlar. Hz. Peygamber (S.A.V.): "Şahitlere
saygılı davranın. Çünkü Allah, hukuku onlar vasıtası ile
Şâhid: Bir hâdise ve bir işi olurken gören kimsedir.
Şahidin çoğulu şuhûd gelir. Lehine şahitlik yapılan kimseye
ortaya çıkarıyor" der. (Suyutî, Cami'u-s-Sağîr. Münavî
Şerhi, Bulak 1286, H. C. 1, s. 204).
"Meşhûdünleh", aleyhine şahitlik yapılana "Meşhûdünaleyh"
ve şahitlik yapılan hususa da "Meşhudun bih"
denilir.
Işhâd: Şahit tutmak demektir.
[109] imam Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre bunlar hapse atılır ve
dövülürler de.
Rivayete göre Hz. Ömer yalancı şahide 40 sopa atar ve
yüzünü de siyaha boyattırır. Ebû Hanife'ye göre; onu teşhir etmekle azarlama
işi meydana gelmiş olur. Dövmekde daha fazla azarlama vardır. Fakat bu onun
yapmış olduğu yalancı şahitlikden dönmesine mani olur. Hz. Ömer'in (R.A) işi
ise siyasî idi. Teşhir işi şöyle olur: Hâkim ailesine veya herkesi toplıyan
çarşısına onu gönderir ve onlara selâmını ilettikden sonra "Biz bunu yalancı
şahit olarak bulduk. Bundan sakının" der, halk da ondan
sakınır.
[110] imam Züfer'e göre duyduğuna şahitlik yapmanın geçerli
olduğu davalarda
kabul edilir, imam Ebû Yusuf a göre hâdiseye şahit nlduğu
zaman görüyorsa sonradan amâ olması şahitliğine zarar vermez.
[111] ihsan kelimesi, müslüman olmak, hür olmak ve sahih
bir-nikâhla evli bulunmak mânalarına gelir. İslâm hukukunda ihsan "had cezasını
yetine getirebilmek için hukuk yönünden bulunması gereken bir takım sıfatların
bir insanda toplanması"dır. Daha geniş bilgi için bak., Ö. N. Bilmen İslâm
Hukuku, c. 3, s. 16.
[112] Vekâlet:Bir işi başkasına havale etmek, dayanmak ve
itimat etmek demektir. Allah Teâlâ 'Kim Allaha güvenip dayanırsa O, kendisine
yetişir" (Talak, a: 3) buyurur.
Vekâlet korumak mânasına da gelir. Kur'an'da: "Allah bize
yeter. O, ne güzel bir vekildir" (Âl-i Imran, a: .173)
denilir. Burada "vekîl" koruyucu manasınadır.
istilanda vekâlet: "Bir kimsenin kendisinin yapabileceği
bir işini muhtelif sebeplerle başkasına yaptırması ve onu
Vekâlet kitab ile meşru kılınmıştır: Kur'an'da: 'Şimdi
siz bu paranızla birinizi şehre gönderin de baksın, hangi
o işte kendi yerine koymasıdır."
b.
Ummiyyeti'd-Damrî'lyi vekîl yapmıştı. Örf olarak da ilk zamanlardan günümüze
kadar inkâr edilmeden yiyecek daha temiz ise ondan size bir rızık getirsin."
(Kehf, a: 19) buyurulur. Hz. Muhammed (S.A.V.) de satın alma işine
Urvetu'l-Bârıkî, diğer bir rivayette de Hakîm b. Huzzam'ı vekil tayin etmişti.
Bir nikâh işine de Amr ihtiyacı olur. ihtiyacı gidermek için kanun koymak ve
bir yol bulmak gereklidir.
vekâlet işi devam ede gelmiştir. Çünkü insan oğlu bazı
işlerine bizzat kendisi bakamayıp vekîl tayin etmeye
Müvekkil: Kendi yerine başkasını vekîl eden.
Vekîl: Kendisine başkası tarafindan bir iş verilen
müvekkilin işini üzerine alan, müvekkil adına iş gören kimsedir. Vekile
gördürülen işe müvekke-lün bih denilir.
Tevkil: Vekîl tayin etmek.
[113] -îmam Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre vekil tayin etmek
için hasmın rızası şart değildir.
[114] Kefalet: Lügâtta, birleştirmek ve ilâve etmek demektir
Ayette Zaka-riyyayı da ona (baknuya) memur etti" (Al-i Imran a: 375 denilir.
Ayette geçen "keffele" kendisine kattı, himayesine verdi demektir Bir hadiste_de
Hz. Muhammed (S.A.V.) "Ben ve yetime kefîl olan cennette beraberiz derler.
Burada kefilden maksat onun terbiyesini, yetiştirilmesini üzerine alan
kimsedir.
Sahibi nasibini kendisine kattığı için nasibe kili
dener.
Kefîl: Kendi zimmetini başkasının zimmetine katan, yanı
başkasının üzerine lâzım gelen veya gelmeyen bir isteği kendi üzerine alan
kimsedir.
Mekfûlün anlı: Asıl,
borçlu. . . ,
Mekfûlün leh: Alacaklı, bir malın kendisine verilmesini
veya bir şahsın teslimini kefilinden istemeye ve kefilini dava etmeğe hakkı û ™
tamsedff.
Nefee kefalet: Bir kimseyi mahkemeye veya herhangi belh
bir yere getirmeğe, orada hazır bulundurmaya kefil olmak demektir.
[115] Havale kelimesi intikal mânasına olarak tahavvul
kelimesinden türemiştir. Hukuk ıstılahı olarak havale: "Bir borcu, borçlunun
zimmetinden onu kabullenen bir başkasının zimmetine nakl etmektir." Borç
birinden diğerine nakledilir, diğerinin zimmetine geçirilir. Çünkü bir şeyin bir
zamanda iki yerde durması imkânsızdır.
Havale, meşru bir akittir. Bir hadisde: "Kim id, borcu
ödemeğe kadir biri üzerine havale edilirse o bunu kabul etsin." (Buharî,
Havalât, 1-2,1. Mace, Sadakat, 8) denilir. Caiz olmasaydı Hz. Muhammed (S.A.V.)
bunu em-retmezdi. Hatta bazı âlimler hadisin görünen mânasına bakarak bunun farz
olduğuna hüküm vermişlerdir. Fakat biz bunun mubah olduğu
görüşündeyiz.
Muhîl: Borçlu, yâni borcunu başkasının üzerine havale
eden.
Muhalün-aleyh: Borcu üzerine alan, havaleyi kabul
eden.
Muhalün-leh: Muhtal, alacaklı.
Muhalün-bih: Havale edilen mal veya
para.
[116][116] Sulh kelimesi fesat kelimesinin zıttıdır. Bir şeyin
sâlih olması ondan fesadın, bozukluğun gitmesi demektir. Hastanın, hastalıkdan
kurtulup iyi olmasında da bu kelime kullanılır. Fesatlık; mizaç bozukluğudur,
insan içinden fesadı atınca sâlih bir kimse olur.
Hukuk ıstılahı olarak sulh "hasımlar arasındaki ihtilâf
ve çekişmeyi kaldıran bir sözleşmedir, ihtilâf ve çekişme fitne ve fesadın
kaynağıdır."
Sulh olmak meşru bir akittir ve Kur'an'da insanlar buna
teşvik edilmişlerdir. 'Eğer mü'minlerden iki zümre çarpışırlarsa aralarını
düzeltin, barıştırın" (Hucûrât, a: 9) buyurulmuştur. Diğer bir ayette de: 'Eğer
bir kadın, kocasının uzaklaşmasından, yahut yüz çevrimesinden endîşe ederse
sulh ile aralarını düzeltmekde ikisine de vebal yoktur. Sulh daha hayırlıdır..."
(Nisa, a: 128) denilir.
Hz. Muhammed (S.A.V.) de: "Müslümanlar arasında her türlü
sulh caizdir. Ancak haramı helâl, helâli da haram yapan sulh caiz değildir"
(Tirmizî, Ahkâm, 17. î. Mâce. Ahkâm, 23) der. Hz. Ömer (R.A.) de: "Sulh
olmaları için hasımları geri çevirin" demişti. Sulh olmak ihtiyaç yüzünden
meşru olmuştur.
Musalih: Sulh yapan kimse.
Musalehun aleyh: Sulh bedeli.
Musalehun anh: iddia olunan şey.
İbra: Bir kimseyi davadan ve bir hakdan beri kılmak,
hakkında davacı olmamak.
[117] Şirk hisse demektir. Bir hadiste: "Kim ki kölede olan
hissesini azad ederse.." denilirken hisse anlamında şirk kelimesi
kullanılmıştır.
istilanda: "Karışım ve hisselerin sabit olması" demektir.
Ortaklık ayet ve hadislerle meşru kılınmıştır. Kur'an'da: "Eğer onlar bu
(miktardan) çok iseler o halde onlar (ölünün) edeceği vasiyet ve borç (un
edasm)dan sonra üçde birde ortakdırlar..." (Nisa, a: 12) buyurulur. Hz. Muhammed
(S.A.V.) de: "Ortaklardan biri diğerine hiyanet etmediği müddetçe Allahın eli
her iki ortağın da üzerindedir. Biri arkadaşına hiyanet ederse Allah elini
üzerlerinden kaldırır." (Davud, Buyu, 26) diyorlar. Başka bir sözlerinde de 'İki
ortağa, hiyanet etmedikleri müddetçe üçüncü ortak Allahdır. Eğer birbirlerine
hiyanet ederlerse Allah Teâlâ aralarından bereketi kaldırır" (Davud Buyu, 26)
derler.
Kays bin Sâib bez ve deri ticaretinde Hz. Muhammed
(S.A.V.) le ortaklık kurmuştu. Kerihi ise Usame bin Şureyk'ın ortaklığım
zikreder. Hz. Peygamber onun vasıflan hakkında şöyle demişti; "Sen benim
ortağımdın, hayırlı bir ortak idin, ne mudara eder ne de çekişir ve hasım
olurdun." (Bak, bazı değişikliklerle Selâmet Yollan, A. Davudoğlu, c. 3, s. 133,
istanbul 1970). Hz. Muhammed (S.A.V.) Peygamber oldukları zamanda insanlar
şirketler kuruyorlardı, onlara bu yasaklanmadı ve zamanımıza kadar da bu
ortaklık muamelelerine devam edildi. Böylece icma meydana gelmiş
oldu.
Şerîk: Şirket sahiplerinden her biri, yâni ortak.iştirak:
Ortaklık
Müşterek mal: Şirketin sermayesi olan mal.
Re'sül'mal: Sermaye, bir ticaret ve bir şirket için
kullanılan ana mal, ana para.
[118] Nakit para, hayvan, ölçü ve tartı ile satılan mallar ve
akarın dışındaki mallara uruz denilir. Yalnız hayvan ve akarın dışındakilere de
denilir. Kitap kumaş ve meta' gibi. *'
[119] * Mudarabe, darb kelimesinden gelir. Lügat bakımından
yeryüzünde dolaşmak anlamını taşır. Mudarabe "Bir tarafdan sermaye, diğer
tarafdan çalışma olmak üzere kurulan bir şirkef'tir. Kitap, sünnet ve icma ile
meşru kılınmıştır.
Rabbü'1-mal: Sermaye sahibi. Mudarıb: Âmil,
çalışan.
[120] Vedîa: Emanet; ved' mastarından türemiştir, terk
manasınadır. Bu mânadan alınarak tarafların harbi durdurmasına da "muvadea"
denilir. Veda' da bu kelimeden gelir. Çünkü vedalaşan iki kimse birbirlerini
terk
eder ve ayrılırlar. Ved' kelimesi korumak mânasına da
gelir.
Emanet bırakılan mal, onu alan yanında korunması için
bırakılır. Bundan dolayı doğruluğu ve dindarlığı ile âdet olmuştur. tanınan
birisinin yanında bırakılması
Vedîa meşin bir akittir. Bırakılan mal emanet olup borç
değildir. Hz. Muham-med (S.A.V.) bir sözlerinde şöyle derler: "Hıyanet etmiyen
emanetçiye ve hıyanet etmiyen Ödünç mal alana ödeme yoktur." (Selâmet Yollan, A.
Davudoğlu, c. 3, s. 141, istanbul 1970). Bir kimse emâneti kabullendiği zaman
onu korumak kendisine vacib olur. Çünkü bir akit İle onu korumayı üzerine
almıştır.-
Vedîa: Koruması için bir kimseye emanet bırakılan
mal.
Mudi': Malı emanet bırakan.
Mûda' = Müstevda1: Emaneti kabul eden, kendisinin yanına
mal emanet bırakılan kimse,diğer bir ifade ile
emanetçi.
[121] Atılmış çocuklan kurtarmak için kaldırıp almak; eğer
yırtıcı hayvanların bulundukları yerlerde, kuyu başlarında veya ıssız yerlerde
bırakılmış olmalarından dolayı Ölüme gidecekleri biliniyorsa farzdır. Fakat
şehirde veya bir köyde bırakılmış olmasından dolayı ölüme gitmeyeceği kanaatma
varıl-mışsa kaldırılması mendüp, yâni arzu edilen şey olur. Çünkü bu, muhterem
olan bir insanı hayata kavuşturmak için yapılmış bir gayrettir. Allah bu konuda
şöyle der: "... Kim bir canı bir can mukabilinde veya yeryüzünde bir fesat
çıkarmakdan dolayı olmıyarak, öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim
de onu kurtarırsa bütün insanları diriltmiş gibi olur..." (Mâide, a:
32).
Lakît: Bir yere atılmış diri veya ölü çocuk demektir. Bu
bir ihtiyaç veya zina isnadından kaçınmak gayesi ile yapılır.
Mültakıt: Atılmış çocuğu veya herhangi bir eşyayı bulup
yerden
kaldıran.
Lukata: Canlı olsun olmasın kaybolan mal
demektir.
[122] Fakat mal sahibi bir şey verirse güzel
olur.
[123] Mefkûd: Yok olmuş demektir. Fıkdan da yok olmak,
kaybolmak demektir. Hukuk tabiri olarak mefkûd "Memleketinden ve ailesinden
kaybolup giden veya düşman tarafından esir alman, yaşayıp yaşamadığı ve yeri
bilinmi-yen kimse"dir.
Kayyum: Mefkûdun mallarını korumak, insanlardaki
alacaklarını almak ve mallarında usulü dairesinde tasarruf etmek için hâkim
tarafından tayin edilen kimsedir.
[124] Vaki; lügâtta: Hapsetmek manasınadır. Mevkıf =
(hasımların bulundurulduğu yer) kelimesi de buradan gelir. Çünkü insanlar orada
durdurulurlar. Yâni hesap için hapsedilirler. İstilahda vakf: imam Ebû Hanife'ye
göre: "Bir malın kendisi sahibinin mülkü hükmünde kalmak üzere sağladığı
faydanın belli bir gaye ve yöne tahsis edilmesidir." Vâkıf: Malını vakfeden
kimse: Mevkuf = Vakf: Vakfedilen mal. Bunun çoğulu evkaf gelir.
[125] Mütevelli: Vakfın işlerini, kanunlara ve vakfın
şartlarına göre yürütmek için tayin'edilmiş kimsedir. Buna Kayyim de denilir,
iki çeşit mütevelli vardır: Birisi vakfın şartnamesinde gösterilen mütevellidir.
Öteki de, mütevellisi oîmıyan bir vakfa hâkim tarafından tayin edilen
mütevellidir.
[126] Hibe: Bir şeyin karşılıksız olarak bağışlanması dır.
Kur'an'da Allah: "O kime dilerse ona kız (evlâd)lar bağışlar, kime dilerse ona
erkek (evlâd)lar bağışlar" (Eş-şuuraa, a: 49) buyurur.
İttihab: Hediye = (hibe)yi kabul etmek demektir. Bunun
için hediyeyi kabz etmek şarttır. Çünkü bağış, vermek ve teslim etmekle
tamamlanır.
' Bağışta bulunmak, mendüp ve Övülen, sevilen bir iştir.
Hz. Muhammed (S.A.V.) buyuruyorlar ki, "Hediyeleşin sevişirsiniz" (Selâmet
Yolları, A. Davudoğlu, c. 3,' s. 194, istanbul 1970).
Hediyeyi, bağışı kabul etmek sünnettir. Hz. Peygamber
kölenin hediyesini de kabul etmişti. Bir sözlerinde: "Bana yemek Jıediye edilse
kabul ederim. Paça ziyafetine çağrılsam giderim." Buna benzer bir hadis (bak.
Tecrîd-ı Sarîh, c, 8, H. No. 1125). Şu âyette davete uymanın lüzumuna işaret
eder: "Aldığınız kadınların mehirlerini yürekden istiyerek ve (Alla-hın) bir
bağışı olarak verin. Bununla beraber eğer ondan birazını gönül hoşluğu ile size
bağışlamış olurlarsa onu da içinize sine sine ye-yiıı." (Nisa, a: 4).
Hibe iki çeşittir: 1- Mülk olarak vermek; 2- Hakkım
düşürmek.
Vâhib: Hibe eden.
.
Mevhüb: Hibe edilen mal. Buna hediyye de
denilir.
Mevhübün leb: Kendisine bağış yapılan.
Sadaka: Fakire bağış olarak verilen maldır.
>
[127] A'riyeh, teavur kelimesinden türemiştir, tedavül ve
nöbetleşe devr anlamını taşır, insanlar Ödünç malı dolaştırıp elden ele alıp
verdikleri için bu akıt "el-â'riyeh" ismini almıştır. Yahut âYiyeh kelimesi
"âriyyeh"den gelir ki atiy-ye, bağış anlamını taşır.
- iare = (Bir malın kendini değil de, menfaatim
bağışlamak) din yönünden müstehaptir. ödünç almaya insanların ihtiyacı
olduğundan ödünç vermek teşvik edilir. Kuran: 'İyilik etmek fenalıkdan sakınmak
hususunda bir-birinizle yardımlasın. Günâh işlemek ve haddi aşmak üzerinde
yar-dımlaşmayın..." (Mâide, a: 2) demek sureti ile insanları bu yola teşvik
eder. Hz. Muhammed (S.A.V.) de: "Müslüman, kardeşine yardım ettiği müddetçe
Allah Teâlâ da ona olan yardımını devam ettirir." (Hanbel, c. 2, s. 274, Mısır
1313. Bazı değişikliklerle) diyorlar.
Kur'an iyilik yapmakdan sakmdıranlan kötüler de "ve
yemneûne'l-ma'ûn" (El-ma'ûn, a: 7) yanî onlar kazan, balta ve bunlara benzer
ödünç olarak veril-. mesî adet olan şeyleri ödünç vermekden sakındırırlar
diyerek kötüler.
Hz. Muhammed (S.A.V.) "Ödünç, sahibine iade edilecektir."
(Davüd, Buyu', 88. Değişik ifade ile) derler. Hz. Peygamber Safvan adlı
birisinden zırh ödünç almışlardı.
Temlîk = (Bir malı birisine mülk olarak vermek) Bd
çeşittir a) Bir bedel karşılığında, b) Bedelsiz. Mal iki çeşit yolla gelir: 1-
Aliş-veriş, 2- Hediye yolu ile.
Menfaatlar da iki çeşit yoldan sağlanır: a) Eşyayı
kiralamakla, b)
Ödünç almakla.
Mu'îr: Ödünç veren. Müste'îr: Ödünç alan. Müstear: Ödünç
alınan mal. -
[128] -Ziraat için, hasat zamanı beklenir. Çünkü bunun
arazide kalma müddeti azdır. Fakat ev ve ağaç böyle değildir, bunların snnu
yoktur. Arazisini ödünç verenin zararım gidermek için bunları sökmek
gerekir.
[129] Gasp; zorla, zulüm olarak başkasına ait olan bir şeyi
almaktır. Kur'an'da: "Gemiye gelince o denizde iş yapan yoksullarındı. Ben onu
kusurlu yapmak istedim ki, arkalarında her (sağlam) gemiyi zorla al-makda olan
bir hükümdar vardı" (Kehf, a: 79) denilir. Ayette geçen "gasb" kelimesi zorla,
zulüm olarak mânasına gelir. Gasp her şeyde kullanılır. Meselâ "Onun çocuğunu,
ailesini gasp ettim denilir.
Bir ayette de şöyle denilir: "Birbirinizin mallarınızı
haram sebeplerle yemeyin. Meğer ki (o mallar) sizden karşılıklı bir rızaadan
(doğan) bir ticaret (malı) ola. Kendilerinizi öldürmedin. Şüphe yok ki Allah
sizi çok esirgeyicidir" (Nisa, a: 29). Çünkü müslümanm malının ha-ramhğı kanının
haram olması gibidir.
Hz. Muhammed (SAV.) de: "Her müslümanm kanı, namusu ve
malı diğer müslümana haramdır" (îbni Mâce, Fiten, 2, Tirmizî, Bırr, 18)
der.
Gâsıb: Başkasının malını onun izni olmadan ve zorla alan
kimsedir.
Mağsûb: Başkasından haksız yere ve alenen alman
maldır,
Magsûbun-nıiııh: Malı alman kimse.
[130] Unu su ile karıştırır ve bir tava içinde helva gibi
pişirirler. Buna kavut denilir ki, Arapçası "sevîk"dır.
[131] Şafiî, Malikî ve Hanbelî mezhepleri bu görüşe iştirak
etmezler. (Bak. Ö. N. Bilmen, İslâm Hukuku, c. 7, s. 346-347).
[132] ihyâ': Onarmak, araziyi ziraate elverişli hale
getirmek.
Arazi-i mevât = (Ölü arazi) islâm ülkesinde birisinin
mülkü veya vakfi olmıyan ve bir kasabanın veya bir köyün merası, baltalığı ve
mezarlığı olmıyan, iskân edilmiş bölgeden uzak bulunan yerlerdir.
Harını: Bir şeyin çevresinde bulunan saha ki, o şeyin
hukuku ve ayrılmaz bir bütünü kabilindendir. Bu yerde sahibinden başkasının
tasarrufu haramdır.
[133] 40 zirain 25-30 metre olduğu F. Yavuz'in islâm Fıkhı ve
Hukuku adlı eserinin 263. sahifesine istinaden yazılmıştır. Nitekim aynı yerde
500 zira'in da 300-350 metre olduğu kaydedilir.
[134] Hakk-ı Şirb: Ekin ve hayvan sulamak için sudan
faydalanma nöbetine hakkı olmak.
Hakk-ı mecra = Hakk-ı mesîl: Bir yerden suyu" akıtmak,
arkı geçirmek salahiyyetihe sahip olmak.
Hakk-ı şefe: insanların ve hayvanların bir sudan alıp
içmeğe olan haklan.
[135] Havadan ve güneşden faydalanmakda olduğu gibi denizden
de faydalanmak istiyen kimse bu ışden men edilemez.
[136] Büyük nehirlerin durumu bu hükmün dışındadır.
[137] Müzaraa: Ziraat kelimesinden gelen bir mastardır.
Ziraat, ekin ve çiftçilik demektir. Ziraat ortaklığına Haybei- kelimesinden
alınma "Muhabara" da denilir. Hz. Muhammed (S.A.V.) Hayber arazisini ortaklığa
vermişti. Bundan dolayı müzaraa, muhabara adım almıştı. Ayrıca "el-Haklu =
tarla) kelimesinden türetilerek "Muhâkale" de derler.
Müzaraa, bir ziraat ortaklığıdır ki, birisi arazisini
diğeri amelini ortaya koyar. Mahsul aralarında bölüştürülür.
[138] Nikâh: Lügâtta bir araya getirmek, toplamak, birbirine
katmak ve ilâve etmek mânalarına gelir. Dinde bir akit neticesinde meydana gelen
birleşme ve bir araya gelmeğe nikâh = (Evlenme) denilir. Bu birleşme de cinsî
münasebettir. Çünkü bu esnada kan-koca birbirleriyle birleşir ve biri diğerine
katılır da sanki tek bir insan gibi olurlar..
Nikâh tabiri cinsî temas mânasında hakikat, evlenme akdi
mânasında ise mecaz olarak kullanılır. Bazı hadislerde nikâh kelimesinin cinsî
temas mânasında kullanıldığı aşikârdır. Hadiste "Nikâhdan doğdu" denilir. Bu,
helâl bir temasdan doğdu demektir. Yine Hz. Muhammed (S.A.V.) "Kadın hayızlı
iken kocasına nikâhdan başka her şey helâldir" diyorlar. (Tâc, Taharet, Bab. 7,
Değişik ifade ile).
Nikâh kelimesinden, karîne ile nikâh akdinin, yâni
evlenmenin kastedildiği de bir gerçektir. Ayette Allah Teâlâ: "Sahiplerinin
izni ile onları (cariyeleri) kendinize nikahlayın..." (Nisa, a: 25) buyurur.
Buradaki nikâhdan cinsî temas değil de evlenme mânasına gelen nikâh anlaş~.hr.
Çünkü izin alarak cinsî temasda bulunulamaz. Şu ayette de nikâh evlenmek
anlamına geliyor: "Eğer yetim kızlar hakkında (adaleti yerine
getiremiye-ceğinizden) korkarsanız sizin için olan (diğer) kadınlardan ikişer
üçer, dörder olmak üzere nikâh edin. Şayet (bu suretle de) adalet ya-pamrya
cağınız dan endişe ederseniz o zaman biritane ile), yahut mâlik olduğunuz câriye
(ile iktifa edin). Bu (tek zevce veya câriye) sizin (Hakdan) ayrılıp
sapmamanıza daha yalandır." (Nisa, a: 3). Burada da kastedilen evlilik adedini
kısıtlandıran bir nikâh akdidir. Yoksa kısıtlandırılan cinsî temas
değildir.
"Şahitsiz nikâh olmaz" (Tirmizî, Nikâh, 15) hadisinde
nikâhdan evlilik kastedilir. Zira münasebet esnasında şahitler bulundurulmaz.
Sonra erkek ve kadın nikâh akdi esnasında birbirlerinden ayrıdırlar.
Nikâh = (Evlenmek) meşru bir akittir ve müstehaptır.
insanlar evliliğe teşvik edilmiştir. Evliliğin meşruluğu kitap, sünnet ve icma
ile sabittir. Kur'an'da: "içinizden bekârları ve kölelerinizden,
cariyelerinizden salih (mü'min) olanları evlendirin..." (Nûr, a: 32) buyurulur
ve yakardaki ayetler de buna bir delildir.
Hz. Peygamber (A.S.V.) de: "Nikahlanın çoğalın, çünkü ben
kıyamet gününde diğerümmetlere karşı sizin çokluğunuzla övünürüm" (Suyutî,
Camiu's-Sağîr. Tenâkehû maddesi) derler. Bir diğer sözlerinde de: "Evlenmekbenim
sünnetimdir. Kim benim bu sünnetimden ayrılırsa o benden değildir" (Ibni Mâce,
Nikâh, 1) buyururlar. Evlenmek konusunda âyet ve hadisler çoktur.
Münâkehe: iki kimsenin nikâh akdinde
bulunması.
tstinkâh: Nikahlanmak, nikâh isteğinde
bulunmak.
Nikâh meclisi: Nikâh akdi için toplanılan yer.
Mürâhık: Bulûğ çağına geldiği halde henüz baliğ olmıyan
erkek. Kız için de mürâhika denilir.
Bikr: Evlenmemiş olan kızdır. İkiye ayrılır:
A-Bikri hakikî: Erkek ile hiç cinsî münasebette
bulunmamış olan kızdır. Kocaya vardığı halde kocasının tenasül uzvu kesik veya
cinsî iktidarı olmayışı yüzünden kendisi ile münasebette bulunulmadan
kocasından boşama veya ölüm sebebi ile ayrılan bir kız da hakikî bikr sayılır.
Yüks'ek bir yerden atlamak veya çok hayız kanı gelmek, yahut uzun bir müddet
evlenmeksizin yaşamak, veya cerahat gibi bir sebeple bekâret zarı giden bir kız
da hakikî
bakire sayılır.
B - Bikri hükmî: Bir defaya mahsus olmak ve hakkında zina
cezası icra
edilmemiş olmak şartı ile zina ettiği bilinen
kız.
Mahrem: Yakın akrabalık sebebi ile nikâhı haram olan
kimse. Muharremât: Geçici veya daimî olarak kendileri ile evlenmek haram olan
kadınlar.
Musahere: Bir aileden kız almak sureti ile meydana gelen
akrabalık, sıhrî akrabalık. Buna sıhriyet de denilir.
Sıhr: Bir kimsenin ailesinin mahremleri. Ailesinin anası,
babası gibi. Evlenmekle meydana gelen akrabalık da nikâha mânidir.
Usûl: Bir kimsenin anası, babası ve yukarıya doğru
nihayete kadar dede ve nineleridir.
Pürü': Usûlün zıttı dır. Erkek ve kız evlâtlar ve
bunların ilânihaye çocuklarıdır.
Tezevvüc: Evlenmek, kan-koca olmak.
Tezvîc: Bir erkeği kadına vermek, nikahlamak veyahutta
bir kadını erkeğe yermek.
İddet: Boşanan bir kadın hâmile değilse üç hayız =
(aybaşı) müddeti geçmedikçe başka kocaya varamaz. Bu bekleyişe iddet denilir.
Boşanan kadın hâmile ise onun iddeti = (başkası ile evlenmek için bekleme
müddeti) doğum yapıncaya kadar devam eder.
[139] imam Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre yıldızlara tapan
kadınlarla evlenmek
haramdır, imam A'zam ise bunu helâl görmüştür. Hatta buna
göre onların kestikleri de yenilir, imam A'zam onlar yıldızlan büyük tanır
onlara ibadet etmezler, böylece ehli kitap gibi olurlar der.
[140] Bu bakımdan bir kadınla zina eden erkeğe o kadının
annesi ve kızı haram olur.
O kadın da erkeğin oğluna ve babasına haram olur.
Bunlardan birinin şehvetle diğerinin tenasül uzvunun içine bakması, şehvetle
yapışması ve öpmesinde de durum aynıdır.
[141] Nikâh-ı mut'a: Bir erkeğin muayyen para veya mal
karşılığında bir kadınla
anlaşarak onunla düşüp kalkması, cinsî temasda bulunması
ve ondan faydalanması demektir. Çok kere faydalanacağı müddeti de tayin eder.
Böyle bir nikâh olmaz. Bu bakımdan nikâhsız faydalanma yoluna, harama gitmiş
olurlar.
[142] îslâm hukuku kız olsun, erkek olsun, küçük çocukların
nikâhlanmasına müsaade etmiştir. Fakat bunların zifafa girmelerine müsaade
etmemiştir. Bunlar bulûğa erinceye kadar ayn yaşamak mecburiyetindedir. Bulûğa
erince yu-kardaki şekilde nikâhı bozmaya haklan olur. Bu yaşta nikâhlanmanın
muhtaç olan'küçüklere faydası vardır: (Mütercim)
[143] Asîl; vekîl, velî ve elçi olmıyan kimseye fuzûlî
denilir. Böyle bir kimsenin kendiliğinden yapmış olduğu nikâha da fuzûlînin
nikâhı denilmektedir. (Bak. O. N. Bilmen, islâm Hukuku, c. 2, s. 6 ve s.
61).
[144] Kureyş kabilesinden olanlar soyca birbiınne denktir.
Diğer Arap kabileleri soyca Kureyşe denk değillerdir. Kureyş'den başka bütün
Arap kabileleri birbirine denktirler. Araptan maksat asıl Araplardır. Yoksa
Araplaşıp arapça konuşan milletler değillerdir. Arapların dışında soyculuk
yoktur. Müslüman olmak şartı ile her millet birbirine eşittir. Araplar soya çok
önem verir ve onu bir şeref meselesi yaparlar. (Bak. El-îhtiyâr, Nikâh bahsi, Ö.
N. Bilmen, islâm. Hukuku, c. 2, s. 65).
[145] Fâsık ve ahlâksız bir erkek ahlâk ve faziletli bir
kadına veya böyln olan bir adamın kızma denk olamaz.
[146] Sanattan maksat erkeğin işi ve mesleğidir. Bu iş ve
meslek kadının şerefini
küçük düşürücü âdi mesleklerden olmamalıdır. (Bak. islâm
Hukuku, N. Bilmen, C. 2, s. 67).
[147] Hür kadın köle olan bir erkeğe denk
olmaz.
[148] Erkeğin, kadının mehrini vermeğe ve nafakasını temin
etmeğe yetecek kadar
malî gücü olmalıdır. Bunları temin etmeğe gücü yeten bir
erkek büyük serveti olan kadına denk olur.
* Mehir: Kadının nikahlanınca kocasından almaya hak
kazandığı muayyen bir miktar da mal veya paradır. Kadın kocasından bir nikâh
parası alır. Mehirsiz nikâh olmaz. Mehir nikâh yapılırken kararlaştırılır. Eğer
kararlaştınl-mamışsa kızın emsallerine göre
sonradan mehir tayini yapılır. Mehir peşin verildiği gibi
sonraya da bırakılabilir. Mehir tamamen kızın hakkıdır.
Ona kızın babası el koyamaz. Düğünlerin israfa dayanan
Örf ve adetlerine onu heba edemez (C. Yeniçeri)
[149] 28,05 gr. gümüş bugün için yaklaşık olarak 400.000 lira
kıymet taşır. Bu her sene değişebilir (Mütercim).
[150] Mut'a: Bir erkeğin, boşadığı ailesine vermesi gereken üç
veya beş parça elbisedir. Bunların kıymetleri de verilebilir.
[151] Halvet: iki nikâhlının izinleri olmadıkça hiç kimsenin
içeriye gİremiyeceğinden emin oldukları bir yerde yalnız bulunmalarıdır, ikiye
ayrılır: a) Halvet-i sahiha: Eşlerin hiç birinde birleşmeğe mâni bir sebep
bulunmadığı halde baş-başa bulunmalarıdır, b) Halvet-i faside: Eşlerden birinde
birleşmeğe mâni bir sebep olduğu halde yalnız başlarına kalmalarıdır.
[152] Azil: Cinsî temas esnasında meniyi çocuk olmasın diye
gelirken dışarı akıtmaktır. Bunu yapmak için de kadından izin almak
gerekir.
[153] Çocuğa meme vermek onu yaşatmak bakımından annelere
vaciptir. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurur: "Anneler çocuklarını iki bütün
yıl emzirirler. (Bu hüküm) emmeyi tamam yapdırmak istiyenler içindir. Onların
(annelerin/ ma'ruf vech ile yiyeceği, giyeceği, çocuk kendisinin olan (babaya)
aittir. Kimse taakatmdan ziyadesi ile mükellef tutulmaz. Ne bir anne çocuğu
yüzünden, ne de bir çocuk kendisinin olan (bir baba) çocuğu sebebiyle zarara
sokulmasın. Mirasçıya düşen (vazife) de bunun gibidir. Eğer (ana ve baba)
aralarında rıza ve müşavere ile (bil ittifak çocuğu iki sene dolmadan) memeden
kesmeyi arzu ederlerse ikisinin üzerine de vebal yoktur. Çocuklarınızı
(başkalarına) emzirtmek isterseniz meşru' surette verdiğiniz (emzirme
ücretin)! teslim etmek (ödemek) şartiyle yine uhdenize vebal yoktur. Al-lahdan
korkun ve bilin ki şüphesiz Allah, ne yaparsanız hakkıyle görendir." (Bakara,
a: 233).
Başka bir ayette de: "... sizi emziren süt analarınız,
süt kızkardeşle-riniz... le evlenmeniz size Karam edildi" (Nisa, a: 23)
denilerek süt analığı ve kardeşliği ihdas edilmiştir.
Hz. Muhammed (S.A.V.) de: "Soyca haram olanlar sütten de
haram olurlar" (Buharî, Şehâdet, 7. Nikâh, 2, Müslim. Reda', 1) der.
Razâ': Lügâtta meme emmek demektir. îrzâ1 da meme
emzirmektir.
Murzı' ve murzıa: Bir çocuğa meme emziren
kadın.
[154] Talâk = Boşama: Lügâtta bağı çözmek ve tahliye etmek
demektir. Esiri serbest bırakmak ve devenin ipini çözmek mânâlarında ıtlak
kelimesi kullanılır. Hukuk ıstılahı olarak talâk "Manevî bir bağ olan nikâhı
çözmek ve izâle etmek, nikâhı ortadan kaidırmak"dır.
Boşamak ve boşanmak; kitap, sünnet ve icma ile sabit olan
bir hükümdür. Akıl da buna hak verir.
Kuranda: "Ey peygamber! Kadınları boşayacağınız vakit
iddet-lerine doğru boşayın. O iddeti de sayın..." (Talâk,
Bir
sözlerinde de Hz. Muhammed (S.A.V.) şöyle buyurur: "Allah köleyi hürriyetine
kavuşturmakdan kendisine
daha
sevimli gelen mubah bir şey yaratmadığı gibi, boşamadan daha fazla kendisini
kadablan-dıran mubah bir
şey
de yaratmadı." (Davud, Talâk, 3. Değişik ifade ile). Talâk-ı baîn: Nikâh akdini
kaldıran, fakat her iki tarafın
arzusu ile tekrar birleşmeyi mümkün kılan boşamaya
denir.
Rıc'î talâk: Nikâh akdini icab ettirmiyen, sırf kocanın
rücuu ile nikâhın . devamını gerekli kılan boşamaya denir.
İddet: Boşanan-kadın hâmile değilse, üç hayız müddeti
geçmedikçe başka kocaya varamaz. Bu bekleyişe "iddet"
denir. Hâmile olan kadınların id-deti çocuğunu doğurmakla
son bulur.
(Yukardaki bu üç ıstılahın tarifi F. Yavuz'un islâm Fıkhı
ve Hukuku adlı eserinin 90. sahifsenden alınmıştır).
birbirinden ayrılması, a) Boşanma, b) Nikâhın feshi olmak
üzere iki şekilde olur.
Mufarekat = Ayrılmak: Nikâhın kalkması ile kan-kocamn
birbirinden ayrılmaları demektir. Kari-kocanm
Mufarekat = (ayrılmak) bunların her ikisini de içine
alır. Ric'at = Rucû (dönmek): Ric'î talâkdan sonra iddet
içinde, henüz baki olan nikâhı söz veya fiil ile uzatmak
istemekdir.
[155] imam Şafiî'ye göre zorlanan kimsenin nikâhı muteber
değildir.
Tahavî sarhoşun boşaması muteber değildir der. Bu imam
Kerhî'nin görüşüdür ki, o ilâç ve uyuşturucu otlarla sarhoş olmaya itibar ederek
bu hükme vanmştır. Fakat şarap ve diğer içkilerle sarhoş olmak suç ve ma'sıyet
olduğundan böyle değildir.
[156] Erkeğin kadına "Kendini seç" onun da "seçdim" demesi
yahut erkeğin "Seç = (muhayyersin)" kadının da "Kendimi seçtim" demesi
gibi.
[157] Arapçada zaman edatı olarak kullanılan meta = (zaman,
vakit) ile Izâ = (Zaman, vakit) ve yine Meta mâ = (ne vakit, ne zaman) ile Izâ
mâ = (ne zaman, ne vakit) gibi edatlar Türkçede farksız ifadelerini bulurlar
(Mütercim).
[158] Önceden de söylendiği gibi Arapçada değişik lâfızlarla
ifade edilen zamanla ilgili edatlar Türkçe de aynı kelimelerle ifadelerini
bulmaktadırlar (Mütercim).
[159] Burada görüldüğü üzere Allanın dilemesi ile ilgili kısım
ve istisna edilen bölüm Türkçede cümlenin başında söylenir. Arapçada ise
cümlenin sonunda yer alır (Mütercim).
[160] Çünkü iddet bitinceye kadar aralarında nikâh devam
etmektedir. Bir erkeğin boşadığı ailesine dönmesi müstehaptır. Süslenmek ise bu
dönüşü sağlıyabilir.
[161] İmam Ebû Yusuf a göre üç talâk ile boşanmış olan bir
kadını birinci kocasına
helâl kılmak için bir erkeğin boşamak şartı ile kendisine
nikahlaması caiz değildir. Bu nikâh muvakkat nikâh gibi olduğundan fasittir.
Bunun için kadın birinci kocasına helâl olamaz.
İmam Muhammed'e göre böyle bir şaıt ile nikâh yapmak caiz
ise de, evvelki
kocaya, bu nikâhı müteakip boşanan kadın helâl olmaz.
Çünkü o kimse hukukun geriye bırakmış olduğu bir şeyi
acele elde etmek istediğinden mirasçı olduğu kimseyi
öldüren gibi mahrumiyetle cezalandırılır.
imamı Azam Hz. Peygamberin: "Allah hulleciye de, kendisi
için hülle yapılana da lanet etsin" (Davud, Nikâh,
15) hadisine
tutunmuştur. Hadis kadını birinci kocaya helâl kılmak için boşamak şartı ile
nikâhlanmayı kotu-ler.
Hadise göre bu mekruhtur ve hadiste ikinci kocaya "Helâl
kılan" denildiği^ ne göre bu, o kadının birinci
kocasına helâl olacağını isbatlar. (Bak. ayrıca Tirmizî,
Nikâh, 27).
[162] Hür kadınlar için dört aydan, cariyeler için iki aydan
az müddet söylenmişse îlâ yapılmış olmaz. Yemin olur.
[163] îlânın keffâreti aynen yemin keffâreti gibidir. O da bir
köle azad etmek yahut--
sabahlı akşamlı bir gün on fakiri doyurmak veya bir
fakiri on gün böylesine doyurmak, yahut on fakire baştan aşağı orta halli elbise
yaptırmaktan ibarettir, imam Muhamnıed'e göre avret yerlerini örtüp namaz
kılınabilecek bir elbisenin verilmesi kâfidir. Bunlara güç yetiremiyenler üç
gün oruç tutarlar. (Bak. Ö. N. B. islâm Hukuku, c. 2, s. 308, ist.
1968).
[164] imam Ebû Yusuf ile imam Muhammed'e göre bu iki ifade,
yani bî = (İle, mukabilinde) ve a'lâ = (üzerine, karşılığında) arasında fark
yoktur.
[165] Zıhar, zahr kelimesinden türemiştir. Zahr, arka, sırt
demektir. Zıhar kelimesi aslım; erkeğin ailesine dediği "Sen bana anamın sırtı
gibisin" cümlesinde bulur. Sonra diğer azalara ve mahrem olan diğer kimselere
de intikal etmiştir.
Zıhar = Muzahere: Kocanın ailesini neseb, süt ve sıhriyet
sebebi ile ' kendisine daimî haram olan bir mahreminin kendisince bakılması caiz
olmıyan bir uzvuna benzetmesidir. Tamamını, yan veya üçde bir gibi bir
parçasını bakılması haram oian uzuvlardan birine benzetmek de böyledir. Bu
helâli harama benzetmek oiur.
Müzahir: Zıhar yapan erkek.
[166] Lian: Lügat olarak iki kişinin karşılıklı birbirine
lanet okuması demektir. Istılah olarak lian: "Kan-kocanın hâkim karşısında
usulüne uygun olarak dörder defa şehadette bulunduktan sonra kendi üzerlerine
Allah'ın lanet ve gazabım okumalardır.
"Namuslu ve hür kadınlara (zina isnadı ile) iftira atan
sonra (bu konuda) dört şahit getiremiyen kimseler (in her birine) de seksen
değnek vurun. Onların ebedî şahitliklerini kabul etmeyin. Onlar fa-sıkların tâ
kendileridir" (Nûr, a: 4) ayetine göre kendi ailesine veya yabancı bir kadına
zina iftirasında bulunanlar iftira cezasına çarptınlırlardı. Sonra: "Zevcelerine
zina işnad eden ve kendilerinin, kendilerinden başka şahitleri de bulunmayan
kimseler (e gelince:) Onlardan her birinin (yapacağı şahitlik, kendisinin
hakikaten sadıklardan olduğunu Alla-ha yemîn (ile) dört (defa ifade ve tekrar
edeceği) şâhitlikdir" (Nûr, a: 6) ayeti ile kendi ailelerine iftira edenlerin
iftira cezaları kaldırıldı ve onun yerine Lian muamelesi
getirildi.
[167] Kadın, cariye, gayri müslim, başkasına zina iftirasında
bulunmakdan dolayı had cezasına çarptırılmış, yahut küçük çocuk, deli veya zina
yapan bir kadın ise kendisine iftira yapanlar had cezasına
çarptırılmazlar.
[168] İddet: Lügat olarak sayı mânasına olan adet
kelimesinden alınmıştır.
Boşanmadan ve ölümden sonra kadının beklemesi lâzım gelen
zamana da iddet ismi verilmiştir.
Şer'aıı iddet "Bir erkeğin veya kadının ayrıldıktan sonra
muayyen bir müddet başkası ile evlenemeyip beklemesi"
a) Erkeğin iddeti,
demektir. Bu yönden iddet,
b) Kadının iddeti olarak ikiye ayrılır.
müddeti beklerler (beklesinler)..." (Bakara, a: 228) ve
yine kocaları ölen kadınlar hakkındaki "içinizden ölenlerin
îddet beklemenin farz oluşu hakkındaki delil: "Boşanmış
kadınlar kendi kendilerine üç hayız ve temizlenme
(geride) bıraktıkları zevceler kendi kendilerine dört ay
on (gün) beklerler..." (Bakara, a: 234) ayetleridir.
ederseniz onların iddeti üç aydır. Yüklü kadınların
iddetleri ise çocuklarını doğurmaları ile biter. Kim Allahdan
Hayızdan kesilmiş, yahut daha henüz hayız görmemiş veya
gebe kadınların bekliyecekleri iddet "Kadınlarınız
içinden artık âdetten kesilmiş olanlarla henüz adetini
görmemiş bulunanlar (in iddetlerin) de, eğer şüphe
korkarsa O, kendisine (her) işinde bir kolaylık verir"
(Talâk, a: 4) de bildirilmektedir.
Şu
ayette kadınları ne zaman boşamanın uygun olacağını ve iddet sayımının
gerektiğini gösteriyor. "Ey
peygamber! kadınları boşayacağınız vakit onları (adet
hallerinden) temizlenmeleri vaktinde boşayın ve o iddeti
de sayın..." (Talâk, a: 1).
[169] Yâni birinci iddet bitince ikinci iddetin sebebi
zamanından itibaren bir iddet
daha tamamlanır. Birinci iddetin bitiminden itibaren
ikinci iddete başlanmaz (Mütercim). Daha geniş malûmat için bak. N. Bilmen Is.
Hukuku, C. 2, s. 378, madde 608-609-610.
[170] Bu ölen kocasının hatırasına saygı göstermek içindir.
Boşanan kadın da evli
olmak nimetinden mahrum olmanın üzüntüsünü göstermeli ve
Allanın evlenmekle ilgili emrine inayetini belirtmelidir. Ric'î talâk ile
boşanan kadın ise kocasının yeniden alması ümidi ile süslenmesi müstehaptır.
(Bak. O. N. Bilmen, islâm Hukuku, c. 2, s. 388).
[171] iddet bekîiyen kadınlar iddetierini, ayrılık meydana
gelmeden önce kocaları tarafından ikamet ettirildikleri hanelerde
geçirirler.
[172] Çünkü çocuğun ikrar tarihinden sonra başka bir erkekden
kazanılması mümkün olur.
[173] Nafaka sarf etmek demektir. Bir kimsenin aile fertlerine
harcadığı şeydir. Hukukda yiyecek, giyecek, mesken ve bunlara bağlı şeylere
nafaka denilir. Halk arasında sadece yiyeceklere nafaka
denilmektedir.
İnfak: Nafaka vermek, bir malı bir yere sarf
etmektir.
Munfik: Infak eden, nafaka veren kimse.
Karabet: Hısımlık. Karabet ikiye ayrılır,
a) Karâbet-i
vilâdet; usûl ve furû' arasındaki yakınlık,
b) Karâbet-i
gayri vilâdet; diğer hısımlar arasındaki yakınlıktır.
Karâbet-i gayri vilâdet de ikiye ayrılır: 1- Nikâhı haram
kılan akrabalık: Kardeşlerin, dayıların, amcaların yakınlığı gibi, 2- Nikâhı
haram kıl-mıyan yakınlık: Amca, dayı, hala, teyze çoacuklan arasındaki yakınlık
gibi.
Usûl: Bir kimsenin babası, anası ve yukarıya doğru giden
dedeleri ve nineleridir.
Furû1: Bir kimsenin erkek ve kız çocukları ve bunların
aşağıya doğru giden evlâtları ve torunlarıdır.
Havâşî: Usûl ve fürû'dan başka akrabalara denilir.
Amcalar, dayılar, teyzeler, kardeşler v.s. akrabalar gibi.
Nafakanın farz oluşunun delili Kur'an'daki ayetlerdir
"(Boşanan) o kadınları, gücünüzün yetdiği kadar, ikaamet
ettiğiniz yerin bir kısmında oturtun. (Evleri) başlarına
dar etmek (onları çıkmaya mecbur kılmak) için kendilerine
evlâtlarınızı) sizin faidenize emzirirlerse onlara
ücretlerini verin. Aranızda (bu hususda) güzelce müşavere edin.
zarar yapmayın. Eğer onlar hâmile iseler doğum yapıncaya
kadar nafakalarını verin. Eğer (kendileriniz den olan
Diğer ayette de şöyle denilir: "(Hâli vakti) geniş olan,
nafakayı genişliğine göre versin. Rızkı kendisine
Eğer güçlüğe uğrarsanız o halde (çocuğu) onun (hesabına)
bir başka kadın emzirecektir." (Talâk, a: 6).
daraltılmış bulunan (fakir) de nafakayı Allahin ona
verdiğinden versin..." (Talâk, a: 7).
kendisinin olan (babaya) aittir..." (Bakara, a:
233).
Şu
ayette yine nafakanın kocaya ait olduğunu gösteril:"... Annelerin ma'ruf vech
ile yiyeceği, giyeceği, çocuk
Ebû
Hamzatu'r-Rakkaşı amcasından şu hadisi rivayet eder: 'Teşrik günlerinin
ortasında Hz. Peygamberin
devesinin yularını tutuyordum, insanlar ona vedalaşırken
onlara şöyle diyordu: Kadınlar hakkında Allahdan
korkun. Ma'ruf vech ile onların giyim ve yiyimlerini
tedarik etmek size düşer." (Davud, Menâsik, 56.1, Mace,
yetecek mikdarı kocanın malından aI."(Buharî Buyu', 95.
Nesâî, Kudat, 31).
Menâsik, 84). Hz. Peygamber, Ebû Sufyan'm ailesi Hinde de
şöyle demişti: "Kendine ve çocuğuna ma'ruf olan
[174] Kadının ise ana ve babasının yanma gitmesine mâni
olunamaz deniliyor.
[175] Asılda kadın çocuğuna meme verecektir. Çünkü ayette:
"Anneler çocuklarını iki bütün yıl emzirirler. Bu hüküm emmeyi tamam yaptırmak
isteyenler içindir..." (Bakara, a: 233) buyurulur. Kadın meme vermekden
çeki-nirse onun güçsüz olduğunu anlar ve onu bu konuda özürlü sayarız. Fakat
ücretle meme verme işine atılınca onun meme vermeğe güç ve takatinin olduğunu
anlarız. O zaman meme emzirmesi kendisine vacib olur. Kendisine vacib olan bir
vazifeden dolayı da ücret alması helâl olmaz.
[176] Bu konuda anne de baba gibi hakka
sahiptir.
[177] Ehil hayvanların nafakalarını vermek sahipleri üzerine
dinen bir borçdu'r. Hâkim "bunları ya sat veya başkasına bağışla yahut da
yemlerini ver" diye sahiplerine emr eder. Fakat kazaen cebr edemez. Bu tasarruf
hakkına aykırı düşebilir. Ebû Yusuf a göre ise yiyeceklerini temin veya onları
satmaları için hayvan sahiplerine kanunen de zorlanır. Mâlikî, Şafi'î ve Hanbelî
mezheplerine göre de mal sahibi hayvanının nafakasını vermeğe kanunen mecbur
tutulur. (Bak. N. B. islâm Hukuku, c. 2, s. 511-514).
[178] Hızane: Çocuğu veya çocuk hükmünde olan deli, bunak gibi
âcizleri salahiyetli
olan kimselerin koruma ve terbiye etmeleri .yiyecek ve
içeceklerine bakmaları temizlik ve istirahatlarını, sağlamaları, zararlı
şeylerden sakındırmaları demektir.
[179] Bu ifadeye göre kız kardeşin kızları teyzelerden önce,
erkek kardeşin kız)an da
halalardan önce gelmelidir. Ben tercüme sırasına uyarak
8. kısmı en sona aldım. Nitekim (Ö. N. Bilmen İslâm Hukuku, c. 2, s. 428 mad.
110'da) bunlar Öne alınmıştır (Mütercim)*
[180] Memlûk = Abd: Bir kimsenin mülküne dahil olan şeye
memlûk denilir. Bu kelimenin müennesi memlûkedir. Bir kimsenin mülkiyeti altında
bulunan köleye memlûk, cariyeye de memlûke denilir.
Câriye: Bir kimsenin memlûkesidir. Kadm köleye câriye
denilir.
Rıkk: Lügâtta kulluk demektir, istilanda "Esir alınan bir
muharibin sa-. bit olan manevî bir vasfıdır ki bu vasıfla hürriyetini kaybeder
ve mülk olmaya elverişli olur. Rıkk, lügâtta esasen zayıflık mânâsına gelir.
Hukukda ise manevî bir zayıflığı ifade eder. O da; velayet, şahitlik, hacca ve
cihada gitmek, cuma ve cenaze namazını ve diğer ibadetleri yerine getirmekgibi
hürlerin yaptığı işlerden aciz olmaktır.
Rakabe: Köle ve câriye demektir. Bu mânaya rakîk de
kullanılır. Raka-- be, lügat olarak boyun demektir. Her şeyin zatına ve aslına
da rakabe deniliyor ve çok kere bu mânâda kullanılıyor.
Hürriyet: Halas olmak ve kurtulmaktır. Hür de halas olan,
kurtulan kimsedir. Aynı zamanda saf ve katıksız mânasını taşır. Hukukda hürriyet
tâbiri esaretten beri ve insani haklara mâlik olmak durumudur..Bu durumda
olanlara hür deniliyor ve onlar başkasının mülkiyeti altına
girmezler.
Itk: Lügâtta kuvvet anlammadır. Güzeîiik, kerem,
genişlik, cömert olmak mânalarına da gelir, istilanda "Köleden köleliğin
kalkmasıdır" yâni kölenin azadolmasıdır. Bu kelime ı'tâk mânasında da
kullanılır.
I'tak: Azad etmek, köle üzerindeki mülkiyet hakkını
kendine mahsus şekliyle ortadan kaldırmaktır. Böylece bununla köle hürriyete
kavuşmuş olur.
Atık: Azad edilmiş olan köle veya câriyedir.
Dar-i İslâm: Müslümanların hâkimiyeti altında bulunan
yerler. Dâr-i
adi de bu mânaya gelir.
Dâr-ı bağy: Azgın ve isyancıların idaresi altında bulunan
bir îslâm
yurdudur.
Dâr-ı enıaıı: Müslümanlar tarafından feth olunan ve
zimmet ehlinin ikamet ettirildiği bir ülkedir ki burası da dâr-
ı İslama dahildir.
Dâr-ı harb: Müslümanlar ile aralannda bir antlaşma
buîunmıyan gayri müslimlerin ülkesidir.
Yorumlar
Yorum Gönder