SORUMSUZCA SÖYLENEN SÖZLER 2



 

SORUMSUZCA SÖYLENEN SÖZLER


Kısa Bir Açıklama              


«Sorumsuzca Söylenen Sözler» adlı bu çalışmamızı bir cilt olarak yayınlamayı düşünüyorduk. Sahife itibariyle çok kalın olacağından iki cilt halinde yayınlamayı uygun buiduk.
Ancak" birinci cildin yayımından sonra kitabı okuyan oku­yucularım izin telefon ve mektuplarıyla bize ulaştırdıkları so­rumsuzca söylenen sözlerle üççüncü cildin hazırlıklarına başla­dık.
Sizden de katkılarınızı bekliyoruz.
Cenab-ı Hakk'tan niyazımız kitabımızın yazan, emeği geçen ve okuyanlar için rahmete, sevaba, gerçek hürriyet, sevgi ve sâadeti Allah (c.c.)'a kullukta bulmaya vesile olmasıdır.[1]

 

Önsöz


Asrımızda gayr-i îslâmî cereyanların ileri derece­de yaygınlaşması sonucunda İslâm ve iman hakkın­daki iftiralar, yanlış anlamalar ve şüpheler korkunç derecede artmıştır.
İstatistiklere göre Türkiye'de yaşıyan halkın yüz­de 98'si müslümandır. Ancak itikad (inanç) ve amel (uygulama) yönünden incelendiği vakit durum bir fa-
ciadır. Maalesef sapık ideolojiler, hurafeler, İslâm dışı gelenek ve görenekler halkın kalbinde sökülüp atıl-mamacasına taht kurmuştur. Müslüman denilen top­lum inanç ve yaşayışta İslâm'dan uzaklaşmış bir top­lum haline gelmiştir.
Emperyalist kafirler islâm'ı yıkmak, müslüman-ları yutmak için îslâm kültürünü yıkma yolunu seç­tiler ve büyük ölçüde başardılar da. Neler yapmadılar ki... iftira ve yalanlarla da halkımızı İslâm'a ve Kur'-an'a yabancı hale getirdiler. Ortaya atılan vesvese­lerle kalblerdeki inancı tahrip ettiler, beyinlerdeki te­fekkürü yozlaştırdılar, insanları Allah'a isyankar hâ­le getirdiler. Fakat insanımız bu facianın farkında de­ğil maalesef.
Sarfettiğimiz her sözün, yaptığımız her davranı­şın hesabını vereceğimiz ahiret gününe doğru yakla­şıyoruz. Dilimizin ne söylediğini, organlarımızın ne yaptığını bilmek ve onları denetlemek zorundayız. Zi­ra her müslümanın elfaz-ı küfrü öğrenmesi farz-ı ayındır. Bugün fârz-ı ayın ilimlerden habersiz geniş bir kitle, cahilliğin verdiği cüretle bir çok meseleyi düine dolamakta ve kendisini azaba atmaktadır.
îbni Âbidin buyurur ki:
«Yemin ederim ki, bu zamanda en mühim işler­den biri de elfaz-ı küfürdür. Çünkü sen çoğu zaman avam halktan küfre götüren sözler işitirsin; halbu­ki onlar bundan gafildir. İhtiyatlı olan ise cahil (bil­gisiz) kimsenin hergün imanını yenilemesi, tazeleme-sidir.»
îşte bu çalışma insanimizi bu tehlikeden koru­mak gayesiyle hazırlanmıştır. Çalışmak bizden hidâ­yet sadece ve sadece Allah (c.c.)'dandır. [2]

148 — «Gıybet Etmiyorum, Gerçeği Söyliyorum.»


Bugün müslümanların düştüğü hastalıkların ba-şmda gıybet gelir. Bununla ilgili fıkhi bir meseleyi zikrederek konuya girmek istiyoruz:
Adamın biri, başka birinin hakkında konuşsa, din­leyenlerden biri de:
—  Gıybet  etmeyi  bırak,  başka şey  konuş  dese. Gıybet yapan da:
—  Ben gıybet yapmıyorum,  gerçeği söylüyorum dese, bu adamın imânını ve varsa nikahını yenileme­si gerekir. Çünkü hem gıybet ediyor sonra da gıybet yaptığını inkar ediyor.  [3]
Mü'minler dillerini muhafaza etmek zorundadır­lar. Mukarrebun zümresinden Fudayl bin İyâd (r.a.) «Dili Allah'ın rızasına uygun olarak kullanmak vacib-tir; çünkü dil bir emânettir. Dili münkerdeıa muha­faza edip haps etmek hacc'a gitmekten ve sınırlarda nöbet tutmaktan daha zordur» buyurmuştur.  [4]
Ebu Davud, Enes ibni Malik (r.a.)'den nakleder ve der ki: Rasûlüİlah (s.a.v.) buyurdu ki:
—  Miraca çıktığım gece bakırdan tırnakları olan ve yüzlerini göğüslerini tırmalayan bir topluluk gördüm. Bunlar kim Ya Cibril dediğimde «Bunlar gıybet eden ve onlarm haysiyetine tecavüz edenlerdir» kar­şılığını verdi. [5]
Hasılı, kişinin 'birinin arkasından konuşurken «gıybet etmiyorum, gerçeği söylüyorum» demesi imâ­nı bozacak derecede tehlikelidir. Allah'ın gıybettir de­diğini değildir, demek küfürdür. Hakkında konuşula­nın bahsedilen şeyler üzerinde mevcut ise bu gıybet­tir, yoksa iftiradır. Her ikisi de îslâm'm men ettiği davranışlardır. [6]

149 — «Üç Kağıtçının Allah'ı...»


Kainatın Halık'ı evveli ve ahiri olmayan < Allah (c.c.)'dır. Bütün mahlûkatın yaratıcısı O'dur. O'ndan başka yaratıcı yoktur. Allah (c.c.) Halik, biz mah­lûkuz.
Cemiyet içinde bazı kişilerin sahtekârlığını, na-musuzluğunu, şerefsizliğini, edepsizliğini, ahlâksız­lığını, bilumum menfiliklerini ifade ederken, bazıları onlar için «Üç kağıtçının Allah'ı» diyorlar. Bu son de­rece yanlış bir tanıtım şeklidir. Zira Allah (c.c.) var­dır ve birdir. Üç kağıtçının Allah'ı ayrı, altı kağıtçının Allah'ı ayrı, sarhoşun, kumarbazın, fahişenin, peze­vengin hepsinin ayrı birer Allah'] yoktur. Eğer var sayılıyorsa, o var sayılan şey onun Allah'ı değil, pu­tudur. Allah birdir, fakat putlar çoktur.
«Üç kağıtçının. Allah'ı» sözü son derece yanlış ne maksatla söylenirse söylensin kişiyi imandan kopa­ran bir ifadedir. Sahtekârlık ve ahlâksızlıkları Al­lah'ın yüce isimlerinden biri ile tanımlamak insanı cehenneme götüren bir ifadedir. [7]

150 — «Uğurlu - Uğursuz»


Bazılarını görürsünüz boynuna kolye takmış «Bu benim  uğurum»  derler.  Bazıları koluna takar uğur saydığı şeyi,... sayısı benim uğur sayım veya uğursuz sayım, diyenlere de sık sık rastlamışsınızdır. «Gelin uğurlu geldi» veya «uğursuz geldi.» «Onu gördüğümde uğurum gidiyor» veya «geliyor» «Köpek uluyor, uğursuzdur.» «Baykuş ötüyor, uğursuzdur.» «...elleri uğurludur» veya «uğursuzdur.»
Şahıstan şahısa değişen «uğurlu - uğursuz» itika­dı Dilhassa kendilerini «aydın» sayan zümre arasında yaygındır. Şüphesiz bu cahili kültürün eseridir.
«Uğurlu geldi», «uğursuz geldi» ...vs. gibi sözler zan ve vehimdir. Hiçbir yerde ve şeyde uğursuzluk yoktur. Uğursuzluk anlayışı başka inanç sistemlerin­den gelmiştir.. Meselâ Hurufîlik ve halen İran'da ve Filistin'de salikleri bulunan Bahailik, harfleri ve ra­kamları putlaştırmalardır. Rakam ve harf uğursuz­luğu buradan gelmektedir. Mü'minler hayrı ve şer­ri Allah (c.c.)'nün yarattığına imân ederler. Uğursuz­luğa asla itibar etmezler.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bileğine sarı halka geçirmiş  olan birini gördü. Ona:
— Bu- nedir? diye sordu. Adam:
—  Uğurumdur, bana cesaret verir, kuvvetimi ar­tırır, dedi. Peygamberimiz ona:
—  Çıkar at onu. O senin ancak aczini artırır. Şa­yet o üzerinde iken ölürsen, ebediyyen iflah etmezsin, buyurdu.[8]
Bir rivayette Rasûl-i Ekrem Efendimiz :
«Kim uğur getirsin diye bir şey takınırsa şirk koş­muş olur» buyurmuştur.
Hz. Huzeyfe (r.a.)in: Zararlı hayvanlardan korur inancıyla koluna renkli kurdale bağlıyan bir adam görünce hem kurdelayı kopartıyor hem de :
«Onların çoğu şirk koşmadan Allah'a imân etmez­ler» [9] âyetini okuduğu Ebu Hatem tarafından bil­diriliyor.
Cenab-ı Hakk (c.c.) buyuruyor ki:
«...Onların uğursuz zannettikleri ancak Allah'ın katandadır. Fakat çokları bu hakikati bilmezler.»  [10]
«...Dediler ki, uğursuzluğunuz sizin kendinizde-dir. Size öğüt verildiği için mi (uğursuzluğa uğruyor-sunuz) Hayır siz isyanda aşırı giden bir kavimsiniz.» [11]
Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz:
— Uğursuzluğa inanmak şirktir» [12] «uğursuz­luk diye bir şey yoktur»  [13] buyurmuştur.
Halk arasında uğurluluk ya da. uğursuzluk sayı­lan şeylerden bazılarını  sıralayalım. Ancak bu    tür şeylere mü'minlerin asla itibar etmiyeceğini de daha önce söylemiş olalım :
.    Akşam tırnak kesilmez.
•    Ayak kaşımaca yolculuk var demek.
•    Bir kadın aş yererken, neye bakarsa çocuğu ona benzer.
•    Sağ avucu kaşınana para gelir. Sol avucu ka­şınandan para çıkar,
•    Üstünde dikiş dikilenin kısmeti  bağlanır.
•    Gurbete gidenin arkasından ev süprülmez.
•    Bir felâketten söz edilirken duvara veya  bir yere vurulursa o fenalıktan korunur.
•    Doğum yaparken kadının kocasnım ayakkabı­sı suya atılırsa doğum kolay olur.
•    Göz seyrir kulak çınlarsa kötü haber gelir.
•    İki  bayram arası nikah olmaz.
•    Kapının eşiğinde oturan iftiraya uğrar.
•    Yolcunun arkasından su dökülürse uğuru açı­lır.
Ve daha nicelen...
Hasılı, dinimizde uğursuzluk diye bir şey yoktur. Herşey Allah'ın kudreti katındadır, Mü'mioler hayrı ve şerri Allah (c.c.)'nün yarattığına imân ederler, uğursuzluğa asla itibar etmezler. Zira uğursuzluğa inanmak şirktir. [14]

151 — «Mavi Boncuk Tak Da Nazar Değmesin»


«Göz değmesi»  veya  «Nazar değmesi»  diye  bili­nen rahatsızlığı bilmeyenimiz yoktur. Easûl-i Ekrem  (s.a.v.)  Efendimiz : «Göz değmesi gerçektir» buyurmuştur. [15] Hz. Aişe (r. anhe) validemiz de Peygamber Efen­dimizin göz değmesine karşı okumayı emrettiğini ha­ber vermiştir. Elmalılı merhum Hak Dini Kur'an Di­li C/9. Sh.: 6394.-6399 (Felâk Sûresi tefsiri) da; bu te­davinin   nasıl  yapılacağını   hangi   sûre   ve   âyetlerin okunacağını  zikretmiştir.  Buna rağmen halk arasın­da gerçekle ilgisi olmıyan hurafeler yaygın vaziyet­tedir. Bu hurafelerden bazıları şunlardır: Çocuk elbi­selerine mavi 'boncuk takmak. «Nazarlıklar» takmak, iğde  çekirdeği  takmak.  Evlere,   binalarla  girişlerine, arabalara at nah, çeşitli muskalar asmak, arabalara göz resimleri asmak... bunlar caiz değildir. Bu davra­nışları  Peygamber   (s.a.v.)   Efendimiz  men  etmiştir. Nazarlıkların koruyuculuğuna inanmak katiyyen caiz  değildir.  Şifayı veren Allah'tır.
Mavi boncuk, töremizden gelen bir âdettir. Batıl bir inançtır. Dinimizce caiz değil. Müslümana gere­ken caiz olmayanı değil, caiz olanı işlemektir. Allah'­ın emri de budur. [16]

152 — «Önümden Kedî Geçti, İşlerim Bozuk Gidecek


Toplumumu^da batü üıanÇlar bir a& mıştır. Şüphesi/ bu> iman zayıflığının tezahürüdür. Bir kaidedir- as'1 olmayınca onun yerini sahte planı işgal eder Müslıimamar dinlerini S^eği üzere yaşa--madıklarmdan Vatü inanClar yaşantılarında korkunç bir kök salmıştır
Kafirlerin kılŞUn ötinesinden, kedinin miyavlama-smdan, köpeğin ulumasından, eşeğin anırmasından... mânâlar çıkarıp onlan §erre ^met etmesi kâfirliği­nin gereğidir Ytl müslümana ne oluyor. Bazılarımız kâfirler gibi c|üşünüyoruz, maalesef. Ne demek: «Önümden kedi *eçti- işlerim bozuk Sidecek» Bu doğ­rudan doğruya 'Vllah>a itimatsızlığın alâmetidir, işle­ içi   seri düzenleyen * olması veya olmaması için seri düzenleyen y
bepler halkedeu Allah mı yoksa füanca hayvan mı?
Şüphesiz ki, AHilh  (ca)' dQr" ö?le ise  düzeltelim.
Bir sevi sen"0 a*amet e^menin şer'i hükmü nedir? sorusuna Rasûl-1 Ekrem ^^ Efendimizin bir ha-dısiyle cevap vet*61™- R^ûlüllah buyuruyor ki:
«Tıyara şirk|ir[17] Yani> bir şeyi şerre alamet et~ mek, tavşamn r)lu keSİp ^mesinden' baykuşun öt­mesinden bir taKim manalar Çıkararak vehme kapıl­mak ve kötü yo'umlar                  
Falcılara, müneccimlere ve bir takım hürafecilere inanan ve «ben müslümanım» diyen kimselere ihtar ediyoruz ki: Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, hürafepe-restleri, martaval ve yalanlara inanan budalaların îs-lâm dininden çıktığını beyan buyurmuştur.
Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki, meali şudur: «Kuş uçmasından veya bu gibi şeylerden vehme ve bir takım korkulara kapılan, kâhinlik ederek ge­lecekten haber vermeye kalkışan veya haber almak isteyen, sihirbazlık eden veya ettiren bizden (müslü-man cemaatten) değildir.»
Hz. Peygamber (s.a.v.); isimden (adam isminden) veya kuş sesinden teşe'üm eden, mânâsız bir sözden ahkâm çıkarmağa yeltenenlerin, bakla attırmanın, kum döktürmenin putperestlik geleneklerinden oldu­ğunu izah buyurmuşlardır.  [18]
Hadis-i Şeriflerden de anlaşıldığı üzere, kuşların sağa - sola gidişinden mânâlar çıkaran, kum - çakıl ya­pıştırmak veya yığmak, taş atıştırmak suretiyle hü­küm çıkarmak, fala bakmak veya baktırmak, karga ve baykuşların uçuşundan, ötüşünden, köpeğin ulu-yuşundan vehimlere kapılıp kötü yorumlar yapanla­rın dalâlet yolunda olduklarını anlamaları her müs-lümana lâzımdır. Zira böyle halleri icra etmekle din ve iman tehlikeye gidiyor; kâfir oluyorlar.          
Dünya ve şehvetlerinin arzularını dine tercih ede­rek, hurafe ve bid'atlara inanarak dinlerini ellerinden ve gönüllerinden yok etmenin tehlikesini bir şair şöyle dile getiriyor:
Ğam değildir gide dünya kala dîn, Gam odur kim kala dünya gide din. [19]

153 — «Falan Türbeye Koç Adadım.»


Mü'minlerin herşeyleri Allah (c.c.)'m rızası için­dir. Kesilen hayvanlar da bu nıeyandadır. Aksi halde o hayvanların eti yenilmez.
«Falan türbeye koç adadım» diyen kimse bu sözle «adağımı falan türbe civarında keseceğim» demek mi istiyor, yoksa «O türbede yatana adadım» mı demek istiyor. Bunu iyi tayin etmek lâzımdır.
Eğer ikincisi ise, bu Allah'a şirk koşmaktır. Der­hal tevbe edilmelidir.
Birincisi ise, bu da tehlikelidir. Bundan da, cahil­ler yanıltılmış olunur. Onlar bunu ikincide olduğu gi­bi zannederler, yanılırlar. Yanılanlar. zannettikleri gi­bi yapmaya kalkışırlar. Bundan da kötü neticeler do­ğar.
Adaklar, Allah rızası içindir. Nerede olursa olsun yerine getirilebilir. Yeri önemli değildir. Bilhassa «fa­lan türbeye» demek çok tehlikelidir. Bu tür sözlerden sakınmak lâzım. Zira neticesi imânı götürebilir. Bu da kaş yapayım derken göz çıkarmak olur.
Mü'minler her şeyde ve her yerde Allah'ın rıza­sını talep eder, o hedefe yönelerek hayatiyetlerini ko­rurlar. Kazançlı olanlar da bu mü'mini erdir. [20]

154  — «...İşim Olursa... Türbeye On Mum Adadım.»

155  — «...Dileğim Olursa...  Türbeye Bir Horoz Kurban Etmeyi Adadım.»


İslâm'da, adak vardır ve Allah (c.c.)'dan başkası adına adanamaz. Adanırsa adak olmaz. Allah'tan baş­kası için adaklarını nezredenler de şirk koşmuş, müş­rik olmuş olurlar.
Türklerin, müslüman olmadan önce türbelere ça-put bağlamak, mum yakmak gibi âdetleri kendileriy­le birlikte İslâm'a geçmiş ve hâlâ izlerine rastlanan hurafe ve bid'atlerdendir: Kişileri tevhid akidesinden uzaklaştıran putperest adetlerinden medet umanlar, putlardan fayda bekliyenler gibi sadece kendilerini aldatırlar. .
Hasılı, yukarıda başlık olarak verdiğimiz cüm­leler, tevhid akidesini bozar. İmânları bozulanların İs­lâm ile bağı yoktur. Ölülere adaklar adıyarak murad-larma nail olacağını, hastalığından kurtulacağını, bahtının açılacağını sananlar ve yeri gelince de müs-lümanliğı kimseye vermiyenler ne kadar tezat içine düşmüşlerdir. Böylelerinin hidayeti için Allah'tan yar­dım talep ederek müslümanlar olarak çok çalışalım. [21]

156 — «Salı Günü Yola Çıkılmaz.»


Özellikle hanımlar arasında çok yaygın söz ve inançlardan biri de başlıkta zikrettiğimiz «Salı günü yola çıkılmaz» sözüdür. Bu sözün dini ve makul bir gerekçesi yoktur.
«Salı günü yola çıkılmaz» sözü, sah gününü uğur­suz sayan Hıristiyan âleminden bizim toplumumuza girmiştir. Onlar, İstanbul müslümanlar tarafından sa­lı günü fethedildiği için kendileri açısından sah gü­nünü uğursuz saymışlardır. Hıristiyanların bu ka-naatları işin farkında olmıyan müslümanların ara­şma girmiş ve yerleşmiştir. Müslümanlardan bir kıs­mı da onlar gibi inanır olmuşlardır.
Hasılı, «Sah günü yola çıkılmaz» ve benzeri söz­ler îslâmî hiç bir gerekçesi olmıyan yanlış ifâdelerdir. Bu batıl ve bid'at yanlışlıklara itibar etmek hiç bir mü'mine yakışmaz. Allah indinde günlerin uğurlusu -uğursuzu yoktur. Her gün muhteremdir. Mü'minler de böyle olduğuna imân ederler... [22]

157 — «Cenazelere Ve Diğer Vesilelerle Çelenk Göndermek.»


Her güzel ve doğrunun düşmanı olan hurafe ve bâtıl inançlardan biri de çelenk ve çalı götürmek veya göndermek adetidir.
Çelenk adeti, bize yabancı, zararlı ve başka üm­metlere benzeme girişimleri olarak sokulmuş, uzun zamandan beri sosyal ve dini bünyemizi kemirip dur­maktadır.
Cenazeleri, çelenklerle teşyi etmek hıristiyan adet-lerindendir. Dikkat ediniz: Çelenk, hıristiyanlarm haç taşıma aracıdır. Haç'ı çıplak taşımamak için onu süs­lemekte ve öylece mezara kadar götürmektedirler.
Müslüman, ölen kardeşine, fatiha okur. Birçok nıüslümanlarca bu yapılmıyor, ölen müslümana hıris­tiyanlarm haçı takdim ediliyor, maalesef.
Ölüm ve ölüm ötesiyle ilgili hurafeler ve batıl inançlar aldı başını gidiyor. Ölüm ve sonrası için he ses, ne gürültü, ne bando, ne slogan, ne tekbir ve teh-lil... Sadece acele ve telâşsız, mükedder fakat vakur, hayat kadar ölüme de razı bir havada ve fatihalarla ve sürekli ölümü düşünerek yapılacak mütevazı bir merasim, ölene karşı son görevin yerine getirilmesi için kâfidir. Ötesi bir yığın hurafe, boşuna yorgunluk ve masraftır. Hatta cenazeyi rahatsız etmektir. Mese­lenin özü de budur... [23]

158 — Tiksirene «Çok Yaşa» Demek.


Müslümanda İslâm kültürü, kâfirde küfür kültü­rü görmek en tabii olaydır. Ancak, müslümanların ekseriyetinde İslâm kültüründen iz bile görmek müm­kün olmuyor. Aksine çoğunun küfür söz ve alâmetle­ri iftihar vesilesi yaptığına şahit oluyoruz. Bunun mi­salleri çoktur.
Her sistemin biribirinden ayrı prensipleri vardır. Bu prensiplerle sistem varlığını sürdürür. Kültürün­den kopan millet zillete mahkumdur.
Şunu demek istiyoruz: İnancımıza göre tiksiren birinin ve onun bu halini duyan ve görenlerin söyli-yeceği sözler bellidir. Allah'ın Rasûlünüa sünnetinde böyle pir hâl, şöyle yer almıştır:
«— Sizden biriniz aksırdiğı vakit «Elhamdülillah» desin... Arkadaşları da -YerhamukaHah» diye muka­bele etsinler. Aksıran da Yehdikumulîahü ve yüslihu bâlcküm (Allah sizi hidâyette kılsın ve kalbinizi islâh etsin diye cevap versin... (Buharı)
Aksırdıgı halde hamd etmeyene ve gayr-i müs-Hmlere hiçbir karşılık verilmez. (Müslim - Ebu Davud -Tirmizi)
Vücud içinde, pislikten olan bir hastalık vardır. Bu pislik ve hantallık aksırmakla dışarı atılır. İçer­deki buharlı gazın çıkmasıyla vücut canlılık kaza­nır. Aksırık olmasa, içerdeki boğucu ve buharlı gaz dışarı çıkamaz. İçerde çeşitli güçlüklere sebep olur. Ak­sırık cidden şayan-ı şükran bir olaydır.
Hasılı, aksırık gi'bi çok önemli bir olay neticesin­de dalga geçerek «çok yaşa» demek yerine Allah'ın Rasûlü'nün sünnetinde ifadesini bulan hamd ve dua cümlelerini söylemek müslünıanlığımızm gereklerin­den dinimizin de emirlerinden dir. Bu hâl üzere yaşıya-lım... [24]

159 -.Modası Geçti.»


Moda günümüz insanının çok önemli bir bölümü­nün ilâhı durumundadır. İnsanımız bütün mesaisini moda için harcıyor. «Kadın - erkek eşit»liği şarkıları, hep modanın rızası olsun için söylenir. Modacılar, in­sanımızı mode değneğine takmış karagözler gibi oy­natıyor. Modaya imân edenler, modacılar aç dedikçe açılıyorlar. Onlar, namus tanımayın dedikleri için de, moda ilâhı cemaatının ayini namussuzluğun icrası şeklinde tezahür ediyor.
Cemiyetimizde, moda olduğu için açılıp saçılan, içki içip, kumar oynayan, karısını-kızını satan, zina edip kendini dağıtanların sayısı az mıdır? Bunlar hep moda belasıdır işte.
Nedir moda? Moda, sık sık değişen değiştikçe İs­lâm'dan insanları uzaklaştıran bir hayat tarzıdır. Ye­ni moda mevcut modadan nüans farklı ayrılıkla baş­lar, taklid ile yayılır, kısa zaman sonra da yenisi ile ortadan kalkar. Moda, köksüz olan mevsimlik bitki gibidir. Çabucak yeşerir, fakat kısa zaman sonra yok olur. Onun için eskiler: «En iyi taklid en kötü orjinal-den bin beterdir» demişlerdir. Moda, temize kir bulaş­tırmaktır. Namusu, başkalarının arzulan olduğu için namussuzlukla değişmektir. Şerefsizlerin, iğrenç elle­rine kendini terk etmektir. Bir şairimizin dediği gibi:
«En temize kirliyi katmaya çalıştılar,
Milleti vatan ile satmaya çalıştılar.
Her köşeden uzanan satılmış soysuz eller,
Bizi bizden koparıp atmaya çalıştılar.»  [25]
Bu milleti bozmak için neler yapılmadı ki... Ön­ce Kur'an-i yasakladılar. Okumayı bırakınız evinde bulunduranları bile jandarma dipçikleriyle sindirmeye çalıştılar. Müslümanlar, O'ndan kopmamak için Kur'-an'ı hayvan pisliklerinin arasına gömdüler. Ahırlar­da okudular, okuttular. Muktezasmca yaşama mücâ­delesi verdiler. Örtülerini teslim etmediler, örtünmeyi bayraMaştırdılar. Boyunları pahasına dinden taviz vermediler. İslâm düşmanları milletimizi zorla, bas­kıyla sindiremiyeceklerini, dindarlıklarını bozamıya-caklarım anlayınca bu defa takdik değiştirdiler. De­diler ki, «Biz müslümanları bütün baskılara rağmen bozamıyacağız. Bu iş baskı ile olmıyacağma göre bun­dan sonra başta ezanın arapça okunmasına müsade edelim. Sonra da Allah'ın Kur'an'da yasak ettiği bü­tün haramları serbest bırakalım. Onların yaygınlaş­ması için öncülük edelim. Onları, moda haline geti­relim. Zina yaygmlaşsın. Önce genelev adı altında yerler açıp milleti zinaya alıştıralım. Bunu sokaklara taşıralım. Genelevler, pavyonlar, barlar devamlı artı­rılsın. Kadın evinden koparılsın. Bunları yapanlar ba-sm-yaym organları kurulup alkışlansın. Onlar rağ­bet görsün. İçki-kumar devlet desteğiyle yaygmlaştı-rılsın.
Şeref, namus, ar, haya tanımıyacak bir nesil ye­tiştirilsin. Kadın - erkek eşitliği ortaya atılsın. Hırsız­lık - arsızlık yapanlar makam ve mevki ile taltif edil­sin. En çabuk bozulanlar en yüksek makamlara geti­rilsin...»
İşte böyle dediler ve dediklerini de yaptılar. Kur'­an'da yasak edilen ne kadar yasak varsa onları moda haline getirdiler. Zanileri alkışladılar. Çocuklarını ma­kam mevki sahibi ettiler. Çıplaklık moda oldu. Ziiia moda oldu. Hırsızlık, şerefsizlik moda oldu. Yalan, aldatmak ve edebsizlik moda oldu.
Böylece zulüm ve baskılarla bozulmayan millet «Camileri açtık, gitme diyen mi var» teraneleriyle ha­ramları yaymak onları moda haline getirmek suretiy­le bozdular. Yetiştirdikleri nesil,  canavarlığının gere­ğini yerine getirip analarını yemeğe başlayınca kuy­ruğu sıkışmış tilki misali ciyak ciyak etmeğe başladı­lar. Anarşist dedikleri yavrularına mûslümanlık nu­tukları içeren yazılar yazarak uçaklardan yalvarırca­sına, attılar.
Dini yıkmak için daha neler yapmadılar neler... Milletimizi yıllardır Avrupalı gibi olma özentisi içme sokup pısırıkîaştırdılar. Onlardan gelen moda oldu. Sonra da hep, yarınlarımızın onlar gibi olmasını iste­dik:
Onların sporuna özendik.
Onların modasına özendik.
Onlarm aile yapısına özendik.
Onların serbestliğine özendik.
Onların kapitalizmine özendik... Yine de onlar bi­zi beğenmediler. Daha daha dediler. Bu defa onların karşısında sönıürülerek, boyun bükerek ve el açarak kalakaldık. Şeyhül-îslâm Mustafa Sabri Efendi'nin de­diği gibi;
«Müslümanların inkirazını şiddetlendiren ve onla­rın yakalandıkları hastalıkların en sonuncusu Batı'yı taklid hastalığı!.. Şiddet ve hasarda frengi hastalığı bile buna denk olamaz. îşin garib tarafı bu hastalık, tedavi etmek istiyenlere bile farkına varmadan bulaş­tı.[26]
Elhamdülillah moda hastalığım alt edecek nesil oluştu. Küffarıa telâşı işte bundandır. Şimdi bütün bunlara rağmen bizim görevimiz şudur:
Batı ve bâtıla karşı onlar moda dahi olsa şuurlu bir direniş içinde olmalıyız. Öyle olmalı ki, direnişimiz hergün daha bilinçli olmalı, bu direniş daha inatla sür­dürülmelidir.
Bugün TV seyretmiyeceğiz.
Coco-cola, pepsi-cola, viski şampanya yerine tney-va suyu içeceğiz.
Amerikan pantolonu, İtalyan gömleği giymiyece-ğiz.
Lükse sefaya dalmıyacağız.
Haaımlarımızı modanın piyonu, bu çirkinliğin ko bayı yapmıyacağız.
Siyonizmin, kapitalizmin, sosyalizmin... güdü­mündeki gazete, dergi ve diğer yayın organlarını oku­mayacağız..
İçki satılan dükkanlardan alış-veriş etmiyecek, iç­kili lokantadan yemek yemiyeceğiz.
Meyhanelere,  stadyumlara,  tiyatrolara, gazinolâ- \ ra, operalara... değil, mabetlere, kütüphanelere, ilim-irfan yuvalarına önem vereceğiz.
Zinayı, içkiyi, kumarı, faizi meşrulaştıran hatta millileştirei} (!) kuruluşlara karşı direnişe geçecek on­larla ilgimizi keseceğiz.
İslâm'ın ölçülerine ve değerlerine karşı olan, uy­mayan her şeye hergün biraz daha karşı koymaya devam edeceğiz...
Hasılı, moda rezaletinden İslâm nezahetine rücû edeceğiz. Edelim ki, küffara yem olmıyalım. [27]

160__ «Medeni Kıyafet.»


Cumhuriyetin ilânından, bu yana olmak üzere son yıllarda şiddetlenerek gündemlerde tutulan «Me­deni kıyafet» lâfı ayyuka çıkarıldı. Okul kitapların­dan kitle iletişim araçlarına (televizyon, radyo, basın) varıncaya kadar yıllardır hep bunun üzerinde durul­du ve hâlâ duruluyor; her halde bundan sonra da du-rulmaya ^levanı edeceğe benziyor.
İshale tutulmuş gibi «Medeni kıyafet» hastalığına yakalananlar bu milleti nelerinden etmediler ki? İlk­okul beşinci sınıfta okuyan oğlum Mustafa geçenler­de dersine çalışırken sinirli sinirli yanıma geldi. Elin­deki kitabı açarak önüme koydu.
—  Bak baba şu resimlere, dedi. Baktım.
—  Ne var bunlarda oğlum deyince,  çocuk içini döktü.
—  Bak bu açıJk-saçık kadın medeni kıyafetli imiş. Bu kapah giyinen kadının giyimi de çağdışı imiş. Öğ­retmen de bugün kapalı giyinen kadınlara demedik bırakmadı. Sesimi çıkarmadım. Diyecektim ki: — Öğ­retmenim sizin kıpkırmızı boyalı dudaklarınız mede­ni mi çağdışı mı? Sesimi çıkarmadım...
Bu arada ben hep dinledim. O bitirince aramızda şu .konuşma geçti:                        
—  Oğlum!   Sen  inandın  mı  öğretmeninin  söyle­diklerine?
—  Doğru değil ki, nesine inanayım baba? -— Öyle ise «it ürür kervan yürür» dedim.
—  O ne demek baba? dedi.
—  Yani onlar ne söylerlerse söylesinler Allah di­nini yüceltecektir, deyince de :
—  Ama arkadaşlarım bunlara söylendiği gibi ina­nıyorlar!  deyip düşünceye daldı.
İşte böyle 10 milyon civarındaki ilkokul çocukla­rı bu devletin temelini oluşturan örtüye düşman ha­line getiriliyor. Kim adına yapılıyor bu? Tek dişi kal­mış canavar olan batı ve «medeniyeti» adına.
- Televizyonun ve gazetelerin marifeti, bu çöküntü­yü daha da artırarak kambur üzerine kambur yük­lüyor. Buna rağmen bu milletin ayakta durması, Al­lah'ın bu millete bir lütfü olsa gerek.
İnsanımızın en büyük talihsizliği batıya olan Özen-tisidir. Bu bize öz kültürjimüzü inkara zorlamıştır. Bi­zi herşeyimizden koparmıştır.
Emperyalist batı kültürüyle yukarıdaki misalde de gösterdiğimiz gibi daha ilk tahsilinde insanımız di-, ninden örf ve an'anelerinden kopuyor anasının örtü­süne düşman haline getiriliyor.
Kıyafet bir semboldür. Batı kafa yapısı içinde olan toplumlarda kıyafet Allah'ın rızasını yansıtmaz, zen­ginlik ve parayı simgeler. İslâmî toplumlarda ise kı­yafet, o insanın İslâmî değer ve inanışlara ne derece bağlı olduğunu simgeler.
İslâm'da insan bedenini sergilemek için giyinmez; bedenini giyindirmek için giyinir. Elbise insanın vaka­rını koruyan bir kaledir. Giyinmekten gaye nefsani ar­zuları uyandırmak ve kamçılamak değildir, Aksine bu arzulan gemlemek ve azaltmak içindir. Onun İçin el­bise insanın ilk evidir. Bu evin Allah'ın Kur'an'ında tarifini  verdiği  ölçüler içinde olması insan fıtratıma gereğidir.
Giyim bir bayraktır. Nasıl ki milletler varlıkları­nı bayraklarıyla ifade ederlerse, insanlar da kendi varlığını, kişiliğini, imâni yaşayışlarını elbiseleriyle, örtüleriyle ortaya koyarlar.
Türk milleti tarihînin başlangıcından bu yana ör­tüyü namus bilen bir millettir. Örtü anlayışı da Kur­an'm tarifiai verdiği ölçüdür. Bu ölçüye ters düşenler Kur'an'a ve bu milletin özüne ters düşmüşlerdir.
Memleketimizde zaman zaman kargaları bile gül­dürecek olaylara şahit olmaktayız, Misalleri çoktur; biz birini zikredelim: Türkiye'ye batıdan zaman za­man gelen resmi-gayri resmi yabancı kadınların istis­nasız tamamı «Türkiye'yi görünceye kadar Türk ka­dınlarını peçeli zannettiklerini» söylüyorlarmış. Sanı-nz Batılı kadın misafirler böylece küstah bir ifadede bulunurken topraklarında misafireten bulundukları insanların din, örf ve an'aneîerine bu denli küçümse­yici nazarlar atfederlerken kendi hür iradelerine gö­re hareket etmiyorlar. «— Türk kadınını nasıl buldu­nuz?» şeklinde kendilerine bir sual çanağı tevcih edi­lince, onlar da gayr-i ihtiyari kendilerine uzatılan ok­kaya tükürüveriyorlar...» [28] Aşağılık duygusu deni­len şey budur işte...
Bu milletin öz çocuklarının «medeni kıyafet» de­ğil diye başörtülü oldukları için okuma hakkını elle­rinden alaa kafalar memleketimizde söz sahibi olmuş­lardır. Mahşerdeki hesaplaşmaya inanmayan bu zalimler kimin hesabına çalışıyorlar? Bunu akh başında olan herkes biliyor ve bu zalimleri tanıyor.
Hasılı, Kur'an'ın ölçüsünü, tarifini verdiği örtüyü itibar edilir görmeyip batının giyim tarzını ideal bu­lan ve bunu «medeni kıyafet» diye tanımlayanlar Al­lah'ı yalanladıklarından dolayı kâfirdirler. Bize gelin­ce... Biz bu devletin temelini oluşturan, Kurtuluş Sa­vaşını kazandıran tesettürün devamını istiyoruz. Bu­nun için kanımızın son damlasına kadar Kur'an'ın biçtiği örtüyü savunacağız... O örtünün içinde iftihar­la yaşayacağız.. [29].

161 — «Seri - Medeni.»


Son zamanlarda bazı müesseseler tartışılırken bunlar özellikle iki kısma ayrılmaktadır. Bu iki par­çadan bir tanesi hakir, işe yaramaz, insanlar için ayak bağı yani kaka öbürü de cici olarak tanıtılmaktadır. Şerl-medeni diye yapılan bu ayırımdan Şer'iden kasıt İslâm ve müesseseleri, medeni'den kasıt batı kapita­lizmi ve bu görüş doğrultusunda oluşturulan müesse­seler anlatılmaktadır, anlaşılmaktadır.
Bir müslüman için böyle bir ayırım katiyyen müm­kün değildir. Meselâ, «mahkemeleri şer'i ve medeni diye ikiye ayırmak kat'iyyen İslâm ile bağdaşmaz. Din ile devlet işleri birlikte yürütüldüğü müddetçe ayrıl­ması şöyle dursun, böyle bir şeyi düşünmek bile ür­perti vericidir. Mahkemeler sadece İslâm ilö hükme­den tek bir kuruluştur. Sadece bu değil, İslâm hiçbir müessesenin kendinden koparılmasına razı olamaz.» [30]
Halkın ve devlet erkânının ağzından sık sık du-_._ yarız: «Şer'i nikah-medeni nikah», «Dini kıyafet me­deni kıyafet»... vs. gibi ayırımlar. «Dini ve Şer'i»den kasıt Allah'ın son din olarak vahyettiği İslâm Dini'dir. «Medenimden kasıt batı kapitalist, materyalist sistemler adı altında «insanların ortaya koyduğu hükümler­dir. Bu sözü söyliyenler Allah'ın dininde beyan et­tiği hükümleri bu zamanda yaşamaya, tatbik etme­ğe değer bulmama kastıyla söylerler. Onlara göre, «Şeriatın hükümleri bu zamanda tatbik edilemez. Şe­riat insanların ihtiyaçlarını karşılayacak güçte de­ğildir. Onlar eski zaman kanunlarıdır. Medeni'den ka­sıt ise insanîdir, yaşanacak ve yaşatılacak olan hayat düzenidir...» vs. İşte bunlar kâfirlerdir, zalimlerdir, fasıklardır, sapıklardır. Bunların yeri ebedi cehennem­dir. [31]
Müslümanların yönetimlere talip olmaması veya uzun zamandır bu tavırda olmaları sebebiyle dünya­nın idaresi bu zalimlerin tekelindedir.
Bize göre, biz müesseseleri şer'i-medeni diye ayı­ramayız. Böyle bir şeyi düşünmek bize ürperti verici­dir. Zira İslâm hiç bir müessesenin kendisinden ko­parılmasına razı olmaz. 15 asır önce vahyedilen din dünyanın sonuna kadar başka bir ifade ile kıyamet sabahına kadar tazeliğinden, güzelliğinden, letafetin­den bir şey kaybetmiyecektir. İnsanlık ancak o niza­ma bağlanmakta medeni, ondan kopmak veya dışlan­makla vahşileşir. Buna rağmen bazıları, İslâm'dan ay­rı hayâta medeniyet diyorlar; bu medeniyet tek dişi kalmış canavar değil midir?
Hasılı, insan İslâm'dan ayrı düşünülemez. «Şer'i Medeni» ayırımı İslâm'a göre kat'iyyen caiz değildir. Bunun için de insan tabiatına aykırıdır... Şer'i olan medeni, şer'i olmayan vahşidir.
Cenab~ı HaUk Kur'an-ı Hakim'de meâlen buyuruyor ki .-
 «...Müminlerin, Allah'tan başka ne dost­ları, ne de aracıları yoktur...»
(En'am Sûresi, Âyet; 51)
 «Allah sizin düşmanlarınızı daha iyi bi­lir. Dost olarak Allah yeter. Yardımcı olarak da Allah yeter.»               (Nisa Sûresi, Âyet: 45) [32]

162 — «Türk'ün  Türk'ten  Gayri  Dostu Yoktur.»


«Türk'ün Türk'ten gayri dostu yoktur» sözünü inancımız süzgecinden geçireceğiz. Kur'an ve sünnet ölçüleriyle  değerlendireceğiz.
«Türk'ün Türk'ten gayri dostu yoktur» sözü inan­cımıza ters bir ifadedir. Zira bu sözde Allah (c.c.)'yü dost kabul etmeme vardır. Müslümanın en büyük dos­tu Allah ve Rasûlüdür. Allah ve Rasûlüne dost olamı-yanlar dünyanın en bedbahtlarıdır. Böylelerinin dün­ya ve ahireti yıkılmıştır.
Dinimizde müslüman müslümanın dostu yardım­cısı, destekçisi... olarak tanıtılmıştır. «Türk'ün Türk'­ten gayri dostu yoktur» sözü müslümam müslüman-; dan koparmak için uydurulmuştur. Aynı zamanda bu sözde ırkçılık illeti vardır. Irkçılık dinimizde kesinlik­le yasaklanmıştır. Yüce Peygamberimiz Veda Hacc'-mdaki hutbelerinde: Soy sop üstünlüğünü ve kavmi­yetçiliği ayaklar altına aldığını, buyurmuştur.  
Emperyalizmin baş temsilci yahudiler, halkı müs­lüman ülkelerde kavmiyetçilik mikrobunu yayarak bu olanla o ülkeyi ve insanlarını bölmeye çalışmakta­dırlar.
Kavmiyetçilik belâsı temelde tevhid inancım par­çalayıp dağıtmaktır. Kudüs'ün Yahudinin eline geç­mesi kavmiyetçilik belasından sonra olmuştur. Irkçı­lık, toplumları İslâm'dan ayırıp sömürü sistemlere kul-köle yapmak için ortaya atılmış bir şeytan oyunu­dur.
Kavmiyetçilik,  soy-sop  üstünlüğünü     savunmak,
kendi ırkından olrnıyanları hakir görmek demektir. Allah tc.c.) insanları kavim kavim yaratmıştır. Sırf biribirleriyle tanışıp, anlaşıp uyuşsunlar diye... [33] Bir insan kurt olmakla suçlanamaz; ancak, kürtçü olursa bu davranışı affedilmez bir suçtur. Türk ola­bilir, ama Türk'çü olamaz. Çünkü İslâm kavmiyetçi­liği red eder. Zira, ırkçılık İslâm'ın birlik çağrısına kar­şıdır.
«Allah'ın ipine topluca birlikte sarılın...» «Allah sizden cahüiyet kibrini, soy ile övünmeyi kaldırmıştır.»   emirleri  ırkçılığı yıkmıştır.   «Allah  in­dinde biribirinizin üstünlüğü ancak takva iledir,» em­ri  insanlar arasındaki imtiyazı  kaldırmıştır.
İslâm'a göre yeryüzünde  Hz,  Âdem'den zamanı­mıza kadar iki millet olagelmiştir.
1 - Tevhid akidesine bağlı -İslâm milleti.
2 - Tevhid akidesini kabul etmeyen küfür mil­leti. [34]
Komünist ve  materyalist sistemlerin ortaya attığı çeşitli şekil ve şiddetteki zulümler, ileri sürdükleri fikir rengi, deri rengi ve inanç rengi ırkcılıklarıyla tahakkümlerini daha da şiddetlendirmektedirler. Za­limler bir ülkede okuduğun kitabı, yazdığın yazıyı, ko­nuştuğun dili, giydiğin kıyafeti, yaptığın ibâdeti,,, ba­hane eder ve zulmeder. Bütün bunlar hep ırkçılık be-lâsmdandır.
E'bu Malik el-Eş'ari (r.a.)'den rivayet ediliyor. Pey­gamber  (s.a.v.)  Efendimiz buyurdu ki:
Cehalet devrine ait olan şu dört hususu ümmeti­min bırakması gerekir:
1- Soy ve asalet ile övünmek (ırkçılık),
2 - Başkalarının soyunu küçümsemek,
3 - Yağışları yıldızlardan bilmek,
4 - Cenaze arkasından ağıt tutmak.» [35]  Hasılı, «Türk'ün Türk'ten gayri dostu yoktur» sözü : a — Allah ve Rasûlünü dost kabul etmemek,
b - MüslÖmanlann arasına ırkçılık hastalığı sok­mak... vs. gibi sebeplerden dolayı yanlış bir ifadedir. Yahudinin maksatlı bir plânıdır. Müslümanları par­çalamak gayesiyle ortaya atılmış bir nifak tohumu­dur. Bu açıdan böyle sözleri reddediyoruz... Ve diyo­ruz ki:
Müslümanın dostu ancak Allah (c.c.) ve müslü-mandır. [36] Müslüman müslümanın elinden tutacak­tır. Onu, maddi ve mânevi varlığıyla her zaman ve her hal-u kârda destekleyecektir. Sözün özü: Müslü­manın, Allah ve müslümanlardan başka dostu yok­tur. [37]

163 — «Sen Benim  Düşmanımsın.»


Bir müslümana «düşmammsın» demek çok ağır bir ithamdır. Müslümana düşman, ancak kâfirler olun Böyle bir niyetle söylendiği zaman, eğer muhatap olan kâfir durumunda değilse, söyliyen kâfir olur, yani kü­für işlemiş kadar günahkâr olur. Böylelerinin kurtu­luşu ancak tevbe etmeleriyle mümkündür.
Hz. Kays'tan rivayet edildiğine göre Abdullah ibni Mes'ud  (r.a.)  şöyle buyurdu:
Bir adanı arkadaşına, sen benim düşmanımsm, dediği zaman, bunlardan biri İslâm'dan çıkmıştır, ya-hud arkadaşından ayrılmıştır.
Kays demiştir ki:
—  Bundan sonra Ebu Cuheyfe, Abdullah'ın şöyle dediğini bana haber verdi:
—  Bu  dargınlardan  tevbe  eden  müstesnadır,  o kurtulmuştur.  [38]
Kur'an-ı Kerim'de bu konuya defalarca dikkat çekilmiştir: «Sizin en açık düşmanınız şeytandır» [39] ve onun yolundan gidenlerdir.
Herkes dostunu-düşmanm.ı tesbit ederken dinin ölçüsünü kulak ardı etmemelidir. [40]

164 — «İfrid Oldum.»                            


İnsanların ağızlarından çokça çıkan sözlerden bi­ri de sevmedikleri kişilerin konuşmaları hareketleri veya bir başkasının hoşlanılmayan söz ve davranış­larını duyup gördükten sonra «ifrid oldum» sözüdür. Yani «O konuştukça ben ifrid oldum» veya «öyle yap­tıkça ben ifrîd oldum» sözünü çok sık duyarız. Bu sö­zün mahiyeti nedir? Bunu bilmeye ihtiyaç vardır.
Biz kısaca izaha çalışalım :
Cinlerin dereceleri vardır. Bunların kâfirlerine şeytan, mü'mmlerine cin denir. Yani cinlerin habis olanlarına şeytan denir. Şeytanın kötülüğü bir derece artarsa bu şeytan marid, daha artarsa ifrid adı veri-Ür. [41] Kısacası ifrid şeytanın isimlerinden biridir.
Bir insan her ne vesilesi ile olursa olsun «ifrid ol­dum», «ifrid oluyorum» derse şeytan oldum veya şey­tan oluyorum, demiş olmaktadır. Bilindiği gibi şeytan mahlukatm eti şeriri cehennemin demirbaşıdır. Allah ona lanet etmiş huzurundan kovmuştur. Bir insanın kendisini buna benzetmesi ben şeytan oldum demesi kadar ahmaklık düşünülemez. Bunlar ya mahiyetle­rini bilmiyeoler ya da kâfirlerdir.
Hasılı, ifrid şeytanın sıfatlarından biridir, Aklı ba­şında hiçbir mü'minin kendini bu sıfata sokması dü­şünülemez. [42]

165 — Adama;


«— Tevbe et, böyle   yapma», dendiğinde.  D: «— Benim ne günahım var ki...» derse
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.î Efendimizin «Ben günde 70 defa tevbe ediyorum» dediği sabittir. Bazı hadislerde bu rakam daha da fazladır. Peygamberler günah iş­lemekten masumdurlar. Böyle olduğu halde tevbe ederlerse ya bizler günde ne kadar tevbe etmeliyiz?
Günah galerisi haline gelen bir cemiyette yaşıyo­ruz. İstesek de istemesek de bu galerinin içinde biz de varız. Öyle ise çok tevbe etmeye ihtiyacımız var. Bu ihtiyacı hissetmemek ahmaklığın ta kendisidir.
«Benim ne günahım var ki tevbe edeyim», diyen­lerin, bu sözü, onların günahı küçümsediklerinin, unut­tuklarının ve Allah'ı unuttuklarının ifadesidir. Âyet­lerde beyan edildiği üzere bunlar da ahirette lâyık ol­dukları akıbete maruz kalacaklardır.
Hiçbirimiz günahları küçümsemeden bilerek ve­ya bilmiyerek yaptıklarımızdan, dolayı tevbe etmeyi ihmal etmiyelim. Tevbe Allah'ın lütuf kapılarından biridir. Bu kapıdan faydalanmasını bilelim. Zira dün­ya ve ahiret saadetimiz Allah'ın rahmetinden fayda­lanmamıza bağlıdır. [43]

166__ «Müzik Ruhun Gıdasıdır.»


Müziğin birkaç amacı vardır :
1 - Eğlendirici,
2 - Düşündürücü,
3 - Dinlendirici,
4-  Eğitici...
Musikide bu gayeleri çok iyi tesbit etmek lâzım­dır. Aksi halde günahtan kurtulmak mümkün al­maz! Zamanımızda çalınan çalgılar, söylenilen şarkı ve türküler:
a-  Cinsi tahrikleri meydana getirdiğinden,
b - İçki - kumar gibi dinen haram olan diğer şey­lere de teşvik ettiğinden,
c-  Kadınlı erkekli meclislerin meydana getiril­mesine sebep olduğundan,
d - Na-mahrem kimselerin sesinin dinlenilmesi­ne, vesile olduğundan haramdır.
Zamanımızda en yaygın sözlerden biri de «Müzik ruhun gıdasıdır» ifadesidir. Eğer musikide dinsizlik, ahlâksızlık, hayâsızlık kokusu varsa o musikiden alı­nan gıda insanı şeytana arkadaş yapar. Ruhunu gıda-îandırmak isteyen her türlü aranılan gıdayı bünye­sinde toplayan İslâm'a sarılsın. Onun prensipleri in­san için hayati gıdadır. O gıdadan mahrum vücutlar bir canavardır.
Okullarda musiki dersi vardır. Bu dersler «Müzik ruhun gıdasızdır doğrultusunda verilir. Körpe yavrular da sözle uyuşturulup küfür denilen zehir zerk edi­lerek canavarlaştırılır. Yıllar yılı böyle olagelmiştir. İş­te şimdi yıllardır gıda olarak verilen müzik gençleri ele-avuca sığmaz, din-imân tanımaz hale getirmiştir. Bir ellerinde bomba bir ellerinde silah soygunlar, darblar, öldürmeler meme verenlerin canına kasteder oldular. Demek ki, gençliğe verdikleri ruhun gıdası değil, insani yaşayışa engel zehir imiş. Ama ne ze­hir imiş...
Ama ne yazık ki, yine ders alamıyorlar. Basiretleri bağlanmış, idrakleri, izanları körelmiş. Vicdanları ka­zınmış sanki. Çatlak sesleri ahenk veren müzik zanne­denler devlet imkânlarını yine bu yolda kullanıyorlar. Örevizyon yaygarası fakir-fukaranın vergileriyle ayakta tutuluyor. TRT aynı havadan çalıyor. Sanki Avrupa yayın kuruluşu 'gibi, Nadanlar bilmiyorlar ki; Kâinattaki ahenk, ku­lakları dolduran, ruhu gıdâlandıran gerçek müziktir. Kulakları 'bu sese ayarlı olmıyanlar çatlak sesleri ahenk veren müzik zannediyorlar.
Amerika'nın zorla başaramadığı el atamadığı ül­keleri içten çökertme işini Amerikan caz ve pop mü­ziği ile başarmıştır. Nota bilmez, müziğin M'sinden habersiz, eşekler gibi tepinen, vücudunu teşhir eden, kasıklarım açıp kapayan, çift cinselliği savunanlar ve beynelminel fahişelik sıfatı taşıyanlar... Sanatkâr olarak bu millete empoze edilmiştir, edilmektedir.'TRT bunun seferberi halinde varlığını sürdürmektedir.
Bugün TRT'den yayınlanan, bant haline getirilip müzik diye çalınıp söylenilenleri Müslüman kadın ve erkeklerin dinlemesi kesinlikle haramdır. Çünkü in­sanımızı dinen haram olan şeylere teşvik ediyor. On­ları devamlı dinleyen kadın kocasına karılık, çocuğu­na analık yapamaz. Erkek karısına kocalık çocuklarina babalık yapamaz. Erkek-kız çocuklar itaatkârsız olur, âsileşir, şehvetperestleşip şehvet manyağı haline gelir. Akla-hayale gelmez ahlâksızlıklar cemiyeti çe­kilmez hâle getirir.
Bu cemiyette evin reisi durumunda olanlar çok tedbirli olmaya mecburdurlar. Onlar kendilerini kap-tırırsa aile dejenere olur. Şeyhülislâm Mustafa Sab-ri Efendinin  dediği gifr:
«Evin büyüğü def çalmaya heves ederse, ev hal­kının huyu da raksetmek olur.»
Zamanımızda empoze edilen müzik denilen şey uyuşturucudur, hisleri Tahrik edicidir, aşkı suistima-le müsaittir. Onun için meşgul olmak caiz değildir...
İmamı Gazali Hazreıleri beş yerde şarkı-türkü ha­ramdır diyor:
1 - Mahrem  olmıyaa  sesi  dinlemekle  cinsi  te-heyyüç meydana gelecek olan kadın veya erkeğin din­lenmesi.
2  -İsraf ve şımardığı gösteren, meşru olmıyan bir işe vesile olan (dans...vs. gibi) çalgılar.
3 - Fuhşa dair  olsa, Allah'a,  Rasûlüne ve As-hab-ı Kiram'a yalan isnad eden veya bariz kadın tas­virleri yapan şiir, şarki ve türküler.
4 - Dinleyici pek genç, şehvetine ve nefsine mağ­lup,  dinlediği şeyler kendisini meşru olmıyana sevk edecek bir seviyede bir kimse ise böylesinin dinlemesi de haramdır.
5 - Dinleyici avamdan birisi ise ve dinlediği şey kendinde müsbet veya üienfi bir tesir icra etmez, fa­kat devamlı şekilde bununla meşgul olup vakitlerini boşa harcarsa yine yasaktır. (îhya, C/2, Sn: 268 Vd.)
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz: «Güzel ses Kur'ân tilâveti için bir zinettir. Sesle­rinizi Kur'an'm. güzel davetiyle zinetiendiriniz»  buyurmaktadır. Böyle hayırlı bir hizmet dururken insan­ları meşru olmayana sevk eden hareketlerde bulun­mak en hafif tabiri ile ahmaklık değil de nedir ki?
Hasılı, «Müzik ruhun gıdasıdır» yalanı üe Üm-met-i Muhammedln imânına kastedilen bir asırda ya­şıyoruz. Bu yolla insanımız iğfal ediliyor. Sokakları­mız, caddelerimiz haram ses ve çalgılarla işgal edil-miş. Evlerimizin en üst köşeleri bu haramların neşre-dildiği aletlerle doldurulmuştur. TRT'yi dinlemek için ar damarın çatlaması gerek. En beynelminel fahişeler sanatkâr olarak enpoze ediliyor. Ve Bunlar «Müzik ruhun gıdasıdır» diye dinlenmeye mecbur tutuluyor. Bu müzik ruhun gıdası değil ruhun tehiridir.
Demek ki, müzik denilen şey «şehveti tahrik eder­se, meşru olmayana sevk ederse, bir zalimi överse, bir kadım överse haramdır. Çalgılı âletler olursa mutla­ka caiz değildir.^ (el-Mühezzeb. C/2. Sh : 328. H. Gö­nenç. Fetvalar. C/l. Sh : 235.) [44]

167 — «Cemiyet Bozuk, Ben Mi Düzelteceğim Bana Ne.»


Bana ne sözünü kâmil bir mü'minin söylemesi dü" şünülemez. Çünkü,  böyle bir söz ve davranış İslâmî düşünceye aykırıdır,
Müslümanlar, günümüz şartlarında, aşılmaz en­geller gibi görünen zorlukların aşılmasını sadece ken­di kapasiteleriyle giderileceğini düşünmedikleri için, Allah'ın yardımından hiçbir zaman şüpheye düşmez­ler. Müslüman olarak, dünyanın çekilip çevirilmesin-den ne kendilerini ne de bir başka kulu yetkili gör­mezler. Bunun için tevhid akidesine bağlı olanlar ta­rih boyu her an dinamik, canlı ve kuvvetli kalabil­mişlerdir.
Hayırlı söz ve davranışları yerine getirmek icab ettiğinde «"bana kadar yok mu? Ben mi düzelteceğim» gibi lâflar etmek katiyyen uygun değildir. Bu tür dü­şünceler bir yanıyla o belâları, yozlaşmaları haklı saymak, hem de Allah'ın rahmetini umursamamak­tır. Bu doğrudan doğruya bir çeşit sapıklıktır.
Bazıları diyorlar ki: «Bu insanlar artık yoldan çıkmış. Bu -peirtfyete doğruyu kabul ettirmek mümkün değildir. Bir kaç kişinin çalışmasıyla bunlar düzel­mez...» bu bir yanıyla küfürdür. Allah'tan ümid kesnıektir. Kur'an ifadesiyle «AHah'tan ümid kesenler an­cak kâfirlerdir.»
Hasılı, mü'minler, şartlar ne olursa olsun doğru bir davranışı yerine getirmek söz konusu olduğunda «Bana ne ben mi düzelteceğim» düşüncesiyle o hayır­lı davranıştan vaz geçemezler. Çünkü böyle bir dav­ranış bir bakıma o belâları, yozlaşmaları haklı say­mak, hem de Allah'ın rahmetini umursamamaktır. Bunun neticesi de küfürdür. [45]

168__ «Gemisini Kurtaran Kaptan.»


«Gemisini kurtaran kaptan» cümlesi düşmanları­mızla aramıza soktukları maksatlı sözlerden biridir. Tevhid akidesini tanımayan felsefelerden birinin ak­sıdır.
Ne yazık ki bu söz «ata sözü» haline getirilerek devletin yayınladığı kitaplara kadar sokulmuştur. Millî Eğitim Bakanlığı'nm yayınladığı kitapta bu söz resmedilmiştir,
«Gemisini kurtaran kaptan» sözü bir yahudi uy­durmasıdır. Zira insanları bencilliğe, başkalarını hor-feakir görmeğe sevk etmektedir. Yahudinin felsefesin­de bu normaldir; hatta gereklidir. Bu sözün İslâm'da zerre kadar yeri yoktur. Merduttur. Böyle bir felsefe­ye yaklaşanlar büyük bir yanılgı içindedirler.
Bu cemiyette yaşıyan müslümanlar! Düşününüz : Bu cemiyette hangi müslüman gemisini kurtarabilir. Misalleriyle izaha çalışalım. Diyelim ki, siz ticaret ya­pıyorsunuz. Çok titizsiniz. Müslümanca hareket etme­ğe çalışıyorsunuz. Karşınızdaki buna riayet etmiyor­sa sizi dürüstlüğünüz neye yarar. Ticaret en az iki ki­şi ile olur. Satan ve alan: Bunlardan biri düzenbaz olursa, siz nasıl geminizi kurtarabilirsiniz?
Bir yol düşünün binlerce vasıta gelip gidiyor. Bu vasıtalardan birinin şoförü çok dikkatli. Trafiğin bütün kaidelerine riayet ediyor. Kaza yapmamak için büyük bir dikkat sarf ediyor. Fakat karşıdan gelen vasıtanın şoförü hiçbir kaide tanımıyor. İstediği gibi yolda gidiyor. Dikkatli şoförün dikkati neye yarar. Bu şoför vasıtasının, nasıl koruyacak, nasıl kurtaracak.
Sokağa çıkan kim olursa olsun günaha dalma­dan geriye dönmesi mümkün değil. Sokağa çıktığın anda kadın bucTuyla karşı karşıyasm. Bizi günaha so­kan bu karılar bu memleketin insanları. Beş on bin tane Rus, Amerikan, Alman... kadını gelip bizi güna-iıa sokuyor değil, bu memleketin kadını bunlar. Kur-tarabilirmism günah deryasından kendini.
Çarkçı görevini yerine getirmiyorsa, tayfalar anarşi çıkarıyorsa, kaptan, kaptanlığını nasıl yerine getirecek? Kaptan tayfası ile kaptandır.
Müslümanlık tek başına nasıl yaşanacak? Hangi gemiyi nasıl kurtaracaksın? Peygamber (s.a.v. Efen­dimiz «Müslümanlar bir bedenin azaları gibidir. Bu azalardan biri rahatsız olunca bütün beden nasıl ra­hatsız olursa onlardan birinin derdiyle bütün mü'min-ler acı duyar.» buyurmuştur,
Hasılı, «Gemisini kurtaran kaptan» sözü biz müs-lümanlarm bedenine uymayan, düşmanlar tarafından aramıza sokulan bâtıl bir sözdür. Müslüman ataları­mızın sözleri ile alâkası da yoktur. Zira, «Gemisini kurtaran kaptan» slogonuna göre hareket edenlerden bu güne kadar kurtulan olmadığı gibi bundan son­ra da olmıyacaktır. [46]

169 — «Her Koyun Kendi Bacağından Asılır. (Hz. Muhammed S.A.V.)


Yıllarca bu memlekette, yapılan ibâdetlerin fay­dasının ferdi olduğu telkin edilmiştir. Bu anlatılırken de «herkes kendi bacağından asılır» ifadesi basamak edildi. Kasıtlı olarak ibâdetin bu yönü telkin edildi. Madolyonun öbür tarafı çevirilmedi.
Oysa, ibâdetin, sevabı yapanadır fakat faydası top­lumadır. Onun için herkes aynı ibâdeti yapmakla mü­kellef tutulmuştur. İbâdetin toplumsal faydası anla­şılmalı ve çok iyi anlatılmalıdır.
Halk arasında çok söylenen sözlerden biri de «Ke­çiyi keçi bacağından, koyunu da koyun bacağından asarlar.» sözüdür. Bu sözün aslı başlık olarak verdi­ğimiz «Her koyun kendi bacağından asılır» Hadis-i Şe­rifidir. (Keşfu'1-Hafa : C/2-126) Bu ifade ilk anda de­ğişik bir ifade gibi görülüyorsa da aslı, mânâsı uygun­dur. Eğer bu sözü, nemelâzımcılık, banane, gemisini kurtaran kaptan gibi sözlerle karıştırırsak içinden çı­kamayız. Ancak, şu âyet mealleri bu hadisin mahiye­tini ortaya koyar :
«Bir suçtan ancak, o suçu işleyen mes'uîdür. Kim­se kimsenin cezasını çekmez.» (Bakara: 286, En'am : 164)
«Hiç bir kimsenin diğer biri yerine ceza görmi-yeceği  bir günden korkunuz.»   (Bakara : 48 -123.)
«Deki  Bizim günahımızdan siz mes'ul olmıyacak- Sizin yaptığınızdan da biz sorumlu tutulmıya-cağız---»   (Set»e: 25, Bakara: 134)
Hasılı, «Her koyun kendi bacağından asılır» (K. Ha-fa, C/2-126) «Herkes ektiğini biçer.» (K. Hafa, C/2-124) Hadis-i Serilerini kastedilen mânâsı dışında kul­lanmak ve yorumlamak; kullanan ve yorumlayanla­rın cehaletini ortaya koyar. Cehalet gemisi bineni an­cak Cehenneme götürür. Cennet ise muttakiler ıçın-dir. [47]

170_ «Nemelâzım.»


Bir müslümanın etrafındaki olaylara ilgisiz kalıp «Bana ne, benimle ilgisi yok, nemelazım, bana dokun­mayan yılan kırk yıl yaşasın» demesi düşünülemez. Böyle bir felsefeye kendini kaptıran kişi şayet müs-lümanim diyorsa o kişinin imânı kâmil değil son de-. rece zayıf demektir.
Her olay müslümanı enterese eder. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz :
«Sizden biriniz bir kötülük görürse onu eliyle dü­zeltsin, eliyle düzeltemezse sözle düzeltsin, söz ile de düzeltemiyorsa kalben buğz etsin. Ancak bu sonuncu­su imânın en zayıf hâlidir» buyurmuştur. Buğz etmek bile imânın en zayıf hâli olduğuna göre ya olaylara «nemelazım» diyenlerin durumu nicedir.
«Doğuda bir müslümanın ayağına batan diken batıdaki mü'minin kalbini ağrıtmıyorsa o mü'min kâ­mil imâna sahip değildir» hadis-i şerifi üzerinde olay­lara «nemelâzım» diyenler uzun uzun düşünmeye mec­burdurlar.
Mü'min, her olaydan sorumlu tutulacaktır. An­cak, bu sorumluluktan üzerine düşeni ifa edenler kur­tulabileceklerdir. Bugün dünyanın dört bucağında müslümanlar zulme maruz bırakılırken, İslâm ayak­lar altında çiğnenirken bir müslümanın yatağında rahat uyuması, çayını zevkle yudumlaması o kişinin Al-îah'a değil nefsine kulluğunun ifadesidir.
Her müslüman çevresinde yapılan her zinadaa, oynanan her kumardan, içilen her içkiden, insanların tesettürsüzlüğünden, İslâm'ın emirlerinin geçersiz hâ­le getirilmişliğinden nefislere tapınmadan... hesap vermedikçe mahşer yerinden ayrılamayacaktır. An­cak, Hakk'ın hakimiyeti için mal ve canını bu yolda kullananlar bu hesaplaşmada yüzleri ak olacaktır.
Öyle bir hesaba çekileceğiz ki: O hesap gününde çevremizdeki kâfir bizi Allah'a şikâyet edecektir. Diye­cek ki.- «Ya Rabbi! Ben bu müslümandan şikâyetçi­yim. Dünyadaki haliyle bana örnek olmadı. Benim gibi yaşadı. Beni ikaz etmedi. İkimiz arasında fark yok­tu. İslâm'ı yaşasaydı ben ondaki güzelliği görerek müs­lüman olurdum...» diyecek. Mazereti kabul edilmeme­sine rağmen nemelazım diyen müslümanın hali kâ­firin şikâyetine sebep olacaktır.
Hasılı, «nemelazım» felsefesi müslümanın takip ettiği yol değil, cehenneme götürücü iğrenç bir vur­dumduymazlıktır. [48]

171  — «Doğru Olan Zengin Olmaz.»

172  — «Doğru Söyliyen Bir Sen Mi Kaldın?»


Yalan-yaniış söylenen sözler cemiyette prensip ha­line gelirse, muttakilere o cemiyette öcü gibi bakılır. Rasûİüllah (s.a.v.) asırlar öncesinde haber vermiştir: «Öyle bir zaman gelecek ki, imân ve onun icablarım yerine getirmek ateşten kor haline gelecek...» Allah-u âlem işte o zamandayız. Allah'ın inâyetiyle muttakiler bu koru elleri yansa da ellerinden atmıyacakl ardır.
«Doğru olan zengin olmaz» diyorlar. Ne demek bu? Hz. Ebu Bekir (r.a.), Hz. Osman (r.a.), Hz. Hatice (r. aoıhe), Hz. İmam Ebu Hanife Rahmetullahi Aleyh,., nasıl zengin oldular? Haşa, onlar doğru değiller miy­di? Onlar için Haram-helâl tanımazlardı, denilebilir mi? Bunların hiçbirine yalancı, helâl-haram tanımaz denilemez. Ufak özürlü bir kumaşı ortağının dalgın­lıkla, satmasından dolayı servetini fakir-fu karaya da-ğıtan Ebu Hanife içki kim ne diyebilir?
Cenab-ı Hakk (c.c.) dünya ve ahiretin saadetinin sebeplerinden birinin de dosdoğru olmak olduğunu haber vermiştir. Hûd süresindeki:
( = Emrolunduğun gifcil doğru-dürüst ol) âye­ti nazil olduğu zaman, İba-i Abbas (r.a) : «Kur'an'da bundan daha şiddetli bir âyet nazil olmadı» demişti.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) : «Allah'a imân ettim, de; sonra dostdoğru ol» buyurmuştur. Bu hadis, İslâm'ın itikat, söz ve amel ile ilgili bütün esaslarını iki kelime üzerinde toplamıştır. Allah'a imân vahiy nizamına inanmaktır. İstikamet de,, kitap ve sünnetle emrolu-nan şeyleri yerine getirmek din ile dünyayı ayırma­maktır. İnsanı hakikate ulaştıracak yol dinin emret­tiği istikamettir. Kendi menfaatlerine, yahut Allah'tan başka herhangi bir şeye tapman ve böylece nevasını ilah edinen insanlar.için hakiki istikamet yoktur ve olamaz. Bunlar için doğruluk enayiliktir. Ama bir tür­lü kendi enayiliklerini anlıyamazlar. Çünkü idrakleri yoktur..                        .
Medeniyet ilerledikçe, hayati ihtiyaçlar çoğalır; o nisbette de insani hak ve vazifeler artar. Bu yüzden çalışma ve didinmeler bazen kavgaya, dostluklar ay­rılığa düşebilir. Hak, ihmal edilerek gönüllerde ve irâ­delerde nefsani arzular galebe edebilir. Yalan, aldat­mak, istibdat ve tahakküm gibi meşru olmayan her vasıtaya baş vurmak en kısa ve en doğru yol sayılır. Hattâ bilginin çokluğu bunu kolaylaştırır. Böyle bir zamanda istikamet üzere dosdoğru olarak yürümek güçlük arzeder. Yanlış yol ile cemiyet yıkılışa gider. Böyle bir zamanda ve muhitte doğruluktan ayrılmrya-rak eğrilere galip gelmek bir vazife olursa, bunu yap­mak, şüphe yök ki, yüz kerre şehid olmağa azmetmek kadar güçlük gösterir.
«Ümmetimin ahlakı bozulduğu bir zamanda be­nim sünnetimle amel eden, fazilet ve doğruluktan ay­rılmayan kimse için yüz şehid ecri vardır.» buyuran Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bu güçlük derecesini be­liğ bir şekilde ifade etmiştir. ^İstikamet bin keramet­ten hayırlıdır» denilmesi de bunun içindir. Bunu ko­laylaştıran Allah'ın birliğine kuvvetli bir imân ile kanaat etmektir. Dinin bütün ahkâmı da bu doğru yo­lun plânlarını ihtiva eder.
Diyarbakırlı Said Paşa diyor ki:
«Sen usandırma eli, el de usandırmaz seni, Hilekârlık eyleme, kimse dolandırmaz seni... Desti a'dâdan soğuk su içme, kandırmaz seni. Korkma düşmandan ki, ateş olsa yandırmaz seni. Müstakim ol, Hz. Allah utandırmaz seni...»
Maalesef, günümüzde müslümanlar hayaletler gi­bi dolaşıyorlar. Esen her rüzgara maruz kalıyorlar. Allah'ın emrettiği gibi çoğu dosdoğru değil. Bunun için. zafere ulaşılamıyor.
Hasılı, «doğru olan zengin olmaz» ve «doğru söy-liyen bir sen mi kaldın?» gibi sözlerin İslâm'la hiçbir bağlantısı yoktur. İnsanları kendilerine köle haline ge­tirmek isteyen yahudinin hezeyanlanndandır. Mü'min emrolunduğu gibi dosdoğru olandır... [49]

173  — «Doğru Söyliyenin Bir Ayağı Üzengide Gerek.»

174 _ «Doğru Söyliyen Dokuz Köyden Kovulur, Onuncu Köy Sığınak Oldu Doğru Söyliyene.»


Başlık olarak zikrettiğimiz cümleler devletin res­mi yayın organlarında yer almaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı'nın bir zamanlar yayınlamaya başlayıp bi­tiremediği 1000 temel eserden «Atasözleri ve deyimle­ri» adlı iki ciltlik kitabın D harfine bakarsanız bu ve benzeri cümlelere rastlıyaeaksınız.
Dünyada her insanın başta gelen görevlerinden biri de, doğruyu söylemek ve doğru olanı yapmaktır. Baba evladını, öğretmen öğrencisini, devlet vatanda­şını bu minval üzere yetiştirirse, kimsenin başı ağrı­maz. Bizde -maalesef yıllar yılı bunun aksi yapılmış ve hâlâ da yapılmaktadır.
Devletin yayınladığı bir kitapta «Doğru söyliye-nin bir ayağı üzengide gerek» cümlesi yer alırsa bu, feci neticeler doğurur. Memur bunu okuduğu zaman der ki, bak devletin yayınladığı kitapta devlet, felse­fesini şerdediyor. Doğru söylersem doğru hareket eder­sem, rüşvet almazsam, işleri zamanında bitirirsem, bugün git yarın gel demezsem, hatıra göre değil hak olana göre iş yaparsam... sürgün ile cezalandırılırım.
Devleti de doğru olmamı dürüst hareket etmemi iste­miyor... der neticede bugünkü laşkahk alabildiğine yaygınlaşır, zaten yaygınlaşmıştır da... Bugün mem­leketimizde hakkaniyet gözetilmiyorsa, hak hukuk iti­bara alınmıyorsa, rüşvet yaygınlaşmış ise, bugün git yarın gel zihniyeti geçerli ise, adamına göre iş yapılı­yorsa —ki, bunların hepisi yaygındır— işte bunlar devlet politikasınm ve bu politikayı yönlendiren sjya-silerin hatasıdır. Anarşi buradan doğmuştur. Hiçbir güç, böyle devam edildiği müddetçe bunu engelliye-miyecektir. Açıkçasını söyliyecek olursak, devlet de işin böyle olmasından yanadır.
Bahsi geçen kitaplar devletin bütün okullarında ve diğer kütüphanelerde, resmi dairelerdeki demir­başlarda, birçok evlerde mevcuttur. Bu vebalin hesa­bını çok iyi yapmak lâzım.
Bugün TV'de, radyoda ve diğer yayın ve basın organlarında işlenilen tema şudur: Yalan söylemek, aldatmak, atlatmak, yemin etmek, dolandırmak... ze­kâ oyunları zekâ işaretleri olarak tanıtılıyor. Artık, iyi adam yok saf adam var; kötü adam yok açık göz adam var. Anlayış budur, maalesef. Bu kafa yapısı ile berhudar olmak mümkün müdür?
Hasılı, bizim inanç sistemimizde doğruluk esas­tır. Doğru söyliyen dokuz köyden kovulmak bir yana başlara tac yapılır. Bizim inanç sistemimizde yalanın, dolanın, hilâkarlığın hakkı ketmetmenin yeri yoktur, înanç sistemimize gönlünü veren herkes iyinin, gü­zelin, doğrunun hak olanın talibidir. Müslüman Hakk'-ın temsilcisidir,' Yalan ve yalancılığı geçer akçe hali­ne getirenler bâtıl temsilcisidir. Ya siz kimi temsil edi­yorsunuz? [50]

175 — «Elâlem Ne Der, Dost - Düşman Ne Der?»


Hayatlarını Allah'ın hükümlerine göre değil de nefislerinin ve nefislerine tapmaniann arzularına gö­re sürdüren zalimlerden sık sık yukarıdaki sözleri du­yarız... Mahlûkata tapınan bu kişilerden zaman za­man müslüman olduklarını da duyabilirsiniz... Böyle-lerine katiyyen aldanmamak lâzım...
Müslüman, yaratanına kulluk yapan, kulluğun ge­reklerini yerine getirebilecek ortamın oluşması için malmı-canmı o yolda kullanan kişinin adıdtr. Kur'-an'ın hükümlerine göre yaşamiyan, Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.) Efendimiz İle irtibatını koparan, Kur'an'm biç­tiği elbiseyi değil şeytanın tarifine göre giyinen ve böylelerine özenenler her meselede:
«Elâlem ne der?
Dost düşman ne der?» gibi ifadelerle şeytan ve taifesini memnun etmeyi en büyük idealleri olduğunu göstermiş olurlar. Bunların bu tür ifadelerinden «Mo­daya -uymazsak, elâlem gibi onun karısını bunun ku-cağma vererek düğün yapmazsak, pavyon kanlan gi­bi karıları soymazsak veya onlar gibi soyunmazsak, evimizi fuhuşhaneye çevirmezsek, içki içip kumar ma­sasında karımızı peşkeş çekmezsek, haram-helâl ta­nırsak, namus-şeref hesap edersek, modasız-dostsuz... yaşarsak Allah'ın düşmanlarının gönlünü kırmış olu­ruz; Allah'ın rızası önemli değil, önemli olan elâlemin (şeytan ve taifesinin) rızasını kazanmak» mânâsı çı­kar.                                             -
Böylelerinin sıfatı, mesleği, makamı, mevkisi, is­mi ne olursa olsun cehennem odunu olmaktan kur­tulamazlar. Müslümanın en büyük hedefi Allah'ın rı­zasını kazanmaktır. O sadece O'nun kuludur. Hayat tarzını O'nun Kur'an'da tarif ettiği ölçülerle sürdü­rür. Her mü'min bilir ki, her iş ve sözde Allah'ın hü­kümlerine göre değil, yaratılmışların arzularına gö­re amel etmek Allah'a değil, mahlukata kulluk yap­mak demektir. Ne iğrenç bir hadisedir bu!...
Hasılı, «elâlem ne der» diyerek Allah'ın hükümle­rini gale almıyanlar hesap gününde mücrimler ola­rak ebedi azab mahalline sürüleceklerdir. O, ne kötü bir sonuçtur. [51]

 

176__«Zevklere Ve Renklere Karışılmaz.>


İnsanlığın kanını emen faiz, namusunu soyan zi­na, inanç ve eylemini çskip alan cehalet, en son te­ferruatına kadar ümmet üzerinde ağını kurmuş, fit­ne mimarları isyan ve mâsiyeti kurumlaştırmışlardır.
«Renklere ve zevklere karışılmaz» denecek, bü­tün tatbik sahalarında, İslâm'ın zarif ve edebli terr cihi çekilip, şehvet ve nefsin putları dikilmiştir. Müs­lümanlar için her şeyde ve yerde tercih İslâm'dır. Ar­zu ve iştihalarım putlaştırmak ehl-i küfrün sıfatıdır. Bâtıl insanlığı kendi hayat tarzına çekebilme gayreti içindedir. Şehvet ve nefsini putlaştıranlardan daha za­lim kim olabilir.
«Zevklere ve renklere karışılmaz», safsatasına ina­nanlar bütün tatbik sahalarından İslâm'ı kaldırma, İslâm'ı hiçe sayma tavrı içindedirler. Müslüman, İs­lâm'ın hayatına hakim olduğu kişidir. Renkte de zevk­te de arzu ve hedefte de ölçü İslâm'dır. İslâm'a uyma­yan her Ölçüsüzlüğü reddederiz.
Küfrün ideolojisini yaymaktaki şu kurnazlığına bakınız. Renklerin araşma ilâveler yapıyor ve buna «Şampanya rengi» diyor. Bir haram ve haramın ren­gi. Oysa malum renklerin arasında böyle bir renk is­mi yok. Renkler meyvalardan, çiçeklerden alırlar isimlerini: Gül kurusu, iftar çiçeği, portakal rengi, leylak rengi... vs.
«Şampanya rengi» ismi tesadüfi değildir. , Kâfir emperyalistlerin oyunudur. Bir misal daha: Uzun yıl­lar evimizin bîr köşesindeki yer abdestiik olarak bi­linirdi. Simdi Lavaba deniyor. Bu abdest ve namaz­dan yüz çevirmenin bariz bir anlatıcısıdır. Bu değişik­likler ufak bir ad değiştirme hadisesi değil, inancımı­zı katletmeye yöneliktir.
Hasılı «zevklere ve renklere karışılmaz» sözünde bütün tatbik sahalarından İslâm'ı kaldırmak, İslâmî ölçüleri hiçe saymak, şehveti ve nefsi putlaştırmak amacı vardır. Müslüman, herşeyinde olduğu gibi ren­gini ve zevkini İslâm ölçüsüne göre yaşıyan faziletli insandır. [52]

177 — «Bu İşler Ancak Mehdi'nin Gelmesi İle Düzelir.»


Rahatlığa gömülmüş insanların- çok önemli bir bölümü böyle Mehdi'nin gelmesini düşünür işte... Müslüman olup da böyle düşünenlere sormak lâzım: Sizler gibi çalışmadan, emr-i bi'1-ma'ruf, nehy-i ani'l-münker yapmadan, cihad etmeden, dinini, imânını, neslini muhafaza .etmiş hiç bir ümmet gösterilebilir mi? Tarihte Allah'ın dinini yaşamadan, Allah-u Teâlâ'-nın kendilerine yardım ettiği, bir kavim görülmüş mü­dür?
İslâm yolundan, o yolun şartlarına uymak şartıy­la ömürlerini tüketenler ancak Allah'ın yardımına nail olurlar. Cerab-ı Hakk (c.c.) mealen buyuruyor ki:
«Ey imân edenler! Siz Allah'ın dinini yaşarsanız Allah da size yardım eder...»
«Ey imân edenler! Allah'ın yardımcıları olun...»
Kâinat bilsin ki, sünnetü'llah budur... İlk müs-lümanlarla zamanımız müslümanları arasında derin ayrılıklar var. Sahabe-i Kiram, kendileri için hidâyet kaynağı olan Kur'an'a inanır onda emredildiği üzere yaşarlardı. Şimdiki müslümanlar ise inandık dedikle­ri Kur'an'ı yaşamayıp «Ahir zamandayız», «Beterin de beteri var»,  «Fitne devrinde yaşıyoruz»,  «Bu işler Mehdi'nin gelmesi ile düzelir» diyerek Mehdi'nin gel­mesini bekliyorlar.
Ey Mehdi'yi bekliyenler, İslâm'ın yaşanmasını Mehdi'nin gelmesine erteleyenler şu soruya cevap ve­rin : Bedir'de, Uhud'ta, Yermük'te şehid olasılar niye Mehdi'yi beklemeyip şehid oldular? Tevhid akidesinin hakimiyeti için  peygamberler niçin gönderilmiştir?
Dünyanın huzursuzluğunun hallini Mehdi'nin gel­mesine, Hz. İsa'nın inmesine havale edenler Rasûl-ü Ekrem  (s.a.v.)'in şu hadisini iyi düşünsünler:
Allah-u Teâlâ bir meleğe:
—  Falan kasabanın altını üstüne çevir, diye vah-yetti. Melek:
—  Ya Rabb'i, onların içinde sana bir defa olsun isyan etmeyen falan zat vardır, dedi. Allah (c.c.) şöy­le buyurdu:
—  Onu da, onları da alt-üst et. Zira onun yüzü bir defa olsun benim rızam uğrunda onlara ekşime-miştir.»   (İhya, C/2, Sh: 770 Tere.)
Hasılı, dinin korunmasını Hz. Allah'a, Hz. Mehdi'-ye, Hz. İsa'ya havale ederek, kendilerini hizmetten, mücadele ve mücahededen uzak tutanların bu dinde yerleri yoktur. Bu dinin ihyasında ilk müslümanlar ne' ile mükellef iseler bizler de aynı şeylerde mükellefiz. Kendi kendimizi aldatmayalım. Dinin ihyası ile diril­mek için malımızla, canımızla cihad edelim. Zira gö­revimiz budur... [53]

178 — «Bu Benim Özel Hayatımdır.» Kimse Karışamaz.»


Asrımızda gayr-i İslâmî cereyanların ileri derece­mde yaygınlaşması sonucunda İslâm ve imân hakkın­daki iftiralar, yanlış anlamalar ve şüpheler korkunç derecede artmıştır.
Emperyalist kâfirler İslâm'ı yıkmak, Müslüman­ları yutmak için İslâm kültürünü yok etmek yolunu seçtiler. Neler yapmadılar ki... Ortaya attıkları ves­veselerle kâlblerdeki inancı tahrip ettiler, tefekkürü yozlaştırdüar, insanları Allah'a isyankâr hale getirdi­ler.
Sarfettiğimiz her sözden, yaptığımız her davranış­tan dolayı hesap vereceğimiz ahiret gününe doğru yaklaşıyoruz. Her organımızı denetlemek zorundayız. Herkes f&rz-ı ayn olan ilimleri bilmekle yükümlüdür.
Bazıları diyorlar M:
«Bu benim özel hay âtı m d ir, kimse karışamaz.»
Bu ifadenin İslâm'da yeri yoktur. İslâm'da olmı-yanm müslümanın yaşantısında olması da düşünüle­mez.
özel hayat devimi Batıya has bir kavramdır. Bu felsefeye imân eden kişi ev içi hayâtı ile sokaktaki ha­yâtı arasında bir farklılığı kabul etmektedir. Bu görüşe göre kişinin bir çok yüzü olacaktır. Açık ifadesiyle bu münafıklıktır. Batının ve Batı anlayışının sakatlık­larından biri de budur.
Bu söz, Müslümana yakışmayan bir lâkırtıdır. Çünkü, Müslümanın husûsi hayâtı olamaz. Zira, Müs­lüman her yerde Müslümandır. İslâm, kendisine ina­nanların hayâtlarını bütünüyle kaidelere bağlamıştır. Her mü'minin bu kaidelere göre yaşama mecburiyeti vardır. Bir Müslümanm. kendi evinde geçirdiği zaman içinde «Bu benim husûsi hayâtımdır, kimse karışa­maz» demesi mümkün değildir. Ğenab-ı Hakk (c.c.) ve Resulü (s.a.v.) kişinin evindeki hayâtını da kaide­lere bağlamıştır. O insan evinde namahremlerle otu­ramaz. Kumar oynayıp içki içemez. Namazlarını terk edemez... Evinde de Allah'ın hükümlerini tatbikten sorumludur.
Demek ki, Müslüman için hususi ve umumi ha­yât ayırımı söz konusu değildir. Müslüman her yer­de Müslümandır. Evinde, cemiyet içinde, dağ başında, gecede, gündüzde... Onun, çirkin sayılan hallerden kaçınması gereken durumunu değiştirmez, islâm Müs­lümanm helaya girişinden Kabe'yi ziyaret edişine ka­dar her şeyini kaidelere bağlamıştır. Sorumsuzca, key-femâyeşâ hareket, Müslümanm lüğatında yoktur. Müslüman için başıboşluk, hiçbir surette bağışlanmı-yacak bir davranıştır.
«Bu benim hususi hayâtım kimse karışamaza di­yerek hareket etmek «Ben lâikim, işime geldiği za­man dine riâyet ederim, nefsime hoş gelmediği zaman riâyet etmem» demektir. Böyleleri Müslüman olduk­larını zannederek kendilerini oyalarlar. Yaptıkları bo­şunadır.
Hasılı, Müslümanm husûsî hayâtı yoktur. O( her yerde Müslümandır. Evinde, dağ başında, halk içinde bulunması onun çirkin sayılan şeylerden kaçınması gereken durumunu değiştirmez. İslâm, Müslümanm hayâtını kaidelere bağlamıştır. J3u kaidelere uymak her yer ve zamanda müslümanlarm asli vazifeleri cümlesin dendir. Cenneti kazananlar da bu mü'minler-dir. [54]

178_ «Beterin De Beteri Var.»


Rahatlığı putl&ştıranların çoğunun düşüncesi ve söyledikleri sözlerden biri de «Beterin de beteri var» sözüdür. Bu sözde mevcut kötüyü kabullenme var* dır.
Genelde mevcut düzen mevzubahis olduğunda ko­münizmi kasdederek «Beterin de beteri var» diyenler sap gibi ortaya çıkıverirler. <Bu düzen îslâmî değil­dir. Müslümanca yaşamak için îslâmî kurumlan ger­çekleşmesi gerekir» diyenlere karşı da «Buna da şükür beterin de beteri var» diye karşılık verenler de vardır. Mevcut kötüyü kabullenenler en büyük betbahtsızlar-dır. Beterden de, beterin beterinden de kurtuluş İs­lâm'a sarılmak O'nu tümüyle tatbikata koymakla mümkündür. Her müslümanm asli görevi de budur...
Hasılı, «Beterin de beteri var» sözünde mevcut kö­tüyü kabullenme vardır. Bunu ancak rahatlığını put-laştıranlar söyleyebilir. Her mü'min, çeşidi ne olursa olsun her beterden islâm'a sığınmakla mükelleftir. Di­nin dışında olan herşey hem beter hem de beterin be­teridir. Bunlardan kurtuluş ise adı İslâm olan ilâhi nizama sarılmaktır, onunla yaşamaktır.
Cenab-ı  Hakk  Kur'an-ı  Hakim'de     meâlen buyuruyor ki;
 «Onlara.- Allah'ın indirdiğine uyun, dense, Hayır biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız, derler. Peki ama, ataları bir şey düşün­meyen doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı  (atalarının yoluna uyacaklar)?
(Bakara Sûresi, Âyet.- 170) [55]

180 — «Babamdan Böyle Gördüm.»


Günümüzde halkı müslüman ülkelerdeki müs-lümanlar arasında bir inanç anarşisi görülmektedir. Öyle ki, her ferde göre bir inanç görür olduk. İnsanı­mız inanç ve itikatte o hâle geldi ki, rüzgâr ne taraf­tan eserse o tarafa eğilen ot gibi. Hakk'ı bâtıldan se­çip ayırabilmenin ancak rakik kaibîerin işi olduğu bir dönemdeyiz.
İçinde yaşadığımız t bu fırtınalı dönemde müslü-manlık iddiasında bulunan her ferdin büyük görev­leri vardır. Her mü'min inanç ve itikadını sağlam esas­lara bağlıyacaktır. İnanç ve itikadını anadan - atadan kalma söz ve feyizlere başka bir ifade ile taklide bı­rakmamalıdır.
Bazı kimselere Hakk ve hakikat tepliğatı yapıldı­ğı halde bir türlü doğruya yanaşma maktalar. «Babam­dan böyle gördüm, başka türlüsünü yapamam» diyenlerin adedi az değildir. Bu çok yanlış bir davranıştır. Hiç kimse inancını ye itikadım anadan-atadan kal­ma davranışların taklidini bırakamaz. Herkes Allah'a Cc.c), Rasûlüllah (s.a.v.)'e, İslâm'a, Kur'an'a nasıl imân edilmesi gerekiyorsa o şekilde inaamak zorun­dadır. İnanç ve itikadı babadan görme doğru yaahş . davranışlara, televizyon ekranına, kahve dedi-kodu-larına, gazete kültürüne... bağlamak ciddi felâketlere sebep olur.
Allah ve Rasûlünün va'dettiği mutluluğa erdire­cek tek yol hakiki imân, kalbde yerleşen sahibini her aa mürâkebe eden imândır. Kur'aa tedkikf tahkik ve tefekkürle imânı taklidi olmaktan korumayı hedef alır. Tahkiki olan imân, sahibine nârı nûr, ateşi gülis­tan, zindanı medrese ve cilehâne yapar...
İslâm'ın kaidelerini nazarı itibara almıyarak «ba­bamdan böyle gördüm» hesabıyla yaşamlarını sür­dürenlerde itikat ve inanç zafiyeti vardır. Bu zafiyet­ten dolayı inanca bile israiliy atî a ilgili çok şeyler so­kulmuştur. Bilmeden, düşünmeden, İslâm'ın özüne uyar mı uymaz mı demeden kalb torbasına birşeyler sokulursa, kalb dilenci torbasına döner; imân, ihlâs,. secâat ve ilim bu torbanın içinde boğulup gider.
Hasılı, insan «Babamdan böyle gördüm» diye inan­cını, itikadını ve amelini anadan-atadan kalma sözlere ve davranışlara yani taklide bırakmamalıdır, Allah'a, Rasûlüllah'a, İslâm'a, Kur'an'a nasıl imân edilmesi ge­rekiyorsa o şekilde inanmalı ve yaşamalıdır. Hakîki kulluk budur... [56]   

181__ «Gelmedi Demesinler.»


Özellikle hasta ziyaretlerinde, baş sağlığı ziyaret­lerinde, bir olay sonrası geçmiş olsun ziyaretlerinde, özel gün ve geceki davetlere icabetler için çok söyle­nilen söz şudur-. «Gidiverelim de gelmedi demesinler.» Bunun için bahsettiğimiz ve benzeri yerlere gidiveri-lir. Allah-u âlem, bu ziyaretlerden gidildiği halde bek­lenen sevap elde edilemez. Çünkü ziyaret Allah (c.c.) rızası için değil ziyaret edilenlerin darılıvermemssi için yapılmıştır.
Dinimize göre Allah rızası İçin yapılan ziyâreüeş-mek farzdır. Dost-akraba ile ilgi kesilmiyecek, ziyaret­ler yapılacaktır. Ziyaretler maddi menfaat için değil, Allah rızası için gerçekleştirilecektir. Akraba ile ilgi­yi kesenleri Allah ve Rasûlü tehdit etmiştir. Öyle olun­ca.- hiç kimse gelmedi demesinler düşüncesini bir tara­fa atarak hareketlerini sürdürmelidir.
Hâsılı ziyaretler Allah (c.c.) rızâsı için olacak: bankasının gönlü olsun diye değil. Aksi halde, boşuna hammalhk olur. Ayrıca buna mürailik denir. Mürai herşeyi gösteriş için yapan kişinin sıfatıdır. Bu sıfat dinimizin kesinlikle reddettiği bir davranıştır. Aynı zaman mürailik münafıklığın ilk basamağıdır. Bun­lar mü'mmlere yakışmayan sıfatlardır, Allah ve Ra-sûlünürı rızası herşeyin üstündedir... [57]

182 — «Bana Göre... Şöyle Kanaatıma Göre... Böyle.»


Dinin hayat nizamı olduğuna inanan mü'minler-ce şahsi kanaat hiçbir zaman ölçü değildir. Bu mü'-minler her hâl ve harekette ölçü olarak dinin hüküm­lerini alırlar. Bunlar dört ana kaynaktır ve şunlardır: Kitap, Sünnet, İcma', Kıyas'tır.
Lâik toplumlarda şahsi kanaatlar ölçü kabul edil­miştir. Toplumda aynı şahsi kanaatta birleşen insan­lar diğerlerinden fazla ise yönetim onların kabul edi­lir. Yukarıda «dinin hayat nizamı olduğuna inanan mü'minler...» derken bu konuya işaret etmek istedik.. Bu cemiyette müslüman olduklarım söyleyip lâik ka^ fa yapısına sahip insanların sayısı ekseriyettedir.
Lâik kafa yapısına sahip şahsi kanaatlarmı ölçü kabul edenler vahy'i ve nass'ı yok kabul ederler. Mev­cut eğitim sisteminin etkisinde kalan milyonlarca in­sanımız -ortaya atılan bir mes'elede «şahsi kanaatini» diye hüküm verir." .
İmâm Azam (r.a.) : '«Herhangi bir konuda, şahsi kanaannıza göre hüküm vermekten sakınınız. Sünne­te tabi olunuz. Bundan aynhrsaniz. dalâlete düşer $a-pıtırsmız* buyurmuştur. (İmam Saranı. Miza'nül Kob­ra C/l Sh : 51)
Zamanımızda dinî konularda şahsi kanaat belirt­me hastalığı hızla yükselmektedir Bu şüphesiz De­mokratik - Lâik eğitimin tabii bir sonucudur. Bir sağ­lık bilgisi kitabını okuyanın îbai Sına kesilmesi misa-
ii dinî bir iki nıes'eîeyi duyan kendini müctehid zan­nediyor «Kanaatim budur-» diyor. Başta tesettür, fa­iz, içki, kumar, ailevi ilişkiler... olmak üzere şahsi ka­naatlar izhar ediliyor. Bu büyük bir hata korkunç bir cehalettir...
Tabiundan Şa'bi (rh. a.) Hz.lerine gelip bir mes'-ele soruyor: Şa'bi Hz.leri sual olunan koauda «İbn-i Mes'ud (r.a.) şu şekilde izah etti» diye cevap verir. Sual soran adam : «Sen kendi şahsi kanaatini söyle" deyince Şa'bi Hz.leri birden kızar ve adama: «Şu ada­ma bakın, ben ona İbıı-i Mes'ud şöyle dedi, diyorum. O bana şahsi kanaatimi soruyor. Ben dinimi bundan tenzih ederim. Vallahi müzikle meşgul olmayı, sana şahsi kanaatimle fetva vermeye tercih ederini" diye haykırıyor. (Darimi, Sünen-i Darimi, .Mukaddime 17, Sh: 47. Çağrı Yayınları-1.401)
İmam Malik (rh.a.) Hz.lerine kırk mes'ele sorulu­yor, otuzaltısı hakkında bilmiyorum» diyor. (Ö.N. Bil­men, Hukuku îslâmiyye C/l, Sh; 245 Madde: 557) «Şahsi kanaatim budur» demiyor.
Allah (c.c.) ve Kasüiü (s.a.v.J birşeye hükmettiği zaman., mü'min olan erkek ve kadınlar; Amenna... de­mek durumundadırlar. Bu hususta bizim de «Şahsi ka­naatimiz şudur» demek, şeytana has bir metodtur' Ni­tekim Cenab-ı Hakk (c.c.) Meleklere ; «Âdem'e secde edin» buyurduğu zaman,-şeytan, «Şahsi kanaati" ile bunu reddetmişti. Unutmayalım fikir sistemi ideolo­jiler, şeytani birer tuzak hükmündedir. İslâm Dini Al­lah (c.c.) indinde' yegâne dindir, MüMüman teslim olan manasınadır; şahsi kanaatle isyana yeltenen de­ğil.--
Hasılı .-'Şahsı kanaat.» şeytani bir tavırdır. İslam'­da böyle bir deli!' yoktur. Müslüman vahyi ve rmssı delil kabul edip Hakk'a teslim olan .kişidir. [58]

183__ «Kan Kardeşim.»


Bazı kimseler vücutlarının bir yerinden kan akı­tıp karşılıklı emiştikten sonra kan kardeşi oldukları­na inanıyorlar. Biribirlerine can kardeş gibi olduk­larına inanıyorlar. Kardeşler için helâl-haram hudut­larının kendileri için de cari olduğuna inanıyorlar.
Böyle bir düşünce, katiyyen caiz değildir. İslâm'­da kan kardeşliği diye bir müessese yoktur.
İslâm'da müslümanlar:
1 - Dinde kardeştirler.
2 - Bîr  ana-babadan  veya, bunlardan  birinden olma itibariyle kardeş olanlar.
3 - Bebeklik  müddeti içinde  süt emenin     sütü emilen   kadının çocuklarıyla kardeş olanlar.
Bunun haricinde kardeşlik yoktur. Ve bu kardeş­liklerin hudutları da .İslâm'da beyan edilmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı Müşavere ve Dini Eser­ler İnceleme Kurulu bu konuda 19.9.1963 gün 512 sa­yıl) kararla şu hükmü iîân etmiştir:
«Müslümanlıkta kan kardeşliği diye bir müesse­se yoktur. Bazı Türk kavimlerinde böyle bir âdet var­sa da, bu, dini bir mahiyet taşımaz.»
Hasılı, İslâm'ın kardeşlik hükümleri bellidir. Baş­ka kardeşlikler ihdas etmek merduttur, bid'attir. [59]

184_ «Mehmet Efendi Gel.»


Efendilik yalınız Peygamberimiz" Hz. Muhamraed (s.a.v.) Efendimize ve O'nun yolundan ayrılmayan ümmetlere has bir sıfattır. Salâvat-ı Şerife'de geçen «SEYYİD» kelimesi efendi mânâsına gelir. Bugün her muttaki mü'min efendidir.
Maalesef zamanımızda, efendi kelimesi yanlış mâ­nâda kullanılmaktadır. Sosyete ve sosyatikh'ğe heves­li kimseler fukaraya, resmi daire odacılarına, devletin götür-getir işinde çalışanlarına Ali Efendi, Veli Efen­di derken, zengine, amire, memura Ali bey, Veli bey şeklinde hitap etmektedirler. Memure bir kadın otur­duğu masanın başından dışarıdaki odacıya bağırıyor:
— Ah Efendi, Ali Efendi bana bir çay söylesene.
Alî Efendi dediği kişi babası yaşında biri. Bağı­rıyor böyle işte. Ede'b, haya, aile terbiyesi, okul ter­biyesi görmemiş bu zavallılara önce insan olmayı öğ­retmek gerek. Ama kim nasıl yapacak bunu?            '
Bizce, her Efendi beylik vasfına haizdir. Fakat bir­çok mataryalist mide beyleri efendilikten çok uzaktır­lar. Gidişatları itibariyle efendi de olamazlar. Zira efendilik Rasul-i Ekrem (s.a.v,) Efendimizin yolundan ayrılmayanlara has bir sıfattır... [60]

185_«İnsan Herşeyin Ölçüsüdür.»


Bazı kişiler «insan her şeyin ölçüsüdür» diyorlar. Halbuki insan aklı, aşılmaz duvarlarla sınırlıdır. Bu sahayı sonsuz zannederek, bakar kör olduğu halele alabildiğine koşmak helâka götürür.
Eğer itısan aklı, Allah (c.c.) ve kâinatla ilgili bü­tün bilgileri bilip halledecek olsaydı asırlarca devam eden bilgiler bir gün biterdi.
Kainattaki varlıklardan biri olan insanı da yara­tan Allah Ic.c.J'dür. Yapılmış 'bir sanatın asli mahi­yetini en iyi bilen onun sanatkârıdır, insan yapılmış, yaratılmış bir sanattır, sanatkâr değildir. Her ne ka­dar birşeyler yapıyor ve İnkâr edilmeyecek bir «sanat­kâr» tarafı var ise de bizzat kendisinin sanatkârı de­ğildir. Yaptığı şeyler de kendi sanatkârı tarafından bağışlanmış bir mevhibedir. Yaai insan yaratıcısına medyundur.                                                             
«İnsan herşeyia ölçüsüdür» diyenler, eserden mü­essire gidemiyen akılsızlardır. Bilgi, imân olmayınca zavallı ve mahcup kalmaya mahkumdur. Bunu bilmek için imân, en büyük ihtiyaçtır. Bu ihtiyacı gideremi-yenler her an yanılmaya mahkumdurlar... [61]

186 — «Herkes Kendi Fikrinin Dalkavuğudur.»


«Herkes kendi fikrinin çlalkavuğudur> sözü yan­lış bir teşhis, yanlış bir ifadedir. .
Zira, kendi fikirlerinin dalkavuğu olanlar başka­larının da dalkavuğu olmaya adaydırlar. İnsan fikir­lerinin dalkavukluğunu yapacağına inançlı savunu­cusu olmalıdır.
Müslümanlara yakışan da budur!...
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Hakim'de medlen buyuruyor ki:
«De ki: Allah'ım! Ey Mülkün sahibi, sen dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden mülkü alırsın. Dilediğini yükseltirsin, dilediğini alçal-tırsın, iyilik senin elindedir. Sen her şeye ka­dirsin.»                (Al-i Imran Sûresi,  Âyet.  26) [62]

187 — «Muhtaç Olduğun Kudret Damarlarındaki Asil Kanda Mevcuttur.» [63]


Cenab-ı   Hakk   Kur'an-ı   Hakimde      meâlen buyuruyor ki .-
-Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a-ve âhiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Hasû-lünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dinini din edinmeyen kimselerle, küçülüp bo­yun eğerek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar   savaşın.  (Tevbe   Sûresi.   Âyet.-  29) [64]

188__ »Yurtta Sulh Cihanda Sulh.» [65]

Bazı  «Atasözleîıi»Ne Dikkat!


Herkes eline, diline, beline sahip olmakla yüküm­lüdür. Çünkü her uzvun hesabını vereceğimiz bir gü­ne her an biraz daha yaklaşıyoruz. Elimizin tuttuğuna elimiz, gördüklerimize gözümüz, duyduklarımıza ku­laklarımız, konuştuklarımıza da dilimiz şahitlik ede­cek o mahşer gününde. Şeytani bir kıskacın içinde ol­duğumuz bir cemiyette herhalde daha çok dikkatli ol­mağa elimizdeki imkanları titiz kullanmağa mecbu­ruz.
Memleketimizde diyebiliriz ki, herkesçe bilinen ve zaman zaman da kullanılan, lâkin ifade ettikleri mânâ itibariyle İslâm! esas ve prensiplere aykırı bir takım «ata sözleri» vardır. Şüphesiz bu sözler bizim atalarımıza ait değildir. Emperyalist zalim kâfirler uydurdukları bir takım yalan, yanlış sözleri ataları­mıza isnat etmişlerdir. Atalarımıza yapılan bu iftira­ların mahiyetini düşünmeden, maalesef bu sözleri kul­lananlarımız  önemli bir yekun teşkil  etmekdedir.
Atalarımıza isnat edilen fakat şanlı atalarımızla ve itikadımızla bağdaşmıyan milletimizin inancına da ters düşen bu sözde «atasözlerinin yayımında dev­let öncülük etmektedir. T.C. Millî Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı'nm çıkardığı 1000 Temel eser serisinde yer alan iki ciltlik bir kitap var : «Türk atasözleri ve deyimleri.» [66] Aşağıya alacağımız «atasözü denilen gerçekte atalarımızla ilgisi olmıyan sözler bu kitap­lardan alınmıştır. M. Eğitim» kime niçin hizmet eder bilinsin istiyoruz.
Bu sözleri söyîiyenleri ikaz ettiğimiz zaman genel­de şu karşı soruya muhatap oluyoruz: «— Doğru de­ğil mi? İnsanlar böyle değil mi?.,, vs.» diyorlar. Evet, bugünkü müslümanîarm haline bakarak, bu uyduru­lup atalarımıza isnat edilen sözlerin bazılarında ger­çek payı olabilir. Meselâ: «Düşenin dostu olmaz; he­le bir düş de gör» sözü, düşkünlere yardım edilmeyen halkı müslüman bir memlekette doğru zannedile bilir, lâkin İslâm'ın ruhuna her zaman aykırıdır. Bu sözde Allah'ı dost saymamak vardır. Oysa Kur'an-ı Kerim­de «Allah mü'minlerin dostudur» mealinde birçok ayet-i kerime, vardır. Onun için bu uydurma sözler göz­den geçirilirken, söylenirken manâları bugünkü bazı müslümanîarm haline göre değil İslâm'ın ruhuna gö­re düşünülmelidir.
Şimdi düşmanlarımızın çeşitli konularda uydurup aramıza soktukları, bize.de bunlar sizin atalarınızın sözleridir, diye yutturdukları sözlerden bazılarına ör­nekler vereceğiz:
189  — «Altta kal&mn canı çıksın.»
190  — «Ben öldükten sonra taş taş üstünde kalmasın.»
191   — «Bana dokunmayan yılan 40 yıl yaşasın.»
192  — «Bana dokunmayan yılan 1000 yıl yaşasın.»
Terbiyesini Kur'an ve Sünnetten alan ecdadımız, harb meydanlarında canlarını teslim ederlerken bi­le kendilerine verilen suyu içmemiş ve yaralı kardeşlerine göndermişlerdir. Bu kahramanların bu gibi söz­leri söylemesi mümkün değildir. Atasözü diye bunları soyliyen herkes o ecdada iftira yapmış olur. Böyleleri mahşerde bunun hesabını verebilirse versinler baka­lım.
Zikrettiğimiz bu sözler insanı şahsi menfaatini düşünmeye sevk eder. Bunun da İslâm'da yeri yok­tur.
«Ar dünyası değil kâr dünyası.»
«Ar eden kâr etmez.»
«Nerede aş oraya yanaş,
Nerede aç oradan kaç.»
«Ak akçesi olanın bakma yüzünün karasına.»
«İsteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü kara.»
«El öpmekle ağız aşınmaz.»
«Kapıdan kovulursan bacadan girmeye çalış.»
Bu sözler insanı yüzsüzlüğe, hayâsızlığa, şerefsiz­liğe... sevk eder. Ar etmeyen şerefsiz olur. Eline de, di­line de, beline de sahip olamaz. Tam bir metaryalist olur. Onun ilâhı maddedir. Böylelerinde şahsiyet diye bir şey de yoktur.
«Erkeklik on ise dokuzu hiledir.» «Köprüden geçinceye kadar ayıya dayı derler.» «Köprüyü   geçinceye kadar gavura  «Hacı  ba­ba» demeli.»
«Çayı geçinceye kadar keçiye    Abdurrahman Çelebi derler.»
«Gavurun ekmeğini yiyen onun kılıcını sallar.»
«Yap bir hile, al bin akçe.»
«Sırtında yumurta küfesi yok ya, dönüver.»
Bu sözler insanı hilekârlığa, başkalarının hakkını gasbetmeye, etrafa zulmetmeğe sevkeden sözlerdir. Verdiği sözde durmamak menfaati için eğilip büzül­mek müslüman sıfatı değildir. Mürailik, münafıklık sıfatıdır. Müslüman, hiçbir zaman nokta kadar men­faat için virgül gibi eğilmez. İşte yukarıdaki sözler hilekârlığa, mürailiğe, sözünde durmamağa sevk ede­ceği için şaka yollu dahi olsa hiçbir müslümanca kul­lanılmamalıdır.
Dilini tutan başını kurtarır.>
208  — «Yiğitlik dokuzJur, sekizi kaçmak, biri hiç görünmemektir.»
Bu sözler de Hakk'ı gizlemeye, korkaklığa, pısırık­lığa sevk eder. Oysa Hadis-i Şeriflerde: «Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır» «Hakkı söylemiyen-lerin ağzına ateşten gem vurulacaktır» buyurulmakta-dır. Demek ki, bu atasözü denilen sözler de İslâm'a uygun değildir.
209  — «Ye-iç keyfine bak.»
210  — «Ne bilirim, ne gördüm. Buğdan iyisi yoktur.»
211  — «Rahat olmak isteyen sağır, kor, dilsiz olmalıdır.»
212  — «Gelen ağam, giden paşam, kimsenin işine karışmam.»
Bu sözler insanı nemelâzımcüığa, şahsiyetsizliğe sevk eden ifadelerdir. Bir müslümanın bu tür felsefe­lere kendini kaptırması düşünülemez. Bu sözler ata­sözü değil akrep zehiridir.
213  — «Körün yanına varırsan sen de bir gözünü kapa.»   .
214  — «Herkesin nabzına göre şerbet ver.»
215  — «Fukaranın baş ucunda oturmaktan zenginin ayağı ucunda ölmek yeğdir.»
216  — «Asile dokun geç, fakirden sakın geç.»
217  — «Eli boşa  «Ağa uyur»  derler, EH doluya   «Ağa buyur»  derler.»
Bu sözler de insanı dalkavukluğa, mürailiğe, mü­nafıklığa doğru sevk eder. Bunlar da atasözü değil akrep zehiridir.
213 — «Akçenin gittiğine bakma işin bittiğine bak.»
219  — «Akçenin yüzü sıcaktır.»
220  — «Para her kapıyı açar.»
221   — «Verince kırkı gider korku.»
222  — «Akçalı adamdan dağlar korkar.»
223  — «Zengin arabasını dağdan aşırır, fakir düz yol-
da şaşırır.»
Yukarıdaki atasözü olarak yutturulan ifadeler rüşvete teşvik eden sözlerdir. Atasözü diye ne tür if­tiralar atılıyor mübarek ecdadımıza. Bizi affet Ya Rab-bü...                                           
224  — «Haram, -helâl ver Allah'ım kulun durmaz yer Allah'ım.»
225  — «Yağmur yağarken küpünü doldurmaya bak.»
226  — «Devlet malı deniz, yemeyen domuz.»
227  — «Durdu durdu turnayı  gözünden vurdu.»
228  — «Ne sihir ne keramet, el çabukluğu marifet.»
229  — «Minareyi çalan kılıfını hazırlar.»
230  —  «Ali'nin külahını Veli'ye; VeK'nin külahını Ali'ye giydir.»
231  — «Düdük elin, yel Allah'ın; istediğin kadar öttür.»
Bu sözler de insanı harama, hırsızlığa, hakka te­cavüze,, fırsatçılığa, yalancılığa, düzenbazlığa, başka­larının sırtından geçinmeğe sevkeder. Bu tür sözlere «atasözü» diyebilmesi için insanın aslını inkar etme­si lâzım. Çünkü bu sözler bizim asliyemize ters ifade­lerdir. Hiçbir müslümanın ağzından şaka yollu dahi olsa bu tür ifadeler çıkmaz.
232  — «Para isteme benden buz gibi soğurum senden.»
233  — «Merhametten maraz doğar.»
234  — «İnsanoğluna iyilik   yarasa  koca  öküze  bıçak olmaz.»
235  — «İyiliğe iyilik olsaydı koca öküze bıçak olmazdı.»
236  — «Kime iyilik ettiysen kendini ondan sakın.»
237  — «Dost ile ahş-veriş etme.»
238  — «Hısım alraba ile alış-veriş etme.»
239  — «Parayı veren düdüğü çalar.»
240  — «Komşunun komşuya  tavuğu  kaz  görünüz.»
241  — «Komşunun kötüsü insanı mal sahibi yapar,»
Bu sözler de muhtaca yardım etmemeğe, iyilik yap­maktan uzaklaşmağa, komşu ve akrabadan ilgiyi kes­meğe, müslümanın derdini dert edinmemeğe sevk eder. Oysa Kur'an-ı Kerim'de birçok âyette ve birçok Hadis-i Şerifte bu sözlerin tam aksine emirler bulun­makta Rıza-i İlahinin ve Şefaat-İ Rasüîüllah'ın yuka­rıdaki ifadelerin, aksinin icrasına bağlanmış!']1. Ecda­dımız Kur'an-m  çizdiği  hayatın  hakimiyeti  için  cepheden cepheye koşmuş canını ve malım bu yolda kul­lanmıştır. Atasözü dîye yapılan iftiralara hiçbir müs-lüman âlet olmamalıdır. Zira bunda kul hakkı da var­dır.
242  — «Allah seni dünya boş kalmasın diye yaratmış.»
Bu sözü söyliyen, söylenildiğinde doğrudur diyen kişi kim olursa olsun kâfir olur. Bizim ecdadımız insan­lığı küfürden kurtarmak için cihad etmiştir. Nasıl olur da böyle bir söz böyle bir ecdada m al e dile bilir!
243  — «Arkamdaki gömleğe inancım kalmadı.»
244  — «Güvenme dostuna saman doldurur postuna.»
245  — «Babana bile güvenme.»
246  — «Kardeş kardeşin ne onduğunu ne de Öldüğünü ister.»
Yukarıdaki ifadeler Ayet ve hadislerden süzülen hayra delalet eden atalar sözü olmanın dışında mis-yonerlerce veya bilmiyerek uydurüîmuş, müslürrun-lan ifsad etme bakımından atom gücünde tahripçi sözlerdir. Onlar insanlar arasındaki güveni yıkmışlar insanlığı bozmuşlardır. Böyle ifadeler her zaman İs­lâm'ın ruhuna aykırıdır.
Her müslüman bu felsefenin yıkılması için kendi­ne düşen görevi yeriae getirmeye mecburdur. Naşı] mı? En basitinden çocuğa sana şunu alacam denilin­ce va'd edilen şey. mutlaka alınmalıdır, Aksi halde ço­cuğun kafasına yalan yerleşir. Güven kalmaz. Eu defa çocuğun kafasında «Babana bile güvenme" fel­sefesi bir inanç haline gelir. Bu vebalin hesabını öyle hareket edenler verebil irlerse versinler bakalım.
247  — «Alemde itibar zengin ile güzeledir.»
248  — «Güzele bakmak sevaptır.»
249  — «Güzelin talihi çirkin olur.»
250  — «Güzellik ondur, dokuzu dondur.»
251  — «İki gönül bir olursa samanlık seyran olur.»
Bu sözler insanı Allah'a itaatsizliğe, şekilciliğe, yaratılmışlara bahane bulmağa, zinaya... sevk edici ifadelerdir. Atasözü deyip ecdadımıza iftira edeme­yiz, iftira edenlere de müsade edemeyiz.
252  — «Kızı olan tez kocar.»
253  — «Kız doğuran tez kocar.»
254  — «Bahtım olsaydı anam kız doğururdu.»
255  — «Keşke anam benî doğurmasaydi.»
256  — «Karımın kurduğu başa, Ananynki dağa-taşa.»
257  — «Ana-baba ile yaşanılmaz.»
258  — «Karıdan korkmayan yanılır.»
259  — «Ana-baba ile iftihar olmaz.»
260  — «Eyüp Sultan'ı ziyaret eden yarım hacı olur.»
261— «Yarım hacı oldu.»
262  — «Can çıkmayınca huy çıkmaz.»
Huy: Alışkanlık, itiyat, mizaç, tabiat gibi mânâ­lara gelir.
Her kısan düzenli bir hayat yaşayabilmesi için İs­lâm'ın emir, prensip ve programına riâyet etmesi ge­rekir. Aksi halde ahlaken süflileşir, kendi yaşamına .göre huylar edinir. Bu huylar o kişiyi isyana sürükler.
Bazı kişiler için kötü huylu denir. Bazıları da, ne yapayım elimde değil ben de beğenmiyorum huyumu, derler. Bir kısımları da böyle alışmışım bırakamıyo­rum, diye dert yanarlar. Bunların hiçbirisi  İslâm'ın emir, prensip ve programına riâyet etmiyenlerdir. Hatta iyiye, doğruya, güzele yanaşmıyan kişilerdir. Böylelerinin huyuyla beraber her şeyleri de kötüdür. Huylarının değişmesi için canlarının çıkmasını bek-iiyen bu zalimler kendilerine ve çevrelerine yaptıkla­rı zulmün hesabını mahşer gününde nasıl verebilecek­ler bakalım.
Hasılı, «can çıkmayınca huy çıkmaz» sözü yanlış ve sakat bir tesbittir. İnsan, hangi prensiplere sanlır-sa, kimin gösterdiği yoldan giderse o doğrultuda huy-lar edilir. Şeytan ve askerlerinin emir ve prensipleri­ne göre yaşıyanlar şeytanca bir huya; İslâm'ın emir, prensip ve programına göre yaşıyanlar da meleki bir huya sahiptirler
Cenab-ı Hakk meâlen buyuruyor ki:
«İnsan ne söyler ve ne yaparsa onu göz-liyen ve dediklerini zabteden bir melek vardır.»
(Kaf Sûresi, Âyet.- 18) [67]

263_«Dilin Kemiği Yoktur.»


Çoğu kimseler ölçüp tartmadan söyledikleri hoş olmayan sözlerine kılıf uydurmak için
«— Ne yapalım, dilin kemiği yok>> derler. Uygun-uygunsuz konuşup dururlar. Evet, doğrudur : Dilin ke­miği yoktur; lâkin sorumluluğu vardır, Bu sorumlulu­ğun birgün mutlaka hesabı sorulacaktır.
İnsanımız yaptıklarından, yazdıklarından, konuş­tuklarından sorumluluk taşımaktadır. Ağızmdan çı­kan kelimelerde gerekli dikkat ve özen göstermiyor. Yanlış bir sözün bir kişiyi mahvedeceğini, bir aileyi yıkabileceğini, 'bir toplumu çökertebileceğim; imanı ve nikahı bozabileceğini düşünmüyor.
İnsan bilmeli ki, ağzımızdan çıkan her kelimenin ardında hazır bir gözcünün varlığı vardır; Kur'an-ı Âzim'in beyanı budur. (Kaf Sûresi, âyet: 18)
Rasûl-i  Ekrem   (s.a.v.)   şöyle buyurmuştur:
«İnsanlar üç kısımdır:
1 - Kârda olanlar: Allah'ı zikredenlerdir.
2 - Selâmette olanlar: Diline sahip olanlardır.
3 - Helake gidenler: Bâtıl ve boş sözlere dalan­lardır.
Mürminin lisanı, kalbinin ötesindedir. Birşey söyli-yeceği zaman, önce düşünür sonra konuşur. Bunun aksine münafığın kalbi dilinin ötesindedir ve düşün­meden söyler.»
Diline ehemmiyet veren, amellerinde salâha erer, İmam-ı Gazali'ye : «— Ölçülü konuşmanın fazileti ne­reden geliyor?» diye sormuşlar. O da şu cevabı ver­miş : «— Bunun sebebi hatâ, yalan, riya, nifak, batıla dalmsa, fuzuli konuşma, şerefe dokunma gibi lisan afetlerinden korunmak içindir. Bunun için ölçülü ko­nuşmanın fazileti büyüktür.»
Hasılı, «dilin kemiği yok» diye her ağzımıza ge­leni söyleyemeyiz. Sözlerimizdeki sorumluluğu unut­mamalıyız. Dilin kemiği yoktur, lâkin, konuştuklar ı-mızın sorumluluğu vardır. Bu sorumluluğa inananla­rın konuştukları hak sözlerdir. Allah ve Rasûlünün razı oldukları kimselerde, işte bu mü'minlerdir.
Cenâb-ı^Jiakh   meâlen  buyuruyor  ki .-#   «...Müminlerin Allah'tan başka ne dost­ları,  ne de ar'acıları yoktur.»
(En'am Sûresi, Âyet: 51) [68]

264_ «Düşenin Dostu Olmaz.»


«Düşenin dostu olmaz» sözü M.E. B.nm çıkardığı «Türk atasözleri ve Devimleri» adlı Mtabm C/l, 153'-üncü sahifesinde «atasözü» olarak zikredilmiş. Bu sö­zün Müslüman Türk'ün sözü olduğuna kesinlikle ıslan­mıyoruz. Zira, ecdadımız bin yıllık tarihi ile İslâm'a en büyük hizmeti yaparak tarihin en şanlı ünvaoını al­mıştır.
Niye bu sözü atalarımıza malediyoruz? Çünkü bu sözde, Allah'ı dost kabul etmemek gibi bir çirkin­lik vardır. Müslümanm bulunduğu durum peresi olur­sa olsun o, imtihanda olmanın şuurundadır. Her anın­da en büyük dost olarak Hz. Allah'ı görür ve bilir. Atalarımızın «Ağaca yaslanma kurur, insana yaslan­ma ölür, Allah'a dayan (dost edin, güven...) çünkü O Baki'dir.» sözü hakiki dostun Allah Cc.c.) olduğunu telkin eder.
Dostun zıddı düşmandır. Müslümanm en büyük düşmanı şeytan, onun takip ettiği bâtıl yol ve ahmak askerleridir. Düşmanı şeytan olanın dostu Allah'tır, Onun inanılmasını emrettiği Tevhid Akidesidir, ya­şanmasını emrettiği, İSLÂM'dir.
Müslüman «Düşünen dostu olmaz» safsatasiyla Allah'ı devreden çıkarmak isteyenlerin oyununa gel­memeli, en yüce dost Allah'tan kopmamalıdır.
Cenab-ı  Hakk  Kufan-ı  Hakim'de     meâlen buyuruyor ki.-    ,
«Şüphesiz Allah  güzel     davrananların, iyilik edenlerin, ecrini zayi etmez.»
(Tevbe Sûresi, Âyet) 120, Hud Sûresi Âyet: 115, Yusuf Sûresi Âyet . 90) [69]

265 — «İyilik Ettiğin Kimsenin Kötülüğünden Sakın.»


Halk arasında öyle sözler dolaşır ki, bu sözlerin çoğunun inancımızla zıddığı vardır. Bunlar, kim -tara­fından niçin söylenmiş, halk arasında nasıl yaygın­laşmış bunu iyi tesbit etmek lâzım. Halkın ağzında dolaşan bu sözlerin öbür ucunda şüphesiz ki yahudi kurnazlığı vardır.
Halkın arasına nefret tohumu olarak' atılmış, san­ki halk bunları benimsemiş gibi sonucunu düşünme­den konuşup duruyor. Bu sözlerden bazılarını biz tes-foit ettik. Tesbit edebildiklerimiz şunlardır:
«Babana bile güvenme».
«Düşene bir tekme de sen vur.»
«Kime iyilik edersen ondan kötülük bulursun.»
«Vur kafasına canlandırma.»
«Göz açtırma.»
Bunlar ve bunlara benzer sözlerin inancımızla ke­sinlikle irtibatı yoktur. Bu sözleri söyliyenler ve muk-. tezasmca hareket edenler mahşerdeki hesaplaşmada verecekleri hesabı düşünsünler.
Bazıları da, başlık olarak zikrettiğimiz sözün ha-ciis olduğunu 'bile söylüyorlar. İslâmî kaynaklarda böyle bir hadisin olmadığı zikredilmektedir. Meselâ bunlardan birim zikredelim :
Mevzûat-ı Aliyyü'1-Kari (C/l Sh: 33) de: «İyilik ettiğin kimsenin kötülüğünden sakın» mealinde bir hadisin mevcut olmadığı belirtilmiştir. Ancak, bu eserde bu sözün bir darb-ı mesel olabileceğine işaret edilmiştir. Hz. Âli (r.a.)'nin: «Kerem sahibi kimselere saygı gösterildiği vakit yumuşar ve tevazu gösterir­ler, fakat düşük kaliteli olanlar taltif edildikleri vakit katılaşır ve böbürlenirler.» sözü meselenin en güzel ve ifâde tarzıdır. . [70]

270 — «Çok Yaşayan  Değil Çok Gezen Bilir.»


Çok yaşayan ile çok gezeni kıyas etmek faydasız­dır. Sıhhatli neticeye götürücü değildir. Zira asıl so­run ne çok gezmek ne de çok yaşamaktır. Asıl mese­le gereken «şey»i bulmaktır.
Hakk'ı bilmedikten sonra ne çok gezen ne de çok yaşayanın «bildim» demesinin hiçbir değeri yoktur. Mesele, neyin nereden geldiğini ve nereye gideceğini bilebilmek, bulabilmektir.
Allah'ı ve İslâm.ile emrettiklerini bilmeyen ta­nımayan kişilerin dünyayı defalarca dolaş malarının, aya, yıldızlara, kurre-i arzın en ücra köşelerine defa­larca gitmelerinin ne mânâsı vardır. Derler ki, «Eşek Kabe'ye taş taşımakla hacı olmaz». Bunun gibi geze­nin de Hakk'a yapışmadığı müddetçe bilebileceği, bu­labileceği hiçbir şey olmaz. Asıl mesele Hakk'ı bilmek ve bulmaktır... [71]

 

271 — «Battı Balık Yan Gider.»


Hayat tarzları bozuk, gidişatları dine-imâna, ipe-sapa gelir tarafı olmayanlar bu yanlışlıklarım güya haklılaştırmak için «Battı balık yan gider", «Borç bi­ni aşınca bal-börek yenir»; «İp inceldiği yerden kop­sun...» gibi sözler söylerler. Tabiatıyla bu tür davra­nış ve ifadelerin haklılık tarafı yoktur; olması da müm­kün değildir.
Bir müslümandan bu tür söz ve davranışların zu­hur etmesi de düşünülemez. Bu sözler basit, hiçbir değeri olmıyan kişiliksizlerden sadır olabilir, Çünkü aklını imânının emrinde kullanan insan hayatının yanlış yönünü sezdiği anda onu hemen düzeltme ci­hetine gider. Kesinlikle bu yanlışlığı haklılaştırma ça­basına saplanmaz. Bir misal verelim : Müslümana iç­ki içmek kesinlikle haramdır. Serhoşluk veren içkile­rin azının dahi haramlığım inkar etmek insanı dinden çıkarır. Haramhğını bile bile içmek insanı günaha so­kar fakat imândan çıkmağa sebep değildir.
Günahlığmı bile bile içki içen kişiye niçin içtiği sorulduğunda aklı sıra kendinin yanlışlığını haklı çı­karmak için mazeretler sıralar: «İşlerim bozuldu, ar­kadaşla kavga ettik, hanımla aramız açıldı, oğlumla atıştık, kızım sözümü dinlemiyor, senetler, puretesto oldu...» vs. İşte bu insan yanlışlığını haklılaştırma ba­taklığına düşmüş aklını imânının emrinde kullanamayan kişidir. Müslümandır lâkin İslâm'ın hedeflediği kemale erememiştir. Eğer bu insan İslâm'ın nimetle­rinden faydalanmayı bilseydi yani aklını .imânın em-rinde kullanabilseydi yanlışlıklarım Allah'ın kendine işaret buyurduğu büyük, geniş bol şeriafın gösterdi­ği çareler içinde hallederdi. Çünkü müslüman hayatı­nın her safhasında kâfirlerden daha geniş bir ufka sahiptir; tabi İslâm'dan faydalanabildiği nisbette.
Hasılı, «Battı balık yası gider», «İp inceldiği yer­den kopsun», «Borç teini aşınca bal-börek yenir» ifa­deleri hiçbir dayanağı olmıyan bâtıl birer sözdür. Ha­yatlarının yanlış yönünü hakhlaştırmak çapasma sap­lanmışların kullandıkları bu sözler aklını imânının emrinde kullanan hiçbir mü'minden sadır olmaz, ol­ması  da  mümkün değildir. [72]

272_ Borç Bini Aşınca Bal-Börek Yenir.»


Hiçbir müslümanın söyleyemeyeceği ve tevessül edemiyeceği ifadelerden biri de «Borç bini aşınca bal-börek yenir» felsefesidir. Bu sözü olsa olsa İslâm dışı hayat tarzını benimseyenlerin ve hayatlarının yanlış yönünü haklılaştırma çabasına saplananlar sarf eder­ler.
İslâm'da yardımlaşma esastır. İslâm akidesinin kaîblerde kuvvetleştiriîmeşinin yollarından biri de ay­nı inanca sahip olanların Allah rızası için yardımlaş­malarıdır. Karz-ı hasen müessesesi dinimizin koyduğu güzelliklerden biridir. Burada doğruluk esastır. Müs­lümanın tarifinde doğruluk vardır. Müslüman, dos­doğru olan, dosdoğru davranan, dosdoğru inanan, sa­pıklıklardan ve sakatlıklardan uzak hak ve bâtılı bi-rıbirinden ayıran kişinin adıdır.
Kardeşinin yardımını suistimal eden, aldığı bor­cunu zamanında ödemiyen, itimadları sömüren, iyi niyetlerin davranışlarını iğfal eden kişiler bu ümme­tin en şerirlileridir. Böylelerinin hiçbir kimseye fayda­ları yoktur, İfsat edicidirler. Yardımlaşmayı önlerler. Bunlar ya ya'hudidirler veya yahudi uşağı şerefsizler­dir. Yahudinin İslâm'daki Karz-ı hazen müessesini yık­mak için ortaya attıkları «babana dahî güvenme» ze-hiri îböyle yahudi uşakları tarafından tutturulmuştur.
Konumuzla ilgili şöyle bir kıssa anlatılır:
Adamın biri atıyla bir beldeden başka beldeye gi­derken yolda müşküath gördüğü birisini atının arka­sına bindirir. Yolda bir müddet gittikten sonra atın sahibi yolda aldığı arkadaşına:
—  Ben aftan ineyim. İdrarımı atmam lâzım. Bir kaç dakika sen de 'bekliyeceksin, der. Arkadaşı:
—  Olur tabii, der,
Atın sahibi iner. İdrarını atmak içki taşın arka­sına geçer. Sıkışıklığını gidermeye başlar. Tam bu sı­ra yoldan aldığı adam atı mahmuzliyarak süratle ora­dan ayrılır. At'ın sahibi yoldan, acıyarak aldığı ve atı mahnauzlıyarak kaçan adamın arkasından şöyle ba­ğırır :
—  Ey adam! Beni burada bırakıp nereye gidiyor­sun? At'ımı  götürdüğün bir şey değil.    Bütün iyilik duygularımı da alıp götürüyorsun.    Korkarım gayri kimseye iyilik de yapamam.
Gerçekten de dinin icaplarım yerine getiren in­sanların iyilik duygularını körelten «Borç bini aşınca bal-börek yenir» felsefesiyle hareket eden yahudi uşak­ları cemiyeti cife yığını haline getirmişlerdir. Şüphe­siz ki, bu, İslâm'ı insanımızdan soyup atmak isteyen­lerin marifetidir. Yetiştirdikleri nesil bu kepazelerin rezaletlerini de aşmış olduğundan şimdi onlarla başa çıkamıyorlar.
Hasılı, «Borç bini aşınca bal-börek yenir» ifadesi müsîümanların ağısından çıkması düşünülemez. Bu sözü Yahudi, cemiyette itimatsızlık doğurmak ve yar­dımlaşmayı önlemek için uydurmuştur. Bu ifadeyi fel­sefe haline getirenler ancak yahudi uşaklarıdır.. [73].

273 — «Cer Hocası Gibi.»


Kefere-i fecere dini ve dini inancı yıkmak için di­ne hizmet edenleri gözden düşürme yoluna gitmişler­dir. Milletin hocasını çenber sakallı, koca karınlı, kir­li yakalı... çizgiler çizerek, hayvanlar gibi doymak bümiyen ağızla yiyen kişiler olarak tanıtmışlardır. Te­levizyon ekranı bunun için kullanılmıştır. Gazeteler bunun için çıkarılmıştır. Tiyatrolar bunun için perde­lerini açmıştır. Lâiklik baykuşları bunun için ötmüş-tür. Bunun için kitaplar çıkarılmıştır. Hedef İslâm'ı ve inananları alt etmektir.
Müslümanm dinine hocasına açılan savaşta taar­ruzlar yapılırken papazlar, kardinaller, rahipler, ra­hibeler hep alkışlanmıştır. Milâdi yılj>aşı gecelerinde televizyon ekranlarında hoca kılığına sokulan peze-venglere iğrenç roller yaptırılırken oynatılan filimler-de papazlar huzur perisi olarak takdim edilmiştir. Müslüman kadının örtüsüne sokulan fahişeler o örtü içinde işveleşirken rahibeler ab-ı hayat dağıtıcısı ola­rak tanıtılmıştır.
Bugün müslüman sindirilmi| İslâm unutturulmuş ise işte işe buradan başlanmış bu usullerden hareketle mesafe katedilmiştir. Devlet organları ve imkânları bunun için kullanılmıştır. Bunlardan birini örnek ver­mekle yetineceğim.
Milli Eğitim Bakanhğı'nm 1000 Temel Eser adıyla yayınladığı iki ciltlik ve serinin 47-48 nosuyla yaymiadığı «Türk Atasözleri ve Deyimleri" adlı eserde müs-lüraanın hocasına yapılmadık iftira bırakUznamakta­dır. Başlık yaptığımız «Cer hocası...» yakıştırması da bunlardan biridir. Müslümanıa hocasının sözünün ge­çersizliğim sağlamak için onu diienci  tanıtmışlardır. Devletin imkânını dine, dine hizmet edene kara çalarak kullananların bu  karasını  şereften  nasipsiz yüzlerine elimizin tersi ile vurarak bunların kirli bez­lerini  ibret  olsun  için   önünüze  seriyoruz.   Yukarıda zikrettiğimiz  kitaplarda  atalarımıza   da  iftira  yapıl­maktadır. Bizim atalarımız dinine ve hocasına bağlı mübarek insanlardı.  Atalarını maymun kabul eden­lerin ata kabul ettikleri maymunlar yaptıkları hokka­bazlıklarla  onlara böyle ilham ettiği izlenimini veri­yor bize.
Bahsi geçen kitapta hocalar için şu cümlelerle atasözü şemsiyesinin altına sokularak kin kusuinıak-tadır :
- «Cer hocası gibi...»
«Hocanm yap dediğini yap, yaptığını yapma.» «Evi deiik ile baca, milleti hacı ile hoca yıkar»
«Hocalar ele  verir talkımı  kendi yutar salkı­mı.»
«Hocanın bir eli almağa bir eli yemeğe...» «Hocanın ekmeği, yılanın ayağı görülmez.» «Hocaya:
—  Al hoca, demişler.
—  Ver hoca, dememişler.» «İmam ile geçinen açlıkla ölür.»
«rmam suyu...» (Haram içkiler kastedilerek.) «imam bayıldı.»
«İmam tahtası.»  (Teneşir tahtası kastedilerek.) «imam kayığı.»   (Tabut kastedilerek.)
285  — «Leş  kargaları.»      (Cenaze  yıkamağı kastederek.)
286  —- «Hoca takımının kabrine fatiha okunmaz.»
287  — «İmama hak değsinde kim ölürse ölsün.»
288  — «Hocaya sormuşlar:
—  Almak ile nasılsın?
—  Laçin gibi, demiş {Laçin: Şahin kuşudur.)
—  Vermek ile nasılsın? demişler.
—  Başka lâf yok mu? demiş.»
289  — «Çocuğumu hafız yapayım da leşci mi olsun?»
...Ve daha nice sözler. Müslümanm hocasını bu kılıklara sokmuşlardır işte. Cenazeyi teçhiz ve tekfin edenlere leşci sıfatını yak ıştırını şiardır. Müslümanm cesedi leş değildir ki. Biz onu gelin gibi süsler, beyaz gelinliğini giydirir ahiret yolculuğuna öyle tevdi ede­riz. Bu sözleri söyliyen kâfirlerin vücutları ve ölüleri leştir. O leşleri kim kaldıracak bakalım.
Hasılı, «Cer hocası gibi» ve zikrettiğim diğer söz­leri, kefere-i fecere müslümanları yıkmak için uydur­muştur. Önce müslümanm hocası gözlerden düşürül­müş sonra hedefleri olan dini yıkmak gayretini sür­dürmüşlerdir. Müslümanlar bu konuda da çok uyanık olmak zorundadırlar. Kafirlerin uydurmalarını biz ke­sinlikle reddediyor, yüzlerinin karalarını yüzlerine çarpıyoruz.                                                        :
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Hakim'de meâlen buyuruyor ki:
 «Dini yalanlayan (adam)ı gördün mü? İşte o, öksüzü iter-kakar. Yoksulu doyurmağa önayak olmaz. En ufak bir yardımı esirger.»
(Maun Sûresi, Âyet.- 1, 2, 3, 7.) [74]

290_«Altta Kalanın Canı Çıksın.»


Devletin dini olmamasına rağmen Türkiye'de hal­kımız müslümandır. Lailahe illallah Muhammedür Rasûlülîah diyen bu kısanlar maalesef İslâm kültü­ründen mahrum oluşlarından dolayı müslümanca ta­vırdan da uzak bir hayat yaşıyor. Dikkat edilirse, or­ganların fiilleriyle dilin söylediklerinin % 95'inden faz­lası Islâmî ölçülere uymamaktadır. Buna sebep, ülke­miz insanlarının körü körüne batı ta.klidcisi yapılma­ları öz kültüründen koparılmalarıdır.
Toplumlar kendi kültürleriyle yaşarlar. Kültürün­den koparılan toplumun insanlarına kölelik tasması takılmış demektir, Bu insanlar istemeseler de kölelik hukukuna tabi olacaklardır. Çünkü kabullendikleri hayat tarzı bunu gerektiriyor.
Hür olan insanlar Allah'a teslim olanlardır. O'-nun nizamıyla yaşı yanlardır... O'nun hükümlerine ta­bi olanlardır. Hürriyet budur işte. Gerisi göz boya­mak, adiliği kabul etmektir.
Şunu demek istiyoruz: Bizim toplumumuzda öyle sözler ve öyle deyimleştirilmiş ifadeler var ki, hergün yüzlerce defa söylenilen bu ifadeler İslâm ile katiy-yen bağdaşmaz. Meselâ, diyor ki: «Altta kalanın ca-.nı çıksm.« Ne demek bu? Yani «ezilen ezilsin. Hasta olan gebersin. Deli olan sürünsün. Borçlu olan çile çeksin, iflas eden kaybolsun 'gitsin' Sakın kimseye yardımcı olma. Vur bir tekme de sen, yuvarlansın gitsin...» demek isteniyor. Böyle bir tavrın ve bu ifa­delerin İslâm'da yeri yoktur. Bir müslümanda böyle bir davranış mümkün değil tutunma şansını bulamaz.
Peygamber  (s.a.v.)  Efendimiz:
«Batıda bir müslümanm ayağına diken batar da doğudaki müslüman bundan dolayı kalbinde bir ra­hatsızlık duymazsa o kâmil bir mü'min değildir.» bu­yurmaktadır. Müslüman kardeşinin derdiyle dertlen­mek, onun sevinciyle sevinçlenmek mü'minliğimizin gereklerindendir.
«Mü'minler, biri birlerinin kardeşleridir.» (Hu-curat S.A: 10İ Oıun için her biri diğerinin üzüntülü anlarnıda üzüntü; acılı anlarında da acı duyar. Bir hadis-i şerifte Efendimiz   (s.a.v.)  buyuruyorlar ki:
«Mü'minler, biribirini sevmekte, biribirine acı­makta ve şefkat göstermekte, bir vücud gibidirler. O vücudun herhangi bir azası rahatsız olursa diğer aza­lar da onunla beraber ızdırap duyarlar.» (Buharı: 8/ 12)                                               
Peygamberimiz bu sözleri ile insanların biribirle-rini düşünmelerini, biri birlerinin dertleri ile dertlen­melerini zaruri bir vazife saymış ve bizzat kendisi de bunları uygulamıştır. Zira O (s.a.v.); Allah'ın en sev­gili kulu, peygamberlerin en yücesi ve kurmuş oldu­ğu İslâm  Devleti'nin reisi olduğu halde, Arap Yarırnadası'nda henüz karnını doyuramıyan ve yoksulluk içinde kıvrananların bulunduğunu bildiği için, çoğu zaman aç gederdi. Ayrıca insanlığın ahiretteki mut­luluğunu gölgeliyecek hadiseleri gördükçe üzülür ve insanların hidâyeti ve günahlarının mağfireti için dua ve istiğfar ederdi.
Dinimiz, müslümanların birikirinin acısını .pay­laşmayı bir dostluk ve kardeşlik vazifesi olarak ka­bul etmiştir.
Kardeşlik ve dostluğa son derece önem veren di­nimiz, bir kimsenin kötülük işlemesine mani olmayı ve onun iyiliğe yöneltmeyi kardeşlik ve dostluğun bir ge­reği kabul eder. Nitekim Efendim (s.a.v.) bir ara et­rafındakilere :
—  «Zalim de olsa mazlum da olsa dostuna yardım et.» buyurdu.
Bunun üzerine yanmdakilerden biri:
—  «Ya Rasûlüllah! Mazlum olunca yardım ederim amma, zalime nasıl yardim edebilirim?» deyince, Efen­dimiz buyurdu ki:
—  «Zalimin de zulmüne mani olursun ki, işte bu da ona yardımdır.»   (Buharı, İkrah: 7)
Bu Hadis-i Şerif, dostumuz ve kardeşimiz dahi ol­sa kötülük işleyene karşı kayıtsız kalmamayı emret­mektedir. Ancak bu mesuliyet şuuru zamanımızda İs­lâm kültüründen mahrum olunduğu için oldukça za­yıflamış bulunuyor. İşte bu yüzden cemiyetimiz bu sorumsuzluğun ortaya çıkardığı bunalımları sık sık yaşamaktadır.
Hasılı, «Altta kalanın canı çıksın...» vs. gibi ifa­deler müslümanların arasına kültür istilasıyla sokul­muş tahrip gücü yüksek bombalar    mesabesindedir.
Ne yazık ki, cemiyetimizi de tahrip etmiştir. Bugün milyonlarca insan «Altta kalanın canı çıksın» tekelle-mesine iman etmiş buna göre amel etmektedirler. Ya müslümanlar? Müslümanların görevi müslümanca bir hayat tarzına sahip olmaktır. Müslümanca hayat tarzında «Altta kalanın canı çıksın»' gibi ifadelerin barınma şansı yoktur.
Cenab~ı Hakk Kur'an-ı Hakim'inde    meâlen buyuruyor ki .
#    «...De  ki:    Evlerinizde dahi olsaydınız, yine üzerinize öldürülmesi yazılmış olanlar, mut-laha  vurulup   yatacakları   yeri  boylardı,   Allah göğüslerinizde kini    denemek,    kalblerinizdekini açığa çıkarmak için bunları başınıza getirdi. Al­lah göğüslerin içinde olanı bilir.»
(Al-i îmran Sûresi, Âyet 154)
#    «£y imân edenler, siz inkâr edenler ve .    yeryüzünde sefere, ya da savaşa çıkan kardeşle­ri için-: Eğer bizim yanımızda olsalardı Ölmez­lerdi ve vurulmazdı, diyenler gibi olmayın bir hasret (yarası) olarak koydu. Yaşatan da öldüren de Allah'tır. Allah yaptıklarınızı görmekte­dir.^                    (Al-i îmran Sûresi, Âyet:  156)
#    «(Savaştan geri kalıp) oturarak, kardeş­leri için, bizim sözümüzü tutsalardı, öldürülmez-lerdi, diyenlere söyle: Eğer doğru iseniz, o hal­de ölümü kendinizden savın.»
(Al-i îmran Sûresi, Âyet.-168) [75]

291_«Gitmeseydi Ölmiyecekti.»


Sistemler, kendi kültürleriyle yaşarlar. Bir siste­min başka bir sistemin kültürüyle varlığını sürdürme­si mümkün değildir. Ülkemizde kapitalist - materya­list sistem hakimdir. îstatistik rakamlara göre halkımızın % 95'i nıüslümanlığını nüfus kağıtlarına kay­dettirdikleri «İslâm» kelimesi ile isbat etmektedirler.
Herkes biliyor ki, ülkemizde ve ülkemizin insan­ları üzerinde inkarcı batı kültürü hakimdir. İnsanlar, tesirleri altında kaldıkları kültürlere göre şekillenir­ler. Hayat tarzları da bu doğrultudadır. Her ne kadar insanımız «müslümanım» diyorsa da, genelde müslü-man olmıyanlar bir tarafa müslümanım diyenlerin hayatlarında İslâm'dan hiçbir eser yoktur. Adı müs-lüman akidesi gayr-i müslim olanların sayıları tahmin edilenlerin çok çok üstündedir. Çünkü aldığı kültür onu öyle şekillendirmiştir.
Ülkemizde sistem olarak İslâm yok ki, İslâm kül­türü olsun. Bizde İslâmî hayat tarzına ve İslâm kül­türüne hayat hakki tanınmıyor. Oysa bizim öz kültü­rümüz İslâmî olan kültürdür. Bizi bundan kopardılar. Yaşamak bir yana düşünmek bile suç sayılıyor ka­nunlarda. İşte 163'üncü maddenin varlığının sebebi budur.
Her ne kadar insanımız müslümanım diyorsa da bu iddia sahiplerinin tamamına yakınının itikadı, ame­li, fiili, sözü ve kafa yapısının İslam ile pek ilgisi yok­tur. Buna sebep İslâm kültüründen kopmuş olmaktır. Yazımıza başlık yaptığımız «Gitmeseydi ölmiyecekti» sözü yukarıdan beri ifade etmeğe çalıştıklarımıza bir delildir.
Ülkemiz insanının çoğu itikadi hatalar içindedir. Bir kâfirin veya bir münafığın düşündüğü gibi düşün­mektedir. Bir misal verelim: Öiyelim ki, biri Bolu'dan 'İstanbul'a gidecek. Gidiyor. Fakat yolda trafik kazası geçiriyor ve ölüyor. Tanıyanları ve yakınları diyorlar ki: «Gitmeseydi ölmiyecekti.» Ne demek ölmiyecekti? Dikkatinizi çekiyorum. Bu sözü «müslümanım» diyen­ler söylüyor. Bu ifadeler itikadi bozukluğun ürünüdür.
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Hakiminde «gitmeseydi öl­miyecekti», «yemeseydi ölmiyecekti», «binmeseydi öl-miyecekti», «hastalanmasaydı Ölmiyecekti», «kaza ge-çirmeseydî ölmiyecekti»... vs. inanç ve ifadelerin ta­mamen yanlış olduğunu zikrediyor. Buyuruyor ki: «Evlerinizde dahi olsaydınız (yataklarınızda keyfema-yeşa yatsaydınız) yine de ölme anı takdir edilenler o-an gelince nerede ve ne hâl üzere olurlarsa olsunlar mutlaka ölürler.» (AH İmran S. A.: 154) «Yaşatan da öldüren de Allah'tır. Ey imân edenler! Sizler kâfirler ve münafıklar gibi olmayın. Onlar «Bizim yanımızda olsalardı, (sözümüzü tutsalardı, gitmeselerdi, binme-selerdi, tutmasalardı, yutmasalardı, yapmasalardı.) ölmezlerdi,» derler.» (Al-i İmran S. A. : 156) «Böyle söyliyenlere söyleyin: Eğer doğru iseniz, o halde ölü­mü kendinizden savın bakalım.» (Al-i İmran S. A. : 168)
Meallerini zikrettiğimiz âyetlerden de anlaşılıyor ki «gitmeseydi ölmiyecekti».,. vs. gibi inanç ve ifade­ler müsîümanlara ait değildir, Müslümanlar bu tür ifadelerden şiddetle kaçınmak zorundadırlar. Çünkü biz inanıyoruz ki, her davranış ve ağzımızdan çıkan her sözden dolayı Cenab-ı Hakk'a hesap vereceğiz. Ve­receğimiz hesabın hesabını bu dünyada yapmak mü­kellefiyet indeyiz. Sözlerimizin neticesini düşünmek zo­rundayız. Biz, münafıklar gibi, diğer kâfirler gibi key-femayeşa sorumsuzca ileri-geri konuşamayız.
Halk arasında «Ecel-i kaza-ecel-i müsemma» kai­desinin yanlış anlaşılması da insanımızı yanlış ifa­de ve inanışlara sevk ediyor." Bazı insanlar «ecel-i ka­za» denilince, meydana gelen bir olay neticesinde ölen kişinin takdir edilen ölümünden bu olay sebebiyle ön­ce öldüğünü zannediyorlar. Bu yanlışlık başka hata­lara götürüyor insanı.
«Ecel-i kaza-ecel-i müsemma» kaidesinin izahı şu­dur :
Ecel-i müsemma, Allah'ın canlı için tayın ettiği Ölüm anıdır. Ecel-İ kaza da bu tayin edilen ecelin vu­ku bulması meydana gelmesidir. Yoksa, «adam düştü de öldü; düşmeseydi ölmiyecekti» demek değildir. Ha­yır, adam düştü de öldü değil; öldü de düştü; doğru olan ifade tarzı budur. Bazıları- zannediyorlar ki, ara­ba çarpıştı, kaza oldu adam öldü. Eğer bu çarpışma olayı olmasaydı plmiyecekü diyor. Ehli sünnet inan­cına ters bir anlayıştır bu. Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Ha-kim'de meâlen buyuruyor ki :
«Her ümmet için takdir edilen bir ecel vardır. Müddetleri gelince bir an geri kalmazlar ve öne de geçmezler,» [76]
«Allah'ın izni olmadıkça, hiçbir kimseye ölmek yoktur. Ölüm, zamanı Allah'ın indinde kararlaşmış bir yazıdır.»[77]
«Hiçbir ümmet ecelini öne alamaz ve geriletemez.» [78]
Demek ki, iki arabanın çarpışması, adamın git­mesi, falancanın gitmesi birer olaydır. Kaza ise Al­lah'ın takdir ettiği şeyin meydana gelmesidir, Yan; olayın cereyanıdır, Bunun için «gitmeseydi ölmiyecek­ti», «düşmeseydi ölmiyecekti»... vs. gibi sözlerin hiç­bir dayanağı yoktur. Çünkü hüküm sadece ve sadece alemlerin Ftabb'i olan Allah'ındır. O'nun izni olmadan hiçbir şey olmaz, olması da düşünülemez... Biz müs-lümanlar böyle inanırız...
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Hakim'de meâlen buyuruyor ki:
-İffetli müslüman kadınlara zina iftira edenler, sonra (bunu isbat için) dört şahit ge-tiremiyenler (var ya) işte bunlara 80 değnek' vurun. (Hiçbir şey hakkında) bunların şahitlik­lerini ebediyyen kabul etmeyin. Bunlar, asıl fa-sıklardır.»                         (Nur Sûresi, Âyet; 4)
0 «Zinadan haberi bulunmayan iffetli mü­min kadınlara, zina isnat edenler, dünya ve ahirette lanete uğramışlardır. Onlara büyük bir azab vardır.»
• -Kıyamet gününde (iftiracıların) aleyh­lerinde olarak dilleri, elleri ve ayakları bütün yaptıklarına şahitlik edecektir.»
•    «Müminler için kötü  sözlerin yayılma­zsım arzu edenler için, muhakkak, dünya ve ahi­rette acıklı bir azab vardır.  (Kötülüğü yaymak isteyenleri)  siz bilmediğiniz halde Allah  bilir.»
O «Ö gün Altah, onlara, cezalarını adalet­le tastamam verecek ve Allah'ın aşikâr, hak ol­duğunu bileceklerdir.»
(Nur Sûresi, Âyet . 23, 24, 19, 25) [79]

292 — «Orosbu Çocuğu.»


İslâmî yaşantıdan uzak toplumlara cahili toplum­lar denir. Cahili toplumlarda yaşıyan insanların geneünde, bilir-bümez konuşmak, helâl-haram tanımamak, ipe-sapa gelmez davranışlarda bulunmak, hak-hukuk tanımamak, başkalarının namus, şeref ve haysiyet­leriyle oynamak gibi iğrençlikler alabildiğine yaygın­dır.
Bizim toplumumuzdaki bu olumsuzlukların sebe­bi şudur : Bizim yaşadığımız topraklarda bir zamanlar İslâm yaşanıyordu. Ancak, insanlarımızı zaman için­de vurdumduymazlık hastalığı yakaladı. Çok sürme­di toplumumuzu, emperyalist neidüğü belirsiz batı kültürü istilâ, etti. Temeli olmıyaa ve girdiği toplum­ları ifsad eden bu batı kültürü, bizim toplumumuzu da ifsad etti. Nesilleri bozdu. Ar-haya tanımaz, helâl-haram ayırt etmez, hak-hukuk bilmez insanların tü­remesine sebep oldu.
Bakıyorsunuz toplumumuzda insanlar hiçbir öl­çü tanımadan ağızlarına ne gelirse konuşuyor, canla­rı nasıl isterse istedikleri davranışta bulunabiliyorlar. Buna sebep de insanımızın «Ben müslümamm» deme­sine rağmen dinini bilmemesi ve tanımamasıdır. Hep batı kültürünün etkisi altında kalmasıdır. Mevcut eği­tim sisteminin, basin-yaym organlarının genelinin, oluşturulan kamu oyunun telkini insanımızı maalesef bozmuştur.  İnsanlar erezyon haline gelmiştir.
Konumuza başlık yaptığımız cümle dikkatimizi, çekip sizi irktiğini zannediyorum. Hem de bu sözü, yaşadığınız cemiyette çok duymanıza rağmen. Hergün yüzlercesine şahid olmuyor musunuz? Belki de zaman zaman hiç düşünmeden sizlerden de söyleyenleriniz var. Nasıl mı?    .    -
Dolmuşa biniyorsunuz. Önünüzden giden aracın, şoförü bir hata yapıyor, Sizin bindiğiniz vasıtanın şo­förü hemen vuruyor damgayı: «Orosbu çocuğu» di­yor. Biri diğerine herhangi bir vesile ile kızıyor, ona birşey söylemesi gerekiyor. O da aynı bayahğı sergi­liyor : «Orosbu çocuğu» diyor. Bir diğeri Öyle. Bir baş­kası hakeza yine öyle.
Nedir bu «Orosbu çocuğu» demek? önce «Oros­bu» kelimesi üzerinde duralım : Orosbu : Ahlaksız ve hayasız kadın. Namusunu korumayan kadın. Allah'ın nehyettiği o iğrenç fiili işleyen kadın. Zaaiye, fahişe, kahpe... gibi mânâlara gelir. Kısacası, günahların en çirkinlerinden biri olan zina fiilini işleyen kadına «Orosbu» denir.
Şimdi bu izahtan sonra «Orosbu çocuğu» sözü üzerinde duralım. Bunu söyliyen kişi,, söylediği kişi­nin anasına, zina suçu isnad etmektedir. Ayrıca'söyle­diği kişinin de zina mahsulü olduğunu iddia etmekts-1 dir. Bu iki kişinin günahkarlığı hakkında iddiada bu­lunan böyle bir kişinin,dinimize göre durumu şudur: Eğer Türkiye şeriatla idare edilen bir ülke olsaydı, devlet o «orosbu çocuğu» diyen adamdan bu iddiası­nın isbatını isterdi. Derdi ki: Gel bakalım buraya. Sen bu adama zina mahsulü anasının da zani olduğunu iddia ediyorsun. îsbat et bakalım bu iddianı. Kadının zina yaptığına çocuğunun da zina mahsûlü olduğuna dair dört adil şahîd getirerek isbat et bakalım.
Hiç tanımadığı kişinin zina mahsulü olduğunu hiç görmediği anasının zina ettiğini nasıl isbathya-cak bu kişi. Bu mümkün değil. İddiasını isbatlıyamı-yan bu yamyam müfteriye İslâm devletinde gel beri bakalım denir ve hesap sorulur.
Hesaplaşma Kur'an'daki şu ayete göre yapılır: Cenabı Hakk buyuruyor ki:
«Zinadan haberi bulunmayan iffetli mü'min ka­dınlara, zina isnad edenler, dünyada ve ahirette lane­te uğramışlardır. Onlara büyük bir azab vardır. İffetli müslüman kadınlara zina iftira edenler, sonra  (bunu isbat için) dört şahid getiremiyenler fvar ya) işte bunlara seksen değnek vurun. (Hiçbir şey hakkında) bunların şahidliklerini ebediyyen kabul etmeyin. Bun­lar asıl fasıklardır.»   (Nur Sûresi, Âyet 23,- 4.)
Meallerini verdiğimiz âyetlerden anlaşıldığı gibi Kur'an, zina suçu isnad edip gerekli şehadeti sağla­mayan kişi hakkında  dört hüküm getirir:
1 - Dünya ve ahirette lanet edilmişlerdir.  [80]
2 - Kendisine 80 kamçı vurulur,
3 - Artık hiçbir şehadeti kabul edilmez.
4 - Bizzat fasık olur. [81]
îslâmî sistemde, iffetli kişilere isnad edilen zina fiilinin iftirası karşılığında bu ceza vardır. İslâm ne­sil emniyetini emretmiştir.
Beşeri düzenler nesil emniyetini sağlıyamazlar. İffetli kişilere yapılan iftiralar için müfterilere hesap sormazlar. Böyle sistemlerde yaşıyanlarm yaptıkları yanlarına kâr kalır. Hep mağdurlar ezilir. Onun için bu düzenlerde hayır yoktur.
Şu hususa da dikkat çekmek istiyoruz ; Yukarıda mealini verdiğimiz Nur Sûresi Âyet 4'de her ne ka­dar el-muhsanat (temiz ve namuslu kadınlar) dan bah-sedüiyorsa da, fakihler, yalınız kadınlara iftira- ile sı­nırlı olmayıp, namuslu erkeklere iftirayı'da içine al­dığında ittifak halindedirler. Aynı şekilde, iftiracılar için «müzekker (erkek) siğası-eril kipi» kullanılmışsa da, yasa yalınız erkek iftiracılarla ilgili olmayıp, ka­dın iftiracıları da kapsamına almaktadır. Suçun kötü­lüğü ve ağırlığı açısından, suçlayan ve suçlanılan ka­dın  olsun  erkek olsun farketmez.  Bu nedenle, iftira eden erkekle, faziletli ve teiniz bir erkek veya ka­dına iftira atan kadının her ikisi de bu yasanın kap­samı içine girmektedir. [82]
Okuyucularımızın şu hususu bilhassa bilmelerkı-de de fayda mülâhaza ediyoruz :
iftira atılanda bulunması gereken şartlardan bi­ri de iffettir. Bu hususta bütün fakihler ittifak etmiş­lerdir ve muhalefet eden çıkmamıştır. Zira, bahsi ge­çen ayette, «İffetli kadınlar...» ifadesi bulunmaktadır. İffetli olmıyanlar, bugün fisk ve günahlarryla övün­meyi ilericilik, dindar ve faziletli yaşamayı da gerici­lik sayanlardır ve onlar gibi olanlardır. İftiracıya ve­rilen ceza iftira atanı yalanlamak için meşru kılınmış-mıştır. Eğer isnat edilen kişi fiilen zina ediyorsa isnad-çıyı yalanlamak mümkün değildir. Zina isnat edilen kişinin kötü fiilleri işlemekle meşhur olması isnatçı için fırsat hazırlamış demektir. Öyle ise gençliğinde zina eden biri sonra tevbe ederek halini islâh etse, güzel ahlakla tanınmış olsa bile ona iftira atana had vurulmaz. Müfteri ancak tazir edilebilir.
Özetlersek kâfire, deliye ve iffetsize zina isnadın­da bulunan kimseye iftira haddi uygulanmaz. Ancak tazir yapılır. [83]
Ahlaksızlığıyla ünlü kimselere zinacı demekle or­tada iftira suçu diye bir sorun olmaz. Günümüzde ga­zeteleri, mecmuaları, TV.yi, gazinoları, kaldırımları görüyorsunuz. Buralarda iffetsizlerin iffetsizlerle net ler neler yaptıklarını övüne övüne anlattıklarını mil­yonlarca insan görüyor ve okuyor. Elhamdülillah biz bunlardan iğreniyoruz; lâkin çokları bunlara özeniyor. Nesilleri zinaya sürükleyen böylelerine «Orosbu» veya «Pezevenk» demenin de her halde iftira cezasını ge­rektirir yanı yoktur.
Cahili toplumlarda yaşıyan insanlar ahlaki açıdan genel olarak (istisnaları da çok elhamdülillah) ya has­tadır ya da hastalığa adaydır. Tesettürsüz gezen biri­nin, yaptığı şey malumdur: İnsanlara zinayı sevdir­meye çalışan böyleleri hep şehevani arzuları galaya-na getiriyorlar. Şortla gezen bir erkeğin yaptığı bu­dur. Diz kapaklarına kadar giydiği etek yetmiyormuş gibi bir de kasığına kadar eteğini söküp Mlotunu (o da varsa) teşhir eden dişinin yaptığı budur. Şimdi bunlara da yukarıda zikrettiğimiz sıfatları vermenin ceza gerektirecek bir yanı olmadığı açıktır. Ancak he­men belirtelim ki, İslâmî toplumlarda bu tür davra­nışlara devlet başkanının müsade etmesi de mümkün değildir. Bu cahili toplumların problemlerinden biri­dir.
Hasılı, her önüne gelene «Orosbu çocuğu» veya «Orosbu - pezevenk» demek doğru değildir. İddia edi­len şey isbat edilemezse şeri&tle idare edilen ülkelerde müfteriye Nûr Sûresinin 4'üocü âyetinin hükmü uy­gulanır. Ancak ahlaksızlığıyla ünlü kişilere ve hayat tarzıyla ahlaksızlığı sergileyen kişilere (kadın-erkek farketmez «Orosbu», «Pezevenk* demenin de ceza ge­rektirir yanı yoktur. Ölçü İslâm. İslâm'ı ölçü almıyan-ların veya bu ölçüyü gale almıyanların netice itibariy­le eninde-sonunda alabilecekleri başka bir sıfatları da yoktur. [84]

293 — «Yeni Yılınız Kutlu Olsun.»


Dalâlet ehli için herşey bir günah vesilesidir. Çe­şitli günler adı altında icra edilen söz ve davranışları böylelerinin din ve bağlarının kopmasına kadar va­rır. Kâfirlerin hayat tarzları bellidir. Ya şu «müslü-manım» diyenlere ne oluyor da, kâfirleri adım adım takip ediyorlar.
Şunu kesinlikle herkes bilsin ki: İslâm dini yep­yeni bir nizamla gelmiş, önceki dinlerin hükümlerini bütünüyle yürürlükten kaldırmıştır. İslâm'ın, gecesi de gündüzü kadar aydınlıktır.
İslâm'a tabi olmayanların kutsal saydığı günleri kutlamak, onların adetlerine uymak, liderlerinin do-ğum-ölüm, bir yerden başka bir yere gidiş-geliş gibi günlerinde merasimler tertiplemek büyük günahlar­dandır. Kâfirlerin adetlerini İslâm'dan üstün sayanlar da kâfir olurlar.
Konuyu misallerle biraz açalım :                           .
a) Batı ülkelerinde X)lduğu gibi, yabancı kadın ve erkeklerin bir arada toplanıp dans etmeleri, çeşitli oyunlar tertip etmeleri İslâm'a göre büyük günahlar­dandır. «Müslümamm» diyen birisinin kafirlere öze­nerek bu gibi şeyleri —helâl kabul etmemek şartıyla— yaparsa büyük günah işlemiş olur. Helâl sayacak olursa küfre girer.
b) Güzellik adı altında yapılan yarışmalar bilin­diği gibi gayr-i müslimleria adetlerindendir. Bundan amaç, sehvetperestlere taze kadın vücuduyla ziyafet çekmektir. Aynı zamanda fuhuş sektörüne hammad­de temin etmek içindir.
Müslüman bir kadının bu tür müsabakalara ka­tılması mümkün değildir. Çünkü bu ahlakı iîsai, 3u-rpek, kadının annelik vakarını düşürmek, onu bayağı bir eşya gibi müzayedeye çıkarmaktır.
Bu tür müsabakaların mubah olduğunu iddia edeın kimse dinden çıkar.
c)  Noel  yortusunu  Hıristiyan  alemiyis  birlikte Veya başka şekillerde kutlamak da büyük günahlar­dan biridir. Hatta buna özenerek Hıristiyanları takdir ederse, İslâm Dini'nden çıkar.
Miladi yılbaşlarında tebrikleşmek İslâmî sünnet­lerden değil, putperest Hıristiyanlara mahsus bir âdet­tir. Bundan da müslümanların kaçınması gerekir.
İmam. Rabbani Hazretleri diyor ki:         
.. Gayr-i   müslimlerin   kutsal   sayılan   günlerinde âdet olan hediyelerle hediyeleşmek küfrü gerektiren şeylerdendir. [85]
Hıristiyanların Noel Ba'ba günü dedikleri günler­de ve diğer kutsal saydıkları günlerinde onlara ayak uydurmak gayesiyle, onların yaptıklarını yapmak, o günlerde bayram niyeti ile çocuklara elbise almak ve pişirdikleri yemekleri yemek veya pişirmek caiz değil­dir- Bu hareketler küfrü gerektirir. Onlardan sakınmak icâb eder. [86]
Müslüman olmıyan kimselerin bayramlık eşyalarıum ticaretini yapmak caiz değildir. Çünkü bu îslâ-mî olmıyan şiarın teşhirine vesiledir,  [87]
Ne hazin bir tecellidir ki, Türkiye'de müslüman halkın hükümeti, Hıristiyan bayramı olan milâdi yıl­başı için seferber oluyor. Noel dolayısıyla TCDD, THY. ve Deniz Yolları ek seferler koyuyor. Devlet kuruluş­ları «Yıl'başı gezileri» düzenliyor. Hem de müslüman-lık iddiasında buluna buluna.
Hasılı, İslâmiyet hurafelere karşıdır. Milâdi yılbaşı rezaleti de bir hurafedir. Milâdi yılbaşı Türkiye içki milli bir afet, iğrenç bir hurafedir. Bu hurafeyi ih­das edenlere de öncülük edenlere veyl olsun. [88]

294 — Sarhoşun, Dansözün Ve Şantözün Üzerine Para Saçmak; Onlara Brova Çok Güzel  Yapıyor Demek.


Düğünlerde, meyhanelerde, yılbaşlarında ve­ya herhangi bir vesile ile içki içip nara atacı, etrafı rahatsız eden, rastgele konuşan sarhoşların başına toplanıp onları daha da heyecana getirmek için üzer­lerine para saçmak, desdek vermek küfürdür. Çün­kü bu davranış, onun ağzından çıkan küfürleri tasvi­be delâlet eder.
Bunun gibi, düğünlerde, gazinolarda sahneye ya­rı çıplak çıkan şantözleri, dansözleri hayranlıkla sey­redip üzerlerine para atmak veya takmak, alkışlamak da küfür sayılmıştır. Çünkü bir kadının kendini o du­ruma düşürmesi, etini teşhir edip göbek atması, bü­yük günahlardandır. Şayet kadın bunu günah kabul etmiyorsa —ki, çoğu kabul etmez—, o takdirde küfür­dür. Küfrü alkışlamak, devamını dilemek de küfün­dür. [89]

295 — «Günümüzde Sünnet Düğünleri Ve Bu Düğünlerde Kur'an-I Kerim Okumak.»


Meseleye bir gerçeği zikrederek girelim: Dinimiz­de sünnet düğünü diye bir amel yoktur. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin sünnetinde sünnet düğünü diye bir sünnet de yoktur.
Ancak, bugün bir kısım müsîümanlar hitanı ve­sile ederek sohbet toplantısı tertip ederek ehline emr-i bilma'ruf, nehy-i anîlmünker yaptırıyorlar.
Başka bir grup da hitanı vesile ederek sünnet dü­ğünü adı altında işi elâlemin ortasında karı oynat­maya kadar götürüyorlar. İçkiler içiliyor, dansözlere icra-i sanat yaptırılıyor; hatta buralardakiler «kendi karılan»m bile cümle alemin önünde zevkle oynatı­yorlar, îşte bu rezalet meclislerine de «sünnet» diyor­lar, fesübhanallah...
İşin ibretli başka bir yönü daha var. Bu şeytan meclislerinde bazı kendini bilmezler üç kuruşluk men­faat için serhoşların, tesettürsüzlerin, karısını oyna­tanların ortalarına oturup Kur'an ve mevlid okuyor­lar. Ey okuyucular, bunlara ne sıfat vermek gereki­yorsa siz böylelerine o' sıfatı verin. Biz, bunların sıfat­larını burada yazmaya haya ediyoruz.
Fıkıh kitaplarında zikrediliyor ki:
Kur'an-ı Kerim'i küçümsemek veya onu küçümse­nen yerlerde okumak fukahanm çoğuna göre, küfürdür. İmam Muhammed bin Şihab el-Bazzaz diyor ki: Çalgı, dans ve benzerî günahların işlendiği bir ortam­da Kur'an okumak küfürdür. Çünkü Kur'an'm küçüm-sendiği yerde Kur'an okumanın anlamı yoktur. Çün­kü bu gibi meclisler iblisin at oynattığı meclislerdir. [90]
«Din görevlisi» rolünde görünenlerin Allah'ın Ki­tabına ihanetleri böyle devam ederse, dinin hakiki fonksiyonunu toplum içinde yaymak, İslâm kültürüy­le halkı şekillendirmek mümkün olmaz. Çünkü nıüs-lümanlık iddiasında bulunanların çok önemli bir bö­lümü, dini fantazi saymakta, aynı zamanda «Sünnet düğünü» dedikleri meclislerinde Kur'an-ı ve Mevlidi birer fantazi kabul etmekte, hiç değilse adetlere uya­rak bunlara yer vermektedir.
Ameller niyetlere göre değer kazanır. Bazılarının ihdas ettikleri düğünlerde aslolan, çalıp oynamak, zıp­layıp göbek atmaktır. Böyle meclislerde Kur'an ve Mevlid ise, âdet yerini bulsun diye vardır.
Hasılı, müslümansak müslümanca yaşamak zo­rundayız. Başka kılıklara girmenin mânâsı yoktur. Çe­şitli kılıklar, hiç kimseye fayda sağlamaz. Aslolan, müslümanm Kur'an'm hükümlerine, Rasûlüllah'm sünnetlerine uyarak yaşamasıdır. Gerisi gavurluktan ve gavurluk sıfatlarıyla haşr olmaktan başka bir şey değildir. Selâmet Hûda'ya tabi olanlara olsun...
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Hakim'de meâlen buyuruyor ki .-
# «Bu Kur'an öyle bir kitaptır ki, kendi­sinde hiç şüphe yoktur. Ve daha Önceki kitap­larda, Allah'ın inzal edeceğini vaad buyurduğu kamil kitaptır. Takva sahipleri için değildir, yol göstericisidir.»  (Bakara Sûresi, Âyet: [91]
296 — «Kuranın Her Dediğini Yapacak Olursak Aç Kalırız.»

«Kur'an'ın her dediğini yaparsak aç kalırız» sö­zünü bir kâfirin ağzından duyarsak bu onun kâfirli­ğinin gereği der geçeriz. İmân etmesi için tebliğimizi ve duamızı yaparız. Böylece sorumluluktan kurtarmış oluruz kendimizi.
Ya bu sözü «ben müslümanım» diyen kişiler söy­lerse? Ki, söylüyorlar. Lâf olsun için söyliyenler var. Etrafındakilere komiklik olsun diye söyliyenler var. Buolar rahmetli Necip Fazıl Kisakürek'in dediği gibi «Marka müslümam» Markası müslüman fakat ken­dinde müslümanlıktan eser yok. Allah böylelerin şer­rinden ehl-i İslâm'ı korusun...
Başlıkta zikrettiğimiz ve benzeri sözlerde itikat­sızlığın ve Allah'a güvenmemenin açık belirtileri var­dır. Bu tür sözler Kur'an'ın bir kısmına inanıp diğer bir kısmını reddetmek anlamına gelir. Böyle bir inanç ve iddia olduğu gibi küfürdür, Allah (c.c.) «inandım» diyen herkesi bu tür ölçüsüzlüklerden korusun ve kur­tarsın.
Müslüman için ölçü İslâm'dır. Rehber Kur'an'dır. örnek ve Önder Hz. Muhammed (s.a.v.) Efjendimizdir.
Müslümanlar, emperyalist neidüğü belirsiz batı kültürünün tesirinde kaldığı müddetçe bu tür iğrenç sözlerden ve batıl yaşantıdan kendilerini ve nesilleri­ni ya kurtaramazlar ya da çok zor şartlar altında kur­tarabilirler. Bunun için Allah (c.c.) müslümanlardan mal ve canla cihad istemektedir... Niçin? Din hayata hakim olsun için... Allah'ın razı oldukları da bu şe­refli kullarıdır.. [92].

297 — «Bugünkü Toplumda İslâm'ı Taşıyamayız.»


Televizyon okulu mezunu, müstehcen neşriyat kültürüyle yetişmiş, batı kafa yapısını kendisine örnek almış kişiler şeklen «müslüman» görünüp «bugünkü toplumda İslâm'ı yaşayamayız.» yaygarasını koparı­yorlar. Niye yaşıyamazlarmış? Cevâpları şu: Ya top­lum bozukmuş. Ya, da Kur'an eski çağların kitabıy-mış. Onu yaşama ortamı kalmamış.
Kur'an-ı küçümsemek, İslâm'ı yaşanmaz prensip­lerle yüklü saymak kâfirliğin ta kendisidir. Böyle bir iddia ve itikada sahip olanlar tevbe etmez ve yeniden İslâm'a rücu' etmezlerde böylece ölürlerse dinimize göre böylelerinin cenaze namazları kılınmaz, cesetleri nıüslüman mezarlığına gömülemezler. Bunlar ebediy-yen cehennemde kalmaya mahkum serserilerdir.
Bugünkü dejenere olmuş toplumu kendine örnek edinerek İslâm'ı çağ dışı sayanlar, bilmelidirler ki, Kur'an ahkamına ters düşen her yaşayış çağ dışıdır, merduttur. Çünkü Kur'an insanın i^uhunun yüceliği­ne ve yaratılışındaki azizliğe götürecek hükümler ge­tirmiştir. Bunları küçümsemek inşam ancak cehen­neme götürür. [93]

298 — «Sizden İyi Olmasın.»


İki kişi oturmuş karşılıklı konuşuyorlar. Biribir-lerini karşılıklı medhü sena ediyorlar. Bir ara, biri üçüncü 'bir şahsı gündeme getiriyor. Onun meziyet­lerini sayacak. Sayacak ama söze bir dua ile başlıyor. Karşısındakine, üçüncü şahıs için diyor ki:
«— Senden iyi olmasın...» Fesü'bhanallah. Ne de­mek bu? Bile bile yanında olmıyan kardeşinin gıyabın­da beddua ediyor. Böylelerine Allah tc.ç.) firaset ih­san etsin. Başka ne diyelim.
Bir mecliste sohbet ediyorduk. Söz döndü dolaş­tı yanımızda bulunmayan bir kardeşimizin gayretli çalışmalarına, onun iyi niyetine, yardım severliğine geldi. Oıdan bahsediliyordu. Tam karşımda oturan zat, bahsedilen zatın herhalde bir meziyetinden bah­sedecekti; söz aldı:
«— Hocam, sizden iyi olmasın, onun öyle bir im­renilecek hayat tarzı vardır ki...» dedi. Ben hemen sözünü destim. Dedim ki o zata:
— Bak, şu arkadaşlar da duydular ki, sen bu sö­zünle hem ayıp ettin. Hem de bir kardeşinin gıyabın­da konuşmakla günaha girdin. Kardeşinin gıyabında «Senden iyi olmasın» demekle ona beddua etmiş ol­dun. İnşallah daha iyi olur demeliydin. Hayır duada bulunmalıydın.
Bu zad dedi ki:                                 .
—  Hocam dilimiz öyle alışmış. Ben öyle olsun is­tememiştim.
—  İyi ya işte. Dilimizin söylediklerinden hesap ve­receğimizi bilmiyor musun?
—  Biliyorum.'
—  Peki niye ölçüp biçip konuşmuyoruz? Bunları iyi bilmek lâzım.
Bir başkası hemen sordu :
— Hocam, meseleye bir açıklık getirmek istiyo­rum.
—  Buyurun, deyince dedi ki:
—  Zamanımızda- insanlar o  kadar  acaibleşti  ki, insan, birinin iyilik ve güzelliklerini«anlatmaktan kor­kar oldu. İnsanımız yanında medh edilen insanın mad-hine dayanamayıp hemen hücuma geçiyor. Varsa geç­miş hatalarını ortaya döküyor. Yoksa hayali hatalar ve kusurlar bulmaya çalışıyor. Hiçbir şey bulamazsa acı acı yutkunmaya başlıyor. Hased ediyor. Hased  et­mek ne kadar kötü ise hased ettirmek de o kadar kö­tüdür. Onun için tahkire, saldırıya ve hasede yol aç­masın, bir bakıma tedbir olsun diye hep «Sizden iyi olmasın»  demek zorunda kalıyoruz. Allah affetsin.
Ben de kendisine her ne maksatla olursa olsun böyle bir sözün iyi olmadığını kul hakkına tecavüzün söz konusu olduğunu anlatmaya çalıştım.
Bütün belâların başımıza gelmesinin sebeplerin­den biri de insanımızın emperyalist kâfirin batı kül­türünün etkisiyle yaşamasıdır. Bu, temelsiz, ne oldu­ğu belli olmayan kültürden kurtulup öz kültürümüze dönmedikçe; dilimizin söylediklerini, organlarımızın yaptıklarım kontrol altına alamayız. Neticede hesap gününde hayatımızın hesabını veremeyiz. [94]

299 - «Şeker Bayramı.»


Aliaha gönülden inanan, Hz. Muhammed (s.a.v.)'-in risâletini tamamen kabul eden müsîümanlarm, yıl­da 2 bayramı vardır.
1- Ramazan bayramı,
2- Kurban bayramı.
Birincisi: Nefsi terbiye etmenin, sosyal adaleti gerçekeştirmenin, fakir ile zengin, efendi ile köle ara­sındaki mesafeyi kısaltmanın, cemiyet bünyesinde da­yanışmanın sağladığı sevinç ve huzuru içten dışarı vurmanın bayramıdır.
İkincisi: Allah'ın varlığını, birliğini bilmenin ve bu akide ile İslâm'ın ezel ile ebed arasını dolduran feyizli nurunun fışkırıp kıt'alara yayıldığı mihrak nok­tası olan Kabe-i Muazzama'da toplanmanın, gönül ve ideâl birliği içlide BİR olan, eşi, dengi ve benzeri ol­mayan Allah'a ibadet etmenin, O'nuıı rızası içia Kur­ban kesmek suretiyle hem sadakat bağını kuvvetlen­dirmenin, hem de fakirleri doyurmanın, aynı zaman­da dıştan merkeze, merkezden dışa akseden «Lebbey-ke'llahümme...»nkı ruhlara verdiği inşirahın bayra­mıdır... [95]
Bayram, müslümanlar için sevinç kaynağıdır. Bu yazımızda daha çok Ramazan bayramı üzerinde dur­mak istiyoruz. Ramazan ayındaki orucumuzu tuttuk­tan sonra yaptığımız bayrama, Ramazan bayramı di­yoruz. Bazıları buna «Şeker Bayramı» diyorlar. Bu ifâde nar güzeli, karpuz güzeli, bağ güzeli, bostan güzeli seçimi yapılmasına vesile edilen festivaller gibi sevimsiz, kaba, hortlakça bir ifade. Oruç tutmayanla­rın, Ramazan ayma ilgisizlerin kullandıkları bir ya­kıştırmadır «Şeker bayramı» tabiri... İslâm'ın sebep ve gerekleri unutulmaya yüz tutunca, bayram den­diği zaman «şeker» ya da «et» yemekten başka bir şey anlaşılmaz oldu.
Bayramlar «et» bayramına, «şeker - tatlı» bayra­mına dönüştü. Asıl sebep ve gerekleri unutuldu.
Değerlerimize yabancüaştık. Bayramlardan da uzaklaşıyoruz. Ele almış itibariyle diğer tatil günle­rinden farksız hâle getirildi.
Bu bayramlar bizim. Bunların kazandıracağı bü­tün güzellikleri yaşamalıyız. Alışılagelmiş kutlama mesajlarıyla geçiştirilecek bir olay değildir bayram­lar. Mesela Ramazan Bayramını, Ramazandan kurtul­duğumuz için değilj ibâderlerimizi ifa edip yerine ge­tirebildiğimiz için bayram yapıyoruz. İşte ibâdetler­den nasibi olmıyanlar bayramların mahiyetlerini boz-, maya kalkışıyorlar. Bayramlarımıza «şeker» ve «et» bayramı diyorlar. Allah'ın dinini yaşamıyanJarin bay­ramı yoktur. Zira fani günleri bayram yapan sır, imân ve Allah'a kulluk duygusudur. Herkes bayramlardan dini duygu İslâmî muhabbet ölçüsüne göre feyiz alır. Bu yüzden dînin gereklerini yerine getirmeyenlerin bayramı yoktur.
Yazımızın sonunda okuyucularımızın şu soruyu kendilerine sormalarını istiyoruz: Peygamber (s.a.v.) Efendimizin 13 yıllık Mekke hayatındaki peygamber­lik devresinde hiçbir bayram yok. Medine-i Münev­vere'ye hicret ettikten sonra ikinci hicri yıldan itiba­ren iki dini bayram yapıldı. Niçin acaba? Bu sorunun cevabını verebildiğimiz oranda bayramlardan feyiz alı­rız.
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Hakim'de meâlen buyuruyor ki:
# Mü'minler gaybe inanıp namazlarını kı­larlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah rızası için) harcarlar.» (Bahara Sûresi, Âyet.- 3) [96]

300 — «Müsbet İlimlerin Kabul Etmediği Şeye İnanmam.»


Nar'dan aydınlanan aydınlar (!) «müsbet ilimle­rin kabul etmediği şeye inanmam» diyorlar. Böyle in­sanların putu, müsbet ilim dedikleri şeydir. Müsbet ilim dedikleri şeyi sorsanız, böyleleri onu da bilmez­ler.
İnançsızlıklarına müsbet ilimi perde olarak kulla­nan bu kişiler bilmelidir ki, müsbet ilimlerin gayesi kemal-i hakikatları araştırmaktır. Müsbet ilim, her-şeyi bilirim dediği gün yöneldiği gayeden ayrılmış; ilim olmaktan çıkarak cehle inkilâb etmiş olur. İlmin kemâli, pek az bildiğini ikrar, cehlini itiraf eylemek­tir. [97]                                                                       
Bu konuda birisi karşılaştığı bir olayı şöyle nak­lediyor :
Bir genç vardı, lise öğrencisiydi. «Müsbet ilimden başka bir şeye inanmam? hele gözlerimle görmediğim hiçbir şeyi kabul edemem.» diyordu. Onun bu düşün­cesi daha sonra onu Meleklere ve Allah'a inanmama­ya kadar götürdü. Uzun bir süre bu düşüncelerinde İsrar etti. Günlerden bir gün felsefe öğretmeni ders anlatırken birdenbire:
—  Hiç ses" çıkarmadan bir dakika durunuz ve din­leyiniz, bir dakika sonra duyduklarınızı yazınız, de­di.
Sınıfta bir dakika hiç ses çıkmadı. Duydukları­mızı yazacaktık. Fakat hiçbir şey duymamıştık ki. Öğ­retmenimiz ceketinin cebinden küçük bir radyo çıkar­dı ve açtı. Şarkılar programı vardı. Şarkıcı güzel bir nağme ile:
«Gökyüzünde yalınız gezen yıldızlar...» diyordu. Hocamız şarkı bitince kapattı.
—  Arkadaşlar, biraz önce niye duymuyordunuz, dedi. Çünkü radyo kapalı idi. Bizim kulaklarımız rad­yo  açılmadan onu  duyacak kabiliyette  değildir.  Bu oda ses dalgaları ile dolu. Televizyonumuz olsa idi şar­kıcıyı gözlerimi?; ile görecek idik. Demek ki, şu anda odamızda resim dalgaları da var. Ama gözlerimiz on­ları da görmüyor,  dedi. Öğretmenimiz buna benzer daha bir çok şey anlattı. O günden sonra arkadaşımız, görmediği varlıklara inanmaya başladı.  [98]
Cenah-ı  Hakk  Kufan-ı Hakim'inde  meâlen buyuruyor ki
0 «Kalblerinde nifak hastalığı olanların, kâfirlerle dostluk yapmak hususunda yarıştık­larını görürsün. Zamanın aleyhimize döneceğin­den korkarız, derler. Fakat yakındır ki, Allah müslümanlara zaferi veya kendi katından bir emri getirir de nefislerinde gizlediklerine piş­man olurlar.» (Maide Sûresi, Âyet:,52) [99]

301 — «Açıkça İslâm Nizamına Dönmeyi İstemek Süper  Devletleri Kızdırır. Onlara Karşı Güçsüz Olduğumuzdan Bizi Yok Ederler.»


 «İslâm'a dönmek süper devletleri kızdırır» id­diasında bulunanlara cevabımız şudur:
Sizin bu tutumunuz son derece acizliğinizi ve kı­sır görüşlüğünüzü ifade eder. Halihazırda bu devlet­lerin düzenlerini kabul ettik. Bütün hayat tarzlarını aldık. Her şeyde onları taklid ettik. Bütün bunlardan sonra onlar bizim için bir fayda temin ettiler mi? Ya­bancıların hile ve desiselerini bizden uzaklaştırdı mı? Ülkemizin istilâ edilmesine mani oldu mu? Ekonomik istiklâlimizin ve diğerlerinin elimizden alınmasına ça­re oldu mu? Memleketimizin gelir kaynaklarının sö­mürülmesine engel oldu mu?
Bu sorulara müsbet cevap vermek mümkün de­ğil. Vermeğe çapalamak da ihanetin, satılmışlığın kat-mejlisi olur.
Bütün bunlar olmadığı gibi, süper denilen dev­leti**1* milletler arası her toplantıda aleyhimizde birle­şiyorlar Önümüze çeşitli maniler ve müşküller çıka-ny(;rlar. Bu zalimler ancak bir şeye önem verirler ve ona göre tutumlarını değiştirirler. O da çıkarları ve içinde bulundukları durumlarıdır.
Bunun haricinde şu veya bu dinden olmak onlar için P^ önem taşımaz. Bilindiği gibi İkinci Dünya Sa-vaşı'*ıda hıristiyanların nasıl biribirlerini imha ettik­leri malumdur. Bugün de aynı devletler en azılı düş­manları olan Siyonist yahudilere yardım etmektedir­ler. Çünkü maddi çıkarları, sömürgeci gayeleri siyo-nist'er© yardım etmeyi gerektiriyor. Bu hakikat, ba­tılı  her liderin tasarrufunda müşahede edilmiştir.
Öyle ise, İslâm'dan sıyrılıp çıkmamız batılılar ya­nın/*a bizim için hiçbir menfaat sağlamıyacaktır. Fa­kat İslâm'dan çıkmanın, bu yüce dinden yüz çevir-n varlığımızı tehdit eden büyük tehlikesi vardır. i nlikle bilelim ki, İslâm'ın ruhunu taşımaktan eriru yerine getirmekten uzak olduğumuz müd-deU/"e Şaşkınlar olarak devam ederiz. Maneviyatımız inU)<:addesatımız yıkılır, parça parça oluruz ve kuvve-timjz söner.
Lakin biz, ciddiyetle işe başlayıp: — Biz müslümanlar olarak ne komünistiz, ne de demokratız. Biz sadece elhamdülillah müslümanlarız,
diyr; açıkça ilân etsek elbette önümüze hidayet ve nûr yolv* çizilecektir. İslâm kelimesi bizi bir araya toplıya-cakt"" ve biz müslümanları birleştirecektir. Kesinlik­le ^ilmeye mecburuz ki, her yerde bizi tehdit eden batılı sömürgeci bu düşmanlar karşısında tek yol İslâm'­dır.
İslâm'a sarılmakta veya İslâm'ı bırakmakta süper­lerin ve diğer batılılar denilenlerin bizden razı olup olmayacaklarını göz önüne alırsak bundan şu neticeye varırız ;
İslâm'a sarılmadığmuz takdirde batılıların rıza­larını kazanamıyacağımız gibi şahsiyetimizi de kay­bedeceğiz. Halbuki İslâm'a sarıldığımızda, ona gönül verdiğimizde, onun hidâyetine yürüdüğümüzde şüph'e-siz ki, şahsiyetimizi koruyacağız. Bunun yanında bir­lik kuvvetinin tesiri altında müslüman olmıyanlan, kuvvetli bir ihtimalle, kendimize bağlıyacağız, Allah'­ın izniyle...
Şimdi soruyoruz : Başkalarına kuyrukcu olma gö­rüşü mü, şahsiyetimizi koruyan İslâm görüşü mü uyulmaya daha lâyıktır?
Şu halde müslümanlarm önünde İslâm'a dönmsk-çaresinden başka bir yol yoktur. Batılı devletler bunu çok iyi anlamakta, bizi kendi kendimizle meşgul ettir­mekte, bizi şaşkınlıktan şaşkınlığa sürüklemektedir­ler.
Vakit dardır. Beklemeye fırsat yoktur. Bilmeye­nin günahı bilenin boynunadm Serkeşliğin hiçbir fay­dası yoktur.
Ey bu vatan için titreyen insanlar! Ey bu vatanın evlâtları! İslâm'dan gayri hiçbir çare yoktur. Biribiri-mizi yutma çalışmalarıyla meşgul olmanın faydası yoktur. Bu düşmanlarımızın semizlenmesine yarıyor. Allah'ın şu emrini de kulak ardı etmeyin :
«Mü'minler —aralarında hüküm vermek için— Allah'ın kitabına ve peygamberine çağırıldıkları vakit onların sözü ancak şudur : Kabul ettik ve itaat ettik. İşte bunlar zafere kavuşacak olanlardır.»  [100]
Cena'b-ı Hakk olmıyacak ve vermiyecek şeyi vaad etmez. Öyle ise zafere ermek, dünyanın efendisi ol­mak, küfre yem olmamak tevhid akidesini kabul et­meğe o akidenin hükümlerine itaat etmeğe, onları ha­yata uygulamağa bağlıdır. Küfre kulluğa devam ede­lim demek adiliktir. Süperlerin korkusunu kalbe doi-durmak da alçaklıktır.
Hasılı, sömürgeci dış düşmanlar ve onların yerli uşakları olan düşmanlar karşısında tek çıkar yol İS­LÂM'DIR...
Cenab-ı Hak Kur'an-ı Hakim'de meâlen bu­yuruyor ki :
O «Sonra arkalarından öyle kötü bir nesil geldi ki, namazı bıraktılar, şehvetlerine uydular. İşte bunlar azgınlıklarının cezasına uğrayacak­lardır.»  Meryem Sûresi, Âyet: 59)
Bazıları namaz kılmıyanlara diyorlar ki: [101]

129_«Beynamaz.»


 HaLk arasında namazlarını terk eden müslü-manlara «beynamaz» derler.
Namazlarını terk eden müslümanların durumları­nı anlatmak için kullanılan «-beynamaz» sıfatı yanlış bir tabirdir. Namazlarını terk edenlere «beynamaz» değil bî-namaz denir.
Bî-namaz : Namaz kılmayan, namazı terkeden, na­mazsınız, târiku's-salât...   demektir.
Bey-namaz ise: «Erkek namaz» karşılığında bir tabirdir. Çünkü- bey, bay kelimesinin karşılığıdır. Na­maz kılmayana «bey-namaz» denildiğinde karşılığın­da acaib bir mânâ çıkmaktadır.
Müslümanlar kelime ve kavramları yerli yerince kullanmakla mükelleftirler. Bunlar yerli yerince kul­lanılmazsa insanı şekilden sekile sokabilir. Çünkü biz herşeyimizin hesabını vermek üzere ahirete doğru durmadan-dinlenmeden gidiyoruz. Hesaplı konuşma­ya, hesaplı davranışlarda bulunmaya mecburuz.
Burada yeri gelmişken namaz ve namazı terk ko­nusunda bir-iki noktaya temas etmek zaruretini his­settik.
Bilindiği gibi namaz, Allah (c.c.)'ın emirlerimden bedeni bir ibadettir.
İbadetlerin içinde biribirine kıyasla önemli olan­ları vardır. Namaz, Allah'a imândan sonra gelen ibâ­detlerin en kuvvetlisidir. Hz. Âdem (a.s.)"dan itiba­ren gelen bütün peygamberler, namaz ibâdetini ye­rine getirmişlerdir.
Allah'ın huzurunda secde ederek alnının manevî kirini silmeyen bir insan İslâm Davası adına atacağı her adımda nifak içinde ve milleti iğfal sevdasındadır. Onun için namazsızlara karşı daima müteyakkız ol­mak zorundayız.
Namaz, İslâm nazarında ruhi bir miraçtır. Mü'-min ile kâfiri ayıran bir ölçüdür. Mahşerde namaz kı­lanların abdest azaları parlıyacaktır. Hz. Muhammed (s.a.v.) bunları kendi sancağı altına alacak, diğerleri­ne kimse sahip çıkmıyaoaktır. Yani dinine sahip çık­mayanlar  ahirette  sahipsiz kalacaklardır.
Cenab-ı Hakk, Meryem Süresi'nde bazı peygam­berlerin durumlarını hatırlatmaktadır. Bu peygamber­lerin açtığı çığırları hatırlamamızı emreden Allah (c.c), aynı sûrenin 59'uncu âyetinde bu peygamber­lerle salih kimselerin arkasından gelen kötü nesle de­ğinilmekte onların namazlarını terk ettiği hatırlatıl­maktadır.
Peygamberden sonra gelen nesil, namazı zayi eden bir cemaat ise (terk değil), şeriatın bütün .hü­kümlerini yaşama olgunluğuna erişmeyen bir cemaat. ise, işte bu cemaat kendi kabrislerine uyar; nefisleri kendilerine neyi gösterirse onlar onu şeriat zanneder­ler.
Dikkatinizi çekiyorum:
Yahudiler Tevrat'ı böyle tahrif ettiler.
Hıristiyanlar İncil'i böyle tahrif ettiler.
Sözde müsluman olan kimseler de aynı şeyi dene­meye koyuldular.
Bu toplumun söz4e ileri gelenlerine namaz kıl­mak ağır geldiği için namazsız bir müslümanlık icad edip onu millete kabul ettirmeye çalıştılar. "Zekat ver­mek ağır geldiği için zekatsız bir müslümanhğın mü­dafaasını yaptılar; «böyle de olur» dediler. İşte nifak böyle başladı.
Dediler ki: İffetsiz bir müsluman olabilir, elâle-min kızını karısını baştan çıkarmak için bütün hile­lere baş vurabilir. Çırılçıplak gezebilir, itler gibi her herzeyi yiyebilir; ama yine de müslümandır, dediler. İslâm'ı kendi nefislerine göre tarif ettiler, öylece ka­bullendiler. Yahudiler ile başlıyan, Hıristiyanlarla de­vam ettirilen, ahir zamanda Ümmet-i Muhammed için sokulan nifak çeşitlerinden biri de budur işte...
«— Amellerin Allah katında en sevgilisi hangisi­dir?» sorusuna, Rasûl-i Ekrem  (s.a.v.)  Efendimiz :
«—Vaktinde kılınan namaz, sonra ana-bahaya iyi­lik etmek, sonra Allah yolunda cihadtır.» [102] buyur­du.
Dikkat edilirse bu sırada önemli bir incelik var­dır : En güzel ibâdetin günde beş defa disiplin içinde namaz kılmak olduğu ifade edilmiştir. Namazı olma­yanın imajımın en önemli direği yok sayılır. Bu eksik direk, birçok meselelerde imânın binasını yıkabilir.
Düşmanlarına bile beddua etmeyen Peygamber (s.a.v.) Efendimiz namaz meselesinde beddua etmiş­tir.  Hendek Savaşı esnasında savaşın en şiddetli olduğu bir zamanda ikindi namazım eda edememenin üzüntüsüyle :
«— Allah onların karınlarım ve kabirlerini ateş­le doldursun.» [103] buyurdu.
Yine dikkatinizi çekiyorum: Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Taif'te müşrikler tarafından taşlanıp vücu­dundan kan çıkmayan yeri kalmadığı zaman bile böyle beddua etmemişti. Şimdi anlıyor musunuz na­mazın önemini?
Sahabe-i Kiram'dan (Allah onlardan razı olsun) Ebu Talha kendisine ait olan bahçesinde namaz kılı­yordu. Daldan dala koşarak cıvıldaşan bir kuşun se­si hoşuna gitti. Bir müddet kalben ve zihnen onunla meşgul oldu. Bu arada kaç rekat namaz kıldığını şa­şırdı. Namazını bitirir bitirmez hemen Peygamber (s.a.v.)   Efendimizin yanına koştu. Ve dedi ki:
— Ya Rasûlallah! Beni namazda meşgul eden bu bahçeyi sadaka ediyorum. Nereye emir buyurursanız oraya sarf edilsin...»
Lütfen dikkat ediniz: Bu zat, bir kuş sesi Rabb'i ile namazı arasına girdi; buna da sebep bahçe oldu di­ye bahçesini sadaka olarak veriyor.
İşte namaz ve namazda ihlas ile huşu' budur ey müslümanlar.
Hasılı, namazı bırakmak insanı şehvetinin peşine takar. Şehvetine tapınanlar azgınlıklarının cezasına müstehak olurlar. [104] Namazını terk eden müslüman-lara bî-aamaz denir. Halk arasında söylenilen «bey­namaz» sözü yanlış bir kavramdır. Namazsız kelime­sinin karşılığı değildir. [105]

303_«Din Siyasetten Ayrılmalıdır..


Biz «din siyasetten ayrılmalıdır» ifadesine yakıtı başka bir sözü ve bu sözün akidede yaptığı tahribatı kitabımızın birinci cildinde «Din siyasete âlet edilmez» başlığı altında irdelemiştik. Burada neticesi aynı fa­kat biraz farklı ifadeyle tekrar bahse konu edinme­miz meselenin ciddiyetini anlatmak içindir.
«Din siyasetten ayrılmalıdır» diyenler meselelere batıl hıristiyan gözlüğüyle bakanlardır, islâm'da böy­le bir şey yoktur. Çünkü din bizatihi siyasettir.
«Dine inanıyoruz» dedikleri halde dindarlığı, di­ne göre olması gereken hayat tarzını sırtta bir kam­bur gibi görenler kafirlerin hallerine özenenlerdir. «Din siyasetten ayrılmalıdır» safsatasını İslâm'ı kas­tederek kora halinde söyliyenlerin gayeleri kendileri­ni batıl ideoloji 'bezirganlarına sevdirmektir. Zaman zaman müslümanhk iddiasında da bulunan böyleler i-ni bakınız Rabb'ımız Kur'an-ı Hakim'inde nasıl ifşa ediyor :
«Kalblerinde nifak hastalığı olanların, kâfirlerle dostluk yapmak hususunda yarıştıklarını/ görürsün. Zamanın aleyhimize döneceğinden korkarız, derler. Fakat yakındır ki, Allah müslümanlara zaferi veya kendi katından bir emri getirir ve nefislerinde gizle­diklerine pişman olurlar.»  [106]
Bazıları «din siyasetten ayrılmalıdır» diyorlar. Böyleleri âyette işaret edildiği gibi kâfirlere şirin gö­rünmek, onların onayını almak için yarış ediyorlar. Diğer bir husus da, bu iddiayı savunanlar İslâm'ı öğ­renmemişler. Emirlerini ve hükümlerini okumamış­lar. Bu mukaddes dini ya hakkıyla anlamamışlar ve­ya hainlik yapıyorlar.
Bunlara her fırsatta şu gerçeği anlatmak lâzım­dır : îslâm hem din, hem siyaset, hem cemiyet, hem cami, hem devlet, hem dünya hem ahirettir. Bu mu­kaddes dinin, dünya hayatı ile ilgili meselelere, ibâ­detle ilgili meselelerden daha fazla temas ettiğini bun­lara öğretmek lâzımdır.
Şu halde ibâdet meseleleri îslâm Nizamının bir bölümünü teşkil eder. İslâm Dini hem dünyevi hemde dini meseleleri tanzim eder. Biz müslümanlar olarak dinimizin ve dünyamızın îslâm siyaseti üzerine sürdü­rülmesinden mes'ulüz...
Yüce Rabb'ımız soruyor:
«Aklım kullanan bir millet için Allah'tan daha güzel hüküm verecek kim olabilir?» [107] Elbette kim­se olamaz. Olması da mümkün değildir.
Hasılı, , «din siyasetten ayrılmalıdır», iddiasıyla müslümanları âtıl hâle getirmek istemek veya müslü-nıanın kendi siyasetini ortaya koymasını «diain siya­sete âlet edilmesi» gibi çarpık bir anlayışla karala­maya çalışmak ya İslâm'ı anlamamışların veya İs­lâm'a ihanet eden hainlerin kullandıkları değersiz söz­lerdir. Bazılarının dillerine doladıkları bu sözler Kur'-an'm verdiği habere göre «...kâfirlerle dostluk kurmak hususunda yarıştıklarının» işaretidir. Biz böylelerine acır hidayetleri için gayret ve dua ederiz. Hepisi bu ka­dar. [108]

304 — Allah'ın Bildiğini   Kuldan Niçin Saklayım.»


Halkın arasında yaygınlaşan, günahkârların da ağızlarından düşürmediği sözlerden biri de: «Allah'ın bildiğini kuldan niçin saklayayım» sözüdür. Tabii ki, bu îslâm'a ters düşen bir ifade tarzıdır. Onun için bu sözü, günahkâr, değersiz, kişiliksiz, hiçbir ağırlığı ol-jnayan yamuk mizaçlı kişilerden çok duyarız.
Allah'ın bildiği kabahatleri, kullardan saklamak lâzımdır. Adam içki içip nara atmış, zina yapmış, ku­mar oynamış arsızhk-hırsızîık yapmış, muhterem in­sanların namus ve şereflerini lekelemiş ve sonra da bunlar sanki birer meziyetmiş gibi, her önüne gelene, şurada şöyle, burada böyle yaptım diye kaykıla kay-kıla anlatıyor. Bu çok yanlıştır. Niçin? Bizce şu altı sebepten dolayı yanlıştır:
1- Yaptığı  günaha kulları  şahid tutmuş  olur. İnsan günahlarını anlatmakla: «Ey Allah'ım, sen be­nim  günahlarımı  kapatıyorsun ama bu kulların da şahid olsunlar ki, beri bu haspayı yedim. Ben nura de­ğil, nara lâyık biriyim...» demek istemiş olur. Bu ne adiliktir. Onun için günahları, başkalarına anlatarak kulları şahid tutmamak lâzımdır.
2 - İnsan yaptığı günahı anlatmakla başkaları­na kötü örnek olur. Çevresini ve neslini nefsi, gibi günaha özendirir. Günahların yaygınlaşmasına ön-ayak olur. Bundan dolayı günah işleyenlerin de cezası gibi cezaya müstehak olur.' Çünkü kötülüğe ön-ayak olan onu işlemiş gibidir.
3 - Günahı  açıktan işlemek  ayrıca bir suçtur. Çünkü bu nesilleri bozmaya yönelik bir eylemdir. Böy­le bir davranışa kimsenin hakkı yoktur. Yeri gelmiş­ken değinmeden geçemiyeceğiz : Televizyondaki prog­ramlarda içip içip nara attırıyorlar. Kadın oynatıyor­lar. Zina yaptırıyorlar. Kumar oynatıyorlar. Hırsızlık yaptırıyorlar.  Aldatıyorlar., Fuhuş  sahnelerini yayın­lıyorlar. Bu melanetleri aleniştiriyorlar. Yani nesille­re «Bakınız, örnek alınız böyle olunuz» demek istiyor­lar. Bunları yapanlar da, yaptıranlar da,     müsaade edenler de bu ümmetin melunlarıdırlar. Bunların şer­rinden korunmak için bu kepazeleri çok iyi tanımak lâzımdır.
4 - Gizli işlenmiş günahı haz duyarak anlatmak büyük bir kabahattir. Çünkü, bu, yaptığı ile, kişinin iftihar etmesi demektir. Bu ne cür'ettir.
5 - İnsanın   günahını   anlatması   iradesi     zayıf olan kişileri bu günahı işlemeye götürür.
6 - Alenileştirilen her günah mahşerde bir delil olur. Adam zina ederken, resim çektirmiş bunları ifti­har vesilesi yapıyor. İşte bunlar benim günah belge­lerim demek istiyor.
Bütün bunlardan dolayı «Allah'ın bildiğini kuldan niçin saklayayım» deyip işlenilen hataları etrafa du­yurmak son derece yanlıştır, iğrençtir. Peygamber Efendimiz, buyuruyor ki: «Açıkça günah işleyenler hariç ümmetimin hepsi nin  günahlarını  Cenâb-ı Hakk  affedecektir.     Şu  da açıktan günah işlemek gibidir: Kişi geceleri (haram) bir iş yapar. Sonra yarına çıkar; halbuki Allah işlediği günahın üzerine perde çekmiş (gizlemiş) tir. Şuna-buna : Ey filân, ben dün gece şöyle-böyle bir iş işledim. (Bir gece hayatı yaşadım) der. Halbuki o, Rabbi güna­hını örtbas ederek gecelemişti. Fakat bu, Allah'ın üs­tüne çektiği perdeyi açarak günahını ilân ediyor.»[109]
Şimdi anladınız mı Allah'ın bildiğini kuldan ni­çin saklanamız gerektiğini? [110]

305 — «Erkek Dayıya, Kız Halaya Çeker.»


Halk arasında yaygın tabirlerden biri de «erkek dayıya kız halaya çeker.» sözüdür. Bilindiği gibi ba­banın kız kardeşine hala, annenin erkek kardeşine dayı denir.
Birisi bir davranışta bulunduğu zaman «dayısı­na çekmiş» veya «halasına çekmiş» derler. O davranış iyi ise hala veya dayı da iyi tanınıyorsa o iyi huy ile bu iyi huy arasında hemen irtibat kuruluverir. Diye­lim ki, dayı sarhoş, arsız - hırsız biri ise yeğeni de bunu örnek alıp aynı dümenin suyundan gidiyor­sa anne-babanın mazereti hazırdır. Derler ki: Ne ya­palım : «Dayısına çekmiş.» Yani «bizim bir suçumuz yok, bütün suç dayısında» demek isterler. Bu son de­rece yanlış bir değerlendirmedir.
Bir defa bu benzemenin huy,1 karekter, mizaç ve ahlaki açıdan pek irtibatı yoktur. Çünkü, insanlar ya­ratılırken huysuz, karektersiz yaratılmazlar. İnsana bulaşacak olan ve karekteri haline gelecek olan iyi ve­ya kötü özellikler üzeri küllenmiş kor gibidir. Bun­ların hangisinin üzerindeki küller üflenirse insan o huyları edinir ve öylece bir karektere sahip olur.
Anne - babanın, çevrenin ve kültürün insanın şah­siyetinin oluşmasında önemli etkisi vardır. Bu etken­lerin menfi oluşu başka bir ifade ile İslâmî olmayışı huyların ve karekterin bozukluğuna sebep olacağı şüphesizdir.
Kötü huylar kanser tümörleri gibidir. Onları ke­sip atmadıkça, tedavi etmedikçe, etkisini yok etmedik­çe önüne geçmek mümkün değildir. Kötü huyların baş kaldırmasını önliyen Allah'ın şeriatıdır. Buna gö­re yaşıyanlarda huylarm kötülüğüne rastlanmaz. İn­san İslâm'ın denetimine girince alışkanlıkları da bu­na göre yönlenir. Dinden uzaklaşanın huylan da olum-suzlaşır. Ölçü bozuk olunca insan, ayar tutmaz hâle gelir. Bu defa insanlar hoş olmıyan davranışlarına haklılık kazandırmaya çalışır. Tabii ki bu son derece yanlıştır. [111]
Olan şudur: İnsanı terbiye eden, olgunlaştırsn çeki - düzen veren yani insanı insan yapan İslâm'dır. Bu nizamın hükümlerine tabi olmıyan onun Ölçüleri­ne göre ayarlanmiyanların terbiyesizliği İslâm dışı yaşantılarının neticesidir.
«Erkek dayıya, kız halaya benzer» sözü doğru­dur. Lâkin bu benzeyiş huy ve karakter açısından de­ğildir. Vücudun, şeklin ve şemalin benzemesi açısın­dandır. İnsanın dayı veya halaya yüzü, gözleri, burnu, elleri, vücudun uzunluğu kısalığı, sesi vesairesi ben­zeyebilir; benzemeye bilir de. Bunun  izahı şudur:
Çocuğun anaya, babaya,' dayıya, halaya benze­mesi; erkek veya dişi yaratılması şu dört durumdan bir halin bulunmasından ileri gelir:
1 - Cima esnasında erkeğin, menisinin    kadın­dan evvel gelmesi;
2 - Kadının menisinin,  erkeğin menisinden ön­ce gelmesi;
3 - Erkeğin meclisi önce gelip, kadının menisin­den çok olması;
4 - Kadmmki önce gelip, erkeğin menisinden çok olması.
Erkeğin menisi evvel gelir kadının menisinden çok olursa, çocuk erkek olur. Böylece erkeğin menisi­nin önce gelmesi çocuğua erkek olmasına, kadının menisinden fazla olması da baba tarafına çekmesine sebep olur. Kadının menisinin, erkekten evvel gelme­si çocuğun kız olmasına, meninin çokluğu da çocuğun ana tarafına çekmesine yol açar. Eğer erkeğin menisi evvel geldiği halde, kadımnki erkeğin meni­sinden çok olursa, çocuk yine erkek olur. Fakat, bu_ hâl dayıya veya babaya benzemesine âmil olur. Önce kadının menisi gelir, fakat erkeğin menisi kadının. menisinden çok olursa kız olur ve halaya çeker.
Hz. Enes (r.a.)'in anası (r.anhe) Peygamber (s.a.v.) Efendimize gelip :
«— Ey Allah'ın Rasûlü! Ben, şunu öğrenmek isti­yorum. Kadın ihtilâm olunca gusül icap eder mi?» di­ye sorar. Rasûlüllah  (s.a.v.) :
«— Evet, uyandığı zaman bedeninde veya elbise­sinde meniden birşey görürse, gusül lâzım gelir.» bu­yurdu. Bunun üzerine Ümmü Seleme, (utancından) yüzünü örterek :
«— Ey Allah'ın Easûlü! Kadının menisi olur mu?» deyince, Rasûlüllah (s.a.v.) :
«— Allah iyiliğini versin. Kadında meni olmasay­dı (bazı zamanlarda) çocuk, hangi sebeplerden benze­yebilirdi?» buyurdu. [112]
Hasılı, «erkek dayıya, kız halaya benzsr» sözün­den anlaşılması gereken insanın dayı veya halaya huy ve karekter bakımından değil; vücud, şekil ve şema] açısından benzemesidir. Doğrusu budur. [113]

306_«İp İnceldiği Yerden Kopsun.


Hayat tarzları bozuk, kişiliksiz ve değersiz kim­selerin söylediği sözlerden biri de «îp inceldiği yer­den kopsun- sözüdür. Gidişatları dine- imâna, ipe-sa-pa gelir tarafı olmıyanlar güya bu yanlışlıklarını hak­lı çıkarmak için bu sözü kullanırlar. Tabiatıyla bu tür davranış ve ifadelerin haklılık tarafı yoktur, ol­ması da mümkün değildir.
«Müslümamrn» diyen birinden bu tür- söz ve dav­ranışlar duymak ve görmek çok şaşırtıcıdır. Çünkü bu, İslâmi değildir. İslâm bunu reddeder, böyle bir şe­ye bünyesinde hayat hakkı tanımaz.
Bir misal verelim: Adam çevresine hergün biraz daha artırarak borçlanıyor. Ödeme yapmıyor. İşleri­ni aksatıyor. Haramları ıhergün artırarak işliyor. Ir-zma, namusuna olan hassasiyetini başlıyor zayıflat­maya. İçki, kumar, zina ve diğer ahlâksızlıklara dalı­yor. Tembellik ve miskinlik yakasına yapışmış kişile­re dostları ikazda bulunuyor. Diyorlar ki:
— Kardeşim, bu senin yaptığın ayıptır, günahtır. Hergün biraz daha pisliğe dalıyorsun. Aklını başına topla. Kendine gel. 3u senin yaptığın deliliktir. Bak, çoluk - çocuğunla birlikte rezil olacaksın. Etme. Ken­dine çeki düzen ver.
Adamın verdiği cevap şu :
— Aman sende. îp inceldiği yerden kopsun. Al­dırma.
Şu münasebetsizin söylediğine bak sen. İp inceldi­ği yerden kopacakmış. Adamın işi bozulmuş, borç al­mış başını gidiyor. Dostlarıyla ilişkisini kesmiş. Ha­ramın her çeşidine dalmış. Nerede ise namusunu ve şerefini kaybetmek üzere. Hiç birine aldırış etmediği bir yana namus ve şerefine de aldırış eimiyecek ka­dar bayağilaşmış. işte bu diyor ki: ip inceldiği yer­den kopsun. Güya bu söz ile yamukluğunu haklı çı­karacak. Her şeyi kaybetmenin bedelidir, Isîâmî hayat tarzından kopmak. İslâm'dan kopanlar namus ve şe­reflerini de koparıp atarlar. îşte bizim cemiyetimiz böyleleriyle doludur. İnsanımıza verilen kültür bu­gün bu neticeyi vermiştir.
Herşeye rağmen müslümana yakışan hayatının yanlış yönünü sezdiği anda onu hemen düzeltme cihe­tine gitmektir. Bu yanlışlığı hakhlaştırma çabasını ancak kişiliksiz olanlar gösterirler. Bunlar aklını ima­nının emrinde kullanamıyanlardır. Müslümandır, bel­ki ama, lakin, îtlâm'ia hedeflediği kemâle erememiş-tir. Eğer bu insan İslâm'ın nimetlerinden faydalanma­yı bilseydi, yani aklını imânın emrinde kullanabilsey­di, yanlışlıklarını, Allah'ın, kendine bahsettiği şeriat'-in gösterdiği çareler içinde hallederdi. Çünkü müslü-rnan hayatının her safhasında kâfirlerle mukayese edilemiyecek derecede daha geniş bir ufka sahiptir; tabii ki İslâm'dan faydalanabildiği nisbette.
Hasılı, «İp inceldiği yerden kopsun» ifadesi hiçbir dayanağı olmayan batıl bir sözdür. Hayatlarının yan­lış yönünü haklılaştirma çabasına saplanmışların kul­landıkları bu sözler akimi imânının emrinde kullanan hiçbir mü'minden sadır olmaz, olması da mümkün de­ğildir..-. [114]

307 _ «Türkiye'deki  Amerikan  Üs'lerins Müsade Etmesek Onlar Bize Ekonomik Ambargo Koyarlar.»


Türkiye, kâfirlerin kültürünün istilâsına uğramış ülkelerden bindir. Bin yıllık şanlı tarihinin, kültürü­nün güzelliğinden koparılıp piç bir kültürün otkisiyb yaşıyan toplumlardan isabetli seçimler beklemek mümkün değildir. İşte, bizim toplumumuz böyle bir toplumdur, Bu toplumun insanlarına televizyon neyi neşrederse, o, onlara göre doğrudur. Yamama kültü­rün gereği 'budur çünkü...
Bizim toplumumuz başkalarının arzularına göro hareket edecek bir tarzda ayarlanmış bir toplumdur. Nasıl ve ne kadar siyaset yapacağız? Ekonomimiz ne olacak? Ticaretimiz nasıl olacak? 24 saatimiz nasıl ge­çecek? Hep bunlar başkaları tarafından planlanıyor. Bu plana karşı çıkan insanlara hayat hakkı tanınmı­yor. Bütün kapılar bu insanların yüzüne kapatılıyor. Uşaklığı kabul etmemelerinin hesabı ağır ödetilmek isteniyor bu insanlara.
Bir kalbten Allah korkusu atılırsa o kalbe Allah'­ın düşmanının korkusu girer. Allah'tan korkması ge­reken insan O'nu kalbine kabul etmediği için O'nun düşmanından korkmaya başlar. Ve bu korktuğunu «Rabb» olarak tanır. Nasıl mı? Bak, bu şöyle olur. Bir misalle açıklayalım :
Türkiye halkı planlı olarak geri bırakılmış ülke­lerin halklarından biridir. Bu ekonomik zayıflığımız bahane edilerek 'başta Amerika olmak üzere çeşitli ülkelerden ekonomik ve askeri yardımlar yapılır. Ya­pılan yardımlar bahane edilerek egemenliğimizi de çantalarında bir keklik olarak kabul ederler. Bu ege-jnenük, bağımsızlık hikâyesi de ayrı bir hikâye...
Biz devam edelim misalimize 1974 yılında Kıbrıs'­tı Türkiye çıkarma yaptı. Amerika'n yöneticisi hemeu ağzını açtı ve şunu dedi: «Ekonomik ambargo koy­dum.» Ne demek oluyor? «Rızkını kestim» diyor. «Eko­nomik ambargoyu kaldırdım» diyor. Ne demek? «Rı-zık verdim.» Bunlar ne demektir biliyor musunuz? Bu ilâhlık iddiasında bulunmaktır. Adam açıkça demek istiyor ki: «Senin yönetimin, bana aittir. Senin nasıl hareket edeceğini, senin kurallarını ben koyarım. Be­nim kurallarını geçerlidir?» diyorlar. Böylece bu kişi-ler «Ra'bb»hk iddiasında bulunuyorlar.
Amerika: «Ekonomik ambargo koydum'» diyor. Bizimkiler «Eyvah rızkımızı kesti» diyor. Arkasından .aynı güç: «Ekonomik ambargoyu kaldırdım» diyor. Bizimki: «Tamam, rızkımızı vermeye başladı» diyor. Biri rızkı veren de kesen de benim diyor; öbürü, ta­mam sensin diye tasdik ediyor. Biri Hanlığını ilân edi­yor öbürü de bunu tasdik ediyor. Şimdi mümkün mü Türkiye'deki  Amerikan üslerine  dil  uzatmak.
Günümüzde ilâhlık taslayan Amerika ve Rusya uzaya yerleştirdikleri uydulara güvenerek herşeyi ya­pabileceklerini zannediyorlar. Şunu bilelim ki bunla­rın hiçbir güçleri yok. Biz ülkelerin herşeyini görürüz demeleri tamamen boş bir iddiadır. Örnekleri çoktur. İşte bir tanesi. Meselâ Amerika'nın ateşesini İtalya'da-ki Kızıl Tugaylar Örgütü» kaçırdı. İki ay gizledi. Son­ra öldürdü. Leşini de bir deniz kenarına atıverdi. Her tarafı görüyorum diyen Amerika niye ateşesini göre­medi?
işte, biz müminler, daima «Lâilahe illallah Mu-hammedu'r-RasûlüHah» derken, hürriyetimizi ilân edi­yoruz. Amerika'ya da «Senin ilâhlık iddianı kabul et­miyoruz. Sen sahtekârsın. Bizi korkutmak için böyle diyorsun» diyoruz ve vakıada da öyle olduğunu gö­rüyoruz.
Bütün peygamberlerin insanlara ilk öğrettiği, ya­lınız Allah'a ibâdet etmeleri O'nun dışında hiç bir şe­ye kulluk yapmamaları idi. Bütün peygamberlerin in­sanlara ilk tebliği budur. Onun için Yunus Emre :
«Dört kitabın mânâsı, Lâilahe illallah'dir» der.
Yani İncil'in, Tevrat'ın, Bezur'un ve Kur'an-ı Ke-rim'in hülâsa özeti: Lâilahe illallah kelimesini söyle­mek ve ona inanmak ve o doğrultuda hareket etmek­tir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bunu yapmıştır. Gü­nümüzde bizim yapacağımız şey de bu olmalıdır.
Hulâsa, biz Amerika'ya kulluk yapmak için yara­tılmadık ki, onların arzulan ve çıkarları doğrultusun­da günümüzü onlara tayin ettirelim. Onların ülke­mizdeki üslerini biz bizim için birer pranga kabul edi­yor onları cüceliklerine rağmen dev kabul eden içi-mizdekilerle beraber üsleri de söküp atacağımız gün­lerin yakın olduğuna Allah'ın izniyle inanıyor ve bu idealle yaşıyoruz. İmanlı gençliğimizi de bu idealde görüyoruz. [115]

308_«Komünizmi Bilmek İçin Onların Da Kitaplarını  Okumak Lâzım.»


Asrımızda müslümanlann dinlerine olan ilgisizli­ği ve bilgisizliği sebebiyle dünyâda emperyalist kâfir­ler cirit atıyor. Onların dediği oluyor. Onların yap dediği yapılıyor, insanlar onların müsade ettiği ölçü­de düşünebiliyor ve konuşabiliyor. Maarif, radyo, te­levizyon ve kamu oyunu emperyalist kâfirler kendi dünya görüşlerine göre ayarlamışlar. Bu da, zembere­ği, kurulmuş saat gibi ayarlandığı zamana göre tıngır-nungir yürütülüyor.
Müsîümanın yolu üzerine o kadar çok tuzak ku­rulmuş ki, her tuzakta müslüman avlanıyor. Yutula­cak hazır lokma haline getiriliyor. İşin acı tarafı müs­lümanlann geneli bunun farkında değil.
Bugün dünya iki kampa bölünmüş. Biri kapita­lizm diğeri komünizm. İnsanları iki kampa ayıran da bu kampların başında bulunan da yahudi. Bu bölücü zihniyet diyor ki: Bunları çok iyi bilmek lâzım. Bu bilgiye sahip olabilmek için bunları anlatan kitapları okuyacaksın.
Şimdi birileri çıkıyor, diyorlar ki: «Komünizmi bilmek için onların kitaplarını oku­mak lâzım.»
Bir başkast çıkıyor o da:
«Kapitalizmi bilmek için onların kitaplarını oku­mak lâzım» diyor.
Bunların 'her ikisi de yanlış. Çünkü insan ne ko­münizmi, ne de kapitalizmi bilmeye mecbur değil, in­san islâm'ı bilmeğe mecbur, insan kapitalizmi ve ko­münizmi bilmemekle bir şey kaybetmez ama islâm'ı bilmemekle 'hem dünyasını hem de ahiretini kaybe­der.
«Kapitalizmi bileceksin - komünizmi bileceksin» telkini ile yetişen gençlerimizin feir kısmı komünizme ait kitapları okuyor kuvvetli bir komünist hayranı olup eline silahı kaptığı gfbi dini ve devleti yıkmaya kalkıyor. Bu uğurda canını verecek kadar komüniz­min hayranı oluyor. Bir kısım gençler de kapitalizmi öğrenecem.' diye gecesini gündüzüne katıp kitaplar okuyor. Televizyon seyrediyor, gazeteler, okuyor. Takip edilen maarif insanımızı kapitalizmin hayranı yapı­yor. Netice itibariyle bu kültürle yetişen insanımız terbiyeli evlât misali «Amerika baba»yı kızdırmamak için ondan gelen her emre «başım üstüne» demeği ken­disi için övünç vesilesi yapıyor.
Türkiye'de egemen güçler «Komünizmi bilecek­sin, Kapitalizmi bileceksin» ninnisiyle nesilleri kur­dukları köle düzenleriyle köleleştîriyorlar. Milyonlar­ca memleket evlâdı bu ikileme ile şartlandırılıyor.
Yanılıp da birgün olsun demiyor ki: «— İslâmî düzeni bilmek için bu düzeni anlatan kitapları okumak lâzım.'» Bu cümleyi söyliyen yok. Bu Memlekette bu düzen bilinmesin, unutulsun, bundan tarih kitapları bile bahsetmesin diye devleti ellerine geçirenler müslümanlara yapmadık zulüm bırakmada Kur'an~ı  yasakladılar.  Allah diyene  taş  ocaklarında taş kırdıttılar ve yolların yapımında insanımızı köle olarak kullandılar. Neler yapmadılar ki...
İslâm'ı öğrenmek, bundan 'bahseden kitapları oku­mak bu memlekette hep suç sayılageldi.Ceza kanunu­na 163'üncü madde müslümanların ayağına pranga vurmak -için ihdas edildi, İki kişi bir araya geldi, dini kitap okudu diye mahkeme koridorlarında hapisane köşelerinde insanlık dışı muamelelere tâbi tutuldu.
Bütün bunlar nesilleri İslâm'ı öğrenmekten mah­rum bırakılmak için yapıldı. Her şeye rağmen bu memleketin öz evlâtları İslâm'ı öğrendiler. Bütün ya­saklamalara rağmen öğrendiklerini tatbikat safhası­na koymanın gayretini ve yiğitçe mücadelesini veri­yorlar. İslâm bilindikçe materyalist zihniyetler çatır çatır yıkılıyorlar. İşte komünizm bitti. Kapitalizm suni teneffüsle yoğun bakıma alındı. Gidiyorlar köls düzso-ler. Hem de bütün kural ve kurumlarıyla.
Gençler aldanmayın. Ömrünüzü bâtılları öğrene-cem diye harcamanın faydası yoktur. Dininizi, bin yıl­lık tarihinizi, İstiklâl harbini yapan Ege'de Yunan'ı de­nize döken ecdadınızı öğrenin. Dev diye size tanıtılan­ların aslında 'birer cüce olduklarını kesinlikle bilin.
İslâm'ı bilen herkes ister komünistle, ister kapita­listle karşılaşsın mutlaka ona galip gelecektir.
Size bir de misal vereyim :
Bir sarraf düşünün. Bu sarraf diyor ki, bütün ma­denlerin özelliklerini bilmek istiyorum. Fesübhanal-lah. Behey adam, senin vazifen bu değil. Senin bütün madenlerin özellikleriyle ne işin var? Sen altının özel­liklerini bil yeter. Eğer hepisini bilmeye kalkışırsan ömrünü heder etmiş olursun. Öyle değil mi?
İşte aynen bunun gibi, insanımızın ithal malı gö­rüş ve zihniyetlere ihtiyacı yoktur. İslâm'ı bildi mi me­sele yok. Yaratılış gayemiz de budur. Biz, İslâm'ı alırız. Başka zihniyetleri İslâm ile ölçeriz; uyanları alı­rız, uymayanları elimizin tersiyle tersleriz.
Hasılı, insanın yaratılış gayesine zıd zihniyetleri «öğrenmek lâzımdır» diye yapılan şartlandırılmalara karşı uyanık olmak zorundayız. Bizim vazifemiz Ko­münizmi bilmek, kapitalizmi tatbik etmek değildir. Biz, müslüman olarak doğduk. Müslüman olarak ya­şayacağız. Hak düzeni bizden sonrakilere ulaştıraca­ğız. İslâm'ı öğrenecek ve İslâm'ı yaşıyacağız. Yaratılış gayemiz de budur... Nesillere bu gerçeği intikal et­tirmeye mecburuz... [116]

309 - «Teokratik Devlet Nizamına Karşıyım.»


Türkiye'de din dışı ideolojilere imân eden politi­kacı, siyasetçi, yazar-çizer, devlet adamlarının pek ço­ğunun ağzından çeşitli vesilelerle «Teokratik devlet nizamına karşıyım» sözünü duyarız.
Nedir teokrasi denilen herze?
Bu sorunun cevabını 'bugün her müslüman bilme­ye mecburdur.
Teokrasi kelimesini bütün lüğatlar «Tanrı iktida­rı» ifadesiyle açıklamaktadırlar.
Teokrasi kelimesinin tahlili şöyle:
' Teos: Tanrı.
Krotos: İktidar.
Teokrasi: Tanrı iktidarı.
Tanrı cins isimdir, Allah isminin karşılığı değil­dir. Batıl ve beşeri «din»lerde çok tanrı vardır. Teok­ratik devletlere misal:
•    Suudi Arabistan (Müslüman) ® - Papalık (Hristiyan)
•    İsrail (Musevi)
•    Tibet ve Japonya (Beşeri din)
Teokrasi kelimesi batı siyaset termolojisinde iki anlamı içermektedir.
a - Doğrudan doğruya Alah'ın hükümlerinin ha­kim olduğu hükümet sistemi.
b- Allah namına papazların idaresi ve böyle idare olunan ülkelerdir.
Şimdi bütün bu izahlardan sonra şu hususa işaret edebiliriz :
«Bir devlet adamı Teokrasiye de Komünizm'e de karşıyım, dese aklımıza şu hususlar gelebilir:
1 - Bu devlet adamı Hristiyanlığın tesirinde ka­lan kanunları değiştirmek istemektedir.
2- Hristiyanlık ve Musevilik gibi mensuh din­lerin dini liderlerin ve idarecilerinin gelmesine kar­şıdır.
3- Din haline gelmiş beşeri bir nizamın, devle­te atmasını istememektedir.
Şayet bu ihtimaller doğru ise teokrasiye karşı çı­kan devlet adamına bir kısım hukukçularımız Hristi­yan veya Musevi ileri gelenleri veya Budizmin temsil­cileri karşı çıkabilirdi. Çıkmadıklarına göre devlet adamının teokrasi ile kasdettiği mâna, İslâmiyettir.»[117]
Şurasına işaret  etmeden geçemiyeceğiz:
Devlet hem Hristiyan kanunlarından adabte etti­ği kanunlarını tatbike koymuş.; hem de onu yönlen­direnler teokrasiye karşı, çıkıyorlar. Bu korkunç bir tezattır.
Şunu herkes biliyor ki, bugün dünyadaki insan­lar üç dünya görüşünden birisini seçmenin ve onun kavgasını vermenin mücadelesi ile dolu.
Dünyadaki bu mücadeleye. müslümanın baktığı açıdan bakılınca bu mücadele küfür ve İslâm'ın mü­cadelesidir.  Üç  görüş  dediğimiz  görüşler şunlardır:
1 - Kapitalizm,
2 - Komünizm,
3 - İSLÂM.
Kapitalizmin ve Komünizmin .kaynağı insan bey­nidir. İkisi de mukaddesata düşmandır, materyalisttir, îslâm ise, vahiy düzenidir. Demek oluyor ki, dünyada­ki mücadele hak-batıl mücadelesidir.
Müslümanların yaşadığı toplumlarda İslâmî bir anlayış olmadığı için her fırsatta müslümanlara iş­kence ediliyor. Bu işkenceler bazen aleni bazen de üs­tü kapalı oluyor. Bununla beraber bütün insanlık gayr~i îslâmi düzenlerde inim inim inliyor. Kurtuluş yolu gösterenlere zulm ediliyor.
«Hür demokrasi» hikâyesinin, Allah (c.c.)'den.baş­kasına kulluk,: etmiyen ve «etmem» diyen insanlara tutumu vahşiyanedir. Bir taraftan kutuplardan ku­tuplara sedası ulaşan Seyyid Kutup'lar Mısır'da direk­lere çekiliyor. Bir tarafta «Kafirin şapkasını giymem-diyen Atıf hoca'lann boynu yağlı urganlara sıktırılı­yor.
Afrika'da, Ameri fra'.da ..sarf- derileri.,siyah-.olduğu için vahşiyane katlediliyor.
Diğer bir yanda da dünyanın en çok müslüman. kitlesine sahip toplulukların insanları bile dinini dün­yasından ayırıyor, inançsız bir şekilde ahirete hazır­lanmaya mecbur bırakılıyor.
İsrail, Filistin'de kadınların rahimlerindeki cenin­lere varıncaya kadar kestiler.
Rus'lar Afganistan'da Napalm bombalarıyla müs-lümanlan acımasızca yaktılar.
1950'de Kızıl Çin Birlikleri Türkistan'a girince 90 bin mücahidi bir saat içinde idam ettiler. Sandalye-îere bağladıkları mücahidlerin kafalarına çivi çaktı­lar.   Vücutlarından  küçük  parçalar  kesip ağızlarına dıktılar. Direklere bağladıkları mücahidlerin gözleri­ne, kulaklarına, burunlarına ateş, ederek aralarında, yarıştılar, kumar oynadılar.
Kafkaslar'da, Türkistan'da, Filistin'de Afganistan'­da, Mora'da, Eritre'de Biafra'da, Amerika'da ve Al­manya'da... Bu vahşilerin elinden dünyayı kurtar­mak İslâm'dan başkası ile mümkün değildir.
Kainat nizamının adı İslâm'dır. O nizama evet di-' yenlerin adı mü'mindir. Kainat üzerinde her mah­luk o nizamı kabul etmiş hak olduğuna imân etmiş­tir. Bu nizamı kabul etmiyenler insanların bir kısmı il 9 cinlerin bir kısmıdır.
Allah'ın koyduğu düzene karşı çıkan anarşist mevcud düzene başkaldıranı anarşist ilan ediyor ve onu ezmeye çalışıyor. Bütün gücünü bunun için ss-ferber ediyor. Oysa en azılı anarşist Allah'ın düzeni­ne başk aldıran dır.
Müslüman inancını yaşamalıdır. Ona buna av ol­mamalıdır. Av. olursa çok olta sallayanlar olur. Müs­lümanlar bazılarının vaadlerine de aldanmamalıdır-lar. Peygamber (s.a.v.) Efendimize Mekke'liler kral­lık, zenginlik, güzel kadın vaad ettiler. O (s.a.v.) ilti­fat etmedi. Müslümanlar siz de iltifat etmemelisiniz...
Dini dünya işlerine karıştırmayan bazı sahtekâr­lar özellikle lider durumunda olanlar gafil müslüman-ları aldatmak için zaman zaman cemaatle namaz kı­larlar. Kur'andan, Allah'tan, peygamberden bahseder­ler. Gafil müslümanlar da hemen bunlara teslim olu­verirler.
Napolyon Mısır'ı işgale geldiği zaman Mısır'lıla-ra:
— Ben de müslümanım. Halife hazretlerine biat etmeye geldim dedi. Hatta cemaatle namaz bile kıl­dı. Bazı müslümanlar «— Tamam» dediler. Ona inanrverdiler. Netice ne oldu. O sahtekâr kâfirliğini a icablarmı yerine getirdi.
Afgan is tan'lı Komünist Babrak Karmal halka ken­dini kabul ettirmek için cum'a namazlarını kıldırdı. Elhamdülillah 'bu sahtekârlık tutmadı.
Asrımızda bir kısım müslümanlarm dine karşı il­gisizliği ve bilgisizliği manevi cebhede büyük yara aç­mıştır. Meselâ, bir zamanlar bir yerde, tarihin seyrini değiştirenleri bir araya koydular. «100 Büyük Adam» diye sıraladıkları bu listenin başına Peygamberimiz Hz Muhammed (s.a.v.)'i koydular diye birçok kim­seler sevindi, bunu propaganda etti. Aslında bu, müs-îümanlar için büyük bir uyutmaca idi. Peygamber (s.a.v.) Efendimizi Lenin ile, Stalin ile Marks ile aynı sıralamaya koydular. Onlar gibi bir adam imajını ver­diler.
Dikkatinizi çekiyorum: îster kâfir olsun ister müs-lüman Peygamber (s.a.v.), Efendimizin büyüklüğünü kimse inkâr etmiyor ki. Her kâfir bile «O akıllı bir adamdı» diyor. Akıllılığını kabul ediyor da getirdiği nizamı kabul etmiyor. Neye yarar böyle kabullenmek? Hudeybiye anlaşmasında da Peygamber (s.a.v.) Efen­dimizin ismi yazılırken ALLAH'IN RÂSÛLÜ yazılma­sına kâfirler, karşı çıkmışlardı. Abdullah'ın oğlu Mu­hammed, diye yazdırmışlardı. Nizama karşı çıkış bu­dur işte.
Hasılı, günümüzde «Ben teokratik devlet nizamı­na karşıyım» diyenlerin çıkışı da aynı idealden dola­yıdır. Bunlara aldanmamak lâzımdır. [118]

310 — «Eğer Onun Yanına Bırakırsam Şunlar   (Bıyıklarını Göstererek) Anamın ...... Bitsin.»


İhsanı insan yapan Tevhid Akidesine bağlılığıdır. Bu bağdan mahrum olanlar şeklen insan görünümün­dedir. Çünkü böyleleri ölçü tanımaz ve hiçbir kura­la riâyet etmez.
Dünyada iki cephe vardır. Hak cephesi, bâtıl cep­hesi. Bu iki taraf, ilk insandan bu yana. hep mücade­le etmiştir. Bu mücadele kıyamete kadar da sürecek­tir. Zikrettiğimiz bu iki tarafın kendilerine göre kül­türleri de vardır. Hak cephesinin kültürü, bâtıl cephe­sinin kültürü. Hak cephesinin kültürünün temeli vah­ye dayanır, ilâhidir. Batıl cephesinin kültürü temel­sizdir, dayandığı hiç bir nokta yoktur, şeytanidir. Ya­ni neüdüğü belirsiz bir kültürdür. Bugün dünyada müslümanlar dinlerinin cahili olduklarından dolayı İslâm'ı yaşamadıkları için dünyaya bugün için batıl tarafının piç kültürü hakim gibi görülmektedir. İn­sanlar bu kültürün etkisi altında kalmışlar onunla haşr-neşr olmaktadırlar.
Materyalist ideolojiye dayanan kültür insanları insanlıktan çıkarmıştır. Öz kızına tecavüz eden in­sanlar bu batıl ürünün acı meyveleridir. Bu kitabın içkide zikrettiğimiz sözler ve anlayışlar genelde işte bu bâtıl ideolojilerin yoz kültürlerinin ürünüdürler.
Yazımıza başlık yaptığımız cümlenin sizin tüyle­rinizi diken diken yaptiğiıiı daha şu satırları yazarken görüyor gibiyiz. Böyle de söylenir mi diye sorabilir­siniz. Biz de size şu cevabı vermiş olalım : Bu toplum­da bundan daha adice sözleri söyliyen insanlar mil­yonlara baliğ olmaktadır. Eğer sağır değilseniz siz bu sözlerin nicelerine şahid oluyorsunuzdur. Biz bu satır­ların arasında zikretmekten haya ettiğimiz nice söz­ler vardır. Gayemiz çirkinliklerin iğrençliğini teşhir etmek, başarabilirsek nehy-i anil münker (kötülükler­den caydırmak) yapmaktır.
Bir misalle başlık yaptığımız cümleyi ameliyat masasına yatıralım, bakalım ne çıkacak. Çıkacak so­nuçtan memnun kalacak olacak mı?
Biliyorsunuz zamanımızın insanları imân fukara­lığından dolayı stres denilen bir hastalık hastalığına, yakalanmışlar. Herkes benzin dolu fıçı misali, en ufak şeyden dolayı parlıyıveriyor. Bunun için sokak kav­gaları, ağız dalaşları alabildiğine yaygınlaşmıştır.
İki kişi kavgal aşıyorlar. Bazıları bu kavgacıları ayırıyor. Kavgacılar hırsını alamıyor. Biribirlerine kendilerini parjçalarcasma bağırıyorlar.  Diyorlar ki:
— Ulan eğer bunu senin yanına bırakırsam Ibı-yıklarını göstererek* şunlar anamın ...... bitsin.»
Bunu duyan muhatabı da bağırıyor :
«— Eğer bende senin yanma bırakırsam bunlar (bıyıklarını göstererek) benim de anamın ......bitsin.»
Tabii ne o ona ne de öbürü diğerine hiçbir şey ya­pacağı yok. Ayrılıyorlar. Sinirler yatışıyor. Sürtüşme konusu da unutulup gidiyor. Zaman geçiyor bunlar ay­nı masada kumar oynamaya, içki içmeye devam ediyorlar. Hiçbirşey olmamış gibi  dost oluyorlar. Şimdi ne oldu bıyıklar?
Bu sözü söylemek adiliktir, edebsizliktir, hayâsız­lıktır, şerefsizliktir. Birinin 'birşeyleri vesile ederek anasının en mahrem yerini diline dolamasından da­ha iğrenç.daha şerefsiz bir davranış içine girmesi dü­şünülemez. Bu ve benzeri ifadeler ana-bâba, okul ve cemiyetin bâtılın tarafında olduğunun ve onun bek­çiliğini yaptığının en belirgin alâmetidir.
Cemiyeti bu hale getiren eğitim sistemi utansın. Egemen güçler utansın. Sevk ve idareciler utansın. Ana - babalar^ utansın. Kamu oyu utansın. «Elli yılda elli milyon yaratık 'her yaşta» diyenlor utansın. Müs-lümanım deyipte müsiümanca yaşamıyanlar utansın. Nesillerin bozulmasına aldırış etmiyenler utansın. Utansınlar, utansınlar... Şayet utanabilecek suratla­rı varsa tabi?
Hasılı, her ne sebeple olursa olsun birinin bıyık­larım şurada bitsin diye insanın en mahrem yerini ağ­zına alması çirkindir, edebsizliktir, hayâsızlıktır, şe­refsizliktir. Bu şerefsizliğin kaynağı da insanları ege­men güçlere köle yapan bâtıl düzenlerdir. İnsan in­sanlığını ancak İslâm'da bulur. İslâm'ın dışında hu­zur arayanlar ancak ellerinde hüsranı bulurlar. Ya­zık. Hem de çok yazık... [119]

311_«Senin Dinini-Îmanını...»


Köle düzenlerinde yaşıyan insanların çoğumun bu düzenlerin kültürü sebebiyle dine-imâna sık gık sal­dırdıklarına hep şahid olmuşuzdur.
Dine saldırı, imana salya müşrikliğin açık bir alâ­metidir.
Herkes duyar. Biri kızınca karşısındakine «Senin Dinini, İmânını, Kitabını, Allah'ını, Peygamberini...» diye sayar döker. Kimseden ses çıkmaz. Hatta bu kü-fürün yapıldığı kişi de çoğu zaman bu küfrü sergile­yen kâfire kulak şapırdatıverir. Duyanlar da öyle.
Biz öyle bir memlekette yaşıyoruz ki, bu memle­kette şahısları koruma kanunu çıkarılmıştır da Al­lah'a küfretme çılgınlığı alkışlanmıştır. Çünkü beşeri düzenlerde Allah'a hükmetme hakkı  verilmemiştir.
Sokaklardaki ağızları salyalıların bu eylemlerini durdurmak için çenelerini kırmak lâzım. Kim kıracak ve nasıl kıracak? Böyle müslümanlar nereden bulu­nacak. Dinine sahip çıkacak irüslüman.
Adam, arsama iki metre girdiler diye çalmadık kapı bırakmıyor. Niye? Arsama tecâvüz edildi diye. Ya dinine yapılan tecavüzler ne olacak? Oldum olası dine tecavüz edihyor. Müslümanlar niye bunun mü­câdelesini vermiyorlar? Müslümanm yanında bu di­nin bir metrekarelik arsa kadar da mı kıymeti    yok acaba? Bunu çok iyi düşünmek icabediyor. Kesinlikle bilelim ki, dinine sahip çıkmayana Allah (c.c.)'da sa­hip çıkmıyacaktır. Allah'ın sahip çıkmadığı kişi veya. devlet hiç iflah olur mu? Olması mümküa değildir.
Herkes şunu bilsin: Din bir mekteptir, ki, insana kendini 'buldurur, içini-dışını, önünü-ark a s mı aydınla­tır. Tükenmez saadete erdirir. Din mektebinin şeha-detnamesi ölümdür. Bu şehadetnameyi yüksek dere­cede alanlar, ölüm aleminin müstesna özellikleriyle karşılaşırlar. Çünkü beşikten mezara kadarki yolcu­luk kısa bir yolculuktur. Hakiki yolculuk ölüm ile baş­lar. Bu yolculuğa dünya hayatında çok iyi hazırlan­mak icabediyor.
Bir an yeryüzünden birgün için dinin kalktığını düşününüz. O gün işlenilecek günahların hesabının sorulmıyacağı hesabedilirse; bütün insanlık akla ha­yale gelmiyecek  çirkin işleri irtikâp ederler.
İbâdet, inanç ve amellerin bir gösterişten ibaret olduğu zamanlarda dört ayaklı hayvanlar bile insa-noğlundan nefret etmeye başlarlar.
Bu zamanda ahlâki bağların çözülmüş olması di­ni bağların yok olmasındandır. Dini bağların zayıf, ol­duğu cemiyetlerde kardeş kavgaları olur, zalimler iş başına geçerek milleti sefil ve rezil ederler.
Bir memlekette dine küfretme hürriyeti var da di­nini koruma hürriyeti yoksa o memleket kesinlikle if­lah olmaz. Bir ülkenin toprakları üzerinde bayrak dal­galanması, o ülkenin her yönüyle her yönüyle bağım­sız olduğunu göstermez. İşte Afganistan bunun açık misalidir.
Demek M, zihni işgaİ edilmiş, düşüncesi alabora olmuş, değer yargıları unutulmuş bir toplumun ya­şadığı toprak parçasının gönderinde bayrak dalgalan­mış ne çıkar? Ruhunu özgür kılan kişi hapishane hücreleriade dahi olsa bağımsızdır, hürdür. İşte bu hür­riyeti insana veren hak din İslâm'dır. Onua eşsiz hü­kümleridir. Emrettiği hayat tarzıdır. Hür düzenidir. İşte insan, buna talip olmalıdır. îmâaın zevkine er­melidir. Devletin görevi dinin güzelliklerini milletine göstermek, onları yaşama zevkine erdirmek ve yaşanı­lacak ortamı temin etmektir. Yoksa dine küfredenleri korumak dsğildir.
Hasılı, Dine, İmâna, Kur'an'a ve mukaddes mef­humlara küfredenler kâfirlerdir. Onlar için dünya ve ahirette ancak perişanlıklar vardır.
Müslümanların görevi kâfirlerin bu eylemlerine son vermek için mücadele etmektir. Tâ dine sahip çı­kacak güce sahip oluncaya kadar. Aksi halde, din de, millet de üzerinde yaşaaıla'n topraklar da yok olur. Dinine sahip çıkana Allah (c.cJ'da sahip çıkar. [120]

312 — «Çocuğumuzla İlgilenmeye, Onu Yetiştirmeye Vaktimiz Yok.»


Birçok anne-baba çeşitli bahaneler uydurarak ço­cuklarına ebeveynlik görevlerini yapmıyorlar. Netice itibariyle milli ve manevi değerlerini inkar eden in­sanlar topluluğu meydana geliyor..
Zamanımızda oğlundan-kızmdan şikâyetçi olma­yan hemen hemen yok gibidir. Sebep dinden-imandan yoksun bir neslin türetilmiş olmasıdır.
Allah ve Rasûlünün emirlerine itaat etmiyen ana-babanın bu suçunun ilk cezası evlâdından tekme ye­mektir. Böyle kimselerin ciyaklamaya haklan yoktur.
Ana-baba işe çocuk kreşe. Hangi dinde var bu? Bize sorarsanız hiçbir dinds yok. Ancak putperestler­de var, yani nefsine tapmanlarda, eşyaya tapmanlar-da var.
Çocuğu ana-baba yetiştirir. Bu sevgiden mahrum şefkatsiz yetişen çocuklar bugün bir baş belâsı olarak yetip artmaktadır. Kimse işini-gücünü, meşgalesini behane ederek çocuklarına karşı olan görevlerini ih­mal edemez. Bunca felâketlerden sonra herkes aklını-başına al.' :>x-ığunu İslâm'ın emrettiği ölçüler içinds yetiştirme^        ^cburdur.
Biz bunu anlatalım:
Bizler müslümaaız, elhamdülillah. Müslüman, Al­lah'ın buyruklarına teslim olmuş insan demektir. Al­lah'ın emirlerinin hepisi insanı huzura kavuşturacak, mesud edecek, insana hakkı olan en güzel hayatı ya­şatma imkânını verecek güzelliktedir. Bir itibarla in­sana iik farz olan Allah'ı bilmesidir.
İnsanın eğitimi son derece önemlidir. Çocuk ana-ya-babaya bir gönül mey vasidir. Ana-babaya Allah'ın bir bahsidir ve aynı zamanda da bir emânetidir. Bun­dan dolayı o çocuğun yaratılışına uygun bir şekilde, onun maddi-mânevi varlığını gözetmek, korumak, hiz­metlerini yerine getirmek ana-baba için bir vazifedir.
Ana-babanın ilk görevlerinden biri belki de bi­rincisi hem çocuklarına hem de kendilerine helâl lok­ma temin etmektir. Haramlardan kesinlikle cehen­nemden kaçar gibi kaçmaktır. Dünya ve ahiretin sa­adetinin başlangıcı işte budur.
Çocuk konuşmaya başladığında ona ilk önce Al­lah demeyi öğretmelidir. Gün geçtikçe «Bak yavrum, Allah bizi seviyor. Allah iyileri sever. Allah temiz in­sanları sever...» gibi ifadelerle iyilikleri benimsetmeye çalışmalıdır. Çocuğun kavradığı ölçüde de kötülükler­den kaçınmasını telkin etmeye çalışılmalıdır.
Tabii, ana-babanın öncelikle İslâm terbiyesi ile ya-tişmiş olması, dini bilgilerle mücehhez olması lâzım ki çocuğuna faydalı olabilsin. Eğer aaa-baba bunları bilmiyorsa neyi nasıl öğretecektir? Onun için ana-ba­banın fıkıh bilgisi çok önemli burada.
Söylenmesi gerekenleri çocuğa çocuğun anlıyaca-ğı şekilde öyle bir lisanla söylemek lâzımdır. Nasıl söy­lersiniz? Ölçü şudur: «Evlâdım biz yemek yerken bis­millah  diyoruz. Biz tertemiz oluyoruz.  Çünkü Allah temizdir, temiz olanları sever. Güzel sözlerle konuşu­yoruz. Çünkü Allah kötü sözlüleri sevmez...» Bu şe­kilde tatlı telkinlerle çocuğa önemli bir takım mesaj­ları onun anlıyabileceği bir lisan ile vermelidir.
Çocuk bu söylenilenlere uymak için örnek arar. Onun için anne-baba telkin ve tavsiyeleri doğrultu­sunda amel etmesidir. Çünkü çocuk ana-babasımn güzel yaşantısını görüp, kavrayıp derece derece yük­selir. Çocuk bu yolla ibâdetlere başlar. Zamanla, ibâ­detlerin yemek yimek gibi tabii bir ihtiyaç olduğuna inanır ve kesintisiz olarak devam ettirir.
Çocuklar çok soru sorarlar. Cenab-ı Hakk onlara öğrenmek aşkı vermiştir. O temiz, melek hasletiyİ3 bakarsınız : «Anneciğim, şu iş nasıl oluyor? Babacığım şu neden böyle?» diye sorar. Bu suallere mutlaka hoş, tatlı ve çocuğun anlıyacağı şekilde cevap verilmelidir -Çocuk «Bu su neden meydana geldi?» diye sorabilir. «Yavrum bu suyu Allah yarattı. Amcalar getirdi biz de aldık.» diye cevap verilmelidir.
Çocuk «Babacığım dedem nerede?» diyebilir. Ona : «Allah yarattı. Yaşadı. Ömrü bitince öldü. İnşallah o şimdi ahirette cennete gitmiştir. İyi insanlara Allah cennetini verecek, »gibi, güzel, doğru, ilme, hakikate, Kur'an ve Sünnete uygun cevaplar verilmeli. Bunların yapılabilmesi için ana-babanın bilgili olması ve biz­zat çocuklarıyla ilgilenmeleri lâzımdır.
Çocuklara temiz olmayı, kardeşleri sevmeyi, baş­kalarına yardım etmeyi sevdirmelidir. Yardım edilecek bir fakire çocuk vasıtasıyla yardım etmek suretiyle ço­cuğun yardımsever yetişmesi telkin edilmelidir. Küçük ve basit gibi görünen bu davranışların hepisini bir araya topladığınızda, siz, çocuğunuzu Allah'ın emir­leri ve Rasülüllah (s.a.v.)'in sünneti doğrultusunda yetiştirmiş  olacaksınız.  Gün gelecek çocuk yaptıklannın Kur'an ve Sünnet ölçülerine uygunluğunu anh-lıyacak. O takdirde de, «Allah anamdan-babamdan ra­zı olsun. Bu temiz hayatı onların telkinleriyle öğren­dim» diyecek.
RasûK Ekrem (s.a.v.) Efendimiz : «Hiç bir ana-ba-ba evlâdına güzel terbiyeden daha üstün bir miras bırakmamıştır.»  buyurmuştur.
Çocuğun en yakın sığınacağı yer ana kucağıdır. O halde ana ona en yakındır. Elbette baba da yakın­dır. Alîah-u Teâla ihsana muazzam bir istidat, kabili­yet ihsan etmiştir. Ana-baba istidatların gelişmesin­de çocuğun en önemli yardımcılarıdır. Mesela çocuk, kim ne söylerse ona kanaat eder. Ne demektir bu? Ço­cuk doğruyu, hakkı biliyor; ona uyuyor. «Aldatma» di­ye bir şeyi bilmiyor. Bunları sonradan öğreniyor. Ana-baba herhaliyle çocuğa iyi örnek olmak durumunda­dırlar.
Hz. Peygamber  (s.a.v.)  Efendimiz;
«Hepiniz evladınıza 7 yaşında iken namaz kılmayı öğretiniz. On yaşma geldiğinde namaz kılmayı ihmal ederse onun kaba yerlerine vurmak suretiyle bunu mutlaka yaptırınız» buyurmuşlardır.
Yani demek istenen şudur: «Çocuklarınıza on ya­şma gelinceye kadar dinin emir ve nehiylerini öğreti­niz. On yaşiaa geldiklerinde bu öğrendiklerinin tat­bik ettiriniz. Şayet serkeşlik ederlerse zorla bunu yap­tırınız...» Bu bir programdır. Bu programı uygulayan aileler çocuklarının mürüvetinin zevkine erebiliyor-lar. Gerikilere koskocaman bir aile faciası kalıyor.
Bütün bunların yapılmasında tabii ki, ana-babaya büyük görevler düşmekte. Bilhassa, vazifenin büyüğü anneye düşüyor. Çünkü çocuk en fazla annesiyle bir­likte oluyor. Anne-baba namaz kılıyorlarsa, zaten ço­cuklar da kendiliğinden onları taklid edecek ve anababasına benzemeye çalışacaktır. Bir çocuk küçükken hangi esaslar üzerine yetiştirirsek büyüdüğünde de aynı şeyleri devam ettirir. Çocuğa verilen eğitim, taşa yazılan yazı gibidir. Çocuklarını küçükken iyi terbiye eden huzurlu ve mutlu olur. İşin sonunu düşünmeyen de sonunda pişman olur.
Hasılı, «Çocuğumuzla ilgilenmeye vaktimiz yok» demek «Ben işimle meşgulüm. O da başının çeresine baksın.» türünden bir ifade olur. Böyle bir davranış biz müslümanlara katiyyen yakışmaz. Biz, Cenab-ı Hakk'm bir emaneti olaa, gönül meyvamız, hayatımı­zın semeresi çocuklarımız üzerinde son derece itiua ile durmak mecburiyetindeyiz. Onların eğitimini en iyi şekilde gerçekleştirmek zorundayız. Burada bir açık­lık getirmek istiyorum. Eğitim deyince mevcut düze­nin eğitim sistemi ve programıyla ilkokuldan-üniver­siteye kadarki eğitim ve öğretimi kasdetmiyoruz. Bu eğitim sisteminin yalınız başına insanımıza verebile-ği hiçbir şey yoktur. Bizim kasdettiğimiz İslâmî prog­ramla alınacak İslâmî eğitim ve öğretimi kasdediyo-ruz. İşte biz bunu başarmak için bu yolda olmak zo­rundayız.
Hani «Namahreme ben söylemem kızlarımın. Karımın ismini... Hem öldürürüm sorma sakın.* Diye tahrir-i nüfus istemeyen er kişiler! Hani göstermediler eski cehaletten eser; Fuhs-u i'lâya koşan bir sürü nâmert öteden. Ne selâmlık, ne harem dinleyip çiğnerken!
M. Akif Ersoy[121]

313_«Vay Namussuz Vay


Bazıları beğenmedikleri biri hakkında konuşur­ken veya hoş olmıyan söz ve davranışlarda bulunduk­ları zaman bunları yapanlara «vay namussuz vay» derler. Beğenilmeyen o söz ve davranış namus ve şe­refi zedeleyici değilse bunu söyleyen kişi söylediği ki­şiye iftira etmiş olur. İftira ise büyük günahlardan bi­ridir.
Burada namus kelimesi üzerinde biraz duralım : Namus: Irz, iffet, edeb, haya... gibi mânâlara gs-îir. Bu kıymetli vasıflara İslâm terbiyesini almış kişi-,1er sahip olabilirler. Gayrisi için mümkün değil dene­bilir. Namus ve izzet-i nefis gibi İslâm terbiyesinin in­sanları hayvanlardan ayıran mefhumları bugün gayri müslimlerde kaybolmuştur. Ruhi açlık, sevgisizlik va yahnızlık insanlığı ve devletleri bunalımların gayyası­na sürüklemektedir. Bunun neticesi korkunç bir âfet olacaktır.
Namus, Allah'ın insanlara bahşettiği en büyük ni­metlerden biridir. İnsanlar bu nimetin kadrmj çok iyi bilmekle mükelleftirler. Bu özelliklerini kaybeden­lerin ne Allah'ın indinde ne de şerefli insanların ya­nında zerre kadar kıymetleri yoktur.
Asrımızda insanlar genel olarak İslâm'dan uzak­laştıklarından bu uzaklaşma oranında namus ve şe­reflerinden de uzaklaşmışlardır. Namus ve şeref gibi. çok kıymetli hasletlerin tamamen köreltilmek isten­diği bir toplumda yaşıyoruz. Gazetelerin genelevi al­bümü halinde neşredildiği bir cemiyette yaşıyoruz. Namussuzların şerefsizlerin alkışlandığı, itibar gör­düğü bir toplumun içinde yaşıyoruz. Böyle bir top­lumda namusu, şerefi, edebi hayayı bu hasletlarini: kaybetmiş insanlara anlatmak zorların ötesinde zor­dur.
Yaşlı bir zâta sormuşlar :
—  Dünkü insanla bugünkü insan arasında ne gi-ti farklar vardır?
Bu zâtın cevabı çok kısa fakat harika. Demiş ki :
—  Bugünün   insanları  anlaşılmaz  oldu.   Karıları­nı elliyorsun ses çıkarmıyorlar, ama otomobillerine do-kununca gazaba geliyorlar.
Gerçekten öyle değil mi? Zamanımızın insanları genel itibariyle namus konusunda bu derece vurdum-duymazlaşmışlardır.
Namus, İsİâm ile kazanılan bir nimettir, dedik. Peki bu nimet nasıl kaybedilir? Cemiyetimizde bu so­ruya hep yanlış cevaplar veriliyor. Bazıları şunu ya­parsan namus kaybolur, diyorlar. Bazıları da, bir defa iki defa yapmakla namussuz olmaz kimse diyorlar. Açıkça şunu-bunu yapanları gazetelerden okuyorsu­nuz; biz namusumuzla bu işi yapıyoruz, diyorlar. Diyenler hep böyle diyorlar da, peki İslâm ne diyor? Onu bilmek lâzım. Çünkü doğrusunu İslâm diyor.
Yeri gelmişken şa'hid olduğum bir olayı naklede­yim : İstanbul'da Topkapı'dan-Mecidiyeköy'e dolmuş ile gidiyordum. Dolmuşun en arka koltuğuna otur­dum. Önümdeki koltukta iki erkek vardı. Onların ödündeki koltuğa da 25 yaşları civarında bir kadın ile bir erkek bindi. Kadın koltuğa oturunca uzun, dağınık ve açık saçları oturduğu koltuğun arkasına seriliver-mişti. Kadının tam arkasında oturan adam kadının saçlarını tutup bir müddet okşadıktan sonra koltu­ğun üst kısmından kadının boynuna doğru attı.
Adam kadının saçlarını kadının omuzuııa koyun­ca kadın ve yanındaki adam dönüp arkadan kadının saçlarını okşıyan adama birlikte, «Ne yapıyorsun, der gibi baktılar. Bu defa saçları okşıyan adam :
—  Koltuğun   burası   kirli   de   saçlar   kirlenmesin istedim, deyince; kadın da yanındaki adam da saçla­rı okşıyan adama gülerek :
— Teşekkür ederiz, dediler.
Bu vak'a bana Mehmet Akif Ersoy'un: «Dedeleri­mizin nüfus memuruna eşlerinin isimlerini söylemeyi bile haya ettiği» sözlerini hatırlattı.
Şimdi yukarıda naklettiğimiz yaşlı bir zâtın bir soru üzerine verdiği cevabı hatırlayın. Namus anlayı­şı bugün bu derece farklılaştı.
«Su, Rüzgâr ve Namus» başlığı altında bir şair şu mısraları sıralamış :                                          .
«Daha çocukluğumda, Bu masalı dinlemiştim -.
Su, rüzgâr ve namus
Birgün saklambaç oynamaya başlamışlar.
Önce Su saklanmış Fakat çabuk bulunmuş Derin vadiler arasında.
Sonra RÜZGÂR saklanmış Onu da bulmak kolay olmuş Yüksek dağlar tepesinde.
Sıra NAMUS'a gelmiş, O da şöyle söylemiş:
«Dinleyin bir kerre,
Ben kaybolursam
Bulunmam hiçbir yerde.»
İşte o günden beri namus kaybolunca
Bulunmaz hiç bir yerde.»   [122]
Bir Fransız yazarının da dediği gibi: «Namus, kibrit gibidir; bir defa yaktınız mı, ar­tık atarsınız.»  [123] Çünkü bir defa ile başlar. Bundan sonra, arkası da kesilmez. Nitekim bugün kesilmiyor da...
Yukarıda İslâm ne diyor? diye bir soru açmıştık. Onun cevabını verelim şimdi: İslâm diyor ki: Ey in­sanlar benim kurallarımla yaşamadıkça bu mertebe­ye erişemezsiniz, Allah ve Rasûlünün koyduğu kural­lara uyulmadıkça «namuslu» mertebesini korumak mümkün değildir. Allah'ın Rasûlü (s.a.vj buyuruyor ki:
«Her organın zinası vardır: Gözlerin zinası harama bakmaktır.
Kulakların zinası haramı dinlemektir. Dilin zinası haramı söylemektir. Elin zinası harama el sürmektir. Ayakların zinası harama gitmektir. Kalbin zinası haramı temenni etmektir. Tenasül uzvu bu arzulan ya gerçekleştirir, ya ya­lanlar.» [124]
Peki, bu hadisten anlaşıldığına göre sadace ma­lum fiili işleyenler değil buaunla birlikte 'bir çok ha­reket ve ifadeler de insanın namusunu kaybetmesine oebep olmaktadır. Bunları çok iyi bilmek lâzım.
Hasılı, her önümüze gelene «namussuz» dsmek doğru değildir. Namuslu insanlara iftira atmak bü­yük günahlardan biridir. Namussuzlara gslinca onlar zaten kendilerini teşhir ederler. [125]

314_«Gâvurun Tohumu..


Bazı insanlar kızdıkları kişilere hemen yakıştırı-verirler : «Gâvurun tohumu.» Bu ne demek hiç düşün­dünüz mü? Düşünmediniz ise biz söyliyelim : «Dinsi­zin çocuğu» demektir. Eğer o. söylenilen kişinin baba­sı Müslüman ise söyleyen kişi iki büyük suç işlemiş olur.
1 - Müslümana kâfir demek küfür olur.
2 -. Olmayan şeyi o kişiye sıfat takmak iftira olur.                                       '
Bunların her ikisi de büyük suçtur. Böyle bir cür-mü işleyenin cezası cehennemdir.
Ağıza gelen her şeyi sonucunu düşünmedsn sar-fedivermek insanı cehenneme kadar götürür.
Hatta bazı kadınlık vasıflarından uzak «anae»lar-den kendi öz çocuklarına kızınca onlara : «Gâvurun tohumu» diye bağırdıklarını duyuyoruz. Bu çok kor­kunç bir densizliktir. Bu kadınlar «Cn yılda elli mil­yon genç yarattık her yaşta» diye övünen densizlerin ürünüdürler. İftihar etsinler bakalım cehennem çuku­ru  kabirlerinde bu kadınların varlıklarıyla.
Dinden - imândan yoksun, edsbten - hayadan ha­bersiz, sevgi - saygıdan yoksun, iyiyi - kötüden ayırde-demiyen bir nesil bugünkü maarifin V3 bilgisiz anababaların ürünüdür. Klavuzu karga olanların bumu pislikten kurtulmuyor. Asıl mesele işte budur.
— Peki çare nedir? denirse bu soruya verilecek cevap şudur:
—  Dertlilere deva, borçlulara eda, hastalara şifa, Hakk'ı  arayanlara klavuz...  olan İslâm'dır.  Çare İs­lâm'dır.   Kurtuluş   İslâm'ın   bütünüyle  yaşanmasıdır. İnsanları  insanlıktan uzaklaştıran düzenden     İslâmi düzene rücu' etmektir. İnsan lâyık olduğu yeri ancak bu nizamda bulacaktır. Bu düzen Allah'm düzenidir. İnananların  saadet yoludur.
Hasılı, tanıdık tanımadık kim olursa olsun onlara «gâvur», «gâvurun tohumu» demek insanı cehenneme kadar götürür. Ağıza gelen her sözü söyleyivermek ahiretteki hesaplaşmayı çetini eştirir. Tabii ki, bunu anlamak kültür meselesidir. Bu da hak nizamın kül­türüdür, köle düzenlerinki değil... [126]

315 — «Onlar Hû'cudur, Çok Tehlikelidirler.»


Bilindiği gibi Cenab:ı Hakk'm 99 İsm-i Azam'ı vardır. Bunlara Ema-i Hüsna (En Güzel İsimler) de­nir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir Hadisi Şerifle­rinde :
«Allah-u Teâlâ'nın 99 ismi vardır. Kim bunları ih-sa ederse (beller ve ezberlerse) cennete girer;» [127] bu­yurmuştur.
Bu Hadis-i Şerifte İHSÂ kelimesi geçiyor. Bu ke­limeye üç türlü mânâ verilmiştir,
l - Saymak,
2 - Ezberlemek,
3 - Mânâlara . ^tvrîn anlamak.
Kastedilen mânânın tahakkuku için bu üç husu­sun yerine getirilmesi gerekir.
Bu 99 isme ihsa isimleri de denir. Allah (c.c.)'nün 99 ismi vardır, demek bunlardan başka yoktur demek değildir. Eu isimler Allah (c.c.)'nün yalınız ihsa isim­lerini bildirmek içindir. Kur'an-ı Kerim'de Allah (c.c.)' nün bunlardan başka isimleri de vardır. Has kulları­na bildirdiği ve bildirmediği nice isimleri vardır,  [128]
Allah (c.c.) beşer için hem kurtarıcı hem yardım edici hem de karşısında haşyet duyulan bir varlık ola­rak tecelli eder. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hakk'a karşı görevlerini ifa hususunda kul, Hâlık'ınm, Rabb'-inin adını bilmek zoruadadır. O'nun yakınlığını cel-betmek için ibâdette ve şâir zamanlarda O'nun adı telâffuz edilir. Kur'an-ı Kerim'deki: «Bismülahirrah-manirrahîm» formülünün ve O'nun adının anılması-nı emreden bir çok âyetin mevcudiyeti, insanı Allah'ın adını anmaya olan ihtiyacını ve Cenâb-ı Hakk'ın bu­nu istediğini göstermektedir.  [129]
İsim, beşeri idrake sığmayan Uluhiyyet ile duyu­lar âlemi ve akıl dünyasında yaşıyan iasan arasında visali sağlıyan bir bağ olarak telâkki olunabilir. Kul, Allah (c.c.) ile irtibatını isimleriyle sağlar. İsim, Al­lah (c.c.)'yii teşbih ve tenzih için vazgeçilmez bir un­surdur. İnsan, Allah (c.c.)'nün hususiyetlerini bildi­ren isimlere muhtaçtır. Mü'min, Allah (c.c.)'nün adı­nı -anmakla kendini O'nun huzurunda bulur, yardımı­na mazhar olur.
Hülâsa, «Allah (c.c.)'nün ismi anılmadan başla­nılan ve bitirilen işte hayır yoktur.» [130] Bu bakımdan kul, Rabb'ine çeşitli durumlarda, vaziyetine en uygun bir ismi ile niyazda bulunmak ister. Bu isimlerin yok­luğu halinde insanın, O'nunla olan irtibatı çok eksik kalırdı, beîkide imkansızlaşırdı. Bu isimler, uluhiyyet karşısında, kulun dilsizliğini bir ölçüde gideren ifade­ler, ruhunun çıkmazlarını açan anahtarlar olarak ni­telendirilebilir. Bunları anmanın, imânı beslemek, ilâhi huzuru hissettirmek, Allah'a olan sevgiyi artırmak huzurunda huşu duymak, dünya musibetlerini kü­çümsemek, dünya nimetlerini kaybatma sonunda du­yulan üzüntüleri azaltmak gibi büyük faidelari var­dır.  [131]
Nitekim Kur'an-ı Kerim'de Allah (c.c); adıma kutsal ve yüce olduğunu 'bildirmektedir. [132] Allah (c.c.) isminin yüce tutulmasını emretmektedir. [133] Ba­zı Ayet-i Kerimelerde O'nun adının sabah akşam anıl­ması emredilmektedir. [134] Allah (c.c); kendi adıyla okumayı emretmektedir. [135] Kurbanlık hayvanlar O'-nua adıyla kesilmedi [136] Allah'ın adıyla kesilmeyen hayvanlar yenilmemeli [137] av için salıverilen hay­vanlar O'nun adıyla salıverilmalidir. [138] İbâdet yerin­de Allah (c.c.)'nün adı anılır, [139] Allah'ın (c.c) adı­nın anılmasını men edenlerden daha zalim kimse ola­maz. [140] Hz. Nuh (a.s.) yanındakilere Allah (cc.)'-nün adıyla gemiye binmelerini söylemiştir[141]
Peygamber (s.a.v.) Efendimizin çeşitli durumlar­da okunmasını tavsiye ettiği duâ ve zikirlerin Esmâü'l-Hüsnâ ile dolu oluşu da meselenin bir başka ifadesi olarak değerlendirilebilir.
Mesela, çok güç şartlar içinde kalan, ilâhi merha­mete pek muhtaç durumda olan mü'min, Rabb'ine niyaz esnasında bu halini ifade edip özetliyecek bir tâ-Tair    aradığında    «RAHÎM»,    ERHAMÜ'R-RAHİMİN»
isimlerini yanında buluverir.
Kul günahlarının altında ezilir, O'na yaklaşacak bir vesile ararsa «GAFFAR» ve «SETTÂR» isimlerini karşısıada bulur. Dalgalanan ruhunu sükûnete kavuş­turacak esrarı «ALLAHU EKBER». demekte bulur.
Görülüyor ki insan, Cenab-ı Hakk'm Esman'1-Hüs-na'sınm aracılığı, onlardaki mânevi aaahtarlar ile ru­hunun kilitlenmiş kapılarını açabilmekte, karşılaştığı nefs fırtınalarını dindirip, duyduğu ruhi gerilimler­den kurtulabilmektedir. [142]
Allah (c.c.) ismi Esma'ü Hüsna'daki isimlerin İsm-i Azam'dır. Bu isimdeki hususiyetler diğer isimlerde yoktur. Ya Allah (c.c.) diyen kimse, Ceaab-ı Hakk'ı bütün isimleriyle ve bütün sıfatlarıyla zikretmiş olur. Bu sebepten Allah (c.c.) ismi daima aşıkların gıdası, sadıkların nevası olagelmiştir.
Allah (c.c.) isminin arapca olarak yazılışını gö-zünüzüa önüne getirin. Bu ismi teşkil eden harfler bir «elif», iki «lam», bir «he» harfinden müteşekkildir, Bu harfler baştan itibaren birer birer kaldırılsa, mâ­nâ bozulmaz; yine Cenab-ı Hakk'a delâlet eden bir ism-i âlem olarak kalır.
Baştaki «hemze» kaldırılarak «Lillah» dense, bi­rinci «lâm» kaldırılıp «Lehû» dernse, bu «Lam» da kal­dırılıp «Hû» dense hep aynı mânâdadır. Allah (c.c.)'a delâlet ederler. Kur'an'da çoğu yerde her üçü de gel­miştir. Yalınız bir «He» harfi kaldığı surette de yiae Allah (c.c.)'a delâlet eder. Çünkü «Hû» ism-i şerifinin aslı da «He»dir. «Hüve»deki «vav» harfi asli değil, zaidedir. [143] Eğer asli olsaydı sabit kalırdı. Şu halde tek bir harf olan «He» de Esmau'l-Husna'dan bir isimdir. Allah  (c.c.) "a delâlet eden bir isimdir.
Her canlı mahluk, teneffüs etmek suretiyle mec­buri olarak Allah'ı aamaktadır. Çünkü, «He» harfi­nin mahreci göğüsten ve ciğerlerdan gelea nefes ile çıkar. Her nefes bir «He» harfidir. Teneffüs edan har mahluk farkına varmadan her nefeste Allah (c.c.)'yü «Hû» ismiyle anmaktadır.
Teneffüs, Allah'ı anmak olunca, Allah (c.c.) anıl-madığı takdirde hayat bitiyor, demektir. Şu halde, bu ism-i şerif (yani «Hû») hayat demektir. Ruhlana ve bedellerin varlıkta devamı ancak bu «Hû» ism-i şeri­fi ile temin edilmekte olduğu ne kadar açık görülmek­tedir. [144] Demek ki, her kâfir her nefeste Allah (c.c.) diyor farkında değil. O her nefeste Allah (c.c.) diyor ama zalim bunu bilmiyor devamlı o «Hû» ismiyle an­dığı Allah'ı veya O'nun kanunlarını inkar ile meşgul. Tezatlarla yüklü bir hayat yaşıyor.
Allah'ı bilmek, lâyıkı ile kulluk yapabilmek an­cak O'nun isimlerini, sıfatlarını öğrenmekle vs tanı­makla olur.
Bütün olgunlukların ancak Allah (c.c.)'da oldu­ğunu kafi olarak bilen kişi bu bilgiden zevk duyar ve bu zevkten mahrum eden hayatı ayağıyla teper, eliy­le iter.
Allah'ın 99 ismine gönlümüzü verir de samimiyet­le söylersek kazancımız ölçüsüz olacaktır.
Allah'ın yardımı arkadaşımız olursa bu isimlerin bereketiyle zâlimler Hakk'a boyun eğer. Münkirler ikrara döner. Cahiller arif olur; ariflerin irfanı atar. Cimriler cömert kesilir. Hasetcilerin içindeki haset ate­şi söner. Şirkin her çeşidi yüreklerden silinir.
Allah sevgisi ve korkusu gerçek yerini bulur. Hz. İbrahim (a.s.J'a Halil'ul-Allah (Allah'la dostu) unva­nı verilmiştir. Bu büyük unvanın bu zata verilmesin­deki hikmeti melekler Allah (c.c.'dan öğrenmek isti­yorlar. Allah-u Teâlâ onlara buyuruyor ki:
«— Gidin İbrahim'i görün bunu daha iyi anlıya-caksmız.
Melekler İbrahim (a.s.)'ın yanma gidiyorlar. O ulu Lisan koyun sürüsü otlatıyor. Aralarında şu ko­nuşma geçiyor.
—  Selâmünaleyküm.
—  Aleykümüsselâm.
—  Bu koyunlar sizin mi?
.— Hayır,  Allah'ın.  Ben  bunların bekçisiyim.
—  Peki bize bunlardan bir kaç tane verir misin?
—  Tabi veririm.
—  Nasıl?                            ...
—  Şimdi  siz bir defa Allah   (c.c.)   derseniz size bunların üçtebirini veririm.
—  Allah (c.c),diyorlar...
—  Aha üçtebiri sizin, diyor. Bunların Allah  (c.c.) demesini gayet samimi bulan bu büyük zat bu isme doyamıyor tekrar diyor ki:
—  Bir defa daha aynı şevkle Allah (c.c.i derseniz kalanın yarısını veririm,
— Allah (c.c.) diyorlar.
—  Alın onları da verdim, diyor. Peki bir daha söy­lerseniz geri kalanı da veririm diyor Onlar yine şavk-le:
—  Allah (c.c.) diyorlar.
—  Alın tamamı sizindir, diyor. Ve bir teklifte da­ha bulunuyor. Diyor ki:
—  Eğer bir defa daha aynı şevki© Allah   (c.c.) derseniz ben sizin bu sürünüze çoban olur onları si­zin namınıza otlatırım. Melekler:
—  Allah   (c.c.)   diyorlar, İbrahim   (a.s.) :
—  Tamam ben de sizin sürünüze  çoban oldum, diyor.
Bu konuşmadan sonra Melekler Huzuru'1-Lah'a dönüyorlar:
—  Ya  Rabb'i!  Halil kulun     Halilu'llah unvanını haklı almış diyorlar.
Allah sevgisi budur işte.
Mahlukat için dünyada dostluğu kazanılacak tek zât ancak Allah (c.c.)'dür. Zira O'nun dostluğunu ka­zanmak her şeyi kazanmak demektir.
Allah'ı tanımak en büyük şereftir, iradesine itaat etmek en büyük kazançtır.
Doğru olan Allah bilgisi insanı cennete koyar.
Allah'a inanıyorum diyenlerin önemli bir çoğun­luğunda Allah (c.c.) inancı doğru değildir. 12 yaşın­daki çocuğun yanında yapamadığını insanımız Allah (c.c.)'nün kuzurunda gayet rahatlıkla yapıyor. Niçin? Çünkü, Allah inancı zayıf ve hattâ yanlış.
îşte şimdi söylemek istediğimize geldik.
Bazı kimseler Kur'an-ı Kerim'i çok okuyan, toplu­ca veya ferdi olarak Esmau'l-Hüsna'yı okuyan tsvhid, tahmid, tekbir, selât-u selam, tevbe... okuyan kimseler için «bırakın şunları. Onlar «Hû»cudur. «Hû»cular iyice azıttılar.» «Hû'cular tepinmeye başladılar.» vs. gibi sözler sarf ederler.
Kur'an okuyanları, Esmau'l-Hüsna'yı okuyanları, Selât-u Selâm'ı tekrar edenleri, bir araya gelip Allah diyenleri, akaid, fıkıh, siyer ve ilmihâl dersi yapanları kötü, iğrenç, korkunç, korkulacak varlık, tehlikeli, ca­hil, yobaz, gerici, huzur bozucu olarak görmek kâ­firlik sebebidir. Zamaaımızda dinini öğrenenlere, öğ-rendikleriyle amel edenlere, günah işlemekten kaçı­nanlara, nefislerine tapınmayanlara bazıları hep «Hû'-cu» diyorlar. Yukarıda izahını yaptık. «Hû» Allah'ın isimlerinden biridir. Hû'cu demek : «Allah'ı zikreden, O'nu çok anan, hep O'nunla beraber olduğuna inanan, Allah'ın emirlerini yerine getiren, dinin hayata hakimi­yetini isteyen ve bunun için çalışan, Allah'tan tarafa olan, Allah'ı çok seven ve O'ndaa korkan...» mânâla­rına gelir.
Bir müslümam böyledir diye hor-hakir görmek akıllı birinin yapacağı iş değildir. Hasılı, her mü'min Hû'cudur. Hû'cu olmıyan müslüman değildir. [145]

 

T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Türkiye Üniversiteleri Kılıbıklık Fakültesi Diploması


Diploma Tarihi Diploma No
Dersler
Aldığı
Not

Aldığı
Not
1 — Hanımıylcı   iyi geçinme

9 — Hanıma  yardım etme

2 — Çocuk   bakımı

10 — Çocuk

3 — Çamaşır   yıkama

11 — Hanımın   fikrîni beğenme

4 — Ev   süpürme

J12 — Çocuklarıyla  iyi geçinme

5 — Yamalık   yamama

13 — Pazardan    nevale alma

6 — Yemek   yapma

14 — Koyun-inek sağma

7 —' Sofra  hazırlama

15 — Yatak   yapma-kaldırma

8 — Bulaşık   yıkama

16 — Evin   düzenini yapma

.........Yılında.........doğmuş.........oğlu..................
Kılıbıklık Fakültesi'nin yukarıda zikredilen ders sı­navlarını başarı ile vererek Pekiyi derece ile bu diplo­mayı almaya hak kazanmıştır. Milli Eğt. Bakam   Fakülte Dekanı   Evin İç ve Dış İşleri
' Bakanı (İmza)                   (İmza)                  (İmza) [146]

 316 — «...Çok Kılıbıktır.»


Önceki sahideki «kılıbık diploması» denilen yazı her halde dikkatinizi çekmiştir. Muhteviyatını okuyun­ca inşallah gülmemişsinizdir. Çünkü bu mü slüm anların arasına sokulan korkunç bir komplodur. Bu komplo­nun ne olduğuna geçmeden önce «Kılıbık» kelimesi üzerinde duracağız:
Kılıbık kelimesinin karşılığı olarak sözlüklerde: «Karısının sözünden çıkmayan erkek, karısının baskı­sı altında olan adam...» vesaire gibi açıklamalar ya­zılıdır.
Ciddi yazılmış kitaplarda ve aklı selim ile düşün­düğümüzde kılıbık kelimesinin izahını şu satırlarla aktarabiliriz:
Kılıbık: Dinin cevaz vermediği ve ahlâksızlık say­dığı davranışlarda kayitsız-şartsız karısının buyru­ğunda olan kişilere kılıbık denir. Bu kadına köle ol­maktır. Karısının gayri meşru yaşama, giyinme... vs. gibi hususlarına göz yuman kişinin sıfatı kılıbıktır.
Ancak, üzülerek ifade edelim ki, zamanımızda bu kelime zayıf karekterli erkekleri dine ve sünnete ay­kırı davranmakta maşa olarak kullanılmaktadır. Al­lah ve Rasülünün koyduğu ölçüler doğrultusunda ita­atkâr karısına yardım etmeyi kılıbıklık sayanlar Pey-gam'ber   (s.a.v.)   Efendimizin  sünnetini   küçümsemek cüretini göstermektedirler. Yukarıda örneği verilen «kılıbık diploması» denilen düzme de bu cür'etin ne­ticesidir. Bu müslümanlara oynanan korkunç bir oyu-uu*.ı plânıdır.
Hz, Aişe (r.anhe) validemizden rivayet edildiği­ne göre Peygamber (s.a.v.)  Efendimiz :
«Evinde ailesinin işleriyle meşgul olurdu. Kendi elbiselerini temizlerdi. Yırtığını yamar, pabucunu ta­mir ederdi. Koyununu sağardı. Devesini bizzat bağ­lar yemini verirdi. Evi süpürür hizmetçisi ile ysmek yerdi. Kendi işini kendi yapar, çarşıdan aldıklarını kendi taşırdı.»[147] Hizmetçisi el değirmeni çakarken yorulunca ona yardım ederdi. Herkesle iyi geçinir­di. [148]
Zamanımızda Peygamber (s.a.v.} Efendimizin bu sünnetlerini yapmanın erkekliğin şamadan olmadığı söylenip duruyor. Bu sünnetleri işlemek çok kötü bir şeymiş gibi «birileri» tarafından hazırlanan «kılıbık diplomalarına» bu sünnetler sıralanıyor. Üzülerek ifa­de edelim ki, müslümaalar sinsice planlanan bir oyu­na gelip bunlara rağbet ediyorlar. Diğer bir üzüntü konusu da çocuklarımızı da bu telkinlerls yetiştirms-mizdir. Yazık hem. de çok yazık oluyor.
Demek ki, Allah ve Rasülünün koyduğu ölçüler doğrultusunda itaatkâr karısına ev işlerinde yardım­cı olmak her erkeğe Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)'in sün­netini işleme sevabım kazandırmış olur. Böyle erkek­lere kılıbık diyenler Peygamber (s.a.v.) Efendimizin sünnetini küçümseme cüretini göstermiş olurlar. Böy­le bir cürmün cezası insanı mahveder.
Peki, öyle ise «kılıbık»hk nedir? diyenlere; biz bu­nun cevabını yazımızın başlangıç kısmında verdik. Önemine binaen bu cevabı tekrar ederek msselsnin bu yönüae de değinmiş olalım :
Kılıbık: Dinin cevaz vermediği ve ahlaksızlık say­dığı davranışlarda kayıtsız şartsız karısının buyru­ğunda olan kişilere denir. Demek ki, karısının gayr-i meşru yaşama, giyinme... vesaire gibi hususlarına göz yuman kişinin sıfatıdır kılıbıklık.
Zamanımızda bazı. kadınlar İslâmî ölçüleri aazar-ı itibara almıyan d&. i"anışlarıyla kendi şahsiyetini erke­ğine bir gömlek gibi giydirmiştir. Yularını en ince lifle­rine kadar kadına kaptıran, batıcılık sevdasıyla bâtılın gayyasına saplanan günümüzün sözüm ona «erkek»leri kadının kafasıyla düşünüyor, onun gözleriyle görü­yor, yapacağı hareketlerin emrini ondan alıyor, saa­detini kadının kadınsı hareketlerinde buluyor. Hatta sevk ve idare iradesini bile yitiriyor. Maalesef bu tip erkekler bugün memleketimizin idaresine getiriliyor.
Peygamber Cs.a.v.) Efendimiz :.
«Karısının kölesi olan erkek helake gitmiştir.» bu­yurmuşlardır.
Allah (c.c.) kadını erkeğin mülkiyetine vermiştir. Fakat o nefsini kadının hakimiyetine sokmuştur. İşi aksine çevirmiştir. İşte kılıbık olan ve asıl kılıbık de­nilmesi gereken bu tip «erkek» tir.
Erkeğin vazifesi kadının kadınsı davranışlarına ve arzularına uymak değil, onu Allah'ın rızası doğrul­tusunda kendisine uydurmaktır. Cenab-ı Hakk erkek­leri «üstün» kocayı da «Efendi» olarak tavsif buyurmuştur. [149] Sevk ve idareyi kadına büsbütün bırakın­ca o zaman hükmetme görevi  kadına verilmiş olur.
Böylece, efendi uşak durumuna inkilâb eder ki, bu, Allah'ın nimetini değiştirmek olur. Allah korusun, böy­le bir davranış insanı inkarcı durumuna düşürabilir,
Kadını biraz serbest bırakırsan, daha serbest ol­mak ister. Büsbütün gevşetirsen o zaman seni bir ar­şın geriden peşinde sürükler. Fakat onu firenlerssn, gerektiği yerde gerekli muameleyi yaparsan, ona sa­hip olursun.
Arap kadınları kocaya gidecek kızlarına şu nasi- • hatta bulunurlar mış :
«Doğrudan doğruya kocanın üstüne varmadan ön­ce, onu tecrübe et. Önce ona söz ile ta'n et. Şayet su­sarsa biraz daha ileriye git. Tekrar susarsa, kılıcıyla kemik kır. Eğer tekrar sabrederse, o zaman sırtına terkiyi at ve üstüne bin. Zira o, artık merkebindir.» [150]
Hiçbir kadın, yumuşak, gevşek, kararsız, kendi emrine giren, başkalarının etkisi altında kalan bir er­keği sevemez. Yakınlık duysa bile kısa sürede bu duy­gu nefrete döner. Öğrenim ve kültür farklılığı da ay­nı neticeyi doğurur. Çünkü kadın, kararlı, güçlü istik­rarlı, dediğini yaptıran, iyi sevk ve idare edeıi erkeğe karşı yakınlık duyar; onlarla tamamlanmak ister.
Kadın, sırf zenginliği için kendisiyle evlenen erke­ği de sevmez. Kendisinin değil parasının sevildiğini düşünür. Onun için böyle kadınlar bu erkeğin güç­süz, önemsiz, değersiz biri olarak kabul eder. Bunun sonucunda onu emrine alır. Kocayı emri altına almak ondan nefretin aksıdır.
Kadın, kendisine gönlü ile bağlanan, kendisini sevk ve idare eden kabiliyetle mücehhez ve yins k;adişine Allah'ın ve Rasûlünün koyduğu ölçülerle yar­dımcı olan erkeğine Allah içki ölesiye bağlanır ve her fedâkârlığı seve seve yapar. Kimse böyle erkeğe kılı­bık, böyle bir kadına da cazgır diyemez. Derse iftira etmiş olur. [151]
Cenab-ı  Hakk Kur'aa-i Kerim'de : -«Kadınlarınızla güzel kaynaşın, çok iyi geçinin.» [152] buyurmuştur.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de:
«Mü'minlerin, imânı en kâmil olanı huyu güzel ve ailesine iyi ve nazik olanıdır»   [153] buyurmuştur.
«Kadınlarla iyi geçinmek» onları Allah ve Rasû-lünüa koyduğu ölçülerle sevk ve idare etmektir. On­lara kendisiyle birlikte Allah ve Rasûlünün emrini tat-İ3ik etmektir. Farzları, vacibleri, sünnetleri tatbik et­tirmek, haramlardan muhafaza etmektir. Yoksa ha­nımının dine muhalefetine aldırış etmeyip göz yum­mak değildir. İyi geçinmek hanımına «San bilirsin» de­mekle olmaz. Sevk ve idaresini ailesine verenin halâk olacağı hakkında Peygamber (s.a.v.) Efendimizin ha­tırlatmalarını unutmamak lâzımdır. Evet, erkek kadı­nı dini Ölçüler içinde ikna edecek, ama illa «olmaz« derse «peki senin dediğin gibi olsun» diyemez. Hz. Ha­san (r.a.) : «Allah'a yemin ederim ki, karısının her is­teğine itaat eden kimseyi, Allah ateşine çarptırır» di­yor. [154]
Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'de:
«Kadınlarınız, sizin için fenalığa karşı koruyucu bir elbise ve siz de onlar için koruyucu bir elbise gi­bisiniz...»  [155] buyurmuştur.
Demek ki, bu iki cinsin biribirlerini şeytani eylem­lerden koruması gerekiyor. Bu da ancak şüphesiz ki, İslâmi kuralların tatbiki ile mümkündür.
Peygamber  (s.a.v.)  Efendimiz:
«Siz şükreden bir kalbe, zikreden bir dile, ve mü'-mine bir kadına sahip olmaya bakın. Böylesi bir kadın, ahireti kazanmanıza da yardımcı olur.» [156] buyur­muşlardır. Denilmek istenen şey şudur: İşi daha baş­tan sıkı tutacaksınız.
Lokman Hekim oğluna vasiyetinde şöyle demiştir :
«Ey oğulcuğum, kötü karıdan sakın. Zira onlar as­la hayra davet etmezler. İyi kadınlara da çok dikkat -et...» [157]
Kötü kadından kasıt İslâmî emirleri kulak ardı edip hep nefsinin isteklerine göre yaşama yolunu tu­tan kadındır.
Ecdadımız hanımlar konusunda çok hassas dav-ranırlarmış. Yani çocuklarının daha küçük yaşta kalb-lerine helâl-haram mefhumlarını çok iyi yerleştirirler-miş. Onlar büyüyünce harama dokunmayı ceher_aem ateşine girmeye denk sayarlar son derece ondan ko-runurlarmış. Hatta bir kadın kocasını sabahleyin işi­ne uğurlarken:
«— Aman ha bey, sakın harama yaklaşma. Bizim rızkımızı helâl yollardan temin et. Biz açlığa dayanı­rız ama cehennem ateşine dayanamayız...» diye ikaz ederlermiş. Böyle bir koca hiç harama yaklaşabilir mi? Anladınız mı yukarıda mealini verdiğimiz : «Kadınlarmız, sizin için fenalığa karşı koruyucu bir elbise gi­bidir...»  [158]âyetin hikmetini.
Bu vazifeler zamanımızda yapılmadığından şim­diki kadınların ekseriyeti sabahleyin kocasını işe gön­derirken, akşama şunu şunu almadan gelme, diyor. Mazallah dedikleri olmazsa o kadın akşam evi cehen­neme çeviriyor. Böyle bir koca da helâl haram tanı­mıyor. Ailesinin arzularını yerine getirmeye çalışıyor. Netice itibariyle onun emrine giriyor. Karısının her isteğine «emrin başım üstüne» demekten gayri çare bulamıyor. Çünkü hergün aynı istek ve şikayetlerle kocasını bezdiren kadın onun bunamasını kolaylaş­tırır. Bunayan erkek karısına sahip çıkamaz. Onu serbest bırakır. Kadın da bu def'a başka usullerle ken­disini tatmine yönelir. İşte böylece bunayan erkek ar­tık kılıbıktır. Kılıbık erkek şahsiyetini kaybeden er­kektir. Bunun karısı hayırlı olmadığı gibi böyle bir erkek de hayırlı bir koca değildir.
Şunu bilmek lâzım : Erkek evinin disiplininden ka­dın da çocuklarının manevi sorumluluklarından mes'-uldür. Bu ortamı hazırlayacak olan erkektir. Erkeğin yapacağı şey şudur:
Kadının kendisine göre kabrisleri vardır. Bu kab-rislerin tabii olduğunu kabul ederek ona karşı anla­yışlı davranmaktır.
Kadındaki her kusuru düzeltmeye kalkmak, on­dan faydalanmak imkânını da elden çıkarmak demek­tir. Erkek, eşini, sahip olmadığı değil, sahip olduğu güzel vasıflardan dolayı takdir etme fedakârlığını gös­tererek bu yönüyle onu hayırlı yöne yöneltecektir.
Denilir ki: Kıyamet gününde  ilk olarak kişinin yakasına yapışanlar, onun karısı ve evlatları olacak­tır. Onlar huzur-u ilâhide :
«— Ya Rabbi! Ondan bizim haklarımızı al. Çün­kü o, bize bilmediklerimizi öğretmedi ve bilmediğimiz halde bize haram yedirdi. Bizim hakkımızı ondan al...» derler.
Oaun için erkeğin görevi büyüktür. Bu görevi ye­rine getirmeyen erkek kılıbıklık sıfatını bir elbise gibi üzerine almış demektir.
Hasılı, dinimizin emirlerini, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimizin sünnetlerini yerine getiren erkek, erkek­lik vasıflarına haiz bir kahramandır. Bunun dışmda: ki çizgilerde bulunan her «erkek» kılıbıktır. [159]

317 — «Türkiye'de Bizi Müslümanlık Geri Bıraktı, Geri Kalışımızın Sebebi İslâmıyettir.»


• Dünyanın her tarafında olduğu gibi Türkiye'­de de kâfirler geri kalışımızın faturasını hep İslâm'a yüklerler.
Bunlara sormak lâzım : Türkiye'de İslâm var mı ki de, geri kalışımızın sebebi İslâm olsun? Onlar da biliyorlar olmadığını. Fakat şeytanlıklarını yapacak­lar bir defa. Düşman düşmanlığım yapacak.
Yirminci asırda İslâmi bir idare yok. islâm Dev­leti de yok. Batı sömürü düzenlerinin gölgesinde ya­şıyoruz. Kesinlikle bu memlekette İslâm yoktur. Ne zaman ki, Reisicumhurluk müessesesinden çöpçülük müessesesine kadar İslâm yayılır ve hakim olursa işte o zaman İslâm'dan bahsedebiliriz.
Bu memleketteki İslâm'ı bir ağaca benzetebiliriz; o ağacın kökü sökülmüş, gövdesi yok olmuş, dalları kırılmış ve fakat bazı yaprakları yerde kalmıştır. Bu yapraklan görenler burada ağaç vardı diyorlar. Ca­miler, Kur'an Kursları, imamlar, vaizler birer yaprak gibidir. Bunların varlığını görenler burada İslâm'ın varlığına hükmedemezler, eskiden burada vardı de­meleri lâzımdır.
Ama biz kökü, gövdeyi istiyoruz. İslâm'ın var ol­ması için devlet nizamının var olması şarttır. Hani de­rede?
Bugünkü anayasanın gereği olarak da Türk Dev­letinin resmi dini yoktur. Devlet lâiktir. Bu devlet res­men hiçbir dine mensup değildir. Resmen dini yok­tur. Fakat halkı müslümandır o başka şey. Bu ikisi­ni biribirine karıştırmamak lâzımdır.
Türkiye'nin geri bırakıhşı halkın müslümanlığm-dan dolayı değildir. Müslümanların çok önemli bir bö­lümü zaten müslümanlığın icablannı yerine getirmi­yor. Olmıyan şey inse m nasıl geri bırakabilir?
Geri kalışımızın sebebi sistemin gereğidir. Sistem şu hastalıkları yaymış bizim toplum olarak geri kalı­şımızın baş sebebi olmuştur:
1 - Materyalist eğitim.
2- Manevi değerlerin inkarı.
3 - Taklidcilik.
4 - Yürürlükteki para sistemi.
5 - Faiz.
6 - Zengine yönelik kredi sistemi.
7 - Fakirin kanını emen vergi sistemi.
8 - Yaygınlaştırılan israf.
9 - Müşrik basın - ajanslar.
10 - Bâtılı yayan TRT.
11 - Şerhoş edici içki ve diğer maddeler.
12 - Zalim düzenlerin zulmü.
13 - Hakk'a galip hale getirilen bâtü.
14 - Güzel   ahlakın  yerini  alan ahlâksızlık.
15 - İslâm'ın hiç  gale alınmayışı. Türkiye'de geri kalışımız::.! sebebi İslâm'dan mahrum oluşumuzdur. Maalesef bu gizlenip sanki İslâm varmış da bizim, geri kalışımıza sebepmiş gibi gösteri­liyor. Bunu çok iyi kavramak lâzımdır.
Türkiye'de 150 yıldan beri kalkınmamıza İslâm Dini e.ıgeîmiş gibi bir imaj verilmek istanmiştir. Em­peryalist kâfirlerin memleketimizdeki bir kısım satıljnış işbirlikçileri ellerine geçirdikleri basın vs diğer imkânlarıyla hep bunu propaganda etmişlerdir. On­lara göre «İslâm Dini kalkınmaya engel Hıristiyanlık ve Yahudilik kalkınmanın tek çaresi» imiş.
Bu zalimleri çok iyi tanımak zorundayız. Ülkemi-zia selâmeti ve refahı bunların al aşağı edilmesine bağlıdır. Yaydıkları fikirleri yanlıştır. Çünkü:
Etopya (Habeşistan)'da Hiristiyandır. Bırakın kal­kınmayı, henüz açlık tehlikesini bile yenememiştir. Asırlardır Hıristiyan olmaları, Etopya'hları dünyanın en fakir halklarından biri olma durumundan kurta-ramamıştır.
Amerika'nın hemen bitişiğindeki Meksika da Hı-ristiyandır. Ama her tarafında sefalet kol gezmekte­dir.
Hıristiyan olmak, başlıbaşına bir kalkınma ve iler­leme sebebi olsaydı, başta Güney Amerika ülkeleri, Etopya ve Meksika olmak üzere pek çok Hıristiyan ülke kalkınırdı.
Yahudi dinine mensup Yahudilerin tek devleti İs­rail ise, bugün dünyadaki 220 ülke arasında % 400 enflasyon ile, enflasyon oranının en yüksek ülkelerin başında gelmektedir. Eğer İsrail dışında yaşıyan Ya­hudilerin bol para yardımları olmasa, kendi gayreti ile bir devlet olarak ayakta kalması mümkün değildir. İsrail'deki bu enflasyon harp yüzünden meydana gel­memiştir. Çünkü İsrail'e Batı'dan karşılıksız olarak bol miktarda askerî yardım yapılmaktadır. Dini inanç­larına göre, Yahudinin Yahudiden faiz alması, birbir­lerine hileli mal satmaları yasaktır. Hepsi de aynı de­recede tüccar olduklarından biribirlerini aldatmaları da mümkün olmuyor. Buna rağmen İsrail, büyük ik­tisadi krizi atlatamıyor.
Bütün bunlara rağmen, tslâm ülkeleri sanayi, tek­noloji ve kalkınma yönünden neden bir Amerika, Al­manya veya Japonya seviyesine gelememiştir? Bunun dört ana sebebi vardır:
1- Dünyadaki bütün Hıristiyanların hakkını ko­ruyan zulme uğramalarına mani olan dini liderleri papalık, bütün Yahudileri birlik ve beraberlik içinde tutan, yardımlaşmalarını sağlıyan hahambaşıhk ma­kamları vardır. Fakat, dünya çapında îslâmî menfaat­leri olunca, Müslümanları bir araya topluyabilecekle-ri bir teşkilatları yoktur. Bu birliği sağhyacak hila­fet makamları  yoktur. Bu yüzden dünyanın her ye­rinde soyulan, horlanan, zulme uğrayan, öldürülenler hep Müsiümanlardır. Birlik ve beraberlik içinde olma­dığımızdan siyasi hiç bir gücümüz yoktur.
Mesela; Rusya Afganistan'ı işgal ettiği zaman, bütün îslâm ülkeleri, harbe lüzum kalmadan tek ağız­dan «Afganistan'ı 24 saat içinde terk etmezsen, hepi­miz Rusya ile siyasi, iktisadi, kültürel, siyasi münase­betlerimizi keseceğiz» diyebilseler,- hiç kimse Rusya'­nın Afganistan'da 24 saatten fazla kalacağını iddia edemez.
Hilâfet makamı gibi bir birliğin olmayışı, îslâm ülkelerini iktisadi yönden de korkunç zararlara uğ­ratmaktadır. Bugün petrol sayesinde bir para yatağı olan îslâm ülkeleri ticaretinin % 90'ını Yahudi ve Hı-ristiyanlarla % 10'unu kendi aralarında yapmakta­dırlar. Aralarında birlik beraberlik olsa, iktisadi yön­den de en zengin ülkeler İslâm ülkeleri olurdu.
2- Bugün dünyada 'bulunan sadece adı îslâm 48 devletin hepisi, gizli veya açık bir şekilde batılı dev­letlerin idaresi altındadır. Yani tam veya yarı bağım­lıdır.
Yaşıyan nüfusunun % 95'i Müslüman olan Tür­kiye ise laik bir devlettir. Bu sebeple îslâm devleti sa­yılanların arasında mükalaa etmiyoruz.
Netice olarak: Dünyada bir milyar Müslüman ol­masına rağmen gerçekten her yönüyle îslâm ile idare edilen tek bir devlet yoktur.
3 - Müslümanlar için herşey bu dünyada başla­yıp bu dünyada bitmez. Asıl olan bu dünyanın ni­metlerinden • Allah'ın  emrettiği şekilde. faydalanmak ve herkesi faydalandırabilmektir. Bu yüzden, bir Müs­lüman sadece dünya malı hırsına kapılamaz. Başka­larının ölümü, hastalığı, göz yaşı pahasına para ka­zanmayı  düşünemez.  Başkalarının  hakkını yiyemez. Bu dünyanın fani olduğunu, yarın mutlaka ahirette Allah'ın huzurunda hesap vereceğini bilir. Bu sebep­lerle Müslüman kesinlikle aldatmaz...
4 - Müslüman  milletler  İslâm'ın çok  gerisinde kalmıştır. Pek çoğunun adı Müslümandır ama, yaşa­yışlarının îslâm ile pek alakası yoktur. Reform dinde değil, dinimizin asırlarca gerisinde kalan böyle gafil kafalarda yapılmalıdır.
Çünkü îslâm, bir hayat nizamıdır. Yaşama tar­zıdır, îslam'ı 'bilmek kafi değil, O'nu tam anlamıyla yaşamak lâzımdır.
Netice olarak: Müslümanlar bu saydığımız dört sebepten dolayı emperyalist kâfirlerden geride görün­mektedirler. Çare, İslâm'ın bütün kurum ve kuruluş­larıyla yaşanılan bir hayata sahip olmaktır. Müslü­manlar olarak buna mecburuz. [160]

318  — «O Benim Oğlum Yerinde.-

319  — «O Benim Kızım Yerinde.»

320  — -O Benim Anam Yerinde.»

321  — «O Benim Bacım Yerinde.»

322  — -O Benim Ağabeyim Yerinde.»

323  — «Biz Onunla Bir Mahallede Kardeş Gibi Büyüdük.»

324  — «Onun Karısı-Kızı Da Burada, Benim Karım-Kızım Da Burada. Bu Halde Kötülük Düşünülür Mü Hiç?»

 

Yukarıdaki cümleleri îslâm'ın emirleri cümlesin­den olan tesettür, el öpme veya öptürme, haremlik-se-lamhk... gibi mes'eleler sözkonusu olduğunda çok du­yarız.
Oysa şeriatımızda kadın ve erkeklerin ne tür ve hangi ölçüler doğrultusunda giyinebileceğim, kimlerin elini öpöp kimlere elini öptürebileceğini, kimlerle bir arada oturup kimlerle oturamıyacağını kesin çizgiler­le beyan etmiştir.
Bu ölçülere riâyet insana ibâdet sevabı kazandı-nr. Riayetsizlik günaha; inkarı ise küfre sokar. Küfür ebedi cehennem azabına sebep olan bir sıfattır. Onun için herkes hedefini tesbit etmeye ve yerini bilmeye mecburdur.
İnsan 12 yaşından itibaren kadın-erkek yaşı ne olursa olsun (ancak pir-i faniler hariç) eğer biribirîe-rine nikahları düşüyorsa, o benim sunum yerinde-bu-num yerindedir, deyip de şeriatın ölçülerini görme-mezlikten gelemezler. Eğer, müslüman iseler dinin ka­idelerine uymak zorundadırlar.
Bakıyorsunuz 40-45 yaşındaki müslüman bir ka­dın komşularının 16 yaşındaki erkek çocuğunun ya­nında mahrem yerlerini açıyor sanki öz oğlunun ya­nında imiş gibi oturuyor, konuşuyor ve bazı davranış­lar sergiliyor. Bu caiz değil denildiği zaman da hemen lâfı yapıştırıveriyor; *O benim oğlum yerinde» diyor. Şeriatta böyle bir kaide yok ki. O senin neyin yerinde olursa olsun artık sana na-mahremdir. Değil mi.ki, onunla nikahlanmanız caiz; artık, onunla dinin koydu­ğu ölçülerle görüşebilirsin. Aksi halde hem şeytana hem de cehenneme davetiye çıkarmış olursun. Kadın «O benim oğlum yerinde» deyip keyfemayeşa o deli­kanlının yanında davranamıyacağı gibi; delikanlı da -O benim anam yerinde» deyim kendisine nikahı dü­şen kadınlarla bir arada bulunamaz. Burada da dinin ölçülerini gözetmek zorundadır. Dinin koyduğu ted­birlere riâyet etmiyen, onları, yokmuş farzedip arzu­larına göre davrananların sonu er-geç hüsran ile ne­ticelenir. Bugün aile yıkıntılarının, namusların payu-mal olmasının temelinde kural kaide tanımamak var­dır. İnsanlar buna rağmen kendilerine çeki düzen ver­miyorlar.
Şu hale bakın: Mahallenin gençleri «O benim ba­cım yerinde», «O benim ağabeyim yerinde», «Biz onun­la aynı mahallede bir kardeş gibi büyüdük»... vesai­re gibi ipe sapa gelmez sözlerle islâm'ın kaidelerini nazarı itibara almadan teşrik-i mesai yapıyorlar. Ne­tice itibariyle olacak olan oluyor: Kaide tanımaz ana-babanın yanında büyük çocukları da kaide tanımıyor. Sonunda namuslar payumal oluyor. Cemiyet fuhuşha-neye dönüyor. Yıkılan yuvaların ardı arkası gelmi­yor.
islâm'ın koyduğu tedbirleri nazar-ı itibara almı-yan toplumumuzda meydana gelen yıkıntıların devam etmesinde herhandi bir anormallik yoktur. Atılan adı­mın karşılığı tahakkuk etmektedir, ileri bir adım ata­nın ileriye, geriye bir adım atanın geriye gitmesi nor­maldir. Anormal olan insanın ileriye bir adım attık­tan sonra kendisini geride bulmasıdır. Yani yapılan davranışların neticesidir, ortada görülen. Onun için cemiyetimizdeki düzensizliklerin temelinde islâm'ın koyduğu tedbirleri nazar-ı itibara almamak vardır. Bu sebeplerden dolayı herkesin başının ağrıması ola­caktır, olmaması anormallik olur.
Şu âdâma bakın: Çeşitli insanlarla olan ipe-sapa gelmez ilişkilerini haklı çıkarmak için:
— Onun karısı-kızı da burada, benim karını kı­zım da burada. Bu halde kötülük düşünülür mü hiç?» diyor mahrem-namahrem kuralına riâyet etmiyor. Bu­na riâyet edenleri gıybet ediyor. Onları kalb bozuk­luğu ile itham ediyor. Neticede namuslar payumal olu­yor. Ortaya çıka çıka «sütü bozuk» diyebileceğimiz bir güruh çıkıyor. Cemiyet kokuyor. Sıkıntıların ardı arkası gelmiyor.
Hasılı, çeşitli bahanelerle dinin koyduğu tedbirleri yokmuş farzedip keyfemayaşa bir hayat tarzına sa­hip olanların sonu hep hüsranla neticelenmiştir. Ce­miyetimizde bunun milyonlarca misali vardır. Bazı insanların dedikleri gibi:
«O benim oğlum yerinde.»
*O benim kızım yerinde.»                             
«O benim anam yerinde.»
«O benim ağabeyim yerinde.»
«Biz onunla aynı mahallede bir kardeş gibi bü­yüdük.»
Onun karısı kızı da benim karım kızım da burada. Bu halde kötülük düşünülür mü?» deyip îslâm'm ku­rallarını çiğnemek namus ve şereflerin payumal ol­masına insanların ar-haya tanımamasına sebep olur. Bundan kesinlikle kaçınmak İslâm'a ve onun hayat bahşeden kurallarına teslim olmak şarttır. Zaten asû" yaratılış gayemiz de budur.
Bazıları diyorlar ki: [161]

325 — «Haremlik - Selâmlık Bir Osmanlı Adetidir.»


Denilir ki, kıyamet gününde ilk olarak kişinin ya­kasına yapışacak olanlar onun ailesi ve evlâtları ola­caktır. Onlar huzur-u ilahide diyecekler ki:
«— Ya Rabbî! Bundan bizim hakkımızı al. Çün­kü o, bize bilmediklerimizi öğretmedi ve bilmediğimiz halde bize haramları işletti. Bizim hakkımızı ondaa al...» [162] diyecekler.
Demek oluyor ki: Aile reisleri emri altındakilerin İslâm'ı öğrenmeleri imkânını sağlıyacak. Bununla be­raber İslâm'ı yaşayacak ortamı onlara hazırlayacak. Aksi hal, dünya ve ahirette rüsvay olmayı gerektirir.
Günümüzde, maalesef müslümanlarm genelinin riâyet etmedikleri hatta riâyet edenlerin de aleyhinde bulundukları konulardan biri de haremlik-selâmlik konusudur. Bilindiği gibi haremlik-selâmlık kadın ve erkeklerin dinimizin emrettiği kurallara göre bir ara­ya gelmeleri veya gelmemeleridir. Bunun nasıl olaca­ğı Kur'an ve Sünnette beyan edilmiştir.
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Kerim'de:
<Mü'min erkeklere söyle; gözlerini (harama bak­maktan)  sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu kendileri için çok temizdir. Şüphesiz ki Allah (kullarının ne) yapacaklarından hakkı ile haberdardır.
Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini harama bak­maktan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar...» [163] bu­yurmuştur.
Dikkatinizi çekiyorum: AHah-u Teâlâ bu iki âyet­te : «Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar» hük­münü «Irzlarını korusunlar» hükmünden önce zik­retmiştir. Malum olduğu gibi göz; herşeyi kalbe ve beyne ulaştıran bir organdır, insan her gördüğünü ve arzu ettiğini elde edemez. Ancak bazı gördükleri kar­şısında; korkunç derecede arzuya kapılması mümkün­dür. Peygamber Cs.a.v.) Efendimiz sahabelerden biri­ne hitaben:
«Hanımından ve cariyenden başkasına bakma» [164] buyurmuştur.
Yine Efendimiz (s.a.v.) :
«Kim yabancı bir kadının güzelliklerine şehvetle bakarsa, kıyamet günü onun gözlerine kurşun dökü­lür.»  [165]
îşte, haremlik-selâmlık tatbikatı; gözleri haram­dan korumak ve nesil emniyetini muhafaza etmek içia zaruridir. Ümmü Seleme (r.anhe) validemizden riva­yet edilen Hadis-i Şerif, bu tatbikatın bizzat Peygam­ber (s.a.v.) Efendimiz tarafından yapıldığını göster­mektedir. Hadis-i Şerifin meali şudur:
«Hicap (örtünmek) Ayet-i Kerime'si geldikten sonra, Ben ve Meymüne Rasûîüllah (s.a.v.) !in yanın­da otururken, âmâ İbni Mektûm (r.a.) yanımıza çı-kageldi. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) bize :
_— Perde arkasına çekilin, dedi. Biz: ___ Ey Allah'ın Raslü!... O âmâ değil mi? Bizi ne görür, ne tanır, dedik. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) :
— Siz de âmâ mısınız? Onu görmüyor musunuz? buyurdu. [166]
Hadis-i Şeriften anlaşılıyor ki, gözleri (haram­dan korumak) noktasında, kadın ile erkek arasında fark yoktur. Haramdan korunmanın şartlarından bi­rincisi haremlik-selâmlık tatbikatıdır. Bu tatbikatın kaynağı Kur'an ve Sünnetten delilleri zikrettiğimiz Ayet ve Hadis-i Şeriflerdir.
Bazıları «Haremlik-Selâmhk tatbikatının Kur'an ve Sünnet'ten bir delile dayanmadığını bir Osmanlı adeti» olduğunu iddia ediyorlar. 'Bu iddia sahiplerinin îslâm'm temel hedeflerinden habersiz oldukları ayan-beyan bellidir. Ehl-i ilim ve irfan sahiplerinin malu­mudur ki; her içtihadın, velev ki zanni bile olsa, Kur'­an ve Sünnet'ten bir delili vardır. İlmi kâfi gelmiyen kimselerin bunu inkâr etme hakları yoktur. Bu hak­kı kendinde görenlerin bu cür'etleri cehaletlerinin ese­ridir.
Mahşer günündeki hesaplaşmaya inanan her mü'­min erkek, karısı ve kendisine nikahı ebediyyen ha­ram olant annesi, kızkardeşi ve Kur'an'da zikredilen diğer) yakınları ile bir arada oturabilir. Bunun dı­şında akrabası da olsa (amca kızı, dayı kızı, amca oğlu, dayı oğlu... vesaire gibilerle daima) «Haremliğe-Selâmlığa» riâyet etmek, mecburiyetindedir. Hiçbir mü'min: «Benim kalbim temizdir» deyip, Islâmi hu­dutları çiğneyemez. Çünkü bütün mü'minlerin kalbIeri temizdir. Zira, kalb temizliği imânla ilgili bir ha­disedir.
Hatta mü'min bir erkek hanımı ile beraber bir arada iken erkek kardeşini yanlarında bulundurması caiz değildir. Haremlik-Selâmlık hususuna riâyet et­mesi mü'minliğinin gereğidir. Sahabe-i Kiram'dan bi­risi Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)'e:
«— Kocanın erkek kardeşi tkaymbilâder) hakkın­da ne buyurursunuz?» sualini tevcih eder. Rasûlüllah Cs.a.v.) :
*— İşte bunlar ölümdür» [167] cevabını verir. Bütün bu açıkça beyan edilen gerçeklere rağmen bazıları:
•— O benim kardeşimdir. Bundan kötülük sadır öîmaz.  İşi buraya kadar götürmek aşırılıktır»  deyip İslâm'ın kurallarını tahrip ediyorlar. Bunlar en azın­dan dinin kurallarını çiğnemenin cezasını çekecekler- . .dir.
Bazıları da diyorlar ki: *Kadın tesettürlü olduk­tan sonra erkeklerle bilhassa akrabalarla (biribirleri-ne nikahlan düşenlerle) bir arada oturmalarında sa-kırica yoktur,  oturabilirler, karşılıklı konuşabilirler.»
Böyle bir düşünce tarzının yanlışlığı ortadadır. Kadın-erkek bir arada bulunduktan sonra açıklıktan, kapalılıktan söz etmek lüzumsuzdur.
Kadın, evinde veya.evinin dışında kocasının ar­kadaşını karşılar onunla sohbet eder, tartışır ve çay, yemek vesaire gibi ikramlarda bulunur ve tokalaşır-sa o kadının açık veya kapalı olmasında çok bir fark­lılık sayılmaz. Zira Allah (c.c.) birini erkek birini ka­dın yaratmış biribirine karşı meyil ve arzulu yapmış­tır. Bu kanunu değiştirmeye kimsenin gücü yetmez.
Dünya  üzerinde malum olduğu üzere    kadında utanma duygusunun, erkekte de kıskanma mefhumu­nun yok olması sebeplerinden biri de Haremlik-Selâm­lık konusuna riayetsizliktir. Camius'sağir adlı hadis kitabında:
«Kıskançlık imândandır» mânasında bir hadis vardır. Bunun üzerinde çok titiz olmak lâzım. Çünkü şeref kıskançlıkla orantılıdır.
Peygamber (s.a.v.)  bir başka Hadis-i Şerifte ;
«Ben gayyûrum. Gâyyûr olmayan (karısını kıs-kanmıyan) bir kimsenin şüphe yok ki, kalbi hastadır.» [168]buyurdu;
Bu hususta en iffetli yol, kadının yanma erkeğin girmemesi, kadının da erkek cemaatine çıkmamasıdır. Başka bir ifade ile Haremlik-Selâmlık kuralına uy­maktır. Müslümanlığımız da bunu gerektirir. [169]

326 — .Misafir Misafiri Sevmezt Ev Sahibi Hiç Birini Sevmez.»


Enbiya'mn, evliya'nın ve salihlerkı hiç terk etme­dikleri amellerden biri de misafirliktir. Misafir kabul etmek veya misafir olmak sevap derecesi büyük amel­lerdendir. Fıkıh kitaplarımızda «Sefer ve misafirliğin adabları» adıyla bahisler özel olarak açılmıştır.
Şu husus meselenin önemini ne kadar güzel an­latıyor :
Bilindiği gibi Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimize Hira dağında Cebrail (a.s.) vasıtasıyla Peygamberlik görevi veriliyor. Efendimiz bu durumu ilk defa Hz. Hatice (r.anhe) validemiz hiç düşünmeden Peygamber (s.a.v.) Efendimizin Peygamberliğine imân ediyor ve sonra da Efendimize diyor ki:
— Ya Rasûlüllah- Sevin... Allah'a yemin ederim ki, Allah (c.c.) seni hiçbir zaman mahcup etmez. Çün­kü sen Sıla-i Rahim yaparsın. Doğru söylersin. Zayıf­ların yükünü taşırsın. İnsanlara ikram edersin. Misa­firi ağırlarsın... diyor. O'nu desdekliyor.
Dikkat edilirse Efendimizin vasıfları sayılırken Efendimiz (s.a.v.)'in misafiri ağırlamayı, ona. ikram etmeyi çok sevdiği de zikrediliyor.
Siyer kitaplarında bütün peygamberlerin (Aley-hissalat-u Vesselam)  misafirperver oldukları zikredi-
Hz. İbrahim (a.s.) 'm unvanı HahTuHah'-
*Âllah'ın dostu mânasında bir sıfat. Bu mübarek , mjsafirsiz sofraya oturmazmış. Rivayete göre evi-Z n 4 tane kapısı vardı. Her birini misafir gelsin arzu-ıvla beklerdi. Onun için İbrahim (a.s.)'a «Misafir ba­bası» diye ad verilmiştir. İşte bu zad yemek yiyeceği zaman evinde misafir yoksa çıkar dışarılarda misafir arardı. Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz İbrahim (a s.)'m soyundan gelmiştir. Biz İbrahim îa.s.î'm mü-letindeniz diyoruz.
Ne yazık ki, İbrahim (a.s.'ın soyundan geldiğine inanan zamanımız insanları misafirin yük olduğu dü­şüncesiyle yaşıyorlar. Yazık hem de çok yazık.
Misafire hürmet, izzet ve ikram dinen vâcibtir. Misafir rızkı iîe beraber gelir ve ev sahibinin günah­larının bağışlanmasına vesile olarak gider. Müslüman halkımızın arasında çok söylenen bir söz vardır: «Mi­safir on rızık ile gelir, birisini yer dokuzunu bırakır gi­der» derler. Yani misafir geldiği evi bereketlendirir demektir.
Misafirperverlik ecdadımızın dünyaca takdir edi­len güzel hasletlerindendir. Misafire ikram hem mad­di hem de mânevi bakımdan bir zevktir. Köylerde mi­safir odaları, şehirlerde misafirhaneler kurmak bizim geleneklerimiz içindeydi. Memleketimize otelcilik cum-huriyetîe beraber girmiştir. Bu batıdan bize gelen bir anlayışm ürünüdür.
Türk toplumu emperyalist batının kültür istila­sına uğramış bir toplumdur. Yeni nesiller bu kültür kapısına göre şekillendirilmektedir. Batı kültüründe m*safirlik denilen haslet yoktur. Batılılara göre biri­ce ikramda bulunmak enayilik gibi bir şeydir. On­ara göre herkes kendisinden yemeli ve içmelidir. Bir haline gelmiştir halkımızın arasında *AJman usulü» sözü. Adamlar babasına bile ikramda bu­lunmaz. Bunlarda insanlık diye bir şey yoktur. Her­kesin menfaatini düşündüğü bir toplum haline gelmiş­tir Avrupa denilen rezalet sirki.
Şimdi birçok toplum gibi başta idareciler olmak üzere bizim toplumumuz da mevcut sirkin içine gir­mek için can atıyor. Gayr-i müslim gazeteci köşesinde Islâmî bir mesele gündeme gelince feveran ediyor: «Bizi Avrupalılar sevmez. İçlerine almaz. Biz. Avrupa­lıyız...» diye zırvalayıp duruyor. Avrupahk hastalığı kanına işlemiş sığırın.
Basın genelde böylelerin elinde olduğu için bun­lar halkımıza batının kafa yapısını aşılıyorlar. Telkin ile istediklerini yerleştiriyorlar.
îşte yıkılan hasletlerimizden biri de misafirlik ve misafirlik adablarıdır. Nerede şimdi o eski misafir­perverliğimiz. Ne çabuk da kabuk değiştiriverdik. Bu­nu görüntüleyen laflar aramızda atasözü haline ge­tirilmiş. Diyorlar ki: «Misafir misafiri sevmez; ev Ra­hibi hiçbirini sevmez». Bu söz inancımıza, adetlerimi­ze, mefkuremize, bizi biz yapan hasletlerimize ters bir ifadedir. Bizim inancımızla olgunlaşan toplumda «Misafir misafiri sever; ev sahibi de her ikisini sevip bağrına basar.» Misafiri için vannı-yoğunu ortaya ko­yar. Ona ikram için can atar.' Çünkü bu enbiyanın, ev: liyanın ve sulananın adetlerinden ve vacib derecesin­de bir ameldir. Nasıl olurda müslüman bundan geri kalabilir.
Misafir, misafirlik ve ikram konusunda Kur'an-ı Kerim'de âyetler Efendimiz (s.a.v.)'in sünnetinde Ha-dis-i Şerifler vardır. Binlerce misâli de bizim için bi­rer örnektir.
Misafirlik ve misafire ikramdan sevap kazanabil­mek için bunun adablarma riâyet edilmesi şarttır. Ak­si halde günaha vesile olunmuş olunur.
Misafir olmanın ve misafir kabul etmenin adab-ları vardır. [170]

Misafirliğin Adabları


1- Mümkün ise ziyarete geleceğini ev sahibine daha önceden haber vermelidir.
2- Ziyareti yemek vaktine denk getirecek şekil­de ayarlamak doğru değildir. Bu şekildeki ziyaret men edilmiştir.[171] Fakat yemek vaktini gözetmediği hal­de sofraya tesadüf ederse onda beis yoktur.
3 - Ziyarete gidilen zatın kapısına varınca eve paldır - küldür   değil   varsa   zil   çalınır,   zil   yoksa kapı üç defa takırdanır. Her defasında bir süre bek­lenir. Ev sahibi buyur edince içeriye girilir. Evin mah­remiyeti vardır. Bunu ihlâl etmek büyük veballerden­dir.
4 - Misafirliğe gidilen evin sağun - solunu karış­tırmak, göz ile çevreyi araştırmak doğru değildir.
5- Misafir önüne gelen yemeği beğenmemezlik etmemelidir. Ev sahibine «bana şunu yap - buau yap» gibi laflar etmek edebe aykırıdır.
6  - Misafir, gittiği yerde kendisine uygun yerde edebe uygun şekilde oturmalı ve konuşmalıdır.
7  - ev  sahibinin  eksikliklerini  araştırmak  onu küçük düşürücü davranışlarda bulunmak caiz değil­dir.
8 - Ev sahibi için dua etmelidir.
9 - Namazını mutlaka kılmalıdır.                       
10 - Gittiği yerde îslâmî kurallara riayet etmeli bilhassa haremlik - selâmlık kuralına uymalıdır. Se­vap işleyecem derken günah işlemem elidir.
11- Misafirliğe gittiği kişilerin arkasından onun evi, eşyaları, yemekleri ve diğer şeyleri hakkında kim­seyle gıybet etmemeli ve iftira etmemelidir. Bu büyük günahlardandır. Zamanımızda işleneir~natalardan en çok işlenileni budur.
Zamanımızda özellikle îs'lâmî kültür edeb ve ter­biyeden mahrum kadınlar misafirliğe gittikleri zaman ev sahibinde, evinde, evinin eşyalarında, önüne getiri­len yemeklerde, evdeküerin yemeğinde binbir çeşit eksik ararlar. Şöyle oldu- böyle oldu, şunu yaptı-bunu yapmadı; diye konuşur dururlar. Bu adiliklerin en çirkinidir. Islâmi kültürden yoksun toplumlarda bu hâl çok yaygındır. Onun için böyle toplumlarda ya-şıyan insanlar arasında «misafir misafiri sevmez; ev sahibi de hiç birini sevmez.» Bu cahili toplumların özelliklerindendir. Bugün Avrupa'da misafirlik diye bir mesele yoktur. Adamlar öz babalarına bile ikram­da bulunmayı enayilik kabul ediyorlar. Bunlara özen­mek cahillerin harcıdır.
Misafir kabul etmenin edebleri:
1 - Misafiri güler yüzle karşılaman ve memnu­niyetini beyan etmelidir. Misafire en büyük ikram bu­dur. Büyük fakih Evzai'ye sormuşlar :
—  Misafire ikram nedir?
—  Güler yüz, tatlı dildir, demiş.
2  - Onun sofrasını geciktirmemelidir. Üç şeyde acele sevaptır:
a - Misafirin sofrasını hazırlamakta,
b - Zamanı  gelen kızı evlendirmekte,
c- Cenazeyi kaldırmakta.
3  - Misafire ikram için telâş etmek, ağır masraf yapmak doğru değildir. Böyle yapan hem misafirden
hoşlanmaz hem de misafiri rahatsız etmiş olur. Onun için evde bulunan ile iktifa edilir. Bilindiği gibi «Mi­safir umduğunu değil, bulduğunu yer» sözü meşhur­dur.    .
4- Misafire ibâdet edecek imkanı  hazırlamalı­dır.                        ,
5 - İslâm'ın kuralları çiğnenmemeli bilhassa ha-remlik-selâmlık kuralı ihlâl edilmemelidir.
6 - Misafirlikten  hasıl  olacak  sevap  zina  gibi çirkin şeylere dönüştürülmemelidir. Bilindiği gibi «gö­zün zinası namahreme bakmak, elin zinası ona do­kunmaktır.»  Bu konuda asrımızın, insanları çok ih­malkârdır maalesef.
7 - Ev sahibi misafire abdest alma yerini ve he­layı göstermelidir.
8 - Yatıya  gelen misafirlerini  sabah namazına kaldırmalıdır.
9- Misafirler evden ayrılırken onlarla en azın­dan dış kapıya kadar çıkmalıdır. RasûM Ekrem (s.a.v.) Efendimiz t
«Misafiri kapıya kadar uğurlamak    usuldendir» buyurmuştur.
10 - Misafirin  arkasından onun  gıybetini  yap­mak, ona iftira atmak büyük günahlardandır.
Bütün bunları  toparlıyacak olursak özetle  şöyle
Misafirlik enbiyanın, evliyanın ve salihierin amel-îerindendir, Edeblerme riâyet etmek şartı ile misafir­likten mü'minlerin kazancı çok büyük olur.
Zamanımızda «misafir misafiri sevmez; ev sahibi i sevmez»  sözü çok yaygındır. Bu, cahili top- geçerli bir sözdür. Müslümanlara katiyen İslâm kültürüyle şekillenmiş toplumlarda misafir misafiri sever; ev sahibi her ikisinin misafirperverli­ğini yapmayı kendisi için nimet kabul eder. Onun için bizim inancımıza göre: «Misafirin gelmediği eve me­lek girmez.» [172]
Efendimiz  (s.a.v.)  buyuruyor ki:
«Misafir istemeyen kimsede hayır yoktur.»[173]

327 — «Aşırı Dinciler.»


Günümüzde insanlar îslâm nimetinin zevkini tat­madıklarından bunun zevkine ermek için gayret eden­leri aşırılıkla suçlamaktadırlar.
Batı kültür yapısına göre kasten şekillendirilen insanımızda müslümanlık anlayışı son derece yozlaş­mıştır. Laik devletin resmi istatistik verilerine göre halkımızın % 95'i «Müslüman»dır. Bu oranın çok önem­li bir bölümünün müslümanlık anlayışı şudur:
•    Gerektiği zaman  gusul abdesti almak.
•    Oruç tutmak.
•    Bayram namazı kılmak.
   Senede bir mevlid okutmak.
•    Bir yakını öldüğünde Kur'an okutmak.
•    Eyüb .Sultan ve Mevlâna türbelerini ziyaret et­mek.
•    Arada bir uğur getirsin diye dilenciye  para vermek.
•    Çok ihtiyarlayınca namaz kılmak.
îşte entel ve entelliğe özenen insanlarımızın kafa­larında şekillenen îslâm budur. Bunun haricinde ya­pılanlar onlar için aşırılıktır, fazlalıktır. Yani enayilik gibi bir şey.
Biri devamlı olarak namazlarını muntazaman kı­lıyorsa, namazlarda başına sarık sarıyor cemaate, devam ediyorsa, misvak kullanıyorsa, Hakk'ı anlatıyor­sa, helâle-harama riâyet ediyorsa, tesettür konusun­da titiz davranıyorsa teheccud'e kalkıyor, evvabili terk etmiyorsa, namahremlerle tokalaşmıyor haremlik-se-lâmlığa riâyet ediyorsa... bütün bu iyiliklerinden do­layı o diğerlerine göre «aşırı dinci»dir. Ölçüleri İslâm olanlar ölçüsüz yaşıyanlara göre: «aşırı dinçindirler. Koç karışımı bir hayat tarzına sahip olmıyanlar «aşı­rı dinçindirler. Karısını, kızım kaldırım yosması yap-mıyanlar «aşın dincidirler. Ben harem-i ismetimi teş­hir edip namahremin istinasını kabartan sürtük ola­mam; ben İslâm'ın ayağının altına cennet vaad ettiği kadınım diyenler «aşırı dindedir.
Dinine bağlı mübarek müslümanlan kendilerine göre suçlu sayarak «aşırı dinci» diye(nler kendi rezil­liklerinin farkına vardıkları zaman iğrençliklerinden kendileri de iğre.neceklerdir. Tabii ki, bu kendilerine nasib olursa. Çünkü ölçüsüzlükte iğrençlik vardır, ci-büiyetsizlik vardır, tıynetsizlik vardır. Ölçümüz îs-lâm'dır. Bu ölçüye uymayanlar kendi hayat tarzların­dan iftihar ediyorlarsa bu aynen insanın kendi dışkı­sını yemesiyle Öğünmesi gibi bir şey olur. işte insa­nın kendi dışkısını yemekle öğünmesi ne derece iğ­renç ise, İslâm dışı hayat tarzına sahip olması ondan daha da iğrençtir. Tabiiki dinini yaşıyanları «aşırı dincilikle kendilerine göre suçlu göstermek adiliğin, bir başka çeşididir.
İnsan beş vakit namazım kılarsa bu çok iyi bir amel yapmış olur. Aynı insan kıldığı bu beş vakit na­mazın arkasından beş vakit de kaza namazı kılarsa bu çok daha iyi bir amel işlemiş olur. Bu aşırılık de­ğildir.
Tesettürlü olmak aşırılık değildir. Bu Allah'ın kul­larına kesin emridir.
Namahremlerle tokalaşmamak, kucaklanmamak, öpüşmemek, ittilat halinde bulunmamak, haremliğe-selâmlığa riâyet etmek dinde aşırılık değildir.
Yediğinde, içtiğinde, giydiğinde, evine soktukla­rında, alış-verişinde ticaretinde, siyasetinde, ziraatin-de helâl-haram hudutlarına riâyet etmek dinde aşırı­lık değildir.
Yalan söylememek, kumar oynamamak, içki iç­memek, insanları aldatmamak, gıybet, etmemek, iftira atmamak, doğrudan ayrılmamak dinde aşırılık değil­dir.
Gece yansı uykudan kalkıp teheccüd namazı kıl­mak, kuşluk ve evvabil namazlarına devam etmek, kerahat vakti değilse bir cami veya mescide girince tahiyyatü'l-mescid namazı kılmak, bir nimete nail ol­duğunda veya bir tehlikeden kurtulduğunda şükür namazı kılmak, yolculuğa çıkarken ve. dönünce iki re­kat namaz kılmak dinde aşmlık değildir.
Kendisinin, karısının, kızının, oğlunun ve diğer aile efradının namusuna, şerefine sahip olmak, onla­rı edebli, terbiyeli sevk-idare etmek dinde aşmlık de­ğildir.
Karısınm-kızmın namahremlerin tasallutuna ma­ruz kalacak davranışlarına müsade etmemek dinde aşırılık değildir.
Aile reisinin çoluk-çocuguna dinlerini öğretmesi, öğrenmeleri için imkanlar ve sebepler hazırlaması, öğrettiklerini ve öğrendiklerini takbik. ettirmesi aşın dincilik değildir.
Devamlı abdestli olmak, pazartesi-perşembe gün­leri oruçlu olmak, daima Kur'an-ı Kerim okumak, zi­kir üzere  yaşamak, ilim meclislerine devam  etmek, hergün en az bir kötülüğü bırakmak, güzelliklerini artırmak aşın dincilik değildir.
Hasılı, diain icablannı yerine getirmek nehyet-tiklerinden kaçınmak aşırı dincilik değildir. Bunun haricinde yol tutmak aşırı derecede kafirliğe hizmet­kârlık yapmaktır. Dindarlığın aşırısı olmaz; dindarsız-lığın aşırısı olur. Öyle aşırılık ki, mazallah insanı ka­firliğe hazırlaya hazırlaya küfre kadar götürür. Me­selenin özü de budur. [174]

328_.Sinirlerimi Sigara İle Yatıştırıyorum.»


Günümüzde insanlar o kadar çok değişti ki... Bun­lara sıfat vermek zorların ötesinde zorlaştı. Kâfir de­sen, değilim, diyor, Müslüman desen üzerinde kâfir sıfatlarıyla yaşıyor.
Bu bozukluğun tek sebebi 'îslâmı ölçü olarak al­mamaktır. Ölçüsü bozuk olanın yaşantısı da bozuk olacaktır;  nitekim öyle olmaktadır.
Ölçüsüz insanların özelliklerinden biri de sinirli­lik halinin görünmesidir. Zamanımızda buna stres di­yorlar. Bu o derece yaygınlaştı ki, herkes bir barut fıçısı gibi parlıyıveriyor. Sabır diye bir şey kalmadı kimsede.
Sinirlilik, asab bozukluğu, stres, işlerin düzgün gitmemesi, kavgalaşmak, dikleşmek, ruhi sıkıntı... ve­saire gibi sebepler gösterilerek asrımızda kadm-erkek, Çoluk-çocuk, öğretmen-öğrenci, zengin-fakir... herke­sin ağzında sigara var. Eskiden kadınlar bu kadar ço­cuklar da hiç sigara içmezlerdi. Şimdi bunlar sokak-ai*da bile ağızlarında sigara ile dolaşıyorlar. İnsanlar
kadar da değişti. «Dünyanın çivisi çıktı» diyorlar f ^rhalde bu sözü ar-hayâ, edeb-terbiye, namus-şetn tarif etmek için söylemişler.
Birine :
— Ya kardeşim! îçme şu mereti. Hem kesene hem sıhhatine zararlı. Yazık değil mi? desen; alacağın ce-vab hazırdır:
«— Ne yapayım, sigara ile yatıştırıyorum. O da olmasa patlayıverecem. Bırakmak elimde değil. Onun­la teselli oluyorum.»   . Bir diğeri:
«— Alışmışız bir kere» diyor. Bir diğeri:
«— Kocamla geçinemiyoruz,  teselliyi bunda bu­luyorum» diyor. Genç kız:
«— İstediğim çocukla evlenemedik, bende sigara tiryakisi oldum» diyor. Öğretmen - Öğrenci: «— Kafamız şişti» diyorlar. Hasılı  tiryakiliğin kılıflarının  ârdı-arkası  gelmi­yor.
Şu söz aklıma geldi:
«Ağaca yaslanma kurur, insana yaslanma ölür, ancak Allah'a güven; çünkü O 'Bâki'dir.»
Günümüz insanı sigaraya sarılıyor. Böylece olay­lara dayanma gücünü, idrakini; aklım, sabrını, meta­netini, hoş görüsünü, isabetli seçim yolunu kaybedi­yor. Oysa bu mizaçlar dinin kesinlikle yasakladığı sı­fatlardır. Maalesef bu sıfatlarla vasıflanmışlar kişilik­lerini de kaybediyorlar. Ne demek?
— Sinirlendim de sinirlerimi sigara ile (veya İÇ-ki, kumar... vs. gibi şeylerle) teskin ediyorum. Onun­la teselli oluyorum...» demek.
Bu ifade kişinin müslümansa imandan çıkmasına yeterli sebep olur. Mü'min, hiç, dinin men ettiği   eylerde teselli arar onlarla teskin olma yolunu seçer mİ? Bu ciddi sonuçlara sebep olur. Allah'ın Rasûlü (sa.v.)'in- sünnetinde böyle bir şey yoktur. O'nun (s.a.v.) sünnetinde olan şudur:
însan bir şeye sinirlendiği zaman, üzerinde huzur­suzluk alâmetleri belirdiği zaman, birine öfkelendiği zaman, istenmiyen bir olayla karşılaştığı zaman şun­ları yapacaktır:
1 - Kalkıp hemen abdest alacaktır.
2 - İki rek'at namaz kılacaktır.
3 - Bulunduğu yeri terk edecektir.
4  - Oturuyorsa kalkacak gezinecektir.
5 - Hasbünallahu Veni'mel vekil, cümlesini tek­rar tekrar söyliyecektir.
6 - Lâ havle vela guvvete illabillahil aliyyil azim, cümlesini tekrar tekrar söyliyecektir.
7 - Peygamber fs.a.v.) Efendimize Salat-u selâm gönderecektir.
8 - Cenab-ı Hakk'ın Ya Sabır ism-i celilini tek­rar edecektir.
9 - öfkenin şeytandan olduğuna daima inana­cak ve bu inançla gerekli olan tedbirlere sarılacak ak­lını nefsine değil imânına emânet edecektir. Aklını imânına emânet eden kurtulur, nefsine veren de helak olur. Bunun nasıl olduğuna yukarıda işaret ettik. An­laşılması için meseleyi biraz daha açalım:
Adam:
«— Asabım bozuldu», diye çareyi sigarada arıyor «yak bir sigara daha»  diye teselliyi nehyedilen şey-erde arıyorsa o insan aklım nefsinin emrine vermiş-ır- Bu adamın işi çok zor. Bunu şeytanın elinden kur­umak lâzım.
asabının bozulduğunu sezen kişi çareyi Al-m Basûlünün  sünnetinde arar yukarıda saydığımız çarelere baş vurursa bu insan aklını imânının emrine vermiştir. Onun için Allah'ın nimetleri var­dır; fakat öbürü için şeytanın tuzakları vardır.
Biri de kalkmış :
«.— Ben bunun tiryakisiyim» diyor. Böyle bir tir­yakilik de müslüman sıfatı değil. Müslüman çirkinin tiryakisi olmaz, güzelin tiryakisi olur. Biri sigara tir­yakisi, biri kumar tiryakisi, biri zina tiryakisi, biri çal­ma tiryakisi, biri haram yeme yiryakisi, biri rüşvet tiryakisi, biri içki tiryakisi, biri beleş geçiame tirya-' kişi... Görüyor musunuz biri biri derken bir toplum meydana geldi. Menhiyat tiryakileri bir toplum. Bu topluma ve bu toplumun insanlarına hangi sıfatlarıy­la müslüman diyebilirsiniz?
Müslüman namazın tiryakisi olacak, şerefli yaşa­manın tiryakisi olacak, yasaklara yaklaşmamanın tir­yakisi olacak, Kur'an ve Sünnette; tarifi yapılan müs-lümanlığın tiryakisi olacaktır. Şüphesiz ki, bu imân ile orantılı bir olaydır. [175]

Merede Sigara Diyorlar,  [176]


Son derece bir sağlık problemi olan sigara alışkan­lığı heryerde salgın bir hastalık halini almıştır. Bu meredin dikim ve işlemesini bizzat devlet organize ediyor, daha çok sigara içen bir nesil yetiştiriyor.>
Sigara içenler, kazandıkları gelirin büyük bir bö­lümünü bırakamadıkları kötü bir alışkanlığı, daha sonra da bu alışkanlığın sebep olduğu hastalıkların tedavisinde harcarlar.
Tütün içmek mevzuunda fıkıh ilminde sarih  bir delil yok. Bu hususta ulema ihtilâf etmişler, bazıları Kıyas-ı Fukaha ilmine istinaden haram, bazıları şüp­heli şey olduğuna ve bir kısmı da kerahatına kail ol­muşlardır.
Tütün içmenin en ehven kanaati olan mekruh ele alınır mes'ele tahlil edilecek olursa bu halin endişe ve­rici bir hal olduğu ortaya çıkar.
Merhum Ömer Nasuhi Bilmen hocamız : «İstiğfar ile kebire kalmaz, İsrar ile de sağire kal-maz«  [177]diyor.  Yani istiğfar edenin günahı affolur, küçük günahlarda İsrar edenin günahları büyük gü­nah hükmüne girer, denilmek isteniyor.
Tütün içmenin «Şüpheli şey» denildiği takdirde şu Hadis:i Şerif hatırlanmalı:
«Helâl ve haram bellidir. Fakat bunlar arasında helâl ıhı haram mı olduğu kesin belli olmıyan şüphe­li şeyler de vardır. Kim bu şüpheli şeylerden sakınır­sa dinini ve ırzım korumuş olur. Şüpheli şeyleri kim işlerse, sürüsünü yasak bir arazinin etrafında otlatan bir çoban gibi harama düşer. Dikkat edin her melikin bir korusu vardır. Allah'ın yeryüzündeki korusu ha­ramlarıdır. Dikkat ediniz vücutta bir et parçası vardır. O doğru ve sâlih olursa bütün vücud selâmet ve hu­zur içindedir. O bozuk olduğu zaman vücut huzursuz­luk ve bozukluk içindedir. Bu et parçası da kâlbtir.» [178]
Fıkıh ile meşgul ulema mes'elenin peşini bırak­mıyorlar. Meselâ Hanefi Mezhebi fıkıh ilmi muvace­hesinde necasetten taharet farzının ifası zamanında galiz (büyük) necasette dirhem miktarı, mayi (sivil necasette ise el ayası (içi) miktarı ölçü olarak alındı­ğına göre; ağızın iç kısmı ise her ölçü ile de fazla mik­tarda olduğu ve ağız içi kısmı bedenin dış kısmından sayıldığından tütün içenlerin necasetten taharet far­zını yerine getirmedikleri ilmen sabit olduğundan tü­tün içenler namazlarını ifsat ediyorlar. Aleni günah işlemek mes'elesi de eklenince konu daha da ciddiyet arzediyor [179] deniliyor.
Türkiye'de tütün, Padişah birinci İbrahim döne­minden beri içilmektedir. Sigara yurdumuza 385 yıl önce Avrupa'dan getirilerek içilmeye başlandı. Siga­ra J üretimi de ülkemizde Tekel'in. kurulmasıyla ger­çekleşti.
Uzmanlar diyorlar ki:
-Sigara vücuda giren bir hırsızdır.» Gerçekten öy­le bir hastalık ki, sadece vücudu'alıp götürmekle kal­maz imâna bile kasteder. Teselliyksigarada aramanın üzerinde ciddi ciddi durmak lâzım derken biz buraya dikkat çekmek istedik. Teselli diye sarınılan sigara çi­lelerin elebaşısı olmaktadır.
Sigaranın içinde nikotin vardır. Nikotin vücutta çoğaldığı zaman beyinde etki yapar. Felce neden olur. Akciğer kanserine sebep olur. Kroner yetmezliğine se­bep olur. Tansiyona tesir eder. Sigarada ayrıca 4 bin çeşit zehir vardır, [180] Bunlara inanmıyan insan ol­mamasına rağmen inat edercesine sigara üretiroi-tü-ketimi korkunç bir hızla hergün daha da artıyor.
«Parasını eller, dumanını yeller alır.» sözü sigara içenler için söylenmiş güzel bir sözdür.
Erzurum'lu İbrahim Hakkı Hazretlerine izafe edi­len bir beyit vardır:
«Deme tömbekiye fışkı, fışkı duyar ar eder. Tütün katma fışkıya, fışkıyı murdar eder.»
Tömbeki nargiledeki tütüne verilen addır. Fışkı ise, kurumuş hayvan gübresidir. Bilhassa at gübresi kurursa, tütüne çok benzer. Doğu Anadolu'da at güb­resine fışkı derler. îşte bu mübarek zâtın sözü de böy­le.
Tütünün çok zararları vardır da biz bir kaç tane­sini sıralayalım:
1-  Maddi-manevi kayıplara sebep olur.
2-  Organ ve doku kanserlerine sebep olur.
3 - Damar sertliği, Enfaktüs ve  Bronşite sebep olur.
4 - İştahsızlık, mide-bağırsak bozukluklarına se­bep olur.
5 - Vücüd direncini kırar, dirençsiz vücud çabuk hastalanır.
6 - Ciltte kırışıklıklar meydana gelir.
7-  İdare ve hafızayı zayıflatır.
8 - Görme' bozukluğuna sebep olur.
9 - Cinsel iktidarsızlığa sebep olur,
10 -Erken vs  ölü  doğumlara sebep olur.
11- Psikolojik çöküntü meydana getirir..
12 - Tütün ile alkol zekânın düşmanıdırlar.
13 - Sigara- içenler içmeyenlerin yanında leş gi­bi kokarlar.
Bu son madd& üzerinde de bir nebze duralım : Hanımı sigara içmeyip te kendisi sigara içen er­kekler hanımlarına zulmediyorlar. Çünkü leş gibi ko­karlar. Bunu anlamaları için şu tavsiyede bulunacağız: Kendisi sigara içip de hanımı sigara İçmeyen er­kekler bir akşam hanımına bolca sarımsak yedirip kendisi de sarımsağa ağzını sürmeden yataklarına yatsınlar. Bakalım o sarımsağın kokusuna dayanabi­lecekler mi? Mümkün değil dayanamazlar. îşte ko­kusundan iğrendikleri sarımsak kendilerine nasıl ge­liyorsa hanımlarına da o sigara kokusu öyle geliyor. Sigara içenler sigaradan iğrenen hanımlarını mutlu ettiklerine mi inanıyorlar ki? Yazık, hem de çok yazık.
—  Peki bundan kurtulmanın çareleri nelerdir?
—  Bunun cevabı çoktan verildi. Özetleyelim :
1-   îradene sahip çıkıp aklını imânının emrine vereceksin.
2 - Yukarıda, sinirlenince neler yapılacak, soru­suna  verilen cevapta maddeler,, halindeki  hususlara tam riâyet edeceksin.               
3  - Dişlerini çok temiz tutacaksın.   (Ağzı temiz olana sigara tadsız gelir)
4 - Et,  çay, kahve, baharatlı yiyecekler ve içe­ceklerden bir süre yemiyeceksin. (Çünkü bunlar alış­kanlığı olanlarda sigara arzusunu kamçılar.)
5  - Yemek zamanları dışında bol su iç.
6  - Yemeklerden sonra açık havada 15-20 dakika yürüyüş yap.
7  - Hergün banyo yap. Banyo yaparken ılık su veya limonata iç.
8  - Bol sebze, meyve, yemiş, süt-yoğurt ye.
9  - Sigara ikram edenleri yanına yaklaştırma.
Bunlar sigarayı bırakmak isteyenlerin yapacak­ları kaideler. Devletin yapacakları <ia şunlar:
1-   Devlet sigara tüketimi yanında değil halkın sağlığı yanında yer alacak.
2 - Devlet sigaranın zararlarını yayın araçJarıy-la izah edecek.
3- Televizyonda çeşitli programlarda (açık otu­rumlar dahil) edeb ve hayadan nasibini alamamış da halkın karşısında bacak bacak üzerine atıp geri kay-kılarak milletin gözüne üfleyerek sigara ağzında ko­nuşan insanlık fukaralarına konuşmaya ve sigara iç­melerine müsaade etmiyecek.
4 - Sigara üretimini durduracak.
Sözün özü şudur:
•    Sinirlerimi sigara ile yatıştırıyorum.
•    Sigaranın tiryakisiyim.
•    Sigara içmezsem mahvolurum.
•    İster fakir ol ister fukara, Yemekten sonra yak bir sigara.
•    ...vesaire gibi ifadeler hem  maddi  hem mâ­nevi yönleriyle çok tehlikelidir. însana yalınız bu dün­yada cezşt çektirmekle kalmayıp ahirette de mücrim­ler grubuna dahil olmaya sebep olur. Onun için «Siga­ra vücuda giren bir hırsızdır.» Öyle hırsız ki, bedeni çalmakla kalmaz;  imâna da kasteder...  Hatırlatması bizden.. [181]

329 — «Yavrum Sen Sigara İçme De Rakı İç.»


• Sigaraya aşın derecede mübtelâ olanlar kısa süre içinde bunun zararlarını çekmeye başlarlar. Ar­tık organlar yavaş yavaş elden çıkmaya başlamıştır. Öksürdükçe ciğerlerden kopup gelen balgamlar siga­ra kokusuna eklenerek etrafındakil eri iğrendirmeye başlamıştır.                                     
Tiryakiyim bahaneleriyle hâlâ d^ıha sigarasını tüt­türen baba kendisini ibretle hem de iğrenerek seyre­den oğluna başlar nasihata:
«— Oğlum ben bu merete alıştım. Görüyorsun halimi. Aman yavrum sen bunu içme. Sigara içme de rakı iç. Rakıyı zaman gelir bırakırsın ama sigarayı mümkün değil bırakamazsın...»
Bak şu hergelenin nasihatına. Nasihati da kendi­sine1 benziyor. Biraz ağır olacak ama; teşbihte ata ol­maz. Adam şunu demek istiyor gibi adeta :
— Ben sidik içiyorum, sen kaka ye», der gibi bir nasihat. Tavsiye ettiği öbüründen de beter. Kendisi tir­yaki olmuş, oğlunu da alkolik yapmak istiyor. İçki içen adam sigara içmez mi hiç? Sigara içenlerin arasında içki içmeyen çoktur ama, içki içenlerin içinde sigara içmeyen hiç yoktur.
Böyle babalan çok iyi tanımak lâzım. Çünkü bun­lar canavarlar gibidirler. Körpe diğmağlara böyle kas­tederler. Tanıyıp tesirlerini kırmak lâzım.
Sigara içmedikleri halde kendilerine İsrarla siga­ra verenler ve içilmesi yönünde telkin edilenler siga-ranm sebep olduğu şu üç hususu ibretle dikkate alıp böyîelerini dost edinmeme!idirier.
Sigaranın sebep olduğu neticeleri araştıran ilim ehli zatlar diyorlar ki:
1- Tütün dumanının ağız ve burunda meydana getirdiği sarı renk abdeste mani olan boya gibidir.
2- Tiryakilerin kilotiarmda lekeler hasıl oldu­ğu ve bu lekelerin sabunla çıkmadığı, ancak çamaşır suyu ile çıktığı hususu gözden kaçırılmamalıdır,
3- Çok  tütün içenler öldükten sonra cesetleri yıkanırken makatlarından gelen sızıntı kesilmez. Bun­lar bu sızıntı le kefenlenir ve öylece defn edilir.
Sigara içenler ve içecek olanlar bu üç hususu ib­retle dikkate almalıdırlar.
Hasılı, sigara tiryakisi bir babanın sigara içmenin sonuçlanna katlanırken yanında kendisini iğrenerek ibretle seyreden oğluna:
— Yavrum sen sigara içme de rakı iç* diyerek, sigaranın kötülüğünü anlatmaya çalışırken çok yan-'iŞ bir kıyaslama yapmaktadır. İki pislikten illaki biri-n* tercih ettirmek hem de haramlığı kesin olanı tasvi­be etmek bir babanın yapacağı iş değildir. Böyîe bir !">aîde babanın evlâdına söyîiyeceği şu olmalıdır:
"— Yavrum biz nefsimize hakim olamadık. Şeyta-na uyduk. Bunun tiryakisi olduk. Bugün işte iğrenilen bir mahuk olduk. Aman ha sen bunu içeyim deme. Hiç bir harama yaklaşma. Herbirinin sonucu böyle hatta daha da beteriyle iğrençtir. Aklını basma al. Helâller dururken haramlara hatta şüphelilere bile yaklaşma...-
Söylenilmesi gereken bunlardır. [182]

330 — «İstanbul'un Havasına Ve Karısına Güvenilmez;*


* Emperyalist kâfirlerin kültürleriyle yetişenler bâtıl sözleri üretmede ve yaymada çok başarılıdırlar. Bunların gevezeliklerinin ardı arkası gelmez. Şeytanı klavuz edinerek günlerini gün ederler. Hani bir söz vardır; «Klavuzu karga olanın bumu pislikten kur­tulmaz» derler.
Kafa yapısı farklı olanların ürettikleri sözlerden biri de:
«İstanbul'un havasına ve karısına güvenilmez» sö­züdür. Bu sözde, Allah'a ve namuslu mü'rnin kadınla­ra iftira vardır. îftira büyük günahlardandır. Bir de yapılan iftira Allah (c.cJ'a yönelik olursa bunun kor­kunçluğunu varın siz tasavvur edin.
Kainat, Allah'ın yarattığı mahluka tın dan biridir. Herşeyde olduğu gibi burasının düzenini tanzim eden yine Allah (c.c.)'dür. istanbul'da, kâinatın parçaların­dan, biridir. Burada da Allah'ın kanunu câridir. Hiç­bir şey ve yer yoktur ki, O'nun kanununun dışında kalsın, Güneş, ay ve yıldızlar Allah'ın kanunu üzere doğar batar. Yağmur, kar, dolu O'nun kanununa gö­re yağar. Bulutlar O'nun kanununa göre uçar. Her-Şey O*nua kanununa tabidir. Havanın ısı durumu da dahil olmak üzere.
•İstanbul'un havasına güvenilmez» derken, «Al­lah'ın, ne yapacağı belli olmaz; şaşırır da kışın güne­şe yaktırır, yazın kar fırtınasına tutar. Onun için O'-nun takdirine güvenmemek lazım* der gibi bir mânâ çıkmaktadır.  (Haşa). Bu ne cür'ettir.
Bunu söyliyenler: .«İstanbul'un havası çok deği­şir* demek istiyorlardır belkide. Fakat ifade tarzı yan­lış. Kavramlara çok dikkat etmek lâzım. Neyin nere­ye varacağını, söylenil on. bir sözün neticesinin ne ola­cağını çok iyi hesap etmek lâzım. Çünkü, alıp-verdi-ğimiz her nefesten do7 %yı hesaba çekileceğimiz gün burnumuzun dibi kadar yakındır.
Bir de, bir an için bu sözün «İstanbul'un havası-nın çok sık değişir» demek için söylendiğini düşünsek bile, vakıa kesinlikle böyle değildir. İstanbul'da ha­valar mevsim normalleri doğrultusunda seyretmekte­dir. Görüldüğü gibi bu da çıkış yolu^olmamak tadır.
Mezkur sözün gelelim ikinci kısmına: «...İstanbul'un karısına da güvenilmez.» Bu söz de son , derece yanlıştır. İstanbul'da 6 milyon insan yaşamaktadır. Bunun yansın La kadın olduğu hesabe-dilirse 3 milyon kadın bu söz ile töhmet altında bıra­kılmaktadır. Yani demek istenen şudur:
«— Bu üç milyon kadın imanına, şerefine, ko­casına, çocuklarına, babasına ve mukaddes mef­humlarına her an ihanet edebilir. İhanet etmesi bek­lenebilir. Kimse karısına, kızma anasına, bacısına gü­venmesin.» der gibi bir söz sarfedilmiş olunuyor. Bu korkunç bir hata iğrenç bir iftiradır. Ehl-i namus ka­dınlara karşı işlenilen bir cürümdür. Bu söz insanın dünya ve ahirette lanetliler çukuruna atılmasına bir sebep olur. Böyle bir sözü sarfedenlerin hiç biri mah­şer gününde kendilerini kurtaramıyacaklardır.
Bu sözü kim nasıl uydurup da aramıza sokmuş. Burasını da bilmeye mecburuz:
Bilindiği gibi îstanbui, ismini İslâm'dan almış müslümanlarm sembolü olan beldelerden biridir. Bu şehrin asıl ismi îslâmbol'dur. Bu daha sonra İstanbul şeklinde teleffuz edilmeye başlanmıştır. îçinde binler­ce sahabe, evliya ve şühade yatmaktadır. İsmi de müs~ lümanîarı bol şehir manasınadır.
îşte böyle adıyla, tarihiyle, bağrına bastığı Ölü ve dinleriyle bu mübarek belde lekelenmek istenmekte­dir. Hainlerin iğrenç emellerine zemin hazırlanmak­tadır. Yeni nesillerin kafasında dünyanın göz diktiği bu şehir için sahip olmaya değmez fikrinin oluşması­na çalışılmaktadır. Düşmanları» arzulan budur. Kem gözlüler ve sözlüler bu arzulara âlet olmaktadırlar.
Bize göre îsta^bul biz nıüslümanianndır. Taşıyla toprağıyla havasıyla suyuyla bizimdir. Bizim Peygam­berimiz bu mübarek beldeyi zikretmiştir. İçindeki in­sanların mü'minlerine, muvahhidlerine mübarekleri­ne Allah için güvenimiz vardır. Ahlâksız ve şerefsizle­re gelince onlan bizden de İstanbul'dan da kabul et­miyoruz. Sözün özü de budur. [183]

331 — «Batı Daima Üstündüb.»


®   Dünyada iki taraf vardır :
1- Hakk taraf,
2- Bâtıl taraf.
Allah'ın son dinini yaşıyan ve yaşanması için ma­lını ve canım ortaya koyanlar Hakk'ı temsil ediyorlar. Bumm dışında kalanlar bâtıl tarafını temsil ediyor­lar.
Bugün batı bâtılın temsilcisidir. Sanayi dalında batının ileri seviyede gözükmesi insanlara hep batı­nın üstünlüğü sekimde propaganda edilmiştir. Özellik­le bizde basın-yaym ve eğitim sistemi insanımıza da­ima batının üstünlüğünü telkin etmektedir. Devlet adamları sık sık bu telkinatlarla demeçler vermekte çalışmalarını bu doğrultuda sürdürmektedirler. İnsa­nımızın kafası yapılan telkinlerle şartlandınlmıştır. Bundao dolayı memleketimizde genelde batının üstün­lüğüne inanılmaktadır.
Hakk in karşısında "batının üstünlüğüne inanan­lar imân noktasında ciddi tehlike içindedirler. Batı­nın üstünlüğüne inanmak demek uşaklığı peşinen ka­bul etmek demektir. Uşak olan bir toplum millet ol­ma özelliğini yitirmiş demektir. Devlet adamlarımızın yıllardır batılıların kapılarında o kapıdan şu kapıya koşuşup «Aman bizi AET'ye kabul edin. Bize yardım edin. Biz sizdeniz, sizin üstünlüğünüzü kabul ediyo­ruz. Biz de sizin gibi olmak istiyoruz» diye yalvarma­ları bu konuda adaylığın bile çoktan aşıldığını gös­termektedir.
Biz müslümamz, elhamdülillah. Daima Hakk'm üstünlüğüne inanıyoruz. Bunu böyle kabul ediyor ba­tının ve dolayısıyla bâtılın esfelesafilin kadar aşağıda olduğuna inanıyor ve görüyoruz.
Mevcut sistemlerden kapitalizm ve komünizm ne­sillerin zihinlerini hep iğfal ile meşguller, Yapılan tel-kinatlar hep bâtılın üstünlüğüne yöneliktir. Gerçi ko­münizm çöktü. Kapitalizm sun'i teneffüslerle yaşatıl­maya çalışılıyor. Lâkin, bunların üstünlüğüne inandı­rılmış insanların sırtında- bu sistemler yaşıyormuş gi­bi gösteriliyor. Uşakların kafasına böyle sokulmuş, inandırılmışlar bir defa. Bu aynen şuna benziyor. Fa­lanca mahallede bir kabadayı çıkmış. Mahalleyi soyul­muş soğana çevirmiş. Kendi dediklerini kanun saymış. Onlarla mahalleliye hakim olmuş. Hakk'ı tanımamış, kimseye tanıma müsadesi de vermemiş.
Yeni yetişen nesle bu zalimin üstünlüğünü telkin etmişler mahalleliler. Derken bu zalim gebermiş. Onunla beraber olan zorbalar mahalleliye yine göz aç­tırmamışlar. Bu defa o ölsede içimizde yaşıyor tel-kînati yapmışlar. Öyle ki her yıl mahallenin duvar-larmı «bizim zorba 95 yaşma girdi, doksan altı yaşma girdi» diye yazıyorlar. Adam ölmüş, gitmiş gideceği yere. Hâlâ. daha mahalleli onun yaşadığına ve yaşlan­dığına, inanıyor nesilleri iğfal ile meşgul oluyor.
Ölen bu dünyada bedeni varlığıyla yaşar mı hiç? Yaşama/. Niye böyle yapıyor mahalleli? Uşaklaşmış da ondan,
İşte aynen bu mahalleli gibi nesillerin kafasına yerleştirilen bâtılın üstünlüğü fikri batının komünizmini ve kapitalizmini yaşıyor gibi inandırıyor, Bâtılın üstün görülrnesindeki sebep budur.
Bu noktada şunu da bilmek lâzım :
Maddi refah seviyesinin yüksekliği kesinlikle me­deniyet değildir. Biz medeniyet ve kültürümüzü yitir­diğimiz için değil, inancımızı yitirdiğimiz içn düşüşe uğradık.
Biz toplum olarak millet olmak vasıflarına sahip olabilmemiz için herşeyi çok iyi hesap etmeğe mec­buruz. Öyle ise ayaklarımız üzerinde taşıdığımız be­denimizin tepesindeki başın kendi başımız olduğuna inanıyorsak bu baş'ta taşıdığımız inanç ve fikirlerin kendimizin inanç ve fikirleri olduğundan emin olma­lıyız. Bu olmadan kişilik kazanılamaz.
Şu çarpıklığa bakın hele siz:
Bugün Amerika her türlü icadını yapmıştır. Mad­di kalkınmasını sözde yapmıştır. Lakin yarım saat elektrik kesildiği zaman soyulmadık yer kalmıyor. Elektrikler kesilmeden yarım saat önce polis radyosu halka anons yapıyor; «Elektrikler kesilecek, cebinizde ne varsa mukavemet etmeden gangasterlere veriniz» diyor. Bu kalkınmadan kime ne hayır gelir. Onun için manevi kalkınma maddi kalkınmadan önce gelir. Bu da ancak Hakk'ın üstünlüğüne inanmak ve O'na tes­lim olmakla gerçekleşir.
Bizde her nedense 150 yıldır herşey hep tersinden ele alınmıştır. Hakk'a karşı bâtıl, iyiliğe karşı kötülük doğruya karşı eğri, ahlaka karşı ahlaksızlık, medeni­yete karşı medeniyetsizlik empoze edilmiştir. Bir şai­rimiz bu gerçeği şöyle dile getirmiştir:
«Kötülüğe kulîuk eden, İyiliği emen düden.
Maddeye tapan beden, Medem sayılır bizde![184]
Namussuzun daniskası. Ahlaksızlığın babas*. İnsanlığın yüz karası Medeni sayılır bizde!
İnsanı Rarayia satan. Kahpe kursağında yatan, Batının taklidini yapan. Medeni sayılır bizde!
Bâtıldan almış suyunu. Pas tutmuş karga beyni, Darvin'in alçak maymunu. Medeni sayılır bizdeî» 
Bu ters-yüzlüğü merhum Osman Yüksel Serden-geçti daha net anlatır ve der ki:
«Medeniyet dediğin ilim, irfan demektir, Bizdekine gelince düpedüz bok yemektir.»
Biz de buna katılıyor ve mes'eieyi şu yönüyle nok­talıyoruz : Hakk'm üstünlüğünü itibara almayıp bâtılı üstün kabul etmek, böyle inanmak gerçekten bok ye­mektir. Hem de şeytan boku. [185]

332 — «İyi Atadan Kötü Evlât. Kötü Atadan İyi Evlât Olur.»


İyı atadan kötü evlât, kötü atadan iyi evlât olur» sözü hiçbir dayanağı olmıyan batıl bir sözdür. Çünkü doğan herkes İslâm fıtratı üzere doğar. Hiçbir insan anasından doğarken kötü olarak, ahlâksız ola­rak dogma/; mükemmel olarak doğar
Fıtrat olarak temi/ yaratılan insanda iyilik ve kö­tülükler ü/eri kullanmış birer ateş koru gibidir. Han­gi korun ü7.orindeki küller üflenirse insan o ahlâk üze­re fihiâklamr. İnşanı insan yapan yetişme tarzıdır. Ye­tişme tara bozuk olandır ahlaken de süfli olurlar. Onun içm annnnin, babanın, okulun ve çevrenin de­rece  derece Önemi  büyüktür K.a.v )   Kf endim iz ;
Her doğan islâm fıtratı üzere doğar. Anne-baba­sı onu ya yahudı. yçı hıristiyan veya mecusi yapar -(11 buyurmuştur.[186]
Dikkat edilirse Hudis-ı Şerif de «müslüman yapar» denilmiyor. Çünkü çocuk müslümandır, hür fikirlidir. Kvde oldukları halde -babam evde yok-  dedirten ebe veyn çocuğuna yahudilik, Hıristiyanlık veya komünist­lik huylarından bir huy aldırmıştır,
Mevcut eğitim sistemindeki çarpıklıklarla nesiller nefislerine ve dışındakilere köle yapılmak istenmekte­dir. İlkokuldan üniversite sonuna kadar, oabeş sene­lik tahsil koşusunun sonunda ödül olarak hep ekmek gösterilirse, yetişen genç maaş, nüsvet ve makama mahkûm olmuş köledir. Hedef, sahasında iyi yetişmiş bir insan olsaydı, ekmeği bol, makamı yüksek hür bir insan yetişirdi. Bunları ekmek yoluna yönlendiren, o ekmek için her şeyi mubah gösteren zihniyetlere !â-net olsun.
Çocukları yetiştirme konusunda, onlara hedef ta­yin etme noktasında herkes çok hassas olmaya mec­burdur.
Çocuklara daha küçük yaşlardan itibaren para şı­kırtısını dinlemek öğretilirse; bunlar büyüyüace, pa­radan başka kavgası verilecek bir şeyin olmadığını, para sesinden başka bir sesin bulunmadığını iddia eden ve para için herşeyi yapmaya hazır, maddeye köle bir nesil olurlar.
«Köprüden geçinceye kadar ayıya dayı de- diye telkin edilen çocuk ayının yeğeni olur. Büyüyünce ayı-laşır. Ufukları daralır. Armuttan başka meyva tanı­maz.
Büyük bir terbiyecinin dediği gibi :
"Çocuk 3-5 yaşlarında ömrünün sonuna kadar ak­settireceği herşeyin cî 70'ini anne babasından alır  An ne babanın  tenviri bu kadar önemlidir.-
Çocuklar temiz olarak İslâm u/en* doğar, ilahı kudret onlara iyi ve kötü iki çekirdek kor. Terbiye edi­ci hangi çekirdeği beslerse o yeşerir diğeri kurur. Böy­lece çocuk yetiştirilişine göre ya iyi olur ya kötü.
Terbiye edicinin rolü büyüktür. İyi çekirdeğin fi­lizlenmesi, kötü çekirdeğin çürümesi için daima iyilik, güzeliik, doğruluk anlatılacaktır. Ev içindeki örnekler çok önemlidir. Meşhur sözdür:
«Bakarsan bağ olur. Bakmazsan dağ olur.»
Bundan dolayı aileler çocuklarına küçük yaşlar­da İslâm'ın prensiplerini Öğretmeli ve tatbikini biz­zat yaparak yaptırmalıdır. îslamî yaşantı itiyat haline getirilmelidir, îleri yaşlarda itiyatm elde edilmesi hay­li güçtür,
Anne-baba bahçivan, çocuk da çiçektir. Bu çiçek ihmâl edilirse o çocuk Allah'ın düzenine baş kaldıran bir anarşist olur.
Sokaklara bakıldığı zaman ana-babalann vazife­lerini yapmadıklarını görülmektedir. «Ağaç yaş iken eğilir.» Küçük yaşta alman terbiyenin ömür boyu se­meresinin devam ettiği, terbiyesizliğin ise acı netice­lerinin görüleceği muhakkaktır.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ümmetine şu tavsi­yede bulunuyor:
«Çocuklarınıza üç şeyi öğretiniz:
1- Onlara Peygamberini sevmesini öğretiniz,
2 - Peygamberin al ve ashabını sevmesini öğre­tiniz,
3- Kur'an-ı Kerimi öğretiniz.»
Bu şu demektir: Çocuk kimi severse ona özene-cektir. O hangi mesleğe yönelse Peygamberinin bir örneğini bulacaktır.
Bugün çocuklara bir-iki sivriliğinden dolayı büyük tanıtılan kimselerde gerekli örneklik bulunmayınca çocuk bu defa burnunun dibindeki Mekke-Medine'deo istifade edemeyip tâ Pekin'e, Moskova'ya, Vaşington'a öoeliyor,  onları   örnek almaya  çalışıyor.     Neticede Manzaramız bu oluyor.
Hasılı, «iyi atadan kötü evlât, kötü atadan iyi ev­lât olur» felsefesinin esaslı hiçbir dayanağı yoktur. ru söz tamamen bâtıldır, insan doğarken iyi veya kö­tü do£ma^ isteme hakkı yoktur. Yaratan Kudret her insanı iyi, doğru, güzel, günahsız olarak yaratır. Ye­tiştirilme tarzı önemlidir. İnsanın yetiştirilme tarzının önemi ile alâkalı binlerce âyet ve hadis vardır. İslâm'­ın hedefi de insanları iyiye, doğruya, güzele ve cen­nete ulaştırmaktır. Buna uyan kurtuluyor; uymayan helak oluyor. Meselenin özü budur. [187]

333 — «Ah Geençliğim Ahh... Ben Gençliğimde Neler Yaptım Neler...»


• Adam girmiş 50-60 yaşma. Artık fiilen günah işlemeye takati kalmamış. Organları vazife yapamaz hâle gelmiş. Bilir-biîmez şeklen de olsa «namaz» da kılmaya başlamış. Etrafındakilere işkembeden doğru fetvalar da vermeye başlamış.
İşte bu özelliklerini saydığım güruh kadın da ola­bilir erkek de. Böylelerinin bir mecliste bulundukla­rında söyliyecekleri söz bellidir. Derler ki :
«— Ah gençliğim ahh.-. Ben gençliğimde neler yaptım neler.'..* Oradakiler sorarlar:
«— Neler yaptın?»
*— Neler yapmadım ki. Kırdığım ceviz kırkı geç­ti. Hangisini anlatayım.»
Zerre kadar pişmanlık duymayan kişi sayar döker yaptığı hergelelikleri. Böyle bir hergelede iki önemli özellik  göze çarpar :
1- Gençliğinde  işlediği günahlarını özlemek.
2 - Geberme  çağma  yaklaşmasına  rağmen  ne­silleri iğfal sevdasından vaz geçmemek.
Bunların her ikisi de büyük cürümdür. İnsan bir suç işler işlediği bu suçtan dolayı pişmanlık duyar tev-be ederse o insan'makbuldür. Ancak tevbenin şart­larım yerine .getirecek   Yani o suçtan dolayı pişman
Sık duyacak, bir daha o suçu işlemiyecek, işlediği suç­tan iğrenecek. Eğer böyle yapmaz da bir taraftan suç işlemeğe devam eder diğer taraftan münasebeti gel­dikçe emir verir gibi -Allah af etsin- derse bu tevbe olmaz.
Ömrünü isyan ile geçiren kimseler günahları fi­ilen işleyemez hâle geldiklerinde bu defa daha önce işledikleri günahların özlemiyle yaşarlar. Böyleleri hep: «...Ah gençliğim ahh...- diye günah işleme özle­mi içindedirler.
Bu tiplerin bir başka melaneti de çevrelerine kö­tü örnek olmalarıdır. Yeni neslin iyi duygularını kö­reltip onların nefisleri peşine takılmalarına, nefse hoş gelenlere kapılmalarına sebep olurlar. Bunları çok iyi tanımak lâzımdır. Çünkü böyleleri bu ümmetin mel­unlarıdırlar. Ümmeti iğfal sevdasından bunları vaz geçirmek ve bütün faaliyetlerine engel olmak için mü­cadele etmek lâzımdır. Şüphesiz bu fertler için zor bir mes'eledir. Çünkü bu devletin başarabileceği bir güç ister. Öyle bir devlet ki, kötülüklerin işlenmesine ön ayak olan bir devlet değil Hakk'nı üstünlüğüne inanan, harama geçit vermeyen bir devlet. Mü'minler önce bunu gerçekleştirmeye mecburdurlar.
Hasılı, İslâm'dan nasibini alamamış. Ömrünü is-yajı ile geçirmiş, organları işlemez hale gelince de «Ah gençliğim ahh, ben gençliğimde neler yaptım ne-ler?» diyenler cehenneme korkunç bir süratle devam edenlerdir. Bunlarda günahkarlık ve nesilleri iğfal etme ideal haline gelmiştir. Nesilleri ve nefisleri bu za­limlerin tasallutundan korumak ve kurtarmak her nıü'minin görevleri cümlesindendir. Bunu başarabi­len devlet ve millet kurtulur[188]

334_.Allah  Cezanı  Versin.


♦ Bazılarını duyarsınız: Konuşma esnasında karşısındakilere hitaben: «Allah cezanı versin» deyi­verirler. Bu hitap hitabedilene olduğu gibi, hitabedi-lenle konuşulan bir başka şahıs ve şahıslar için de ola­bilir. Kim için ve ne için olursa olsun bunun iyi bir şey olduğunu söylemek mümkün değil. Çünkü sarfe-dilen söz bir bedduadan ibaret.
Beddua dinimizin tasvip etmediği bir olaydır. Pey­gamber (s.a.v.) Efendimiz mü'minler olarak karşılık­lı veya karşılıksız duâlaşmamızı tavsiye ediyor. Biri-birinin ardından gıyabında yapılan duaların kabul edileceğini müjdeliyor.
Efendimiz (s.a.v*'in mübarek hayatlarına baktı­ğımızda bir veya iki olay hariç hiç kimseye beddua etmediklerini görüyoruz. O ts.a.v.) herkesin hidâyeti, sırat-ı müstakim üzere yaşaması için çalışır bunun için duâ ederlerdi.
Biz Allah'ın son peygamberinin ümmetiyiz. Onu ömek ve önder almak zorundayız. Bizim mutluluğu­muz ve kazancımız buna bağlıdır. Başkalarını Örnek almak, kötü alışkanlıklarımıza kılıflar uydurup onla ra devam etmek hiçbir müslümanı sorumluluktan kur­tarmaz
Bazıları konuşma esnasında konuşulan şeye hay­retinden dolayı «Allah belanı versin» diyor. Bunun mahzuru anlatıldığında «Ben o niyetle söylemedim. Dilim alışmış» diyor. Alışkanlıklar mahzurları ortadan kaldırmaz ki. Biri içkiye mübtelâ olmuş. «Ne yapayım alışmışım, içmeden duramıyorum» dese bu onu vebal­den kurtarır mı?* Elbette kurtarmaz. Aynen bunun gibi beddua da insanın alışmaması gereken bir şey. Cenab-ı Hakk, peygamberlerinin nasıl dua ettiklerini bizlere Örnek olsun için Kur'an-ı Kerim'de zikretmiş­tir.
îmam-ı Müslim'in Câbir (r.a.)'den rivayetine göre Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz:
«Kendi aleyhinize, evlâtlarınız ve mallarınız aley­hine sakın beddua etmeyiniz. Dualarınızın kabul edİT leceği bir saate rastlarsınız da bedduanız kabul olu­nur» buyurmuştur. Demek ki, beddua Allah'ın rızası­na aykırı bir harekettir. Onun için bedduayı terket™ inek gerekir.
Abdullah İbni Mübarek (r.a.) Hazretlerine bir adam geliyor. Çocuğunun kendisine isyankâr oldu­ğundan şikayetçi oluyor. îbni Mübarek Hazretleri:
—  Sen çocuğuna hiç beddua ettin mi? diyor. Adam:
—  Evet, deyince, o da:
~ Öyle ise kime kabahat buluyorsun. Çocuğunu sen kendin bozmuşsun, buyuruyor.
Demek istenen şudur: Daima hayır dua etmeli, beddua etmekten çekinmelidir. Büyüklerin ahlâkı da böyledir. Onlar insanlara hep hayır duada bulunmuş­lardır.
Ma'ruf-u Kerhi Hazretleri, birgün dostlarıyla be­raber Dicle Nehri'nin kenarında oturuyorlar. Bu esnada Önlerinden saz-caz çalarak bir kayık dolusu de­likanlı geçiyor. Ma'ruf un müridleri:
—  Üstadımız, şuaların hallerini görüyorsunuz. Al­lah'a isyan ediyorlar. Mevlâ'dan gafil yaşıyorlar. Bun­lara beddua ©diniz de lâyık oldukları cezayı bulsun­lar, diyorlar.
Ma'ruf-u Kerhi Hazretleri ellerini semâya kaldırı­yor, ve:
—  Ya Rabb'î! Şunları dünyada nasıl şen şatır ol­malarına müsâde ettinse, ahirette de mesrur'u han­dan eyle, diye hayır duada bulunuyor. MüricUer hay­retler içinde kalıyorlar:
—  Biz beddua etmenizi istedik siz, hayır duâ etti­niz, diyorlar.
Ma'ruf'u Kerhi Hazretleri ise:
—  Cenab-ı  Hakk'm  onları  ahirette  mahtiyariar-dan etmesi dünyada tevbeye muvaffak    olmalarına bağlıdır. Bu da onların bu çirkinlikten kurtulmaları için duâ etmektir. İnsanların kurtuluşu için duâ et­meliyiz, buyuruyor.
Hasılı, mü'min olan bir kimseye beddua etmek doğru bir hareket değilddir. Buna insanın dili alışmış olsa bile. Organlarımızı iyi şeylere alıştırmak mü'min-ler olarak görevlerimiz cümlesindendir. Yaratılışımı­zın gayesi de organlarımızı Hakk'ın emrinde kullan­maktır. Meselenin özü de budur. Biribirlerimiz için hayır duada bulunalım... [189]

335 — «Anasını Sattığım.»


• Her insanın çeşitli alışkanlıkları vardır. Bu alışkanlıklar kontrol altına alınmazsa vücutta oluşan kötü ur halini alırlar. Öyle bir ur ki, hem bedeni hem ruhu felç eder. Kol felç olunca nasıl ki, vücudun ta­dı olmazsa ruhun felç olmasıyla dünyanın zevki ol­maz. Ruhu felç oîan kimselerin zinakar, ayyaş, ku­marbaz olmalarının sebebi her halde budur.
İyi alışkanlann iyi neticeler vereceği muhakkak­tır. Zakkumun meyvası tatlı olmıyacağı gibi kötü alış­kanlıkların da neticesi iyi olmaz. Hoş olmayan söz ve davranışları tedavi etmek, düzeltmek gerekir. Çünkü bunlar Allah indinde ve insanlar nazarında hep mah­cubiyete sebep olur.
Bazılarını duyarsınız: Konuşurken iki de bir ko­nuştuğu kişiye karşı «Anasını sattığım», «anasına yan­dığım», -anasının ipi», «anasırım donu» «vay anası­nı...» ... vesaire gibi lâflar ederler. Düzgün konuş, de­nildiğinde de benini konuşmam böyle», «böyle alışmı­şım» diye kendilerini savunurlar.
Bu tür sözler ve davranışlar kötü alışkanlıklar­dandır. İnsan konuştuğu kişiye karşı saygılı olmak zo­rundadır. Çünkü insan saygısı oranında saygı görür.
Biz müslümanlar her şeyde olduğu gibi konuşma üslûbumuzu da Peygamber (s.a.v.) Efendimize uydurinak zorundayız. O, nasıl konuşmuştur bunu bilece­ğiz. Biz de aynen O'nun sünnetine uyacağız. Efendi­miz (s.a.v.)'in ağzından hiç «Anasını sattığım» cümle­si çıkmış mıdır? Kesinlikle hayır. Hadis kitaplarında böyle bir cümle yok. Ee olmayan söylenmiyen bir söz nasıl olur da müslümanlarm ağzından çıkıyor. Ölçü­lü olmak zorundayız.
Hasılı, «anasını sattığım» sözü kem sözlerden bi­ridir. Sarfedenlerin bayağılaşmasına, kişiliklerinin yok olmasına sebeptir. Kötü ur misali bayağı bu ve buna benzer sözlerden arınmak müslümanlığımızm gerek­lerindendir. Sözün özü de budur. [190]

336 — «...Tam Piyasa Adamı.»


• Günümüzde müslümanlar müslümanca yaşa­madıklarından muamelâtta islâmî prensip ve kaide­lere uymadıklarından Türkiye'de ticaret ve ticari ah­lak felç olmuştur. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin «Rız­kın onda dokuzu ticarettedir» Hadis-i Şerifinde beyan buyurduğu ticaret yapılmamaktadır Türkiye'de.
İnsanlar, kazanacam, daha çok zengin olacam, is­tediklerime sahip olacam diye kanun, kaide, helâl-ha-ram tanımaz, edephayâ kabul etmez hale geldi. Bu ahlâksızlık her şeyimizle birlikte rızkımızdaki bereke­ti de aldı götürdü.
Bir insanın yapacağı iş ile ilgili bütün bilgileri öğ­renmesi farz-ı ayn bilgilerdendir, Bununla ilgili bilgi-' leri ve helâl-haram hudutlarını öğrenmeden işe giri­şiyor. Kendisini midesine ve kasasına göre ayarlıyor ve başlıyor işe,
Bundan sonra seyreyle sen. Mal alıyor falanca za-ıan ödeyecem diyor ödemiyor. Senet imzalıyor zama-unda ödemiyor, zaten zamanında ödememek niye-liyle imzalıyor. Seneti gün kazanmak için protesto et-jiriyor. Alış verişlerinde bol bol yemin ediyor. Yalan föylemezsem, karşımdakini aldatmazsam ticarette ıuvaffak olamam diyor. Hiçbir zaman doğru olmam lümkün değil bir defa bile doğru olsam iflas ederim diyor. Adam ticarete başlamış Allah'a itimat etme inancım bir tarafa atmış. Dinin bütün emirlerini as­kıya almış. Onlara uyarsam mahvolurum, diyor. Bu adamın yüzü güler mi hiç?
İki tüccar konuşuyorlardı. O sırada ben bir ve­sile ile yanlarında bulundum. Biri diğerinden alacağı­nı istiyor onu, alacağı gün konusunda sıkıştırıyordu. Gün konusunda anlaştılar. Alacaklı olan kişi söz de­ğil mi deyince borçlu olan da, inşallah o gün öderiz dedi. Bu defa alacaklı olan kişi bağırarak ayağa fır­ladı ve: Bak yine atlatacak, inşallah dedi, diye ko­nuştu. Ben gayri ihtiyari söze karıştım. îyi ya işte in-şaallah, Allah'ın izniyle o gün ödeyecem diyor, dedim. Alacaklı kişi şu cevabı verdi. Ticari hayatta inşallah kelimesi borcu ödemeyip sallamak için, sözünde dur­mak için, karşmdakini oyalamak için, zaman kazan­mak için hatta zaman geçtikten sonra borcu veya sö­zü inkâr ötmek için kullanılır. Bu adam bunun için inşallah dedi. Ben de siz şeytanlaşmakta şeytana bi­le papuç çıkaracak hale gelmişsiniz. Size tavsiyem ya gerçekten tnüslüman olun ya da biz müslüman de­ğiliz diye ilân edin îşte böyle, adam, aldatıyor, bir çırpıda bin yalan söylüyor. Ynpt-ıgı yeminlerin günlük hesabım bile bile­miyor. Çalıyor, çırpıyor. Bir müslümana yakışraıyan binlerce t&vriylo tam bir şeytan olmuş. Şimdi bu ada-mı birçokları takdir ediyor hakkında sitayişle söz edi­yor. Diyorlar ki: -...helal olsun tam piyasa adamı. Çok güzel kazanıyor. Adam bu işt beceriyor. Söz söyliye-nin kılıç kuşananın, derler ya, vallahi adam sözünü de biliyor işini de biliyor. Böyle yapmazsan eriyip gi­dersin iflas edersin azizim..,'
Ölçü bozuk oiunca insanlar bu derece vahşileşir. Cemiyet  çekilmez  hale gelir.  Hırsızlığın,     arsızlığın, edebsizliğin, hayâsızlığın, haram - helâl tanımamanın, "din, iman tanımazcasına yaşamanın adı bu cemiyette piyasa adamlığı oluyor. Böyleleri sevilip alkışlanıyor, böyleleri kabul görüyor.
Hasılı, biz müsîümanız, elhamdülillah. îslâmj öl­çülere göre yaşar, edebimize, hayamıza, şerefimize, i tabanınıza sahip çıkarız. Aç kalsak da itibarsızların itibarına kuyruk saîlamak için köpekleşmeyiz. Böyle piyasa adamlığını elimizin tersiyle reddederiz. Bütün müslümaaHarm da inandıkları dinin Ölçüleriyle yaşa­masını arzu eder bunun için gayret ederiz. Çünkü her iyilik ve güzellik müslümanhk sıfatı her kötülük ve çirkinlik de küfür sıfatıdır, [191]

337 — «Biri Gerdek Gecesi Kedinin Bacağını İkiye Ayırmış.»


• Islâmî kurallara göre yaşamayan ailelerde sürtüşmelerini ardı arkası gelmez. Bu sürtüşmeleri çe­şitli vesilelerle bir araya gelen ailelerin kadm-erkek bir arada oturmaları esnasındaki konuşmalar daha da artırır. Çünkü bu tür birleşik toplantılarda kimi nalına vurur kimi mıhına. Bu vuruşlar, üzerine gidilen aileler arasındaki gerilimi daha da gerginleştirir.
Cahili toplumların özelliklerinden biri de aile ara­sındaki çekişmelerdir. Bu çekişmelerin asıl sebebi İs­lâm'dan ayrı bir hayat tarzını benimsemektir.
Bir misalle meseleyi ele alalım :
îki aile misafirlik gibi bir vesile ile bir arada otu­ruyorlar. (Tabii bu İslâm'da olmıyan bîr şeydir. Çün­kü İslâm'a göre biribirlerine nikah düşen erkek-ka-dın bir arada oturamazlar. Kadınlar ayrı erkekler ay­rı odalarda otururlar. Buna haremlik-selâmlık denir.) Konuşmalar başlıyor. Diyelim ki erkek hanımına bir şey söylüyor. Kadın bunu olumlu karşılamadığını ta­vır koyarak belli ediyor. Artık konu açılmıştır. Di­ğer erkek açar ağzını yumar gözünü arkadaşının kı­lıbıklığını, hanımından korktuğunu ballandıra ballan­dıra anlatır. Başlar hikâyeyi nakletmeye :
~~ Aslanım hanımı ilk gece korkutacaksın. Ada­mın biri gerdeğe girmiş. Bakmış ki odada bir de^kedi var. Daha hanımı olacak kadınla konuşmadan kediyi yakalamış kadının gözü önünde kedinin arka bacak­larını ayırıp pencereden dışan atmış. Artık hanımı beni de kedi gibi yapar diye ömrü boyu kocasının bir dediğini iki yapmamış. Eve girince karşısında hep el pençe durmuş. Ağzına bakıp vereceği emirleri bek­lemiş.
Bunu duyan bir başkası evlendiği günden bir za­man sonra aynı şeyi tatbik etmiş de onun hanımı da kocasına şöyle çıkışmış:
— Geçti o geçti. Havaya kedinin canını yakıp gü­naha girme. Faydası yok. O ilk gece olacaktı. Bir de­ğil on kedinin bacağını ayırsan beni korku tamam zsm, demiş.
Bu hikâyelerden sonra aile arasında gülüşmeler ve konuşmalar bir nalına bir mıhına vurarak devam edip gider.
Aslında böyle (kedi bacağını ayırmak gibi) bir olay yaşanmış da değil bundan sonra yaşanacak da değildir. Bu hikâyeyi kim, nasıl ve niçin uydurmuştur bilemiyoruz. BU hikâyede bir «hin oğlu hinlik var» ama buraya da değinmeğe terbiyemiz müsâde etmi­yor.
Konuyu burada gündeme getirişimizin sebebi İs­lâm'dan gayrı bir hayat tarzına sahip ailelerin bu çar­pıklıklarını gözler önüne bütün dehşetiyle sermektir, İslâm herşeyde olduğu gibi evliliklerde de kadın - er­kek ilişkisini kaidelere bağlamıştır. Söz ve fiillerini bu kaidelere göre ayarlıyan kadın iyi bir eş iyi bir an­ne - iyi bir koca iyi bir baba olur. Yoksa biribirleri için çekilmez bir yük olarak dünya ve ahirette rezil olmaya mahkum olurlar.
Hasılı, gerdek gecesi kedi bacağı ayırma gibi bir olay olmamıştır, olmıyacaktır da. Aile arasıadaki mü­nasebetler korkuyla değil sevgiyle uzun ömürlü olur. İslâm uygulanır yükümlülükler bilinir de yerine geti­rilirse iş kendiliğinden yürür. Problem olmaz. İnsan­lar da kendilerini şeytanın tasallutundan korumuş ve kurtarmış olur. [192]

338 — «Hocayı  Çıkarın  Da  Manda Kalsın Demişler.»


# Toplumda üretilen çarpık sözlerden biri de ho­calarım (cami görevlilerinin) çok yemek yedikleri lâ­fıdır. Üçbe^-kişi bir araya gelip yemek yeseler içlerin­de bir tan© de namaz kılan birisi bulunsa (zamanı­mızda namaz kılanlara da hoca diyorlar ya) orada da­ima gündeme getirilen hikâye anlatılır. Hele orada ha­kikaten bir hoca (din görevlisi) varsa üzerine üzeri­ne gidilir. Derler ki
«Bir bahçeye bir hoca ile bir manda girmiş. Bah­çe sahibine haber vermişler. O da: Hocayı bahçeden çıkarın da manda kalırsa kalsın, demiş.» Bu anlatılır, oradakiler de başlarlar kahkaha ile gülmeye. Ar&da da «Hadi hoca hadi, çabuk ye, yoksa aç kalacaksın», derler.
Şimdi yaşanan bir olayı nakledeyim size : İstanbul'un eski müftülerinden Bekir Haki Efen­di diye bir zat vardı. Allah rahmet etsin ahirete irti-hal etti. İnancı için herşeyini ortaya koyan birçok kâfiri cesaretle susturan bir zat. idi Bekir Haki Efen­di,
Bu mübarek zatı çok  iyi tanıyanlar diyorlar ki:
'Bekir Haki Efendinin de çağırıldığı bir yemekte
istanbul'un  idarecileri' bir araya gelmişler. Herkes masalardaki yerini almış. Yemekler gelmeye başla-x mış. Tam bu sıra Bekir Haki Efendi hedef alınarak ma­lum hikâyeyi oradaki kodamanlardan biri büyük bir iştahla anlatmaya başlamış. O anlatıyor öbürleri ko­ca karınlarını hoplada hoplada kahkaha ile hikâyeye katılıyorlarmış. İkide bir hoca efendiye de «öylemi hoca» diye takıhyorlarmış. Mübarek Bekir Haki Efen­di Hazretleri gelen yemeklerden birer parça alıp her zaman yaptığı gibi sünnet üzere midesini iyice doldur­madan yemek masasından kalkıp kenara çekilmiş. Oradakiler hışımla başlamışlar konuşmaya:
—  Yahu hoca olur mu ne  diye kalktın hemen. Böyle hocalık olur mu? demişler.
Bekir Haki Efendi taşı gediğine koymuş. Hepisine hitaben:    ,
—  Hoca sofradan kalktı, sofra kaldı mandalara, demiş ve orayı terk etmiş.
Hepsi lâyık oldukları cevabı alınca süt dökmüş kedi gibi sessizleşmişler. Bu sessizliği yemekte biraz evvel keyifle kahkaha atmanın yerini alan somurtkan­lığı orada buîunan vali gidermiş :
—  Arkadaşlar biz bu hakareti hakettik. Hocanın inancı hususundaki hassasiyetini hesap etmeliydi, de­miş. Bu hakaret onlara yetmiş de yemeği nasıl ve ne­reye yediklerini bir türlü anlayamamışlar.
İşte hoca dediğin böyle olur. Hocalığın isbati da budur desem, bilmem karşı çıkan olur mu?
Bu hoca, manda ve bahçe hikâyesi nereden geli­yor, kimler nasıl ve niçin uydurmuşlar. Bunu da özet­le anlatmak herhalde faydalı olur.
Efendim, çok yemek yimek kâfirlere mahsus bir sıfattır. Az yemek, sofradan tam doymadan kalkmak müslümanhk sıfatıdır, Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Kerirn'«Şüphesiz ki Allah (c.c.) imân edip salih amel iş­leyenleri altlarından nehirler akan cennetlere sokar. Küfredenler ise hayvanlar gibi yerler, onların durağı da cehennemdir»[193] buyurmuştur.
Dikkat edilirse kafirlerin yemeleri ile hayvanla­rın yemeleri biribirisıe benzetilmiştir. Bunun üç önem­li sebebi vardır:[194]       
1- Kâfirler ancak yemek ve içmeği düşünürler.
2- Küfredenler tıpkı hayvanlar gibi  yediği ni-
metlerin Yaratan'ım düşünmezler.
3- Hayvanlar yeme - içme sonucu semizlenip boğazlanacaklarını  bilmedikleri gibi,    kâfirler de sonucu hiç düşünmezler.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: «Mü'min bir mide ile yer, kâfir ise yedi mide ile yer.» [195] buyurmuştur.
İslâm düşmanları; kâfirlere ait olan vasıfları, lâ­tife ve demogojilerle mü'minlere yüklemeye gayret etmişlerdir. Tabii ilk hedef; İslâm'ı tebliğ eden üle-ma'dır. Eğer ulema yıpratılırsa, önemli bir engel or­tadan kalkacaktır. Bugün de aynı «şeytani tuzak» bü­tün dehşetiyle gündemdedir. Birçok gafil «Hocanın yedi midesi vardır, altısı dolu olsa bir boştur» der­ken, kâfirlere ait bir vasfı zikrettiğinin farkında de­ğildir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: «Kâfir ise yedi mide ile yer» buyurarak; onların ne derece Materyalist olduklarını dünyayı nasıl pu ti aştırdıkları-111 beyan buyurmuşlardır.
Hasılı, îslâm düşmanlarının yaymaya çalıştıkları lâtife ve demogojilerden uzak olmak Ve katiyyen iti­bar etmemek şarttır. Aksi halde kâfirlerin islâm'ı yık­ma çalışmaları kolaylaştırılmış olur. Hiçbir mü'min bu tehlikeyi göz ardı edemez. [196]

339_«Hoca  Çarıkla   Namaz  Kıldırmış.*


Birçok meclislerde hocalardan bahsedilirken an­latılan hikâyelerden biri de şudur:
Efendim, hocanın biri bir köye gitmiş. Bakmış ki, köyde hiç namaz kılan yok. Sormuş köylülere :
—  Siz niye namaz kılmıyorsunuz? Hepisinin genelde verdiği cevap şu olmuş.
~ Hocam! Biz aksama kadar dışarıda, içeride ça­lışırız. Ayağımıza giydiğimiz çarıkları giyip-çıkarmak onların iplerini çözüp bağlamak bize zor geliyor. Bu zorluktan dolayı da namaz kılmıyoruz, demişler.
Hoca da
—   Yahu siz delimisiniz.  Namazlarınızı  kılın. Bi­zim dinimiz kolaylık dinidir. Çarıklarınızı çıkarmadan da kılabilirsiniz. Camiye çarıklarınızı çıkarmadan da girebilirsiniz.  Siz  namazlarınızı  kûmda  çarıklarınızı çıkarmadan kılın. Yeter ki, küm namazları, demiş.
Bu hocanın teklifi köylülerin çok hoşuna gitmiş. Bütün köylüler beş vakit namazlarını çarıklarım çı­karmadan camide kılmaya başlamışlar. Hocaya da çok dua ederlermiş. Derler miş ki:
-— Hoca efendi Allah senden razı olsun. Bize bü­yük bir kolaylık yolu göstererek namazlarımızı ifa ettiriyorsun.
Biz daha Önceki hocalara da bunu teklif ettik de
«Katiyyen olmaz» diye kestirip attılar. Bak pek ala olu­yormuş.»
Derken, efendim o çarıkla namaz kıldıran hoca bir zaman sonra köyden ayrılmış. Yerine yeni bir hoca gelmiş. Bakmış ki, köylüler dışarıda giydikleri çarık­larla camiye girip çıkıyorlar. Demişki onlara:
—  Yahu siz ne yapıyorsunuz. Çarıkla camiye gi­rilir mi? Çarıkla namaz kılınır mı? Abdestte ayakları yıkamak faradır. Ayakları yıkamadan abdest alınmış olur mu?
Bu sorulara- köylülerin verdiği cevap şu olmuş : —Hoca efendi, sizden önceki hocamız bize kolay­lık sağladı. Böylede olur'dedi. Biz namazlarımızı şim­diye kadar böyle küeîık hep.
Hoca daha önceki hocanın yerini sormuş. Tarif etmişler. Tarif üzere gitmiş kendisini bulmuş. Demiş kî:
—  Hoca efendi, senin daha önce imamlık yaptığın köye şimdi  ben geldim. Geldim ama olmıyacak bir şeyle karşılaştım. Köylüler çarıkla camiye giriyor, ça­rıkla namaz kılıyor. Siz onlara böyle de olur demiş­siniz. Bu doğru mu?
Hoca:
—  Doğru, demiş. Bu defa öbürü:
—  Yahu nasıl olur bu? Böyle abdest, böyle namaz olur mu? deyince, eski hoca şu cevabı vermiş :
—  Hoca efendi, ben onları çarıklarla camiye sok­tum. Sen de çarıkları çıkartarak camiye'devam ettir, demiş.
Hikâye burada bitti. Gelelim netiyece.
Böyle bir vak'a olmuş mudur, olmamış mıdır? Biz diyoruz ki, olmamıştır. Olması da mümkün değildir. Niye değildir? denilecek olursa, cevabımız şudur:
1- Aklı başında hiç bir kimse çarıkla namaz kı­lınacağını, çarıkla camiye girileceğini, çarıkları çıkar­madan abdestin olacağını söylemez; söylenildiğini du­yarsa böyle birşeye inanmaz.
2-  Abdestsiz namaz olmıyacağını herkes bilir.
3-  Abdeste ayakları  yıkamanın farz  olduğunu herkes bilir.
4-  Yap da nasıl yaparsan yap sözünün hiç bir kimseyi hiçbir yere götürmesinin mümkün olmıyaca­ğını herkesin en azından bilmesi garekir.
Peki bu hikâye nereden çıkarılmış?
Kanaatımıza göre bu masum bir eda ile müslü-manların kafasını karıştırmak için ortaya atılmış bir hikâyedir. Demek istenilmiş ki, sen yapta nasıl yapar­san yap. Namaz kılda nasıl kılarsan kıl; şartlarını ye­rine getirmesen de Allah onu kabul eder. İşte yap ya­pabildiğin kadar.
Bununla namaz mü'minlerin gözünde hafife alın­mak istenmiş. Dinin emirleri nasıl olursa olsun fark etmez. Dini öğrenmek, dindar olmak pek öyle cnem-li değildir; mesajı verilmek istenmiştir.
Böyle bir hikâyenin kaynağı din yıkıcılarıdır.
Hasılı, böyle aslı- astarı olmıyan hikâyeleri anlat-* mak nesillerin kafasına yukarıda zikrettiğimiz tehli­kelerin yerleşmesine sebep olur. Anlatılmaması, an­latanlara da meselenin ciddiyetinin izahı dinimizin emirleri cüml esindendir.
Bazıları diyorlar ki:  [197]                      

340 — «Ben Hoca Oğluyum  (Veya Torunuyum).»


• Türkiye'ye cumhuriyetle birlikte korkunç bir hastalık girmiştir. Bu hastalık mezar taşlarıyla övün­me hastalığıdır.
Günümüzde birçok insanlar mezar taşlarıyla, övünmektedir. Bu hastalık o derece yaygınlaşmıştır ki, zaman zaman Cumhurbaşkanlannda Ibile bu has­talık nuksetmiştir. Nitekim Türkiye'nin 7'inci Cum­hurbaşkanı Kenan Evren müslümanlara olan sert tu­tumunu Ört-bas etmek için halka hitaben yaptığı ko­nuşmalarda çoğu defa «Ben de hoca çocuğuyum. Be­nim babara-dedem de hoca idi» demek ihtiyacını duy­muştu. Mezar taşlarıyla sık sık o da- övünüyordu.
Güaümüzde biri İslâm'a saldırıya geçmiş ise «ya ben de müslümaaım» veya «ben hoca çocuğuyum» ya da «hoca torunuyum» deme ihtiyacını duyuyor.
Aslında dindarlara saldırmak, dine savaş açmak ve ben hoca çocuğuyum veya torunuyum diye ölmüş insanların mezar taşlarıyla övünmek son derece iğ­renç bir cahili bağnazlıktır. Ancak bir iasanıo yapa-mıyacağı bir yöntemdir bu. Akıllı bir insan babasının dedesinin yaşantısından daha çok kendi hayat tarzıy­la övür.melidir. Evet insan ana-babasınm şerefli ya­şantısından iftihar edip; şerefsiz-yaşantısından dolayı da eziklik içinde olur. Lâkin kendisini en çok ilgilendiren husus kendi yaşantısıdır. Mahşerdeki hesaplaş­mayı da kendi yaşantısıyla görecektir.
Şu hususu da göz ardı etmek mümkün değildir.
Niceleri kendi cahili yaşantılarıyla birlikte ana-babalarının cahili yaşantılarını da övünç meselesi ya­pabiliyor. Meselâ; serhoş birisi arkadaşlarıyla içer­ken veya bir vesile ile sohbet ederken «Benim babara öyle biri idi ki, oturduğu zaman, bir kiloluk rakıyı iç­meden kalkmaz; yine de serhoş olmazdı.» veya «Be­nim babam sabah kahvaltısını bile rakı ile yapardı» diye babasının bu haliyle övünebiliyor,
Bir diğerinin babası ağzı kalabalık olduğundan din konusunda ileri-geri konuşmuş, vermiş işkembe­den fetva. Taş taşıyan eşek misali gidip gelmiş hacc'a. Adı çıkmış hacı-hocaya. Oğlu da aynı tüfeğin demirin­den. İkisinin yaptığı şey de dinin canına okumak ol­muş. Yine adam övünüyor. «Bea hoca çocuğuyum. Be­nim babam hacca bile gitmişti» diye cahili hayat tarzı­na hacılığı-hocahğı dayanak yapıyor.
Meseleyi hangi yönüyle ele alırsak alalım «Ben hoca çocuğuyum», «Benim babam da hacı-hoca idi» de­menin manasızlığı ortadadır, insan geçmişinin şeref­li yaşantısından iftihar eder. Lâkin asıl olan kendisi­nin şerefli olmasıdır. Kimsenin mezar taşlarıyla övün­meye hakkı yoktur, bunun kimseyi mahşerde kurtar­ması da mümkün değildir.
Kasılı, «Ben hoca çocuğuyum (veya torunuyum)» diye cahili hayat tarzına mezar taşlarını payanda yap­mak aşağılık kompleksinin ve cahili bağnazlığın teza­hürüdür. Bu insanı toplumda gülüç duruma düşürür. Böyle bir davranışı aklı selim sahibi insanların yap­ması da pek mümkün değildi. Meselenin özü de budur. [198]

341 — «Allah'ımı İnkâr Edeyim.»


Batı kültürü nemizi bıraktı ki? Bütün değerleri­miz alt-üst oldu. En kıymetli varlıklarımız hergeçen gün bir bir kaybediliyor. İnsan parmağını bile kaybet­tiği zamanı acı duyar, İnsanı insan yapan değerlerin kaybolmasının acısını insanımız kendisine zerkedilen haramlardan dolayı duymaz hale geldi, getirildi.
Çok sık duyuyoruz: Biri diğerine savunduğu şe­yin doğruluğunu isbat için ikide-bir «Allah'ımı inkâr edeyim* diyor. Bu son derece çirkin bir ifade tarzıdır. Bir insanın maksadı he olursa olsun «Allah'ımı iakâr edeyim» ifadesini kullaaması o kişinin dünya ve ahi-retinia yıkılmasına sebep olur. Bunun şakası yoktur. Böyle bir yemin tarzı da yoktur. Bu ifadeler batı kül­türünün ürünüdür. Müslüman birinin ağzından çık­ması son derece tehlikelidir.
Müzminleri ağızlarından olur-olmaz şeyleri çıka-rıvermeleri doğru değildir. Çünkü söylediğimiz her sözden, yaptığımız her amelden dolayı Rabb'ımıza he­sap vereceğimiz güa çok yakındır.
«Allah'ımı inkâr edeyim» de ne demek? O'nun in-kân küfürdür. Küfrün neticesi ebedi bir cehennem hayatıdır. Hangi akıllı insan bunu göz önüne alıp ne­ticesine katlanmaya cesaret edebilir. Her ameli hesaphyarak  söylemek  ve  yapmak mü'minleri  büyük bir tehlikeden korur.
Bilindiği gibi üç şeyin ciddisi de ciddi, şakası da ciddidir. Bunlar:
1- Yemin,
2- Nikâh,                                          
3- îmân.
Bir insan şakadan yere yemin etse bu yemindir; şakadan yere karısına boşadım dese nikâhı bozulur; şakadan yere ben dinden çıktım dese kafir olur. Bun­ların şakası olmaz.
Adam dilini alıştırmış arkadaşına şu lafı ediyor: «Eğer falanca gün gelmezsen Allah'ımı inkâr edeyim, seni öldürürüm» veya «Bir daha seninle konuşmam» diyor. Arkadaşı mazeretli veya mazeretsiz gelmiyor. Neticede ortada olan bir şey yok. Dikkat edilirse ne yemin ne de diğer şartların şeriata uygun tarafı yok­tur. Bunları söylerken çok iyi hesap etmek lâzımdır. . Hasılı, «Allah'ımı inkâr edeyim», «dinden çıkmış olayım»' veya «şerefsizim»... gibi sözleri sarf-etmek son derece tehlikeli ifâdelerdir. Böyle sözleri sarf et­mekten cehennemden kaçar gibi kaçınmalıdır. Allah korusun, insanı bu sözler ebedi cehennem ateşine ma­ruz bırakır. Dilim alışmış» demenin de ahiretteki he­saplaşmada Faydası yoktur. Ağzımızdan çıkan her sözden, yaptığımız her fiilden dolayı hesap vereceği­mizi bilmek mü'minleri büyük ölçüde haramlardan korur.
Bazıları bazı sebepleri bahane ederek diyor ki: [199]

342_«Ulan Senin Ecdadını...»

343_«Senin  Geçmişini..................»


Bugün cemiyetimizde batı kültürü hakimdir. Bi­zim bünyemize uymayan bu kültür insanımızı stres­li, ne dediğini ve ne yaptığını bilmeyen bif yaratık ha­line getirmiştir.
Eskinin o İslâm kültürünü almış toplumunun ye­rini bugün insanlarının biribirlerinin gözünü oyma fırsatını arayan bir toplum oluşmuştur. İnsanımız ça­buk siairleniyor, olaylara karşı dayaniklığı yok, he­men tepki gösteriyor, hiçbir olay karşısında sabır ve tehammül gösteremiyor. Genelde tepkisini küfür ede­rek, kötü söz söyliyerek, karşısındakine saldırarak gösteriyor. Tabii ki, bu davranışlar müslümamn şahsi­yetine aykırı hareketlerdir.
Bakıyorsunuz biri diğerine kı&mış, bu kızgınlığım küfrederek izhar ediyor. En yakınma bile kızdığı za­man başlıyor: «Ulan senin ecdadmi,,. geçmişini...» di­ye yukarıdan aşağı ne varsa sayıp döküyor. Hatta iki arkadaş biribirleriyle konuşurken bile aynı küfürleş­melerle konuşmalarını sürdürebildiğine bile çok şahid oluyoruz.
Bu küfürleri söyliyenler hiç düşündüler mi acaba ecdada,  geçmişe küfür ettiklerinde bu küfürleri nereye kadar gidiyor? Öyle ki tâ Hz. Âdem (a.s.)'a kadar uzadığını hiç düşünmüyorlar mı acaba? Bu insanlar bunun vebalinden nasıl kurtulacaklar? Bunu çok iyi düşünmek lâzım.
Hasılı, bir insanın kim olursa olsun ecdadına, geç­mişine veya başka ifadelerle küfretmesi son derece çirkin, günah ve ayıptır. Bu küfürler düşünüldüğü za­man tâ Hz. Âdem (a.s.)'a kadar uzamaktadır. Bu in­sana altından kalkamıyacağı bir vebali de yüklemek­tedir. Şüphesiz ki, bu vebal, küfre girmektir. [200]

344 _. «Orosbudan Değil Orosbudan Doğandan Kork.»


Halkın arasında çok söylenen sözlerden biri de «Orosbudan değil orosbudan doğandan kork» sözüdür. Bu sözün mahiyetini açıklamakta fayda mülâhaza et­tiğimiz için buraya aldık.
Bilindiği gibi hiçkimse kendi isteğiyle şöyle veya böyle doğmayı isteme hakkına sahip değildir. Ve yine doğan herkes günahsız olarak doğar. Kimse kimsenin günahından dolayı da hesaba çekilmez. Ancak yetiş­me ve yetiştirilme tarzının insanın şahsiyetiyle yakın alâkası  vardır.
Kötü bir eğitime tabi tutulmuş ve örnek olarak kendisine daima çirkinlikler gösterilmiş insanlarda ge­nelde bir şahsiyet bozukluğu görülmektedir. Buna rağmen bazı insanlar görebildikleri bir ışıkla hakika­ti yakalayabilmekte ve şahsiyetleriae sahip olabilmek­tedirler. Böyle bir insanı anasırım şahsiyet bozuklu­ğundan dolayı hakir görmek bu tavrı takınanlar için insafsızlık olur.
Hasılı, «Orosbudan değil orosbudan doğandan kork» sözünü çok yönlü ele almak lâzımdır. Bir defa «orosbu»ya iyi gözle bakmak mümkün değildir. Bu söz «orosbu»nun kötü bir şey olmadığı gibi bir çağrışıma sebep olmaktadır. Mikroptan değil, mikrobun  ürettiğinden korkmayı telkin etmenin izahı yoktur. Diğer bir husus da kendini çirkef bataklığından kurtarmış insanlara da sırf ana-babalarından dolayı kötü gözle bakmak da zulüm olur. Onun için diyoruz ki: Bu söz­le değil konuyla ilgili olarak meseleyi çok yönlü ele alıp değerlendirmek lâzım. Aksi halde bazı insanla­rın hakkına tecavüz olur. İsabetli yol her şeyi İslâmî ölçülerle değerlendirmektir. Bu şaşmayan bir değer­lendirme yoludur. [201]

345_«Anam Avradım Olsun.»


Adamın ağzından çıkana bak sea. Arkadaşıyla falanca gün falanca yerde buluşalım diyorlar. Arka­daşı bunun durumunu bildiği için diyor ki:
*— Bon seni bilirim. Sen gelmezsin.»
Arkadaşı:..
«— Anam avradım olsun  geleceğim»,  diyor.
Mazeretli veya mazeretsiz denilen günde karar­laştırılan yere gitmiyor veya gidemiyor. Ne olacak şimdi? O «Anam avradım olsun» demişti.
Bir başkası ticaret yapıyor. Borcumu falanca gün vereceğim, diyor. Malı aldığı kişi müşterisini bildiği için:
«— Ben seni bilirim vermezsin. Uzatırsın. Sen sö­zünde durmazsın» diyor. Malı alan kişi de:
«— Anam avradım olsun o gün getirip verecem», diyor.
O gün geliyor, borcunu vermiyor veya veremiyor. Ne olacak şimdi? «O gün vermezsem anam avradım olsun* demişti. însan bu sözü neticesini bile yazmak­tan haya ediyor. Nasıl olur da birileri böyle ifâdeleri kullanabiliyorlar? însan anasını avradı edinebilir mi? . Dinlileri bırakın dinsizlerin bile bu işi yapmaları zor­ların ötesinde zordur.
«Anam avradım olsun» sözü dinsizlerin bile söy­lemekten ar edecekleri iğrenç bir ifadedir. Dinsizler böyle olursa ya ben müslümamm deyip de bu ifade­yi kullananları izah etmek için insan kalemini oyna­tamıyor.
Hasılı, «Anara avradım olsun» diyen kişi «Eğer dediğim gibi olmazsa anamı kanm edineceğim, onun yatağına gireceğim» demiş oluyor. Bu iğrençliğe bi­rinin insan olarak düşmesini düşünmek bile insanın tüylerini-ürpertiyor. Görülen şudur: 'İşte öz kültürü­müzden ayrılmanın faturası budur. İslâm dışı hayat tarzlarının insanı götüreceği son durak da cehennem­dir,
Çevremizde bu sözü sarf edenleri uyarmak raüs-lümanlığımızm icaplarındandh[202]

340 _ «Şerefsizim - Âdiyim.»


İnsan imâmyla, şerefiyle ve edebiyle insandır. Bunlarsız insanın insan olması mümkün değildir. İn­san kılığında olmak insan olmak demek değildir. İn­san olarak insanlık sıfatlarını taşımak onlarla müceh­hez olmak gerekir. Bu sıfatları insana veren İslâm'­dır. Yolu İslâm'ın dışında olanların kemâl derecesinde insan olmaları mümkün değildir.
Konumuzu bir misal ile açmanın faydalı olacağı­na inanıyorum. Bakıyorsunuz iki kişi bir konu üze­rinde konuşuyor. Konuşulan meselede biri diğerini ikna etmesi icab ediyor. Yemin ediyor, ard-şart ediyor bir de «Şerefsizim», «Âdiyim» diye nesi varsa-yoksa sıralıyor. Yapmazsam, vermezsem, almazsam, gel-mezsem, sormazsam şerefsizim, âdiyim... diyen bu kişi söylediğini yerine getirmiyor. İşte bu şerefsizliğin* adiliğin tescili oluyor.
İslâm ile şereflenenlerin bu şereflerini çar-çur et­meleri mümkün değildir. Çünkü bu olur-olmaz şe­killerde harcanacak kadar ucuz değildir. İslâm ile şe-reflenenler başka şeylere iltifat etmezler. Bizim inan­cımızda para ile, pul ile, nam ve nişan ile şereflenmek isteyenlere itibar yoktur. Kim kıyam ile şereflenmiş ise, kim secde ile şereflenmiş ise bütün bir ihsan onun­dur.   Adımlarını  başkalarının  açtığı  ölçüsüz,   hoyrat adımlara ayarlayanlar için sonu gelmez zilletler var­dır. Oaun için mü'mialer başkalarının kullanımına el­verişli bir hâle gelmekten özenle kaçınmalıdırlar.
Kendilerini kötülüklerden ve kötülere âlet olmak-tari sakınanlar, ateşten sakınanlardır. Şerefli bir ya­pıya sahip olmaç için arınmış bir göze ve arınmış bir gönle sahip olmak gerekmektedir. Bu da, İslâm'a sa­hip çıkanların sahip olabilecekleri bir şereftir.
«Namussuzum, şerefsizim, adiyim» diyen insan­lara bunların kudsiyetini çok iyi anlatmak lâzım. Bun­larsız yaşıyanlarm lâğım faresinden farksız oldukla­rını kafalarına yerleştirmek lâzım. Bir Fransız yaza­rın dediği gibi;
«Namus, kibrit gibidir; bir defa yaktınız mı, ar­tık atarsınız.» Peki şerefsiz hayat yaşamaya değer mi?
Namus ve şeref İslâm terbiyesinin neticesidir. Şe­refsizlik ve namussuzluk materyalist görüşün hayat tarzının neticesidir.
Dünün insanı ile bugün insanının arasındaki far­kın ne olduğu sorulan bir ihtiyarın verdiği cevapta olduğu gibi :
«Bugünün insanları anlaşılmaz oldu. Karılarını elliyorsun ses çıkarmıyorlar, ama, otomobillerine do­kununca gazaba geliyorlar.» İşte bu namussuz ve şe­refsizliğine artık inanmış insanların sergiledikleri bir hayat tarzıdır.
Hasılı, bazı şeylerde bazı kişileri ikna etmek için insanların mukaddes mefhumlarını ayak altına alma­ları çok âdice bir davranış tarzı olur. «Şerefsizim-âdi-yim...» gibi sözler sarf etmek şerefli ve namuslu in­sanların yapabilecekleri bir şey değildir. Şerefin kıy­metini şerefli olanlar bilir. Şerefsize bunun kıymetini anlatabilmek mümkün müdür? [203]

347 — «(Namaz Ksîmak, Tevbe Etmek Ve İyi İnsan Olmak İçin)  Daha Erken.»


«Sen gaflet içindesin, kalbin dalgındır;
Ömür gitti, günahlar olduğu gibi durmaktadır.»
diyor bir şairimiz.
Bizim memleketimizde malum zihniyete sahip kimseler namaz kılmay;. günahımı a tevbe edip iyi in­san olmayı hep 60 yaşından sonraya ertelerler. Na­muslu insan olm&k için bu zihniyete mensup insan­lar için 18-20-25-30 yaşlar erkendir. Böyleler! erken erken diye diye abdestsiz, namazsız, oruçsuz, zekât-siz hatta namussuz göçüp giderler ahirete.
15-20 -25-30-35-40-45 yaşındaki kadınlardan avret mahallini örtmiysn kadınlara başını-bacağını ört de­seniz alacağınız cevap hazırdır:
«— Daha erken... Hele bir atmış yaşımıza girelim o zaman örtünür tevbe eder namazlarımıza da başla­rız» derler. Bunlar erken diye diye şeytanın dostluğu­na sadakatlannı hiç kaybetmezler. Hakikaten 60 ya­şma gelince kısmen örtünürler. Bu örtünme Allah'ın emrine uymak için değil vücudun buruşukluğunu, sar­kıklığını, pörsümüslüğünü gizlemek içindir. Böyleleri şeytanın dostluğuna yine ihanet etmezler; bu defa açıklık fobilerini tatmin için kızlarını, gelinlerini, to­runlarını açarlar, böylece tatmin olurlar.
Allah'a kulluk yapmak için O'nun emirlerini 60 yaşından scnraya erteleyenler ölümden gafildirler. Hiç hatırlamazlar  ölümü. Ama ölüm onları umuma;;.
İnsanları bu derece pervasız yapan dünyaya olan bağlılıklarıdır. Şair diyor ki:
«Altından ağacın olsa zümrütten yaprak, Akıbet gözünü doyurur bir avuç toprak.»
Kulluk için kendisini Hakk yola getirmekte hep-erken bulan ve daha erken felsefesiyle yaşıyarak şey­tanlarla dostluğa devam edenlere de Ömer Hayyam şöyle sesleniyor:
«Niceleri geldi. Neîsr istediler. Sonunda dünyayı Bırakıp gittiler. Sen hiç gitmiyecek Gibisin, değil mi? O gidenler de, Senin gibi idiler...»
Kulluğu erteleyenlere bir başka şair de şu hatır­latmada bulunuyor:                               
«Dâr-ı dünya  sakın sanmayasın ebedi Bakma alâyışma kimseye yoktur mededi Vaktini taata sevk et, yoktur kişinin Yarına çıkmağa zira elinde senedi...»
Dünyaya  sahip  olacakmışcasma   maddeye olanları da bir başka şairimiz ikaz ediyor:
«Bu hazine-i saltanat sakın kendinin sanma. Hepsini bırakıp hiç olup söneceksin, Ey kişi grurlamp beyhude omuzlanma, Çıplak geldiğin gibi çıplak döneceksin...»
Sözü şairlere bırakmışken birinin sesine daha ku­lak verelim. Şairimiz diyor ki:
«Nehirler aktı geçti, Kurudu vakti geçti. Nice Hân, nice Sultan, Tahtı bıraktı geçti. Şu dünya penceredir, Her gelen baktı geçti.»
İçiade bulunduğumuz asırda emperyalist kâfirler materyalist bir anlayışı ikame edebilmek için ölüm ve ölüm ötesini unutturmak, zihinlerden silmek için son derece hızlı bir çalışma yapmaktadırlar. İnsanların maruz kaldıkları bozulmaların hiçbiri tesadüfi değil hep plâah-programlı olmaktadır,
İnsanı her an dünyaya esir etmek isteyen şeytan kendisi gibi şeytanlaşmış insanları da arkasına taka­rak bizim kafamıza hep şu sorulan sıkıştırıyor: — Ne yiyeceksin?
Ne giyeceksin?
Nerede barınacaksın? Buna şu cevap verilmelidir: — Ölüm yiyeceğim.
Kefen giyeceğim.
Kabri mesken tutup orada barınacağım.
İnsan ölümü hiç unutmamalıdır. Ev denildi mi he­men mezarı hatırlamalıdır. O ev dediğimiz yerler aslında konaklama yerimizdir. Bir süre oralarda kala­cağız. Ölüm ile asıl evimize taşınmış olacağız. Onun mezarımızı şimdiden süslemek zorundayız. Ahiretin ilk durağı olan mezarımızı şimdiden süslemek zorun­dayız. Mezar ne ile süslenir? Mezar imân ile, ihlâs ile, ibâdet ile süslenir. Biz dünyayı mamur edeceğiz diye çok sıkıntılara katlanıyoruz. Değer mi bu? Bunu bil­mek lâzım.
Mezar, maddi ve mânevi âlemimizin geçen zaman içindeki istirahatgâhıdir. Orası iki kişinin açtığı bir çukur değildir. Orasının imâr edilmesi lâzımdır. İmâr edilirse cennet bahçelerinden bir bahçe, edilmezse ce­hennem çukurlarından bir çukur olur. Onun için öl­meden orasını imâr edeceğiz; Allah'a teslim olacağız...
Yazın sıcağında buram buram terlerken kış için odun-kömür hazırlığı yapanları görürüz. Bu sıcakta kışın geleceğini bilea insan kışın soğuğuna karşı ken­dini hazırlıyor.
Yarın ölüm de gelecek. Bu insan ölüme neden ha­zırlık yapmıyor acaba? Ahiret inancının eksikliği bu serkeşliğin asıl  sebebidir.
Biz bir evde kiracı gibiyiz. Eğer kiracısı olduğu­muz evin kapısını kırar, penceresini parçalar, duvar­larını oyarsak ev sahibine nasıl hesap veririz?
İşte bu vücut şimdilik bizim evimizdir. Allah bize kiraya verdi. İyi kullanıp kullanmadığımızın hesa­bını soracak. Hesaplı kullanabilirsek hesabını verebili­riz.
Lâkin insanlardan çoğu vücuduna, giydiği elbise kadar değer vermiyor. Niye vermiyor? Çünkü elbise­ye para, veriyor, vücuduna para vermiyor. Onu san­ki değersiz gibi kullanıyor. Hesabın verileceği günü unutmamak lâzım...
Peygamber  (s.a.v.)  Efendimiz: «Dünyevi zevkleri kıran ve tûM emeli unutturan ölümü çokça hatırlayın...»  [204] buyurmaktadır. Peygamber  <s.a.v.)   Efendimize birisi  sordu:
—  Zeki mü'min kimdir? Efendimiz buyurdu ki:
—  Ölümü   çokça   hatırlayan   ve   ölümden   sonra­sına iyi hazırlanaadır. [205]
Günümüzün insaaı ölümden çok korkuyor. Bunun için ölümü hatırlamak istemiyor. Hatırlatanlara da yüzünü ekşiterek bakıyor. Sebebi şudur:
Birgün Ebû Hâzim'e, Süleyman bin Abdülmelik sorar:
—  ölümü neden sevmiyoruz? Ebu Hâzim cevaben der ki:
—  Siz dünyayı tamir edip  ahireti harab ediyor­sunuz. Mamureyi bırakıp harabeye gitmek elbette gü­cünüze gider. [206]Çok dikkat çekici bir tesbittir bu.
İnsan içinde bulunduğu günü çok iyi değerlendir­melidir. Çünkü nasibin özü iosanın içinde bulunduğu andadır. O anm kısacık akımında ömrün hakikatları vardır. Zira dün rüya, yarın ise hayaldir. Rüya ile ha­yal ile oyalanan hep kaybeder.
Her şeyden ibret almak  lâzımdır. Etrafımızda o kadar çok ibret alınacak şeyler var ki: İnsan en az haftada bir defa:
1- Hastahane
2- Hapishane ve
3- Mezarlıkları ziyaret etmelidir. Buraları ibret alınacak yerlerdir.
Buralara gidildiğinde görüyoruz. Bazıları buralar­dan da ders almıyor. Aynı tas aynı hamam misali es­ki haline devam ediyor. Dünya hayatındaki bu serkeş­liklerin sebebi, ahiret inancının yok oluşudur. Ahirete inanan, onun hakkında sağlam bilgiye sahip olan kim­se bu derece kayıtsız yaşıyamaz.
Hasılı «'Namaz kılmak için, tevbe etmek için, iyi insan olmak için daha erken» felsefesiyle yaşamak, kaide kural tanımamak müslümanım diyenlerin ya-pamıyacağı bir davranış türüdür. Her an hazırlıklı ol­mak lâzım. Çünkü ahiret gemisi bizi bekliyor; her an kalkabilir. Konumuzu bir şâirimizin [207] dörtlükleriyle noktalayalım! Şairimiz soruyor:
Çağırsalar bizi kabre,               
Girmek için hazır mıyız? Ruhumuzun Azrail'e Vermek için hazır nuyız?
Görüyoruz gidenleri, Fakirleri, zenginleri, Mezarlıkta yerimizi Almak için hazır mıyız?
Günahın î-sevabını,
Suallerin cevabını,
Santim  santim hesabını
Vermek için hazır mıyız? '                                  
Bilâîi der: Ömür kısa, Dinlemiyor ağâ-paşa, Gelebilir her an sıra, Ölmek için hazır-mıyız? [208]

348 — «Bu Sene Televizyonda Ramazan Eğlenceleri Çok Güzel.»


Türkiye'de Ramazan ayma iki ay kaladan itiba­ren televizyonda gösterilecek «Ramazan ayı eğlence programları»nm hazırlığı başlıyor. Bu çalışmalar ve bu çalışmaların propagandası Ramazan ayı sonuna kadar devam ediyor.
Lâik bir ülkede Ramazan ayı da dahil olmak üze­re televizyonda hemen hemen her programıyla Hıris­tiyanlık, kilise ve papaz propagandasının yapıldığı bu ülkenin televizyon ekranlarında neden «Ramazan programları» düzenlenip yayınlanıyor hiç düşündünüz mü? Siz ister düşünün, isterseniz düşünmeyin biz müslüman olarak bunu irdelemek zorundayız. «Ra­mazan programları» adı altında ekrana getirilen gö­rüntülerin arkasında şu sinsi gayeler vardır:
1- Yıl boyu yapılan Hıristiyanlık programlarını kamufle etmek için,
2- Müslümanları basit şeylerle tatmin    etmek için,
3- Müslümanlar için büyük bir kazanç vesilesi elan Ramazan ayının kudsi havasından müslümaniarı
alıkoyup  eğlencelerle  ibâdetlerden  mahrum için. etmek
4- Bu mübarek ayda insanlığı bâtıldan kurtar­mak için gelmeye başlıyan Kur'an-ı Kerim ile arada­ki engeli kaldırmayı düşünmekten müslümaniarı alı­koymak için...
Birçok sebeplerin içinde dört maddede özetledi­ğimiz hususlardan daha çok son ikisi üzerinde dura­cağız :
Yayınlanan televizyon programlarının Ramazan aymm içinde de dışında da İslâm'a yararı değil zararı olduğunu artık herkes biliyor. Lâkin televizyonda «Ra­mazan programı» düzenliyorlar. Bunu Ramazan ayı­na hizmet olsun diye yapmıyorlar. Gaye, müslümanı eğlencelere boğmak, Ramazan ayıma kudsi havasın­dan eğlencelerle alıkoymaktır. Bu eğlencelere kendi­lerini kaptıran milyonlarca müslümaa Ramazan ayın­dan gafil çıkmaktadır.
Tam iftara bir saat kaîadan itibaren başlatılan «Ramazan programları» îslâm'a zıd içerikleriyle ge­celer yarısına kadar sürdürülmektedir. En- kıymetli anlar olan iftar vakitlerinde müslümanların mânevi anterîeri «Ramazan programları»yla felç edilmekte­dir. Kendini kaptıranlar tıka-basa doldurdukları «ka­rınlarının emrine girmekte, içtikleri çayların da ha­vasına kapılarak teravih ve yatsı namazlarını tsrk etmektedirler. Pürtelâş sahura kalkan bu tipler yine ekranın karşısjnda tıka-basa yediklerinin rehavetiy-le tam sabah namazı vaktinde kendilerine hakim ola-mayıp uyuyarak sabah namazlarını da terk etmekte­dirler. İşte böylece televizyon ile «Ramazan program­larımdan planlanan amaç gerçekleşmiş oluyor.
Bedenlerini ve ruhlarını Ramazan ayındaki ye­mek ve eğlencelerle daha da şemizleştirenler Rama­zan ayı boyu her vesile ile:
«— Bu sene televizyonda Ramazan eğlenceleri çok güzel.» diyeceklerdir.
Ramazan ayı eğlence ayı mıdır da «Ramazan eğ­lenceleri» olsun. Ramazan ayı kazanç ayıdır. Cenne­ti kazanmak ayı. Bu eğlenceleri ihdas edenler müslü-maolara düşmanlık edenlerdir. Bunları çok iyi tanı­mak lâzımdır.
Oruçlu günlerde üç türlü insan ortaya çıkar :
1- Kâmil mü'minler:  Bunlar duya duya,  doya doya ibâdetlerin sırrına vakıf ola ola oruç tutanlar.
2-  Oruç diye bir  ibâdetin bu çağda lüzumsuz olduğunu söyüyenler.
3- Ortada kalan bir grup.  Sudan bahanelerle, mazeretler uydurarak (sıcak, soğuk, hastalık) inanan ve inanmayanlar arasında yer alanlar. Bunlar bazen inananlar  tarafından  bazen  inanmıyanîar  tarafında olurlar. Münafık tipli bir grupturlar.
Ramazan ayını semizlenme ve eğlence vasıtası yapanlar dini ve müslümanları bu işe yaramaz hâle getirdi. Din-imân ile alâkası olmıyanlarm gazetelerin­de düzenlediği Ramazan sayfalarının hastası oldu bir kısım müslümanlar. Ramazan ayından istifade edemi-yen bir sürü gafiller bölüğü meydana geldi.
Ramazan ayından istifade edecek olanlar, Rama­zan ayında gelmeye başlıyan Kur'an'a evet diyenler­dir. Bütün ayarlarını Kur'an'a göre ayarlayanlardır. Zira Kur'aıı ve oruç kendilerine şanı gereğiace hürmet edenlere şefaat edecektir. Orucu, İslâm davasında sıç­rama noktası kabul edenler mübarek Ramazan ayın­dan hisseyab olacaklardır.
Her nedense Ramazan ayı gelince müslümanlarm geneli ziyafetlerle, tantanalarla ve gösterişlerle, riya ve sun'i hareketlerle diğer zamanlardan biraz daha faz­la böyle mübarek bir ibâdeti sulandırırlar. Şuursuzca yapılan ibâdetten insan ne kadar faydalanabilir. Mes'-elenin ciddiyetine vakıf olmak lâzım.
«Onbir ayy:ı sultanı» başlıklarıyla kendilerini müs-lüman gösteren münafık gazete ve diğer yayın organ­larına müslümanîar artık itibar etmemelidirler. Rama­zan ayını onların empoze ettiği gibi anlamanın neti­cesi Ramazan, ayını eğlence ayı, ziyafet ayı, göbek şi­şirme ayı kabul etmektir.
Peygamber  (s.a.v.)  Efendimiz:
«Nice oruç tutanlar vardır ki, tuttuğu orucun, yal­nız açlığı ve susuzluğu yanma kalır- buyurmuştur. İbâdetler duygu, düşünce ve fiilleri kötülüğe kaymak­tan 'koruyorsa makbuldür. Sun'i, yapmacık ve sulan­dırılmış amellerinin kimse faydasını göremez.
Bazıları Ramazan ayında kilo aldıklarını ( şişmaa-ladıklarını) söylerler. Bunların göbekleri ileriye doğ­ru fırlamıştır. Ramazan ayıdır oruç tutuyorum diye iftarda sahurda donatılmış sofralarda, ziyafetlerde tı-ka-basa yemek Ramazan ayının, mü'minlere kazandı­racağı  kazançlardan uzaklaşmak demektir.
Çok yemek dinimizin yasakladığı bir olaydır. Efen­dimizin sünnetinde çok yemek yok, aksine tam doy­madan sofradan kalkmak vardır. Bir Hadis-i Şerifte göbeklerin öne doğru fırlamasının kıyamet alameti gösterilmiştir.
Az yemekle gençlik çağı ömür boyu devam eder. Bugünün psikiyastristleri isbat ediyorlar ki, orucun pisişik ruhi tesirleri insanm hayatında çok büyük rol oynar. Zira oruç sinirlerin tehammül kabiliyetini, ce­sareti ve himmeti artırır. Horrnanel ifrazları düzeltir. Fikri rahatlandırır. Oruçlu iken imtihana giren tale­be, orucun müsbet tesirlerini aşikâre, hisseder. Zama­nımızda bir kısım insanların oruçlu iken insanın ka­fasının çalışmayacağı propagandası Allah ve Rasûlüne atılmış iğrenç bir iftiradır. Bu propagandanın etki­sinde kalan bir çok öğretmen ve ebeveyn okula gi­den çocuklarına oruç tutturmamaktadırlar. Kimse bu davranışlarının hesabını veremiyecektir.
Bazıları her zaman olduğu gibi Ramazan ayında biraz daha artırarak özellikle iftar ve sahur sofrası­na oturup gerine gerine yeyip yeyip de :
«—- Yâ işte bunu bulamayanlar da var. Şükür­ler olsun. Allah bulamayanlara da versin...» diye ka­sıla kasıla konuşurlar. Böyle demekle Allah'ın verdik­lerine şükür edilmiş olunmaz.
Şükür, fakire, yetime, kimsesize acımakla olmaz. Bunlara da yediğinden yedirmedikçe, giydiğinden giy-dirmedikçe şükür ediyorum diyen kişinin marifeti sa­dece kendini aldatmak olur. Bu ise korkunç bir ka­yıptır.
Bazıları dinin de müsade ettiği mazeretlerini ile­ri sürerek Ramazan ayında aleni yiyip-içiyorlar. Bu en hafif tabiriyle Allah'ın emrine isyan, Ramazan ayı­na hürmetsizlik ve oruçluya karşı saygısızlıktır. Her-şeyin bir âdabı vardır. Madem din, mazereti kabul et­miş mazereti olan bu işi gizli yapaca-k. Çevreye kötü örnek ve önder olmıyacak. Çünkü Ramazan ayında müslümanların oruçlu olması gerektiğini öğrenen bir çocuk yiyip-içen birini görünce demek ki, oruç tutma­yınca da oluyormuş der ve yarın büyüyünce oruçlarını terk eder.
Oruç tutmayan bir devlet adamı sigara ağzında televizyonda günün ortasında görülürse Müslüman Türk milletine karşı saygısızlık etmiş olur. Nitekim T.C. Vinci Cumhurbaşkanı Kenan Evren Devlet baş­kanlığı sırasında Erzurum'da halka hitaben Ramazan ayında yaptığı bir konuşmada binlerce kişinin önün­de seferi olduğunu söyliyerek aleni su içmişti. Buna tepki olarak birçok Erzurumlunun miting alanını terle ettiği görülmüştü. Bir taraftan «Ben hoca çocuğuyum», bir taraftan «seferiyim» ve bir taraftan da ^Bizim di­nimiz kolaylık" dinidir» diyerek müslümanlığmı tescil ettirmeye çalışan bir kişinin müslüman halkımızın inancına karşı sergilenen davranışının çeşitli yorum­lara yol açtığını hepimiz hatırlıyoruz. Hasılı, inançla­ra saygılı olmak lâzım.
Bir de Ramazan ayı gelince bazı çevrelerce bazı meselelerle müslümaniarm dikkati çarpıtılmak isteni­yor. Oruç tutmayanlar, müslümanlar araşma artık ekşimiş  bir meseleyi  atıveriyorlar.  Diyorlar ki :
Denize girmek orucu bozar mı-bozmaz mı?»
Başlıyor bozar-bozmaz münakaşası. Böyle bir olayda düşünülmesi gereken orucun bozulup bozul-mıyacağı değildir. Zinanın her çeşidinin işlendiği plaj ve kamplarda veya buna benzer yerlerde denize gir­meyi düşünenler orucunun bozulup bozulmıyacağmı. değil de imânının bozulup-bozulmıyacağım düşünse­ler daha iyi oîur.
«Sakız çiğnemek, denize girmek orucu bozar mı?» diye fitne aramak yerine ne olur sakız çiğnemese, ne. olur denize girilmese. Bunlar İslâm düşmanlarının ter­tiplediği gafil müslüinanları avlama metodlandır. Bu zalimleri şerlerinden emin olmak için çok iyi tanımak lâzımdır.
Hasılı, Ramazan ayını eğlence, ziyafet ve tanta­nalara boğanlar Ramazan ayından istifade edemiysn. gafillerdir. Allah (c.c.) onlardan ve onlar gibi olmak­tan mü'minleri muhafaza buyursun... [209]

349  — «Eşşek Oğlu Eşşek.»

350  — «İt   Oğlu  İt.»     .


Toplumumuzda en çok duyduğumuz sözlerden bi­ri de «Eşşek oğlu eşşek», «it oğlu it» sözleridir. Top­lumun çok önemli bir kesimi bu sözleri sakız gibi kul­lanmaktadır. Hatta baba evlâdına bile bu ifade ile hi-tabetmektedir. Öyle ki, bu sözler, toplum içinde nor­mal birer sözmüş gibi kabul edilir hâle gelmiştir.
Şöyle bir soru akla gelebilir: Niçin bu iki hayvan daima teşbih edilmiştir? Meseleyi, bu sorunua cevabı-ı.ıı kısaca verip neticelendireceğiz.
Önce 'eşek üzerinde duralım :
Kur'an-ı Kerim'de Cenab-ı Hakk bu hayvanı Lok­man Aleyhisselarn'm oğluna yaptığr öğütleri nakleder­ken zikretmiştir :
«Seslerin en çirkini merkep sesidir» [210] buyurul-' muştur.
Cinlerin, insanların, meleklerin ve hayvanların zahiri ve batini zikirleri' vardır. Hayvanların kendile­rine has teşbihi vardır. Merkep ise iki vakitte ariırır :
1- Aç kalınca,
2- Dişisini görünce.    Süfyan-ı Sevri  Hazretleri der ki:
«— Herşeyin savtıl sesi) teşbihtir; merkebin sesi hariç...»  [211]
Merkebin aaırmasmdaki kerihlik mide ve şehve­tine ma'tuf olmasındandır. Merkep de âyette zemme­dilen [212] hususu bir fiil yaşıyorsa da mükellef olma­dığı için muhatap değildir. Merkep bu hükmü şehva-te fazla düşkün'olma gafletinden almıştır.
Âyetin muhatabı insanlardır. Heva ve hevesine esir olanlar herşeyin en çirkini olurlar.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, eşek anırmasının şeytan görme neticesi olduğunu haber yermiştir.  [213]
Peygamber   (s.a.v.)   Efendimiz:
«Kim eşek anırmasını işitirse, koğulmuş bulunan .şeytan'dan   Allah'a  sığınsın...»   [214] buyurmuştur.
Köpeğe gelince:
Peygamber (s.a.v.) Efendimizin :
«Köpek havlamasının da sssini işitenin, koğulmuş bulunan Şeytan'm şerrinden Allah'a sığınsın.» [215] em­ri açıktır.
Köpek havlamasının da şeytan görme neticesinde olduğu Hadis-i Şerifte haber verilmiştir.. [216]
Zamanımızda, dinden uzak. bir kısım insanların evlerinde köpek 'beslediklerine hatta köpekle aynı ya­tağı paylaştıklarına şahit oluyoruz. Evlerinde, araba­larında, günlük hayatlarında köpeklere hizmet eden­ler, onları besleyenler ne bedbaht kimselerdir ki, Allan (c.c.) onları köpeklere hizmetkâr etmekle cezalan­dırmaktadır. Çiş yapan köpeğin başında onu bekle­yen birinin ne derece zavallı olduğu bu cezanın ken­disine niçin verildiğini düşünmek lâzım.
Hasılı, kime, niçin ve neden dolayı olursa olsun «Eşşek oğlu eşşek» veya «it oğlu it» demek insanları eşek veya köpeğin çocuğu olarak sıfatlandırmak iğ­renç bir olaydır. «Deşeledikçe altından çapanoğlu çı­kan» bu meselenin ciddiyetini bu iki hayvanın özellik­lerini zikrederek anlatmaya çalıştık. Artık gerisi hâlâ, teu sözleri sarf edenler düşünsünler.
Aldığımız-verdiğimiz her nefesten bile hesap so­racak olan Rabb'ımıza kem sözlerin'hesabını nasıl ve­receğimizi müslümanlar olarak düşünmeğe mecburuz. Her şeyimizin tesbit edildiğinden Rabb'ımız bizi haber­dar ediyor:
«İnsanın sağında ve solunda oturan iki alıcı (me­lek, onun yaptıklarını)  kaydetmektedir.»
«İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında (cnu) gö­zetleyen, dediklerini zabteden (bir melek) hazır bu­lunmasın.» [217]
Bazıları diyorlar ki: [218]

351 — «Allah Boy Vermiş, Kapmış Koyvermiş.»


Genelde uzun boylu olup da verilen görevi iste­nildiği gibi yerine  getirmeyenler için bazıları derlerki:
«— Allah boy vermiş, kapmış koyvermiş.» Ne tarafından tutsak yamuk olan bu sözün inan­cımızda yeri yoktur. Söz üzerinde bir nebze düşüne­cek olursak bu sözün ne kadar hatalı olduğunu anla­mış oluruz. Bir tanesini biz söyliyelim;
Bu sözü söyliyen kişi bunu söylemekle : «— Allah bunu yaratmış ama hatalı yaratmış. Bo­yu uzun bu bir hata. Kafası çalışmıyor bu ikinci hata. Verilen vazifeyi yapabilecek kapasitede yaratmamış bu üçüncü hata. Bir de arkasına tekmeyi vurup bağ-sız hayvan gibi salıvermiş; ölçüsüz yaratmış bu da dördüncü hata.. > demiş olur.
Allah'ın yarattığı şeylerde yaratma hatası gör­mek insanı küfre götürür. İşte bu sözde Allah'ın ya­rattığı şeylerde kusur bulma vardır. Bu iğrenç bir ha­tadır.
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Hakim'de buyuruyor ki: «Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.» [219]
-Rahimlerde dilediği gibi sizi şekillendiren O'dur. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, mülkünde galib-tir, işlerinde hikmet sahibidir.»  [220]
«...Sizin için kulaklar, gözler kalbler yarattı. (Al­lah'ın size verdiği nimetlere karşı) şükrünüz pek az.» [221]
«Bak ki, şekil verenlerin en güzeli olan Allah'ın şanı ne kadar yücedir.»  [222]
«Hem O Allah'tır ki, sudan bir insanı yarattı da onu soy ve hısım diye ikiye ayırdı. Senin Rabb'ın her-şeye kadirdir.»  [223]
«insanı yarattı. Onu beyanı (iç duyguların ifa­desini) ilham etti.» [224]
«Ey insan! Kerim, olan Rabb'ine karşı seni alda­tan ne?» [225]
«Halbuki O, sizi, türlü türlü hallerle yaratmıştır.» [226]
«O Rabb ki, seni yarattı, seni (sağlam insan) dü­zenine koydu, sana uygun bir biçim verdi.»  [227]
«Seni muhtelif suretlerden dilediği bir şekilde ter­kip eyledi.» [228]
«Allah-u Teâlâ dilediğini yaratır ve O, bir şeyi mu-rad edince ona sadece «ol» der, o hemen oluverir.» [229]
«O, o yaratıcıdır ki, yerde ne varsa (faydalanıp ibret alasınız diye)   hepisiai sizin için yarattı.» [230]
Gerçekten Biz, her şeyi (hikmetimiz icabı) bir ka­derle yaratmışızdır.»  [231]
«O, öyle Allah ki, Halik'dir; herşeyi yaratıp tak­dir edendir. Bâri'dir : Yoktan var edendir. Musavvir'-dir: Bütün varlıklara şekil verendir. Esmaü'l Hüsna (en güzel isimler) O'nun... Bütün göklerde ve yerde olanlar, hep O'nu teşbih eder. O, Aziz'dir; Her şeye galip ve her kemâle sahiptir. Hakim'dir: Hikmet sa­hibidir...»  [232]
4şte bu sıfştlara sahip olan Rabb'iniz, Allah'dır. O'ndan başka hiçbir ilah yoktur; Herşeyi yaratan O'-dur. O halde O'na kulluk edin. O, herşeye karşı (gü­venilecek)  bir vekildir.»   [233]
Anlaşılan odur ki, imân edilmesi gereken husus her şeyin yaratıcısının Allah (c.c.)'dür. O, her şeyi bir hikmete binaen yaratmıştır. Kula gereken bunlardan ibret almak ve hikmetlerine erişmeye vakıf olmaktır. Yoksa uzuna bir bahane, kısaya başka bir bahane, bir başkasına başka bir bahane bulmak Allah'ın bir hikmet üzere yarattıklarında kusur bulmak olur. Bu ise bu dereceye düşenleri küfre götürür. Küfrün sen durağı   cehennemdir.   Veyl  olsun  cehennemliklere...
Hasılı, «Allah boy vermiş, kapmış koyvermiş» sö­zü Cenab-ı Hakk'm yarattıklarında kusur bulmak olur. Kusur bulan kişi küfre düşer. Kâfirio ebedi ye­ri cehennemdir. Cennetin sonsuz nimetleri de mü'-mkıler içindir. [234]

352 — «...Allah'ın Cebinden Peygamberi Çalar.»


Cahili toplumların özelliklerinden biri de bazı gerçekleri argo ifadelerle anlatmaya çalışmaktadır. Cahili toplumdan kastımız İslâm kültüründen mah­rum dolayısıyla İslâm'ın ölçülerini tanımayan hayat tarzlarını bunun dışında beşeri düzenlerle sürdüren toplumlardır.
İnsan İslâm'ın dışında bir yol tutmuş ise bu iasan ben müslümanım dese de her an küfür tehlikesiyle karşı karşıyadır. Çünkü bu insan günahlarla daima içli dışlı bir hayata sahiptir. Onun için müslümanlar bir an evvel kendi öz kültürlerine döameye bu kül­türün nimetlerinden her iki alemde de faydalanma­ya mecburdurlar. Zira insanın yaratılış gayesi de bu­dur.
İçinde bulunduğumuz toplumda hepimiz binler-cesine şahid oluyoruz : Adam birisini tarif edecek. Tari­fini yapacağı adam hırsız, arsız, edebsiz, namus-şe-ref tanımaz, aldatmayı açıkgözlülük kabul eder. Şim­di, böyle bir adamı anlatacak. Karşısındakine diyor ki:
«— Ya bırak şunu. O öyle birisi ki, Allah'ın ce­binden peygamberi çalar.»
Bu çok tehlikeli bir ifade tarzıdır. Burada birinin ne derece tehlikeli olduğu anlatılmak isteniyor ama bu ifade tarzı da söyleyeni küfre götürüyor. Ne de-, mek «Allah'ın cebi»? Hâşâ, Allah (c.c.)'nün cebi mi var? O'na nasıl böyle bir şey isnad edilebilir? Allah (c.c.) mekandan münezzehtir. Yarattığı varlıkların hiç birisine benzemez. O'na böyle bir şey isnad etmsk ancak insanı kâfir yapar, işte, Allah (c.c.)'nün Es-mau'i-Hüsna'smı (99 güzel isimlerini) ve sıfatlarını bilmeyen tanımayan herkes zaman zaman bu tür teh­likelerle iç içe olur. Allah korusun ebedi cehennemde kalacak günahlarla yüklü olarak öbür aleme irtihal eder.
Allah (c.c.)'ı, Peygamberini ve İslâm'ı layıkı veç­hile tanımayan, O'rilar hakkında- kuvvetli bilgiye sa­hip olmayan herkes her an cehennem tehlikesiyle bu-rua burunadır. İşte yukarıda zikrettiğimiz «Allah'ın cebinden peygamberi çalar» sözünü sarf edenler bu­nun açık misâlidir. Bunu söyliyen kişi hâlâ müslüman-Iık iddiasında bulunuyor.
Demek ki, bu kişiler Allah'ı Allah'ın yarattığı var­lıklardan birisi gibi, kulların sıfatlarıyla yaşıyan biri gibi tanıyor. Öyle olduğuna inanıyor. Zannediyor ki, (haşa) «O'nun da bizim gibi bir cebi var. Bu cebinde Peygamberini taşıyor. İhtiyaç hissettiği zaman cebin­deki bu peygamberi çıkarıveriyor.» Bu korkunç ve ifadesi dahi zor iğrenç bir inanç ve ifade tarzıdır. İn­san ağzından çıkan lafın neticesini düşünmez ve sahip olduğu bilgileri İslâm'dan almazsa işte böyle iğrençle-şir. Sonu felâket olur. Herşeyi hüsran ile biter.
Herkes Allah (c.c.)'yü Çok iyi bilmeye ve tanıma­ya mecburdur. O'nu bilmek ve tanımak için güzel isimlerini ve sıfatlarını bilmeye mecburdur. Allah (c.c.) bilgisi zayıf olanlar her an tehlikeler etrafında dolanırlar. O'nun için her mü'rninin bilmesi gereken farz-ı  ayn  bilgilerin  başında   bu   geliyor.   Bunun   bi­linmesi şart oluyor.
Yüce Rabb'ımız dikkatimizi çekiyor: «Sizi yaratmasında da  (muhtelif cins ve şekiller­de)   üretip yaydığı hayvanlarda da, gerçekten tasdik edecek bir kavim içinf Allah'ın Kudret ve Vahdani­yetine delâlet eden ibret ve)  alâmetler var.»  [235]
«...Bakın göklerde ve yerde neler var! Fakat, bun­ca âyetler (alâmetler) ve azabla korkutmalar, imân etmiyecek bir kavme fayda vermez.»  [236]
*...(Ey insanlar!) Artık siz de Allah'ın eş ve ben­zeri olmadığını bildiğiniz halde, Allah'a eşler koşma­yınız.» [237]
Hasılı, «...Allah'ın cebinden peygamberi çalar» sö­zü scıı derece çirkin ve iğrenç bir ifade tarzıdır. Soy-liyeni, dinleyip de tasdik edeni küfre götürür. Böyle kişi veya kişiler var idi ise îmân ve nikâhlarını mut­laka 3renilemelidirler. Tevbe, imân ve nikâh tazeleme­sinden -sonra yapılacak iş bu tür tehlikelerden kaçın­maktır.
Unutmayalım, ağzımızdan çıkan har sözden, or­ganlarımızın işlediği her fiilden Rabb'ımıza hesap ve­receğimiz gün burnumuzun dibi kadar bire yakıtıdır. Bunun hesabını, yapmayan herkes hüsrandadır. Me­selenin özü de budur. [238]

353 — «Bizi Din Geri Bıraktı.»


Bu herzeye aşağıdaki dörtlükle cevap verme­yi yeterli görüyoruz: [239]

Sorarım,  Suç Dinin Mi?


Uymayın, der, Din, size...
Uyarsınız dinsiz'e.
Ne icâdettiniz de,
Mâni oldu Din, size?[240]

İlân


Alnımız ak, yüzümüz ak İslâm olan olmaz korkak Bâtıla bâtıl Hakk'a Hakk Diyeceğiz suç olsa da.
Çiçeklenir Sevda Serde Cihâd düğün olur Merde Nûr-u Kur'an-ı her yerde Yayacağız suç olsa da.
Baba, ana, bacı, kardeş Ehl-i küfre açtık savaş İslâm'ın yolutla can-baş Koyacağız suç olsa da. [241]

Kızmaz Olur Mu?


Bismillah diyerek şeytanı Taşlasak kızmaz olur mu? Bâtıla mezar kazmaya Başlasak kızmaz olur mu?
Pazarcı ile Nazarcı Doğru sözler olur acı Hilâl'e saldıran Haçı Tuşlasak kızmaz olur mu?
Ne ilmi var ne mektebi Tekme atar iki de bi islâm'a inat merkebi Çüşlesek kızmaz oîur mu?
Camide saf saf namazı Eylesek Halık'a niyazı Namaz kılmaz binamazı Haşlasak kızmaz olur mu?
Sıklaştıralım safları Bırakalım bol lâfları Afgan'daki Moskofları Leşlesek kızmaz olur mu? [242]

Anlatamadık


Karın doyurur mu üzüm çerezler? Bitsin artık inancıma garezler! Bahçemizde yaban yaban horozlar, EŞİNMESİN dedik, anlatamadık...
Gönüllere İSLÂM ışığı aksın... Evlâtlar babaya hürmetle baksın. Çoluk - Çocuk sabah namaza kalksın ÜŞENMESİN dedik, anlatamadık...
Muhtaç olmak ne kötü şey yâd ele! Gördük asırlardır Batı'dan hile... Şu yollarda düzgün yürünsün hele AŞINMASIN  dedik,  anlatamadık...
Çobau sahip olsun davarlarına! Özendik batının gâvurlarına... îki de bir cami duvarlarına İŞENMESİN dedik, anlatamadık...
İslâm derde şifa bir tabib gibi... Avrupa nezlesi bir grip gibi... Şehid vatanında bir garip gibi YAŞANMASIN dedik, anlatamadık...
Çoğumuzun haberi yok özlerden,  ALLAH bizi korusun kem gözlerden ŞAKÎROĞLU! Kimse doğru sözlerden GOCUNMASIN dedik, anlatamadık...[243]
Yamadık düayamızı yırtarak dinimizden Din de gitti, dünya da gitti elimizden, [244]
İpi kopan teşbihim, Dağılmış tajae tane. Acı ama teşbihim, Hani Nerede imame?
Taneleri toplayın. Hakk ipine derleyin. Bir imame bağlayın Tevhid gelsin meydane... [245]

Dua Ya Rabbî!...

Bu kitabı ihlâs ile okuyup mucibince amel &den ve emeği geçenlerin imânlarını kuvvetli zi­hinlerini açık, ilimlerini ziyâde, amellerini saiih, rızıklarmı helâl ve bol eyle...
Vücutlarını sağlıklı, maddi-mânevî temiz bir hayat ile arkadaşlarını sadık ve salih, haclarım mübarek ve tekrar eyle...
Akıl, idrak ve fehimleriai tamam ve kâmil, ahlâklarını güzel ve sünnetten ayırma...
Maddi-mânevî temizlikle kendilerini pak ey­le...
Kusurumuz çok amelimiz noksan...
Habîbî zi-şân hûrruetine sualsiz. hesapsız cennetine girenlerden, Cemalullah'ı daim gören­lerden eyle...
ÂMİN... [246]


[1] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 3.
[2] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 3-4.
[3] Rİbat: 8/30.
[4] Elbehcetü's-Seniyye,  Kahire:   1315,  Sh.:   16.
[5] FizilaTÜ-Kur'an Tere. Ç/13, Sh.: 506. 6
[6] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 5-6.
[7] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 7.
[8] İmamı Ahmed.
[9] Yusuf Sûresi, âyet: 106.
[10] Araf Sûresi, âyet: 131.
[11] Yasin Sûresi,  âyet:  19.
[12] A.  Davudoğlu, S. Müslim Tere. ve Şerhi. C/9,  Sh.:  5864 -5865.
[13] Buharı, Tıb.  19,25.43 - 45. Müslim, Selâm:  102. vd.
[14] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 8-10.
[15] Buharı, Tıb 36. Müslim Selâm: "41-42. Ebu Davud, Tıb. 15. Tırmizi, Tıb, 19 Muvatta, ayn. 1. Ahmed b. Hanbel ı/ı. 294. 2/222.   4/67.   5/70.
[16] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 11.
[17] Ebu Davud.
[18] Ebu Davud.
[19] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 12-13.
[20] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 14.
[21] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 15.
[22] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 16.
[23] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 17.
[24] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 18-19.
[25] H. Cengii Alpay   (Bakışlar'dan)
[26] Şeyhül-Islâm Mustafa Sabri Efendi. Mefkifül-Beşer Tahte Sultani'1-Kadir Sh.: 7, Kahire-1352.
[27] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 20-23.
[28] Atilla  özdür.  Milli  Gazete,  28.7,1983.
[29] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 24-27.
[30] Abdülaziz el-Bedrî, İslâm'a göre devlet adamı ve âlim. Ter-ceme, Sh.: 36.
[31] Maide S.A. 44,  45,  46.
[32] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 28-30.
[33] Hucurat S. A. : 13.
[34] Bafcara • S. A.: 120. Fetevn-I Hindiyye. Beyrut -'mOO. C/fi. Sh.: 454. Ö.N. Bilmen, Hukuku tslâmiyye ve İstilahati Fık-hıyyc   Kamusu.   Ssumbui - .197(3.  C'5.  Sh. ; 226.)
[35] Müslim.
[36] İlgili âyetler:  Bakara:  107,  120, 257.
Al-i îmran: 68,
Maide : 55.
[37] Diyanet dergisi. C/ll, Sh.: 55.
Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 30-32.
[38] Ahlâk  hadisleri Tere.  C/l, Sh.: 434,  Tere. A.F. Yavuz.
[39] Ys^in. Sûresi, âyel: 60.
[40] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 33.
[41] Ahmed Davıidoğlu, Müslim Tere. ve Şerhi. C/3, Sh.: 219.
[42] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 34.
[43] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 35.
[44] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 36-39.
[45] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 40-41.
[46] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 42-43.
[47] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 44-45.
[48] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 46-47.
[49] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 48-50.
[50] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 51-52.
[51] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 53-54.
[52] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 55-56.
[53] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 57-58.
[54] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 59-61.
[55] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 62-63.
[56] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 63-64.
[57] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 65.
[58] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 66-67.
[59] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 68.
[60] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 69.
[61] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 70.
[62] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 71.
[63] Mer'i kanunlar bu söz hakkmia yazmaya müsait ol madiği için fikir mütalaa edemedik.
[64] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 42.
[65] Mer'i kanunlar bu söz hakkında yazmaya müsait ol­madığı  için fikir mütalaa  edemedik.
[66] Türk   Atasözleri  ve   deyimleri   C/i-2   İst. -1971.   M.E.G.   ve S.B. Yayını.
[67] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 73-82.
[68] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 83-84.
[69] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 85.
[70] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 86-87.
[71] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 88.
[72] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 89-90.
[73] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 91-92.
[74] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 93-95.
[75] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 96-99.
[76] Araf S, A: 34
[77] Al-i İmran S. A: 145
[78] Mü'minun S. A; 43
[79] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 100-103.
[80] Lanet: Nefret. Tiksinti. Allah'ın rahmetinden  mahrumiyet.
[81] Fasik: Günahkâr. Hakk yolundan hâriv olan. Allah'ın emir­lerine karşı zıd hareket eden. Büyük günah işleyen kimse.
[82] Tethimu'l Kur'an Mevdudi. C/3, Sh: 434 İnsan Yay
[83] Kur'an-ı   Kerimin  ahkam  Tefsiri.  Muhammed  Ali  Sabuni, Tere. Mazhar Taşkesenlioğiu. C/2, Sh: 100. Şamil Yay. Tefhimü'l-Kur'an C/3, Sh: 534.    
[84] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 104-109.
[85] Mektubat, C/4, Sf: 55 2
[86] Halil Gönenç, Fetvalar, C/2. Sf: 21
[87] el-Feteva el-Küfcra,  C/4, Sf:  293,  H.Gön.enç.  FetvalarSf: 118
[88] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 110-112.
[89] Celâl Yıldırım. Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı, C/3, Sf: 473," Uy­sal Kitabevi-Konya.
Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 113.
[90] Fetavâ-yi Bezzaziye C/6, Sf; 338. Hindiyye kenarı. Kaynak­larıyla İslam Fıkhı, C/3, Sf: 475, Celâl Yıldırım. Uysal Ya-yınlan-Konya.
[91] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 114-115.
[92] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 116-117.
[93] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 118.
[94] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 119-120.
[95] Celâl Yıldırım. Büyük İlmihal: 259.
[96] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 121-122.
[97] A. Davudoğlu. Müslim Tere. ve Şerhi. C/3, Sh,: 407.
[98] Diyanet takvimi, 13.5.1Ö84. 124
[99] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 123-124.
[100] Nûr Sûresi Âyet Öl 128
[101] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 125-128.
[102] Tecridi Sarih Tercemesi D.İ.B., Yayını.
[103] Müslim : Kitab'ül-Mesâcid : 1/437
[104] Meryem Sûresi, Âyet 59
[105] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 129-132.
[106] Maide Suresi, Âyet: 52
[107] Maide Sûresi, Âyet: 58 134
[108] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 133-134.
[109] Tac C/5 Sh: 27
[110] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 135-137.
[111] Bu meseleye kitabımızın birinci cildinin 183'üncü sahifesin-de -Can çıkmayınca huy çıkmaz» sözünü irdelerken de de­ğindik. Lütfen oraya tekrar bir defa daha bakınız.
[112] Mürşid-i   Müteshhilin.  Kutbüddin İzniki.
[113] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 138-140.
[114] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 141-142.
[115] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 143-145.
[116] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 146-149.
[117] Ömer   Okçu,   Sur   mecmuası,   Sayı:   22 - 23,   Sh :   11 -12.
[118] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 150-154.
[119] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 155-157.
[120] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 158-160.
[121] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 161-165.
[122] Pstofi ŞANDOR
[123] Fransız yazarı  Marchell Pagnol.
[124] Riyazüs'salihiyn Tere. C/3. H.no :  1653 D.î. Bşk. Yay. 170                                     
[125] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 166-170.
[126] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 171-172.
[127] Buhari. 3/185- Müslim : 4/2062, Tirmizi. Sünen.
[128] A. Osman Tatlisu. Esma-i Hüsna şerhi, Sh; 9, Ankara-1963.
[129] Bu konuda daha geniş bilgi için şu sûrelsrdeki ayetlere takmanızı tavsiye ederiz: Maide S. A. 4, En'am S. A. 118, Hacc S. A. 28, Müzzsmmil S. A. 8, Vakıa S. A. 96, A'la S. A. 1 Alâk S. A. 1.
[130] İbni Mace,  Sünen:  1/616, 1894 nolu  Hadis-i Şerif.
[131] Metin Yurdas'ür. Allah'ın sıfatlan, Sh : 4Z, îst. - 1S84.
[132] Rahman S. A.: 78.     .
[133] Vakıa S. A.: 74, Hakka S. A.: 52,
[134] İnsan S. A. : 25.
[135] Alak S. A.: 1,
[136] Hacc S. A.: 34.
[137] En'anm S. A.: 21.
[138] Maide S. A.: 4.
[139] Nûr S. A. : 36.                                               
[140] Eakara S. A. : 114.
[141] HûdS. A.: 41.
[142] Metin Yurdagür  A.G.E. Sh: 46.
[143] Sarf ilmine gire teşriiye   ve cem'i hallerinde bu «vav» har­fi hem yazılışta hem okunuşta düşer.
[144] A. Osman Tatlısu. A.G.E.  Sh;  15-20.
[145] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 173-180.
[146] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 181.
[147] es-Şifa. C/l. Sh : 256.
[148] Ktmya-ı Saadet.
[149] Yusuf Suresi, Ayet: 25.                                                
[150] A. Şarani. islâm'da kardeşlik hukukunun esasları. Sh: 150. Terceme: H. Eker.     '                          
[151] iftira büyük günahlardan biridir. Akıllı bir insan büyük günahlardan cehennemden kaçar gibi kaçar.
[152] Nisa  Sûresi,  Ayet:   19.
[153] Tirmizi, 6. bölüm.
[154] islâm'da kardeşlik hukuk. A. Vehab Şârani. Tere. H. Eker. Sh : 149.
[155] Bakara Sûresi, Ayet: 187.
[156] îbniMace, Nikah : 5.
[157] A. Vehhab Sa'rani. A.G.E. Sh : 151.
[158] Bakara Sûresi, Ayet: 187.
[159] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 182-189.
[160] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 190-194.
[161] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 195-198.
[162] Abdülvahhab Şa'rani,  İslâm'da kardeşlik hukuku. H. Eker Sh: 157.
[163] Nur Sûresi, Ayet: 30-31.
[164] îmam Merginani. El-Hidaye Şerhu Bidayetü'l-Mübtedi. C/4, Sh: 84 Karihe-1965.
[165] Jbni Hüman. Fethü'l-Kadir C/8, Sh: 96.
[166] Sünen4-Ebu Davud. C/4, Sh :  361. H.No: 4U2. İST. - HOL
[167] Sahih-i Buharı C/6, Sh: 169 K. Nikah: m, İST.-1401,
[168] A. Vahhafo Şa'rani. İslâm'da kardeşlik hukuku. Terceme H. Eker. Sh1: 153.
[169] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 199-203.
[170] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 204-207.
[171] Ahzab SÛr*sİ, Ayet:  53.
[172] Hz. Enes  (r.a-)'in sözüdür. İhya C/2.
[173] Müsned C/2-ll. ihya: C/l, Sh: 33 Tere. Bedir Yay.
Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 207-210.
[174] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 211-214.
[175] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 215-218.
[176] Mered: Kötülükte inat etmek. Bile bile kötülükte İsrar et­mek. Çirkinliği alışkanlık haline getirmek... (Çeşitli söz­lüklerden)
[177] Beşyüz Hadisi Şerif, adlı eserin 317 nolu hadisin izahında zikrediliyor.
[178] İmam Nebevi. 40 Hadis. H.  No: Muhtaru'l-Ehadis, H.   No: 545.
[179] Duhan   ricalesi.   Sh :   10 -12  Rebiu'l - Evvel -1398.  Fadıl  Aktai, Mürsid'ül-Ihvan : Sh: 8, Satır: 4. I 5 1   
[180] Dünya Sağlık Teşkilâtı raporundan,
[181] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 218-223.
[182] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 224-226.
[183] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 227-229.
[184] Mustafa Karakoyünlu,
[185] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 230-233.
[186] Bulum. K. cenüi/.. m  MuMım: K- kader. 2b
[187] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 234-237.
[188] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 238-239.
[189] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 240-242.
[190] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 243-244.
[191] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 245-247.
[192] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 248-250.
[193] Muhammed S. A: 12.
[194] Hülasatu'l-Beyan Fi Tefsiri'l-Kur'ân, C/13, af: 5385 îst.-1969.
[195] Sünen-i İbni Mace K.Sitte serisi. C/2 Sf: 1084, H. No: 3226. Çağrı Yay. - îst. -1401.
[196] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 251-254.
[197] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 255-257.
[198] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 258-259.
[199] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 260-261.
[200] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 262-263.
[201] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 264-265.
[202] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 266-267.
[203] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 268-269.
[204] Tirmizi,  zühd : 4,  Nesâi, cenaiz: 3, îbni Mace, zühd: 31.
[205] İbni Mace, zühd: 31.
[206] îhya: 2/130.
[207] Bilâl Işıklı.
[208] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 270-275.
[209] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 276-281.
[210] Lokman   Sûresi,   Âyet:   19,
[211] Kuhu'l-Beyan,  C/3,  Sh : 57.
[212] Lokman  Sûresi,   Âyet:   19.
[213] Ahlak hadisleri, C-'2, H.no : 1230, 1231. 1233. 1234. 1235, Tara A.F. Yavuz.           
[214] Ebu Davud, Kitabu'l-Ecieb, Hadis ; 5103-5104, Hadlu'llah, C/2. Sh : 635.
[215] Ebu  Davud,   K.   Edeb,  H.no :  C103-5104.
[216] Ahlak   Hadisleri.  C/2,   H.no :   1230,   1221,   1233.   1234.   1225.
[217] Ğaf Sûresi, Âyet: 17-18. 264
[218] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 282-284.
[219] Tin. Sûresi, Âyet:  4.
[220] Al-i İmran Sûresi,  Âyet: 6
[221] Secde  Sûresi,   Âyet:  9.
[222] Mü'minun  Sûresi,  Âyet:   14.
[223] Furkan Sûresi. Âyet:. 54.
[224] Rahman  Suresi,  Âyet:  3-4.
[225] İnfitar  Sûresi,   Âyet:  6.
[226] Nuh  Sûresi, Âyet: 14.
[227] İnfitar Sûresi, Âyet:  7
[228] İnfitar Sûresi, Âyet: 8.
[229] AI-i îmran Sûresi, Âyet: 47.
[230] Bakara Sûresi, Âyet: 29,
[231] Kamer Syresi, Âyet.: 49.
[232] Haşr Sûresi, Âyet:  24.
[233] Enam  Sûresi,  Âyet-   102,
[234] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 285-287.
[235] Ca.sîye  Sûresi; Âyet: 4.
[236] Yunus Sûresi, Âyet:  101.
[237] Bakara  Sûresi:   Âyet;  22.
[238] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 288-290.
[239] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 291.
[240] Garip Yetimoğlu.
Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 291.
[241] İlyas Şener. 292
Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 292.
[242] Asian Şakiroğkı.
Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/:293.
[243] Arslan Şakiroğlu. 294
[244] İbrahim Ethem.
[245] Necip Fazı!  Kısakürek. 290
Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 294-296.
[246] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 2/: 297.

Yorumlar

Popüler Yayınlar