SORUMSUZCA SÖYLENEN SÖZLER 2
SORUMSUZCA SÖYLENEN SÖZLER
Kısa Bir Açıklama
«Sorumsuzca Söylenen Sözler» adlı bu çalışmamızı bir
cilt olarak yayınlamayı düşünüyorduk. Sahife itibariyle çok kalın olacağından
iki cilt halinde yayınlamayı uygun buiduk.
Ancak" birinci cildin yayımından sonra kitabı okuyan
okuyucularım izin telefon ve mektuplarıyla bize ulaştırdıkları sorumsuzca
söylenen sözlerle üççüncü cildin hazırlıklarına başladık.
Sizden de katkılarınızı bekliyoruz.
Cenab-ı Hakk'tan niyazımız kitabımızın yazan, emeği
geçen ve okuyanlar için rahmete, sevaba, gerçek hürriyet, sevgi ve sâadeti Allah
(c.c.)'a kullukta bulmaya vesile olmasıdır.[1]
Önsöz
Asrımızda gayr-i îslâmî cereyanların ileri derecede
yaygınlaşması sonucunda İslâm ve iman hakkındaki iftiralar, yanlış anlamalar ve
şüpheler korkunç derecede artmıştır.
İstatistiklere göre Türkiye'de yaşıyan halkın yüzde
98'si müslümandır. Ancak itikad (inanç) ve amel (uygulama) yönünden incelendiği
vakit durum bir fa-
ciadır. Maalesef sapık ideolojiler, hurafeler, İslâm
dışı gelenek ve görenekler halkın kalbinde sökülüp atıl-mamacasına taht
kurmuştur. Müslüman denilen toplum inanç ve yaşayışta İslâm'dan uzaklaşmış bir
toplum haline gelmiştir.
Emperyalist kafirler islâm'ı yıkmak, müslüman-ları
yutmak için îslâm kültürünü yıkma yolunu seçtiler ve büyük ölçüde başardılar
da. Neler yapmadılar ki... iftira ve yalanlarla da halkımızı İslâm'a ve
Kur'-an'a yabancı hale getirdiler. Ortaya atılan vesveselerle kalblerdeki
inancı tahrip ettiler, beyinlerdeki tefekkürü yozlaştırdılar, insanları Allah'a
isyankar hâle getirdiler. Fakat insanımız bu facianın farkında değil
maalesef.
Sarfettiğimiz her sözün, yaptığımız her davranışın
hesabını vereceğimiz ahiret gününe doğru yaklaşıyoruz. Dilimizin ne
söylediğini, organlarımızın ne yaptığını bilmek ve onları denetlemek zorundayız.
Zira her müslümanın elfaz-ı küfrü öğrenmesi farz-ı ayındır. Bugün fârz-ı ayın
ilimlerden habersiz geniş bir kitle, cahilliğin verdiği cüretle bir çok meseleyi
düine dolamakta ve kendisini azaba atmaktadır.
îbni Âbidin buyurur ki:
«Yemin ederim ki, bu zamanda en mühim işlerden biri de
elfaz-ı küfürdür. Çünkü sen çoğu zaman avam halktan küfre götüren sözler
işitirsin; halbuki onlar bundan gafildir. İhtiyatlı olan ise cahil (bilgisiz)
kimsenin hergün imanını yenilemesi, tazeleme-sidir.»
îşte bu çalışma insanimizi bu tehlikeden korumak
gayesiyle hazırlanmıştır. Çalışmak bizden hidâyet sadece ve sadece Allah
(c.c.)'dandır. [2]
148 — «Gıybet Etmiyorum, Gerçeği Söyliyorum.»
Bugün müslümanların düştüğü hastalıkların ba-şmda gıybet
gelir. Bununla ilgili fıkhi bir meseleyi zikrederek konuya girmek
istiyoruz:
Adamın biri, başka birinin hakkında konuşsa,
dinleyenlerden biri de:
— Gıybet etmeyi bırak, başka şey konuş dese.
Gıybet yapan da:
— Ben gıybet yapmıyorum, gerçeği söylüyorum dese, bu
adamın imânını ve varsa nikahını yenilemesi gerekir. Çünkü hem gıybet ediyor
sonra da gıybet yaptığını inkar ediyor. [3]
Mü'minler dillerini muhafaza etmek zorundadırlar.
Mukarrebun zümresinden Fudayl bin İyâd (r.a.) «Dili Allah'ın rızasına uygun
olarak kullanmak vacib-tir; çünkü dil bir emânettir. Dili münkerdeıa muhafaza
edip haps etmek hacc'a gitmekten ve sınırlarda nöbet tutmaktan daha zordur»
buyurmuştur. [4]
Ebu Davud, Enes ibni Malik (r.a.)'den nakleder ve der
ki: Rasûlüİlah (s.a.v.) buyurdu ki:
— Miraca çıktığım gece bakırdan tırnakları olan ve
yüzlerini göğüslerini tırmalayan bir topluluk gördüm. Bunlar kim Ya Cibril
dediğimde «Bunlar gıybet eden ve onlarm haysiyetine tecavüz edenlerdir»
karşılığını verdi. [5]
Hasılı, kişinin 'birinin arkasından konuşurken «gıybet
etmiyorum, gerçeği söylüyorum» demesi imânı bozacak derecede tehlikelidir.
Allah'ın gıybettir dediğini değildir, demek küfürdür. Hakkında konuşulanın
bahsedilen şeyler üzerinde mevcut ise bu gıybettir, yoksa iftiradır. Her ikisi
de îslâm'm men ettiği davranışlardır. [6]
149 — «Üç Kağıtçının Allah'ı...»
Kainatın Halık'ı evveli ve ahiri olmayan < Allah
(c.c.)'dır. Bütün mahlûkatın yaratıcısı O'dur. O'ndan başka yaratıcı yoktur.
Allah (c.c.) Halik, biz mahlûkuz.
Cemiyet içinde bazı kişilerin sahtekârlığını,
na-musuzluğunu, şerefsizliğini, edepsizliğini, ahlâksızlığını, bilumum
menfiliklerini ifade ederken, bazıları onlar için «Üç kağıtçının Allah'ı»
diyorlar. Bu son derece yanlış bir tanıtım şeklidir. Zira Allah (c.c.) vardır
ve birdir. Üç kağıtçının Allah'ı ayrı, altı kağıtçının Allah'ı ayrı, sarhoşun,
kumarbazın, fahişenin, pezevengin hepsinin ayrı birer Allah'] yoktur. Eğer var
sayılıyorsa, o var sayılan şey onun Allah'ı değil, putudur. Allah birdir, fakat
putlar çoktur.
«Üç kağıtçının. Allah'ı» sözü son derece yanlış ne
maksatla söylenirse söylensin kişiyi imandan koparan bir ifadedir. Sahtekârlık
ve ahlâksızlıkları Allah'ın yüce isimlerinden biri ile tanımlamak insanı
cehenneme götüren bir ifadedir. [7]
150 — «Uğurlu - Uğursuz»
Bazılarını görürsünüz boynuna kolye takmış «Bu benim
uğurum» derler. Bazıları koluna takar uğur saydığı şeyi,... sayısı benim uğur
sayım veya uğursuz sayım, diyenlere de sık sık rastlamışsınızdır. «Gelin uğurlu
geldi» veya «uğursuz geldi.» «Onu gördüğümde uğurum gidiyor» veya «geliyor»
«Köpek uluyor, uğursuzdur.» «Baykuş ötüyor, uğursuzdur.» «...elleri uğurludur»
veya «uğursuzdur.»
Şahıstan şahısa değişen «uğurlu - uğursuz» itikadı
Dilhassa kendilerini «aydın» sayan zümre arasında yaygındır. Şüphesiz bu cahili
kültürün eseridir.
«Uğurlu geldi», «uğursuz geldi» ...vs. gibi sözler zan
ve vehimdir. Hiçbir yerde ve şeyde uğursuzluk yoktur. Uğursuzluk anlayışı başka
inanç sistemlerinden gelmiştir.. Meselâ Hurufîlik ve halen İran'da ve
Filistin'de salikleri bulunan Bahailik, harfleri ve rakamları
putlaştırmalardır. Rakam ve harf uğursuzluğu buradan gelmektedir. Mü'minler
hayrı ve şerri Allah (c.c.)'nün yarattığına imân ederler. Uğursuzluğa asla
itibar etmezler.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bileğine sarı halka
geçirmiş olan birini gördü. Ona:
— Bu- nedir? diye sordu. Adam:
— Uğurumdur, bana cesaret verir, kuvvetimi artırır,
dedi. Peygamberimiz ona:
— Çıkar at onu. O senin ancak aczini artırır. Şayet o
üzerinde iken ölürsen, ebediyyen iflah etmezsin, buyurdu.[8]
Bir rivayette Rasûl-i Ekrem Efendimiz :
«Kim uğur getirsin diye bir şey takınırsa şirk koşmuş
olur» buyurmuştur.
Hz. Huzeyfe (r.a.)in: Zararlı hayvanlardan korur
inancıyla koluna renkli kurdale bağlıyan bir adam görünce hem kurdelayı
kopartıyor hem de :
«Onların çoğu şirk koşmadan Allah'a imân etmezler» [9]
âyetini okuduğu Ebu Hatem tarafından bildiriliyor.
Cenab-ı Hakk (c.c.) buyuruyor ki:
«...Onların uğursuz zannettikleri ancak Allah'ın
katandadır. Fakat çokları bu hakikati bilmezler.» [10]
«...Dediler ki, uğursuzluğunuz sizin kendinizde-dir.
Size öğüt verildiği için mi (uğursuzluğa uğruyor-sunuz) Hayır siz isyanda aşırı
giden bir kavimsiniz.» [11]
Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz:
Halk arasında uğurluluk ya da. uğursuzluk sayılan
şeylerden bazılarını sıralayalım. Ancak bu tür şeylere
mü'minlerin asla itibar etmiyeceğini de daha önce söylemiş olalım :
. Akşam
tırnak kesilmez.
• Ayak kaşımaca yolculuk var demek.
• Bir kadın aş yererken, neye bakarsa çocuğu ona
benzer.
• Sağ avucu kaşınana para gelir. Sol avucu
kaşınandan para çıkar,
• Üstünde dikiş dikilenin kısmeti
bağlanır.
• Gurbete gidenin arkasından ev süprülmez.
• Bir felâketten söz edilirken duvara veya bir yere
vurulursa o fenalıktan korunur.
• Doğum yaparken kadının kocasnım ayakkabısı suya
atılırsa doğum kolay olur.
• Göz seyrir kulak çınlarsa kötü haber
gelir.
• İki bayram arası nikah olmaz.
• Kapının eşiğinde oturan iftiraya uğrar.
• Yolcunun arkasından su dökülürse uğuru
açılır.
Ve daha nicelen...
Hasılı, dinimizde uğursuzluk diye bir şey yoktur. Herşey
Allah'ın kudreti katındadır, Mü'mioler hayrı ve şerri Allah (c.c.)'nün
yarattığına imân ederler, uğursuzluğa asla itibar etmezler. Zira uğursuzluğa
inanmak şirktir. [14]
151 — «Mavi Boncuk Tak Da Nazar Değmesin»
«Göz değmesi» veya «Nazar değmesi» diye bilinen
rahatsızlığı bilmeyenimiz yoktur. Easûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz : «Göz
değmesi gerçektir» buyurmuştur. [15]
Hz. Aişe (r. anhe) validemiz de Peygamber Efendimizin göz değmesine karşı
okumayı emrettiğini haber vermiştir. Elmalılı merhum Hak Dini Kur'an Dili C/9.
Sh.: 6394.-6399 (Felâk Sûresi tefsiri) da; bu tedavinin nasıl yapılacağını
hangi sûre ve âyetlerin okunacağını zikretmiştir. Buna rağmen halk
arasında gerçekle ilgisi olmıyan hurafeler yaygın vaziyettedir. Bu
hurafelerden bazıları şunlardır: Çocuk elbiselerine mavi 'boncuk takmak.
«Nazarlıklar» takmak, iğde çekirdeği takmak. Evlere, binalarla
girişlerine, arabalara at nah, çeşitli muskalar asmak, arabalara göz resimleri
asmak... bunlar caiz değildir. Bu davranışları Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz men etmiştir. Nazarlıkların koruyuculuğuna inanmak katiyyen caiz
değildir. Şifayı veren Allah'tır.
Mavi boncuk, töremizden gelen bir âdettir. Batıl bir
inançtır. Dinimizce caiz değil. Müslümana gereken caiz olmayanı değil, caiz
olanı işlemektir. Allah'ın emri de budur. [16]
152 — «Önümden Kedî Geçti, İşlerim Bozuk Gidecek
Toplumumu^da batü üıanÇlar bir a& mıştır. Şüphesi/
bu> iman zayıflığının tezahürüdür. Bir kaidedir- as'1 olmayınca onun yerini
sahte planı işgal eder Müslıimamar dinlerini S^eği üzere yaşa--madıklarmdan Vatü
inanClar yaşantılarında korkunç
bir kök salmıştır
Kafirlerin kılŞUn ötinesinden, kedinin miyavlama-smdan,
köpeğin ulumasından, eşeğin anırmasından... mânâlar çıkarıp onlan §erre ^met
etmesi kâfirliğinin gereğidir Ytl müslümana ne oluyor. Bazılarımız kâfirler
gibi c|üşünüyoruz, maalesef. Ne demek: «Önümden kedi *eçti- işlerim bozuk
Sidecek» Bu doğrudan doğruya 'Vllah>a itimatsızlığın alâmetidir, işle içi
seri düzenleyen * olması veya olmaması için seri düzenleyen y
bepler halkedeu Allah mı yoksa füanca hayvan
mı?
Şüphesiz ki, AHilh (ca)' dQr" ö?le ise düzeltelim.
Bir sevi sen"0 a*amet e^menin şer'i hükmü nedir?
sorusuna Rasûl-1 Ekrem ^^ Efendimizin bir ha-dısiyle cevap vet*61™- R^ûlüllah
buyuruyor ki:
«Tıyara şirk|ir[17]
Yani> bir şeyi şerre alamet et~ mek, tavşamn r)lu keSİp ^mesinden' baykuşun
ötmesinden bir taKim manalar Çıkararak vehme kapılmak ve kötü
yo'umlar
Falcılara, müneccimlere ve bir takım hürafecilere inanan
ve «ben müslümanım» diyen kimselere ihtar ediyoruz ki: Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz, hürafepe-restleri, martaval ve yalanlara inanan budalaların îs-lâm
dininden çıktığını beyan buyurmuştur.
Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki, meali şudur: «Kuş
uçmasından veya bu gibi şeylerden vehme ve bir takım korkulara kapılan, kâhinlik
ederek gelecekten haber vermeye kalkışan veya haber almak isteyen, sihirbazlık
eden veya ettiren bizden (müslü-man cemaatten) değildir.»
Hz. Peygamber (s.a.v.); isimden (adam isminden) veya kuş
sesinden teşe'üm eden, mânâsız bir sözden ahkâm çıkarmağa yeltenenlerin, bakla
attırmanın, kum döktürmenin putperestlik geleneklerinden olduğunu izah
buyurmuşlardır. [18]
Hadis-i Şeriflerden de anlaşıldığı üzere, kuşların sağa
- sola gidişinden mânâlar çıkaran, kum - çakıl yapıştırmak veya yığmak, taş
atıştırmak suretiyle hüküm çıkarmak, fala bakmak veya baktırmak, karga ve
baykuşların uçuşundan, ötüşünden, köpeğin ulu-yuşundan vehimlere kapılıp kötü
yorumlar yapanların dalâlet yolunda olduklarını anlamaları her müs-lümana
lâzımdır. Zira böyle halleri icra etmekle din ve iman tehlikeye gidiyor; kâfir
oluyorlar.
Dünya ve şehvetlerinin arzularını dine tercih ederek,
hurafe ve bid'atlara inanarak dinlerini ellerinden ve gönüllerinden yok etmenin
tehlikesini bir şair şöyle dile getiriyor:
Ğam değildir gide dünya kala dîn, Gam odur kim kala
dünya gide din. [19]
153 — «Falan Türbeye Koç Adadım.»
Mü'minlerin herşeyleri Allah (c.c.)'m rızası içindir.
Kesilen hayvanlar da bu nıeyandadır. Aksi halde o hayvanların eti
yenilmez.
«Falan türbeye koç adadım» diyen kimse bu sözle «adağımı
falan türbe civarında keseceğim» demek mi istiyor, yoksa «O türbede yatana
adadım» mı demek istiyor. Bunu iyi tayin etmek lâzımdır.
Eğer ikincisi ise, bu Allah'a şirk koşmaktır. Derhal
tevbe edilmelidir.
Birincisi ise, bu da tehlikelidir. Bundan da, cahiller
yanıltılmış olunur. Onlar bunu ikincide olduğu gibi zannederler, yanılırlar.
Yanılanlar. zannettikleri gibi yapmaya kalkışırlar. Bundan da kötü neticeler
doğar.
Adaklar, Allah rızası içindir. Nerede olursa olsun
yerine getirilebilir. Yeri önemli değildir. Bilhassa «falan türbeye» demek çok
tehlikelidir. Bu tür sözlerden sakınmak lâzım. Zira neticesi imânı götürebilir.
Bu da kaş yapayım derken göz çıkarmak olur.
Mü'minler her şeyde ve her yerde Allah'ın rızasını
talep eder, o hedefe yönelerek hayatiyetlerini korurlar. Kazançlı olanlar da bu
mü'mini erdir. [20]
154 — «...İşim Olursa... Türbeye On Mum Adadım.»
155 — «...Dileğim Olursa... Türbeye Bir Horoz Kurban Etmeyi Adadım.»
İslâm'da, adak vardır ve Allah (c.c.)'dan başkası adına
adanamaz. Adanırsa adak olmaz. Allah'tan başkası için adaklarını nezredenler de
şirk koşmuş, müşrik olmuş olurlar.
Türklerin, müslüman olmadan önce türbelere ça-put
bağlamak, mum yakmak gibi âdetleri kendileriyle birlikte İslâm'a geçmiş ve hâlâ
izlerine rastlanan hurafe ve bid'atlerdendir: Kişileri tevhid akidesinden
uzaklaştıran putperest adetlerinden medet umanlar, putlardan fayda bekliyenler
gibi sadece kendilerini aldatırlar. .
Hasılı, yukarıda başlık olarak verdiğimiz cümleler,
tevhid akidesini bozar. İmânları bozulanların İslâm ile bağı yoktur. Ölülere
adaklar adıyarak murad-larma nail olacağını, hastalığından kurtulacağını,
bahtının açılacağını sananlar ve yeri gelince de müs-lümanliğı kimseye
vermiyenler ne kadar tezat içine düşmüşlerdir. Böylelerinin hidayeti için
Allah'tan yardım talep ederek müslümanlar olarak çok çalışalım. [21]
156 — «Salı Günü Yola Çıkılmaz.»
Özellikle hanımlar arasında çok yaygın söz ve
inançlardan biri de başlıkta zikrettiğimiz «Salı günü yola çıkılmaz» sözüdür. Bu
sözün dini ve makul bir gerekçesi yoktur.
«Salı günü yola çıkılmaz» sözü, sah gününü uğursuz
sayan Hıristiyan âleminden bizim toplumumuza girmiştir. Onlar, İstanbul
müslümanlar tarafından salı günü fethedildiği için kendileri açısından sah
gününü uğursuz saymışlardır. Hıristiyanların bu ka-naatları işin farkında
olmıyan müslümanların araşma girmiş ve yerleşmiştir. Müslümanlardan bir kısmı
da onlar gibi inanır olmuşlardır.
Hasılı, «Sah günü yola çıkılmaz» ve benzeri sözler
îslâmî hiç bir gerekçesi olmıyan yanlış ifâdelerdir. Bu batıl ve bid'at
yanlışlıklara itibar etmek hiç bir mü'mine yakışmaz. Allah indinde günlerin
uğurlusu -uğursuzu yoktur. Her gün muhteremdir. Mü'minler de böyle olduğuna imân
ederler... [22]
157 — «Cenazelere Ve Diğer Vesilelerle Çelenk Göndermek.»
Her güzel ve doğrunun düşmanı olan hurafe ve bâtıl
inançlardan biri de çelenk ve çalı götürmek veya göndermek adetidir.
Çelenk adeti, bize yabancı, zararlı ve başka ümmetlere
benzeme girişimleri olarak sokulmuş, uzun zamandan beri sosyal ve dini bünyemizi
kemirip durmaktadır.
Cenazeleri, çelenklerle teşyi etmek hıristiyan
adet-lerindendir. Dikkat ediniz: Çelenk, hıristiyanlarm haç taşıma aracıdır.
Haç'ı çıplak taşımamak için onu süslemekte ve öylece mezara kadar
götürmektedirler.
Müslüman, ölen kardeşine, fatiha okur. Birçok
nıüslümanlarca bu yapılmıyor, ölen müslümana hıristiyanlarm haçı takdim
ediliyor, maalesef.
Ölüm ve ölüm ötesiyle ilgili hurafeler ve batıl inançlar
aldı başını gidiyor. Ölüm ve sonrası için he ses, ne gürültü, ne bando, ne
slogan, ne tekbir ve teh-lil... Sadece acele ve telâşsız, mükedder fakat vakur,
hayat kadar ölüme de razı bir havada ve fatihalarla ve sürekli ölümü düşünerek
yapılacak mütevazı bir merasim, ölene karşı son görevin yerine getirilmesi için
kâfidir. Ötesi bir yığın hurafe, boşuna yorgunluk ve masraftır. Hatta cenazeyi
rahatsız etmektir. Meselenin özü de budur...
[23]
158 — Tiksirene «Çok Yaşa» Demek.
Müslümanda İslâm kültürü, kâfirde küfür kültürü görmek
en tabii olaydır. Ancak, müslümanların ekseriyetinde İslâm kültüründen iz bile
görmek mümkün olmuyor. Aksine çoğunun küfür söz ve alâmetleri iftihar vesilesi
yaptığına şahit oluyoruz. Bunun misalleri çoktur.
Her sistemin biribirinden ayrı prensipleri vardır. Bu
prensiplerle sistem varlığını sürdürür. Kültüründen kopan millet zillete
mahkumdur.
Şunu demek istiyoruz: İnancımıza göre tiksiren birinin
ve onun bu halini duyan ve görenlerin söyli-yeceği sözler bellidir. Allah'ın
Rasûlünüa sünnetinde böyle pir hâl, şöyle yer almıştır:
«— Sizden biriniz aksırdiğı vakit «Elhamdülillah»
desin... Arkadaşları da -YerhamukaHah» diye mukabele etsinler. Aksıran da
Yehdikumulîahü ve yüslihu bâlcküm (Allah sizi hidâyette kılsın ve kalbinizi
islâh etsin diye cevap versin... (Buharı)
Aksırdıgı halde hamd etmeyene ve gayr-i müs-Hmlere
hiçbir karşılık verilmez. (Müslim - Ebu Davud -Tirmizi)
Vücud içinde, pislikten olan bir hastalık vardır. Bu
pislik ve hantallık aksırmakla dışarı atılır. İçerdeki buharlı gazın çıkmasıyla
vücut canlılık kazanır. Aksırık olmasa, içerdeki boğucu ve buharlı
gaz dışarı çıkamaz. İçerde çeşitli güçlüklere sebep olur.
Aksırık cidden şayan-ı şükran bir olaydır.
Hasılı, aksırık gi'bi çok önemli bir olay neticesinde
dalga geçerek «çok yaşa» demek yerine Allah'ın Rasûlü'nün sünnetinde ifadesini
bulan hamd ve dua cümlelerini söylemek müslünıanlığımızm gereklerinden
dinimizin de emirlerinden dir. Bu hâl üzere yaşıya-lım... [24]
159 -.Modası Geçti.»
Moda günümüz insanının çok önemli bir bölümünün ilâhı
durumundadır. İnsanımız bütün mesaisini moda için harcıyor. «Kadın - erkek
eşit»liği şarkıları, hep modanın rızası olsun için söylenir. Modacılar,
insanımızı mode değneğine takmış karagözler gibi oynatıyor. Modaya imân
edenler, modacılar aç dedikçe açılıyorlar. Onlar, namus tanımayın dedikleri için
de, moda ilâhı cemaatının ayini namussuzluğun icrası şeklinde tezahür
ediyor.
Cemiyetimizde, moda olduğu için açılıp saçılan, içki
içip, kumar oynayan, karısını-kızını satan, zina edip kendini dağıtanların
sayısı az mıdır? Bunlar hep moda belasıdır işte.
Nedir moda? Moda, sık sık değişen değiştikçe İslâm'dan
insanları uzaklaştıran bir hayat tarzıdır. Yeni moda mevcut modadan nüans
farklı ayrılıkla başlar, taklid ile yayılır, kısa zaman sonra da yenisi ile
ortadan kalkar. Moda, köksüz olan mevsimlik bitki gibidir. Çabucak yeşerir,
fakat kısa zaman sonra yok olur. Onun için eskiler: «En iyi taklid en kötü
orjinal-den bin beterdir» demişlerdir. Moda, temize kir bulaştırmaktır. Namusu,
başkalarının arzulan olduğu için namussuzlukla değişmektir. Şerefsizlerin,
iğrenç ellerine kendini terk etmektir. Bir şairimizin dediği gibi:
«En temize kirliyi katmaya çalıştılar,
Milleti vatan ile satmaya çalıştılar.
Her köşeden uzanan satılmış soysuz eller,
Bizi bizden koparıp atmaya çalıştılar.» [25]
Bu milleti bozmak için neler yapılmadı ki... Önce
Kur'an-i yasakladılar. Okumayı bırakınız evinde bulunduranları bile jandarma
dipçikleriyle sindirmeye çalıştılar. Müslümanlar, O'ndan kopmamak için Kur'-an'ı
hayvan pisliklerinin arasına gömdüler. Ahırlarda okudular, okuttular.
Muktezasmca yaşama mücâdelesi verdiler. Örtülerini teslim etmediler, örtünmeyi
bayraMaştırdılar. Boyunları pahasına dinden taviz vermediler. İslâm düşmanları
milletimizi zorla, baskıyla sindiremiyeceklerini, dindarlıklarını
bozamıya-caklarım anlayınca bu defa takdik değiştirdiler. Dediler ki, «Biz
müslümanları bütün baskılara rağmen bozamıyacağız. Bu iş baskı ile olmıyacağma
göre bundan sonra başta ezanın arapça okunmasına müsade edelim. Sonra da
Allah'ın Kur'an'da yasak ettiği bütün haramları serbest bırakalım. Onların
yaygınlaşması için öncülük edelim. Onları, moda haline getirelim. Zina
yaygmlaşsın. Önce genelev adı altında yerler açıp milleti zinaya alıştıralım.
Bunu sokaklara taşıralım. Genelevler, pavyonlar, barlar devamlı artırılsın.
Kadın evinden koparılsın. Bunları yapanlar ba-sm-yaym organları kurulup
alkışlansın. Onlar rağbet görsün. İçki-kumar devlet desteğiyle
yaygmlaştı-rılsın.
Şeref, namus, ar, haya tanımıyacak bir nesil
yetiştirilsin. Kadın - erkek eşitliği ortaya atılsın. Hırsızlık - arsızlık
yapanlar makam ve mevki ile taltif edilsin. En çabuk bozulanlar en yüksek
makamlara getirilsin...»
İşte böyle dediler ve dediklerini de yaptılar.
Kur'an'da yasak edilen ne kadar yasak varsa onları moda haline
getirdiler. Zanileri alkışladılar. Çocuklarını makam mevki sahibi ettiler.
Çıplaklık moda oldu. Ziiia moda oldu. Hırsızlık, şerefsizlik moda oldu. Yalan,
aldatmak ve edebsizlik moda oldu.
Böylece zulüm ve baskılarla bozulmayan millet «Camileri
açtık, gitme diyen mi var» teraneleriyle haramları yaymak onları moda haline
getirmek suretiyle bozdular. Yetiştirdikleri nesil, canavarlığının gereğini
yerine getirip analarını yemeğe başlayınca kuyruğu sıkışmış tilki misali ciyak
ciyak etmeğe başladılar. Anarşist dedikleri yavrularına mûslümanlık nutukları
içeren yazılar yazarak uçaklardan yalvarırcasına, attılar.
Dini yıkmak için daha neler yapmadılar neler...
Milletimizi yıllardır Avrupalı gibi olma özentisi içme sokup pısırıkîaştırdılar.
Onlardan gelen moda oldu. Sonra da hep, yarınlarımızın onlar gibi olmasını
istedik:
Onların sporuna özendik.
Onların modasına özendik.
Onlarm aile yapısına özendik.
Onların serbestliğine özendik.
Onların kapitalizmine özendik... Yine de onlar bizi
beğenmediler. Daha daha dediler. Bu defa onların karşısında sönıürülerek, boyun
bükerek ve el açarak kalakaldık. Şeyhül-îslâm Mustafa Sabri Efendi'nin dediği
gibi;
«Müslümanların inkirazını şiddetlendiren ve onların
yakalandıkları hastalıkların en sonuncusu Batı'yı taklid hastalığı!.. Şiddet ve
hasarda frengi hastalığı bile buna denk olamaz. îşin garib tarafı bu hastalık,
tedavi etmek istiyenlere bile farkına varmadan bulaştı.[26]
Elhamdülillah moda hastalığım alt edecek nesil oluştu.
Küffarıa telâşı işte bundandır. Şimdi bütün bunlara rağmen bizim görevimiz
şudur:
Batı ve bâtıla karşı onlar moda dahi olsa şuurlu bir
direniş içinde olmalıyız. Öyle olmalı ki, direnişimiz hergün daha bilinçli
olmalı, bu direniş daha inatla sürdürülmelidir.
Bugün TV seyretmiyeceğiz.
Coco-cola, pepsi-cola, viski şampanya yerine tney-va
suyu içeceğiz.
Amerikan pantolonu, İtalyan gömleği
giymiyece-ğiz.
Lükse sefaya dalmıyacağız.
Haaımlarımızı modanın piyonu, bu çirkinliğin ko bayı
yapmıyacağız.
Siyonizmin, kapitalizmin, sosyalizmin... güdümündeki
gazete, dergi ve diğer yayın organlarını okumayacağız..
İçki satılan dükkanlardan alış-veriş etmiyecek, içkili
lokantadan yemek yemiyeceğiz.
Meyhanelere, stadyumlara, tiyatrolara, gazinolâ- \ ra,
operalara... değil, mabetlere, kütüphanelere, ilim-irfan yuvalarına önem
vereceğiz.
Zinayı, içkiyi, kumarı, faizi meşrulaştıran hatta
millileştirei} (!) kuruluşlara karşı direnişe geçecek onlarla ilgimizi
keseceğiz.
İslâm'ın ölçülerine ve değerlerine karşı olan, uymayan
her şeye hergün biraz daha karşı koymaya devam edeceğiz...
Hasılı, moda rezaletinden İslâm nezahetine rücû
edeceğiz. Edelim ki, küffara yem olmıyalım. [27]
160__ «Medeni Kıyafet.»
Cumhuriyetin ilânından, bu yana olmak üzere son yıllarda
şiddetlenerek gündemlerde tutulan «Medeni kıyafet» lâfı ayyuka çıkarıldı. Okul
kitaplarından kitle iletişim araçlarına (televizyon, radyo, basın) varıncaya
kadar yıllardır hep bunun üzerinde duruldu ve hâlâ duruluyor; her halde bundan
sonra da du-rulmaya ^levanı edeceğe benziyor.
İshale tutulmuş gibi «Medeni kıyafet» hastalığına
yakalananlar bu milleti nelerinden etmediler ki? İlkokul beşinci sınıfta okuyan
oğlum Mustafa geçenlerde dersine çalışırken sinirli sinirli yanıma geldi.
Elindeki kitabı açarak önüme koydu.
— Bak baba şu resimlere, dedi. Baktım.
— Ne var bunlarda oğlum deyince, çocuk içini
döktü.
— Bak bu açıJk-saçık kadın medeni kıyafetli imiş. Bu
kapah giyinen kadının giyimi de çağdışı imiş. Öğretmen de bugün kapalı giyinen
kadınlara demedik bırakmadı. Sesimi çıkarmadım. Diyecektim ki: — Öğretmenim
sizin kıpkırmızı boyalı dudaklarınız medeni mi çağdışı mı? Sesimi
çıkarmadım...
Bu arada ben hep dinledim. O bitirince aramızda şu
.konuşma geçti:
— Oğlum! Sen inandın mı öğretmeninin
söylediklerine?
— Doğru değil ki, nesine inanayım baba? -— Öyle ise «it
ürür kervan yürür» dedim.
— O ne demek baba? dedi.
— Yani onlar ne söylerlerse söylesinler Allah dinini
yüceltecektir, deyince de :
— Ama arkadaşlarım bunlara söylendiği gibi
inanıyorlar! deyip düşünceye daldı.
İşte böyle 10 milyon civarındaki ilkokul çocukları bu
devletin temelini oluşturan örtüye düşman haline getiriliyor. Kim adına
yapılıyor bu? Tek dişi kalmış canavar olan batı ve «medeniyeti»
adına.
- Televizyonun ve gazetelerin marifeti, bu çöküntüyü
daha da artırarak kambur üzerine kambur yüklüyor. Buna rağmen bu milletin
ayakta durması, Allah'ın bu millete bir lütfü olsa gerek.
İnsanımızın en büyük talihsizliği batıya olan
Özen-tisidir. Bu bize öz kültürjimüzü inkara zorlamıştır. Bizi herşeyimizden
koparmıştır.
Emperyalist batı kültürüyle yukarıdaki misalde de
gösterdiğimiz gibi daha ilk tahsilinde insanımız di-, ninden örf ve
an'anelerinden kopuyor anasının örtüsüne düşman haline getiriliyor.
Kıyafet bir semboldür. Batı kafa yapısı içinde olan
toplumlarda kıyafet Allah'ın rızasını yansıtmaz, zenginlik ve parayı simgeler.
İslâmî toplumlarda ise kıyafet, o insanın İslâmî değer ve inanışlara ne derece
bağlı olduğunu simgeler.
İslâm'da insan bedenini sergilemek için giyinmez;
bedenini giyindirmek için giyinir. Elbise insanın vakarını koruyan bir kaledir.
Giyinmekten gaye nefsani arzuları uyandırmak ve kamçılamak değildir, Aksine
bu arzulan gemlemek ve azaltmak içindir. Onun İçin elbise
insanın ilk evidir. Bu evin Allah'ın Kur'an'ında tarifini verdiği ölçüler
içinde olması insan fıtratıma
gereğidir.
Giyim bir bayraktır. Nasıl ki milletler varlıklarını
bayraklarıyla ifade ederlerse, insanlar da kendi varlığını, kişiliğini, imâni
yaşayışlarını elbiseleriyle, örtüleriyle ortaya koyarlar.
Türk milleti tarihînin başlangıcından bu yana örtüyü
namus bilen bir millettir. Örtü anlayışı da Kuran'm tarifiai verdiği ölçüdür.
Bu ölçüye ters düşenler Kur'an'a ve bu milletin özüne ters
düşmüşlerdir.
Memleketimizde zaman zaman kargaları bile güldürecek
olaylara şahit olmaktayız, Misalleri çoktur; biz birini zikredelim: Türkiye'ye
batıdan zaman zaman gelen resmi-gayri resmi yabancı kadınların istisnasız
tamamı «Türkiye'yi görünceye kadar Türk kadınlarını peçeli zannettiklerini»
söylüyorlarmış. Sanı-nz Batılı kadın misafirler böylece küstah bir ifadede
bulunurken topraklarında misafireten bulundukları insanların din, örf ve
an'aneîerine bu denli küçümseyici nazarlar atfederlerken kendi hür iradelerine
göre hareket etmiyorlar. «— Türk kadınını nasıl buldunuz?» şeklinde
kendilerine bir sual çanağı tevcih edilince, onlar da gayr-i ihtiyari
kendilerine uzatılan okkaya tükürüveriyorlar...» [28]
Aşağılık duygusu denilen şey budur işte...
Bu milletin öz çocuklarının «medeni kıyafet» değil diye
başörtülü oldukları için okuma hakkını ellerinden alaa kafalar memleketimizde
söz sahibi olmuşlardır. Mahşerdeki hesaplaşmaya inanmayan bu zalimler kimin
hesabına çalışıyorlar? Bunu akh başında olan herkes biliyor ve bu zalimleri
tanıyor.
Hasılı, Kur'an'ın ölçüsünü, tarifini verdiği örtüyü
itibar edilir görmeyip batının giyim tarzını ideal bulan ve bunu «medeni
kıyafet» diye tanımlayanlar Allah'ı yalanladıklarından dolayı kâfirdirler. Bize
gelince... Biz bu devletin temelini oluşturan, Kurtuluş Savaşını kazandıran
tesettürün devamını istiyoruz. Bunun için kanımızın son damlasına kadar
Kur'an'ın biçtiği örtüyü savunacağız... O örtünün içinde iftiharla
yaşayacağız.. [29].
161 — «Seri - Medeni.»
Son zamanlarda bazı müesseseler tartışılırken bunlar
özellikle iki kısma ayrılmaktadır. Bu iki parçadan bir tanesi hakir, işe
yaramaz, insanlar için ayak bağı yani kaka öbürü de cici olarak tanıtılmaktadır.
Şerl-medeni diye yapılan bu ayırımdan Şer'iden kasıt İslâm ve müesseseleri,
medeni'den kasıt batı kapitalizmi ve bu görüş doğrultusunda oluşturulan
müesseseler anlatılmaktadır, anlaşılmaktadır.
Bir müslüman için böyle bir ayırım katiyyen mümkün
değildir. Meselâ, «mahkemeleri şer'i ve medeni diye ikiye ayırmak kat'iyyen
İslâm ile bağdaşmaz. Din ile devlet işleri birlikte yürütüldüğü müddetçe
ayrılması şöyle dursun, böyle bir şeyi düşünmek bile ürperti vericidir.
Mahkemeler sadece İslâm ilö hükmeden tek bir kuruluştur. Sadece bu değil, İslâm
hiçbir müessesenin kendinden koparılmasına razı olamaz.» [30]
Halkın ve devlet erkânının ağzından sık sık du-_._
yarız: «Şer'i nikah-medeni nikah», «Dini kıyafet medeni kıyafet»... vs. gibi
ayırımlar. «Dini ve Şer'i»den kasıt Allah'ın son din olarak vahyettiği İslâm
Dini'dir. «Medenimden kasıt batı kapitalist, materyalist sistemler adı altında
«insanların ortaya koyduğu hükümlerdir. Bu sözü söyliyenler Allah'ın dininde
beyan ettiği hükümleri bu zamanda yaşamaya, tatbik etmeğe değer bulmama
kastıyla söylerler. Onlara göre, «Şeriatın hükümleri bu zamanda tatbik edilemez.
Şeriat insanların ihtiyaçlarını karşılayacak güçte değildir. Onlar eski zaman
kanunlarıdır. Medeni'den kasıt ise insanîdir, yaşanacak ve yaşatılacak olan
hayat düzenidir...» vs. İşte bunlar kâfirlerdir, zalimlerdir, fasıklardır,
sapıklardır. Bunların yeri ebedi cehennemdir. [31]
Müslümanların yönetimlere talip olmaması veya uzun
zamandır bu tavırda olmaları sebebiyle dünyanın idaresi bu zalimlerin
tekelindedir.
Bize göre, biz müesseseleri şer'i-medeni diye
ayıramayız. Böyle bir şeyi düşünmek bize ürperti vericidir. Zira İslâm hiç bir
müessesenin kendisinden koparılmasına razı olmaz. 15 asır önce vahyedilen din
dünyanın sonuna kadar başka bir ifade ile kıyamet sabahına kadar tazeliğinden,
güzelliğinden, letafetinden bir şey kaybetmiyecektir. İnsanlık ancak o nizama
bağlanmakta medeni, ondan kopmak veya dışlanmakla vahşileşir. Buna rağmen
bazıları, İslâm'dan ayrı hayâta medeniyet diyorlar; bu medeniyet tek dişi
kalmış canavar değil midir?
Hasılı, insan İslâm'dan ayrı düşünülemez. «Şer'i Medeni»
ayırımı İslâm'a göre kat'iyyen caiz değildir. Bunun için de insan tabiatına
aykırıdır... Şer'i olan medeni, şer'i olmayan vahşidir.
Cenab~ı HaUk Kur'an-ı Hakim'de meâlen buyuruyor ki
.-
«...Müminlerin, Allah'tan başka ne dostları, ne de
aracıları yoktur...»
(En'am Sûresi, Âyet; 51)
«Allah sizin düşmanlarınızı daha iyi bilir. Dost
olarak Allah yeter. Yardımcı olarak da Allah yeter.» (Nisa Sûresi,
Âyet: 45) [32]
162 — «Türk'ün Türk'ten Gayri Dostu Yoktur.»
«Türk'ün Türk'ten gayri dostu yoktur» sözünü inancımız
süzgecinden geçireceğiz. Kur'an ve sünnet ölçüleriyle
değerlendireceğiz.
«Türk'ün Türk'ten gayri dostu yoktur» sözü inancımıza
ters bir ifadedir. Zira bu sözde Allah (c.c.)'yü dost kabul etmeme vardır.
Müslümanın en büyük dostu Allah ve Rasûlüdür. Allah ve Rasûlüne dost
olamı-yanlar dünyanın en bedbahtlarıdır. Böylelerinin dünya ve ahireti
yıkılmıştır.
Dinimizde müslüman müslümanın dostu yardımcısı,
destekçisi... olarak tanıtılmıştır. «Türk'ün Türk'ten gayri dostu yoktur» sözü
müslümam müslüman-; dan koparmak için uydurulmuştur. Aynı zamanda bu sözde
ırkçılık illeti vardır. Irkçılık dinimizde kesinlikle yasaklanmıştır. Yüce
Peygamberimiz Veda Hacc'-mdaki hutbelerinde: Soy sop üstünlüğünü ve
kavmiyetçiliği ayaklar altına aldığını, buyurmuştur.
Emperyalizmin baş temsilci yahudiler, halkı müslüman
ülkelerde kavmiyetçilik mikrobunu yayarak bu olanla o ülkeyi ve insanlarını
bölmeye çalışmaktadırlar.
Kavmiyetçilik belâsı temelde tevhid inancım parçalayıp
dağıtmaktır. Kudüs'ün Yahudinin eline geçmesi kavmiyetçilik belasından sonra
olmuştur. Irkçılık, toplumları İslâm'dan ayırıp sömürü sistemlere kul-köle
yapmak için ortaya atılmış bir şeytan oyunudur.
Kavmiyetçilik, soy-sop üstünlüğünü
savunmak,
kendi ırkından olrnıyanları hakir görmek demektir. Allah
tc.c.) insanları kavim kavim yaratmıştır. Sırf biribirleriyle tanışıp, anlaşıp
uyuşsunlar diye... [33]
Bir insan kurt olmakla suçlanamaz; ancak, kürtçü olursa bu davranışı affedilmez
bir suçtur. Türk olabilir, ama Türk'çü olamaz. Çünkü İslâm kavmiyetçiliği red
eder. Zira, ırkçılık İslâm'ın birlik çağrısına karşıdır.
«Allah'ın ipine topluca birlikte sarılın...» «Allah
sizden cahüiyet kibrini, soy ile övünmeyi kaldırmıştır.» emirleri ırkçılığı
yıkmıştır. «Allah indinde biribirinizin üstünlüğü ancak takva iledir,»
emri insanlar arasındaki imtiyazı kaldırmıştır.
İslâm'a göre yeryüzünde Hz, Âdem'den zamanımıza kadar
iki millet olagelmiştir.
1 - Tevhid
akidesine bağlı -İslâm milleti.
2 - Tevhid
akidesini kabul etmeyen küfür milleti. [34]
Komünist ve materyalist sistemlerin ortaya attığı
çeşitli şekil ve şiddetteki zulümler, ileri sürdükleri fikir rengi, deri rengi
ve inanç rengi ırkcılıklarıyla tahakkümlerini daha da şiddetlendirmektedirler.
Zalimler bir ülkede okuduğun kitabı, yazdığın yazıyı, konuştuğun dili,
giydiğin kıyafeti, yaptığın ibâdeti,,, bahane eder ve zulmeder. Bütün bunlar
hep ırkçılık be-lâsmdandır.
E'bu Malik el-Eş'ari (r.a.)'den rivayet ediliyor.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz buyurdu ki:
Cehalet devrine ait olan şu dört hususu ümmetimin
bırakması gerekir:
1- Soy ve
asalet ile övünmek (ırkçılık),
2 -
Başkalarının soyunu küçümsemek,
3 - Yağışları
yıldızlardan bilmek,
4 - Cenaze
arkasından ağıt tutmak.» [35]
Hasılı, «Türk'ün Türk'ten gayri dostu yoktur» sözü : a — Allah ve Rasûlünü dost
kabul etmemek,
b -
MüslÖmanlann arasına ırkçılık hastalığı sokmak... vs. gibi sebeplerden dolayı
yanlış bir ifadedir. Yahudinin maksatlı bir plânıdır. Müslümanları parçalamak
gayesiyle ortaya atılmış bir nifak tohumudur. Bu açıdan böyle sözleri
reddediyoruz... Ve diyoruz ki:
Müslümanın dostu ancak Allah (c.c.) ve müslü-mandır. [36]
Müslüman müslümanın elinden tutacaktır. Onu, maddi ve mânevi varlığıyla her
zaman ve her hal-u kârda destekleyecektir. Sözün özü: Müslümanın, Allah ve
müslümanlardan başka dostu yoktur. [37]
163 — «Sen Benim Düşmanımsın.»
Bir müslümana «düşmammsın» demek çok ağır bir ithamdır.
Müslümana düşman, ancak kâfirler olun Böyle bir niyetle söylendiği zaman, eğer
muhatap olan kâfir durumunda değilse, söyliyen kâfir olur, yani küfür işlemiş
kadar günahkâr olur. Böylelerinin kurtuluşu ancak tevbe etmeleriyle
mümkündür.
Hz. Kays'tan rivayet edildiğine göre Abdullah ibni
Mes'ud (r.a.) şöyle buyurdu:
Bir adanı arkadaşına, sen benim düşmanımsm, dediği
zaman, bunlardan biri İslâm'dan çıkmıştır, ya-hud arkadaşından
ayrılmıştır.
Kays demiştir ki:
— Bundan sonra Ebu Cuheyfe, Abdullah'ın şöyle dediğini
bana haber verdi:
— Bu dargınlardan tevbe eden müstesnadır, o
kurtulmuştur. [38]
Kur'an-ı Kerim'de bu konuya defalarca dikkat
çekilmiştir: «Sizin en açık düşmanınız şeytandır» [39]
ve onun yolundan gidenlerdir.
Herkes dostunu-düşmanm.ı tesbit ederken dinin ölçüsünü
kulak ardı etmemelidir. [40]
164 — «İfrid Oldum.»
İnsanların ağızlarından çokça çıkan sözlerden biri de
sevmedikleri kişilerin konuşmaları hareketleri veya bir başkasının hoşlanılmayan
söz ve davranışlarını duyup gördükten sonra «ifrid oldum» sözüdür. Yani «O
konuştukça ben ifrid oldum» veya «öyle yaptıkça ben ifrîd oldum» sözünü çok sık
duyarız. Bu sözün mahiyeti nedir? Bunu bilmeye ihtiyaç vardır.
Biz kısaca izaha çalışalım :
Cinlerin dereceleri vardır. Bunların kâfirlerine şeytan,
mü'mmlerine cin denir. Yani cinlerin habis olanlarına şeytan denir. Şeytanın
kötülüğü bir derece artarsa bu şeytan marid, daha artarsa ifrid adı veri-Ür. [41]
Kısacası ifrid şeytanın isimlerinden biridir.
Bir insan her ne vesilesi ile olursa olsun «ifrid
oldum», «ifrid oluyorum» derse şeytan oldum veya şeytan oluyorum, demiş
olmaktadır. Bilindiği gibi şeytan mahlukatm eti şeriri cehennemin demirbaşıdır.
Allah ona lanet etmiş huzurundan kovmuştur. Bir insanın kendisini buna
benzetmesi ben şeytan oldum demesi kadar ahmaklık düşünülemez. Bunlar ya
mahiyetlerini bilmiyeoler ya da kâfirlerdir.
Hasılı, ifrid şeytanın sıfatlarından biridir, Aklı
başında hiçbir mü'minin kendini bu sıfata sokması düşünülemez. [42]
165 — Adama;
«— Tevbe et, böyle yapma», dendiğinde. D: «— Benim ne
günahım var ki...» derse
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.î Efendimizin «Ben günde 70 defa
tevbe ediyorum» dediği sabittir. Bazı hadislerde bu rakam daha da fazladır.
Peygamberler günah işlemekten masumdurlar. Böyle olduğu halde tevbe ederlerse
ya bizler günde ne kadar tevbe etmeliyiz?
Günah galerisi haline gelen bir cemiyette yaşıyoruz.
İstesek de istemesek de bu galerinin içinde biz de varız. Öyle ise çok tevbe
etmeye ihtiyacımız var. Bu ihtiyacı hissetmemek ahmaklığın ta
kendisidir.
«Benim ne günahım var ki tevbe edeyim», diyenlerin, bu
sözü, onların günahı küçümsediklerinin, unuttuklarının ve Allah'ı
unuttuklarının ifadesidir. Âyetlerde beyan edildiği üzere bunlar da ahirette
lâyık oldukları akıbete maruz kalacaklardır.
Hiçbirimiz günahları küçümsemeden bilerek veya
bilmiyerek yaptıklarımızdan, dolayı tevbe etmeyi ihmal etmiyelim. Tevbe Allah'ın
lütuf kapılarından biridir. Bu kapıdan faydalanmasını bilelim. Zira dünya ve
ahiret saadetimiz Allah'ın rahmetinden faydalanmamıza bağlıdır. [43]
166__ «Müzik Ruhun Gıdasıdır.»
Müziğin birkaç amacı vardır :
1 -
Eğlendirici,
2 -
Düşündürücü,
3 -
Dinlendirici,
4-
Eğitici...
Musikide bu gayeleri çok iyi tesbit etmek lâzımdır.
Aksi halde günahtan kurtulmak mümkün almaz! Zamanımızda çalınan çalgılar,
söylenilen şarkı ve türküler:
a- Cinsi
tahrikleri meydana getirdiğinden,
b - İçki -
kumar gibi dinen haram olan diğer şeylere de teşvik ettiğinden,
c- Kadınlı
erkekli meclislerin meydana getirilmesine sebep olduğundan,
d - Na-mahrem
kimselerin sesinin dinlenilmesine, vesile olduğundan haramdır.
Zamanımızda en yaygın sözlerden biri de «Müzik ruhun
gıdasıdır» ifadesidir. Eğer musikide dinsizlik, ahlâksızlık, hayâsızlık kokusu
varsa o musikiden alınan gıda insanı şeytana arkadaş yapar. Ruhunu
gıda-îandırmak isteyen her türlü aranılan gıdayı bünyesinde toplayan İslâm'a
sarılsın. Onun prensipleri insan için hayati gıdadır. O gıdadan mahrum vücutlar
bir canavardır.
Okullarda musiki dersi vardır. Bu dersler «Müzik ruhun
gıdasızdır doğrultusunda verilir. Körpe yavrular da sözle uyuşturulup küfür
denilen zehir zerk edilerek canavarlaştırılır. Yıllar yılı böyle olagelmiştir.
İşte şimdi yıllardır gıda olarak verilen müzik gençleri ele-avuca sığmaz,
din-imân tanımaz hale getirmiştir. Bir ellerinde bomba bir ellerinde silah
soygunlar, darblar, öldürmeler meme verenlerin canına kasteder oldular. Demek
ki, gençliğe verdikleri ruhun gıdası değil, insani yaşayışa engel zehir imiş.
Ama ne zehir imiş...
Ama ne yazık ki, yine ders alamıyorlar. Basiretleri
bağlanmış, idrakleri, izanları körelmiş. Vicdanları kazınmış sanki. Çatlak
sesleri ahenk veren müzik zannedenler devlet imkânlarını yine bu yolda
kullanıyorlar. Örevizyon yaygarası fakir-fukaranın vergileriyle ayakta
tutuluyor. TRT aynı havadan çalıyor. Sanki Avrupa yayın kuruluşu
'gibi, Nadanlar bilmiyorlar ki; Kâinattaki ahenk, kulakları
dolduran, ruhu gıdâlandıran gerçek müziktir. Kulakları 'bu sese ayarlı
olmıyanlar çatlak sesleri ahenk veren müzik zannediyorlar.
Amerika'nın zorla başaramadığı el atamadığı ülkeleri
içten çökertme işini Amerikan caz ve pop müziği ile başarmıştır. Nota bilmez,
müziğin M'sinden habersiz, eşekler gibi tepinen, vücudunu teşhir eden,
kasıklarım açıp kapayan, çift cinselliği savunanlar ve beynelminel fahişelik
sıfatı taşıyanlar... Sanatkâr olarak bu millete empoze edilmiştir,
edilmektedir.'TRT bunun seferberi halinde varlığını sürdürmektedir.
Bugün TRT'den yayınlanan, bant haline getirilip müzik
diye çalınıp söylenilenleri Müslüman kadın ve erkeklerin dinlemesi kesinlikle
haramdır. Çünkü insanımızı dinen haram olan şeylere teşvik ediyor. Onları
devamlı dinleyen kadın kocasına karılık, çocuğuna analık yapamaz. Erkek
karısına kocalık çocuklarina babalık yapamaz. Erkek-kız çocuklar itaatkârsız
olur, âsileşir, şehvetperestleşip şehvet manyağı haline gelir. Akla-hayale
gelmez ahlâksızlıklar cemiyeti çekilmez hâle getirir.
Bu cemiyette evin reisi durumunda olanlar çok tedbirli
olmaya mecburdurlar. Onlar kendilerini kap-tırırsa aile dejenere olur.
Şeyhülislâm Mustafa Sab-ri Efendinin dediği gifr:
«Evin büyüğü def çalmaya heves ederse, ev halkının huyu
da raksetmek olur.»
Zamanımızda empoze edilen müzik denilen şey
uyuşturucudur, hisleri Tahrik edicidir, aşkı suistima-le müsaittir. Onun için
meşgul olmak caiz değildir...
İmamı Gazali Hazreıleri beş yerde şarkı-türkü haramdır
diyor:
1 - Mahrem
olmıyaa sesi dinlemekle cinsi te-heyyüç meydana gelecek olan kadın veya
erkeğin dinlenmesi.
2 -İsraf ve
şımardığı gösteren, meşru olmıyan bir işe vesile olan (dans...vs. gibi)
çalgılar.
3 - Fuhşa dair
olsa, Allah'a, Rasûlüne ve As-hab-ı Kiram'a yalan isnad eden veya bariz kadın
tasvirleri yapan şiir, şarki ve türküler.
4 - Dinleyici
pek genç, şehvetine ve nefsine mağlup, dinlediği şeyler kendisini meşru
olmıyana sevk edecek bir seviyede bir kimse ise böylesinin dinlemesi de
haramdır.
5 - Dinleyici
avamdan birisi ise ve dinlediği şey kendinde müsbet veya üienfi bir tesir icra
etmez, fakat devamlı şekilde bununla meşgul olup vakitlerini boşa harcarsa yine
yasaktır. (îhya, C/2, Sn: 268 Vd.)
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz: «Güzel ses Kur'ân
tilâveti için bir zinettir. Seslerinizi Kur'an'm. güzel davetiyle
zinetiendiriniz» buyurmaktadır. Böyle hayırlı bir hizmet dururken insanları
meşru olmayana sevk eden hareketlerde bulunmak en hafif tabiri ile ahmaklık
değil de nedir ki?
Hasılı, «Müzik ruhun gıdasıdır» yalanı üe Üm-met-i
Muhammedln imânına kastedilen bir asırda yaşıyoruz. Bu yolla insanımız iğfal
ediliyor. Sokaklarımız, caddelerimiz haram ses ve çalgılarla işgal edil-miş.
Evlerimizin en üst köşeleri bu haramların neşre-dildiği aletlerle
doldurulmuştur. TRT'yi dinlemek için ar damarın çatlaması gerek. En beynelminel
fahişeler sanatkâr olarak enpoze ediliyor. Ve Bunlar «Müzik ruhun gıdasıdır»
diye dinlenmeye mecbur tutuluyor. Bu müzik ruhun gıdası değil ruhun
tehiridir.
Demek ki, müzik denilen şey «şehveti tahrik ederse,
meşru olmayana sevk ederse, bir zalimi överse, bir kadım överse haramdır.
Çalgılı âletler olursa mutlaka caiz değildir.^ (el-Mühezzeb. C/2. Sh : 328. H.
Gönenç. Fetvalar. C/l. Sh : 235.) [44]
167 — «Cemiyet Bozuk, Ben Mi Düzelteceğim Bana Ne.»
Bana ne sözünü kâmil bir mü'minin söylemesi dü"
şünülemez. Çünkü, böyle bir söz ve davranış İslâmî düşünceye
aykırıdır,
Müslümanlar, günümüz şartlarında, aşılmaz engeller gibi
görünen zorlukların aşılmasını sadece kendi kapasiteleriyle giderileceğini
düşünmedikleri için, Allah'ın yardımından hiçbir zaman şüpheye düşmezler.
Müslüman olarak, dünyanın çekilip çevirilmesin-den ne kendilerini ne de bir
başka kulu yetkili görmezler. Bunun için tevhid akidesine bağlı olanlar tarih
boyu her an dinamik, canlı ve kuvvetli kalabilmişlerdir.
Hayırlı söz ve davranışları yerine getirmek icab
ettiğinde «"bana kadar yok mu? Ben mi düzelteceğim» gibi lâflar etmek katiyyen
uygun değildir. Bu tür düşünceler bir yanıyla o belâları, yozlaşmaları haklı
saymak, hem de Allah'ın rahmetini umursamamaktır. Bu doğrudan doğruya bir çeşit
sapıklıktır.
Bazıları diyorlar ki: «Bu insanlar artık yoldan çıkmış.
Bu -peirtfyete doğruyu kabul ettirmek mümkün değildir. Bir kaç kişinin
çalışmasıyla bunlar düzelmez...» bu bir yanıyla küfürdür. Allah'tan ümid
kesnıektir. Kur'an ifadesiyle «AHah'tan ümid kesenler ancak
kâfirlerdir.»
Hasılı, mü'minler, şartlar ne olursa olsun doğru bir
davranışı yerine getirmek söz konusu olduğunda «Bana ne ben mi düzelteceğim»
düşüncesiyle o hayırlı davranıştan vaz geçemezler. Çünkü böyle bir davranış
bir bakıma o belâları, yozlaşmaları haklı saymak, hem de Allah'ın rahmetini
umursamamaktır. Bunun neticesi de küfürdür. [45]
168__ «Gemisini Kurtaran Kaptan.»
«Gemisini kurtaran kaptan» cümlesi düşmanlarımızla
aramıza soktukları maksatlı sözlerden biridir. Tevhid akidesini tanımayan
felsefelerden birinin aksıdır.
Ne yazık ki bu söz «ata sözü» haline getirilerek
devletin yayınladığı kitaplara kadar sokulmuştur. Millî Eğitim Bakanlığı'nm
yayınladığı kitapta bu söz resmedilmiştir,
«Gemisini kurtaran kaptan» sözü bir yahudi
uydurmasıdır. Zira insanları bencilliğe, başkalarını hor-feakir görmeğe sevk
etmektedir. Yahudinin felsefesinde bu normaldir; hatta gereklidir. Bu sözün
İslâm'da zerre kadar yeri yoktur. Merduttur. Böyle bir felsefeye yaklaşanlar
büyük bir yanılgı içindedirler.
Bu cemiyette yaşıyan müslümanlar! Düşününüz : Bu
cemiyette hangi müslüman gemisini kurtarabilir. Misalleriyle izaha çalışalım.
Diyelim ki, siz ticaret yapıyorsunuz. Çok titizsiniz. Müslümanca hareket
etmeğe çalışıyorsunuz. Karşınızdaki buna riayet etmiyorsa sizi dürüstlüğünüz
neye yarar. Ticaret en az iki kişi ile olur. Satan ve alan: Bunlardan biri
düzenbaz olursa, siz nasıl geminizi kurtarabilirsiniz?
Bir yol düşünün binlerce vasıta gelip gidiyor. Bu
vasıtalardan birinin şoförü çok dikkatli. Trafiğin bütün kaidelerine riayet
ediyor. Kaza yapmamak için büyük bir dikkat sarf ediyor. Fakat karşıdan gelen
vasıtanın şoförü hiçbir kaide tanımıyor. İstediği gibi yolda gidiyor. Dikkatli
şoförün dikkati neye yarar. Bu şoför vasıtasının, nasıl koruyacak, nasıl
kurtaracak.
Sokağa çıkan kim olursa olsun günaha dalmadan geriye
dönmesi mümkün değil. Sokağa çıktığın anda kadın bucTuyla karşı karşıyasm. Bizi
günaha sokan bu karılar bu memleketin insanları. Beş on bin tane Rus, Amerikan,
Alman... kadını gelip bizi güna-iıa sokuyor değil, bu memleketin kadını bunlar.
Kur-tarabilirmism günah deryasından kendini.
Çarkçı görevini yerine getirmiyorsa, tayfalar anarşi
çıkarıyorsa, kaptan, kaptanlığını nasıl yerine getirecek? Kaptan tayfası ile
kaptandır.
Müslümanlık tek başına nasıl yaşanacak? Hangi gemiyi
nasıl kurtaracaksın? Peygamber (s.a.v. Efendimiz «Müslümanlar bir bedenin
azaları gibidir. Bu azalardan biri rahatsız olunca bütün beden nasıl rahatsız
olursa onlardan birinin derdiyle bütün mü'min-ler acı duyar.»
buyurmuştur,
Hasılı, «Gemisini kurtaran kaptan» sözü biz
müs-lümanlarm bedenine uymayan, düşmanlar tarafından aramıza sokulan bâtıl bir
sözdür. Müslüman atalarımızın sözleri ile alâkası da yoktur. Zira, «Gemisini
kurtaran kaptan» slogonuna göre hareket edenlerden bu güne kadar kurtulan
olmadığı gibi bundan sonra da olmıyacaktır. [46]
169 — «Her Koyun Kendi Bacağından Asılır. (Hz. Muhammed S.A.V.)
Yıllarca bu memlekette, yapılan ibâdetlerin faydasının
ferdi olduğu telkin edilmiştir. Bu anlatılırken de «herkes kendi bacağından
asılır» ifadesi basamak edildi. Kasıtlı olarak ibâdetin bu yönü telkin edildi.
Madolyonun öbür tarafı çevirilmedi.
Oysa, ibâdetin, sevabı yapanadır fakat faydası
toplumadır. Onun için herkes aynı ibâdeti yapmakla mükellef tutulmuştur.
İbâdetin toplumsal faydası anlaşılmalı ve çok iyi anlatılmalıdır.
Halk arasında çok söylenen sözlerden biri de «Keçiyi
keçi bacağından, koyunu da koyun bacağından asarlar.» sözüdür. Bu sözün aslı
başlık olarak verdiğimiz «Her koyun kendi bacağından asılır» Hadis-i
Şerifidir. (Keşfu'1-Hafa : C/2-126) Bu ifade ilk anda değişik bir ifade gibi
görülüyorsa da aslı, mânâsı uygundur. Eğer bu sözü, nemelâzımcılık, banane,
gemisini kurtaran kaptan gibi sözlerle karıştırırsak içinden çıkamayız. Ancak,
şu âyet mealleri bu hadisin mahiyetini ortaya koyar :
«Bir suçtan ancak, o suçu işleyen mes'uîdür. Kimse
kimsenin cezasını çekmez.» (Bakara: 286, En'am : 164)
«Hiç bir kimsenin diğer biri yerine ceza görmi-yeceği
bir günden korkunuz.» (Bakara : 48 -123.)
«Deki Bizim günahımızdan siz mes'ul olmıyacak- Sizin
yaptığınızdan da biz sorumlu tutulmıya-cağız---» (Set»e: 25, Bakara:
134)
Hasılı, «Her koyun kendi bacağından asılır» (K. Ha-fa,
C/2-126) «Herkes ektiğini biçer.» (K. Hafa, C/2-124) Hadis-i Serilerini
kastedilen mânâsı dışında kullanmak ve yorumlamak; kullanan ve yorumlayanların
cehaletini ortaya koyar. Cehalet gemisi bineni ancak Cehenneme götürür. Cennet
ise muttakiler ıçın-dir. [47]
170_ «Nemelâzım.»
Bir müslümanın etrafındaki olaylara ilgisiz kalıp «Bana
ne, benimle ilgisi yok, nemelazım, bana dokunmayan yılan kırk yıl yaşasın»
demesi düşünülemez. Böyle bir felsefeye kendini kaptıran kişi şayet müs-lümanim
diyorsa o kişinin imânı kâmil değil son de-. rece zayıf demektir.
Her olay müslümanı enterese eder. Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz :
«Sizden biriniz bir kötülük görürse onu eliyle
düzeltsin, eliyle düzeltemezse sözle düzeltsin, söz ile de düzeltemiyorsa
kalben buğz etsin. Ancak bu sonuncusu imânın en zayıf hâlidir» buyurmuştur.
Buğz etmek bile imânın en zayıf hâli olduğuna göre ya olaylara «nemelazım»
diyenlerin durumu nicedir.
«Doğuda bir müslümanın ayağına batan diken batıdaki
mü'minin kalbini ağrıtmıyorsa o mü'min kâmil imâna sahip değildir» hadis-i
şerifi üzerinde olaylara «nemelâzım» diyenler uzun uzun düşünmeye
mecburdurlar.
Mü'min, her olaydan sorumlu tutulacaktır. Ancak, bu
sorumluluktan üzerine düşeni ifa edenler kurtulabileceklerdir. Bugün dünyanın
dört bucağında müslümanlar zulme maruz bırakılırken, İslâm ayaklar altında
çiğnenirken bir müslümanın yatağında rahat uyuması, çayını zevkle yudumlaması o
kişinin Al-îah'a değil nefsine kulluğunun ifadesidir.
Her müslüman çevresinde yapılan her zinadaa, oynanan her
kumardan, içilen her içkiden, insanların tesettürsüzlüğünden, İslâm'ın
emirlerinin geçersiz hâle getirilmişliğinden nefislere tapınmadan... hesap
vermedikçe mahşer yerinden ayrılamayacaktır. Ancak, Hakk'ın hakimiyeti için mal
ve canını bu yolda kullananlar bu hesaplaşmada yüzleri ak olacaktır.
Öyle bir hesaba çekileceğiz ki: O hesap gününde
çevremizdeki kâfir bizi Allah'a şikâyet edecektir. Diyecek ki.- «Ya Rabbi! Ben
bu müslümandan şikâyetçiyim. Dünyadaki haliyle bana örnek olmadı. Benim gibi
yaşadı. Beni ikaz etmedi. İkimiz arasında fark yoktu. İslâm'ı yaşasaydı ben
ondaki güzelliği görerek müslüman olurdum...» diyecek. Mazereti kabul
edilmemesine rağmen nemelazım diyen müslümanın hali kâfirin şikâyetine sebep
olacaktır.
Hasılı, «nemelazım» felsefesi müslümanın takip ettiği
yol değil, cehenneme götürücü iğrenç bir vurdumduymazlıktır. [48]
171 — «Doğru Olan Zengin Olmaz.»
172 — «Doğru Söyliyen Bir Sen Mi Kaldın?»
Yalan-yaniış söylenen sözler cemiyette prensip haline
gelirse, muttakilere o cemiyette öcü gibi bakılır. Rasûİüllah (s.a.v.) asırlar
öncesinde haber vermiştir: «Öyle bir zaman gelecek ki, imân ve onun icablarım
yerine getirmek ateşten kor haline gelecek...» Allah-u âlem işte o zamandayız.
Allah'ın inâyetiyle muttakiler bu koru elleri yansa da ellerinden atmıyacakl
ardır.
«Doğru olan zengin olmaz» diyorlar. Ne demek bu? Hz. Ebu
Bekir (r.a.), Hz. Osman (r.a.), Hz. Hatice (r. aoıhe), Hz. İmam Ebu Hanife
Rahmetullahi Aleyh,., nasıl zengin oldular? Haşa, onlar doğru değiller miydi?
Onlar için Haram-helâl tanımazlardı, denilebilir mi? Bunların hiçbirine yalancı,
helâl-haram tanımaz denilemez. Ufak özürlü bir kumaşı ortağının dalgınlıkla,
satmasından dolayı servetini fakir-fu karaya da-ğıtan Ebu Hanife içki kim ne
diyebilir?
Cenab-ı Hakk (c.c.) dünya ve ahiretin saadetinin
sebeplerinden birinin de dosdoğru olmak olduğunu haber vermiştir. Hûd
süresindeki:
( = Emrolunduğun gifcil doğru-dürüst ol) âyeti nazil
olduğu zaman, İba-i Abbas (r.a) : «Kur'an'da bundan daha şiddetli bir âyet nazil
olmadı» demişti.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) : «Allah'a imân ettim, de; sonra
dostdoğru ol» buyurmuştur. Bu hadis, İslâm'ın itikat, söz ve amel ile ilgili
bütün esaslarını iki kelime üzerinde toplamıştır. Allah'a imân vahiy nizamına
inanmaktır. İstikamet de,, kitap ve sünnetle emrolu-nan şeyleri yerine getirmek
din ile dünyayı ayırmamaktır. İnsanı hakikate ulaştıracak yol dinin emrettiği
istikamettir. Kendi menfaatlerine, yahut Allah'tan başka herhangi bir şeye
tapman ve böylece nevasını ilah edinen insanlar.için hakiki istikamet yoktur ve
olamaz. Bunlar için doğruluk enayiliktir. Ama bir türlü kendi enayiliklerini
anlıyamazlar. Çünkü idrakleri yoktur.. .
Medeniyet ilerledikçe, hayati ihtiyaçlar çoğalır; o
nisbette de insani hak ve vazifeler artar. Bu yüzden çalışma ve didinmeler bazen
kavgaya, dostluklar ayrılığa düşebilir. Hak, ihmal edilerek gönüllerde ve
irâdelerde nefsani arzular galebe edebilir. Yalan, aldatmak, istibdat ve
tahakküm gibi meşru olmayan her vasıtaya baş vurmak en kısa ve en doğru yol
sayılır. Hattâ bilginin çokluğu bunu kolaylaştırır. Böyle bir zamanda istikamet
üzere dosdoğru olarak yürümek güçlük arzeder. Yanlış yol ile cemiyet yıkılışa
gider. Böyle bir zamanda ve muhitte doğruluktan ayrılmrya-rak eğrilere galip
gelmek bir vazife olursa, bunu yapmak, şüphe yök ki, yüz kerre şehid olmağa
azmetmek kadar güçlük gösterir.
«Ümmetimin ahlakı bozulduğu bir zamanda benim
sünnetimle amel eden, fazilet ve doğruluktan ayrılmayan kimse için yüz şehid
ecri vardır.» buyuran Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bu güçlük derecesini beliğ
bir şekilde ifade etmiştir. ^İstikamet bin kerametten hayırlıdır» denilmesi de
bunun içindir. Bunu kolaylaştıran Allah'ın birliğine kuvvetli bir imân ile
kanaat etmektir. Dinin bütün ahkâmı da bu doğru yolun plânlarını ihtiva
eder.
Diyarbakırlı Said Paşa diyor ki:
«Sen usandırma eli, el de usandırmaz seni, Hilekârlık
eyleme, kimse dolandırmaz seni... Desti a'dâdan soğuk su içme, kandırmaz seni.
Korkma düşmandan ki, ateş olsa yandırmaz seni. Müstakim ol, Hz. Allah utandırmaz
seni...»
Maalesef, günümüzde müslümanlar hayaletler gibi
dolaşıyorlar. Esen her rüzgara maruz kalıyorlar. Allah'ın emrettiği gibi çoğu
dosdoğru değil. Bunun için. zafere ulaşılamıyor.
Hasılı, «doğru olan zengin olmaz» ve «doğru söy-liyen
bir sen mi kaldın?» gibi sözlerin İslâm'la hiçbir bağlantısı yoktur. İnsanları
kendilerine köle haline getirmek isteyen yahudinin hezeyanlanndandır. Mü'min
emrolunduğu gibi dosdoğru olandır... [49]
173 — «Doğru Söyliyenin Bir Ayağı Üzengide Gerek.»
174 _ «Doğru Söyliyen Dokuz Köyden Kovulur, Onuncu Köy Sığınak Oldu Doğru Söyliyene.»
Başlık olarak zikrettiğimiz cümleler devletin resmi
yayın organlarında yer almaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı'nın bir zamanlar
yayınlamaya başlayıp bitiremediği 1000 temel eserden «Atasözleri ve deyimleri»
adlı iki ciltlik kitabın D harfine bakarsanız bu ve benzeri cümlelere
rastlıyaeaksınız.
Dünyada her insanın başta gelen görevlerinden biri de,
doğruyu söylemek ve doğru olanı yapmaktır. Baba evladını, öğretmen öğrencisini,
devlet vatandaşını bu minval üzere yetiştirirse, kimsenin başı ağrımaz. Bizde
-maalesef yıllar yılı bunun aksi yapılmış ve hâlâ da yapılmaktadır.
Devletin yayınladığı bir kitapta «Doğru söyliye-nin bir
ayağı üzengide gerek» cümlesi yer alırsa bu, feci neticeler doğurur. Memur bunu
okuduğu zaman der ki, bak devletin yayınladığı kitapta devlet, felsefesini
şerdediyor. Doğru söylersem doğru hareket edersem, rüşvet almazsam, işleri
zamanında bitirirsem, bugün git yarın gel demezsem, hatıra göre değil hak olana
göre iş yaparsam... sürgün ile cezalandırılırım.
Devleti de doğru olmamı dürüst hareket etmemi
istemiyor... der neticede bugünkü laşkahk alabildiğine yaygınlaşır, zaten
yaygınlaşmıştır da... Bugün memleketimizde hakkaniyet gözetilmiyorsa, hak hukuk
itibara alınmıyorsa, rüşvet yaygınlaşmış ise, bugün git yarın gel zihniyeti
geçerli ise, adamına göre iş yapılıyorsa —ki, bunların hepisi yaygındır— işte
bunlar devlet politikasınm ve bu politikayı yönlendiren sjya-silerin hatasıdır.
Anarşi buradan doğmuştur. Hiçbir güç, böyle devam edildiği müddetçe bunu
engelliye-miyecektir. Açıkçasını söyliyecek olursak, devlet de işin böyle
olmasından yanadır.
Bahsi geçen kitaplar devletin bütün okullarında ve diğer
kütüphanelerde, resmi dairelerdeki demirbaşlarda, birçok evlerde mevcuttur. Bu
vebalin hesabını çok iyi yapmak lâzım.
Bugün TV'de, radyoda ve diğer yayın ve basın
organlarında işlenilen tema şudur: Yalan söylemek, aldatmak, atlatmak, yemin
etmek, dolandırmak... zekâ oyunları zekâ işaretleri olarak tanıtılıyor. Artık,
iyi adam yok saf adam var; kötü adam yok açık göz adam var. Anlayış budur,
maalesef. Bu kafa yapısı ile berhudar olmak mümkün müdür?
Hasılı, bizim inanç sistemimizde doğruluk esastır.
Doğru söyliyen dokuz köyden kovulmak bir yana başlara tac yapılır. Bizim inanç
sistemimizde yalanın, dolanın, hilâkarlığın hakkı ketmetmenin yeri yoktur, înanç
sistemimize gönlünü veren herkes iyinin, güzelin, doğrunun hak olanın
talibidir. Müslüman Hakk'-ın temsilcisidir,' Yalan ve yalancılığı geçer akçe
haline getirenler bâtıl temsilcisidir. Ya siz kimi temsil ediyorsunuz? [50]
175 — «Elâlem Ne Der, Dost - Düşman Ne Der?»
Hayatlarını Allah'ın hükümlerine göre değil de
nefislerinin ve nefislerine tapmaniann arzularına göre sürdüren zalimlerden sık
sık yukarıdaki sözleri duyarız... Mahlûkata tapınan bu kişilerden zaman zaman
müslüman olduklarını da duyabilirsiniz... Böyle-lerine katiyyen aldanmamak
lâzım...
Müslüman, yaratanına kulluk yapan, kulluğun gereklerini
yerine getirebilecek ortamın oluşması için malmı-canmı o yolda kullanan kişinin
adıdtr. Kur'-an'ın hükümlerine göre yaşamiyan, Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.) Efendimiz
İle irtibatını koparan, Kur'an'm biçtiği elbiseyi değil şeytanın tarifine göre
giyinen ve böylelerine özenenler her meselede:
«Elâlem ne der?
Dost düşman ne der?» gibi ifadelerle şeytan ve taifesini
memnun etmeyi en büyük idealleri olduğunu göstermiş olurlar. Bunların bu tür
ifadelerinden «Modaya -uymazsak, elâlem gibi onun karısını bunun ku-cağma
vererek düğün yapmazsak, pavyon kanlan gibi karıları soymazsak veya onlar gibi
soyunmazsak, evimizi fuhuşhaneye çevirmezsek, içki içip kumar masasında
karımızı peşkeş çekmezsek, haram-helâl tanırsak, namus-şeref hesap edersek,
modasız-dostsuz... yaşarsak Allah'ın düşmanlarının gönlünü kırmış oluruz;
Allah'ın rızası önemli değil, önemli olan elâlemin (şeytan ve taifesinin)
rızasını kazanmak» mânâsı çıkar.
-
Böylelerinin sıfatı, mesleği, makamı, mevkisi, ismi ne
olursa olsun cehennem odunu olmaktan kurtulamazlar. Müslümanın en büyük hedefi
Allah'ın rızasını kazanmaktır. O sadece O'nun kuludur. Hayat tarzını O'nun
Kur'an'da tarif ettiği ölçülerle sürdürür. Her mü'min bilir ki, her iş ve sözde
Allah'ın hükümlerine göre değil, yaratılmışların arzularına göre amel etmek
Allah'a değil, mahlukata kulluk yapmak demektir. Ne iğrenç bir hadisedir
bu!...
Hasılı, «elâlem ne der» diyerek Allah'ın hükümlerini
gale almıyanlar hesap gününde mücrimler olarak ebedi azab mahalline
sürüleceklerdir. O, ne kötü bir sonuçtur. [51]
176__«Zevklere Ve Renklere Karışılmaz.>
İnsanlığın kanını emen faiz, namusunu soyan zina, inanç
ve eylemini çskip alan cehalet, en son teferruatına kadar ümmet üzerinde ağını
kurmuş, fitne mimarları isyan ve mâsiyeti kurumlaştırmışlardır.
«Renklere ve zevklere karışılmaz» denecek, bütün tatbik
sahalarında, İslâm'ın zarif ve edebli terr cihi çekilip, şehvet ve nefsin
putları dikilmiştir. Müslümanlar için her şeyde ve yerde tercih İslâm'dır.
Arzu ve iştihalarım putlaştırmak ehl-i küfrün sıfatıdır. Bâtıl insanlığı kendi
hayat tarzına çekebilme gayreti içindedir. Şehvet ve nefsini putlaştıranlardan
daha zalim kim olabilir.
«Zevklere ve renklere karışılmaz», safsatasına
inananlar bütün tatbik sahalarından İslâm'ı kaldırma, İslâm'ı hiçe sayma tavrı
içindedirler. Müslüman, İslâm'ın hayatına hakim olduğu kişidir. Renkte de
zevkte de arzu ve hedefte de ölçü İslâm'dır. İslâm'a uymayan her Ölçüsüzlüğü
reddederiz.
Küfrün ideolojisini yaymaktaki şu kurnazlığına bakınız.
Renklerin araşma ilâveler yapıyor ve buna «Şampanya rengi» diyor. Bir haram ve
haramın rengi. Oysa malum renklerin arasında böyle bir renk ismi yok. Renkler
meyvalardan, çiçeklerden alırlar isimlerini: Gül kurusu, iftar çiçeği, portakal
rengi, leylak rengi... vs.
«Şampanya rengi» ismi tesadüfi değildir. , Kâfir
emperyalistlerin oyunudur. Bir misal daha: Uzun yıllar evimizin bîr köşesindeki
yer abdestiik olarak bilinirdi. Simdi Lavaba deniyor. Bu abdest ve namazdan
yüz çevirmenin bariz bir anlatıcısıdır. Bu değişiklikler ufak bir ad değiştirme
hadisesi değil, inancımızı katletmeye yöneliktir.
Hasılı «zevklere ve renklere karışılmaz» sözünde bütün
tatbik sahalarından İslâm'ı kaldırmak, İslâmî ölçüleri hiçe saymak, şehveti ve
nefsi putlaştırmak amacı vardır. Müslüman, herşeyinde olduğu gibi rengini ve
zevkini İslâm ölçüsüne göre yaşıyan faziletli insandır. [52]
177 — «Bu İşler Ancak Mehdi'nin Gelmesi İle Düzelir.»
Rahatlığa gömülmüş insanların- çok önemli bir bölümü
böyle Mehdi'nin gelmesini düşünür işte... Müslüman olup da böyle düşünenlere
sormak lâzım: Sizler gibi çalışmadan, emr-i bi'1-ma'ruf, nehy-i ani'l-münker
yapmadan, cihad etmeden, dinini, imânını, neslini muhafaza .etmiş hiç bir ümmet
gösterilebilir mi? Tarihte Allah'ın dinini yaşamadan, Allah-u Teâlâ'-nın
kendilerine yardım ettiği, bir kavim görülmüş müdür?
İslâm yolundan, o yolun şartlarına uymak şartıyla
ömürlerini tüketenler ancak Allah'ın yardımına nail olurlar. Cerab-ı Hakk (c.c.)
mealen buyuruyor ki:
«Ey imân edenler! Siz Allah'ın dinini yaşarsanız Allah
da size yardım eder...»
«Ey imân edenler! Allah'ın yardımcıları
olun...»
Kâinat bilsin ki, sünnetü'llah budur... İlk
müs-lümanlarla zamanımız müslümanları arasında derin ayrılıklar var. Sahabe-i
Kiram, kendileri için hidâyet kaynağı olan Kur'an'a inanır onda emredildiği
üzere yaşarlardı. Şimdiki müslümanlar ise inandık dedikleri Kur'an'ı yaşamayıp
«Ahir zamandayız», «Beterin de beteri var», «Fitne devrinde yaşıyoruz», «Bu
işler Mehdi'nin gelmesi ile düzelir» diyerek Mehdi'nin
gelmesini bekliyorlar.
Ey Mehdi'yi bekliyenler, İslâm'ın yaşanmasını Mehdi'nin
gelmesine erteleyenler şu soruya cevap verin : Bedir'de, Uhud'ta, Yermük'te
şehid olasılar niye Mehdi'yi beklemeyip şehid oldular? Tevhid akidesinin
hakimiyeti için peygamberler niçin gönderilmiştir?
Dünyanın huzursuzluğunun hallini Mehdi'nin gelmesine,
Hz. İsa'nın inmesine havale edenler Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.)'in şu hadisini iyi
düşünsünler:
Allah-u Teâlâ bir meleğe:
— Falan kasabanın altını üstüne çevir, diye vah-yetti.
Melek:
— Ya Rabb'i, onların içinde sana bir defa olsun isyan
etmeyen falan zat vardır, dedi. Allah (c.c.) şöyle buyurdu:
— Onu da, onları da alt-üst et. Zira onun yüzü bir defa
olsun benim rızam uğrunda onlara ekşime-miştir.» (İhya, C/2, Sh: 770
Tere.)
Hasılı, dinin korunmasını Hz. Allah'a, Hz. Mehdi'-ye,
Hz. İsa'ya havale ederek, kendilerini hizmetten, mücadele ve mücahededen uzak
tutanların bu dinde yerleri yoktur. Bu dinin ihyasında ilk müslümanlar ne' ile
mükellef iseler bizler de aynı şeylerde mükellefiz. Kendi kendimizi
aldatmayalım. Dinin ihyası ile dirilmek için malımızla, canımızla cihad edelim.
Zira görevimiz budur... [53]
178 — «Bu Benim Özel Hayatımdır.» Kimse Karışamaz.»
Asrımızda gayr-i İslâmî cereyanların ileri derecemde
yaygınlaşması sonucunda İslâm ve imân hakkındaki iftiralar, yanlış anlamalar ve
şüpheler korkunç derecede artmıştır.
Emperyalist kâfirler İslâm'ı yıkmak, Müslümanları
yutmak için İslâm kültürünü yok etmek yolunu seçtiler. Neler yapmadılar ki...
Ortaya attıkları vesveselerle kâlblerdeki inancı tahrip ettiler, tefekkürü
yozlaştırdüar, insanları Allah'a isyankâr hale getirdiler.
Sarfettiğimiz her sözden, yaptığımız her davranıştan
dolayı hesap vereceğimiz ahiret gününe doğru yaklaşıyoruz. Her organımızı
denetlemek zorundayız. Herkes f&rz-ı ayn olan ilimleri bilmekle
yükümlüdür.
Bazıları diyorlar M:
«Bu benim özel hay âtı m d ir, kimse
karışamaz.»
Bu ifadenin İslâm'da yeri yoktur. İslâm'da olmı-yanm
müslümanın yaşantısında olması da düşünülemez.
özel hayat devimi Batıya has bir kavramdır. Bu felsefeye
imân eden kişi ev içi hayâtı ile sokaktaki hayâtı arasında bir farklılığı kabul
etmektedir. Bu görüşe göre kişinin bir çok yüzü olacaktır. Açık ifadesiyle bu
münafıklıktır. Batının ve Batı anlayışının sakatlıklarından biri de
budur.
Bu söz, Müslümana yakışmayan bir lâkırtıdır. Çünkü,
Müslümanın husûsi hayâtı olamaz. Zira, Müslüman her yerde Müslümandır. İslâm,
kendisine inananların hayâtlarını bütünüyle kaidelere bağlamıştır. Her mü'minin
bu kaidelere göre yaşama mecburiyeti vardır. Bir Müslümanm. kendi evinde
geçirdiği zaman içinde «Bu benim husûsi hayâtımdır, kimse karışamaz» demesi
mümkün değildir. Ğenab-ı Hakk (c.c.) ve Resulü (s.a.v.) kişinin evindeki
hayâtını da kaidelere bağlamıştır. O insan evinde namahremlerle oturamaz.
Kumar oynayıp içki içemez. Namazlarını terk edemez... Evinde de Allah'ın
hükümlerini tatbikten sorumludur.
Demek ki, Müslüman için hususi ve umumi hayât ayırımı
söz konusu değildir. Müslüman her yerde Müslümandır. Evinde, cemiyet içinde,
dağ başında, gecede, gündüzde... Onun, çirkin sayılan hallerden kaçınması
gereken durumunu değiştirmez, islâm Müslümanm helaya girişinden Kabe'yi ziyaret
edişine kadar her şeyini kaidelere bağlamıştır. Sorumsuzca, key-femâyeşâ
hareket, Müslümanm lüğatında yoktur. Müslüman için başıboşluk, hiçbir surette
bağışlanmı-yacak bir davranıştır.
«Bu benim hususi hayâtım kimse karışamaza diyerek
hareket etmek «Ben lâikim, işime geldiği zaman dine riâyet ederim, nefsime hoş
gelmediği zaman riâyet etmem» demektir. Böyleleri Müslüman olduklarını
zannederek kendilerini oyalarlar. Yaptıkları boşunadır.
Hasılı, Müslümanm husûsî hayâtı yoktur. O( her yerde
Müslümandır. Evinde, dağ başında, halk içinde bulunması onun çirkin sayılan
şeylerden kaçınması gereken durumunu değiştirmez. İslâm, Müslümanm hayâtını
kaidelere bağlamıştır. J3u kaidelere uymak her yer ve zamanda müslümanlarm asli
vazifeleri cümlesin dendir. Cenneti kazananlar da bu mü'minler-dir. [54]
178_ «Beterin De Beteri Var.»
Rahatlığı putl&ştıranların çoğunun düşüncesi ve
söyledikleri sözlerden biri de «Beterin de beteri var» sözüdür. Bu sözde mevcut
kötüyü kabullenme var* dır.
Genelde mevcut düzen mevzubahis olduğunda komünizmi
kasdederek «Beterin de beteri var» diyenler sap gibi ortaya çıkıverirler. <Bu
düzen îslâmî değildir. Müslümanca yaşamak için îslâmî kurumlan gerçekleşmesi
gerekir» diyenlere karşı da «Buna da şükür beterin de beteri var» diye karşılık
verenler de vardır. Mevcut kötüyü kabullenenler en büyük betbahtsızlar-dır.
Beterden de, beterin beterinden de kurtuluş İslâm'a sarılmak O'nu tümüyle
tatbikata koymakla mümkündür. Her müslümanm asli görevi de budur...
Hasılı, «Beterin de beteri var» sözünde mevcut kötüyü
kabullenme vardır. Bunu ancak rahatlığını put-laştıranlar söyleyebilir. Her
mü'min, çeşidi ne olursa olsun her beterden islâm'a sığınmakla mükelleftir.
Dinin dışında olan herşey hem beter hem de beterin beteridir. Bunlardan
kurtuluş ise adı İslâm olan ilâhi nizama sarılmaktır, onunla
yaşamaktır.
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Hakim'de meâlen buyuruyor
ki;
«Onlara.- Allah'ın indirdiğine uyun, dense, Hayır biz
atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız, derler. Peki ama, ataları bir şey
düşünmeyen doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (atalarının yoluna
uyacaklar)?
(Bakara Sûresi, Âyet.- 170) [55]
180 — «Babamdan Böyle Gördüm.»
Günümüzde halkı müslüman ülkelerdeki müs-lümanlar
arasında bir inanç anarşisi görülmektedir. Öyle ki, her ferde göre bir inanç
görür olduk. İnsanımız inanç ve itikatte o hâle geldi ki, rüzgâr ne taraftan
eserse o tarafa eğilen ot gibi. Hakk'ı bâtıldan seçip ayırabilmenin ancak rakik
kaibîerin işi olduğu bir dönemdeyiz.
İçinde yaşadığımız t bu fırtınalı dönemde müslü-manlık
iddiasında bulunan her ferdin büyük görevleri vardır. Her mü'min inanç ve
itikadını sağlam esaslara bağlıyacaktır. İnanç ve itikadını anadan - atadan
kalma söz ve feyizlere başka bir ifade ile taklide bırakmamalıdır.
Bazı kimselere Hakk ve hakikat tepliğatı yapıldığı
halde bir türlü doğruya yanaşma maktalar. «Babamdan böyle gördüm, başka
türlüsünü yapamam» diyenlerin adedi az değildir. Bu çok yanlış bir davranıştır.
Hiç kimse inancını ye itikadım anadan-atadan kalma davranışların taklidini
bırakamaz. Herkes Allah'a Cc.c), Rasûlüllah (s.a.v.)'e, İslâm'a, Kur'an'a nasıl
imân edilmesi gerekiyorsa o şekilde inaamak zorundadır. İnanç ve itikadı
babadan görme doğru yaahş . davranışlara, televizyon ekranına, kahve
dedi-kodu-larına, gazete kültürüne... bağlamak ciddi felâketlere sebep
olur.
Allah ve Rasûlünün va'dettiği mutluluğa erdirecek tek
yol hakiki imân, kalbde yerleşen sahibini her aa mürâkebe eden imândır. Kur'aa
tedkikf tahkik ve tefekkürle imânı taklidi olmaktan korumayı hedef alır. Tahkiki
olan imân, sahibine nârı nûr, ateşi gülistan, zindanı medrese ve cilehâne
yapar...
İslâm'ın kaidelerini nazarı itibara almıyarak «babamdan
böyle gördüm» hesabıyla yaşamlarını sürdürenlerde itikat ve inanç zafiyeti
vardır. Bu zafiyetten dolayı inanca bile israiliy atî a ilgili çok şeyler
sokulmuştur. Bilmeden, düşünmeden, İslâm'ın özüne uyar mı uymaz mı demeden kalb
torbasına birşeyler sokulursa, kalb dilenci torbasına döner; imân, ihlâs,.
secâat ve ilim bu torbanın içinde boğulup gider.
Hasılı, insan «Babamdan böyle gördüm» diye inancını,
itikadını ve amelini anadan-atadan kalma sözlere ve davranışlara yani taklide
bırakmamalıdır, Allah'a, Rasûlüllah'a, İslâm'a, Kur'an'a nasıl imân edilmesi
gerekiyorsa o şekilde inanmalı ve yaşamalıdır. Hakîki kulluk budur... [56]
181__ «Gelmedi Demesinler.»
Özellikle hasta ziyaretlerinde, baş sağlığı
ziyaretlerinde, bir olay sonrası geçmiş olsun ziyaretlerinde, özel gün ve
geceki davetlere icabetler için çok söylenilen söz şudur-. «Gidiverelim de
gelmedi demesinler.» Bunun için bahsettiğimiz ve benzeri yerlere gidiveri-lir.
Allah-u âlem, bu ziyaretlerden gidildiği halde beklenen sevap elde edilemez.
Çünkü ziyaret Allah (c.c.) rızası için değil ziyaret edilenlerin darılıvermemssi
için yapılmıştır.
Dinimize göre Allah rızası İçin yapılan ziyâreüeş-mek
farzdır. Dost-akraba ile ilgi kesilmiyecek, ziyaretler yapılacaktır. Ziyaretler
maddi menfaat için değil, Allah rızası için gerçekleştirilecektir. Akraba ile
ilgiyi kesenleri Allah ve Rasûlü tehdit etmiştir. Öyle olunca.- hiç kimse
gelmedi demesinler düşüncesini bir tarafa atarak hareketlerini
sürdürmelidir.
Hâsılı ziyaretler Allah (c.c.) rızâsı için olacak:
bankasının gönlü olsun diye değil. Aksi halde, boşuna hammalhk olur. Ayrıca buna
mürailik denir. Mürai herşeyi gösteriş için yapan kişinin sıfatıdır. Bu sıfat
dinimizin kesinlikle reddettiği bir davranıştır. Aynı zaman mürailik
münafıklığın ilk basamağıdır. Bunlar mü'mmlere yakışmayan sıfatlardır, Allah ve
Ra-sûlünürı rızası herşeyin üstündedir... [57]
182 — «Bana Göre... Şöyle Kanaatıma Göre... Böyle.»
Dinin hayat nizamı olduğuna inanan mü'minler-ce şahsi
kanaat hiçbir zaman ölçü değildir. Bu mü'-minler her hâl ve harekette ölçü
olarak dinin hükümlerini alırlar. Bunlar dört ana kaynaktır ve şunlardır:
Kitap, Sünnet, İcma', Kıyas'tır.
Lâik toplumlarda şahsi kanaatlar ölçü kabul edilmiştir.
Toplumda aynı şahsi kanaatta birleşen insanlar diğerlerinden fazla ise yönetim
onların kabul edilir. Yukarıda «dinin hayat nizamı olduğuna inanan
mü'minler...» derken bu konuya işaret etmek istedik.. Bu cemiyette müslüman
olduklarım söyleyip lâik ka^ fa yapısına sahip insanların sayısı
ekseriyettedir.
Lâik kafa yapısına sahip şahsi kanaatlarmı ölçü kabul
edenler vahy'i ve nass'ı yok kabul ederler. Mevcut eğitim sisteminin etkisinde
kalan milyonlarca insanımız -ortaya atılan bir mes'elede «şahsi kanaatini» diye
hüküm verir." .
İmâm Azam (r.a.) : '«Herhangi bir konuda, şahsi
kanaannıza göre hüküm vermekten sakınınız. Sünnete tabi olunuz. Bundan
aynhrsaniz. dalâlete düşer $a-pıtırsmız* buyurmuştur. (İmam Saranı. Miza'nül
Kobra C/l Sh : 51)
Zamanımızda dinî konularda şahsi kanaat belirtme
hastalığı hızla yükselmektedir Bu şüphesiz Demokratik - Lâik eğitimin tabii bir
sonucudur. Bir sağlık bilgisi kitabını okuyanın îbai Sına kesilmesi
misa-
ii dinî bir iki nıes'eîeyi duyan kendini müctehid
zannediyor «Kanaatim budur-» diyor. Başta tesettür, faiz, içki, kumar, ailevi
ilişkiler... olmak üzere şahsi kanaatlar izhar ediliyor. Bu büyük bir hata
korkunç bir cehalettir...
Tabiundan Şa'bi (rh. a.) Hz.lerine gelip bir mes'-ele
soruyor: Şa'bi Hz.leri sual olunan koauda «İbn-i Mes'ud (r.a.) şu şekilde izah
etti» diye cevap verir. Sual soran adam : «Sen kendi şahsi kanaatini söyle"
deyince Şa'bi Hz.leri birden kızar ve adama: «Şu adama bakın, ben ona İbıı-i
Mes'ud şöyle dedi, diyorum. O bana şahsi kanaatimi soruyor. Ben dinimi bundan
tenzih ederim. Vallahi müzikle meşgul olmayı, sana şahsi kanaatimle fetva
vermeye tercih ederini" diye haykırıyor. (Darimi, Sünen-i Darimi, .Mukaddime 17,
Sh: 47. Çağrı Yayınları-1.401)
İmam Malik (rh.a.) Hz.lerine kırk mes'ele soruluyor,
otuzaltısı hakkında bilmiyorum» diyor. (Ö.N. Bilmen, Hukuku îslâmiyye C/l, Sh;
245 Madde: 557) «Şahsi kanaatim budur» demiyor.
Allah (c.c.) ve Kasüiü (s.a.v.J birşeye hükmettiği
zaman., mü'min olan erkek ve kadınlar; Amenna... demek durumundadırlar. Bu
hususta bizim de «Şahsi kanaatimiz şudur» demek, şeytana has bir metodtur'
Nitekim Cenab-ı Hakk (c.c.) Meleklere ; «Âdem'e secde edin» buyurduğu
zaman,-şeytan, «Şahsi kanaati" ile bunu reddetmişti. Unutmayalım fikir sistemi
ideolojiler, şeytani birer tuzak hükmündedir. İslâm Dini Allah (c.c.) indinde'
yegâne dindir, MüMüman teslim olan manasınadır; şahsi kanaatle isyana yeltenen
değil.--
Hasılı .-'Şahsı kanaat.» şeytani bir tavırdır. İslam'da
böyle bir deli!' yoktur. Müslüman vahyi ve rmssı delil kabul edip Hakk'a teslim
olan .kişidir. [58]
183__ «Kan Kardeşim.»
Bazı kimseler vücutlarının bir yerinden kan akıtıp
karşılıklı emiştikten sonra kan kardeşi olduklarına inanıyorlar. Biribirlerine
can kardeş gibi olduklarına inanıyorlar. Kardeşler için helâl-haram
hudutlarının kendileri için de cari olduğuna inanıyorlar.
Böyle bir düşünce, katiyyen caiz değildir. İslâm'da kan
kardeşliği diye bir müessese yoktur.
İslâm'da müslümanlar:
1 - Dinde
kardeştirler.
2 - Bîr
ana-babadan veya, bunlardan birinden olma itibariyle kardeş
olanlar.
3 - Bebeklik
müddeti içinde süt emenin sütü emilen kadının çocuklarıyla kardeş
olanlar.
Bunun haricinde kardeşlik yoktur. Ve bu kardeşliklerin
hudutları da .İslâm'da beyan edilmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı Müşavere ve Dini Eserler
İnceleme Kurulu bu konuda 19.9.1963 gün 512 sayıl) kararla şu hükmü iîân
etmiştir:
«Müslümanlıkta kan kardeşliği diye bir müessese yoktur.
Bazı Türk kavimlerinde böyle bir âdet varsa da, bu, dini bir mahiyet
taşımaz.»
Hasılı, İslâm'ın kardeşlik hükümleri bellidir. Başka
kardeşlikler ihdas etmek merduttur, bid'attir.
[59]
184_ «Mehmet Efendi Gel.»
Efendilik yalınız Peygamberimiz" Hz. Muhamraed (s.a.v.)
Efendimize ve O'nun yolundan ayrılmayan ümmetlere has bir sıfattır. Salâvat-ı
Şerife'de geçen «SEYYİD» kelimesi efendi mânâsına gelir. Bugün her muttaki
mü'min efendidir.
Maalesef zamanımızda, efendi kelimesi yanlış mânâda
kullanılmaktadır. Sosyete ve sosyatikh'ğe hevesli kimseler fukaraya, resmi
daire odacılarına, devletin götür-getir işinde çalışanlarına Ali Efendi, Veli
Efendi derken, zengine, amire, memura Ali bey, Veli bey şeklinde hitap
etmektedirler. Memure bir kadın oturduğu masanın başından dışarıdaki odacıya
bağırıyor:
— Ah Efendi, Ali Efendi bana bir çay
söylesene.
Alî Efendi dediği kişi babası yaşında biri. Bağırıyor
böyle işte. Ede'b, haya, aile terbiyesi, okul terbiyesi görmemiş bu zavallılara
önce insan olmayı öğretmek gerek. Ama kim nasıl yapacak bunu?
'
Bizce, her Efendi beylik vasfına haizdir. Fakat birçok
mataryalist mide beyleri efendilikten çok uzaktırlar. Gidişatları itibariyle
efendi de olamazlar. Zira efendilik Rasul-i Ekrem (s.a.v,) Efendimizin yolundan
ayrılmayanlara has bir sıfattır... [60]
185_«İnsan Herşeyin Ölçüsüdür.»
Bazı kişiler «insan her şeyin ölçüsüdür» diyorlar.
Halbuki insan aklı, aşılmaz duvarlarla sınırlıdır. Bu sahayı sonsuz zannederek,
bakar kör olduğu halele alabildiğine koşmak helâka götürür.
Eğer itısan aklı, Allah (c.c.) ve kâinatla ilgili bütün
bilgileri bilip halledecek olsaydı asırlarca devam eden bilgiler bir gün
biterdi.
Kainattaki varlıklardan biri olan insanı da yaratan
Allah Ic.c.J'dür. Yapılmış 'bir sanatın asli mahiyetini en iyi bilen onun
sanatkârıdır, insan yapılmış, yaratılmış bir sanattır, sanatkâr değildir. Her ne
kadar birşeyler yapıyor ve İnkâr edilmeyecek bir «sanatkâr» tarafı var ise de
bizzat kendisinin sanatkârı değildir. Yaptığı şeyler de kendi sanatkârı
tarafından bağışlanmış bir mevhibedir. Yaai insan yaratıcısına
medyundur.
«İnsan herşeyia ölçüsüdür» diyenler, eserden müessire
gidemiyen akılsızlardır. Bilgi, imân olmayınca zavallı ve mahcup kalmaya
mahkumdur. Bunu bilmek için imân, en büyük ihtiyaçtır. Bu ihtiyacı
gideremi-yenler her an yanılmaya mahkumdurlar... [61]
186 — «Herkes Kendi Fikrinin Dalkavuğudur.»
«Herkes kendi fikrinin çlalkavuğudur> sözü yanlış
bir teşhis, yanlış bir ifadedir. .
Zira, kendi fikirlerinin dalkavuğu olanlar başkalarının
da dalkavuğu olmaya adaydırlar. İnsan fikirlerinin dalkavukluğunu yapacağına
inançlı savunucusu olmalıdır.
Müslümanlara yakışan da budur!...
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Hakim'de medlen buyuruyor
ki:
«De ki: Allah'ım! Ey Mülkün sahibi, sen dilediğine mülkü
verirsin, dilediğinden mülkü alırsın. Dilediğini yükseltirsin, dilediğini
alçal-tırsın, iyilik senin elindedir. Sen her şeye kadirsin.»
(Al-i Imran Sûresi, Âyet. 26) [62]
187 — «Muhtaç Olduğun Kudret Damarlarındaki Asil Kanda Mevcuttur.» [63]
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Hakimde meâlen
buyuruyor ki .-
-Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a-ve âhiret
gününe inanmayan, Allah'ın ve Hasû-lünün haram kıldığını haram saymayan ve hak
dinini din edinmeyen kimselerle, küçülüp boyun eğerek elleriyle cizye
verecekleri zamana kadar savaşın. (Tevbe Sûresi. Âyet.- 29) [64]
188__ »Yurtta Sulh Cihanda Sulh.» [65]
Bazı «Atasözleîıi»Ne Dikkat!
Herkes eline, diline, beline sahip olmakla yükümlüdür.
Çünkü her uzvun hesabını vereceğimiz bir güne her an biraz daha yaklaşıyoruz.
Elimizin tuttuğuna elimiz, gördüklerimize gözümüz, duyduklarımıza kulaklarımız,
konuştuklarımıza da dilimiz şahitlik edecek o mahşer gününde. Şeytani bir
kıskacın içinde olduğumuz bir cemiyette herhalde daha çok dikkatli olmağa
elimizdeki imkanları titiz kullanmağa mecburuz.
Memleketimizde diyebiliriz ki, herkesçe bilinen ve zaman
zaman da kullanılan, lâkin ifade ettikleri mânâ itibariyle İslâm! esas ve
prensiplere aykırı bir takım «ata sözleri» vardır. Şüphesiz bu sözler bizim
atalarımıza ait değildir. Emperyalist zalim kâfirler uydurdukları bir takım
yalan, yanlış sözleri atalarımıza isnat etmişlerdir. Atalarımıza yapılan bu
iftiraların mahiyetini düşünmeden, maalesef bu sözleri kullananlarımız önemli
bir yekun teşkil etmekdedir.
Atalarımıza isnat edilen fakat şanlı atalarımızla ve
itikadımızla bağdaşmıyan milletimizin inancına da ters düşen bu sözde
«atasözlerinin yayımında devlet öncülük etmektedir. T.C. Millî Eğitim Gençlik
ve Spor Bakanlığı'nm çıkardığı 1000 Temel eser serisinde yer alan iki ciltlik
bir kitap var : «Türk atasözleri ve
deyimleri.» [66]
Aşağıya alacağımız «atasözü denilen gerçekte atalarımızla ilgisi olmıyan sözler
bu kitaplardan alınmıştır. M. Eğitim» kime niçin hizmet eder bilinsin
istiyoruz.
Bu sözleri söyîiyenleri ikaz ettiğimiz zaman genelde şu
karşı soruya muhatap oluyoruz: «— Doğru değil mi? İnsanlar böyle değil mi?.,,
vs.» diyorlar. Evet, bugünkü müslümanîarm haline bakarak, bu uydurulup
atalarımıza isnat edilen sözlerin bazılarında gerçek payı olabilir. Meselâ:
«Düşenin dostu olmaz; hele bir düş de gör» sözü, düşkünlere yardım edilmeyen
halkı müslüman bir memlekette doğru zannedile bilir, lâkin İslâm'ın ruhuna her
zaman aykırıdır. Bu sözde Allah'ı dost saymamak vardır. Oysa Kur'an-ı Kerimde
«Allah mü'minlerin dostudur» mealinde birçok ayet-i kerime, vardır. Onun için bu
uydurma sözler gözden geçirilirken, söylenirken manâları bugünkü bazı
müslümanîarm haline göre değil İslâm'ın ruhuna göre düşünülmelidir.
Şimdi düşmanlarımızın çeşitli konularda uydurup aramıza
soktukları, bize.de bunlar sizin atalarınızın sözleridir, diye yutturdukları
sözlerden bazılarına örnekler vereceğiz:
189 — «Altta kal&mn canı çıksın.»
190 — «Ben öldükten sonra taş taş üstünde
kalmasın.»
191 — «Bana dokunmayan yılan 40 yıl
yaşasın.»
192 — «Bana dokunmayan yılan 1000 yıl
yaşasın.»
Terbiyesini Kur'an ve Sünnetten alan ecdadımız, harb
meydanlarında canlarını teslim ederlerken bile kendilerine verilen suyu içmemiş
ve yaralı kardeşlerine göndermişlerdir. Bu kahramanların bu gibi sözleri
söylemesi mümkün değildir. Atasözü diye bunları soyliyen herkes o ecdada iftira
yapmış olur. Böyleleri mahşerde bunun hesabını verebilirse versinler
bakalım.
Zikrettiğimiz bu sözler insanı şahsi menfaatini
düşünmeye sevk eder. Bunun da İslâm'da yeri yoktur.
«Ar dünyası değil kâr dünyası.»
«Ar eden kâr etmez.»
«Nerede aş oraya yanaş,
Nerede aç oradan kaç.»
«Ak akçesi olanın bakma yüzünün karasına.»
«İsteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü
kara.»
«El öpmekle ağız aşınmaz.»
«Kapıdan kovulursan bacadan girmeye çalış.»
Bu sözler insanı yüzsüzlüğe, hayâsızlığa,
şerefsizliğe... sevk eder. Ar etmeyen şerefsiz olur. Eline de, diline de,
beline de sahip olamaz. Tam bir metaryalist olur. Onun ilâhı maddedir.
Böylelerinde şahsiyet diye bir şey de yoktur.
«Erkeklik on ise dokuzu hiledir.» «Köprüden geçinceye
kadar ayıya dayı derler.» «Köprüyü geçinceye kadar gavura «Hacı baba»
demeli.»
«Çayı geçinceye kadar keçiye Abdurrahman Çelebi
derler.»
«Gavurun ekmeğini yiyen onun kılıcını
sallar.»
«Yap bir hile, al bin akçe.»
«Sırtında yumurta küfesi yok ya, dönüver.»
Bu sözler insanı hilekârlığa, başkalarının hakkını
gasbetmeye, etrafa zulmetmeğe sevkeden sözlerdir. Verdiği sözde durmamak
menfaati için eğilip büzülmek müslüman sıfatı değildir. Mürailik, münafıklık
sıfatıdır. Müslüman, hiçbir zaman nokta kadar menfaat için virgül gibi eğilmez.
İşte yukarıdaki sözler hilekârlığa, mürailiğe, sözünde durmamağa sevk edeceği
için şaka yollu dahi olsa hiçbir müslümanca kullanılmamalıdır.
Dilini tutan başını kurtarır.>
208 — «Yiğitlik dokuzJur, sekizi kaçmak, biri hiç
görünmemektir.»
Bu sözler de Hakk'ı gizlemeye, korkaklığa, pısırıklığa
sevk eder. Oysa Hadis-i Şeriflerde: «Haksızlık karşısında susan dilsiz
şeytandır» «Hakkı söylemiyen-lerin ağzına ateşten gem vurulacaktır»
buyurulmakta-dır. Demek ki, bu atasözü denilen sözler de İslâm'a uygun
değildir.
209 — «Ye-iç keyfine bak.»
210 — «Ne bilirim, ne gördüm. Buğdan iyisi
yoktur.»
211 — «Rahat olmak isteyen sağır, kor, dilsiz
olmalıdır.»
212 — «Gelen ağam, giden paşam, kimsenin işine
karışmam.»
Bu sözler insanı nemelâzımcüığa, şahsiyetsizliğe sevk
eden ifadelerdir. Bir müslümanın bu tür felsefelere kendini kaptırması
düşünülemez. Bu sözler atasözü değil akrep zehiridir.
213 — «Körün yanına varırsan sen de bir gözünü kapa.»
.
214 — «Herkesin nabzına göre şerbet ver.»
215 — «Fukaranın baş ucunda oturmaktan
zenginin ayağı ucunda ölmek yeğdir.»
216 — «Asile dokun geç, fakirden sakın geç.»
217 — «Eli boşa «Ağa uyur» derler, EH doluya
«Ağa buyur» derler.»
Bu sözler de insanı dalkavukluğa, mürailiğe,
münafıklığa doğru sevk eder. Bunlar da atasözü değil akrep
zehiridir.
213 — «Akçenin gittiğine bakma işin bittiğine
bak.»
219 — «Akçenin yüzü sıcaktır.»
220 — «Para her kapıyı açar.»
221 — «Verince kırkı gider korku.»
222 — «Akçalı adamdan dağlar korkar.»
223 — «Zengin arabasını dağdan aşırır, fakir düz
yol-
da şaşırır.»
Yukarıdaki atasözü olarak yutturulan ifadeler rüşvete
teşvik eden sözlerdir. Atasözü diye ne tür iftiralar atılıyor mübarek
ecdadımıza. Bizi affet Ya Rab-bü...
224 — «Haram, -helâl ver Allah'ım kulun durmaz
yer Allah'ım.»
225 — «Yağmur yağarken küpünü doldurmaya
bak.»
226 — «Devlet malı deniz, yemeyen domuz.»
227 — «Durdu durdu turnayı gözünden vurdu.»
228 — «Ne sihir ne keramet, el çabukluğu
marifet.»
229 — «Minareyi çalan kılıfını hazırlar.»
230 — «Ali'nin külahını Veli'ye; VeK'nin külahını
Ali'ye giydir.»
231 — «Düdük elin, yel Allah'ın; istediğin kadar
öttür.»
Bu sözler de insanı harama, hırsızlığa, hakka
tecavüze,, fırsatçılığa, yalancılığa, düzenbazlığa, başkalarının sırtından
geçinmeğe sevkeder. Bu tür sözlere «atasözü» diyebilmesi için insanın aslını
inkar etmesi lâzım. Çünkü bu sözler bizim asliyemize ters ifadelerdir. Hiçbir
müslümanın ağzından şaka yollu dahi olsa bu tür ifadeler çıkmaz.
232 — «Para isteme benden buz gibi soğurum
senden.»
233 — «Merhametten maraz doğar.»
234 — «İnsanoğluna iyilik yarasa koca öküze
bıçak olmaz.»
235 — «İyiliğe iyilik olsaydı koca öküze bıçak
olmazdı.»
236 — «Kime iyilik ettiysen kendini ondan
sakın.»
237 — «Dost ile ahş-veriş etme.»
238 — «Hısım alraba ile alış-veriş etme.»
239 — «Parayı veren düdüğü çalar.»
240 — «Komşunun komşuya tavuğu kaz
görünüz.»
241 — «Komşunun kötüsü insanı mal sahibi
yapar,»
Bu sözler de muhtaca yardım etmemeğe, iyilik yapmaktan
uzaklaşmağa, komşu ve akrabadan ilgiyi kesmeğe, müslümanın derdini dert
edinmemeğe sevk eder. Oysa Kur'an-ı Kerim'de birçok âyette ve birçok Hadis-i
Şerifte bu sözlerin tam aksine emirler bulunmakta Rıza-i İlahinin ve Şefaat-İ
Rasüîüllah'ın yukarıdaki ifadelerin, aksinin icrasına bağlanmış!']1. Ecdadımız
Kur'an-m çizdiği hayatın hakimiyeti için cepheden cepheye koşmuş canını ve
malım bu yolda kullanmıştır. Atasözü dîye yapılan iftiralara hiçbir müs-lüman
âlet olmamalıdır. Zira bunda kul hakkı da vardır.
242 — «Allah seni dünya boş kalmasın diye
yaratmış.»
Bu sözü söyliyen, söylenildiğinde doğrudur diyen kişi
kim olursa olsun kâfir olur. Bizim ecdadımız insanlığı küfürden kurtarmak için
cihad etmiştir. Nasıl olur da böyle bir söz böyle bir ecdada m al e dile
bilir!
243 — «Arkamdaki gömleğe inancım kalmadı.»
244 — «Güvenme dostuna saman doldurur
postuna.»
245 — «Babana bile güvenme.»
246 — «Kardeş kardeşin ne onduğunu ne de Öldüğünü
ister.»
Yukarıdaki ifadeler Ayet ve hadislerden süzülen hayra
delalet eden atalar sözü olmanın dışında mis-yonerlerce veya bilmiyerek
uydurüîmuş, müslürrun-lan ifsad etme bakımından atom gücünde tahripçi sözlerdir.
Onlar insanlar arasındaki güveni yıkmışlar insanlığı bozmuşlardır. Böyle
ifadeler her zaman İslâm'ın ruhuna aykırıdır.
Her müslüman bu felsefenin yıkılması için kendine düşen
görevi yeriae getirmeye mecburdur. Naşı] mı? En basitinden çocuğa sana şunu
alacam denilince va'd edilen şey. mutlaka alınmalıdır, Aksi halde çocuğun
kafasına yalan yerleşir. Güven kalmaz. Eu defa çocuğun kafasında «Babana bile
güvenme" felsefesi bir inanç haline gelir. Bu vebalin hesabını öyle hareket
edenler verebil irlerse versinler bakalım.
247 — «Alemde itibar zengin ile güzeledir.»
248 — «Güzele bakmak sevaptır.»
249 — «Güzelin talihi çirkin olur.»
250 — «Güzellik ondur, dokuzu dondur.»
251 — «İki gönül bir olursa samanlık seyran
olur.»
Bu sözler insanı Allah'a itaatsizliğe, şekilciliğe,
yaratılmışlara bahane bulmağa, zinaya... sevk edici ifadelerdir. Atasözü deyip
ecdadımıza iftira edemeyiz, iftira edenlere de müsade edemeyiz.
252 — «Kızı olan tez kocar.»
253 — «Kız doğuran tez kocar.»
254 — «Bahtım olsaydı anam kız doğururdu.»
255 — «Keşke anam benî doğurmasaydi.»
256 — «Karımın kurduğu başa, Ananynki
dağa-taşa.»
257 — «Ana-baba ile yaşanılmaz.»
258 — «Karıdan korkmayan yanılır.»
259 — «Ana-baba ile iftihar olmaz.»
260 — «Eyüp Sultan'ı ziyaret eden yarım hacı
olur.»
261— «Yarım hacı oldu.»
262 — «Can çıkmayınca huy çıkmaz.»
Huy: Alışkanlık, itiyat, mizaç, tabiat gibi mânâlara
gelir.
Her kısan düzenli bir hayat yaşayabilmesi için İslâm'ın
emir, prensip ve programına riâyet etmesi gerekir. Aksi halde ahlaken
süflileşir, kendi yaşamına .göre huylar edinir. Bu huylar o kişiyi isyana
sürükler.
Bazı kişiler için kötü huylu denir. Bazıları da, ne
yapayım elimde değil ben de beğenmiyorum huyumu, derler. Bir kısımları da böyle
alışmışım bırakamıyorum, diye dert yanarlar. Bunların hiçbirisi
İslâm'ın emir, prensip ve programına riâyet etmiyenlerdir. Hatta
iyiye, doğruya, güzele yanaşmıyan kişilerdir. Böylelerinin huyuyla beraber her
şeyleri de kötüdür. Huylarının değişmesi için canlarının çıkmasını bek-iiyen bu
zalimler kendilerine ve çevrelerine yaptıkları zulmün hesabını mahşer gününde
nasıl verebilecekler bakalım.
Hasılı, «can çıkmayınca huy çıkmaz» sözü yanlış ve sakat
bir tesbittir. İnsan, hangi prensiplere sanlır-sa, kimin gösterdiği yoldan
giderse o doğrultuda huy-lar edilir. Şeytan ve askerlerinin emir ve
prensiplerine göre yaşıyanlar şeytanca bir huya; İslâm'ın emir, prensip ve
programına göre yaşıyanlar da meleki bir huya sahiptirler
Cenab-ı Hakk meâlen buyuruyor ki:
«İnsan ne söyler ve ne yaparsa onu göz-liyen ve
dediklerini zabteden bir melek vardır.»
(Kaf Sûresi, Âyet.- 18)
[67]
263_«Dilin Kemiği Yoktur.»
Çoğu kimseler ölçüp tartmadan söyledikleri hoş olmayan
sözlerine kılıf uydurmak için
«— Ne yapalım, dilin kemiği yok>> derler.
Uygun-uygunsuz konuşup dururlar. Evet, doğrudur : Dilin kemiği yoktur; lâkin
sorumluluğu vardır, Bu sorumluluğun birgün mutlaka hesabı
sorulacaktır.
İnsanımız yaptıklarından, yazdıklarından,
konuştuklarından sorumluluk taşımaktadır. Ağızmdan çıkan kelimelerde gerekli
dikkat ve özen göstermiyor. Yanlış bir sözün bir kişiyi mahvedeceğini, bir
aileyi yıkabileceğini, 'bir toplumu çökertebileceğim; imanı ve nikahı
bozabileceğini düşünmüyor.
İnsan bilmeli ki, ağzımızdan çıkan her kelimenin ardında
hazır bir gözcünün varlığı vardır; Kur'an-ı Âzim'in beyanı budur. (Kaf Sûresi,
âyet: 18)
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
«İnsanlar üç kısımdır:
1 - Kârda
olanlar: Allah'ı zikredenlerdir.
2 - Selâmette
olanlar: Diline sahip olanlardır.
3 - Helake
gidenler: Bâtıl ve boş sözlere dalanlardır.
Mürminin lisanı, kalbinin ötesindedir. Birşey
söyli-yeceği zaman, önce düşünür sonra konuşur. Bunun aksine münafığın kalbi
dilinin ötesindedir ve düşünmeden söyler.»
Diline ehemmiyet veren, amellerinde salâha erer, İmam-ı
Gazali'ye : «— Ölçülü konuşmanın fazileti nereden geliyor?» diye sormuşlar. O
da şu cevabı vermiş : «— Bunun sebebi hatâ, yalan, riya, nifak, batıla dalmsa,
fuzuli konuşma, şerefe dokunma gibi lisan afetlerinden korunmak içindir. Bunun
için ölçülü konuşmanın fazileti büyüktür.»
Hasılı, «dilin kemiği yok» diye her ağzımıza geleni
söyleyemeyiz. Sözlerimizdeki sorumluluğu unutmamalıyız. Dilin kemiği yoktur,
lâkin, konuştuklar ı-mızın sorumluluğu vardır. Bu sorumluluğa inananların
konuştukları hak sözlerdir. Allah ve Rasûlünün razı oldukları kimselerde, işte
bu mü'minlerdir.
Cenâb-ı^Jiakh meâlen buyuruyor ki .-#
«...Müminlerin Allah'tan başka ne dostları, ne de ar'acıları
yoktur.»
(En'am Sûresi, Âyet: 51) [68]
264_ «Düşenin Dostu Olmaz.»
«Düşenin dostu olmaz» sözü M.E. B.nm çıkardığı «Türk
atasözleri ve Devimleri» adlı Mtabm C/l, 153'-üncü sahifesinde «atasözü» olarak
zikredilmiş. Bu sözün Müslüman Türk'ün sözü olduğuna kesinlikle ıslanmıyoruz.
Zira, ecdadımız bin yıllık tarihi ile İslâm'a en büyük hizmeti yaparak tarihin
en şanlı ünvaoını almıştır.
Niye bu sözü atalarımıza malediyoruz? Çünkü bu sözde,
Allah'ı dost kabul etmemek gibi bir çirkinlik vardır. Müslümanm bulunduğu durum
peresi olursa olsun o, imtihanda olmanın şuurundadır. Her anında en büyük dost
olarak Hz. Allah'ı görür ve bilir. Atalarımızın «Ağaca yaslanma kurur, insana
yaslanma ölür, Allah'a dayan (dost edin, güven...) çünkü O Baki'dir.» sözü
hakiki dostun Allah Cc.c.) olduğunu telkin eder.
Dostun zıddı düşmandır. Müslümanm en büyük düşmanı
şeytan, onun takip ettiği bâtıl yol ve ahmak askerleridir. Düşmanı şeytan olanın
dostu Allah'tır, Onun inanılmasını emrettiği Tevhid Akidesidir, yaşanmasını
emrettiği, İSLÂM'dir.
Müslüman «Düşünen dostu olmaz» safsatasiyla Allah'ı
devreden çıkarmak isteyenlerin oyununa gelmemeli, en yüce dost Allah'tan
kopmamalıdır.
Cenab-ı Hakk Kufan-ı Hakim'de meâlen buyuruyor
ki.- ,
«Şüphesiz Allah güzel davrananların, iyilik
edenlerin, ecrini zayi etmez.»
(Tevbe Sûresi, Âyet) 120, Hud Sûresi Âyet: 115, Yusuf
Sûresi Âyet . 90) [69]
265 — «İyilik Ettiğin Kimsenin Kötülüğünden Sakın.»
Halk arasında öyle sözler dolaşır ki, bu sözlerin
çoğunun inancımızla zıddığı vardır. Bunlar, kim -tarafından niçin söylenmiş,
halk arasında nasıl yaygınlaşmış bunu iyi tesbit etmek lâzım. Halkın ağzında
dolaşan bu sözlerin öbür ucunda şüphesiz ki yahudi kurnazlığı vardır.
Halkın arasına nefret tohumu olarak' atılmış, sanki
halk bunları benimsemiş gibi sonucunu düşünmeden konuşup duruyor. Bu sözlerden
bazılarını biz tes-foit ettik. Tesbit edebildiklerimiz şunlardır:
«Babana bile güvenme».
«Düşene bir tekme de sen vur.»
«Kime iyilik edersen ondan kötülük bulursun.»
«Vur kafasına canlandırma.»
«Göz açtırma.»
Bunlar ve bunlara benzer sözlerin inancımızla
kesinlikle irtibatı yoktur. Bu sözleri söyliyenler ve muk-. tezasmca hareket
edenler mahşerdeki hesaplaşmada verecekleri hesabı düşünsünler.
Bazıları da, başlık olarak zikrettiğimiz sözün ha-ciis
olduğunu 'bile söylüyorlar. İslâmî kaynaklarda böyle bir hadisin olmadığı
zikredilmektedir. Meselâ bunlardan birim zikredelim :
Mevzûat-ı Aliyyü'1-Kari (C/l Sh: 33) de: «İyilik ettiğin
kimsenin kötülüğünden sakın» mealinde bir hadisin mevcut olmadığı
belirtilmiştir. Ancak, bu eserde bu sözün bir darb-ı mesel olabileceğine işaret
edilmiştir. Hz. Âli (r.a.)'nin: «Kerem sahibi kimselere saygı gösterildiği vakit
yumuşar ve tevazu gösterirler, fakat düşük kaliteli olanlar taltif edildikleri
vakit katılaşır ve böbürlenirler.» sözü meselenin en güzel ve ifâde tarzıdır.
. [70]
270 — «Çok Yaşayan Değil Çok Gezen Bilir.»
Çok yaşayan ile çok gezeni kıyas etmek faydasızdır.
Sıhhatli neticeye götürücü değildir. Zira asıl sorun ne çok gezmek ne de çok
yaşamaktır. Asıl mesele gereken «şey»i bulmaktır.
Hakk'ı bilmedikten sonra ne çok gezen ne de çok
yaşayanın «bildim» demesinin hiçbir değeri yoktur. Mesele, neyin nereden
geldiğini ve nereye gideceğini bilebilmek, bulabilmektir.
Allah'ı ve İslâm.ile emrettiklerini bilmeyen tanımayan
kişilerin dünyayı defalarca dolaş malarının, aya, yıldızlara, kurre-i arzın en
ücra köşelerine defalarca gitmelerinin ne mânâsı vardır. Derler ki, «Eşek
Kabe'ye taş taşımakla hacı olmaz». Bunun gibi gezenin de Hakk'a yapışmadığı
müddetçe bilebileceği, bulabileceği hiçbir şey olmaz. Asıl mesele Hakk'ı bilmek
ve bulmaktır... [71]
271 — «Battı Balık Yan Gider.»
Hayat tarzları bozuk, gidişatları dine-imâna, ipe-sapa
gelir tarafı olmayanlar bu yanlışlıklarım güya haklılaştırmak için «Battı balık
yan gider", «Borç bini aşınca bal-börek yenir»; «İp inceldiği yerden
kopsun...» gibi sözler söylerler. Tabiatıyla bu tür davranış ve ifadelerin
haklılık tarafı yoktur; olması da mümkün değildir.
Bir müslümandan bu tür söz ve davranışların zuhur
etmesi de düşünülemez. Bu sözler basit, hiçbir değeri olmıyan kişiliksizlerden
sadır olabilir, Çünkü aklını imânının emrinde kullanan insan hayatının yanlış
yönünü sezdiği anda onu hemen düzeltme cihetine gider. Kesinlikle bu yanlışlığı
haklılaştırma çabasına saplanmaz. Bir misal verelim : Müslümana içki içmek
kesinlikle haramdır. Serhoşluk veren içkilerin azının dahi haramlığım inkar
etmek insanı dinden çıkarır. Haramhğını bile bile içmek insanı günaha sokar
fakat imândan çıkmağa sebep değildir.
Günahlığmı bile bile içki içen kişiye niçin içtiği
sorulduğunda aklı sıra kendinin yanlışlığını haklı çıkarmak için mazeretler
sıralar: «İşlerim bozuldu, arkadaşla kavga ettik, hanımla aramız açıldı,
oğlumla atıştık, kızım sözümü dinlemiyor, senetler, puretesto oldu...» vs. İşte
bu insan yanlışlığını haklılaştırma bataklığına düşmüş aklını imânının emrinde
kullanamayan kişidir. Müslümandır lâkin İslâm'ın hedeflediği kemale erememiştir.
Eğer bu insan İslâm'ın nimetlerinden faydalanmayı bilseydi yani aklını .imânın
em-rinde kullanabilseydi yanlışlıklarım Allah'ın kendine işaret buyurduğu büyük,
geniş bol şeriafın gösterdiği çareler içinde hallederdi. Çünkü müslüman
hayatının her safhasında kâfirlerden daha geniş bir ufka sahiptir; tabi
İslâm'dan faydalanabildiği nisbette.
Hasılı, «Battı balık yası gider», «İp inceldiği yerden
kopsun», «Borç teini aşınca bal-börek yenir» ifadeleri hiçbir dayanağı olmıyan
bâtıl birer sözdür. Hayatlarının yanlış yönünü hakhlaştırmak çapasma
saplanmışların kullandıkları bu sözler aklını imânının emrinde kullanan hiçbir
mü'minden sadır olmaz, olması da mümkün değildir. [72]
272_ Borç Bini Aşınca Bal-Börek Yenir.»
Hiçbir müslümanın söyleyemeyeceği ve tevessül
edemiyeceği ifadelerden biri de «Borç bini aşınca bal-börek yenir» felsefesidir.
Bu sözü olsa olsa İslâm dışı hayat tarzını benimseyenlerin ve hayatlarının
yanlış yönünü haklılaştırma çabasına saplananlar sarf ederler.
İslâm'da yardımlaşma esastır. İslâm akidesinin kaîblerde
kuvvetleştiriîmeşinin yollarından biri de aynı inanca sahip olanların Allah
rızası için yardımlaşmalarıdır. Karz-ı hasen müessesesi dinimizin koyduğu
güzelliklerden biridir. Burada doğruluk esastır. Müslümanın tarifinde doğruluk
vardır. Müslüman, dosdoğru olan, dosdoğru davranan, dosdoğru inanan,
sapıklıklardan ve sakatlıklardan uzak hak ve bâtılı bi-rıbirinden ayıran
kişinin adıdır.
Kardeşinin yardımını suistimal eden, aldığı borcunu
zamanında ödemiyen, itimadları sömüren, iyi niyetlerin davranışlarını iğfal eden
kişiler bu ümmetin en şerirlileridir. Böylelerinin hiçbir kimseye faydaları
yoktur, İfsat edicidirler. Yardımlaşmayı önlerler. Bunlar ya ya'hudidirler veya
yahudi uşağı şerefsizlerdir. Yahudinin İslâm'daki Karz-ı hazen müessesini
yıkmak için ortaya attıkları «babana dahî güvenme» ze-hiri îböyle yahudi
uşakları tarafından tutturulmuştur.
Konumuzla ilgili şöyle bir kıssa anlatılır:
Adamın biri atıyla bir beldeden başka beldeye giderken
yolda müşküath gördüğü birisini atının arkasına bindirir. Yolda bir müddet
gittikten sonra atın sahibi yolda aldığı arkadaşına:
— Ben aftan ineyim. İdrarımı atmam lâzım. Bir kaç
dakika sen de 'bekliyeceksin, der. Arkadaşı:
— Olur tabii, der,
Atın sahibi iner. İdrarını atmak içki taşın arkasına
geçer. Sıkışıklığını gidermeye başlar. Tam bu sıra yoldan aldığı adam atı
mahmuzliyarak süratle oradan ayrılır. At'ın sahibi yoldan, acıyarak aldığı ve
atı mahnauzlıyarak kaçan adamın arkasından şöyle bağırır :
— Ey adam! Beni burada bırakıp nereye gidiyorsun?
At'ımı götürdüğün bir şey değil. Bütün iyilik duygularımı da alıp
götürüyorsun. Korkarım gayri kimseye iyilik de yapamam.
Gerçekten de dinin icaplarım yerine getiren insanların
iyilik duygularını körelten «Borç bini aşınca bal-börek yenir» felsefesiyle
hareket eden yahudi uşakları cemiyeti cife yığını haline getirmişlerdir.
Şüphesiz ki, bu, İslâm'ı insanımızdan soyup atmak isteyenlerin marifetidir.
Yetiştirdikleri nesil bu kepazelerin rezaletlerini de aşmış olduğundan şimdi
onlarla başa çıkamıyorlar.
Hasılı, «Borç bini aşınca bal-börek yenir» ifadesi
müsîümanların ağısından çıkması düşünülemez. Bu sözü Yahudi, cemiyette
itimatsızlık doğurmak ve yardımlaşmayı önlemek için uydurmuştur. Bu ifadeyi
felsefe haline getirenler ancak yahudi uşaklarıdır.. [73].
273 — «Cer Hocası Gibi.»
Kefere-i fecere dini ve dini inancı yıkmak için dine
hizmet edenleri gözden düşürme yoluna gitmişlerdir. Milletin hocasını çenber
sakallı, koca karınlı, kirli yakalı... çizgiler çizerek, hayvanlar gibi doymak
bümiyen ağızla yiyen kişiler olarak tanıtmışlardır. Televizyon ekranı bunun
için kullanılmıştır. Gazeteler bunun için çıkarılmıştır. Tiyatrolar bunun için
perdelerini açmıştır. Lâiklik baykuşları bunun için ötmüş-tür. Bunun için
kitaplar çıkarılmıştır. Hedef İslâm'ı ve inananları alt etmektir.
Müslümanm dinine hocasına açılan savaşta taarruzlar
yapılırken papazlar, kardinaller, rahipler, rahibeler hep alkışlanmıştır.
Milâdi yılj>aşı gecelerinde televizyon ekranlarında hoca kılığına sokulan
peze-venglere iğrenç roller yaptırılırken oynatılan filimler-de papazlar huzur
perisi olarak takdim edilmiştir. Müslüman kadının örtüsüne sokulan fahişeler o
örtü içinde işveleşirken rahibeler ab-ı hayat dağıtıcısı olarak
tanıtılmıştır.
Bugün müslüman sindirilmi| İslâm unutturulmuş ise işte
işe buradan başlanmış bu usullerden hareketle mesafe katedilmiştir. Devlet
organları ve imkânları bunun için kullanılmıştır. Bunlardan birini örnek
vermekle yetineceğim.
Milli Eğitim Bakanhğı'nm 1000 Temel Eser adıyla
yayınladığı iki ciltlik ve serinin 47-48 nosuyla yaymiadığı «Türk Atasözleri ve
Deyimleri" adlı eserde müs-lüraanın hocasına yapılmadık iftira
bırakUznamaktadır. Başlık yaptığımız «Cer hocası...» yakıştırması da bunlardan
biridir. Müslümanıa hocasının sözünün geçersizliğim sağlamak için onu diienci
tanıtmışlardır. Devletin imkânını dine, dine hizmet edene kara çalarak
kullananların bu karasını şereften nasipsiz yüzlerine elimizin tersi ile
vurarak bunların kirli bezlerini ibret olsun için önünüze seriyoruz.
Yukarıda zikrettiğimiz kitaplarda atalarımıza da iftira yapılmaktadır.
Bizim atalarımız dinine ve hocasına bağlı mübarek insanlardı. Atalarını maymun
kabul edenlerin ata kabul ettikleri maymunlar yaptıkları hokkabazlıklarla
onlara böyle ilham ettiği izlenimini veriyor bize.
Bahsi geçen kitapta hocalar için şu cümlelerle atasözü
şemsiyesinin altına sokularak kin kusuinıak-tadır :
- «Cer hocası gibi...»
«Hocanm yap dediğini yap, yaptığını yapma.» «Evi deiik
ile baca, milleti hacı ile hoca yıkar»
«Hocalar ele verir talkımı kendi yutar
salkımı.»
«Hocanın bir eli almağa bir eli yemeğe...» «Hocanın
ekmeği, yılanın ayağı görülmez.» «Hocaya:
— Al hoca, demişler.
— Ver hoca, dememişler.» «İmam ile geçinen açlıkla
ölür.»
«rmam suyu...» (Haram içkiler kastedilerek.) «imam
bayıldı.»
«İmam tahtası.» (Teneşir tahtası kastedilerek.) «imam
kayığı.» (Tabut kastedilerek.)
285 — «Leş kargaları.» (Cenaze yıkamağı
kastederek.)
286 —- «Hoca takımının kabrine fatiha
okunmaz.»
287 — «İmama hak değsinde kim ölürse ölsün.»
288 — «Hocaya sormuşlar:
— Almak ile nasılsın?
— Laçin gibi, demiş {Laçin: Şahin kuşudur.)
— Vermek ile nasılsın? demişler.
— Başka lâf yok mu? demiş.»
289 — «Çocuğumu hafız yapayım da leşci mi
olsun?»
...Ve daha nice sözler. Müslümanm hocasını bu kılıklara
sokmuşlardır işte. Cenazeyi teçhiz ve tekfin edenlere leşci sıfatını yak
ıştırını şiardır. Müslümanm cesedi leş değildir ki. Biz onu gelin gibi süsler,
beyaz gelinliğini giydirir ahiret yolculuğuna öyle tevdi ederiz. Bu sözleri
söyliyen kâfirlerin vücutları ve ölüleri leştir. O leşleri kim kaldıracak
bakalım.
Hasılı, «Cer hocası gibi» ve zikrettiğim diğer sözleri,
kefere-i fecere müslümanları yıkmak için uydurmuştur. Önce müslümanm hocası
gözlerden düşürülmüş sonra hedefleri olan dini yıkmak gayretini
sürdürmüşlerdir. Müslümanlar bu konuda da çok uyanık olmak zorundadırlar.
Kafirlerin uydurmalarını biz kesinlikle reddediyor, yüzlerinin karalarını
yüzlerine çarpıyoruz.
:
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Hakim'de meâlen buyuruyor
ki:
«Dini yalanlayan (adam)ı gördün mü? İşte o, öksüzü
iter-kakar. Yoksulu doyurmağa önayak olmaz. En ufak bir yardımı
esirger.»
(Maun Sûresi, Âyet.- 1, 2, 3, 7.) [74]
290_«Altta Kalanın Canı Çıksın.»
Devletin dini olmamasına rağmen Türkiye'de halkımız
müslümandır. Lailahe illallah Muhammedür Rasûlülîah diyen bu kısanlar maalesef
İslâm kültüründen mahrum oluşlarından dolayı müslümanca tavırdan da uzak bir
hayat yaşıyor. Dikkat edilirse, organların fiilleriyle dilin söylediklerinin %
95'inden fazlası Islâmî ölçülere uymamaktadır. Buna sebep, ülkemiz
insanlarının körü körüne batı ta.klidcisi yapılmaları öz kültüründen
koparılmalarıdır.
Toplumlar kendi kültürleriyle yaşarlar. Kültüründen
koparılan toplumun insanlarına kölelik tasması takılmış demektir, Bu insanlar
istemeseler de kölelik hukukuna tabi olacaklardır. Çünkü kabullendikleri hayat
tarzı bunu gerektiriyor.
Hür olan insanlar Allah'a teslim olanlardır. O'-nun
nizamıyla yaşı yanlardır... O'nun hükümlerine tabi olanlardır. Hürriyet budur
işte. Gerisi göz boyamak, adiliği kabul etmektir.
Şunu demek istiyoruz: Bizim toplumumuzda öyle sözler ve
öyle deyimleştirilmiş ifadeler var ki, hergün yüzlerce defa söylenilen bu
ifadeler İslâm ile katiy-yen bağdaşmaz. Meselâ, diyor ki: «Altta kalanın ca-.nı
çıksm.« Ne demek bu? Yani «ezilen ezilsin. Hasta olan gebersin. Deli olan
sürünsün. Borçlu olan çile çeksin, iflas eden kaybolsun 'gitsin' Sakın kimseye
yardımcı olma. Vur bir tekme de sen, yuvarlansın gitsin...» demek isteniyor.
Böyle bir tavrın ve bu ifadelerin İslâm'da yeri yoktur. Bir müslümanda böyle
bir davranış mümkün değil tutunma şansını bulamaz.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:
«Batıda bir müslümanm ayağına diken batar da doğudaki
müslüman bundan dolayı kalbinde bir rahatsızlık duymazsa o kâmil bir mü'min
değildir.» buyurmaktadır. Müslüman kardeşinin derdiyle dertlenmek, onun
sevinciyle sevinçlenmek mü'minliğimizin gereklerindendir.
«Mü'minler, biri birlerinin kardeşleridir.» (Hu-curat
S.A: 10İ Oıun için her biri diğerinin üzüntülü anlarnıda üzüntü; acılı anlarında
da acı duyar. Bir hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v.) buyuruyorlar
ki:
«Mü'minler, biribirini sevmekte, biribirine acımakta ve
şefkat göstermekte, bir vücud gibidirler. O vücudun herhangi bir azası rahatsız
olursa diğer azalar da onunla beraber ızdırap duyarlar.» (Buharı: 8/
12)
Peygamberimiz bu sözleri ile insanların biribirle-rini
düşünmelerini, biri birlerinin dertleri ile dertlenmelerini zaruri bir vazife
saymış ve bizzat kendisi de bunları uygulamıştır. Zira O (s.a.v.); Allah'ın en
sevgili kulu, peygamberlerin en yücesi ve kurmuş olduğu İslâm Devleti'nin
reisi olduğu halde, Arap Yarırnadası'nda henüz karnını doyuramıyan ve yoksulluk
içinde kıvrananların bulunduğunu bildiği için, çoğu zaman aç gederdi. Ayrıca
insanlığın ahiretteki mutluluğunu gölgeliyecek hadiseleri gördükçe üzülür ve
insanların hidâyeti ve günahlarının mağfireti için dua ve istiğfar
ederdi.
Dinimiz, müslümanların birikirinin acısını .paylaşmayı
bir dostluk ve kardeşlik vazifesi olarak kabul etmiştir.
Kardeşlik ve dostluğa son derece önem veren dinimiz,
bir kimsenin kötülük işlemesine mani olmayı ve onun iyiliğe yöneltmeyi kardeşlik
ve dostluğun bir gereği kabul eder. Nitekim Efendim (s.a.v.) bir ara
etrafındakilere :
— «Zalim de olsa mazlum da olsa dostuna yardım et.»
buyurdu.
Bunun üzerine yanmdakilerden biri:
— «Ya Rasûlüllah! Mazlum olunca yardım ederim amma,
zalime nasıl yardim edebilirim?» deyince, Efendimiz buyurdu ki:
— «Zalimin de zulmüne mani olursun ki, işte bu da ona
yardımdır.» (Buharı, İkrah: 7)
Bu Hadis-i Şerif, dostumuz ve kardeşimiz dahi olsa
kötülük işleyene karşı kayıtsız kalmamayı emretmektedir. Ancak bu mesuliyet
şuuru zamanımızda İslâm kültüründen mahrum olunduğu için oldukça zayıflamış
bulunuyor. İşte bu yüzden cemiyetimiz bu sorumsuzluğun ortaya çıkardığı
bunalımları sık sık yaşamaktadır.
Hasılı, «Altta kalanın canı çıksın...» vs. gibi
ifadeler müslümanların arasına kültür istilasıyla sokulmuş tahrip gücü yüksek
bombalar mesabesindedir.
Ne yazık ki, cemiyetimizi de tahrip etmiştir. Bugün
milyonlarca insan «Altta kalanın canı çıksın» tekelle-mesine iman etmiş buna
göre amel etmektedirler. Ya müslümanlar? Müslümanların görevi müslümanca bir
hayat tarzına sahip olmaktır. Müslümanca hayat tarzında «Altta kalanın canı
çıksın»' gibi ifadelerin barınma şansı yoktur.
Cenab~ı Hakk Kur'an-ı Hakim'inde meâlen buyuruyor ki
.
# «...De ki: Evlerinizde dahi olsaydınız, yine
üzerinize öldürülmesi yazılmış olanlar, mut-laha vurulup yatacakları yeri
boylardı, Allah göğüslerinizde kini denemek, kalblerinizdekini açığa
çıkarmak için bunları başınıza getirdi. Allah göğüslerin içinde olanı
bilir.»
(Al-i îmran Sûresi, Âyet 154)
# «£y imân edenler, siz inkâr edenler ve .
yeryüzünde sefere, ya da savaşa çıkan kardeşleri için-: Eğer bizim yanımızda
olsalardı Ölmezlerdi ve vurulmazdı, diyenler gibi olmayın bir hasret (yarası)
olarak koydu. Yaşatan da öldüren de Allah'tır. Allah yaptıklarınızı
görmektedir.^ (Al-i îmran Sûresi, Âyet: 156)
# «(Savaştan geri kalıp) oturarak, kardeşleri için,
bizim sözümüzü tutsalardı, öldürülmez-lerdi, diyenlere söyle: Eğer doğru iseniz,
o halde ölümü kendinizden savın.»
(Al-i îmran Sûresi, Âyet.-168) [75]
291_«Gitmeseydi Ölmiyecekti.»
Sistemler, kendi kültürleriyle yaşarlar. Bir sistemin
başka bir sistemin kültürüyle varlığını sürdürmesi mümkün değildir. Ülkemizde
kapitalist - materyalist sistem hakimdir. îstatistik rakamlara göre halkımızın
% 95'i nıüslümanlığını nüfus kağıtlarına kaydettirdikleri «İslâm» kelimesi ile
isbat etmektedirler.
Herkes biliyor ki, ülkemizde ve ülkemizin insanları
üzerinde inkarcı batı kültürü hakimdir. İnsanlar, tesirleri altında kaldıkları
kültürlere göre şekillenirler. Hayat tarzları da bu doğrultudadır. Her ne kadar
insanımız «müslümanım» diyorsa da, genelde müslü-man olmıyanlar bir tarafa
müslümanım diyenlerin hayatlarında İslâm'dan hiçbir eser yoktur. Adı müs-lüman
akidesi gayr-i müslim olanların sayıları tahmin edilenlerin çok çok üstündedir.
Çünkü aldığı kültür onu öyle şekillendirmiştir.
Ülkemizde sistem olarak İslâm yok ki, İslâm kültürü
olsun. Bizde İslâmî hayat tarzına ve İslâm kültürüne hayat hakki tanınmıyor.
Oysa bizim öz kültürümüz İslâmî olan kültürdür. Bizi bundan kopardılar. Yaşamak
bir yana düşünmek bile suç sayılıyor kanunlarda. İşte 163'üncü maddenin
varlığının sebebi budur.
Her ne kadar insanımız müslümanım diyorsa da bu iddia
sahiplerinin tamamına yakınının itikadı, ameli, fiili, sözü ve kafa yapısının
İslam ile pek ilgisi yoktur. Buna sebep İslâm kültüründen kopmuş olmaktır.
Yazımıza başlık yaptığımız «Gitmeseydi ölmiyecekti» sözü yukarıdan beri ifade
etmeğe çalıştıklarımıza bir delildir.
Ülkemiz insanının çoğu itikadi hatalar içindedir. Bir
kâfirin veya bir münafığın düşündüğü gibi düşünmektedir. Bir misal verelim:
Öiyelim ki, biri Bolu'dan 'İstanbul'a gidecek. Gidiyor. Fakat yolda trafik
kazası geçiriyor ve ölüyor. Tanıyanları ve yakınları diyorlar ki: «Gitmeseydi
ölmiyecekti.» Ne demek ölmiyecekti? Dikkatinizi çekiyorum. Bu sözü «müslümanım»
diyenler söylüyor. Bu ifadeler itikadi bozukluğun ürünüdür.
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Hakiminde «gitmeseydi
ölmiyecekti», «yemeseydi ölmiyecekti», «binmeseydi öl-miyecekti»,
«hastalanmasaydı Ölmiyecekti», «kaza ge-çirmeseydî ölmiyecekti»... vs. inanç ve
ifadelerin tamamen yanlış olduğunu zikrediyor. Buyuruyor ki: «Evlerinizde dahi
olsaydınız (yataklarınızda keyfema-yeşa yatsaydınız) yine de ölme anı takdir
edilenler o-an gelince nerede ve ne hâl üzere olurlarsa olsunlar mutlaka
ölürler.» (AH İmran S. A.: 154) «Yaşatan da öldüren de Allah'tır. Ey imân
edenler! Sizler kâfirler ve münafıklar gibi olmayın. Onlar «Bizim yanımızda
olsalardı, (sözümüzü tutsalardı, gitmeselerdi, binme-selerdi, tutmasalardı,
yutmasalardı, yapmasalardı.) ölmezlerdi,» derler.» (Al-i İmran S. A. : 156)
«Böyle söyliyenlere söyleyin: Eğer doğru iseniz, o halde ölümü kendinizden
savın bakalım.» (Al-i İmran S. A. : 168)
Meallerini zikrettiğimiz âyetlerden de anlaşılıyor ki
«gitmeseydi ölmiyecekti».,. vs. gibi inanç ve ifadeler müsîümanlara ait
değildir, Müslümanlar bu tür ifadelerden şiddetle kaçınmak zorundadırlar. Çünkü
biz inanıyoruz ki, her davranış ve ağzımızdan çıkan her sözden dolayı Cenab-ı
Hakk'a hesap vereceğiz. Vereceğimiz hesabın hesabını bu dünyada yapmak
mükellefiyet indeyiz. Sözlerimizin neticesini düşünmek zorundayız. Biz,
münafıklar gibi, diğer kâfirler gibi key-femayeşa sorumsuzca ileri-geri
konuşamayız.
Halk arasında «Ecel-i kaza-ecel-i müsemma» kaidesinin
yanlış anlaşılması da insanımızı yanlış ifade ve inanışlara sevk ediyor." Bazı
insanlar «ecel-i kaza» denilince, meydana gelen bir olay neticesinde ölen
kişinin takdir edilen ölümünden bu olay sebebiyle önce öldüğünü zannediyorlar.
Bu yanlışlık başka hatalara götürüyor insanı.
«Ecel-i kaza-ecel-i müsemma» kaidesinin izahı şudur
:
Ecel-i müsemma, Allah'ın canlı için tayın ettiği Ölüm
anıdır. Ecel-İ kaza da bu tayin edilen ecelin vuku bulması meydana gelmesidir.
Yoksa, «adam düştü de öldü; düşmeseydi ölmiyecekti» demek değildir. Hayır, adam
düştü de öldü değil; öldü de düştü; doğru olan ifade tarzı budur. Bazıları-
zannediyorlar ki, araba çarpıştı, kaza oldu adam öldü. Eğer bu çarpışma olayı
olmasaydı plmiyecekü diyor. Ehli sünnet inancına ters bir anlayıştır bu.
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Ha-kim'de meâlen buyuruyor ki :
«Her ümmet için takdir edilen bir ecel vardır.
Müddetleri gelince bir an geri kalmazlar ve öne de geçmezler,» [76]
«Allah'ın izni olmadıkça, hiçbir kimseye ölmek yoktur.
Ölüm, zamanı Allah'ın indinde kararlaşmış bir yazıdır.»[77]
«Hiçbir ümmet ecelini öne alamaz ve geriletemez.» [78]
Demek ki, iki arabanın çarpışması, adamın gitmesi,
falancanın gitmesi birer olaydır. Kaza ise Allah'ın takdir ettiği şeyin meydana
gelmesidir, Yan; olayın cereyanıdır, Bunun için «gitmeseydi ölmiyecekti»,
«düşmeseydi ölmiyecekti»... vs. gibi sözlerin hiçbir dayanağı yoktur. Çünkü
hüküm sadece ve sadece alemlerin Ftabb'i olan Allah'ındır. O'nun izni olmadan
hiçbir şey olmaz, olması da düşünülemez... Biz müs-lümanlar böyle
inanırız...
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Hakim'de meâlen buyuruyor
ki:
-İffetli müslüman kadınlara zina iftira edenler, sonra
(bunu isbat için) dört şahit ge-tiremiyenler (var ya) işte bunlara 80 değnek'
vurun. (Hiçbir şey hakkında) bunların şahitliklerini ebediyyen kabul etmeyin.
Bunlar, asıl fa-sıklardır.» (Nur Sûresi, Âyet;
4)
0 «Zinadan haberi bulunmayan iffetli mümin kadınlara,
zina isnat edenler, dünya ve ahirette lanete uğramışlardır. Onlara büyük bir
azab vardır.»
• -Kıyamet gününde (iftiracıların) aleyhlerinde olarak
dilleri, elleri ve ayakları bütün yaptıklarına şahitlik edecektir.»
• «Müminler için kötü sözlerin yayılmazsım arzu
edenler için, muhakkak, dünya ve ahirette acıklı bir azab vardır. (Kötülüğü
yaymak isteyenleri) siz bilmediğiniz halde Allah bilir.»
O «Ö gün Altah, onlara, cezalarını adaletle tastamam
verecek ve Allah'ın aşikâr, hak olduğunu bileceklerdir.»
(Nur Sûresi, Âyet . 23, 24, 19, 25) [79]
292 — «Orosbu Çocuğu.»
İslâmî yaşantıdan uzak toplumlara cahili toplumlar
denir. Cahili toplumlarda yaşıyan insanların geneünde, bilir-bümez konuşmak,
helâl-haram tanımamak, ipe-sapa gelmez davranışlarda bulunmak, hak-hukuk
tanımamak, başkalarının namus, şeref ve haysiyetleriyle oynamak gibi
iğrençlikler alabildiğine yaygındır.
Bizim toplumumuzdaki bu olumsuzlukların sebebi şudur :
Bizim yaşadığımız topraklarda bir zamanlar İslâm yaşanıyordu. Ancak,
insanlarımızı zaman içinde vurdumduymazlık hastalığı yakaladı. Çok sürmedi
toplumumuzu, emperyalist neidüğü belirsiz batı kültürü istilâ, etti. Temeli
olmıyaa ve girdiği toplumları ifsad eden bu batı kültürü, bizim toplumumuzu da
ifsad etti. Nesilleri bozdu. Ar-haya tanımaz, helâl-haram ayırt etmez, hak-hukuk
bilmez insanların türemesine sebep oldu.
Bakıyorsunuz toplumumuzda insanlar hiçbir ölçü
tanımadan ağızlarına ne gelirse konuşuyor, canları nasıl isterse istedikleri
davranışta bulunabiliyorlar. Buna sebep de insanımızın «Ben müslümamm» demesine
rağmen dinini bilmemesi ve tanımamasıdır. Hep batı kültürünün etkisi altında
kalmasıdır. Mevcut eğitim sisteminin, basin-yaym organlarının genelinin,
oluşturulan kamu oyunun telkini insanımızı maalesef bozmuştur. İnsanlar erezyon
haline gelmiştir.
Konumuza başlık yaptığımız cümle dikkatimizi, çekip sizi
irktiğini zannediyorum. Hem de bu sözü, yaşadığınız cemiyette çok duymanıza
rağmen. Hergün yüzlercesine şahid olmuyor musunuz? Belki de zaman zaman hiç
düşünmeden sizlerden de söyleyenleriniz var. Nasıl mı? . -
Dolmuşa biniyorsunuz. Önünüzden giden aracın, şoförü bir
hata yapıyor, Sizin bindiğiniz vasıtanın şoförü hemen vuruyor damgayı: «Orosbu
çocuğu» diyor. Biri diğerine herhangi bir vesile ile kızıyor, ona birşey
söylemesi gerekiyor. O da aynı bayahğı sergiliyor : «Orosbu çocuğu» diyor. Bir
diğeri Öyle. Bir başkası hakeza yine öyle.
Nedir bu «Orosbu çocuğu» demek? önce «Orosbu» kelimesi
üzerinde duralım : Orosbu : Ahlaksız ve hayasız kadın. Namusunu korumayan kadın.
Allah'ın nehyettiği o iğrenç fiili işleyen kadın. Zaaiye, fahişe, kahpe... gibi
mânâlara gelir. Kısacası, günahların en çirkinlerinden biri olan zina fiilini
işleyen kadına «Orosbu» denir.
Şimdi bu izahtan sonra «Orosbu çocuğu» sözü üzerinde
duralım. Bunu söyliyen kişi,, söylediği kişinin anasına, zina suçu isnad
etmektedir. Ayrıca'söylediği kişinin de zina mahsulü olduğunu iddia etmekts-1
dir. Bu iki kişinin günahkarlığı hakkında iddiada bulunan böyle bir
kişinin,dinimize göre durumu şudur: Eğer Türkiye şeriatla idare edilen bir ülke
olsaydı, devlet o «orosbu çocuğu» diyen adamdan bu iddiasının isbatını isterdi.
Derdi ki: Gel bakalım buraya. Sen bu adama zina mahsulü anasının da zani
olduğunu iddia ediyorsun. îsbat et bakalım bu iddianı. Kadının zina yaptığına
çocuğunun da zina mahsûlü olduğuna dair dört adil şahîd getirerek isbat et
bakalım.
Hiç tanımadığı kişinin zina mahsulü olduğunu hiç
görmediği anasının zina ettiğini nasıl isbathya-cak bu kişi. Bu mümkün değil.
İddiasını isbatlıyamı-yan bu yamyam müfteriye İslâm devletinde gel beri bakalım
denir ve hesap sorulur.
Hesaplaşma Kur'an'daki şu ayete göre yapılır: Cenabı
Hakk buyuruyor ki:
«Zinadan haberi bulunmayan iffetli mü'min kadınlara,
zina isnad edenler, dünyada ve ahirette lanete uğramışlardır. Onlara büyük bir
azab vardır. İffetli müslüman kadınlara zina iftira edenler, sonra
(bunu isbat için) dört şahid getiremiyenler fvar ya) işte
bunlara seksen değnek vurun. (Hiçbir şey hakkında) bunların şahidliklerini
ebediyyen kabul etmeyin. Bunlar asıl fasıklardır.» (Nur Sûresi, Âyet 23,-
4.)
Meallerini verdiğimiz âyetlerden anlaşıldığı gibi
Kur'an, zina suçu isnad edip gerekli şehadeti sağlamayan kişi hakkında dört
hüküm getirir:
1 - Dünya ve
ahirette lanet edilmişlerdir. [80]
2 - Kendisine
80 kamçı vurulur,
3 - Artık
hiçbir şehadeti kabul edilmez.
4 - Bizzat
fasık olur. [81]
îslâmî sistemde, iffetli kişilere isnad edilen zina
fiilinin iftirası karşılığında bu ceza vardır. İslâm nesil emniyetini
emretmiştir.
Beşeri düzenler nesil emniyetini sağlıyamazlar. İffetli
kişilere yapılan iftiralar için müfterilere hesap sormazlar. Böyle sistemlerde
yaşıyanlarm yaptıkları yanlarına kâr kalır. Hep mağdurlar ezilir. Onun için bu
düzenlerde hayır yoktur.
Şu hususa da dikkat çekmek istiyoruz ; Yukarıda mealini
verdiğimiz Nur Sûresi Âyet 4'de her ne kadar el-muhsanat (temiz ve namuslu
kadınlar) dan bah-sedüiyorsa da, fakihler, yalınız kadınlara iftira- ile
sınırlı olmayıp, namuslu erkeklere iftirayı'da içine aldığında ittifak
halindedirler. Aynı şekilde, iftiracılar için «müzekker (erkek) siğası-eril
kipi» kullanılmışsa da, yasa yalınız erkek iftiracılarla ilgili olmayıp, kadın
iftiracıları da kapsamına almaktadır. Suçun kötülüğü ve ağırlığı açısından,
suçlayan ve suçlanılan kadın olsun erkek olsun farketmez. Bu nedenle,
iftira eden erkekle, faziletli ve teiniz bir erkek veya kadına
iftira atan kadının her ikisi de bu yasanın kapsamı içine girmektedir. [82]
Okuyucularımızın şu hususu bilhassa bilmelerkı-de de
fayda mülâhaza ediyoruz :
iftira atılanda bulunması gereken şartlardan biri de
iffettir. Bu hususta bütün fakihler ittifak etmişlerdir ve muhalefet eden
çıkmamıştır. Zira, bahsi geçen ayette, «İffetli kadınlar...» ifadesi
bulunmaktadır. İffetli olmıyanlar, bugün fisk ve günahlarryla övünmeyi
ilericilik, dindar ve faziletli yaşamayı da gericilik sayanlardır ve onlar gibi
olanlardır. İftiracıya verilen ceza iftira atanı yalanlamak için meşru
kılınmış-mıştır. Eğer isnat edilen kişi fiilen zina ediyorsa isnad-çıyı
yalanlamak mümkün değildir. Zina isnat edilen kişinin kötü fiilleri işlemekle
meşhur olması isnatçı için fırsat hazırlamış demektir. Öyle ise gençliğinde zina
eden biri sonra tevbe ederek halini islâh etse, güzel ahlakla tanınmış olsa bile
ona iftira atana had vurulmaz. Müfteri ancak tazir edilebilir.
Özetlersek kâfire, deliye ve iffetsize zina isnadında
bulunan kimseye iftira haddi uygulanmaz. Ancak tazir yapılır. [83]
Ahlaksızlığıyla ünlü kimselere zinacı demekle ortada
iftira suçu diye bir sorun olmaz. Günümüzde gazeteleri, mecmuaları, TV.yi,
gazinoları, kaldırımları görüyorsunuz. Buralarda iffetsizlerin iffetsizlerle net
ler neler yaptıklarını övüne övüne anlattıklarını milyonlarca insan görüyor ve
okuyor. Elhamdülillah biz bunlardan iğreniyoruz; lâkin çokları bunlara özeniyor.
Nesilleri zinaya sürükleyen böylelerine «Orosbu» veya «Pezevenk» demenin de her
halde iftira cezasını gerektirir yanı yoktur.
Cahili toplumlarda yaşıyan insanlar ahlaki açıdan genel
olarak (istisnaları da çok elhamdülillah) ya hastadır ya da hastalığa adaydır.
Tesettürsüz gezen birinin, yaptığı şey malumdur: İnsanlara zinayı sevdirmeye
çalışan böyleleri hep şehevani arzuları galaya-na getiriyorlar. Şortla gezen bir
erkeğin yaptığı budur. Diz kapaklarına kadar giydiği etek yetmiyormuş gibi bir
de kasığına kadar eteğini söküp Mlotunu (o da varsa) teşhir eden dişinin yaptığı
budur. Şimdi bunlara da yukarıda zikrettiğimiz sıfatları vermenin ceza
gerektirecek bir yanı olmadığı açıktır. Ancak hemen belirtelim ki, İslâmî
toplumlarda bu tür davranışlara devlet başkanının müsade etmesi de mümkün
değildir. Bu cahili toplumların problemlerinden biridir.
Hasılı, her önüne gelene «Orosbu çocuğu» veya «Orosbu -
pezevenk» demek doğru değildir. İddia edilen şey isbat edilemezse şeri&tle
idare edilen ülkelerde müfteriye Nûr Sûresinin 4'üocü âyetinin hükmü uygulanır.
Ancak ahlaksızlığıyla ünlü kişilere ve hayat tarzıyla ahlaksızlığı sergileyen
kişilere (kadın-erkek farketmez «Orosbu», «Pezevenk* demenin de ceza gerektirir
yanı yoktur. Ölçü İslâm. İslâm'ı ölçü almıyan-ların veya bu ölçüyü gale
almıyanların netice itibariyle eninde-sonunda alabilecekleri başka bir
sıfatları da yoktur. [84]
293 — «Yeni Yılınız Kutlu Olsun.»
Dalâlet ehli için herşey bir günah vesilesidir. Çeşitli
günler adı altında icra edilen söz ve davranışları böylelerinin din ve
bağlarının kopmasına kadar varır. Kâfirlerin hayat tarzları bellidir. Ya şu
«müslü-manım» diyenlere ne oluyor da, kâfirleri adım adım takip
ediyorlar.
Şunu kesinlikle herkes bilsin ki: İslâm dini yepyeni
bir nizamla gelmiş, önceki dinlerin hükümlerini bütünüyle yürürlükten
kaldırmıştır. İslâm'ın, gecesi de gündüzü kadar aydınlıktır.
İslâm'a tabi olmayanların kutsal saydığı günleri
kutlamak, onların adetlerine uymak, liderlerinin do-ğum-ölüm, bir yerden başka
bir yere gidiş-geliş gibi günlerinde merasimler tertiplemek büyük
günahlardandır. Kâfirlerin adetlerini İslâm'dan üstün sayanlar da kâfir
olurlar.
Konuyu misallerle biraz açalım :
.
a) Batı
ülkelerinde X)lduğu gibi, yabancı kadın ve erkeklerin bir arada toplanıp dans
etmeleri, çeşitli oyunlar tertip etmeleri İslâm'a göre büyük günahlardandır.
«Müslümamm» diyen birisinin kafirlere özenerek bu gibi şeyleri —helâl kabul
etmemek şartıyla— yaparsa büyük günah işlemiş olur. Helâl sayacak olursa küfre
girer.
b) Güzellik adı
altında yapılan yarışmalar bilindiği gibi gayr-i müslimleria adetlerindendir.
Bundan amaç, sehvetperestlere taze kadın vücuduyla ziyafet çekmektir. Aynı
zamanda fuhuş sektörüne hammadde temin etmek içindir.
Müslüman bir kadının bu tür müsabakalara katılması
mümkün değildir. Çünkü bu ahlakı iîsai, 3u-rpek, kadının annelik vakarını
düşürmek, onu bayağı bir eşya gibi müzayedeye çıkarmaktır.
Bu tür müsabakaların mubah olduğunu iddia edeın kimse
dinden çıkar.
c) Noel
yortusunu Hıristiyan alemiyis birlikte Veya başka şekillerde kutlamak da
büyük günahlardan biridir. Hatta buna özenerek Hıristiyanları takdir ederse,
İslâm Dini'nden çıkar.
Miladi yılbaşlarında tebrikleşmek İslâmî sünnetlerden
değil, putperest Hıristiyanlara mahsus bir âdettir. Bundan da müslümanların
kaçınması gerekir.
İmam. Rabbani Hazretleri diyor ki:
.. Gayr-i müslimlerin kutsal sayılan
günlerinde âdet olan hediyelerle hediyeleşmek küfrü
gerektiren şeylerdendir. [85]
Hıristiyanların Noel Ba'ba günü dedikleri günlerde ve
diğer kutsal saydıkları günlerinde onlara ayak uydurmak gayesiyle, onların
yaptıklarını yapmak, o günlerde bayram niyeti ile çocuklara elbise almak ve
pişirdikleri yemekleri yemek veya pişirmek caiz değildir- Bu hareketler küfrü
gerektirir. Onlardan sakınmak icâb eder. [86]
Müslüman olmıyan kimselerin bayramlık eşyalarıum
ticaretini yapmak caiz değildir. Çünkü bu îslâ-mî olmıyan şiarın teşhirine
vesiledir, [87]
Ne hazin bir tecellidir ki, Türkiye'de müslüman halkın
hükümeti, Hıristiyan bayramı olan milâdi yılbaşı için seferber oluyor. Noel
dolayısıyla TCDD, THY. ve Deniz Yolları ek seferler koyuyor. Devlet kuruluşları
«Yıl'başı gezileri» düzenliyor. Hem de müslüman-lık iddiasında buluna
buluna.
Hasılı, İslâmiyet hurafelere karşıdır. Milâdi yılbaşı
rezaleti de bir hurafedir. Milâdi yılbaşı Türkiye içki milli bir afet, iğrenç
bir hurafedir. Bu hurafeyi ihdas edenlere de öncülük edenlere veyl olsun. [88]
294 — Sarhoşun, Dansözün Ve Şantözün Üzerine Para Saçmak; Onlara Brova Çok Güzel Yapıyor Demek.
Düğünlerde, meyhanelerde, yılbaşlarında veya herhangi
bir vesile ile içki içip nara atacı, etrafı rahatsız eden, rastgele konuşan
sarhoşların başına toplanıp onları daha da heyecana getirmek için üzerlerine
para saçmak, desdek vermek küfürdür. Çünkü bu davranış, onun ağzından çıkan
küfürleri tasvibe delâlet eder.
Bunun gibi, düğünlerde, gazinolarda sahneye yarı çıplak
çıkan şantözleri, dansözleri hayranlıkla seyredip üzerlerine para atmak veya
takmak, alkışlamak da küfür sayılmıştır. Çünkü bir kadının kendini o duruma
düşürmesi, etini teşhir edip göbek atması, büyük günahlardandır. Şayet kadın
bunu günah kabul etmiyorsa —ki, çoğu kabul etmez—, o takdirde küfürdür. Küfrü
alkışlamak, devamını dilemek de küfündür. [89]
295 — «Günümüzde Sünnet Düğünleri Ve Bu Düğünlerde Kur'an-I Kerim Okumak.»
Meseleye bir gerçeği zikrederek girelim: Dinimizde
sünnet düğünü diye bir amel yoktur. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin sünnetinde
sünnet düğünü diye bir sünnet de yoktur.
Ancak, bugün bir kısım müsîümanlar hitanı vesile ederek
sohbet toplantısı tertip ederek ehline emr-i bilma'ruf, nehy-i anîlmünker
yaptırıyorlar.
Başka bir grup da hitanı vesile ederek sünnet düğünü
adı altında işi elâlemin ortasında karı oynatmaya kadar götürüyorlar. İçkiler
içiliyor, dansözlere icra-i sanat yaptırılıyor; hatta buralardakiler «kendi
karılan»m bile cümle alemin önünde zevkle oynatıyorlar, îşte bu rezalet
meclislerine de «sünnet» diyorlar, fesübhanallah...
İşin ibretli başka bir yönü daha var. Bu şeytan
meclislerinde bazı kendini bilmezler üç kuruşluk menfaat için serhoşların,
tesettürsüzlerin, karısını oynatanların ortalarına oturup Kur'an ve mevlid
okuyorlar. Ey okuyucular, bunlara ne sıfat vermek gerekiyorsa siz böylelerine
o' sıfatı verin. Biz, bunların sıfatlarını burada yazmaya haya
ediyoruz.
Fıkıh kitaplarında zikrediliyor ki:
Kur'an-ı Kerim'i küçümsemek veya onu küçümsenen
yerlerde okumak fukahanm çoğuna göre, küfürdür. İmam Muhammed bin Şihab
el-Bazzaz diyor ki: Çalgı, dans ve benzerî günahların işlendiği bir ortamda
Kur'an okumak küfürdür. Çünkü Kur'an'm küçüm-sendiği yerde Kur'an okumanın
anlamı yoktur. Çünkü bu gibi meclisler iblisin at oynattığı meclislerdir. [90]
«Din görevlisi» rolünde görünenlerin Allah'ın Kitabına
ihanetleri böyle devam ederse, dinin hakiki fonksiyonunu toplum içinde yaymak,
İslâm kültürüyle halkı şekillendirmek mümkün olmaz. Çünkü nıüs-lümanlık
iddiasında bulunanların çok önemli bir bölümü, dini fantazi saymakta, aynı
zamanda «Sünnet düğünü» dedikleri meclislerinde Kur'an-ı ve Mevlidi birer
fantazi kabul etmekte, hiç değilse adetlere uyarak bunlara yer
vermektedir.
Ameller niyetlere göre değer kazanır. Bazılarının ihdas
ettikleri düğünlerde aslolan, çalıp oynamak, zıplayıp göbek atmaktır. Böyle
meclislerde Kur'an ve Mevlid ise, âdet yerini bulsun diye vardır.
Hasılı, müslümansak müslümanca yaşamak zorundayız.
Başka kılıklara girmenin mânâsı yoktur. Çeşitli kılıklar, hiç kimseye fayda
sağlamaz. Aslolan, müslümanm Kur'an'm hükümlerine, Rasûlüllah'm sünnetlerine
uyarak yaşamasıdır. Gerisi gavurluktan ve gavurluk sıfatlarıyla haşr olmaktan
başka bir şey değildir. Selâmet Hûda'ya tabi olanlara olsun...
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Hakim'de meâlen buyuruyor ki
.-
# «Bu Kur'an öyle bir kitaptır ki, kendisinde hiç şüphe
yoktur. Ve daha Önceki kitaplarda, Allah'ın inzal edeceğini vaad buyurduğu
kamil kitaptır. Takva sahipleri için değildir, yol göstericisidir.» (Bakara
Sûresi, Âyet: [91]
296 — «Kuranın Her Dediğini Yapacak Olursak Aç
Kalırız.»
«Kur'an'ın her dediğini yaparsak aç kalırız» sözünü bir
kâfirin ağzından duyarsak bu onun kâfirliğinin gereği der geçeriz. İmân etmesi
için tebliğimizi ve duamızı yaparız. Böylece sorumluluktan kurtarmış oluruz
kendimizi.
Ya bu sözü «ben müslümanım» diyen kişiler söylerse? Ki,
söylüyorlar. Lâf olsun için söyliyenler var. Etrafındakilere komiklik olsun diye
söyliyenler var. Buolar rahmetli Necip Fazıl Kisakürek'in dediği gibi «Marka
müslümam» Markası müslüman fakat kendinde müslümanlıktan eser yok. Allah
böylelerin şerrinden ehl-i İslâm'ı korusun...
Başlıkta zikrettiğimiz ve benzeri sözlerde
itikatsızlığın ve Allah'a güvenmemenin açık belirtileri vardır. Bu tür sözler
Kur'an'ın bir kısmına inanıp diğer
bir kısmını reddetmek anlamına gelir. Böyle
bir inanç ve iddia olduğu gibi küfürdür, Allah (c.c.) «inandım» diyen herkesi bu
tür ölçüsüzlüklerden korusun ve kurtarsın.
Müslüman için ölçü İslâm'dır. Rehber Kur'an'dır. örnek
ve Önder Hz. Muhammed (s.a.v.) Efjendimizdir.
Müslümanlar, emperyalist neidüğü belirsiz batı
kültürünün tesirinde kaldığı müddetçe bu tür iğrenç sözlerden ve batıl
yaşantıdan kendilerini ve nesillerini ya kurtaramazlar ya da çok zor şartlar
altında kurtarabilirler. Bunun için Allah (c.c.) müslümanlardan mal ve canla
cihad istemektedir... Niçin? Din hayata hakim olsun için... Allah'ın razı
oldukları da bu şerefli kullarıdır.. [92].
297 — «Bugünkü Toplumda İslâm'ı Taşıyamayız.»
Televizyon okulu mezunu, müstehcen neşriyat kültürüyle
yetişmiş, batı kafa yapısını kendisine örnek almış kişiler şeklen «müslüman»
görünüp «bugünkü toplumda İslâm'ı yaşayamayız.» yaygarasını koparıyorlar. Niye
yaşıyamazlarmış? Cevâpları şu: Ya toplum bozukmuş. Ya, da Kur'an eski çağların
kitabıy-mış. Onu yaşama ortamı kalmamış.
Kur'an-ı küçümsemek, İslâm'ı yaşanmaz prensiplerle
yüklü saymak kâfirliğin ta kendisidir. Böyle bir iddia ve itikada sahip olanlar
tevbe etmez ve yeniden İslâm'a rücu' etmezlerde böylece ölürlerse dinimize göre
böylelerinin cenaze namazları kılınmaz, cesetleri nıüslüman mezarlığına
gömülemezler. Bunlar ebediy-yen cehennemde kalmaya mahkum
serserilerdir.
Bugünkü dejenere olmuş toplumu kendine örnek edinerek
İslâm'ı çağ dışı sayanlar, bilmelidirler ki, Kur'an ahkamına ters düşen her
yaşayış çağ dışıdır, merduttur. Çünkü Kur'an insanın i^uhunun yüceliğine ve
yaratılışındaki azizliğe götürecek hükümler getirmiştir. Bunları küçümsemek
inşam ancak cehenneme götürür. [93]
298 — «Sizden İyi Olmasın.»
İki kişi oturmuş karşılıklı konuşuyorlar. Biribir-lerini
karşılıklı medhü sena ediyorlar. Bir ara, biri üçüncü 'bir şahsı gündeme
getiriyor. Onun meziyetlerini sayacak. Sayacak ama söze bir dua ile başlıyor.
Karşısındakine, üçüncü şahıs için diyor ki:
«— Senden iyi olmasın...» Fesü'bhanallah. Ne demek bu?
Bile bile yanında olmıyan kardeşinin gıyabında beddua ediyor. Böylelerine Allah
tc.ç.) firaset ihsan etsin. Başka ne diyelim.
Bir mecliste sohbet ediyorduk. Söz döndü dolaştı
yanımızda bulunmayan bir kardeşimizin gayretli çalışmalarına, onun iyi niyetine,
yardım severliğine geldi. Oıdan bahsediliyordu. Tam karşımda oturan zat,
bahsedilen zatın herhalde bir meziyetinden bahsedecekti; söz aldı:
«— Hocam, sizden iyi olmasın, onun öyle bir imrenilecek
hayat tarzı vardır ki...» dedi. Ben hemen sözünü destim. Dedim ki o
zata:
— Bak, şu arkadaşlar da duydular ki, sen bu sözünle hem
ayıp ettin. Hem de bir kardeşinin gıyabında konuşmakla günaha girdin.
Kardeşinin gıyabında «Senden iyi olmasın» demekle ona beddua etmiş oldun.
İnşallah daha iyi olur demeliydin. Hayır duada bulunmalıydın.
Bu zad dedi ki:
.
— Hocam dilimiz öyle alışmış. Ben öyle olsun
istememiştim.
— İyi ya işte. Dilimizin söylediklerinden hesap
vereceğimizi bilmiyor musun?
— Biliyorum.'
— Peki niye ölçüp biçip konuşmuyoruz? Bunları iyi
bilmek lâzım.
Bir başkası hemen sordu :
— Hocam, meseleye bir açıklık getirmek
istiyorum.
— Buyurun, deyince dedi ki:
— Zamanımızda- insanlar o kadar acaibleşti ki,
insan, birinin iyilik ve güzelliklerini«anlatmaktan korkar oldu. İnsanımız
yanında medh edilen insanın mad-hine dayanamayıp hemen hücuma geçiyor. Varsa
geçmiş hatalarını ortaya döküyor. Yoksa hayali hatalar ve kusurlar bulmaya
çalışıyor. Hiçbir şey bulamazsa acı acı yutkunmaya başlıyor. Hased ediyor.
Hased etmek ne kadar kötü ise hased ettirmek de o kadar kötüdür. Onun için
tahkire, saldırıya ve hasede yol açmasın, bir bakıma tedbir olsun diye hep
«Sizden iyi olmasın» demek zorunda kalıyoruz. Allah affetsin.
Ben de kendisine her ne maksatla olursa olsun böyle bir
sözün iyi olmadığını kul hakkına tecavüzün söz konusu olduğunu anlatmaya
çalıştım.
Bütün belâların başımıza gelmesinin sebeplerinden biri
de insanımızın emperyalist kâfirin batı kültürünün etkisiyle yaşamasıdır. Bu,
temelsiz, ne olduğu belli olmayan kültürden kurtulup öz kültürümüze dönmedikçe;
dilimizin söylediklerini, organlarımızın yaptıklarım kontrol altına alamayız.
Neticede hesap gününde hayatımızın hesabını veremeyiz. [94]
299 - «Şeker Bayramı.»
Aliaha gönülden inanan, Hz. Muhammed (s.a.v.)'-in
risâletini tamamen kabul eden müsîümanlarm, yılda 2 bayramı vardır.
1- Ramazan
bayramı,
2- Kurban
bayramı.
Birincisi: Nefsi terbiye etmenin, sosyal adaleti
gerçekeştirmenin, fakir ile zengin, efendi ile köle arasındaki mesafeyi
kısaltmanın, cemiyet bünyesinde dayanışmanın sağladığı sevinç ve huzuru içten
dışarı vurmanın bayramıdır.
İkincisi: Allah'ın varlığını, birliğini bilmenin ve bu
akide ile İslâm'ın ezel ile ebed arasını dolduran feyizli nurunun fışkırıp
kıt'alara yayıldığı mihrak noktası olan Kabe-i Muazzama'da toplanmanın, gönül
ve ideâl birliği içlide BİR olan, eşi, dengi ve benzeri olmayan Allah'a ibadet
etmenin, O'nuıı rızası içia Kurban kesmek suretiyle hem sadakat bağını
kuvvetlendirmenin, hem de fakirleri doyurmanın, aynı zamanda dıştan merkeze,
merkezden dışa akseden «Lebbey-ke'llahümme...»nkı ruhlara verdiği inşirahın
bayramıdır... [95]
Bayram, müslümanlar için sevinç kaynağıdır. Bu yazımızda
daha çok Ramazan bayramı üzerinde durmak istiyoruz. Ramazan ayındaki orucumuzu
tuttuktan sonra yaptığımız bayrama, Ramazan bayramı diyoruz. Bazıları buna
«Şeker Bayramı» diyorlar. Bu ifâde nar güzeli, karpuz güzeli, bağ güzeli, bostan
güzeli seçimi yapılmasına vesile edilen festivaller gibi sevimsiz, kaba,
hortlakça bir ifade. Oruç tutmayanların, Ramazan ayma ilgisizlerin
kullandıkları bir yakıştırmadır «Şeker bayramı» tabiri... İslâm'ın sebep ve
gerekleri unutulmaya yüz tutunca, bayram dendiği zaman «şeker» ya da «et»
yemekten başka bir şey anlaşılmaz oldu.
Bayramlar «et» bayramına, «şeker - tatlı» bayramına
dönüştü. Asıl sebep ve gerekleri unutuldu.
Değerlerimize yabancüaştık. Bayramlardan da
uzaklaşıyoruz. Ele almış itibariyle diğer tatil günlerinden farksız hâle
getirildi.
Bu bayramlar bizim. Bunların kazandıracağı bütün
güzellikleri yaşamalıyız. Alışılagelmiş kutlama mesajlarıyla geçiştirilecek bir
olay değildir bayramlar. Mesela Ramazan Bayramını, Ramazandan kurtulduğumuz
için değilj ibâderlerimizi ifa edip yerine getirebildiğimiz için bayram
yapıyoruz. İşte ibâdetlerden nasibi olmıyanlar bayramların mahiyetlerini boz-,
maya kalkışıyorlar. Bayramlarımıza «şeker» ve «et» bayramı diyorlar. Allah'ın
dinini yaşamıyanJarin bayramı yoktur. Zira fani günleri bayram yapan sır, imân
ve Allah'a kulluk duygusudur. Herkes bayramlardan dini duygu İslâmî muhabbet
ölçüsüne göre feyiz alır. Bu yüzden dînin gereklerini yerine getirmeyenlerin
bayramı yoktur.
Yazımızın sonunda okuyucularımızın şu soruyu kendilerine
sormalarını istiyoruz: Peygamber (s.a.v.) Efendimizin 13 yıllık Mekke
hayatındaki peygamberlik devresinde hiçbir bayram yok. Medine-i Münevvere'ye
hicret ettikten sonra ikinci hicri yıldan itibaren iki dini bayram yapıldı.
Niçin acaba? Bu sorunun cevabını verebildiğimiz oranda bayramlardan feyiz
alırız.
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Hakim'de meâlen buyuruyor
ki:
# Mü'minler gaybe inanıp namazlarını kılarlar ve
kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah rızası için) harcarlar.» (Bahara Sûresi,
Âyet.- 3) [96]
300 — «Müsbet İlimlerin Kabul Etmediği Şeye İnanmam.»
Nar'dan aydınlanan aydınlar (!) «müsbet ilimlerin kabul
etmediği şeye inanmam» diyorlar. Böyle insanların putu, müsbet ilim dedikleri
şeydir. Müsbet ilim dedikleri şeyi sorsanız, böyleleri onu da
bilmezler.
İnançsızlıklarına müsbet ilimi perde olarak kullanan bu
kişiler bilmelidir ki, müsbet ilimlerin gayesi kemal-i hakikatları
araştırmaktır. Müsbet ilim, her-şeyi bilirim dediği gün yöneldiği gayeden
ayrılmış; ilim olmaktan çıkarak cehle inkilâb etmiş olur. İlmin kemâli, pek az
bildiğini ikrar, cehlini itiraf eylemektir. [97]
Bu konuda birisi karşılaştığı bir olayı şöyle
naklediyor :
Bir genç vardı, lise öğrencisiydi. «Müsbet ilimden başka
bir şeye inanmam? hele gözlerimle görmediğim hiçbir şeyi
kabul edemem.» diyordu. Onun bu düşüncesi daha sonra onu Meleklere ve Allah'a
inanmamaya kadar götürdü. Uzun bir süre bu düşüncelerinde İsrar etti. Günlerden
bir gün felsefe öğretmeni ders anlatırken birdenbire:
— Hiç ses" çıkarmadan bir dakika durunuz ve
dinleyiniz, bir dakika sonra duyduklarınızı yazınız, dedi.
Sınıfta bir dakika hiç ses çıkmadı. Duyduklarımızı
yazacaktık. Fakat hiçbir şey duymamıştık ki. Öğretmenimiz ceketinin cebinden
küçük bir radyo çıkardı ve açtı. Şarkılar programı vardı. Şarkıcı güzel bir
nağme ile:
«Gökyüzünde yalınız gezen yıldızlar...» diyordu. Hocamız
şarkı bitince kapattı.
— Arkadaşlar, biraz önce niye duymuyordunuz, dedi.
Çünkü radyo kapalı idi. Bizim kulaklarımız radyo açılmadan onu duyacak
kabiliyette değildir. Bu oda ses dalgaları ile dolu. Televizyonumuz olsa idi
şarkıcıyı gözlerimi?; ile görecek idik. Demek ki, şu anda odamızda resim
dalgaları da var. Ama gözlerimiz onları da görmüyor, dedi. Öğretmenimiz buna
benzer daha bir çok şey anlattı. O günden sonra arkadaşımız, görmediği
varlıklara inanmaya başladı. [98]
Cenah-ı Hakk Kufan-ı Hakim'inde meâlen buyuruyor ki
0 «Kalblerinde nifak hastalığı olanların, kâfirlerle
dostluk yapmak hususunda yarıştıklarını görürsün. Zamanın aleyhimize
döneceğinden korkarız, derler. Fakat yakındır ki, Allah müslümanlara zaferi
veya kendi katından bir emri getirir de nefislerinde gizlediklerine pişman
olurlar.» (Maide Sûresi, Âyet:,52) [99]
301 — «Açıkça İslâm Nizamına Dönmeyi İstemek Süper Devletleri Kızdırır. Onlara Karşı Güçsüz Olduğumuzdan Bizi Yok Ederler.»
«İslâm'a dönmek süper devletleri kızdırır» iddiasında
bulunanlara cevabımız şudur:
Sizin bu tutumunuz son derece acizliğinizi ve kısır
görüşlüğünüzü ifade eder. Halihazırda bu devletlerin düzenlerini kabul ettik.
Bütün hayat tarzlarını aldık. Her şeyde onları taklid ettik. Bütün bunlardan
sonra onlar bizim için bir fayda temin ettiler mi? Yabancıların hile ve
desiselerini bizden uzaklaştırdı mı? Ülkemizin istilâ edilmesine mani oldu mu?
Ekonomik istiklâlimizin ve diğerlerinin elimizden alınmasına çare oldu mu?
Memleketimizin gelir kaynaklarının sömürülmesine engel oldu mu?
Bu sorulara müsbet cevap vermek mümkün değil. Vermeğe
çapalamak da ihanetin, satılmışlığın kat-mejlisi olur.
Bütün bunlar olmadığı gibi, süper denilen devleti**1*
milletler arası her toplantıda aleyhimizde birleşiyorlar Önümüze çeşitli
maniler ve müşküller çıka-ny(;rlar. Bu zalimler ancak bir şeye önem verirler ve
ona göre tutumlarını değiştirirler. O da çıkarları ve içinde bulundukları
durumlarıdır.
Bunun haricinde şu veya bu dinden olmak onlar için P^
önem taşımaz. Bilindiği gibi İkinci Dünya Sa-vaşı'*ıda hıristiyanların nasıl
biribirlerini imha ettikleri malumdur. Bugün de aynı devletler en azılı
düşmanları olan Siyonist yahudilere yardım etmektedirler. Çünkü maddi
çıkarları, sömürgeci gayeleri siyo-nist'er© yardım etmeyi gerektiriyor. Bu
hakikat, batılı her liderin tasarrufunda müşahede edilmiştir.
Öyle ise, İslâm'dan sıyrılıp çıkmamız batılılar
yanın/*a bizim için hiçbir menfaat sağlamıyacaktır. Fakat İslâm'dan çıkmanın,
bu yüce dinden yüz çevir-n varlığımızı tehdit eden büyük tehlikesi vardır. i
nlikle bilelim ki, İslâm'ın ruhunu taşımaktan eriru yerine getirmekten uzak
olduğumuz müd-deU/"e Şaşkınlar olarak devam ederiz. Maneviyatımız
inU)<:addesatımız yıkılır, parça parça oluruz ve kuvve-timjz
söner.
Lakin biz, ciddiyetle işe başlayıp: — Biz müslümanlar
olarak ne komünistiz, ne de demokratız. Biz sadece elhamdülillah
müslümanlarız,
diyr; açıkça ilân etsek elbette önümüze hidayet ve nûr
yolv* çizilecektir. İslâm kelimesi bizi bir araya toplıya-cakt"" ve biz
müslümanları birleştirecektir. Kesinlikle ^ilmeye mecburuz ki, her yerde bizi
tehdit eden batılı sömürgeci bu düşmanlar karşısında tek yol
İslâm'dır.
İslâm'a sarılmakta veya İslâm'ı bırakmakta süperlerin
ve diğer batılılar denilenlerin bizden razı olup olmayacaklarını göz önüne
alırsak bundan şu neticeye varırız ;
İslâm'a sarılmadığmuz takdirde batılıların rızalarını
kazanamıyacağımız gibi şahsiyetimizi de kaybedeceğiz. Halbuki İslâm'a
sarıldığımızda, ona gönül verdiğimizde, onun hidâyetine yürüdüğümüzde şüph'e-siz
ki, şahsiyetimizi koruyacağız. Bunun yanında birlik kuvvetinin tesiri altında
müslüman olmıyanlan, kuvvetli bir ihtimalle, kendimize bağlıyacağız, Allah'ın
izniyle...
Şimdi soruyoruz : Başkalarına kuyrukcu olma görüşü mü,
şahsiyetimizi koruyan İslâm görüşü mü uyulmaya daha lâyıktır?
Şu halde müslümanlarm önünde İslâm'a dönmsk-çaresinden
başka bir yol yoktur. Batılı devletler bunu çok iyi anlamakta, bizi kendi
kendimizle meşgul ettirmekte, bizi şaşkınlıktan şaşkınlığa
sürüklemektedirler.
Vakit dardır. Beklemeye fırsat yoktur. Bilmeyenin
günahı bilenin boynunadm Serkeşliğin hiçbir faydası yoktur.
Ey bu vatan için titreyen insanlar! Ey bu vatanın
evlâtları! İslâm'dan gayri hiçbir çare yoktur. Biribiri-mizi yutma
çalışmalarıyla meşgul olmanın faydası yoktur. Bu düşmanlarımızın semizlenmesine
yarıyor. Allah'ın şu emrini de kulak ardı etmeyin :
«Mü'minler —aralarında hüküm vermek için— Allah'ın
kitabına ve peygamberine çağırıldıkları vakit onların sözü
ancak şudur : Kabul ettik ve itaat ettik. İşte bunlar zafere kavuşacak
olanlardır.» [100]
Cena'b-ı Hakk olmıyacak ve vermiyecek şeyi vaad etmez.
Öyle ise zafere ermek, dünyanın efendisi olmak, küfre yem olmamak tevhid
akidesini kabul etmeğe o akidenin hükümlerine itaat etmeğe, onları hayata
uygulamağa bağlıdır. Küfre kulluğa devam edelim demek adiliktir. Süperlerin
korkusunu kalbe doi-durmak da alçaklıktır.
Hasılı, sömürgeci dış düşmanlar ve onların yerli
uşakları olan düşmanlar karşısında tek çıkar yol İSLÂM'DIR...
Cenab-ı Hak Kur'an-ı Hakim'de meâlen buyuruyor ki
:
O «Sonra arkalarından öyle kötü bir nesil geldi ki,
namazı bıraktılar, şehvetlerine uydular. İşte bunlar azgınlıklarının cezasına
uğrayacaklardır.» Meryem Sûresi, Âyet: 59)
Bazıları namaz kılmıyanlara diyorlar ki: [101]
129_«Beynamaz.»
HaLk arasında namazlarını terk eden müslü-manlara
«beynamaz» derler.
Namazlarını terk eden müslümanların durumlarını
anlatmak için kullanılan «-beynamaz» sıfatı yanlış bir tabirdir. Namazlarını
terk edenlere «beynamaz» değil bî-namaz denir.
Bî-namaz : Namaz kılmayan, namazı terkeden, namazsınız,
târiku's-salât... demektir.
Bey-namaz ise: «Erkek namaz» karşılığında bir tabirdir.
Çünkü- bey, bay kelimesinin karşılığıdır. Namaz kılmayana «bey-namaz»
denildiğinde karşılığında acaib bir mânâ çıkmaktadır.
Müslümanlar kelime ve kavramları yerli yerince
kullanmakla mükelleftirler. Bunlar yerli yerince kullanılmazsa insanı şekilden
sekile sokabilir. Çünkü biz herşeyimizin hesabını vermek üzere ahirete doğru
durmadan-dinlenmeden gidiyoruz. Hesaplı konuşmaya, hesaplı davranışlarda
bulunmaya mecburuz.
Burada yeri gelmişken namaz ve namazı terk konusunda
bir-iki noktaya temas etmek zaruretini hissettik.
Bilindiği gibi namaz, Allah (c.c.)'ın emirlerimden
bedeni bir ibadettir.
İbadetlerin içinde biribirine kıyasla önemli olanları
vardır. Namaz, Allah'a imândan sonra gelen ibâdetlerin en kuvvetlisidir. Hz.
Âdem (a.s.)"dan itibaren gelen bütün peygamberler, namaz ibâdetini yerine
getirmişlerdir.
Allah'ın huzurunda secde ederek alnının manevî kirini
silmeyen bir insan İslâm Davası adına atacağı her adımda nifak içinde ve milleti
iğfal sevdasındadır. Onun için namazsızlara karşı daima müteyakkız olmak
zorundayız.
Namaz, İslâm nazarında ruhi bir miraçtır. Mü'-min ile
kâfiri ayıran bir ölçüdür. Mahşerde namaz kılanların abdest azaları
parlıyacaktır. Hz. Muhammed (s.a.v.) bunları kendi sancağı altına alacak,
diğerlerine kimse sahip çıkmıyaoaktır. Yani dinine sahip çıkmayanlar
ahirette sahipsiz kalacaklardır.
Cenab-ı Hakk, Meryem Süresi'nde bazı peygamberlerin
durumlarını hatırlatmaktadır. Bu peygamberlerin açtığı çığırları hatırlamamızı
emreden Allah (c.c), aynı sûrenin 59'uncu âyetinde bu peygamberlerle salih
kimselerin arkasından gelen kötü nesle değinilmekte onların namazlarını terk
ettiği hatırlatılmaktadır.
Peygamberden sonra gelen nesil, namazı zayi eden bir
cemaat ise (terk değil), şeriatın bütün .hükümlerini yaşama olgunluğuna
erişmeyen bir cemaat. ise, işte bu cemaat kendi kabrislerine uyar; nefisleri
kendilerine neyi gösterirse onlar onu şeriat zannederler.
Dikkatinizi çekiyorum:
Yahudiler Tevrat'ı böyle tahrif ettiler.
Hıristiyanlar İncil'i böyle tahrif ettiler.
Sözde müsluman olan kimseler de aynı şeyi denemeye
koyuldular.
Bu toplumun söz4e ileri gelenlerine namaz kılmak ağır
geldiği için namazsız bir müslümanlık icad edip onu millete kabul ettirmeye
çalıştılar. "Zekat vermek ağır geldiği için zekatsız bir müslümanhğın
müdafaasını yaptılar; «böyle de olur» dediler. İşte nifak böyle
başladı.
Dediler ki: İffetsiz bir müsluman olabilir, elâle-min
kızını karısını baştan çıkarmak için bütün hilelere baş vurabilir. Çırılçıplak
gezebilir, itler gibi her herzeyi yiyebilir; ama yine de müslümandır, dediler.
İslâm'ı kendi nefislerine göre tarif ettiler, öylece kabullendiler. Yahudiler
ile başlıyan, Hıristiyanlarla devam ettirilen, ahir zamanda Ümmet-i Muhammed
için sokulan nifak çeşitlerinden biri de budur işte...
«— Amellerin Allah katında en sevgilisi hangisidir?»
sorusuna, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz :
«—Vaktinde kılınan namaz, sonra ana-bahaya iyilik
etmek, sonra Allah yolunda cihadtır.» [102]
buyurdu.
Dikkat edilirse bu sırada önemli bir incelik vardır :
En güzel ibâdetin günde beş defa disiplin içinde namaz kılmak olduğu ifade
edilmiştir. Namazı olmayanın imajımın en önemli direği yok sayılır. Bu eksik
direk, birçok meselelerde imânın binasını yıkabilir.
Düşmanlarına bile beddua etmeyen Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz namaz meselesinde beddua etmiştir. Hendek Savaşı esnasında savaşın
en şiddetli olduğu bir zamanda ikindi namazım eda edememenin üzüntüsüyle
:
«— Allah onların karınlarım ve kabirlerini ateşle
doldursun.» [103]
buyurdu.
Yine dikkatinizi çekiyorum: Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)
Efendimiz Taif'te müşrikler tarafından taşlanıp vücudundan kan çıkmayan yeri
kalmadığı zaman bile böyle beddua etmemişti. Şimdi anlıyor musunuz namazın
önemini?
Sahabe-i Kiram'dan (Allah onlardan razı olsun) Ebu Talha
kendisine ait olan bahçesinde namaz kılıyordu. Daldan dala koşarak cıvıldaşan
bir kuşun sesi hoşuna gitti. Bir müddet kalben ve zihnen onunla meşgul oldu. Bu
arada kaç rekat namaz kıldığını şaşırdı. Namazını bitirir bitirmez hemen
Peygamber (s.a.v.) Efendimizin yanına koştu. Ve dedi ki:
— Ya Rasûlallah! Beni namazda meşgul eden bu bahçeyi
sadaka ediyorum. Nereye emir buyurursanız oraya sarf edilsin...»
Lütfen dikkat ediniz: Bu zat, bir kuş sesi Rabb'i ile
namazı arasına girdi; buna da sebep bahçe oldu diye bahçesini sadaka olarak
veriyor.
İşte namaz ve namazda ihlas ile huşu' budur ey
müslümanlar.
Hasılı, namazı bırakmak insanı şehvetinin peşine takar.
Şehvetine tapınanlar azgınlıklarının cezasına müstehak olurlar. [104]
Namazını terk eden müslüman-lara bî-aamaz denir. Halk arasında söylenilen
«beynamaz» sözü yanlış bir kavramdır. Namazsız kelimesinin karşılığı
değildir. [105]
303_«Din Siyasetten Ayrılmalıdır..
Biz «din siyasetten ayrılmalıdır» ifadesine yakıtı başka
bir sözü ve bu sözün akidede yaptığı tahribatı kitabımızın birinci cildinde «Din
siyasete âlet edilmez» başlığı altında irdelemiştik. Burada neticesi aynı fakat
biraz farklı ifadeyle tekrar bahse konu edinmemiz meselenin ciddiyetini
anlatmak içindir.
«Din siyasetten ayrılmalıdır» diyenler meselelere batıl
hıristiyan gözlüğüyle bakanlardır, islâm'da böyle bir şey yoktur. Çünkü din
bizatihi siyasettir.
«Dine inanıyoruz» dedikleri halde dindarlığı, dine göre
olması gereken hayat tarzını sırtta bir kambur gibi görenler kafirlerin
hallerine özenenlerdir. «Din siyasetten ayrılmalıdır» safsatasını İslâm'ı
kastederek kora halinde söyliyenlerin gayeleri kendilerini batıl ideoloji
'bezirganlarına sevdirmektir. Zaman zaman müslümanhk iddiasında da bulunan
böyleler i-ni bakınız Rabb'ımız Kur'an-ı Hakim'inde nasıl ifşa ediyor
:
«Kalblerinde nifak hastalığı olanların, kâfirlerle
dostluk yapmak hususunda yarıştıklarını/ görürsün. Zamanın aleyhimize
döneceğinden korkarız, derler. Fakat yakındır ki, Allah müslümanlara zaferi veya
kendi katından bir emri getirir ve nefislerinde gizlediklerine pişman
olurlar.» [106]
Bazıları «din siyasetten ayrılmalıdır» diyorlar.
Böyleleri âyette işaret edildiği gibi kâfirlere şirin görünmek, onların onayını
almak için yarış ediyorlar. Diğer bir husus da, bu iddiayı savunanlar İslâm'ı
öğrenmemişler. Emirlerini ve hükümlerini okumamışlar. Bu mukaddes dini ya
hakkıyla anlamamışlar veya hainlik yapıyorlar.
Bunlara her fırsatta şu gerçeği anlatmak lâzımdır :
îslâm hem din, hem siyaset, hem cemiyet, hem cami, hem devlet, hem dünya hem
ahirettir. Bu mukaddes dinin, dünya hayatı ile ilgili meselelere, ibâdetle
ilgili meselelerden daha fazla temas ettiğini bunlara öğretmek
lâzımdır.
Şu halde ibâdet meseleleri îslâm Nizamının bir bölümünü
teşkil eder. İslâm Dini hem dünyevi hemde dini meseleleri tanzim eder. Biz
müslümanlar olarak dinimizin ve dünyamızın îslâm siyaseti üzerine
sürdürülmesinden mes'ulüz...
Yüce Rabb'ımız soruyor:
«Aklım kullanan bir millet için Allah'tan daha güzel
hüküm verecek kim olabilir?» [107]
Elbette kimse olamaz. Olması da mümkün değildir.
Hasılı, , «din siyasetten ayrılmalıdır», iddiasıyla
müslümanları âtıl hâle getirmek istemek veya müslü-nıanın kendi siyasetini
ortaya koymasını «diain siyasete âlet edilmesi» gibi çarpık bir anlayışla
karalamaya çalışmak ya İslâm'ı anlamamışların veya İslâm'a ihanet eden
hainlerin kullandıkları değersiz sözlerdir. Bazılarının dillerine doladıkları
bu sözler Kur'-an'm verdiği habere göre «...kâfirlerle dostluk kurmak hususunda
yarıştıklarının» işaretidir. Biz böylelerine acır hidayetleri için gayret ve dua
ederiz. Hepisi bu kadar. [108]
304 — Allah'ın Bildiğini Kuldan Niçin Saklayım.»
Halkın arasında yaygınlaşan, günahkârların da
ağızlarından düşürmediği sözlerden biri de: «Allah'ın bildiğini kuldan niçin
saklayayım» sözüdür. Tabii ki, bu îslâm'a ters düşen bir ifade tarzıdır. Onun
için bu sözü, günahkâr, değersiz, kişiliksiz, hiçbir ağırlığı ol-jnayan yamuk
mizaçlı kişilerden çok duyarız.
Allah'ın bildiği kabahatleri, kullardan saklamak
lâzımdır. Adam içki içip nara atmış, zina yapmış, kumar oynamış
arsızhk-hırsızîık yapmış, muhterem insanların namus ve şereflerini lekelemiş ve
sonra da bunlar sanki birer meziyetmiş gibi, her önüne gelene, şurada şöyle,
burada böyle yaptım diye kaykıla kay-kıla anlatıyor. Bu çok yanlıştır. Niçin?
Bizce şu altı sebepten dolayı yanlıştır:
1- Yaptığı
günaha kulları şahid tutmuş olur. İnsan günahlarını anlatmakla: «Ey Allah'ım,
sen benim günahlarımı kapatıyorsun ama bu kulların da şahid olsunlar ki, beri
bu haspayı yedim. Ben nura değil, nara lâyık biriyim...» demek istemiş olur. Bu
ne adiliktir. Onun için günahları, başkalarına anlatarak kulları şahid tutmamak
lâzımdır.
2 - İnsan
yaptığı günahı anlatmakla başkalarına kötü örnek olur. Çevresini ve neslini
nefsi, gibi günaha özendirir. Günahların yaygınlaşmasına ön-ayak olur. Bundan
dolayı günah işleyenlerin de cezası gibi cezaya müstehak olur.' Çünkü kötülüğe
ön-ayak olan onu işlemiş gibidir.
3 - Günahı
açıktan işlemek ayrıca bir suçtur. Çünkü bu nesilleri bozmaya yönelik bir
eylemdir. Böyle bir davranışa kimsenin hakkı yoktur. Yeri gelmişken değinmeden
geçemiyeceğiz : Televizyondaki programlarda içip içip nara attırıyorlar. Kadın
oynatıyorlar. Zina yaptırıyorlar. Kumar oynatıyorlar. Hırsızlık yaptırıyorlar.
Aldatıyorlar., Fuhuş sahnelerini yayınlıyorlar. Bu melanetleri
aleniştiriyorlar. Yani nesillere «Bakınız, örnek alınız böyle olunuz» demek
istiyorlar. Bunları yapanlar da, yaptıranlar da, müsaade edenler de bu
ümmetin melunlarıdırlar. Bunların şerrinden korunmak için bu kepazeleri çok iyi
tanımak lâzımdır.
4 - Gizli
işlenmiş günahı haz duyarak anlatmak büyük bir kabahattir. Çünkü, bu, yaptığı
ile, kişinin iftihar etmesi demektir. Bu ne cür'ettir.
5 - İnsanın
günahını anlatması iradesi zayıf olan kişileri bu günahı işlemeye
götürür.
6 -
Alenileştirilen her günah mahşerde bir delil olur. Adam zina ederken, resim
çektirmiş bunları iftihar vesilesi yapıyor. İşte bunlar benim günah belgelerim
demek istiyor.
Bütün bunlardan dolayı «Allah'ın bildiğini kuldan niçin
saklayayım» deyip işlenilen hataları etrafa duyurmak son derece yanlıştır,
iğrençtir. Peygamber Efendimiz, buyuruyor ki: «Açıkça günah işleyenler hariç
ümmetimin hepsi nin günahlarını Cenâb-ı Hakk affedecektir. Şu da açıktan
günah işlemek gibidir: Kişi geceleri (haram) bir iş yapar. Sonra yarına çıkar;
halbuki Allah işlediği günahın üzerine perde çekmiş (gizlemiş) tir. Şuna-buna :
Ey filân, ben dün gece şöyle-böyle bir iş işledim. (Bir gece hayatı yaşadım)
der. Halbuki o, Rabbi günahını örtbas ederek gecelemişti. Fakat bu, Allah'ın
üstüne çektiği perdeyi açarak günahını ilân ediyor.»[109]
Şimdi anladınız mı Allah'ın bildiğini kuldan niçin
saklanamız gerektiğini? [110]
305 — «Erkek Dayıya, Kız Halaya Çeker.»
Halk arasında yaygın tabirlerden biri de «erkek dayıya
kız halaya çeker.» sözüdür. Bilindiği gibi babanın kız kardeşine hala, annenin
erkek kardeşine dayı denir.
Birisi bir davranışta bulunduğu zaman «dayısına çekmiş»
veya «halasına çekmiş» derler. O davranış iyi ise hala veya dayı da iyi
tanınıyorsa o iyi huy ile bu iyi huy arasında hemen irtibat kuruluverir.
Diyelim ki, dayı sarhoş, arsız - hırsız biri ise yeğeni de bunu örnek alıp aynı
dümenin suyundan gidiyorsa anne-babanın mazereti hazırdır. Derler ki: Ne
yapalım : «Dayısına çekmiş.» Yani «bizim bir suçumuz yok, bütün suç dayısında»
demek isterler. Bu son derece yanlış bir değerlendirmedir.
Bir defa bu benzemenin huy,1 karekter, mizaç ve ahlaki
açıdan pek irtibatı yoktur. Çünkü, insanlar yaratılırken huysuz, karektersiz
yaratılmazlar. İnsana bulaşacak olan ve karekteri haline gelecek olan iyi veya
kötü özellikler üzeri küllenmiş kor gibidir. Bunların hangisinin üzerindeki
küller üflenirse insan o huyları edinir ve öylece bir karektere sahip
olur.
Anne - babanın, çevrenin ve kültürün insanın
şahsiyetinin oluşmasında önemli etkisi vardır. Bu etkenlerin menfi oluşu başka
bir ifade ile İslâmî olmayışı huyların ve karekterin bozukluğuna sebep olacağı
şüphesizdir.
Kötü huylar kanser tümörleri gibidir. Onları kesip
atmadıkça, tedavi etmedikçe, etkisini yok etmedikçe önüne geçmek mümkün
değildir. Kötü huyların baş kaldırmasını önliyen Allah'ın şeriatıdır. Buna göre
yaşıyanlarda huylarm kötülüğüne rastlanmaz. İnsan İslâm'ın denetimine girince
alışkanlıkları da buna göre yönlenir. Dinden uzaklaşanın huylan da
olum-suzlaşır. Ölçü bozuk olunca insan, ayar tutmaz hâle gelir. Bu defa insanlar
hoş olmıyan davranışlarına haklılık kazandırmaya çalışır. Tabii ki bu son derece
yanlıştır. [111]
Olan şudur: İnsanı terbiye eden, olgunlaştırsn çeki -
düzen veren yani insanı insan yapan İslâm'dır. Bu nizamın hükümlerine tabi
olmıyan onun Ölçülerine göre ayarlanmiyanların terbiyesizliği İslâm dışı
yaşantılarının neticesidir.
«Erkek dayıya, kız halaya benzer» sözü doğrudur. Lâkin
bu benzeyiş huy ve karakter açısından değildir. Vücudun, şeklin ve şemalin
benzemesi açısındandır. İnsanın dayı veya halaya yüzü, gözleri, burnu, elleri,
vücudun uzunluğu kısalığı, sesi vesairesi benzeyebilir; benzemeye bilir de.
Bunun izahı şudur:
Çocuğun anaya, babaya,' dayıya, halaya benzemesi; erkek
veya dişi yaratılması şu dört durumdan bir halin bulunmasından ileri
gelir:
1 - Cima
esnasında erkeğin, menisinin kadından evvel gelmesi;
2 - Kadının
menisinin, erkeğin menisinden önce gelmesi;
3 - Erkeğin
meclisi önce gelip, kadının menisinden çok olması;
4 - Kadmmki
önce gelip, erkeğin menisinden çok olması.
Erkeğin menisi evvel gelir kadının menisinden çok
olursa, çocuk erkek olur. Böylece erkeğin menisinin önce gelmesi çocuğua erkek
olmasına, kadının menisinden fazla olması da baba tarafına çekmesine sebep olur.
Kadının menisinin, erkekten evvel gelmesi çocuğun kız olmasına, meninin çokluğu
da çocuğun ana tarafına çekmesine yol açar. Eğer erkeğin menisi evvel geldiği
halde, kadımnki erkeğin menisinden çok olursa, çocuk yine erkek olur. Fakat,
bu_ hâl dayıya veya babaya benzemesine âmil olur. Önce kadının menisi gelir,
fakat erkeğin menisi kadının. menisinden çok olursa kız olur ve halaya
çeker.
Hz. Enes (r.a.)'in anası (r.anhe) Peygamber (s.a.v.)
Efendimize gelip :
«— Ey Allah'ın Rasûlü! Ben, şunu öğrenmek istiyorum.
Kadın ihtilâm olunca gusül icap eder mi?» diye sorar. Rasûlüllah (s.a.v.)
:
«— Evet, uyandığı zaman bedeninde veya elbisesinde
meniden birşey görürse, gusül lâzım gelir.» buyurdu. Bunun üzerine Ümmü Seleme,
(utancından) yüzünü örterek :
«— Ey Allah'ın Easûlü! Kadının menisi olur mu?» deyince,
Rasûlüllah (s.a.v.) :
«— Allah iyiliğini versin. Kadında meni olmasaydı (bazı
zamanlarda) çocuk, hangi sebeplerden benzeyebilirdi?» buyurdu. [112]
Hasılı, «erkek dayıya, kız halaya benzsr» sözünden
anlaşılması gereken insanın dayı veya halaya huy ve karekter bakımından değil;
vücud, şekil ve şema] açısından benzemesidir. Doğrusu budur. [113]
306_«İp İnceldiği Yerden Kopsun.
Hayat tarzları bozuk, kişiliksiz ve değersiz kimselerin
söylediği sözlerden biri de «îp inceldiği yerden kopsun- sözüdür. Gidişatları
dine- imâna, ipe-sa-pa gelir tarafı olmıyanlar güya bu yanlışlıklarını haklı
çıkarmak için bu sözü kullanırlar. Tabiatıyla bu tür davranış ve ifadelerin
haklılık tarafı yoktur, olması da mümkün değildir.
«Müslümamrn» diyen birinden bu tür- söz ve davranışlar
duymak ve görmek çok şaşırtıcıdır. Çünkü bu, İslâmi değildir. İslâm bunu
reddeder, böyle bir şeye bünyesinde hayat hakkı tanımaz.
Bir misal verelim: Adam çevresine hergün biraz daha
artırarak borçlanıyor. Ödeme yapmıyor. İşlerini aksatıyor. Haramları ıhergün
artırarak işliyor. Ir-zma, namusuna olan hassasiyetini başlıyor zayıflatmaya.
İçki, kumar, zina ve diğer ahlâksızlıklara dalıyor. Tembellik ve miskinlik
yakasına yapışmış kişilere dostları ikazda bulunuyor. Diyorlar ki:
— Kardeşim, bu senin yaptığın ayıptır, günahtır. Hergün
biraz daha pisliğe dalıyorsun. Aklını başına topla. Kendine gel. 3u senin
yaptığın deliliktir. Bak, çoluk - çocuğunla birlikte rezil olacaksın. Etme.
Kendine çeki düzen ver.
Adamın verdiği cevap şu :
— Aman sende. îp inceldiği yerden kopsun.
Aldırma.
Şu münasebetsizin söylediğine bak sen. İp inceldiği
yerden kopacakmış. Adamın işi bozulmuş, borç almış başını gidiyor. Dostlarıyla
ilişkisini kesmiş. Haramın her çeşidine dalmış. Nerede ise namusunu ve şerefini
kaybetmek üzere. Hiç birine aldırış etmediği bir yana namus ve şerefine de
aldırış eimiyecek kadar bayağilaşmış. işte bu diyor ki: ip inceldiği yerden
kopsun. Güya bu söz ile yamukluğunu haklı çıkaracak. Her şeyi kaybetmenin
bedelidir, Isîâmî hayat tarzından kopmak. İslâm'dan kopanlar namus ve
şereflerini de koparıp atarlar. îşte bizim cemiyetimiz böyleleriyle doludur.
İnsanımıza verilen kültür bugün bu neticeyi vermiştir.
Herşeye rağmen müslümana yakışan hayatının yanlış yönünü
sezdiği anda onu hemen düzeltme cihetine gitmektir. Bu yanlışlığı hakhlaştırma
çabasını ancak kişiliksiz olanlar gösterirler. Bunlar aklını imanının emrinde
kullanamıyanlardır. Müslümandır, belki ama, lakin, îtlâm'ia hedeflediği kemâle
erememiş-tir. Eğer bu insan İslâm'ın nimetlerinden faydalanmayı bilseydi, yani
aklını imânın emrinde kullanabilseydi, yanlışlıklarını, Allah'ın, kendine
bahsettiği şeriat'-in gösterdiği çareler içinde hallederdi. Çünkü müslü-rnan
hayatının her safhasında kâfirlerle mukayese edilemiyecek derecede daha geniş
bir ufka sahiptir; tabii ki İslâm'dan faydalanabildiği nisbette.
Hasılı, «İp inceldiği yerden kopsun» ifadesi hiçbir
dayanağı olmayan batıl bir sözdür. Hayatlarının yanlış yönünü haklılaştirma
çabasına saplanmışların kullandıkları bu sözler akimi imânının emrinde kullanan
hiçbir mü'minden sadır olmaz, olması da mümkün değildir..-. [114]
307 _ «Türkiye'deki Amerikan Üs'lerins Müsade Etmesek Onlar Bize Ekonomik Ambargo Koyarlar.»
Türkiye, kâfirlerin kültürünün istilâsına uğramış
ülkelerden bindir. Bin yıllık şanlı tarihinin, kültürünün güzelliğinden
koparılıp piç bir kültürün otkisiyb yaşıyan toplumlardan isabetli seçimler
beklemek mümkün değildir. İşte, bizim toplumumuz böyle bir toplumdur, Bu
toplumun insanlarına televizyon neyi neşrederse, o, onlara göre doğrudur. Yamama
kültürün gereği 'budur çünkü...
Bizim toplumumuz başkalarının arzularına göro hareket
edecek bir tarzda ayarlanmış bir toplumdur. Nasıl ve ne kadar siyaset yapacağız?
Ekonomimiz ne olacak? Ticaretimiz nasıl olacak? 24 saatimiz nasıl geçecek? Hep
bunlar başkaları tarafından planlanıyor. Bu plana karşı çıkan insanlara hayat
hakkı tanınmıyor. Bütün kapılar bu insanların yüzüne kapatılıyor. Uşaklığı
kabul etmemelerinin hesabı ağır ödetilmek isteniyor bu insanlara.
Bir kalbten Allah korkusu atılırsa o kalbe Allah'ın
düşmanının korkusu girer. Allah'tan korkması gereken insan O'nu kalbine kabul
etmediği için O'nun düşmanından korkmaya başlar. Ve bu korktuğunu «Rabb» olarak
tanır. Nasıl mı? Bak, bu şöyle olur. Bir misalle açıklayalım :
Türkiye halkı planlı olarak geri bırakılmış ülkelerin
halklarından biridir. Bu ekonomik zayıflığımız bahane edilerek 'başta Amerika
olmak üzere çeşitli ülkelerden ekonomik ve askeri yardımlar yapılır. Yapılan
yardımlar bahane edilerek egemenliğimizi de çantalarında bir keklik olarak kabul
ederler. Bu ege-jnenük, bağımsızlık hikâyesi de ayrı bir hikâye...
Biz devam edelim misalimize 1974 yılında Kıbrıs'tı
Türkiye çıkarma yaptı. Amerika'n yöneticisi hemeu ağzını açtı ve şunu dedi:
«Ekonomik ambargo koydum.» Ne demek oluyor? «Rızkını kestim» diyor. «Ekonomik
ambargoyu kaldırdım» diyor. Ne demek? «Rı-zık verdim.» Bunlar ne demektir
biliyor musunuz? Bu ilâhlık iddiasında bulunmaktır. Adam açıkça demek istiyor
ki: «Senin yönetimin, bana aittir. Senin nasıl hareket edeceğini, senin
kurallarını ben koyarım. Benim kurallarını geçerlidir?» diyorlar. Böylece bu
kişi-ler «Ra'bb»hk iddiasında bulunuyorlar.
Amerika: «Ekonomik ambargo koydum'» diyor. Bizimkiler
«Eyvah rızkımızı kesti» diyor. Arkasından .aynı güç: «Ekonomik ambargoyu
kaldırdım» diyor. Bizimki: «Tamam, rızkımızı vermeye başladı» diyor. Biri rızkı
veren de kesen de benim diyor; öbürü, tamam sensin diye tasdik ediyor. Biri
Hanlığını ilân ediyor öbürü de bunu tasdik ediyor. Şimdi mümkün mü
Türkiye'deki Amerikan üslerine dil uzatmak.
Günümüzde ilâhlık taslayan Amerika ve Rusya uzaya
yerleştirdikleri uydulara güvenerek herşeyi yapabileceklerini zannediyorlar.
Şunu bilelim ki bunların hiçbir güçleri yok. Biz ülkelerin herşeyini görürüz
demeleri tamamen boş bir iddiadır. Örnekleri çoktur. İşte bir tanesi. Meselâ
Amerika'nın ateşesini İtalya'da-ki Kızıl Tugaylar Örgütü» kaçırdı. İki ay
gizledi. Sonra öldürdü. Leşini de bir deniz kenarına atıverdi. Her tarafı
görüyorum diyen Amerika niye ateşesini göremedi?
işte, biz müminler, daima «Lâilahe illallah
Mu-hammedu'r-RasûlüHah» derken, hürriyetimizi ilân ediyoruz. Amerika'ya da
«Senin ilâhlık iddianı kabul etmiyoruz. Sen sahtekârsın. Bizi korkutmak için
böyle diyorsun» diyoruz ve vakıada da öyle olduğunu görüyoruz.
Bütün peygamberlerin insanlara ilk öğrettiği, yalınız
Allah'a ibâdet etmeleri O'nun dışında hiç bir şeye kulluk yapmamaları idi.
Bütün peygamberlerin insanlara ilk tebliği budur. Onun için Yunus Emre
:
«Dört kitabın mânâsı, Lâilahe illallah'dir»
der.
Yani İncil'in, Tevrat'ın, Bezur'un ve Kur'an-ı Ke-rim'in
hülâsa özeti: Lâilahe illallah kelimesini söylemek ve ona inanmak ve o
doğrultuda hareket etmektir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bunu yapmıştır.
Günümüzde bizim yapacağımız şey de bu olmalıdır.
Hulâsa, biz Amerika'ya kulluk yapmak için yaratılmadık
ki, onların arzulan ve çıkarları doğrultusunda günümüzü onlara tayin ettirelim.
Onların ülkemizdeki üslerini biz bizim için birer pranga kabul ediyor onları
cüceliklerine rağmen dev kabul eden içi-mizdekilerle beraber üsleri de söküp
atacağımız günlerin yakın olduğuna Allah'ın izniyle inanıyor ve bu idealle
yaşıyoruz. İmanlı gençliğimizi de bu idealde görüyoruz. [115]
308_«Komünizmi Bilmek İçin Onların Da Kitaplarını Okumak Lâzım.»
Asrımızda müslümanlann dinlerine olan ilgisizliği ve
bilgisizliği sebebiyle dünyâda emperyalist kâfirler cirit atıyor. Onların
dediği oluyor. Onların yap dediği yapılıyor, insanlar onların müsade ettiği
ölçüde düşünebiliyor ve konuşabiliyor. Maarif, radyo, televizyon ve kamu oyunu
emperyalist kâfirler kendi dünya görüşlerine göre ayarlamışlar. Bu da,
zembereği, kurulmuş saat gibi ayarlandığı zamana göre tıngır-nungir
yürütülüyor.
Müsîümanın yolu üzerine o kadar çok tuzak kurulmuş ki,
her tuzakta müslüman avlanıyor. Yutulacak hazır lokma haline getiriliyor. İşin
acı tarafı müslümanlann geneli bunun farkında değil.
Bugün dünya iki kampa bölünmüş. Biri kapitalizm diğeri
komünizm. İnsanları iki kampa ayıran da bu kampların başında bulunan da yahudi.
Bu bölücü zihniyet diyor ki: Bunları çok iyi bilmek lâzım. Bu bilgiye sahip
olabilmek için bunları anlatan kitapları okuyacaksın.
Şimdi birileri çıkıyor, diyorlar ki: «Komünizmi bilmek
için onların kitaplarını okumak lâzım.»
Bir başkast çıkıyor o da:
«Kapitalizmi bilmek için onların kitaplarını okumak
lâzım» diyor.
Bunların 'her ikisi de yanlış. Çünkü insan ne
komünizmi, ne de kapitalizmi bilmeye mecbur değil, insan islâm'ı bilmeğe
mecbur, insan kapitalizmi ve komünizmi bilmemekle bir şey kaybetmez ama islâm'ı
bilmemekle 'hem dünyasını hem de ahiretini kaybeder.
«Kapitalizmi bileceksin - komünizmi bileceksin» telkini
ile yetişen gençlerimizin feir kısmı komünizme ait kitapları okuyor kuvvetli bir
komünist hayranı olup eline silahı kaptığı gfbi dini ve devleti yıkmaya
kalkıyor. Bu uğurda canını verecek kadar komünizmin hayranı oluyor. Bir kısım
gençler de kapitalizmi öğrenecem.' diye gecesini gündüzüne katıp kitaplar
okuyor. Televizyon seyrediyor, gazeteler, okuyor. Takip edilen maarif insanımızı
kapitalizmin hayranı yapıyor. Netice itibariyle bu kültürle yetişen insanımız
terbiyeli evlât misali «Amerika baba»yı kızdırmamak için ondan gelen her emre
«başım üstüne» demeği kendisi için övünç vesilesi yapıyor.
Türkiye'de egemen güçler «Komünizmi bileceksin,
Kapitalizmi bileceksin» ninnisiyle nesilleri kurdukları köle düzenleriyle
köleleştîriyorlar. Milyonlarca memleket evlâdı bu ikileme ile
şartlandırılıyor.
Yanılıp da birgün olsun demiyor ki: «— İslâmî düzeni
bilmek için bu düzeni anlatan kitapları okumak lâzım.'» Bu cümleyi söyliyen yok.
Bu Memlekette bu düzen bilinmesin, unutulsun, bundan tarih kitapları bile
bahsetmesin diye devleti ellerine geçirenler müslümanlara yapmadık zulüm
bırakmada Kur'an~ı yasakladılar. Allah diyene taş ocaklarında taş kırdıttılar
ve yolların yapımında insanımızı köle olarak kullandılar. Neler yapmadılar
ki...
İslâm'ı öğrenmek, bundan 'bahseden kitapları okumak bu
memlekette hep suç sayılageldi.Ceza kanununa 163'üncü madde müslümanların
ayağına pranga vurmak -için ihdas edildi, İki kişi bir araya geldi, dini kitap
okudu diye mahkeme koridorlarında hapisane köşelerinde insanlık dışı muamelelere
tâbi tutuldu.
Bütün bunlar nesilleri İslâm'ı öğrenmekten mahrum
bırakılmak için yapıldı. Her şeye rağmen bu memleketin öz evlâtları İslâm'ı
öğrendiler. Bütün yasaklamalara rağmen öğrendiklerini tatbikat safhasına
koymanın gayretini ve yiğitçe mücadelesini veriyorlar. İslâm bilindikçe
materyalist zihniyetler çatır çatır yıkılıyorlar. İşte komünizm bitti.
Kapitalizm suni teneffüsle yoğun bakıma alındı. Gidiyorlar köls düzso-ler. Hem
de bütün kural ve kurumlarıyla.
Gençler aldanmayın. Ömrünüzü bâtılları öğrene-cem diye
harcamanın faydası yoktur. Dininizi, bin yıllık tarihinizi, İstiklâl harbini
yapan Ege'de Yunan'ı denize döken ecdadınızı öğrenin. Dev diye size
tanıtılanların aslında 'birer cüce olduklarını kesinlikle bilin.
İslâm'ı bilen herkes ister komünistle, ister
kapitalistle karşılaşsın mutlaka ona galip gelecektir.
Size bir de misal vereyim :
Bir sarraf düşünün. Bu sarraf diyor ki, bütün
madenlerin özelliklerini bilmek istiyorum. Fesübhanal-lah. Behey adam, senin
vazifen bu değil. Senin bütün madenlerin özellikleriyle ne işin var? Sen altının
özelliklerini bil yeter. Eğer hepisini bilmeye kalkışırsan ömrünü heder etmiş
olursun. Öyle değil mi?
İşte aynen bunun gibi, insanımızın ithal malı görüş ve
zihniyetlere ihtiyacı yoktur. İslâm'ı bildi mi mesele yok. Yaratılış gayemiz de
budur. Biz, İslâm'ı alırız. Başka zihniyetleri İslâm ile ölçeriz; uyanları
alırız, uymayanları elimizin tersiyle tersleriz.
Hasılı, insanın yaratılış gayesine zıd zihniyetleri
«öğrenmek lâzımdır» diye yapılan şartlandırılmalara karşı uyanık olmak
zorundayız. Bizim vazifemiz Komünizmi bilmek, kapitalizmi tatbik etmek
değildir. Biz, müslüman olarak doğduk. Müslüman olarak yaşayacağız. Hak düzeni
bizden sonrakilere ulaştıracağız. İslâm'ı öğrenecek ve İslâm'ı yaşıyacağız.
Yaratılış gayemiz de budur... Nesillere bu gerçeği intikal ettirmeye
mecburuz... [116]
309 - «Teokratik Devlet Nizamına Karşıyım.»
Türkiye'de din dışı ideolojilere imân eden politikacı,
siyasetçi, yazar-çizer, devlet adamlarının pek çoğunun ağzından çeşitli
vesilelerle «Teokratik devlet nizamına karşıyım» sözünü duyarız.
Nedir teokrasi denilen herze?
Bu sorunun cevabını 'bugün her müslüman bilmeye
mecburdur.
Teokrasi kelimesini bütün lüğatlar «Tanrı iktidarı»
ifadesiyle açıklamaktadırlar.
Teokrasi kelimesinin tahlili şöyle:
' Teos: Tanrı.
Krotos: İktidar.
Teokrasi: Tanrı iktidarı.
Tanrı cins isimdir, Allah isminin karşılığı değildir.
Batıl ve beşeri «din»lerde çok tanrı vardır. Teokratik devletlere
misal:
• Suudi Arabistan (Müslüman) ® - Papalık
(Hristiyan)
• İsrail (Musevi)
• Tibet ve Japonya (Beşeri din)
Teokrasi kelimesi batı siyaset termolojisinde iki anlamı
içermektedir.
a - Doğrudan
doğruya Alah'ın hükümlerinin hakim olduğu hükümet sistemi.
b- Allah namına
papazların idaresi ve böyle idare olunan ülkelerdir.
Şimdi bütün bu izahlardan sonra şu hususa işaret
edebiliriz :
«Bir devlet adamı Teokrasiye de Komünizm'e de karşıyım,
dese aklımıza şu hususlar gelebilir:
1 - Bu devlet
adamı Hristiyanlığın tesirinde kalan kanunları değiştirmek
istemektedir.
2- Hristiyanlık
ve Musevilik gibi mensuh dinlerin dini liderlerin ve idarecilerinin gelmesine
karşıdır.
3- Din haline
gelmiş beşeri bir nizamın, devlete atmasını istememektedir.
Şayet bu ihtimaller doğru ise teokrasiye karşı çıkan
devlet adamına bir kısım hukukçularımız Hristiyan veya Musevi ileri gelenleri
veya Budizmin temsilcileri karşı çıkabilirdi. Çıkmadıklarına göre devlet
adamının teokrasi ile kasdettiği mâna, İslâmiyettir.»[117]
Şurasına işaret etmeden geçemiyeceğiz:
Devlet hem Hristiyan kanunlarından adabte ettiği
kanunlarını tatbike koymuş.; hem de onu yönlendirenler teokrasiye karşı,
çıkıyorlar. Bu korkunç bir tezattır.
Şunu herkes biliyor ki, bugün dünyadaki insanlar üç
dünya görüşünden birisini seçmenin ve onun kavgasını vermenin mücadelesi ile
dolu.
Dünyadaki bu mücadeleye. müslümanın baktığı açıdan
bakılınca bu mücadele küfür ve İslâm'ın mücadelesidir. Üç görüş dediğimiz
görüşler şunlardır:
1 -
Kapitalizm,
2 -
Komünizm,
3 -
İSLÂM.
Kapitalizmin ve Komünizmin .kaynağı insan beynidir.
İkisi de mukaddesata düşmandır, materyalisttir, îslâm ise, vahiy düzenidir.
Demek oluyor ki, dünyadaki mücadele hak-batıl mücadelesidir.
Müslümanların yaşadığı toplumlarda İslâmî bir anlayış
olmadığı için her fırsatta müslümanlara işkence ediliyor. Bu işkenceler bazen
aleni bazen de üstü kapalı oluyor. Bununla beraber bütün insanlık gayr~i îslâmi
düzenlerde inim inim inliyor. Kurtuluş yolu gösterenlere zulm
ediliyor.
«Hür demokrasi» hikâyesinin, Allah (c.c.)'den.başkasına
kulluk,: etmiyen ve «etmem» diyen insanlara tutumu vahşiyanedir. Bir taraftan
kutuplardan kutuplara sedası ulaşan Seyyid Kutup'lar Mısır'da direklere
çekiliyor. Bir tarafta «Kafirin şapkasını giymem-diyen Atıf hoca'lann boynu
yağlı urganlara sıktırılıyor.
Afrika'da, Ameri fra'.da ..sarf- derileri.,siyah-.olduğu
için vahşiyane katlediliyor.
Diğer bir yanda da dünyanın en çok müslüman. kitlesine
sahip toplulukların insanları bile dinini dünyasından ayırıyor, inançsız bir
şekilde ahirete hazırlanmaya mecbur bırakılıyor.
İsrail, Filistin'de kadınların rahimlerindeki ceninlere
varıncaya kadar kestiler.
Rus'lar Afganistan'da Napalm bombalarıyla müs-lümanlan
acımasızca yaktılar.
1950'de Kızıl Çin Birlikleri Türkistan'a girince 90 bin
mücahidi bir saat içinde idam ettiler. Sandalye-îere bağladıkları mücahidlerin
kafalarına çivi çaktılar. Vücutlarından küçük parçalar kesip
ağızlarına dıktılar. Direklere bağladıkları mücahidlerin
gözlerine, kulaklarına, burunlarına ateş, ederek aralarında, yarıştılar, kumar
oynadılar.
Kafkaslar'da, Türkistan'da, Filistin'de Afganistan'da,
Mora'da, Eritre'de Biafra'da, Amerika'da ve Almanya'da... Bu vahşilerin elinden
dünyayı kurtarmak İslâm'dan başkası ile mümkün değildir.
Kainat nizamının adı İslâm'dır. O nizama evet di-'
yenlerin adı mü'mindir. Kainat üzerinde her mahluk o nizamı kabul etmiş hak
olduğuna imân etmiştir. Bu nizamı kabul etmiyenler insanların bir kısmı il 9
cinlerin bir kısmıdır.
Allah'ın koyduğu düzene karşı çıkan anarşist mevcud
düzene başkaldıranı anarşist ilan ediyor ve onu ezmeye çalışıyor. Bütün gücünü
bunun için ss-ferber ediyor. Oysa en azılı anarşist Allah'ın düzenine başk
aldıran dır.
Müslüman inancını yaşamalıdır. Ona buna av olmamalıdır.
Av. olursa çok olta sallayanlar olur. Müslümanlar bazılarının vaadlerine de
aldanmamalıdır-lar. Peygamber (s.a.v.) Efendimize Mekke'liler krallık,
zenginlik, güzel kadın vaad ettiler. O (s.a.v.) iltifat etmedi. Müslümanlar siz
de iltifat etmemelisiniz...
Dini dünya işlerine karıştırmayan bazı sahtekârlar
özellikle lider durumunda olanlar gafil müslüman-ları aldatmak için zaman zaman
cemaatle namaz kılarlar. Kur'andan, Allah'tan, peygamberden bahsederler. Gafil
müslümanlar da hemen bunlara teslim oluverirler.
Napolyon Mısır'ı işgale geldiği zaman
Mısır'lıla-ra:
— Ben de müslümanım. Halife hazretlerine biat etmeye
geldim dedi. Hatta cemaatle namaz bile kıldı. Bazı müslümanlar «— Tamam»
dediler. Ona inanrverdiler. Netice ne oldu. O sahtekâr kâfirliğini a icablarmı
yerine getirdi.
Afgan is tan'lı Komünist Babrak Karmal halka kendini
kabul ettirmek için cum'a namazlarını kıldırdı. Elhamdülillah 'bu sahtekârlık
tutmadı.
Asrımızda bir kısım müslümanlarm dine karşı ilgisizliği
ve bilgisizliği manevi cebhede büyük yara açmıştır. Meselâ, bir zamanlar bir
yerde, tarihin seyrini değiştirenleri bir araya koydular. «100 Büyük Adam» diye
sıraladıkları bu listenin başına Peygamberimiz Hz Muhammed (s.a.v.)'i koydular
diye birçok kimseler sevindi, bunu propaganda etti. Aslında bu, müs-îümanlar
için büyük bir uyutmaca idi. Peygamber (s.a.v.) Efendimizi Lenin ile, Stalin ile
Marks ile aynı sıralamaya koydular. Onlar gibi bir adam imajını
verdiler.
Dikkatinizi çekiyorum: îster kâfir olsun ister müs-lüman
Peygamber (s.a.v.), Efendimizin büyüklüğünü kimse inkâr etmiyor ki. Her kâfir
bile «O akıllı bir adamdı» diyor. Akıllılığını kabul ediyor da getirdiği nizamı
kabul etmiyor. Neye yarar böyle kabullenmek? Hudeybiye anlaşmasında da Peygamber
(s.a.v.) Efendimizin ismi yazılırken ALLAH'IN RÂSÛLÜ yazılmasına kâfirler,
karşı çıkmışlardı. Abdullah'ın oğlu Muhammed, diye yazdırmışlardı. Nizama karşı
çıkış budur işte.
Hasılı, günümüzde «Ben teokratik devlet nizamına
karşıyım» diyenlerin çıkışı da aynı idealden dolayıdır. Bunlara aldanmamak
lâzımdır. [118]
310 — «Eğer Onun Yanına Bırakırsam Şunlar (Bıyıklarını Göstererek) Anamın ...... Bitsin.»
İhsanı insan yapan Tevhid Akidesine bağlılığıdır. Bu
bağdan mahrum olanlar şeklen insan görünümündedir. Çünkü böyleleri ölçü tanımaz
ve hiçbir kurala riâyet etmez.
Dünyada iki cephe vardır. Hak cephesi, bâtıl cephesi.
Bu iki taraf, ilk insandan bu yana. hep mücadele etmiştir. Bu mücadele kıyamete
kadar da sürecektir. Zikrettiğimiz bu iki tarafın kendilerine göre kültürleri
de vardır. Hak cephesinin kültürü, bâtıl cephesinin kültürü. Hak cephesinin
kültürünün temeli vahye dayanır, ilâhidir. Batıl cephesinin kültürü
temelsizdir, dayandığı hiç bir nokta yoktur, şeytanidir. Yani neüdüğü belirsiz
bir kültürdür. Bugün dünyada müslümanlar dinlerinin cahili olduklarından dolayı
İslâm'ı yaşamadıkları için dünyaya bugün için batıl tarafının piç kültürü hakim
gibi görülmektedir. İnsanlar bu kültürün etkisi altında kalmışlar onunla
haşr-neşr olmaktadırlar.
Materyalist ideolojiye dayanan kültür insanları
insanlıktan çıkarmıştır. Öz kızına tecavüz eden insanlar bu batıl ürünün acı
meyveleridir. Bu kitabın içkide zikrettiğimiz sözler ve anlayışlar genelde işte
bu bâtıl ideolojilerin yoz kültürlerinin ürünüdürler.
Yazımıza başlık yaptığımız cümlenin sizin tüylerinizi
diken diken yaptiğiıiı daha şu satırları yazarken görüyor gibiyiz. Böyle de
söylenir mi diye sorabilirsiniz. Biz de size şu cevabı vermiş olalım : Bu
toplumda bundan daha adice sözleri söyliyen insanlar milyonlara baliğ
olmaktadır. Eğer sağır değilseniz siz bu sözlerin nicelerine şahid
oluyorsunuzdur. Biz bu satırların arasında zikretmekten haya ettiğimiz nice
sözler vardır. Gayemiz çirkinliklerin iğrençliğini teşhir etmek, başarabilirsek
nehy-i anil münker (kötülüklerden caydırmak) yapmaktır.
Bir misalle başlık yaptığımız cümleyi ameliyat masasına
yatıralım, bakalım ne çıkacak. Çıkacak sonuçtan memnun kalacak olacak
mı?
Biliyorsunuz zamanımızın insanları imân fukaralığından
dolayı stres denilen bir hastalık hastalığına, yakalanmışlar. Herkes benzin dolu
fıçı misali, en ufak şeyden dolayı parlıyıveriyor. Bunun için sokak kavgaları,
ağız dalaşları alabildiğine yaygınlaşmıştır.
İki kişi kavgal aşıyorlar. Bazıları bu kavgacıları
ayırıyor. Kavgacılar hırsını alamıyor. Biribirlerine kendilerini parjçalarcasma
bağırıyorlar. Diyorlar ki:
— Ulan eğer bunu senin yanına bırakırsam Ibı-yıklarını
göstererek* şunlar anamın ...... bitsin.»
Bunu duyan muhatabı da bağırıyor :
«— Eğer bende senin yanma bırakırsam bunlar (bıyıklarını
göstererek) benim de anamın ......bitsin.»
Tabii ne o ona ne de öbürü diğerine hiçbir şey yapacağı
yok. Ayrılıyorlar. Sinirler yatışıyor. Sürtüşme konusu da unutulup gidiyor.
Zaman geçiyor bunlar aynı masada kumar oynamaya, içki içmeye devam ediyorlar.
Hiçbirşey olmamış gibi dost oluyorlar. Şimdi ne oldu bıyıklar?
Bu sözü söylemek adiliktir, edebsizliktir,
hayâsızlıktır, şerefsizliktir. Birinin 'birşeyleri vesile ederek anasının en
mahrem yerini diline dolamasından daha iğrenç.daha şerefsiz bir davranış içine
girmesi düşünülemez. Bu ve benzeri ifadeler ana-bâba, okul ve cemiyetin bâtılın
tarafında olduğunun ve onun bekçiliğini yaptığının en belirgin
alâmetidir.
Cemiyeti bu hale getiren eğitim sistemi utansın. Egemen
güçler utansın. Sevk ve idareciler utansın. Ana - babalar^ utansın. Kamu oyu
utansın. «Elli yılda elli milyon yaratık 'her yaşta» diyenlor utansın.
Müs-lümanım deyipte müsiümanca yaşamıyanlar utansın. Nesillerin bozulmasına
aldırış etmiyenler utansın. Utansınlar, utansınlar... Şayet utanabilecek
suratları varsa tabi?
Hasılı, her ne sebeple olursa olsun birinin bıyıklarım
şurada bitsin diye insanın en mahrem yerini ağzına alması çirkindir,
edebsizliktir, hayâsızlıktır, şerefsizliktir. Bu şerefsizliğin kaynağı da
insanları egemen güçlere köle yapan bâtıl düzenlerdir. İnsan insanlığını ancak
İslâm'da bulur. İslâm'ın dışında huzur arayanlar ancak ellerinde hüsranı
bulurlar. Yazık. Hem de çok yazık... [119]
311_«Senin Dinini-Îmanını...»
Köle düzenlerinde yaşıyan insanların çoğumun bu
düzenlerin kültürü sebebiyle dine-imâna sık gık saldırdıklarına hep şahid
olmuşuzdur.
Dine saldırı, imana salya müşrikliğin açık bir
alâmetidir.
Herkes duyar. Biri kızınca karşısındakine «Senin Dinini,
İmânını, Kitabını, Allah'ını, Peygamberini...» diye sayar döker. Kimseden ses
çıkmaz. Hatta bu kü-fürün yapıldığı kişi de çoğu zaman bu küfrü sergileyen
kâfire kulak şapırdatıverir. Duyanlar da öyle.
Biz öyle bir memlekette yaşıyoruz ki, bu memlekette
şahısları koruma kanunu çıkarılmıştır da Allah'a küfretme çılgınlığı
alkışlanmıştır. Çünkü beşeri düzenlerde Allah'a hükmetme hakkı
verilmemiştir.
Sokaklardaki ağızları salyalıların bu eylemlerini
durdurmak için çenelerini kırmak lâzım. Kim kıracak ve nasıl kıracak? Böyle
müslümanlar nereden bulunacak. Dinine sahip çıkacak irüslüman.
Adam, arsama iki metre girdiler diye çalmadık kapı
bırakmıyor. Niye? Arsama tecâvüz edildi diye. Ya dinine yapılan tecavüzler ne
olacak? Oldum olası dine tecavüz edihyor. Müslümanlar niye bunun mücâdelesini
vermiyorlar? Müslümanm yanında bu dinin bir metrekarelik arsa kadar da mı
kıymeti yok acaba? Bunu çok iyi düşünmek icabediyor. Kesinlikle
bilelim ki, dinine sahip çıkmayana Allah (c.c.)'da sahip çıkmıyacaktır.
Allah'ın sahip çıkmadığı kişi veya. devlet hiç iflah olur mu? Olması mümküa
değildir.
Herkes şunu bilsin: Din bir mekteptir, ki, insana
kendini 'buldurur, içini-dışını, önünü-ark a s mı aydınlatır. Tükenmez saadete
erdirir. Din mektebinin şeha-detnamesi ölümdür. Bu şehadetnameyi yüksek
derecede alanlar, ölüm aleminin müstesna özellikleriyle karşılaşırlar. Çünkü
beşikten mezara kadarki yolculuk kısa bir yolculuktur. Hakiki yolculuk ölüm ile
başlar. Bu yolculuğa dünya hayatında çok iyi hazırlanmak
icabediyor.
Bir an yeryüzünden birgün için dinin kalktığını
düşününüz. O gün işlenilecek günahların hesabının sorulmıyacağı hesabedilirse;
bütün insanlık akla hayale gelmiyecek çirkin işleri irtikâp
ederler.
İbâdet, inanç ve amellerin bir gösterişten ibaret olduğu
zamanlarda dört ayaklı hayvanlar bile insa-noğlundan nefret etmeye
başlarlar.
Bu zamanda ahlâki bağların çözülmüş olması dini
bağların yok olmasındandır. Dini bağların zayıf, olduğu cemiyetlerde kardeş
kavgaları olur, zalimler iş başına geçerek milleti sefil ve rezil
ederler.
Bir memlekette dine küfretme hürriyeti var da dinini
koruma hürriyeti yoksa o memleket kesinlikle iflah olmaz. Bir ülkenin
toprakları üzerinde bayrak dalgalanması, o ülkenin her yönüyle her yönüyle
bağımsız olduğunu göstermez. İşte Afganistan bunun açık misalidir.
Demek M, zihni işgaİ edilmiş, düşüncesi alabora olmuş,
değer yargıları unutulmuş bir toplumun yaşadığı toprak parçasının gönderinde
bayrak dalgalanmış ne çıkar? Ruhunu özgür kılan kişi hapishane hücreleriade
dahi olsa bağımsızdır, hürdür. İşte bu hürriyeti insana veren hak din
İslâm'dır. Onua eşsiz hükümleridir. Emrettiği hayat tarzıdır. Hür düzenidir.
İşte insan, buna talip olmalıdır. îmâaın zevkine ermelidir. Devletin görevi
dinin güzelliklerini milletine göstermek, onları yaşama zevkine erdirmek ve
yaşanılacak ortamı temin etmektir. Yoksa dine küfredenleri korumak
dsğildir.
Hasılı, Dine, İmâna, Kur'an'a ve mukaddes mefhumlara
küfredenler kâfirlerdir. Onlar için dünya ve ahirette ancak perişanlıklar
vardır.
Müslümanların görevi kâfirlerin bu eylemlerine son
vermek için mücadele etmektir. Tâ dine sahip çıkacak güce sahip oluncaya kadar.
Aksi halde, din de, millet de üzerinde yaşaaıla'n topraklar da yok olur. Dinine
sahip çıkana Allah (c.cJ'da sahip çıkar. [120]
312 — «Çocuğumuzla İlgilenmeye, Onu Yetiştirmeye Vaktimiz Yok.»
Birçok anne-baba çeşitli bahaneler uydurarak
çocuklarına ebeveynlik görevlerini yapmıyorlar. Netice itibariyle milli ve
manevi değerlerini inkar eden insanlar topluluğu meydana geliyor..
Zamanımızda oğlundan-kızmdan şikâyetçi olmayan hemen
hemen yok gibidir. Sebep dinden-imandan yoksun bir neslin türetilmiş
olmasıdır.
Allah ve Rasûlünün emirlerine itaat etmiyen ana-babanın
bu suçunun ilk cezası evlâdından tekme yemektir. Böyle kimselerin ciyaklamaya
haklan yoktur.
Ana-baba işe çocuk kreşe. Hangi dinde var bu? Bize
sorarsanız hiçbir dinds yok. Ancak putperestlerde var, yani nefsine
tapmanlarda, eşyaya tapmanlar-da var.
Çocuğu ana-baba yetiştirir. Bu sevgiden mahrum şefkatsiz
yetişen çocuklar bugün bir baş belâsı olarak yetip artmaktadır. Kimse
işini-gücünü, meşgalesini behane ederek çocuklarına karşı olan görevlerini
ihmal edemez. Bunca felâketlerden sonra herkes aklını-başına al.' :>x-ığunu
İslâm'ın emrettiği ölçüler içinds yetiştirme^ ^cburdur.
Biz bunu anlatalım:
Bizler müslümaaız, elhamdülillah. Müslüman, Allah'ın
buyruklarına teslim olmuş insan demektir. Allah'ın emirlerinin hepisi insanı
huzura kavuşturacak, mesud edecek, insana hakkı olan en güzel hayatı yaşatma
imkânını verecek güzelliktedir. Bir itibarla insana iik farz olan Allah'ı
bilmesidir.
İnsanın eğitimi son derece önemlidir. Çocuk
ana-ya-babaya bir gönül mey vasidir. Ana-babaya Allah'ın bir bahsidir ve aynı
zamanda da bir emânetidir. Bundan dolayı o çocuğun yaratılışına uygun bir
şekilde, onun maddi-mânevi varlığını gözetmek, korumak, hizmetlerini yerine
getirmek ana-baba için bir vazifedir.
Ana-babanın ilk görevlerinden biri belki de birincisi
hem çocuklarına hem de kendilerine helâl lokma temin etmektir. Haramlardan
kesinlikle cehennemden kaçar gibi kaçmaktır. Dünya ve ahiretin saadetinin
başlangıcı işte budur.
Çocuk konuşmaya başladığında ona ilk önce Allah demeyi
öğretmelidir. Gün geçtikçe «Bak yavrum, Allah bizi seviyor. Allah iyileri sever.
Allah temiz insanları sever...» gibi ifadelerle iyilikleri benimsetmeye
çalışmalıdır. Çocuğun kavradığı ölçüde de kötülüklerden kaçınmasını telkin
etmeye çalışılmalıdır.
Tabii, ana-babanın öncelikle İslâm terbiyesi ile
ya-tişmiş olması, dini bilgilerle mücehhez olması lâzım ki çocuğuna faydalı
olabilsin. Eğer aaa-baba bunları bilmiyorsa neyi nasıl öğretecektir? Onun için
ana-babanın fıkıh bilgisi çok önemli burada.
Söylenmesi gerekenleri çocuğa çocuğun anlıyaca-ğı
şekilde öyle bir lisanla söylemek lâzımdır. Nasıl söylersiniz? Ölçü şudur:
«Evlâdım biz yemek yerken bismillah diyoruz. Biz tertemiz oluyoruz. Çünkü
Allah temizdir, temiz olanları sever. Güzel sözlerle
konuşuyoruz. Çünkü Allah kötü sözlüleri sevmez...» Bu şekilde tatlı
telkinlerle çocuğa önemli bir takım mesajları onun anlıyabileceği bir lisan ile
vermelidir.
Çocuk bu söylenilenlere uymak için örnek arar. Onun için
anne-baba telkin ve tavsiyeleri doğrultusunda amel etmesidir. Çünkü çocuk
ana-babasımn güzel yaşantısını görüp, kavrayıp derece derece yükselir. Çocuk bu
yolla ibâdetlere başlar. Zamanla, ibâdetlerin yemek yimek gibi tabii bir
ihtiyaç olduğuna inanır ve kesintisiz olarak devam ettirir.
Çocuklar çok soru sorarlar. Cenab-ı Hakk onlara öğrenmek
aşkı vermiştir. O temiz, melek hasletiyİ3 bakarsınız : «Anneciğim, şu iş nasıl
oluyor? Babacığım şu neden böyle?» diye sorar. Bu suallere mutlaka hoş, tatlı ve
çocuğun anlıyacağı şekilde cevap verilmelidir -Çocuk «Bu su neden meydana
geldi?» diye sorabilir. «Yavrum bu suyu Allah yarattı. Amcalar getirdi biz de
aldık.» diye cevap verilmelidir.
Çocuk «Babacığım dedem nerede?» diyebilir. Ona : «Allah
yarattı. Yaşadı. Ömrü bitince öldü. İnşallah o şimdi ahirette cennete gitmiştir.
İyi insanlara Allah cennetini verecek, »gibi, güzel, doğru, ilme, hakikate,
Kur'an ve Sünnete uygun cevaplar verilmeli. Bunların yapılabilmesi için
ana-babanın bilgili olması ve bizzat çocuklarıyla ilgilenmeleri
lâzımdır.
Çocuklara temiz olmayı, kardeşleri sevmeyi, başkalarına
yardım etmeyi sevdirmelidir. Yardım edilecek bir fakire çocuk vasıtasıyla yardım
etmek suretiyle çocuğun yardımsever yetişmesi telkin edilmelidir. Küçük ve
basit gibi görünen bu davranışların hepisini bir araya topladığınızda, siz,
çocuğunuzu Allah'ın emirleri ve Rasülüllah (s.a.v.)'in sünneti doğrultusunda
yetiştirmiş olacaksınız. Gün gelecek çocuk yaptıklannın Kur'an ve Sünnet
ölçülerine uygunluğunu anh-lıyacak. O takdirde de, «Allah anamdan-babamdan razı
olsun. Bu temiz hayatı onların telkinleriyle öğrendim» diyecek.
RasûK Ekrem (s.a.v.) Efendimiz : «Hiç bir ana-ba-ba
evlâdına güzel terbiyeden daha üstün bir miras bırakmamıştır.»
buyurmuştur.
Çocuğun en yakın sığınacağı yer ana kucağıdır. O halde
ana ona en yakındır. Elbette baba da yakındır. Alîah-u Teâla ihsana muazzam bir
istidat, kabiliyet ihsan etmiştir. Ana-baba istidatların gelişmesinde çocuğun
en önemli yardımcılarıdır. Mesela çocuk, kim ne söylerse ona kanaat eder. Ne
demektir bu? Çocuk doğruyu, hakkı biliyor; ona uyuyor. «Aldatma» diye bir şeyi
bilmiyor. Bunları sonradan öğreniyor. Ana-baba herhaliyle çocuğa iyi örnek olmak
durumundadırlar.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz;
«Hepiniz evladınıza 7 yaşında iken namaz kılmayı
öğretiniz. On yaşma geldiğinde namaz kılmayı ihmal ederse onun kaba yerlerine
vurmak suretiyle bunu mutlaka yaptırınız» buyurmuşlardır.
Yani demek istenen şudur: «Çocuklarınıza on yaşma
gelinceye kadar dinin emir ve nehiylerini öğretiniz. On yaşiaa geldiklerinde bu
öğrendiklerinin tatbik ettiriniz. Şayet serkeşlik ederlerse zorla bunu
yaptırınız...» Bu bir programdır. Bu programı uygulayan aileler çocuklarının
mürüvetinin zevkine erebiliyor-lar. Gerikilere koskocaman bir aile faciası
kalıyor.
Bütün bunların yapılmasında tabii ki, ana-babaya büyük
görevler düşmekte. Bilhassa, vazifenin büyüğü anneye düşüyor. Çünkü çocuk en
fazla annesiyle birlikte oluyor. Anne-baba namaz kılıyorlarsa, zaten çocuklar
da kendiliğinden onları taklid edecek ve anababasına benzemeye çalışacaktır. Bir
çocuk küçükken hangi esaslar üzerine yetiştirirsek büyüdüğünde de aynı şeyleri
devam ettirir. Çocuğa verilen eğitim, taşa yazılan yazı gibidir. Çocuklarını
küçükken iyi terbiye eden huzurlu ve mutlu olur. İşin sonunu düşünmeyen de
sonunda pişman olur.
Hasılı, «Çocuğumuzla ilgilenmeye vaktimiz yok» demek
«Ben işimle meşgulüm. O da başının çeresine baksın.» türünden bir ifade olur.
Böyle bir davranış biz müslümanlara katiyyen yakışmaz. Biz, Cenab-ı Hakk'm bir
emaneti olaa, gönül meyvamız, hayatımızın semeresi çocuklarımız üzerinde son
derece itiua ile durmak mecburiyetindeyiz. Onların eğitimini en iyi şekilde
gerçekleştirmek zorundayız. Burada bir açıklık getirmek istiyorum. Eğitim
deyince mevcut düzenin eğitim sistemi ve programıyla ilkokuldan-üniversiteye
kadarki eğitim ve öğretimi kasdetmiyoruz. Bu eğitim sisteminin yalınız başına
insanımıza verebile-ği hiçbir şey yoktur. Bizim kasdettiğimiz İslâmî programla
alınacak İslâmî eğitim ve öğretimi kasdediyo-ruz. İşte biz bunu başarmak için bu
yolda olmak zorundayız.
Hani «Namahreme ben söylemem kızlarımın. Karımın
ismini... Hem öldürürüm sorma sakın.* Diye tahrir-i nüfus istemeyen er kişiler!
Hani göstermediler eski cehaletten eser; Fuhs-u i'lâya koşan bir sürü nâmert
öteden. Ne selâmlık, ne harem dinleyip çiğnerken!
M. Akif Ersoy[121]
313_«Vay Namussuz Vay
Bazıları beğenmedikleri biri hakkında konuşurken veya
hoş olmıyan söz ve davranışlarda bulundukları zaman bunları yapanlara «vay
namussuz vay» derler. Beğenilmeyen o söz ve davranış namus ve şerefi zedeleyici
değilse bunu söyleyen kişi söylediği kişiye iftira etmiş olur. İftira ise büyük
günahlardan biridir.
Burada namus kelimesi üzerinde biraz duralım : Namus:
Irz, iffet, edeb, haya... gibi mânâlara gs-îir. Bu kıymetli vasıflara İslâm
terbiyesini almış kişi-,1er sahip olabilirler. Gayrisi için mümkün değil
denebilir. Namus ve izzet-i nefis gibi İslâm terbiyesinin insanları
hayvanlardan ayıran mefhumları bugün gayri müslimlerde kaybolmuştur. Ruhi açlık,
sevgisizlik va yahnızlık insanlığı ve devletleri bunalımların gayyasına
sürüklemektedir. Bunun neticesi korkunç bir âfet olacaktır.
Namus, Allah'ın insanlara bahşettiği en büyük
nimetlerden biridir. İnsanlar bu nimetin kadrmj çok iyi bilmekle
mükelleftirler. Bu özelliklerini kaybedenlerin ne Allah'ın indinde ne de
şerefli insanların yanında zerre kadar kıymetleri yoktur.
Asrımızda insanlar genel olarak İslâm'dan
uzaklaştıklarından bu uzaklaşma oranında namus ve şereflerinden de
uzaklaşmışlardır. Namus ve şeref gibi. çok kıymetli hasletlerin tamamen
köreltilmek istendiği bir toplumda yaşıyoruz. Gazetelerin genelevi albümü
halinde neşredildiği bir cemiyette yaşıyoruz. Namussuzların şerefsizlerin
alkışlandığı, itibar gördüğü bir toplumun içinde yaşıyoruz. Böyle bir toplumda
namusu, şerefi, edebi hayayı bu hasletlarini: kaybetmiş insanlara anlatmak
zorların ötesinde zordur.
Yaşlı bir zâta sormuşlar :
— Dünkü insanla bugünkü insan arasında ne gi-ti farklar
vardır?
Bu zâtın cevabı çok kısa fakat harika. Demiş ki
:
— Bugünün insanları anlaşılmaz oldu. Karılarını
elliyorsun ses çıkarmıyorlar, ama otomobillerine do-kununca gazaba
geliyorlar.
Gerçekten öyle değil mi? Zamanımızın insanları genel
itibariyle namus konusunda bu derece vurdum-duymazlaşmışlardır.
Namus, İsİâm ile kazanılan bir nimettir, dedik. Peki bu
nimet nasıl kaybedilir? Cemiyetimizde bu soruya hep yanlış cevaplar veriliyor.
Bazıları şunu yaparsan namus kaybolur, diyorlar. Bazıları da, bir defa iki defa
yapmakla namussuz olmaz kimse diyorlar. Açıkça şunu-bunu yapanları gazetelerden
okuyorsunuz; biz namusumuzla bu işi yapıyoruz, diyorlar. Diyenler hep böyle
diyorlar da, peki İslâm ne diyor? Onu bilmek lâzım. Çünkü doğrusunu İslâm
diyor.
Yeri gelmişken şa'hid olduğum bir olayı nakledeyim :
İstanbul'da Topkapı'dan-Mecidiyeköy'e dolmuş ile gidiyordum. Dolmuşun en arka
koltuğuna oturdum. Önümdeki koltukta iki erkek vardı. Onların ödündeki koltuğa
da 25 yaşları civarında bir kadın ile bir erkek bindi. Kadın koltuğa oturunca
uzun, dağınık ve açık saçları oturduğu koltuğun arkasına seriliver-mişti.
Kadının tam arkasında oturan adam kadının saçlarını tutup bir müddet okşadıktan
sonra koltuğun üst kısmından kadının boynuna doğru attı.
Adam kadının saçlarını kadının omuzuııa koyunca kadın
ve yanındaki adam dönüp arkadan kadının saçlarını okşıyan adama birlikte, «Ne
yapıyorsun, der gibi baktılar. Bu defa saçları okşıyan adam :
— Koltuğun burası kirli de saçlar kirlenmesin
istedim, deyince; kadın da yanındaki adam da saçları okşıyan adama gülerek
:
— Teşekkür ederiz, dediler.
Bu vak'a bana Mehmet Akif Ersoy'un: «Dedelerimizin
nüfus memuruna eşlerinin isimlerini söylemeyi bile haya ettiği» sözlerini
hatırlattı.
Şimdi yukarıda naklettiğimiz yaşlı bir zâtın bir soru
üzerine verdiği cevabı hatırlayın. Namus anlayışı bugün bu derece
farklılaştı.
«Su, Rüzgâr ve Namus» başlığı altında bir şair şu
mısraları sıralamış : .
«Daha çocukluğumda, Bu masalı dinlemiştim -.
Su, rüzgâr ve namus
Birgün saklambaç oynamaya başlamışlar.
Önce Su saklanmış Fakat çabuk bulunmuş Derin vadiler
arasında.
Sonra RÜZGÂR saklanmış Onu da bulmak kolay olmuş Yüksek
dağlar tepesinde.
Sıra NAMUS'a gelmiş, O da şöyle söylemiş:
«Dinleyin bir kerre,
Ben kaybolursam
Bulunmam hiçbir yerde.»
İşte o günden beri namus kaybolunca
Bulunmaz hiç bir yerde.» [122]
Bir Fransız yazarının da dediği gibi: «Namus, kibrit
gibidir; bir defa yaktınız mı, artık atarsınız.» [123]
Çünkü bir defa ile başlar. Bundan sonra, arkası da kesilmez. Nitekim bugün
kesilmiyor da...
Yukarıda İslâm ne diyor? diye bir soru açmıştık. Onun
cevabını verelim şimdi: İslâm diyor ki: Ey insanlar benim kurallarımla
yaşamadıkça bu mertebeye erişemezsiniz, Allah ve Rasûlünün koyduğu kurallara
uyulmadıkça «namuslu» mertebesini korumak mümkün değildir. Allah'ın Rasûlü
(s.a.vj buyuruyor ki:
«Her organın zinası vardır: Gözlerin zinası harama
bakmaktır.
Kulakların zinası haramı dinlemektir. Dilin zinası
haramı söylemektir. Elin zinası harama el sürmektir. Ayakların zinası harama
gitmektir. Kalbin zinası haramı temenni etmektir. Tenasül uzvu bu arzulan ya
gerçekleştirir, ya yalanlar.» [124]
Peki, bu hadisten anlaşıldığına göre sadace malum fiili
işleyenler değil buaunla birlikte 'bir çok hareket ve ifadeler de insanın
namusunu kaybetmesine oebep olmaktadır. Bunları çok iyi bilmek lâzım.
Hasılı, her önümüze gelene «namussuz» dsmek doğru
değildir. Namuslu insanlara iftira atmak büyük günahlardan biridir.
Namussuzlara gslinca onlar zaten kendilerini teşhir ederler. [125]
314_«Gâvurun Tohumu..
Bazı insanlar kızdıkları kişilere hemen
yakıştırı-verirler : «Gâvurun tohumu.» Bu ne demek hiç düşündünüz mü?
Düşünmediniz ise biz söyliyelim : «Dinsizin çocuğu» demektir. Eğer o.
söylenilen kişinin babası Müslüman ise söyleyen kişi iki büyük suç işlemiş
olur.
1 - Müslümana
kâfir demek küfür olur.
2 -. Olmayan
şeyi o kişiye sıfat takmak iftira
olur.
'
Bunların her ikisi de büyük suçtur. Böyle bir cür-mü
işleyenin cezası cehennemdir.
Ağıza gelen her şeyi sonucunu düşünmedsn sar-fedivermek
insanı cehenneme kadar götürür.
Hatta bazı kadınlık vasıflarından uzak «anae»lar-den
kendi öz çocuklarına kızınca onlara : «Gâvurun tohumu» diye bağırdıklarını
duyuyoruz. Bu çok korkunç bir densizliktir. Bu kadınlar «Cn yılda elli milyon
genç yarattık her yaşta» diye övünen densizlerin ürünüdürler. İftihar etsinler
bakalım cehennem çukuru kabirlerinde bu kadınların varlıklarıyla.
Dinden - imândan yoksun, edsbten - hayadan habersiz,
sevgi - saygıdan yoksun, iyiyi - kötüden ayırde-demiyen bir nesil bugünkü
maarifin V3 bilgisiz anababaların ürünüdür. Klavuzu karga olanların bumu
pislikten kurtulmuyor. Asıl mesele işte budur.
— Peki çare nedir? denirse bu soruya verilecek cevap
şudur:
— Dertlilere deva, borçlulara eda, hastalara şifa,
Hakk'ı arayanlara klavuz... olan İslâm'dır. Çare İslâm'dır. Kurtuluş
İslâm'ın bütünüyle yaşanmasıdır. İnsanları insanlıktan uzaklaştıran düzenden
İslâmi düzene rücu' etmektir. İnsan lâyık olduğu yeri ancak bu nizamda
bulacaktır. Bu düzen Allah'm düzenidir. İnananların saadet yoludur.
Hasılı, tanıdık tanımadık kim olursa olsun onlara
«gâvur», «gâvurun tohumu» demek insanı cehenneme kadar götürür. Ağıza gelen her
sözü söyleyivermek ahiretteki hesaplaşmayı çetini eştirir. Tabii ki, bunu
anlamak kültür meselesidir. Bu da hak nizamın kültürüdür, köle düzenlerinki
değil... [126]
315 — «Onlar Hû'cudur, Çok Tehlikelidirler.»
Bilindiği gibi Cenab:ı Hakk'm 99 İsm-i Azam'ı vardır.
Bunlara Ema-i Hüsna (En Güzel İsimler) denir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir
Hadisi Şeriflerinde :
«Allah-u Teâlâ'nın 99 ismi vardır. Kim bunları ih-sa
ederse (beller ve ezberlerse) cennete girer;» [127]
buyurmuştur.
Bu Hadis-i Şerifte İHSÂ kelimesi geçiyor. Bu kelimeye
üç türlü mânâ verilmiştir,
l -
Saymak,
2 -
Ezberlemek,
3 - Mânâlara .
^tvrîn anlamak.
Kastedilen mânânın tahakkuku için bu üç hususun yerine
getirilmesi gerekir.
Bu 99 isme ihsa isimleri de denir. Allah (c.c.)'nün 99
ismi vardır, demek bunlardan başka yoktur demek değildir. Eu isimler Allah
(c.c.)'nün yalınız ihsa isimlerini bildirmek içindir. Kur'an-ı Kerim'de Allah
(c.c.)' nün bunlardan başka isimleri de vardır. Has kullarına bildirdiği ve
bildirmediği nice isimleri vardır, [128]
Allah (c.c.) beşer için hem kurtarıcı hem yardım edici
hem de karşısında haşyet duyulan bir varlık olarak tecelli eder. İşte bundan
dolayı Cenab-ı Hakk'a karşı görevlerini ifa hususunda kul, Hâlık'ınm, Rabb'-inin
adını bilmek zoruadadır. O'nun yakınlığını cel-betmek için ibâdette ve şâir
zamanlarda O'nun adı telâffuz edilir. Kur'an-ı Kerim'deki:
«Bismülahirrah-manirrahîm» formülünün ve O'nun adının anılması-nı emreden bir
çok âyetin mevcudiyeti, insanı Allah'ın adını anmaya olan ihtiyacını ve Cenâb-ı
Hakk'ın bunu istediğini göstermektedir. [129]
İsim, beşeri idrake sığmayan Uluhiyyet ile duyular
âlemi ve akıl dünyasında yaşıyan iasan arasında visali sağlıyan bir bağ olarak
telâkki olunabilir. Kul, Allah (c.c.) ile irtibatını isimleriyle sağlar. İsim,
Allah (c.c.)'yii teşbih ve tenzih için vazgeçilmez bir unsurdur. İnsan, Allah
(c.c.)'nün hususiyetlerini bildiren isimlere muhtaçtır. Mü'min, Allah
(c.c.)'nün adını -anmakla kendini O'nun huzurunda bulur, yardımına mazhar
olur.
Hülâsa, «Allah (c.c.)'nün ismi anılmadan başlanılan ve
bitirilen işte hayır yoktur.» [130]
Bu bakımdan kul, Rabb'ine çeşitli durumlarda, vaziyetine en uygun bir ismi ile
niyazda bulunmak ister. Bu isimlerin yokluğu halinde insanın, O'nunla olan
irtibatı çok eksik kalırdı, beîkide imkansızlaşırdı. Bu isimler, uluhiyyet
karşısında, kulun dilsizliğini bir ölçüde gideren ifadeler, ruhunun
çıkmazlarını açan anahtarlar olarak nitelendirilebilir. Bunları anmanın, imânı
beslemek, ilâhi huzuru hissettirmek, Allah'a olan sevgiyi artırmak huzurunda
huşu duymak, dünya musibetlerini küçümsemek, dünya nimetlerini kaybatma sonunda
duyulan üzüntüleri azaltmak gibi büyük faidelari vardır. [131]
Nitekim Kur'an-ı Kerim'de Allah (c.c); adıma kutsal ve
yüce olduğunu 'bildirmektedir. [132]
Allah (c.c.) isminin yüce tutulmasını emretmektedir. [133]
Bazı Ayet-i Kerimelerde O'nun adının sabah akşam anılması emredilmektedir. [134]
Allah (c.c); kendi adıyla okumayı emretmektedir. [135]
Kurbanlık hayvanlar O'-nua adıyla kesilmedi [136]
Allah'ın adıyla kesilmeyen hayvanlar yenilmemeli [137]
av için salıverilen hayvanlar O'nun adıyla salıverilmalidir. [138]
İbâdet yerinde Allah (c.c.)'nün adı anılır, [139]
Allah'ın (c.c) adının anılmasını men edenlerden daha zalim kimse olamaz. [140]
Hz. Nuh (a.s.) yanındakilere Allah (cc.)'-nün adıyla gemiye binmelerini
söylemiştir[141]
Peygamber (s.a.v.) Efendimizin çeşitli durumlarda
okunmasını tavsiye ettiği duâ ve zikirlerin Esmâü'l-Hüsnâ ile dolu oluşu da
meselenin bir başka ifadesi olarak değerlendirilebilir.
Mesela, çok güç şartlar içinde kalan, ilâhi merhamete
pek muhtaç durumda olan mü'min, Rabb'ine niyaz esnasında bu halini ifade edip
özetliyecek bir tâ-Tair aradığında «RAHÎM»,
ERHAMÜ'R-RAHİMİN»
isimlerini yanında buluverir.
Kul günahlarının altında ezilir, O'na yaklaşacak bir
vesile ararsa «GAFFAR» ve «SETTÂR» isimlerini karşısıada bulur. Dalgalanan
ruhunu sükûnete kavuşturacak esrarı «ALLAHU EKBER». demekte bulur.
Görülüyor ki insan, Cenab-ı Hakk'm Esman'1-Hüs-na'sınm
aracılığı, onlardaki mânevi aaahtarlar ile ruhunun kilitlenmiş kapılarını
açabilmekte, karşılaştığı nefs fırtınalarını dindirip, duyduğu ruhi
gerilimlerden kurtulabilmektedir. [142]
Allah (c.c.) ismi Esma'ü Hüsna'daki isimlerin İsm-i
Azam'dır. Bu isimdeki hususiyetler diğer isimlerde yoktur. Ya Allah (c.c.) diyen
kimse, Ceaab-ı Hakk'ı bütün isimleriyle ve bütün sıfatlarıyla zikretmiş olur. Bu
sebepten Allah (c.c.) ismi daima aşıkların gıdası, sadıkların nevası
olagelmiştir.
Allah (c.c.) isminin arapca olarak yazılışını gö-zünüzüa
önüne getirin. Bu ismi teşkil eden harfler bir «elif», iki «lam», bir «he»
harfinden müteşekkildir, Bu harfler baştan itibaren birer birer kaldırılsa,
mânâ bozulmaz; yine Cenab-ı Hakk'a delâlet eden bir ism-i âlem olarak
kalır.
Baştaki «hemze» kaldırılarak «Lillah» dense, birinci
«lâm» kaldırılıp «Lehû» dernse, bu «Lam» da kaldırılıp «Hû» dense hep aynı
mânâdadır. Allah (c.c.)'a delâlet ederler. Kur'an'da çoğu yerde her üçü de
gelmiştir. Yalınız bir «He» harfi kaldığı surette de yiae Allah (c.c.)'a
delâlet eder. Çünkü «Hû» ism-i şerifinin aslı da «He»dir. «Hüve»deki «vav» harfi
asli değil, zaidedir. [143]
Eğer asli olsaydı sabit kalırdı. Şu halde tek bir harf olan «He» de
Esmau'l-Husna'dan bir isimdir. Allah (c.c.) "a delâlet eden bir
isimdir.
Her canlı mahluk, teneffüs etmek suretiyle mecburi
olarak Allah'ı aamaktadır. Çünkü, «He» harfinin mahreci göğüsten ve ciğerlerdan
gelea nefes ile çıkar. Her nefes bir «He» harfidir. Teneffüs edan har mahluk
farkına varmadan her nefeste Allah (c.c.)'yü «Hû» ismiyle anmaktadır.
Teneffüs, Allah'ı anmak olunca, Allah (c.c.) anıl-madığı
takdirde hayat bitiyor, demektir. Şu halde, bu ism-i şerif (yani «Hû») hayat
demektir. Ruhlana ve bedellerin varlıkta devamı ancak bu «Hû» ism-i şerifi ile
temin edilmekte olduğu ne kadar açık görülmektedir. [144]
Demek ki, her kâfir her nefeste Allah (c.c.) diyor farkında değil. O her nefeste
Allah (c.c.) diyor ama zalim bunu bilmiyor devamlı o «Hû» ismiyle andığı
Allah'ı veya O'nun kanunlarını inkar ile meşgul. Tezatlarla yüklü bir hayat
yaşıyor.
Allah'ı bilmek, lâyıkı ile kulluk yapabilmek ancak
O'nun isimlerini, sıfatlarını öğrenmekle vs tanımakla olur.
Bütün olgunlukların ancak Allah (c.c.)'da olduğunu kafi
olarak bilen kişi bu bilgiden zevk duyar ve bu zevkten mahrum eden hayatı
ayağıyla teper, eliyle iter.
Allah'ın 99 ismine gönlümüzü verir de samimiyetle
söylersek kazancımız ölçüsüz olacaktır.
Allah'ın yardımı arkadaşımız olursa bu isimlerin
bereketiyle zâlimler Hakk'a boyun eğer. Münkirler ikrara döner. Cahiller arif
olur; ariflerin irfanı atar. Cimriler cömert kesilir. Hasetcilerin içindeki
haset ateşi söner. Şirkin her çeşidi yüreklerden silinir.
Allah sevgisi ve korkusu gerçek yerini bulur. Hz.
İbrahim (a.s.J'a Halil'ul-Allah (Allah'la dostu) unvanı verilmiştir. Bu büyük
unvanın bu zata verilmesindeki hikmeti melekler Allah (c.c.'dan öğrenmek
istiyorlar. Allah-u Teâlâ onlara buyuruyor ki:
«— Gidin İbrahim'i görün bunu daha iyi
anlıya-caksmız.
Melekler İbrahim (a.s.)'ın yanma gidiyorlar. O ulu Lisan
koyun sürüsü otlatıyor. Aralarında şu konuşma geçiyor.
— Selâmünaleyküm.
— Aleykümüsselâm.
— Bu koyunlar sizin mi?
.— Hayır, Allah'ın. Ben bunların
bekçisiyim.
— Peki bize bunlardan bir kaç tane verir
misin?
— Tabi veririm.
— Nasıl? ...
— Şimdi siz bir defa Allah (c.c.) derseniz size
bunların üçtebirini veririm.
— Allah (c.c),diyorlar...
— Aha üçtebiri sizin, diyor. Bunların Allah (c.c.)
demesini gayet samimi bulan bu büyük zat bu isme doyamıyor tekrar diyor
ki:
— Bir defa daha aynı şevkle Allah (c.c.i derseniz
kalanın yarısını veririm,
— Allah (c.c.) diyorlar.
— Alın onları da verdim, diyor. Peki bir daha
söylerseniz geri kalanı da veririm diyor Onlar yine şavk-le:
— Allah (c.c.) diyorlar.
— Alın tamamı sizindir, diyor. Ve bir teklifte daha
bulunuyor. Diyor ki:
— Eğer bir defa daha aynı şevki© Allah (c.c.)
derseniz ben sizin bu sürünüze çoban olur onları sizin namınıza otlatırım.
Melekler:
— Allah (c.c.) diyorlar, İbrahim (a.s.)
:
— Tamam ben de sizin sürünüze çoban oldum,
diyor.
Bu konuşmadan sonra Melekler Huzuru'1-Lah'a
dönüyorlar:
— Ya Rabb'i! Halil kulun Halilu'llah unvanını
haklı almış diyorlar.
Allah sevgisi budur işte.
Mahlukat için dünyada dostluğu kazanılacak tek zât ancak
Allah (c.c.)'dür. Zira O'nun dostluğunu kazanmak her şeyi kazanmak
demektir.
Allah'ı tanımak en büyük şereftir, iradesine itaat etmek
en büyük kazançtır.
Doğru olan Allah bilgisi insanı cennete
koyar.
Allah'a inanıyorum diyenlerin önemli bir çoğunluğunda
Allah (c.c.) inancı doğru değildir. 12 yaşındaki çocuğun yanında yapamadığını
insanımız Allah (c.c.)'nün kuzurunda gayet rahatlıkla yapıyor. Niçin? Çünkü,
Allah inancı zayıf ve hattâ yanlış.
îşte şimdi söylemek istediğimize geldik.
Bazı kimseler Kur'an-ı Kerim'i çok okuyan, topluca veya
ferdi olarak Esmau'l-Hüsna'yı okuyan tsvhid, tahmid, tekbir, selât-u selam,
tevbe... okuyan kimseler için «bırakın şunları. Onlar «Hû»cudur. «Hû»cular iyice
azıttılar.» «Hû'cular tepinmeye başladılar.» vs. gibi sözler sarf
ederler.
Kur'an okuyanları, Esmau'l-Hüsna'yı okuyanları, Selât-u
Selâm'ı tekrar edenleri, bir araya gelip Allah diyenleri,
akaid, fıkıh, siyer ve ilmihâl dersi yapanları kötü, iğrenç, korkunç, korkulacak
varlık, tehlikeli, cahil, yobaz, gerici, huzur bozucu olarak görmek kâfirlik
sebebidir. Zamaaımızda dinini öğrenenlere, öğ-rendikleriyle amel edenlere, günah
işlemekten kaçınanlara, nefislerine tapınmayanlara bazıları hep «Hû'-cu»
diyorlar. Yukarıda izahını yaptık. «Hû» Allah'ın isimlerinden biridir. Hû'cu
demek : «Allah'ı zikreden, O'nu çok anan, hep O'nunla beraber olduğuna inanan,
Allah'ın emirlerini yerine getiren, dinin hayata hakimiyetini isteyen ve bunun
için çalışan, Allah'tan tarafa olan, Allah'ı çok seven ve O'ndaa korkan...»
mânâlarına gelir.
Bir müslümam böyledir diye hor-hakir görmek akıllı
birinin yapacağı iş değildir. Hasılı, her mü'min Hû'cudur. Hû'cu olmıyan
müslüman değildir. [145]
T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Türkiye Üniversiteleri Kılıbıklık Fakültesi Diploması
Diploma Tarihi Diploma No
Dersler
|
Aldığı
Not
|
|
Aldığı
Not
|
1 — Hanımıylcı iyi geçinme
|
|
9 — Hanıma yardım etme
|
|
2 — Çocuk bakımı
|
|
10 — Çocuk
|
|
3 — Çamaşır yıkama
|
|
11 — Hanımın fikrîni beğenme
|
|
4 — Ev süpürme
|
|
J12 — Çocuklarıyla iyi geçinme
|
|
5 — Yamalık yamama
|
|
13 — Pazardan nevale alma
|
|
6 — Yemek yapma
|
|
14 — Koyun-inek sağma
|
|
7 —' Sofra hazırlama
|
|
15 — Yatak yapma-kaldırma
|
|
8 — Bulaşık yıkama
|
|
16 — Evin düzenini yapma
|
|
.........Yılında.........doğmuş.........oğlu..................
Kılıbıklık Fakültesi'nin yukarıda zikredilen ders
sınavlarını başarı ile vererek Pekiyi derece ile bu diplomayı almaya hak
kazanmıştır. Milli Eğt. Bakam Fakülte Dekanı Evin İç ve Dış
İşleri
' Bakanı (İmza)
(İmza) (İmza) [146]
316 — «...Çok Kılıbıktır.»
Önceki sahideki «kılıbık diploması» denilen yazı her
halde dikkatinizi çekmiştir. Muhteviyatını okuyunca inşallah gülmemişsinizdir.
Çünkü bu mü slüm anların arasına sokulan korkunç bir komplodur. Bu komplonun ne
olduğuna geçmeden önce «Kılıbık» kelimesi üzerinde duracağız:
Kılıbık kelimesinin karşılığı olarak sözlüklerde:
«Karısının sözünden çıkmayan erkek, karısının baskısı altında olan adam...»
vesaire gibi açıklamalar yazılıdır.
Ciddi yazılmış kitaplarda ve aklı selim ile
düşündüğümüzde kılıbık kelimesinin izahını şu satırlarla
aktarabiliriz:
Kılıbık: Dinin cevaz vermediği ve ahlâksızlık saydığı
davranışlarda kayitsız-şartsız karısının buyruğunda olan kişilere kılıbık
denir. Bu kadına köle olmaktır. Karısının gayri meşru yaşama, giyinme... vs.
gibi hususlarına göz yuman kişinin sıfatı kılıbıktır.
Ancak, üzülerek ifade edelim ki, zamanımızda bu kelime
zayıf karekterli erkekleri dine ve sünnete aykırı davranmakta maşa olarak
kullanılmaktadır. Allah ve Rasülünün koyduğu ölçüler doğrultusunda itaatkâr
karısına yardım etmeyi kılıbıklık sayanlar Pey-gam'ber (s.a.v.) Efendimizin
sünnetini küçümsemek cüretini göstermektedirler. Yukarıda örneği verilen
«kılıbık diploması» denilen düzme de bu cür'etin neticesidir. Bu müslümanlara
oynanan korkunç bir oyu-uu*.ı plânıdır.
Hz, Aişe (r.anhe) validemizden rivayet edildiğine göre
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz :
«Evinde ailesinin işleriyle meşgul olurdu. Kendi
elbiselerini temizlerdi. Yırtığını yamar, pabucunu tamir ederdi. Koyununu
sağardı. Devesini bizzat bağlar yemini verirdi. Evi süpürür hizmetçisi ile
ysmek yerdi. Kendi işini kendi yapar, çarşıdan aldıklarını kendi taşırdı.»[147]
Hizmetçisi el değirmeni çakarken yorulunca ona yardım ederdi. Herkesle iyi
geçinirdi. [148]
Zamanımızda Peygamber (s.a.v.} Efendimizin bu
sünnetlerini yapmanın erkekliğin şamadan olmadığı söylenip duruyor. Bu
sünnetleri işlemek çok kötü bir şeymiş gibi «birileri» tarafından hazırlanan
«kılıbık diplomalarına» bu sünnetler sıralanıyor. Üzülerek ifade edelim ki,
müslümaalar sinsice planlanan bir oyuna gelip bunlara rağbet ediyorlar. Diğer
bir üzüntü konusu da çocuklarımızı da bu telkinlerls yetiştirms-mizdir. Yazık
hem. de çok yazık oluyor.
Demek ki, Allah ve Rasülünün koyduğu ölçüler
doğrultusunda itaatkâr karısına ev işlerinde yardımcı olmak her erkeğe Rasûl-i
Ekrem (s.a.v.)'in sünnetini işleme sevabım kazandırmış olur. Böyle erkeklere
kılıbık diyenler Peygamber (s.a.v.) Efendimizin sünnetini küçümseme cüretini
göstermiş olurlar. Böyle bir cürmün cezası insanı mahveder.
Peki, öyle ise «kılıbık»hk nedir? diyenlere; biz bunun
cevabını yazımızın başlangıç kısmında verdik. Önemine binaen bu cevabı tekrar
ederek msselsnin bu yönüae de değinmiş olalım :
Kılıbık: Dinin cevaz vermediği ve ahlaksızlık saydığı
davranışlarda kayıtsız şartsız karısının buyruğunda olan kişilere denir. Demek
ki, karısının gayr-i meşru yaşama, giyinme... vesaire gibi hususlarına göz yuman
kişinin sıfatıdır kılıbıklık.
Zamanımızda bazı. kadınlar İslâmî ölçüleri aazar-ı
itibara almıyan d&. i"anışlarıyla kendi şahsiyetini erkeğine bir gömlek
gibi giydirmiştir. Yularını en ince liflerine kadar kadına kaptıran, batıcılık
sevdasıyla bâtılın gayyasına saplanan günümüzün sözüm ona «erkek»leri kadının
kafasıyla düşünüyor, onun gözleriyle görüyor, yapacağı hareketlerin emrini
ondan alıyor, saadetini kadının kadınsı hareketlerinde buluyor. Hatta sevk ve
idare iradesini bile yitiriyor. Maalesef bu tip erkekler bugün memleketimizin
idaresine getiriliyor.
Peygamber Cs.a.v.) Efendimiz :.
«Karısının kölesi olan erkek helake gitmiştir.»
buyurmuşlardır.
Allah (c.c.) kadını erkeğin mülkiyetine vermiştir. Fakat
o nefsini kadının hakimiyetine sokmuştur. İşi aksine çevirmiştir. İşte kılıbık
olan ve asıl kılıbık denilmesi gereken bu tip «erkek» tir.
Erkeğin vazifesi kadının kadınsı davranışlarına ve
arzularına uymak değil, onu Allah'ın rızası doğrultusunda kendisine
uydurmaktır. Cenab-ı Hakk erkekleri «üstün» kocayı da «Efendi» olarak tavsif
buyurmuştur. [149]
Sevk ve idareyi kadına büsbütün bırakınca o zaman hükmetme görevi kadına
verilmiş olur.
Böylece, efendi uşak durumuna inkilâb eder ki, bu,
Allah'ın nimetini değiştirmek olur. Allah korusun, böyle bir davranış insanı
inkarcı durumuna düşürabilir,
Kadını biraz serbest bırakırsan, daha serbest olmak
ister. Büsbütün gevşetirsen o zaman seni bir arşın geriden peşinde sürükler.
Fakat onu firenlerssn, gerektiği yerde gerekli muameleyi yaparsan, ona sahip
olursun.
Arap kadınları kocaya gidecek kızlarına şu nasi- • hatta
bulunurlar mış :
«Doğrudan doğruya kocanın üstüne varmadan önce, onu
tecrübe et. Önce ona söz ile ta'n et. Şayet susarsa biraz daha ileriye git.
Tekrar susarsa, kılıcıyla kemik kır. Eğer tekrar sabrederse, o zaman sırtına
terkiyi at ve üstüne bin. Zira o, artık merkebindir.» [150]
Hiçbir kadın, yumuşak, gevşek, kararsız, kendi emrine
giren, başkalarının etkisi altında kalan bir erkeği sevemez. Yakınlık duysa
bile kısa sürede bu duygu nefrete döner. Öğrenim ve kültür farklılığı da aynı
neticeyi doğurur. Çünkü kadın, kararlı, güçlü istikrarlı, dediğini yaptıran,
iyi sevk ve idare edeıi erkeğe karşı yakınlık duyar; onlarla tamamlanmak
ister.
Kadın, sırf zenginliği için kendisiyle evlenen erkeği
de sevmez. Kendisinin değil parasının sevildiğini düşünür. Onun için böyle
kadınlar bu erkeğin güçsüz, önemsiz, değersiz biri olarak kabul eder. Bunun
sonucunda onu emrine alır. Kocayı emri altına almak ondan nefretin
aksıdır.
Kadın, kendisine gönlü ile bağlanan, kendisini sevk ve
idare eden kabiliyetle mücehhez ve yins k;adişine Allah'ın ve Rasûlünün koyduğu
ölçülerle yardımcı olan erkeğine Allah içki ölesiye bağlanır ve her fedâkârlığı
seve seve yapar. Kimse böyle erkeğe kılıbık, böyle bir kadına da cazgır
diyemez. Derse iftira etmiş olur. [151]
Cenab-ı Hakk Kur'aa-i Kerim'de : -«Kadınlarınızla güzel
kaynaşın, çok iyi geçinin.» [152]
buyurmuştur.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de:
«Mü'minlerin, imânı en kâmil olanı huyu güzel ve
ailesine iyi ve nazik olanıdır» [153]
buyurmuştur.
«Kadınlarla iyi geçinmek» onları Allah ve Rasû-lünüa
koyduğu ölçülerle sevk ve idare etmektir. Onlara kendisiyle birlikte Allah ve
Rasûlünün emrini tat-İ3ik etmektir. Farzları, vacibleri, sünnetleri tatbik
ettirmek, haramlardan muhafaza etmektir. Yoksa hanımının dine muhalefetine
aldırış etmeyip göz yummak değildir. İyi geçinmek hanımına «San bilirsin»
demekle olmaz. Sevk ve idaresini ailesine verenin halâk olacağı hakkında
Peygamber (s.a.v.) Efendimizin hatırlatmalarını unutmamak lâzımdır. Evet, erkek
kadını dini Ölçüler içinde ikna edecek, ama illa «olmaz« derse «peki senin
dediğin gibi olsun» diyemez. Hz. Hasan (r.a.) : «Allah'a yemin ederim ki,
karısının her isteğine itaat eden kimseyi, Allah ateşine çarptırır» diyor. [154]
Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'de:
«Kadınlarınız, sizin için fenalığa karşı
koruyucu bir elbise ve siz de onlar için koruyucu bir elbise
gibisiniz...» [155]
buyurmuştur.
Demek ki, bu iki cinsin biribirlerini şeytani
eylemlerden koruması gerekiyor. Bu da ancak şüphesiz ki, İslâmi kuralların
tatbiki ile mümkündür.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:
«Siz şükreden bir kalbe, zikreden bir dile, ve mü'-mine
bir kadına sahip olmaya bakın. Böylesi bir kadın, ahireti kazanmanıza da
yardımcı olur.» [156]
buyurmuşlardır. Denilmek istenen şey şudur: İşi daha baştan sıkı
tutacaksınız.
Lokman Hekim oğluna vasiyetinde şöyle demiştir
:
«Ey oğulcuğum, kötü karıdan sakın. Zira onlar asla
hayra davet etmezler. İyi kadınlara da çok dikkat -et...» [157]
Kötü kadından kasıt İslâmî emirleri kulak ardı edip hep
nefsinin isteklerine göre yaşama yolunu tutan kadındır.
Ecdadımız hanımlar konusunda çok hassas dav-ranırlarmış.
Yani çocuklarının daha küçük yaşta kalb-lerine helâl-haram mefhumlarını çok iyi
yerleştirirler-miş. Onlar büyüyünce harama dokunmayı ceher_aem ateşine girmeye
denk sayarlar son derece ondan ko-runurlarmış. Hatta bir kadın kocasını
sabahleyin işine uğurlarken:
«— Aman ha bey, sakın harama yaklaşma. Bizim rızkımızı
helâl yollardan temin et. Biz açlığa dayanırız ama cehennem ateşine
dayanamayız...» diye ikaz ederlermiş. Böyle bir koca hiç harama yaklaşabilir mi?
Anladınız mı yukarıda mealini verdiğimiz : «Kadınlarmız, sizin için fenalığa
karşı koruyucu bir elbise gibidir...» [158]âyetin
hikmetini.
Bu vazifeler zamanımızda yapılmadığından şimdiki
kadınların ekseriyeti sabahleyin kocasını işe gönderirken, akşama şunu şunu
almadan gelme, diyor. Mazallah dedikleri olmazsa o kadın akşam evi cehenneme
çeviriyor. Böyle bir koca da helâl haram tanımıyor. Ailesinin arzularını yerine
getirmeye çalışıyor. Netice itibariyle onun emrine giriyor. Karısının her
isteğine «emrin başım üstüne» demekten gayri çare bulamıyor. Çünkü hergün aynı
istek ve şikayetlerle kocasını bezdiren kadın onun bunamasını kolaylaştırır.
Bunayan erkek karısına sahip çıkamaz. Onu serbest bırakır. Kadın da bu def'a
başka usullerle kendisini tatmine yönelir. İşte böylece bunayan erkek artık
kılıbıktır. Kılıbık erkek şahsiyetini kaybeden erkektir. Bunun karısı hayırlı
olmadığı gibi böyle bir erkek de hayırlı bir koca değildir.
Şunu bilmek lâzım : Erkek evinin disiplininden kadın da
çocuklarının manevi sorumluluklarından mes'-uldür. Bu ortamı hazırlayacak olan
erkektir. Erkeğin yapacağı şey şudur:
Kadının kendisine göre kabrisleri vardır. Bu
kab-rislerin tabii olduğunu kabul ederek ona karşı anlayışlı
davranmaktır.
Kadındaki her kusuru düzeltmeye kalkmak, ondan
faydalanmak imkânını da elden çıkarmak demektir. Erkek, eşini, sahip olmadığı
değil, sahip olduğu güzel vasıflardan dolayı takdir etme fedakârlığını
göstererek bu yönüyle onu hayırlı yöne yöneltecektir.
Denilir ki: Kıyamet gününde ilk olarak
kişinin yakasına yapışanlar, onun karısı ve evlatları
olacaktır. Onlar huzur-u ilâhide :
«— Ya Rabbi! Ondan bizim haklarımızı al. Çünkü o, bize
bilmediklerimizi öğretmedi ve bilmediğimiz halde bize haram yedirdi. Bizim
hakkımızı ondan al...» derler.
Oaun için erkeğin görevi büyüktür. Bu görevi yerine
getirmeyen erkek kılıbıklık sıfatını bir elbise gibi üzerine almış
demektir.
Hasılı, dinimizin emirlerini, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)
Efendimizin sünnetlerini yerine getiren erkek, erkeklik vasıflarına haiz bir
kahramandır. Bunun dışmda: ki çizgilerde bulunan her «erkek» kılıbıktır. [159]
317 — «Türkiye'de Bizi Müslümanlık Geri Bıraktı, Geri Kalışımızın Sebebi İslâmıyettir.»
• Dünyanın her tarafında olduğu gibi Türkiye'de de
kâfirler geri kalışımızın faturasını hep İslâm'a yüklerler.
Bunlara sormak lâzım : Türkiye'de İslâm var mı ki de,
geri kalışımızın sebebi İslâm olsun? Onlar da biliyorlar olmadığını. Fakat
şeytanlıklarını yapacaklar bir defa. Düşman düşmanlığım yapacak.
Yirminci asırda İslâmi bir idare yok. islâm Devleti de
yok. Batı sömürü düzenlerinin gölgesinde yaşıyoruz. Kesinlikle bu memlekette
İslâm yoktur. Ne zaman ki, Reisicumhurluk müessesesinden çöpçülük müessesesine
kadar İslâm yayılır ve hakim olursa işte o zaman İslâm'dan
bahsedebiliriz.
Bu memleketteki İslâm'ı bir ağaca benzetebiliriz; o
ağacın kökü sökülmüş, gövdesi yok olmuş, dalları kırılmış ve fakat bazı
yaprakları yerde kalmıştır. Bu yapraklan görenler burada ağaç vardı diyorlar.
Camiler, Kur'an Kursları, imamlar, vaizler birer yaprak gibidir. Bunların
varlığını görenler burada İslâm'ın varlığına hükmedemezler, eskiden burada vardı
demeleri lâzımdır.
Ama biz kökü, gövdeyi istiyoruz. İslâm'ın var olması
için devlet nizamının var olması şarttır. Hani derede?
Bugünkü anayasanın gereği olarak da Türk Devletinin
resmi dini yoktur. Devlet lâiktir. Bu devlet resmen hiçbir dine mensup
değildir. Resmen dini yoktur. Fakat halkı müslümandır o başka şey. Bu ikisini
biribirine karıştırmamak lâzımdır.
Türkiye'nin geri bırakıhşı halkın müslümanlığm-dan
dolayı değildir. Müslümanların çok önemli bir bölümü zaten müslümanlığın
icablannı yerine getirmiyor. Olmıyan şey inse m nasıl geri
bırakabilir?
Geri kalışımızın sebebi sistemin gereğidir. Sistem şu
hastalıkları yaymış bizim toplum olarak geri kalışımızın baş sebebi
olmuştur:
1 - Materyalist
eğitim.
2- Manevi
değerlerin inkarı.
3 -
Taklidcilik.
4 -
Yürürlükteki para sistemi.
5 -
Faiz.
6 - Zengine
yönelik kredi sistemi.
7 - Fakirin
kanını emen vergi sistemi.
8 -
Yaygınlaştırılan israf.
9 - Müşrik
basın - ajanslar.
10 - Bâtılı
yayan TRT.
11 - Şerhoş
edici içki ve diğer maddeler.
12 - Zalim
düzenlerin zulmü.
13 - Hakk'a
galip hale getirilen bâtü.
14 - Güzel
ahlakın yerini alan ahlâksızlık.
15 - İslâm'ın
hiç gale alınmayışı. Türkiye'de geri kalışımız::.! sebebi İslâm'dan mahrum
oluşumuzdur. Maalesef bu gizlenip sanki İslâm varmış da bizim, geri kalışımıza
sebepmiş gibi gösteriliyor. Bunu çok iyi kavramak lâzımdır.
Türkiye'de 150 yıldan beri kalkınmamıza İslâm Dini
e.ıgeîmiş gibi bir imaj verilmek istanmiştir. Emperyalist kâfirlerin
memleketimizdeki bir kısım satıljnış işbirlikçileri ellerine geçirdikleri basın
vs diğer imkânlarıyla hep bunu propaganda etmişlerdir. Onlara göre «İslâm Dini
kalkınmaya engel Hıristiyanlık ve Yahudilik kalkınmanın tek çaresi»
imiş.
Bu zalimleri çok iyi tanımak zorundayız. Ülkemi-zia
selâmeti ve refahı bunların al aşağı edilmesine bağlıdır. Yaydıkları fikirleri
yanlıştır. Çünkü:
Etopya (Habeşistan)'da Hiristiyandır. Bırakın
kalkınmayı, henüz açlık tehlikesini bile yenememiştir. Asırlardır Hıristiyan
olmaları, Etopya'hları dünyanın en fakir halklarından biri olma durumundan
kurta-ramamıştır.
Amerika'nın hemen bitişiğindeki Meksika da
Hı-ristiyandır. Ama her tarafında sefalet kol gezmektedir.
Hıristiyan olmak, başlıbaşına bir kalkınma ve ilerleme
sebebi olsaydı, başta Güney Amerika ülkeleri, Etopya ve Meksika olmak üzere pek
çok Hıristiyan ülke kalkınırdı.
Yahudi dinine mensup Yahudilerin tek devleti İsrail
ise, bugün dünyadaki 220 ülke arasında % 400 enflasyon ile, enflasyon oranının
en yüksek ülkelerin başında gelmektedir. Eğer İsrail dışında yaşıyan
Yahudilerin bol para yardımları olmasa, kendi gayreti ile bir devlet olarak
ayakta kalması mümkün değildir. İsrail'deki bu enflasyon harp yüzünden meydana
gelmemiştir. Çünkü İsrail'e Batı'dan karşılıksız olarak bol miktarda askerî
yardım yapılmaktadır. Dini inançlarına göre, Yahudinin Yahudiden faiz alması,
birbirlerine hileli mal satmaları yasaktır. Hepsi de aynı derecede tüccar
olduklarından biribirlerini aldatmaları da mümkün olmuyor. Buna rağmen İsrail,
büyük iktisadi krizi atlatamıyor.
Bütün bunlara rağmen, tslâm ülkeleri sanayi, teknoloji
ve kalkınma yönünden neden bir Amerika, Almanya veya Japonya seviyesine
gelememiştir? Bunun dört ana sebebi vardır:
1- Dünyadaki
bütün Hıristiyanların hakkını koruyan zulme uğramalarına mani olan dini
liderleri papalık, bütün Yahudileri birlik ve beraberlik içinde tutan,
yardımlaşmalarını sağlıyan hahambaşıhk makamları vardır. Fakat, dünya çapında
îslâmî menfaatleri olunca, Müslümanları bir araya topluyabilecekle-ri bir
teşkilatları yoktur. Bu birliği sağhyacak hilafet makamları yoktur. Bu yüzden
dünyanın her yerinde soyulan, horlanan, zulme uğrayan, öldürülenler hep
Müsiümanlardır. Birlik ve beraberlik içinde olmadığımızdan siyasi hiç bir
gücümüz yoktur.
Mesela; Rusya Afganistan'ı işgal ettiği zaman, bütün
îslâm ülkeleri, harbe lüzum kalmadan tek ağızdan «Afganistan'ı 24 saat içinde
terk etmezsen, hepimiz Rusya ile siyasi, iktisadi, kültürel, siyasi
münasebetlerimizi keseceğiz» diyebilseler,- hiç kimse Rusya'nın Afganistan'da
24 saatten fazla kalacağını iddia edemez.
Hilâfet makamı gibi bir birliğin olmayışı, îslâm
ülkelerini iktisadi yönden de korkunç zararlara uğratmaktadır. Bugün petrol
sayesinde bir para yatağı olan îslâm ülkeleri ticaretinin % 90'ını Yahudi ve
Hı-ristiyanlarla % 10'unu kendi aralarında yapmaktadırlar. Aralarında birlik
beraberlik olsa, iktisadi yönden de en zengin ülkeler İslâm ülkeleri
olurdu.
2- Bugün
dünyada 'bulunan sadece adı îslâm 48 devletin hepisi, gizli veya açık bir
şekilde batılı devletlerin idaresi altındadır. Yani tam veya yarı
bağımlıdır.
Yaşıyan nüfusunun % 95'i Müslüman olan Türkiye ise laik
bir devlettir. Bu sebeple îslâm devleti sayılanların arasında mükalaa
etmiyoruz.
Netice olarak: Dünyada bir milyar Müslüman olmasına
rağmen gerçekten her yönüyle îslâm ile idare edilen tek bir devlet
yoktur.
3 - Müslümanlar
için herşey bu dünyada başlayıp bu dünyada bitmez. Asıl olan bu dünyanın
nimetlerinden • Allah'ın emrettiği şekilde. faydalanmak ve herkesi
faydalandırabilmektir. Bu yüzden, bir Müslüman sadece dünya malı hırsına
kapılamaz. Başkalarının ölümü, hastalığı, göz yaşı pahasına para kazanmayı
düşünemez. Başkalarının hakkını yiyemez. Bu dünyanın fani olduğunu, yarın
mutlaka ahirette Allah'ın huzurunda hesap vereceğini bilir. Bu sebeplerle
Müslüman kesinlikle aldatmaz...
4 - Müslüman
milletler İslâm'ın çok gerisinde kalmıştır. Pek çoğunun adı Müslümandır ama,
yaşayışlarının îslâm ile pek alakası yoktur. Reform dinde değil, dinimizin
asırlarca gerisinde kalan böyle gafil kafalarda yapılmalıdır.
Çünkü îslâm, bir hayat nizamıdır. Yaşama tarzıdır,
îslam'ı 'bilmek kafi değil, O'nu tam anlamıyla yaşamak lâzımdır.
Netice olarak: Müslümanlar bu saydığımız dört sebepten
dolayı emperyalist kâfirlerden geride görünmektedirler. Çare, İslâm'ın bütün
kurum ve kuruluşlarıyla yaşanılan bir hayata sahip olmaktır. Müslümanlar
olarak buna mecburuz. [160]
318 — «O Benim Oğlum Yerinde.-
319 — «O Benim Kızım Yerinde.»
320 — -O Benim Anam Yerinde.»
321 — «O Benim Bacım Yerinde.»
322 — -O Benim Ağabeyim Yerinde.»
323 — «Biz Onunla Bir Mahallede Kardeş Gibi Büyüdük.»
324 — «Onun Karısı-Kızı Da Burada, Benim Karım-Kızım Da Burada. Bu Halde Kötülük Düşünülür Mü Hiç?»
Yukarıdaki cümleleri îslâm'ın emirleri cümlesinden olan
tesettür, el öpme veya öptürme, haremlik-se-lamhk... gibi mes'eleler sözkonusu
olduğunda çok duyarız.
Oysa şeriatımızda kadın ve erkeklerin ne tür ve hangi
ölçüler doğrultusunda giyinebileceğim, kimlerin elini öpöp kimlere elini
öptürebileceğini, kimlerle bir arada oturup kimlerle oturamıyacağını kesin
çizgilerle beyan etmiştir.
Bu ölçülere riâyet insana ibâdet sevabı kazandı-nr.
Riayetsizlik günaha; inkarı ise küfre sokar. Küfür ebedi cehennem azabına sebep
olan bir sıfattır. Onun için herkes hedefini tesbit etmeye ve yerini bilmeye
mecburdur.
İnsan 12 yaşından itibaren kadın-erkek yaşı ne olursa
olsun (ancak pir-i faniler hariç) eğer biribirîe-rine nikahları düşüyorsa, o
benim sunum yerinde-bu-num yerindedir, deyip de şeriatın ölçülerini
görme-mezlikten gelemezler. Eğer, müslüman iseler dinin kaidelerine uymak
zorundadırlar.
Bakıyorsunuz 40-45 yaşındaki müslüman bir kadın
komşularının 16 yaşındaki erkek çocuğunun yanında mahrem yerlerini açıyor sanki
öz oğlunun yanında imiş gibi oturuyor, konuşuyor ve bazı davranışlar
sergiliyor. Bu caiz değil denildiği zaman da hemen lâfı yapıştırıveriyor; *O
benim oğlum yerinde» diyor. Şeriatta böyle bir kaide yok ki. O senin neyin
yerinde olursa olsun artık sana na-mahremdir. Değil mi.ki, onunla nikahlanmanız
caiz; artık, onunla dinin koyduğu ölçülerle görüşebilirsin. Aksi halde hem
şeytana hem de cehenneme davetiye çıkarmış olursun. Kadın «O benim oğlum
yerinde» deyip keyfemayeşa o delikanlının yanında davranamıyacağı gibi;
delikanlı da -O benim anam yerinde» deyim kendisine nikahı düşen kadınlarla bir
arada bulunamaz. Burada da dinin ölçülerini gözetmek zorundadır. Dinin koyduğu
tedbirlere riâyet etmiyen, onları, yokmuş farzedip arzularına göre
davrananların sonu er-geç hüsran ile neticelenir. Bugün aile yıkıntılarının,
namusların payu-mal olmasının temelinde kural kaide tanımamak vardır. İnsanlar
buna rağmen kendilerine çeki düzen vermiyorlar.
Şu hale bakın: Mahallenin gençleri «O benim bacım
yerinde», «O benim ağabeyim yerinde», «Biz onunla aynı mahallede bir kardeş
gibi büyüdük»... vesaire gibi ipe sapa gelmez sözlerle islâm'ın
kaidelerini nazarı itibara almadan teşrik-i mesai yapıyorlar.
Netice itibariyle olacak olan oluyor: Kaide tanımaz ana-babanın yanında büyük
çocukları da kaide tanımıyor. Sonunda namuslar payumal oluyor. Cemiyet
fuhuşha-neye dönüyor. Yıkılan yuvaların ardı arkası gelmiyor.
islâm'ın koyduğu tedbirleri nazar-ı itibara almı-yan
toplumumuzda meydana gelen yıkıntıların devam etmesinde herhandi bir anormallik
yoktur. Atılan adımın karşılığı tahakkuk etmektedir, ileri bir adım atanın
ileriye, geriye bir adım atanın geriye gitmesi normaldir. Anormal olan insanın
ileriye bir adım attıktan sonra kendisini geride bulmasıdır. Yani yapılan
davranışların neticesidir, ortada görülen. Onun için cemiyetimizdeki
düzensizliklerin temelinde islâm'ın koyduğu tedbirleri nazar-ı itibara almamak
vardır. Bu sebeplerden dolayı herkesin başının ağrıması olacaktır, olmaması
anormallik olur.
Şu âdâma bakın: Çeşitli insanlarla olan ipe-sapa gelmez
ilişkilerini haklı çıkarmak için:
— Onun karısı-kızı da burada, benim karını kızım da
burada. Bu halde kötülük düşünülür mü hiç?» diyor mahrem-namahrem kuralına
riâyet etmiyor. Buna riâyet edenleri gıybet ediyor. Onları kalb bozukluğu ile
itham ediyor. Neticede namuslar payumal oluyor. Ortaya çıka çıka «sütü bozuk»
diyebileceğimiz bir güruh çıkıyor. Cemiyet kokuyor. Sıkıntıların ardı arkası
gelmiyor.
Hasılı, çeşitli bahanelerle dinin koyduğu tedbirleri
yokmuş farzedip keyfemayaşa bir hayat tarzına sahip olanların sonu hep hüsranla
neticelenmiştir. Cemiyetimizde bunun milyonlarca misali vardır. Bazı insanların
dedikleri gibi:
«O benim oğlum yerinde.»
*O benim kızım yerinde.»
«O benim anam yerinde.»
«O benim ağabeyim yerinde.»
«Biz onunla aynı mahallede bir kardeş gibi
büyüdük.»
Onun karısı kızı da benim karım kızım da burada. Bu
halde kötülük düşünülür mü?» deyip îslâm'm kurallarını çiğnemek namus ve
şereflerin payumal olmasına insanların ar-haya tanımamasına sebep olur. Bundan
kesinlikle kaçınmak İslâm'a ve onun hayat bahşeden kurallarına teslim olmak
şarttır. Zaten asû" yaratılış gayemiz de budur.
Bazıları diyorlar ki:
[161]
325 — «Haremlik - Selâmlık Bir Osmanlı Adetidir.»
Denilir ki, kıyamet gününde ilk olarak kişinin yakasına
yapışacak olanlar onun ailesi ve evlâtları olacaktır. Onlar huzur-u ilahide
diyecekler ki:
«— Ya Rabbî! Bundan bizim hakkımızı al. Çünkü o, bize
bilmediklerimizi öğretmedi ve bilmediğimiz halde bize haramları işletti. Bizim
hakkımızı ondaa al...» [162]
diyecekler.
Demek oluyor ki: Aile reisleri emri altındakilerin
İslâm'ı öğrenmeleri imkânını sağlıyacak. Bununla beraber İslâm'ı yaşayacak
ortamı onlara hazırlayacak. Aksi hal, dünya ve ahirette rüsvay olmayı
gerektirir.
Günümüzde, maalesef müslümanlarm genelinin riâyet
etmedikleri hatta riâyet edenlerin de aleyhinde bulundukları konulardan biri de
haremlik-selâmlik konusudur. Bilindiği gibi haremlik-selâmlık kadın ve
erkeklerin dinimizin emrettiği kurallara göre bir araya gelmeleri veya
gelmemeleridir. Bunun nasıl olacağı Kur'an ve Sünnette beyan
edilmiştir.
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Kerim'de:
<Mü'min erkeklere söyle; gözlerini (harama
bakmaktan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu kendileri için çok
temizdir. Şüphesiz ki Allah (kullarının ne) yapacaklarından hakkı ile
haberdardır.
Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini harama bakmaktan
sakınsınlar, ırzlarını korusunlar...» [163]
buyurmuştur.
Dikkatinizi çekiyorum: AHah-u Teâlâ bu iki âyette :
«Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar» hükmünü «Irzlarını korusunlar»
hükmünden önce zikretmiştir. Malum olduğu gibi göz; herşeyi kalbe ve beyne
ulaştıran bir organdır, insan her gördüğünü ve arzu ettiğini elde edemez. Ancak
bazı gördükleri karşısında; korkunç derecede arzuya kapılması mümkündür.
Peygamber Cs.a.v.) Efendimiz sahabelerden birine hitaben:
«Hanımından ve cariyenden başkasına bakma» [164]
buyurmuştur.
Yine Efendimiz (s.a.v.) :
«Kim yabancı bir kadının güzelliklerine şehvetle
bakarsa, kıyamet günü onun gözlerine kurşun dökülür.» [165]
îşte, haremlik-selâmlık tatbikatı; gözleri haramdan
korumak ve nesil emniyetini muhafaza etmek içia zaruridir. Ümmü Seleme (r.anhe)
validemizden rivayet edilen Hadis-i Şerif, bu tatbikatın bizzat Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz tarafından yapıldığını göstermektedir. Hadis-i Şerifin meali
şudur:
«Hicap (örtünmek) Ayet-i Kerime'si geldikten sonra, Ben
ve Meymüne Rasûîüllah (s.a.v.) !in yanında otururken, âmâ İbni Mektûm (r.a.)
yanımıza çı-kageldi. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) bize :
_— Perde arkasına çekilin, dedi. Biz: ___ Ey Allah'ın
Raslü!... O âmâ değil mi? Bizi ne görür, ne tanır, dedik. Bunun üzerine Rasûl-i
Ekrem (s.a.v.) :
Hadis-i Şeriften anlaşılıyor ki, gözleri (haramdan
korumak) noktasında, kadın ile erkek arasında fark yoktur. Haramdan korunmanın
şartlarından birincisi haremlik-selâmlık tatbikatıdır. Bu tatbikatın kaynağı
Kur'an ve Sünnetten delilleri zikrettiğimiz Ayet ve Hadis-i
Şeriflerdir.
Bazıları «Haremlik-Selâmhk tatbikatının Kur'an ve
Sünnet'ten bir delile dayanmadığını bir Osmanlı adeti» olduğunu iddia ediyorlar.
'Bu iddia sahiplerinin îslâm'm temel hedeflerinden habersiz oldukları ayan-beyan
bellidir. Ehl-i ilim ve irfan sahiplerinin malumudur ki; her içtihadın, velev
ki zanni bile olsa, Kur'an ve Sünnet'ten bir delili vardır. İlmi kâfi gelmiyen
kimselerin bunu inkâr etme hakları yoktur. Bu hakkı kendinde görenlerin bu
cür'etleri cehaletlerinin eseridir.
Mahşer günündeki hesaplaşmaya inanan her mü'min erkek,
karısı ve kendisine nikahı ebediyyen haram olant annesi, kızkardeşi ve
Kur'an'da zikredilen diğer) yakınları ile bir arada oturabilir. Bunun dışında
akrabası da olsa (amca kızı, dayı kızı, amca oğlu, dayı oğlu... vesaire
gibilerle daima) «Haremliğe-Selâmlığa» riâyet etmek, mecburiyetindedir. Hiçbir
mü'min: «Benim kalbim temizdir» deyip, Islâmi hudutları çiğneyemez. Çünkü bütün
mü'minlerin kalbIeri temizdir. Zira, kalb temizliği imânla ilgili bir
hadisedir.
Hatta mü'min bir erkek hanımı ile beraber bir arada iken
erkek kardeşini yanlarında bulundurması caiz değildir. Haremlik-Selâmlık
hususuna riâyet etmesi mü'minliğinin gereğidir. Sahabe-i Kiram'dan birisi
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)'e:
«— Kocanın erkek kardeşi tkaymbilâder) hakkında ne
buyurursunuz?» sualini tevcih eder. Rasûlüllah Cs.a.v.) :
*— İşte bunlar ölümdür» [167]
cevabını verir. Bütün bu açıkça beyan edilen gerçeklere rağmen
bazıları:
•— O benim kardeşimdir. Bundan kötülük sadır öîmaz. İşi
buraya kadar götürmek aşırılıktır» deyip İslâm'ın kurallarını tahrip ediyorlar.
Bunlar en azından dinin kurallarını çiğnemenin cezasını çekecekler- .
.dir.
Bazıları da diyorlar ki: *Kadın tesettürlü olduktan
sonra erkeklerle bilhassa akrabalarla (biribirleri-ne nikahlan düşenlerle) bir
arada oturmalarında sa-kırica yoktur, oturabilirler, karşılıklı
konuşabilirler.»
Böyle bir düşünce tarzının yanlışlığı ortadadır.
Kadın-erkek bir arada bulunduktan sonra açıklıktan, kapalılıktan söz etmek
lüzumsuzdur.
Kadın, evinde veya.evinin dışında kocasının arkadaşını
karşılar onunla sohbet eder, tartışır ve çay, yemek vesaire gibi ikramlarda
bulunur ve tokalaşır-sa o kadının açık veya kapalı olmasında çok bir farklılık
sayılmaz. Zira Allah (c.c.) birini erkek birini kadın yaratmış biribirine karşı
meyil ve arzulu yapmıştır. Bu kanunu değiştirmeye kimsenin gücü
yetmez.
Dünya üzerinde malum olduğu üzere
kadında utanma duygusunun, erkekte de kıskanma mefhumunun yok
olması sebeplerinden biri de Haremlik-Selâmlık konusuna riayetsizliktir.
Camius'sağir adlı hadis kitabında:
«Kıskançlık imândandır» mânasında bir hadis vardır.
Bunun üzerinde çok titiz olmak lâzım. Çünkü şeref kıskançlıkla
orantılıdır.
Peygamber (s.a.v.) bir başka Hadis-i Şerifte
;
«Ben gayyûrum. Gâyyûr olmayan (karısını kıs-kanmıyan)
bir kimsenin şüphe yok ki, kalbi hastadır.» [168]buyurdu;
Bu hususta en iffetli yol, kadının yanma erkeğin
girmemesi, kadının da erkek cemaatine çıkmamasıdır. Başka bir ifade ile
Haremlik-Selâmlık kuralına uymaktır. Müslümanlığımız da bunu gerektirir. [169]
326 — .Misafir Misafiri Sevmezt Ev Sahibi Hiç Birini Sevmez.»
Enbiya'mn, evliya'nın ve salihlerkı hiç terk
etmedikleri amellerden biri de misafirliktir. Misafir kabul etmek veya misafir
olmak sevap derecesi büyük amellerdendir. Fıkıh kitaplarımızda «Sefer ve
misafirliğin adabları» adıyla bahisler özel olarak açılmıştır.
Şu husus meselenin önemini ne kadar güzel anlatıyor
:
Bilindiği gibi Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimize Hira
dağında Cebrail (a.s.) vasıtasıyla Peygamberlik görevi veriliyor. Efendimiz bu
durumu ilk defa Hz. Hatice (r.anhe) validemiz hiç düşünmeden Peygamber (s.a.v.)
Efendimizin Peygamberliğine imân ediyor ve sonra da Efendimize diyor
ki:
— Ya Rasûlüllah- Sevin... Allah'a yemin ederim ki, Allah
(c.c.) seni hiçbir zaman mahcup etmez. Çünkü sen Sıla-i Rahim yaparsın. Doğru
söylersin. Zayıfların yükünü taşırsın. İnsanlara ikram edersin. Misafiri
ağırlarsın... diyor. O'nu desdekliyor.
Dikkat edilirse Efendimizin vasıfları sayılırken
Efendimiz (s.a.v.)'in misafiri ağırlamayı, ona. ikram etmeyi çok sevdiği de
zikrediliyor.
Siyer kitaplarında bütün peygamberlerin (Aley-hissalat-u
Vesselam) misafirperver oldukları zikredi-
Hz. İbrahim (a.s.) 'm unvanı HahTuHah'-
*Âllah'ın dostu mânasında bir sıfat. Bu mübarek ,
mjsafirsiz sofraya oturmazmış. Rivayete göre evi-Z n 4 tane kapısı vardı. Her
birini misafir gelsin arzu-ıvla beklerdi. Onun için İbrahim (a.s.)'a «Misafir
babası» diye ad verilmiştir. İşte bu zad yemek yiyeceği zaman evinde misafir
yoksa çıkar dışarılarda misafir arardı. Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz İbrahim
(a s.)'m soyundan gelmiştir. Biz İbrahim îa.s.î'm mü-letindeniz
diyoruz.
Ne yazık ki, İbrahim (a.s.'ın soyundan geldiğine inanan
zamanımız insanları misafirin yük olduğu düşüncesiyle yaşıyorlar. Yazık hem de
çok yazık.
Misafire hürmet, izzet ve ikram dinen vâcibtir. Misafir
rızkı iîe beraber gelir ve ev sahibinin günahlarının bağışlanmasına vesile
olarak gider. Müslüman halkımızın arasında çok söylenen bir söz vardır:
«Misafir on rızık ile gelir, birisini yer dokuzunu bırakır gider» derler. Yani
misafir geldiği evi bereketlendirir demektir.
Misafirperverlik ecdadımızın dünyaca takdir edilen
güzel hasletlerindendir. Misafire ikram hem maddi hem de mânevi bakımdan bir
zevktir. Köylerde misafir odaları, şehirlerde misafirhaneler kurmak bizim
geleneklerimiz içindeydi. Memleketimize otelcilik cum-huriyetîe beraber
girmiştir. Bu batıdan bize gelen bir anlayışm ürünüdür.
Türk toplumu emperyalist batının kültür istilasına
uğramış bir toplumdur. Yeni nesiller bu kültür kapısına göre
şekillendirilmektedir. Batı kültüründe m*safirlik denilen haslet yoktur.
Batılılara göre birice ikramda bulunmak enayilik gibi bir şeydir. Onara göre
herkes kendisinden yemeli ve içmelidir. Bir haline gelmiştir halkımızın arasında
*AJman usulü» sözü. Adamlar babasına bile ikramda bulunmaz. Bunlarda insanlık
diye bir şey yoktur. Herkesin menfaatini düşündüğü bir toplum haline gelmiştir
Avrupa denilen rezalet sirki.
Şimdi birçok toplum gibi başta idareciler olmak üzere
bizim toplumumuz da mevcut sirkin içine girmek için can atıyor. Gayr-i müslim
gazeteci köşesinde Islâmî bir mesele gündeme gelince feveran ediyor: «Bizi
Avrupalılar sevmez. İçlerine almaz. Biz. Avrupalıyız...» diye zırvalayıp
duruyor. Avrupahk hastalığı kanına işlemiş sığırın.
Basın genelde böylelerin elinde olduğu için bunlar
halkımıza batının kafa yapısını aşılıyorlar. Telkin ile istediklerini
yerleştiriyorlar.
îşte yıkılan hasletlerimizden biri de misafirlik ve
misafirlik adablarıdır. Nerede şimdi o eski misafirperverliğimiz. Ne çabuk da
kabuk değiştiriverdik. Bunu görüntüleyen laflar aramızda atasözü haline
getirilmiş. Diyorlar ki: «Misafir misafiri sevmez; ev Rahibi hiçbirini
sevmez». Bu söz inancımıza, adetlerimize, mefkuremize, bizi biz yapan
hasletlerimize ters bir ifadedir. Bizim inancımızla olgunlaşan toplumda «Misafir
misafiri sever; ev sahibi de her ikisini sevip bağrına basar.» Misafiri için
vannı-yoğunu ortaya koyar. Ona ikram için can atar.' Çünkü bu enbiyanın, ev:
liyanın ve sulananın adetlerinden ve vacib derecesinde bir ameldir. Nasıl
olurda müslüman bundan geri kalabilir.
Misafir, misafirlik ve ikram konusunda Kur'an-ı Kerim'de
âyetler Efendimiz (s.a.v.)'in sünnetinde Ha-dis-i Şerifler vardır. Binlerce
misâli de bizim için birer örnektir.
Misafirlik ve misafire ikramdan sevap kazanabilmek için
bunun adablarma riâyet edilmesi şarttır. Aksi halde günaha vesile olunmuş
olunur.
Misafir olmanın ve misafir kabul etmenin adab-ları
vardır. [170]
Misafirliğin Adabları
1- Mümkün ise
ziyarete geleceğini ev sahibine daha önceden haber vermelidir.
2- Ziyareti
yemek vaktine denk getirecek şekilde ayarlamak doğru değildir. Bu şekildeki
ziyaret men edilmiştir.[171]
Fakat yemek vaktini gözetmediği halde sofraya tesadüf ederse onda beis
yoktur.
3 - Ziyarete
gidilen zatın kapısına varınca eve paldır - küldür değil varsa zil
çalınır, zil yoksa kapı üç defa takırdanır. Her defasında bir süre
beklenir. Ev sahibi buyur edince içeriye girilir. Evin mahremiyeti vardır.
Bunu ihlâl etmek büyük veballerdendir.
4 - Misafirliğe
gidilen evin sağun - solunu karıştırmak, göz ile çevreyi araştırmak doğru
değildir.
5- Misafir
önüne gelen yemeği beğenmemezlik etmemelidir. Ev sahibine «bana şunu yap - buau
yap» gibi laflar etmek edebe aykırıdır.
6 - Misafir,
gittiği yerde kendisine uygun yerde edebe uygun şekilde oturmalı ve
konuşmalıdır.
7 - ev
sahibinin eksikliklerini araştırmak onu küçük düşürücü davranışlarda bulunmak
caiz değildir.
8 - Ev sahibi
için dua etmelidir.
9 - Namazını
mutlaka kılmalıdır.
10 - Gittiği
yerde îslâmî kurallara riayet etmeli bilhassa haremlik - selâmlık kuralına
uymalıdır. Sevap işleyecem derken günah işlemem elidir.
11- Misafirliğe
gittiği kişilerin arkasından onun evi, eşyaları, yemekleri ve diğer şeyleri
hakkında kimseyle gıybet etmemeli ve iftira etmemelidir. Bu büyük
günahlardandır. Zamanımızda işleneir~natalardan en çok işlenileni
budur.
Zamanımızda özellikle îs'lâmî kültür edeb ve terbiyeden
mahrum kadınlar misafirliğe gittikleri zaman ev sahibinde, evinde, evinin
eşyalarında, önüne getirilen yemeklerde, evdeküerin yemeğinde binbir çeşit
eksik ararlar. Şöyle oldu- böyle oldu, şunu yaptı-bunu yapmadı; diye konuşur
dururlar. Bu adiliklerin en çirkinidir. Islâmi kültürden yoksun toplumlarda bu
hâl çok yaygındır. Onun için böyle toplumlarda ya-şıyan insanlar arasında
«misafir misafiri sevmez; ev sahibi de hiç birini sevmez.» Bu cahili toplumların
özelliklerindendir. Bugün Avrupa'da misafirlik diye bir mesele yoktur. Adamlar
öz babalarına bile ikramda bulunmayı enayilik kabul ediyorlar. Bunlara özenmek
cahillerin harcıdır.
Misafir kabul etmenin edebleri:
1 - Misafiri
güler yüzle karşılaman ve memnuniyetini beyan etmelidir. Misafire en büyük
ikram budur. Büyük fakih Evzai'ye sormuşlar :
— Misafire ikram nedir?
— Güler yüz, tatlı dildir, demiş.
2 - Onun
sofrasını geciktirmemelidir. Üç şeyde acele sevaptır:
a - Misafirin
sofrasını hazırlamakta,
b - Zamanı
gelen kızı evlendirmekte,
c- Cenazeyi
kaldırmakta.
3 - Misafire
ikram için telâş etmek, ağır masraf yapmak doğru değildir. Böyle yapan hem
misafirden
hoşlanmaz hem de misafiri rahatsız etmiş olur. Onun için
evde bulunan ile iktifa edilir. Bilindiği gibi «Misafir umduğunu değil,
bulduğunu yer» sözü meşhurdur. .
4- Misafire
ibâdet edecek imkanı hazırlamalıdır. ,
5 - İslâm'ın
kuralları çiğnenmemeli bilhassa ha-remlik-selâmlık kuralı ihlâl
edilmemelidir.
6 -
Misafirlikten hasıl olacak sevap zina gibi çirkin şeylere
dönüştürülmemelidir. Bilindiği gibi «gözün zinası namahreme bakmak, elin zinası
ona dokunmaktır.» Bu konuda asrımızın, insanları çok ihmalkârdır
maalesef.
7 - Ev sahibi
misafire abdest alma yerini ve helayı göstermelidir.
8 - Yatıya
gelen misafirlerini sabah namazına kaldırmalıdır.
9- Misafirler
evden ayrılırken onlarla en azından dış kapıya kadar çıkmalıdır. RasûM Ekrem
(s.a.v.) Efendimiz t
«Misafiri kapıya kadar uğurlamak usuldendir»
buyurmuştur.
10 - Misafirin
arkasından onun gıybetini yapmak, ona iftira atmak büyük
günahlardandır.
Bütün bunları toparlıyacak olursak özetle
şöyle
Misafirlik enbiyanın, evliyanın ve salihierin
amel-îerindendir, Edeblerme riâyet etmek şartı ile misafirlikten mü'minlerin
kazancı çok büyük olur.
Zamanımızda «misafir misafiri sevmez; ev sahibi i
sevmez» sözü çok yaygındır. Bu, cahili top- geçerli bir sözdür. Müslümanlara
katiyen İslâm kültürüyle şekillenmiş toplumlarda misafir
misafiri sever; ev sahibi her ikisinin misafirperverliğini yapmayı kendisi için
nimet kabul eder. Onun için bizim inancımıza göre: «Misafirin gelmediği eve
melek girmez.» [172]
Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki:
«Misafir istemeyen kimsede hayır yoktur.»[173]
327 — «Aşırı Dinciler.»
Günümüzde insanlar îslâm nimetinin zevkini
tatmadıklarından bunun zevkine ermek için gayret edenleri aşırılıkla
suçlamaktadırlar.
Batı kültür yapısına göre kasten şekillendirilen
insanımızda müslümanlık anlayışı son derece yozlaşmıştır. Laik devletin resmi
istatistik verilerine göre halkımızın % 95'i «Müslüman»dır. Bu oranın çok
önemli bir bölümünün müslümanlık anlayışı şudur:
• Gerektiği zaman gusul abdesti almak.
• Oruç tutmak.
• Bayram namazı kılmak.
Senede bir mevlid okutmak.
• Bir yakını öldüğünde Kur'an okutmak.
• Eyüb .Sultan ve Mevlâna türbelerini ziyaret
etmek.
• Arada bir uğur getirsin diye dilenciye para
vermek.
• Çok ihtiyarlayınca namaz kılmak.
îşte entel ve entelliğe özenen insanlarımızın
kafalarında şekillenen îslâm budur. Bunun haricinde yapılanlar onlar için
aşırılıktır, fazlalıktır. Yani enayilik gibi bir şey.
Biri devamlı olarak namazlarını muntazaman kılıyorsa,
namazlarda başına sarık sarıyor cemaate, devam ediyorsa, misvak kullanıyorsa,
Hakk'ı anlatıyorsa, helâle-harama riâyet ediyorsa, tesettür konusunda titiz
davranıyorsa teheccud'e kalkıyor, evvabili terk etmiyorsa, namahremlerle
tokalaşmıyor haremlik-se-lâmlığa riâyet ediyorsa... bütün bu iyiliklerinden
dolayı o diğerlerine göre «aşırı dinci»dir. Ölçüleri İslâm olanlar ölçüsüz
yaşıyanlara göre: «aşırı dinçindirler. Koç karışımı bir hayat tarzına sahip
olmıyanlar «aşırı dinçindirler. Karısını, kızım kaldırım yosması yap-mıyanlar
«aşın dincidirler. Ben harem-i ismetimi teşhir edip namahremin istinasını
kabartan sürtük olamam; ben İslâm'ın ayağının altına cennet vaad ettiği kadınım
diyenler «aşırı dindedir.
Dinine bağlı mübarek müslümanlan kendilerine göre suçlu
sayarak «aşırı dinci» diye(nler kendi rezilliklerinin farkına vardıkları zaman
iğrençliklerinden kendileri de iğre.neceklerdir. Tabii ki, bu kendilerine nasib
olursa. Çünkü ölçüsüzlükte iğrençlik vardır, ci-büiyetsizlik vardır,
tıynetsizlik vardır. Ölçümüz îs-lâm'dır. Bu ölçüye uymayanlar kendi hayat
tarzlarından iftihar ediyorlarsa bu aynen insanın kendi dışkısını yemesiyle
Öğünmesi gibi bir şey olur. işte insanın kendi dışkısını yemekle öğünmesi ne
derece iğrenç ise, İslâm dışı hayat tarzına sahip olması ondan daha da
iğrençtir. Tabiiki dinini yaşıyanları «aşırı dincilikle kendilerine göre suçlu
göstermek adiliğin, bir başka çeşididir.
İnsan beş vakit namazım kılarsa bu çok iyi bir amel
yapmış olur. Aynı insan kıldığı bu beş vakit namazın arkasından beş vakit de
kaza namazı kılarsa bu çok daha iyi bir amel işlemiş olur. Bu aşırılık
değildir.
Tesettürlü olmak aşırılık değildir. Bu Allah'ın
kullarına kesin emridir.
Namahremlerle tokalaşmamak, kucaklanmamak, öpüşmemek,
ittilat halinde bulunmamak, haremliğe-selâmlığa riâyet etmek dinde aşırılık
değildir.
Yediğinde, içtiğinde, giydiğinde, evine soktuklarında,
alış-verişinde ticaretinde, siyasetinde, ziraatin-de helâl-haram hudutlarına
riâyet etmek dinde aşırılık değildir.
Yalan söylememek, kumar oynamamak, içki içmemek,
insanları aldatmamak, gıybet, etmemek, iftira atmamak, doğrudan ayrılmamak dinde
aşırılık değildir.
Gece yansı uykudan kalkıp teheccüd namazı kılmak,
kuşluk ve evvabil namazlarına devam etmek, kerahat vakti değilse bir cami veya
mescide girince tahiyyatü'l-mescid namazı kılmak, bir nimete nail olduğunda
veya bir tehlikeden kurtulduğunda şükür namazı kılmak, yolculuğa çıkarken ve.
dönünce iki rekat namaz kılmak dinde aşmlık değildir.
Kendisinin, karısının, kızının, oğlunun ve diğer aile
efradının namusuna, şerefine sahip olmak, onları edebli, terbiyeli sevk-idare
etmek dinde aşmlık değildir.
Karısınm-kızmın namahremlerin tasallutuna maruz kalacak
davranışlarına müsade etmemek dinde aşırılık değildir.
Aile reisinin çoluk-çocuguna dinlerini öğretmesi,
öğrenmeleri için imkanlar ve sebepler hazırlaması, öğrettiklerini ve
öğrendiklerini takbik. ettirmesi aşın dincilik değildir.
Devamlı abdestli olmak, pazartesi-perşembe günleri
oruçlu olmak, daima Kur'an-ı Kerim okumak, zikir üzere yaşamak, ilim
meclislerine devam etmek, hergün en az bir kötülüğü bırakmak, güzelliklerini
artırmak aşın dincilik değildir.
Hasılı, diain icablannı yerine getirmek
nehyet-tiklerinden kaçınmak aşırı dincilik değildir. Bunun haricinde yol tutmak
aşırı derecede kafirliğe hizmetkârlık yapmaktır. Dindarlığın aşırısı olmaz;
dindarsız-lığın aşırısı olur. Öyle aşırılık ki, mazallah insanı kafirliğe
hazırlaya hazırlaya küfre kadar götürür. Meselenin özü de budur. [174]
328_.Sinirlerimi Sigara İle Yatıştırıyorum.»
Günümüzde insanlar o kadar çok değişti ki... Bunlara
sıfat vermek zorların ötesinde zorlaştı. Kâfir desen, değilim, diyor, Müslüman
desen üzerinde kâfir sıfatlarıyla yaşıyor.
Bu bozukluğun tek sebebi 'îslâmı ölçü olarak
almamaktır. Ölçüsü bozuk olanın yaşantısı da bozuk olacaktır; nitekim öyle
olmaktadır.
Ölçüsüz insanların özelliklerinden biri de sinirlilik
halinin görünmesidir. Zamanımızda buna stres diyorlar. Bu o derece yaygınlaştı
ki, herkes bir barut fıçısı gibi parlıyıveriyor. Sabır diye bir şey kalmadı
kimsede.
Sinirlilik, asab bozukluğu, stres, işlerin düzgün
gitmemesi, kavgalaşmak, dikleşmek, ruhi sıkıntı... vesaire gibi sebepler
gösterilerek asrımızda kadm-erkek, Çoluk-çocuk, öğretmen-öğrenci,
zengin-fakir... herkesin ağzında sigara var. Eskiden kadınlar bu kadar
çocuklar da hiç sigara içmezlerdi. Şimdi bunlar sokak-ai*da bile ağızlarında
sigara ile dolaşıyorlar. İnsanlar
kadar da değişti. «Dünyanın çivisi çıktı» diyorlar f
^rhalde bu sözü ar-hayâ, edeb-terbiye, namus-şetn tarif etmek için
söylemişler.
Birine :
— Ya kardeşim! îçme şu mereti. Hem kesene hem sıhhatine
zararlı. Yazık değil mi? desen; alacağın ce-vab hazırdır:
«— Ne yapayım, sigara ile yatıştırıyorum. O da olmasa
patlayıverecem. Bırakmak elimde değil. Onunla teselli oluyorum.» . Bir
diğeri:
«— Alışmışız bir kere» diyor. Bir diğeri:
«— Kocamla geçinemiyoruz, teselliyi bunda buluyorum»
diyor. Genç kız:
«— İstediğim çocukla evlenemedik, bende sigara tiryakisi
oldum» diyor. Öğretmen - Öğrenci: «— Kafamız şişti» diyorlar. Hasılı
tiryakiliğin kılıflarının ârdı-arkası gelmiyor.
Şu söz aklıma geldi:
«Ağaca yaslanma kurur, insana yaslanma ölür, ancak
Allah'a güven; çünkü O 'Bâki'dir.»
Günümüz insanı sigaraya sarılıyor. Böylece olaylara
dayanma gücünü, idrakini; aklım, sabrını, metanetini, hoş görüsünü, isabetli
seçim yolunu kaybediyor. Oysa bu mizaçlar dinin kesinlikle yasakladığı
sıfatlardır. Maalesef bu sıfatlarla vasıflanmışlar kişiliklerini de
kaybediyorlar. Ne demek?
— Sinirlendim de sinirlerimi sigara ile (veya İÇ-ki,
kumar... vs. gibi şeylerle) teskin ediyorum. Onunla teselli oluyorum...»
demek.
Bu ifade kişinin müslümansa imandan çıkmasına yeterli
sebep olur. Mü'min, hiç, dinin men ettiği eylerde teselli arar onlarla teskin
olma yolunu seçer mİ? Bu ciddi sonuçlara sebep olur. Allah'ın Rasûlü (sa.v.)'in-
sünnetinde böyle bir şey yoktur. O'nun (s.a.v.) sünnetinde olan
şudur:
însan bir şeye sinirlendiği zaman, üzerinde huzursuzluk
alâmetleri belirdiği zaman, birine öfkelendiği zaman, istenmiyen bir olayla
karşılaştığı zaman şunları yapacaktır:
1 - Kalkıp
hemen abdest alacaktır.
2 - İki rek'at
namaz kılacaktır.
3 - Bulunduğu
yeri terk edecektir.
4 - Oturuyorsa
kalkacak gezinecektir.
5 -
Hasbünallahu Veni'mel vekil, cümlesini tekrar tekrar söyliyecektir.
6 - Lâ havle
vela guvvete illabillahil aliyyil azim, cümlesini tekrar tekrar
söyliyecektir.
7 - Peygamber
fs.a.v.) Efendimize Salat-u selâm gönderecektir.
8 - Cenab-ı
Hakk'ın Ya Sabır ism-i celilini tekrar edecektir.
9 - öfkenin
şeytandan olduğuna daima inanacak ve bu inançla gerekli olan tedbirlere
sarılacak aklını nefsine değil imânına emânet edecektir. Aklını imânına emânet
eden kurtulur, nefsine veren de helak olur. Bunun nasıl olduğuna yukarıda işaret
ettik. Anlaşılması için meseleyi biraz daha açalım:
Adam:
«— Asabım bozuldu», diye çareyi sigarada arıyor «yak bir
sigara daha» diye teselliyi nehyedilen şey-erde arıyorsa o insan aklım nefsinin
emrine vermiş-ır- Bu adamın işi çok zor. Bunu şeytanın elinden kurumak
lâzım.
asabının bozulduğunu sezen kişi çareyi Al-m Basûlünün
sünnetinde arar yukarıda saydığımız çarelere baş vurursa bu insan aklını
imânının emrine vermiştir. Onun için Allah'ın nimetleri vardır; fakat öbürü
için şeytanın tuzakları vardır.
Biri de kalkmış :
«.— Ben bunun tiryakisiyim» diyor. Böyle bir tiryakilik
de müslüman sıfatı değil. Müslüman çirkinin tiryakisi olmaz, güzelin tiryakisi
olur. Biri sigara tiryakisi, biri kumar tiryakisi, biri zina tiryakisi, biri
çalma tiryakisi, biri haram yeme yiryakisi, biri rüşvet tiryakisi, biri içki
tiryakisi, biri beleş geçiame tirya-' kişi... Görüyor musunuz biri biri derken
bir toplum meydana geldi. Menhiyat tiryakileri bir toplum. Bu topluma ve bu
toplumun insanlarına hangi sıfatlarıyla müslüman diyebilirsiniz?
Müslüman namazın tiryakisi olacak, şerefli yaşamanın
tiryakisi olacak, yasaklara yaklaşmamanın tiryakisi olacak, Kur'an ve Sünnette;
tarifi yapılan müs-lümanlığın tiryakisi olacaktır. Şüphesiz ki, bu imân ile
orantılı bir olaydır. [175]
Merede Sigara Diyorlar, [176]
Son derece bir sağlık problemi olan sigara alışkanlığı
heryerde salgın bir hastalık halini almıştır. Bu meredin dikim ve işlemesini
bizzat devlet organize ediyor, daha çok sigara içen bir nesil
yetiştiriyor.>
Sigara içenler, kazandıkları gelirin büyük bir bölümünü
bırakamadıkları kötü bir alışkanlığı, daha sonra da bu alışkanlığın sebep olduğu
hastalıkların tedavisinde harcarlar.
Tütün içmek mevzuunda fıkıh ilminde sarih
bir delil yok. Bu hususta ulema ihtilâf etmişler, bazıları
Kıyas-ı Fukaha ilmine istinaden haram, bazıları şüpheli şey olduğuna ve bir
kısmı da kerahatına kail olmuşlardır.
Tütün içmenin en ehven kanaati olan mekruh ele alınır
mes'ele tahlil edilecek olursa bu halin endişe verici bir hal olduğu ortaya
çıkar.
Merhum Ömer Nasuhi Bilmen hocamız : «İstiğfar ile kebire
kalmaz, İsrar ile de sağire kal-maz« [177]diyor.
Yani istiğfar edenin günahı affolur, küçük günahlarda İsrar edenin günahları
büyük günah hükmüne girer, denilmek isteniyor.
Tütün içmenin «Şüpheli şey» denildiği takdirde şu
Hadis:i Şerif hatırlanmalı:
«Helâl ve haram bellidir. Fakat bunlar arasında helâl
ıhı haram mı olduğu kesin belli olmıyan şüpheli şeyler de vardır. Kim bu
şüpheli şeylerden sakınırsa dinini ve ırzım korumuş olur. Şüpheli şeyleri kim
işlerse, sürüsünü yasak bir arazinin etrafında otlatan bir çoban gibi harama
düşer. Dikkat edin her melikin bir korusu vardır. Allah'ın yeryüzündeki korusu
haramlarıdır. Dikkat ediniz vücutta bir et parçası vardır. O doğru ve sâlih
olursa bütün vücud selâmet ve huzur içindedir. O bozuk olduğu zaman vücut
huzursuzluk ve bozukluk içindedir. Bu et parçası da kâlbtir.» [178]
Fıkıh ile meşgul ulema mes'elenin peşini bırakmıyorlar.
Meselâ Hanefi Mezhebi fıkıh ilmi muvacehesinde necasetten taharet farzının
ifası zamanında galiz (büyük) necasette dirhem miktarı, mayi (sivil
necasette ise el ayası (içi) miktarı ölçü olarak alındığına göre; ağızın iç
kısmı ise her ölçü ile de fazla miktarda olduğu ve ağız içi kısmı bedenin dış
kısmından sayıldığından tütün içenlerin necasetten taharet farzını yerine
getirmedikleri ilmen sabit olduğundan tütün içenler namazlarını ifsat
ediyorlar. Aleni günah işlemek mes'elesi de eklenince konu daha da ciddiyet
arzediyor [179]
deniliyor.
Türkiye'de tütün, Padişah birinci İbrahim döneminden
beri içilmektedir. Sigara yurdumuza 385 yıl önce Avrupa'dan getirilerek içilmeye
başlandı. Sigara J üretimi de ülkemizde Tekel'in. kurulmasıyla
gerçekleşti.
Uzmanlar diyorlar ki:
-Sigara vücuda giren bir hırsızdır.» Gerçekten öyle bir
hastalık ki, sadece vücudu'alıp götürmekle kalmaz imâna bile kasteder.
Teselliyksigarada aramanın üzerinde ciddi ciddi durmak lâzım derken biz buraya
dikkat çekmek istedik. Teselli diye sarınılan sigara çilelerin elebaşısı
olmaktadır.
Sigaranın içinde nikotin vardır. Nikotin vücutta
çoğaldığı zaman beyinde etki yapar. Felce neden olur. Akciğer kanserine sebep
olur. Kroner yetmezliğine sebep olur. Tansiyona tesir eder. Sigarada ayrıca 4
bin çeşit zehir vardır, [180]
Bunlara inanmıyan insan olmamasına rağmen inat edercesine sigara
üretiroi-tü-ketimi korkunç bir hızla hergün daha da artıyor.
«Parasını eller, dumanını yeller alır.» sözü sigara
içenler için söylenmiş güzel bir sözdür.
Erzurum'lu İbrahim Hakkı Hazretlerine izafe edilen bir
beyit vardır:
«Deme tömbekiye fışkı, fışkı duyar ar eder. Tütün katma
fışkıya, fışkıyı murdar eder.»
Tömbeki nargiledeki tütüne verilen addır. Fışkı ise,
kurumuş hayvan gübresidir. Bilhassa at gübresi kurursa, tütüne çok benzer. Doğu
Anadolu'da at gübresine fışkı derler. îşte bu mübarek zâtın sözü de
böyle.
Tütünün çok zararları vardır da biz bir kaç tanesini
sıralayalım:
1-
Maddi-manevi kayıplara sebep olur.
2- Organ ve
doku kanserlerine sebep olur.
3 - Damar
sertliği, Enfaktüs ve Bronşite sebep olur.
4 -
İştahsızlık, mide-bağırsak bozukluklarına sebep olur.
5 - Vücüd
direncini kırar, dirençsiz vücud çabuk hastalanır.
6 - Ciltte
kırışıklıklar meydana gelir.
7- İdare ve
hafızayı zayıflatır.
8 - Görme'
bozukluğuna sebep olur.
9 - Cinsel
iktidarsızlığa sebep olur,
10 -Erken vs
ölü doğumlara sebep olur.
11- Psikolojik
çöküntü meydana getirir..
12 - Tütün ile
alkol zekânın düşmanıdırlar.
13 - Sigara-
içenler içmeyenlerin yanında leş gibi kokarlar.
Bu son madd& üzerinde de bir nebze duralım : Hanımı
sigara içmeyip te kendisi sigara içen erkekler hanımlarına zulmediyorlar. Çünkü
leş gibi kokarlar. Bunu anlamaları için şu tavsiyede bulunacağız: Kendisi
sigara içip de hanımı sigara İçmeyen erkekler bir akşam hanımına bolca sarımsak
yedirip kendisi de sarımsağa ağzını sürmeden yataklarına yatsınlar. Bakalım o
sarımsağın kokusuna dayanabilecekler mi? Mümkün değil dayanamazlar. îşte
kokusundan iğrendikleri sarımsak kendilerine nasıl geliyorsa hanımlarına da o
sigara kokusu öyle geliyor. Sigara içenler sigaradan iğrenen hanımlarını mutlu
ettiklerine mi inanıyorlar ki? Yazık, hem de çok yazık.
— Peki bundan kurtulmanın çareleri nelerdir?
— Bunun cevabı çoktan verildi. Özetleyelim :
1- îradene
sahip çıkıp aklını imânının emrine vereceksin.
2 - Yukarıda,
sinirlenince neler yapılacak, sorusuna verilen cevapta maddeler,, halindeki
hususlara tam riâyet edeceksin.
3 - Dişlerini
çok temiz tutacaksın. (Ağzı temiz olana sigara tadsız gelir)
4 - Et, çay,
kahve, baharatlı yiyecekler ve içeceklerden bir süre yemiyeceksin. (Çünkü
bunlar alışkanlığı olanlarda sigara arzusunu kamçılar.)
5 - Yemek
zamanları dışında bol su iç.
6 -
Yemeklerden sonra açık havada 15-20 dakika yürüyüş yap.
7 - Hergün
banyo yap. Banyo yaparken ılık su veya limonata iç.
8 - Bol sebze,
meyve, yemiş, süt-yoğurt ye.
9 - Sigara
ikram edenleri yanına yaklaştırma.
Bunlar sigarayı bırakmak isteyenlerin yapacakları
kaideler. Devletin yapacakları <ia şunlar:
1- Devlet
sigara tüketimi yanında değil halkın sağlığı yanında yer alacak.
2 - Devlet
sigaranın zararlarını yayın araçJarıy-la izah edecek.
3- Televizyonda
çeşitli programlarda (açık oturumlar dahil) edeb ve hayadan nasibini alamamış
da halkın karşısında bacak bacak üzerine atıp geri kay-kılarak milletin gözüne
üfleyerek sigara ağzında konuşan insanlık fukaralarına konuşmaya ve sigara
içmelerine müsaade etmiyecek.
4 - Sigara
üretimini durduracak.
Sözün özü şudur:
• Sinirlerimi sigara ile yatıştırıyorum.
• Sigaranın tiryakisiyim.
• Sigara içmezsem mahvolurum.
• İster fakir ol ister fukara, Yemekten sonra yak bir
sigara.
• ...vesaire gibi ifadeler hem maddi hem mânevi
yönleriyle çok tehlikelidir. însana yalınız bu dünyada cezşt çektirmekle
kalmayıp ahirette de mücrimler grubuna dahil olmaya sebep olur. Onun için
«Sigara vücuda giren bir hırsızdır.» Öyle hırsız ki, bedeni çalmakla kalmaz;
imâna da kasteder... Hatırlatması bizden.. [181]
329 — «Yavrum Sen Sigara İçme De Rakı İç.»
• Sigaraya aşın derecede mübtelâ olanlar kısa süre
içinde bunun zararlarını çekmeye başlarlar. Artık organlar yavaş yavaş elden
çıkmaya başlamıştır. Öksürdükçe ciğerlerden kopup gelen balgamlar sigara
kokusuna eklenerek etrafındakil eri iğrendirmeye
başlamıştır.
Tiryakiyim bahaneleriyle hâlâ d^ıha sigarasını tüttüren
baba kendisini ibretle hem de iğrenerek seyreden oğluna başlar
nasihata:
«— Oğlum ben bu merete alıştım. Görüyorsun halimi. Aman
yavrum sen bunu içme. Sigara içme de rakı iç. Rakıyı zaman gelir bırakırsın ama
sigarayı mümkün değil bırakamazsın...»
Bak şu hergelenin nasihatına. Nasihati da kendisine1
benziyor. Biraz ağır olacak ama; teşbihte ata olmaz. Adam şunu demek istiyor
gibi adeta :
— Ben sidik içiyorum, sen kaka ye», der gibi bir
nasihat. Tavsiye ettiği öbüründen de beter. Kendisi tiryaki olmuş, oğlunu da
alkolik yapmak istiyor. İçki içen adam sigara içmez mi hiç? Sigara içenlerin
arasında içki içmeyen çoktur ama, içki içenlerin içinde sigara içmeyen hiç
yoktur.
Böyle babalan çok iyi tanımak lâzım. Çünkü bunlar
canavarlar gibidirler. Körpe diğmağlara böyle kastederler. Tanıyıp tesirlerini
kırmak lâzım.
Sigara içmedikleri halde kendilerine İsrarla sigara
verenler ve içilmesi yönünde telkin edilenler siga-ranm sebep olduğu şu üç
hususu ibretle dikkate alıp böyîelerini dost edinmeme!idirier.
Sigaranın sebep olduğu neticeleri araştıran ilim ehli
zatlar diyorlar ki:
1- Tütün
dumanının ağız ve burunda meydana getirdiği sarı renk abdeste mani olan boya
gibidir.
2- Tiryakilerin
kilotiarmda lekeler hasıl olduğu ve bu lekelerin sabunla çıkmadığı, ancak
çamaşır suyu ile çıktığı hususu gözden kaçırılmamalıdır,
3- Çok tütün
içenler öldükten sonra cesetleri yıkanırken makatlarından gelen sızıntı
kesilmez. Bunlar bu sızıntı le kefenlenir ve öylece defn edilir.
Sigara içenler ve içecek olanlar bu üç hususu ibretle
dikkate almalıdırlar.
Hasılı, sigara tiryakisi bir babanın sigara içmenin
sonuçlanna katlanırken yanında kendisini iğrenerek ibretle seyreden
oğluna:
— Yavrum sen sigara içme de rakı iç* diyerek, sigaranın
kötülüğünü anlatmaya çalışırken çok yan-'iŞ bir kıyaslama yapmaktadır. İki
pislikten illaki biri-n* tercih ettirmek hem de haramlığı kesin olanı tasvibe
etmek bir babanın yapacağı iş değildir. Böyîe bir !">aîde babanın evlâdına
söyîiyeceği şu olmalıdır:
"— Yavrum biz nefsimize hakim olamadık. Şeyta-na uyduk.
Bunun tiryakisi olduk. Bugün işte iğrenilen bir mahuk
olduk. Aman ha sen bunu içeyim deme. Hiç bir harama yaklaşma. Herbirinin sonucu
böyle hatta daha da beteriyle iğrençtir. Aklını basma al. Helâller dururken
haramlara hatta şüphelilere bile yaklaşma...-
Söylenilmesi gereken bunlardır. [182]
330 — «İstanbul'un Havasına Ve Karısına Güvenilmez;*
* Emperyalist kâfirlerin kültürleriyle yetişenler bâtıl
sözleri üretmede ve yaymada çok başarılıdırlar. Bunların gevezeliklerinin ardı
arkası gelmez. Şeytanı klavuz edinerek günlerini gün ederler. Hani bir söz
vardır; «Klavuzu karga olanın bumu pislikten kurtulmaz» derler.
Kafa yapısı farklı olanların ürettikleri sözlerden biri
de:
«İstanbul'un havasına ve karısına güvenilmez» sözüdür.
Bu sözde, Allah'a ve namuslu mü'rnin kadınlara iftira vardır. îftira büyük
günahlardandır. Bir de yapılan iftira Allah (c.cJ'a yönelik olursa bunun
korkunçluğunu varın siz tasavvur edin.
Kainat, Allah'ın yarattığı mahluka tın dan biridir.
Herşeyde olduğu gibi burasının düzenini tanzim eden yine Allah (c.c.)'dür.
istanbul'da, kâinatın parçalarından, biridir. Burada da Allah'ın kanunu
câridir. Hiçbir şey ve yer yoktur ki, O'nun kanununun dışında kalsın, Güneş, ay
ve yıldızlar Allah'ın kanunu üzere doğar batar. Yağmur, kar, dolu O'nun kanununa
göre yağar. Bulutlar O'nun kanununa göre uçar. Her-Şey O*nua kanununa tabidir.
Havanın ısı durumu da dahil olmak üzere.
•İstanbul'un havasına güvenilmez» derken, «Allah'ın, ne
yapacağı belli olmaz; şaşırır da kışın güneşe yaktırır, yazın kar fırtınasına
tutar. Onun için O'-nun takdirine güvenmemek lazım* der gibi bir mânâ
çıkmaktadır. (Haşa). Bu ne cür'ettir.
Bunu söyliyenler: .«İstanbul'un havası çok değişir*
demek istiyorlardır belkide. Fakat ifade tarzı yanlış. Kavramlara çok dikkat
etmek lâzım. Neyin nereye varacağını, söylenil on. bir sözün neticesinin ne
olacağını çok iyi hesap etmek lâzım. Çünkü, alıp-verdi-ğimiz her nefesten do7
%yı hesaba çekileceğimiz gün burnumuzun dibi kadar yakındır.
Bir de, bir an için bu sözün «İstanbul'un havası-nın çok
sık değişir» demek için söylendiğini düşünsek bile, vakıa kesinlikle böyle
değildir. İstanbul'da havalar mevsim normalleri doğrultusunda seyretmektedir.
Görüldüğü gibi bu da çıkış yolu^olmamak tadır.
Mezkur sözün gelelim ikinci kısmına: «...İstanbul'un
karısına da güvenilmez.» Bu söz de son , derece yanlıştır. İstanbul'da 6 milyon
insan yaşamaktadır. Bunun yansın La kadın olduğu hesabe-dilirse 3 milyon kadın
bu söz ile töhmet altında bırakılmaktadır. Yani demek istenen şudur:
«— Bu üç milyon kadın imanına, şerefine, kocasına,
çocuklarına, babasına ve mukaddes mefhumlarına her an ihanet edebilir. İhanet
etmesi beklenebilir. Kimse karısına, kızma anasına, bacısına güvenmesin.» der
gibi bir söz sarfedilmiş olunuyor. Bu korkunç bir hata iğrenç bir iftiradır.
Ehl-i namus kadınlara karşı işlenilen bir cürümdür. Bu söz insanın dünya ve
ahirette lanetliler çukuruna atılmasına bir sebep olur. Böyle bir sözü
sarfedenlerin hiç biri mahşer gününde kendilerini
kurtaramıyacaklardır.
Bu sözü kim nasıl uydurup da aramıza sokmuş. Burasını da
bilmeye mecburuz:
Bilindiği gibi îstanbui, ismini İslâm'dan almış
müslümanlarm sembolü olan beldelerden biridir. Bu şehrin asıl ismi îslâmbol'dur.
Bu daha sonra İstanbul şeklinde teleffuz edilmeye başlanmıştır. îçinde binlerce
sahabe, evliya ve şühade yatmaktadır. İsmi de müs~ lümanîarı bol şehir
manasınadır.
îşte böyle adıyla, tarihiyle, bağrına bastığı Ölü ve
dinleriyle bu mübarek belde lekelenmek istenmektedir. Hainlerin iğrenç
emellerine zemin hazırlanmaktadır. Yeni nesillerin kafasında dünyanın göz
diktiği bu şehir için sahip olmaya değmez fikrinin oluşmasına çalışılmaktadır.
Düşmanları» arzulan budur. Kem gözlüler ve sözlüler bu arzulara âlet
olmaktadırlar.
Bize göre îsta^bul biz nıüslümanianndır. Taşıyla
toprağıyla havasıyla suyuyla bizimdir. Bizim Peygamberimiz bu mübarek beldeyi
zikretmiştir. İçindeki insanların mü'minlerine, muvahhidlerine mübareklerine
Allah için güvenimiz vardır. Ahlâksız ve şerefsizlere gelince onlan bizden de
İstanbul'dan da kabul etmiyoruz. Sözün özü de budur. [183]
331 — «Batı Daima Üstündüb.»
® Dünyada iki taraf vardır :
1- Hakk
taraf,
2- Bâtıl
taraf.
Allah'ın son dinini yaşıyan ve yaşanması için malını ve
canım ortaya koyanlar Hakk'ı temsil ediyorlar. Bumm dışında kalanlar bâtıl
tarafını temsil ediyorlar.
Bugün batı bâtılın temsilcisidir. Sanayi dalında batının
ileri seviyede gözükmesi insanlara hep batının üstünlüğü sekimde propaganda
edilmiştir. Özellikle bizde basın-yaym ve eğitim sistemi insanımıza daima
batının üstünlüğünü telkin etmektedir. Devlet adamları sık sık bu telkinatlarla
demeçler vermekte çalışmalarını bu doğrultuda sürdürmektedirler. İnsanımızın
kafası yapılan telkinlerle şartlandınlmıştır. Bundao dolayı memleketimizde
genelde batının üstünlüğüne inanılmaktadır.
Hakk in karşısında "batının üstünlüğüne inananlar imân
noktasında ciddi tehlike içindedirler. Batının üstünlüğüne inanmak demek
uşaklığı peşinen kabul etmek demektir. Uşak olan bir toplum millet olma
özelliğini yitirmiş demektir. Devlet adamlarımızın yıllardır batılıların
kapılarında o kapıdan şu kapıya koşuşup «Aman bizi AET'ye kabul edin. Bize
yardım edin. Biz sizdeniz, sizin üstünlüğünüzü kabul ediyoruz.
Biz de sizin gibi olmak istiyoruz» diye yalvarmaları bu konuda adaylığın bile
çoktan aşıldığını göstermektedir.
Biz müslümamz, elhamdülillah. Daima Hakk'm üstünlüğüne
inanıyoruz. Bunu böyle kabul ediyor batının ve dolayısıyla bâtılın
esfelesafilin kadar aşağıda olduğuna inanıyor ve görüyoruz.
Mevcut sistemlerden kapitalizm ve komünizm nesillerin
zihinlerini hep iğfal ile meşguller, Yapılan tel-kinatlar hep bâtılın
üstünlüğüne yöneliktir. Gerçi komünizm çöktü. Kapitalizm sun'i teneffüslerle
yaşatılmaya çalışılıyor. Lâkin, bunların üstünlüğüne inandırılmış insanların
sırtında- bu sistemler yaşıyormuş gibi gösteriliyor. Uşakların kafasına böyle
sokulmuş, inandırılmışlar bir defa. Bu aynen şuna benziyor. Falanca mahallede
bir kabadayı çıkmış. Mahalleyi soyulmuş soğana çevirmiş. Kendi dediklerini
kanun saymış. Onlarla mahalleliye hakim olmuş. Hakk'ı tanımamış, kimseye tanıma
müsadesi de vermemiş.
Yeni yetişen nesle bu zalimin üstünlüğünü telkin
etmişler mahalleliler. Derken bu zalim gebermiş. Onunla beraber olan zorbalar
mahalleliye yine göz açtırmamışlar. Bu defa o ölsede içimizde yaşıyor
tel-kînati yapmışlar. Öyle ki her yıl mahallenin duvar-larmı «bizim zorba 95
yaşma girdi, doksan altı yaşma girdi» diye yazıyorlar. Adam ölmüş, gitmiş
gideceği yere. Hâlâ. daha mahalleli onun yaşadığına ve yaşlandığına, inanıyor
nesilleri iğfal ile meşgul oluyor.
Ölen bu dünyada bedeni varlığıyla yaşar mı hiç? Yaşama/.
Niye böyle yapıyor mahalleli? Uşaklaşmış da ondan,
İşte aynen bu mahalleli gibi nesillerin kafasına
yerleştirilen bâtılın üstünlüğü fikri batının komünizmini ve kapitalizmini
yaşıyor gibi inandırıyor, Bâtılın üstün görülrnesindeki sebep budur.
Bu noktada şunu da bilmek lâzım :
Maddi refah seviyesinin yüksekliği kesinlikle medeniyet
değildir. Biz medeniyet ve kültürümüzü yitirdiğimiz için değil, inancımızı
yitirdiğimiz içn düşüşe uğradık.
Biz toplum olarak millet olmak vasıflarına sahip
olabilmemiz için herşeyi çok iyi hesap etmeğe mecburuz. Öyle ise ayaklarımız
üzerinde taşıdığımız bedenimizin tepesindeki başın kendi başımız olduğuna
inanıyorsak bu baş'ta taşıdığımız inanç ve fikirlerin kendimizin inanç ve
fikirleri olduğundan emin olmalıyız. Bu olmadan kişilik kazanılamaz.
Şu çarpıklığa bakın hele siz:
Bugün Amerika her türlü icadını yapmıştır. Maddi
kalkınmasını sözde yapmıştır. Lakin yarım saat elektrik kesildiği zaman
soyulmadık yer kalmıyor. Elektrikler kesilmeden yarım saat önce polis radyosu
halka anons yapıyor; «Elektrikler kesilecek, cebinizde ne varsa mukavemet
etmeden gangasterlere veriniz» diyor. Bu kalkınmadan kime ne hayır gelir. Onun
için manevi kalkınma maddi kalkınmadan önce gelir. Bu da ancak Hakk'ın
üstünlüğüne inanmak ve O'na teslim olmakla gerçekleşir.
Bizde her nedense 150 yıldır herşey hep tersinden ele
alınmıştır. Hakk'a karşı bâtıl, iyiliğe karşı kötülük doğruya karşı eğri, ahlaka
karşı ahlaksızlık, medeniyete karşı medeniyetsizlik empoze edilmiştir. Bir
şairimiz bu gerçeği şöyle dile getirmiştir:
«Kötülüğe kulîuk eden, İyiliği emen düden.
Maddeye tapan beden, Medem sayılır bizde![184]
Namussuzun daniskası. Ahlaksızlığın babas*. İnsanlığın
yüz karası Medeni sayılır bizde!
İnsanı Rarayia satan. Kahpe kursağında yatan, Batının
taklidini yapan. Medeni sayılır bizde!
Bâtıldan almış suyunu. Pas tutmuş karga beyni, Darvin'in
alçak maymunu. Medeni sayılır bizdeî»
Bu ters-yüzlüğü merhum Osman Yüksel Serden-geçti daha
net anlatır ve der ki:
«Medeniyet dediğin ilim, irfan demektir, Bizdekine
gelince düpedüz bok yemektir.»
Biz de buna katılıyor ve mes'eieyi şu yönüyle
noktalıyoruz : Hakk'm üstünlüğünü itibara almayıp bâtılı üstün kabul etmek,
böyle inanmak gerçekten bok yemektir. Hem de şeytan boku. [185]
332 — «İyi Atadan Kötü Evlât. Kötü Atadan İyi Evlât Olur.»
İyı atadan kötü evlât, kötü atadan iyi evlât olur» sözü
hiçbir dayanağı olmıyan batıl bir sözdür. Çünkü doğan herkes İslâm fıtratı üzere
doğar. Hiçbir insan anasından doğarken kötü olarak, ahlâksız olarak dogma/;
mükemmel olarak doğar
Fıtrat olarak temi/ yaratılan insanda iyilik ve
kötülükler ü/eri kullanmış birer ateş koru gibidir. Hangi korun ü7.orindeki
küller üflenirse insan o ahlâk üzere fihiâklamr. İnşanı insan yapan yetişme
tarzıdır. Yetişme tara bozuk olandır ahlaken de süfli olurlar. Onun içm
annnnin, babanın, okulun ve çevrenin derece derece Önemi büyüktür K.a.v ) Kf
endim iz ;
Her doğan islâm fıtratı üzere doğar. Anne-babası onu ya
yahudı. yçı hıristiyan veya mecusi yapar -(11 buyurmuştur.[186]
Dikkat edilirse Hudis-ı Şerif de «müslüman yapar»
denilmiyor. Çünkü çocuk müslümandır, hür fikirlidir. Kvde oldukları halde -babam
evde yok- dedirten ebe veyn çocuğuna yahudilik, Hıristiyanlık veya komünistlik
huylarından bir huy aldırmıştır,
Mevcut eğitim sistemindeki çarpıklıklarla nesiller
nefislerine ve dışındakilere köle yapılmak istenmektedir. İlkokuldan üniversite
sonuna kadar, oabeş senelik tahsil koşusunun sonunda ödül olarak hep ekmek
gösterilirse, yetişen genç maaş, nüsvet ve makama mahkûm olmuş köledir. Hedef,
sahasında iyi yetişmiş bir insan olsaydı, ekmeği bol, makamı yüksek hür bir
insan yetişirdi. Bunları ekmek yoluna yönlendiren, o ekmek için her şeyi mubah
gösteren zihniyetlere !â-net olsun.
Çocukları yetiştirme konusunda, onlara hedef tayin etme
noktasında herkes çok hassas olmaya mecburdur.
Çocuklara daha küçük yaşlardan itibaren para
şıkırtısını dinlemek öğretilirse; bunlar büyüyüace, paradan başka kavgası
verilecek bir şeyin olmadığını, para sesinden başka bir sesin bulunmadığını
iddia eden ve para için herşeyi yapmaya hazır, maddeye köle bir nesil
olurlar.
«Köprüden geçinceye kadar ayıya dayı de- diye telkin
edilen çocuk ayının yeğeni olur. Büyüyünce ayı-laşır. Ufukları daralır. Armuttan
başka meyva tanımaz.
Büyük bir terbiyecinin dediği gibi :
"Çocuk 3-5 yaşlarında ömrünün sonuna kadar
aksettireceği herşeyin cî 70'ini anne babasından alır An ne babanın tenviri
bu kadar önemlidir.-
Çocuklar temiz olarak İslâm u/en* doğar, ilahı kudret
onlara iyi ve kötü iki çekirdek kor. Terbiye edici hangi çekirdeği beslerse o
yeşerir diğeri kurur. Böylece çocuk yetiştirilişine göre ya iyi olur ya
kötü.
Terbiye edicinin rolü büyüktür. İyi çekirdeğin
filizlenmesi, kötü çekirdeğin çürümesi için daima iyilik, güzeliik,
doğruluk anlatılacaktır. Ev içindeki örnekler çok önemlidir. Meşhur
sözdür:
«Bakarsan bağ olur. Bakmazsan dağ olur.»
Bundan dolayı aileler çocuklarına küçük yaşlarda
İslâm'ın prensiplerini Öğretmeli ve tatbikini bizzat yaparak yaptırmalıdır.
îslamî yaşantı itiyat haline getirilmelidir, îleri yaşlarda itiyatm elde
edilmesi hayli güçtür,
Anne-baba bahçivan, çocuk da çiçektir. Bu çiçek ihmâl
edilirse o çocuk Allah'ın düzenine baş kaldıran bir anarşist olur.
Sokaklara bakıldığı zaman ana-babalann vazifelerini
yapmadıklarını görülmektedir. «Ağaç yaş iken eğilir.» Küçük yaşta alman
terbiyenin ömür boyu semeresinin devam ettiği, terbiyesizliğin ise acı
neticelerinin görüleceği muhakkaktır.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ümmetine şu tavsiyede
bulunuyor:
«Çocuklarınıza üç şeyi öğretiniz:
1- Onlara
Peygamberini sevmesini öğretiniz,
2 - Peygamberin
al ve ashabını sevmesini öğretiniz,
3- Kur'an-ı
Kerimi öğretiniz.»
Bu şu demektir: Çocuk kimi severse ona özene-cektir. O
hangi mesleğe yönelse Peygamberinin bir örneğini bulacaktır.
Bugün çocuklara bir-iki sivriliğinden dolayı büyük
tanıtılan kimselerde gerekli örneklik bulunmayınca çocuk bu defa burnunun
dibindeki Mekke-Medine'deo istifade edemeyip tâ Pekin'e, Moskova'ya,
Vaşington'a öoeliyor, onları örnek almaya çalışıyor.
Neticede Manzaramız bu oluyor.
Hasılı, «iyi atadan kötü evlât, kötü atadan iyi evlât
olur» felsefesinin esaslı hiçbir dayanağı yoktur. ru söz tamamen bâtıldır, insan
doğarken iyi veya kötü do£ma^ isteme hakkı yoktur. Yaratan Kudret her insanı
iyi, doğru, güzel, günahsız olarak yaratır. Yetiştirilme tarzı önemlidir.
İnsanın yetiştirilme tarzının önemi ile alâkalı binlerce âyet ve hadis vardır.
İslâm'ın hedefi de insanları iyiye, doğruya, güzele ve cennete ulaştırmaktır.
Buna uyan kurtuluyor; uymayan helak oluyor. Meselenin özü budur. [187]
333 — «Ah Geençliğim Ahh... Ben Gençliğimde Neler Yaptım Neler...»
• Adam girmiş 50-60 yaşma. Artık fiilen günah işlemeye
takati kalmamış. Organları vazife yapamaz hâle gelmiş. Bilir-biîmez şeklen de
olsa «namaz» da kılmaya başlamış. Etrafındakilere işkembeden doğru fetvalar da
vermeye başlamış.
İşte bu özelliklerini saydığım güruh kadın da olabilir
erkek de. Böylelerinin bir mecliste bulunduklarında söyliyecekleri söz
bellidir. Derler ki :
«— Ah gençliğim ahh.-. Ben gençliğimde neler yaptım
neler.'..* Oradakiler sorarlar:
«— Neler yaptın?»
*— Neler yapmadım ki. Kırdığım ceviz kırkı geçti.
Hangisini anlatayım.»
Zerre kadar pişmanlık duymayan kişi sayar döker yaptığı
hergelelikleri. Böyle bir hergelede iki önemli özellik göze çarpar :
1- Gençliğinde
işlediği günahlarını özlemek.
2 - Geberme
çağma yaklaşmasına rağmen nesilleri iğfal sevdasından vaz
geçmemek.
Bunların her ikisi de büyük cürümdür. İnsan bir suç
işler işlediği bu suçtan dolayı pişmanlık duyar tev-be ederse o insan'makbuldür.
Ancak tevbenin şartlarım yerine .getirecek Yani o suçtan dolayı
pişman
Sık duyacak, bir daha o suçu işlemiyecek, işlediği
suçtan iğrenecek. Eğer böyle yapmaz da bir taraftan suç işlemeğe devam eder
diğer taraftan münasebeti geldikçe emir verir gibi -Allah af etsin- derse bu
tevbe olmaz.
Ömrünü isyan ile geçiren kimseler günahları fiilen
işleyemez hâle geldiklerinde bu defa daha önce işledikleri günahların özlemiyle
yaşarlar. Böyleleri hep: «...Ah gençliğim ahh...- diye günah işleme özlemi
içindedirler.
Bu tiplerin bir başka melaneti de çevrelerine kötü
örnek olmalarıdır. Yeni neslin iyi duygularını köreltip onların nefisleri
peşine takılmalarına, nefse hoş gelenlere kapılmalarına sebep olurlar. Bunları
çok iyi tanımak lâzımdır. Çünkü böyleleri bu ümmetin melunlarıdırlar. Ümmeti
iğfal sevdasından bunları vaz geçirmek ve bütün faaliyetlerine engel olmak için
mücadele etmek lâzımdır. Şüphesiz bu fertler için zor bir mes'eledir. Çünkü bu
devletin başarabileceği bir güç ister. Öyle bir devlet ki, kötülüklerin
işlenmesine ön ayak olan bir devlet değil Hakk'nı üstünlüğüne inanan, harama
geçit vermeyen bir devlet. Mü'minler önce bunu gerçekleştirmeye
mecburdurlar.
Hasılı, İslâm'dan nasibini alamamış. Ömrünü is-yajı ile
geçirmiş, organları işlemez hale gelince de «Ah gençliğim ahh, ben gençliğimde
neler yaptım ne-ler?» diyenler cehenneme korkunç bir süratle devam edenlerdir.
Bunlarda günahkarlık ve nesilleri iğfal etme ideal haline gelmiştir. Nesilleri
ve nefisleri bu zalimlerin tasallutundan korumak ve kurtarmak her nıü'minin
görevleri cümlesindendir. Bunu başarabilen devlet ve millet kurtulur[188]
334_.Allah Cezanı Versin.
♦ Bazılarını duyarsınız: Konuşma esnasında
karşısındakilere hitaben: «Allah cezanı versin» deyiverirler. Bu hitap
hitabedilene olduğu gibi, hitabedi-lenle konuşulan bir başka şahıs ve şahıslar
için de olabilir. Kim için ve ne için olursa olsun bunun iyi bir şey olduğunu
söylemek mümkün değil. Çünkü sarfe-dilen söz bir bedduadan ibaret.
Beddua dinimizin tasvip etmediği bir olaydır. Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz mü'minler olarak karşılıklı veya karşılıksız duâlaşmamızı
tavsiye ediyor. Biri-birinin ardından gıyabında yapılan duaların kabul
edileceğini müjdeliyor.
Efendimiz (s.a.v*'in mübarek hayatlarına baktığımızda
bir veya iki olay hariç hiç kimseye beddua etmediklerini görüyoruz. O ts.a.v.)
herkesin hidâyeti, sırat-ı müstakim üzere yaşaması için çalışır bunun için duâ
ederlerdi.
Biz Allah'ın son peygamberinin ümmetiyiz. Onu ömek ve
önder almak zorundayız. Bizim mutluluğumuz ve kazancımız buna bağlıdır.
Başkalarını Örnek almak, kötü alışkanlıklarımıza kılıflar uydurup onla ra devam
etmek hiçbir müslümanı sorumluluktan kurtarmaz
Bazıları konuşma esnasında konuşulan şeye hayretinden
dolayı «Allah belanı versin» diyor. Bunun mahzuru anlatıldığında «Ben o niyetle
söylemedim. Dilim alışmış» diyor. Alışkanlıklar mahzurları ortadan kaldırmaz ki.
Biri içkiye mübtelâ olmuş. «Ne yapayım alışmışım, içmeden duramıyorum» dese bu
onu vebalden kurtarır mı?* Elbette kurtarmaz. Aynen bunun gibi beddua da
insanın alışmaması gereken bir şey. Cenab-ı Hakk, peygamberlerinin nasıl dua
ettiklerini bizlere Örnek olsun için Kur'an-ı Kerim'de zikretmiştir.
îmam-ı Müslim'in Câbir (r.a.)'den rivayetine göre
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz:
«Kendi aleyhinize, evlâtlarınız ve mallarınız aleyhine
sakın beddua etmeyiniz. Dualarınızın kabul edİT leceği bir saate rastlarsınız da
bedduanız kabul olunur» buyurmuştur. Demek ki, beddua Allah'ın rızasına aykırı
bir harekettir. Onun için bedduayı terket™ inek gerekir.
Abdullah İbni Mübarek (r.a.) Hazretlerine bir adam
geliyor. Çocuğunun kendisine isyankâr olduğundan şikayetçi oluyor. îbni Mübarek
Hazretleri:
— Sen çocuğuna hiç beddua ettin mi? diyor.
Adam:
— Evet, deyince, o da:
~ Öyle ise kime kabahat buluyorsun. Çocuğunu sen kendin
bozmuşsun, buyuruyor.
Demek istenen şudur: Daima hayır dua etmeli, beddua
etmekten çekinmelidir. Büyüklerin ahlâkı da böyledir. Onlar insanlara hep hayır
duada bulunmuşlardır.
Ma'ruf-u Kerhi Hazretleri, birgün dostlarıyla beraber
Dicle Nehri'nin kenarında oturuyorlar. Bu esnada Önlerinden saz-caz çalarak bir
kayık dolusu delikanlı geçiyor. Ma'ruf un müridleri:
— Üstadımız, şuaların hallerini görüyorsunuz. Allah'a
isyan ediyorlar. Mevlâ'dan gafil yaşıyorlar. Bunlara beddua ©diniz de lâyık
oldukları cezayı bulsunlar, diyorlar.
Ma'ruf-u Kerhi Hazretleri ellerini semâya kaldırıyor,
ve:
— Ya Rabb'î! Şunları dünyada nasıl şen şatır
olmalarına müsâde ettinse, ahirette de mesrur'u handan eyle, diye hayır duada
bulunuyor. MüricUer hayretler içinde kalıyorlar:
— Biz beddua etmenizi istedik siz, hayır duâ ettiniz,
diyorlar.
Ma'ruf'u Kerhi Hazretleri ise:
— Cenab-ı Hakk'm onları ahirette mahtiyariar-dan
etmesi dünyada tevbeye muvaffak olmalarına bağlıdır. Bu da onların bu
çirkinlikten kurtulmaları için duâ etmektir. İnsanların kurtuluşu için duâ
etmeliyiz, buyuruyor.
Hasılı, mü'min olan bir kimseye beddua etmek doğru bir
hareket değilddir. Buna insanın dili alışmış olsa bile. Organlarımızı iyi
şeylere alıştırmak mü'min-ler olarak görevlerimiz cümlesindendir.
Yaratılışımızın gayesi de organlarımızı Hakk'ın emrinde kullanmaktır.
Meselenin özü de budur. Biribirlerimiz için hayır duada bulunalım... [189]
335 — «Anasını Sattığım.»
• Her insanın çeşitli alışkanlıkları vardır. Bu
alışkanlıklar kontrol altına alınmazsa vücutta oluşan kötü ur halini alırlar.
Öyle bir ur ki, hem bedeni hem ruhu felç eder. Kol felç olunca nasıl ki, vücudun
tadı olmazsa ruhun felç olmasıyla dünyanın zevki olmaz. Ruhu felç oîan
kimselerin zinakar, ayyaş, kumarbaz olmalarının sebebi her halde
budur.
İyi alışkanlann iyi neticeler vereceği muhakkaktır.
Zakkumun meyvası tatlı olmıyacağı gibi kötü alışkanlıkların da neticesi iyi
olmaz. Hoş olmayan söz ve davranışları tedavi etmek, düzeltmek gerekir. Çünkü
bunlar Allah indinde ve insanlar nazarında hep mahcubiyete sebep
olur.
Bazılarını duyarsınız: Konuşurken iki de bir konuştuğu
kişiye karşı «Anasını sattığım», «anasına yandığım», -anasının ipi», «anasırım
donu» «vay anasını...» ... vesaire gibi lâflar ederler. Düzgün konuş,
denildiğinde de benini konuşmam böyle», «böyle alışmışım» diye kendilerini
savunurlar.
Bu tür sözler ve davranışlar kötü alışkanlıklardandır.
İnsan konuştuğu kişiye karşı saygılı olmak zorundadır. Çünkü insan saygısı
oranında saygı görür.
Biz müslümanlar her şeyde olduğu gibi konuşma üslûbumuzu
da Peygamber (s.a.v.) Efendimize uydurinak zorundayız. O, nasıl konuşmuştur bunu
bileceğiz. Biz de aynen O'nun sünnetine uyacağız. Efendimiz (s.a.v.)'in
ağzından hiç «Anasını sattığım» cümlesi çıkmış mıdır? Kesinlikle hayır. Hadis
kitaplarında böyle bir cümle yok. Ee olmayan söylenmiyen bir söz nasıl olur da
müslümanlarm ağzından çıkıyor. Ölçülü olmak zorundayız.
Hasılı, «anasını sattığım» sözü kem sözlerden biridir.
Sarfedenlerin bayağılaşmasına, kişiliklerinin yok olmasına sebeptir. Kötü ur
misali bayağı bu ve buna benzer sözlerden arınmak müslümanlığımızm
gereklerindendir. Sözün özü de budur. [190]
336 — «...Tam Piyasa Adamı.»
• Günümüzde müslümanlar müslümanca yaşamadıklarından
muamelâtta islâmî prensip ve kaidelere uymadıklarından Türkiye'de ticaret ve
ticari ahlak felç olmuştur. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin «Rızkın onda dokuzu
ticarettedir» Hadis-i Şerifinde beyan buyurduğu ticaret yapılmamaktadır
Türkiye'de.
İnsanlar, kazanacam, daha çok zengin olacam,
istediklerime sahip olacam diye kanun, kaide, helâl-ha-ram tanımaz, edephayâ
kabul etmez hale geldi. Bu ahlâksızlık her şeyimizle birlikte rızkımızdaki
bereketi de aldı götürdü.
Bir insanın yapacağı iş ile ilgili bütün bilgileri
öğrenmesi farz-ı ayn bilgilerdendir, Bununla ilgili bilgi-' leri ve helâl-haram
hudutlarını öğrenmeden işe girişiyor. Kendisini midesine ve kasasına göre
ayarlıyor ve başlıyor işe,
Bundan sonra seyreyle sen. Mal alıyor falanca za-ıan
ödeyecem diyor ödemiyor. Senet imzalıyor zama-unda ödemiyor, zaten zamanında
ödememek niye-liyle imzalıyor. Seneti gün kazanmak için protesto et-jiriyor.
Alış verişlerinde bol bol yemin ediyor. Yalan föylemezsem, karşımdakini
aldatmazsam ticarette ıuvaffak olamam diyor. Hiçbir zaman doğru olmam lümkün
değil bir defa bile doğru olsam iflas ederim diyor. Adam
ticarete başlamış Allah'a itimat etme inancım bir tarafa atmış. Dinin bütün
emirlerini askıya almış. Onlara uyarsam mahvolurum, diyor. Bu adamın yüzü güler
mi hiç?
İki tüccar konuşuyorlardı. O sırada ben bir vesile ile
yanlarında bulundum. Biri diğerinden alacağını istiyor onu, alacağı gün
konusunda sıkıştırıyordu. Gün konusunda anlaştılar. Alacaklı olan kişi söz
değil mi deyince borçlu olan da, inşallah o gün öderiz dedi. Bu defa alacaklı
olan kişi bağırarak ayağa fırladı ve: Bak yine atlatacak, inşallah dedi, diye
konuştu. Ben gayri ihtiyari söze karıştım. îyi ya işte in-şaallah, Allah'ın
izniyle o gün ödeyecem diyor, dedim. Alacaklı kişi şu cevabı verdi. Ticari
hayatta inşallah kelimesi borcu ödemeyip sallamak için, sözünde durmak için,
karşmdakini oyalamak için, zaman kazanmak için hatta zaman geçtikten sonra
borcu veya sözü inkâr ötmek için kullanılır. Bu adam bunun için inşallah dedi.
Ben de siz şeytanlaşmakta şeytana bile papuç çıkaracak hale gelmişsiniz. Size
tavsiyem ya gerçekten tnüslüman olun ya da biz müslüman değiliz diye ilân
edin îşte böyle, adam, aldatıyor, bir çırpıda bin yalan
söylüyor. Ynpt-ıgı yeminlerin günlük hesabım bile bilemiyor. Çalıyor, çırpıyor.
Bir müslümana yakışraıyan binlerce t&vriylo tam bir şeytan olmuş. Şimdi bu
ada-mı birçokları takdir ediyor hakkında sitayişle söz ediyor. Diyorlar ki:
-...helal olsun tam piyasa adamı. Çok güzel kazanıyor. Adam bu işt beceriyor.
Söz söyliye-nin kılıç kuşananın, derler ya, vallahi adam sözünü de biliyor işini
de biliyor. Böyle yapmazsan eriyip gidersin iflas edersin azizim..,'
Ölçü bozuk oiunca insanlar bu derece vahşileşir.
Cemiyet çekilmez hale gelir. Hırsızlığın, arsızlığın, edebsizliğin,
hayâsızlığın, haram - helâl tanımamanın, "din, iman tanımazcasına yaşamanın adı
bu cemiyette piyasa adamlığı oluyor. Böyleleri sevilip alkışlanıyor, böyleleri
kabul görüyor.
Hasılı, biz müsîümanız, elhamdülillah. îslâmj ölçülere
göre yaşar, edebimize, hayamıza, şerefimize, i tabanınıza sahip çıkarız. Aç
kalsak da itibarsızların itibarına kuyruk saîlamak için köpekleşmeyiz. Böyle
piyasa adamlığını elimizin tersiyle reddederiz. Bütün müslümaaHarm da
inandıkları dinin Ölçüleriyle yaşamasını arzu eder bunun için gayret ederiz.
Çünkü her iyilik ve güzellik müslümanhk sıfatı her kötülük ve çirkinlik de küfür
sıfatıdır, [191]
337 — «Biri Gerdek Gecesi Kedinin Bacağını İkiye Ayırmış.»
• Islâmî kurallara göre yaşamayan ailelerde
sürtüşmelerini ardı arkası gelmez. Bu sürtüşmeleri çeşitli vesilelerle bir
araya gelen ailelerin kadm-erkek bir arada oturmaları esnasındaki konuşmalar
daha da artırır. Çünkü bu tür birleşik toplantılarda kimi nalına vurur kimi
mıhına. Bu vuruşlar, üzerine gidilen aileler arasındaki gerilimi daha da
gerginleştirir.
Cahili toplumların özelliklerinden biri de aile
arasındaki çekişmelerdir. Bu çekişmelerin asıl sebebi İslâm'dan ayrı bir hayat
tarzını benimsemektir.
Bir misalle meseleyi ele alalım :
îki aile misafirlik gibi bir vesile ile bir arada
oturuyorlar. (Tabii bu İslâm'da olmıyan bîr şeydir. Çünkü İslâm'a göre
biribirlerine nikah düşen erkek-ka-dın bir arada oturamazlar. Kadınlar ayrı
erkekler ayrı odalarda otururlar. Buna haremlik-selâmlık denir.) Konuşmalar
başlıyor. Diyelim ki erkek hanımına bir şey söylüyor. Kadın bunu olumlu
karşılamadığını tavır koyarak belli ediyor. Artık konu açılmıştır. Diğer erkek
açar ağzını yumar gözünü arkadaşının kılıbıklığını, hanımından korktuğunu
ballandıra ballandıra anlatır. Başlar hikâyeyi nakletmeye :
~~ Aslanım hanımı ilk gece korkutacaksın. Adamın biri
gerdeğe girmiş. Bakmış ki odada bir de^kedi var. Daha hanımı olacak kadınla
konuşmadan kediyi yakalamış kadının gözü önünde kedinin arka bacaklarını ayırıp
pencereden dışan atmış. Artık hanımı beni de kedi gibi yapar diye ömrü boyu
kocasının bir dediğini iki yapmamış. Eve girince karşısında hep el pençe durmuş.
Ağzına bakıp vereceği emirleri beklemiş.
Bunu duyan bir başkası evlendiği günden bir zaman sonra
aynı şeyi tatbik etmiş de onun hanımı da kocasına şöyle çıkışmış:
— Geçti o geçti. Havaya kedinin canını yakıp günaha
girme. Faydası yok. O ilk gece olacaktı. Bir değil on kedinin bacağını ayırsan
beni korku tamam zsm, demiş.
Bu hikâyelerden sonra aile arasında gülüşmeler ve
konuşmalar bir nalına bir mıhına vurarak devam edip gider.
Aslında böyle (kedi bacağını ayırmak gibi) bir olay
yaşanmış da değil bundan sonra yaşanacak da değildir. Bu hikâyeyi kim, nasıl ve
niçin uydurmuştur bilemiyoruz. BU hikâyede bir «hin oğlu hinlik var» ama buraya
da değinmeğe terbiyemiz müsâde etmiyor.
Konuyu burada gündeme getirişimizin sebebi İslâm'dan
gayrı bir hayat tarzına sahip ailelerin bu çarpıklıklarını gözler önüne bütün
dehşetiyle sermektir, İslâm herşeyde olduğu gibi evliliklerde de kadın - erkek
ilişkisini kaidelere bağlamıştır. Söz ve fiillerini bu kaidelere göre ayarlıyan
kadın iyi bir eş iyi bir anne - iyi bir koca iyi bir baba olur. Yoksa
biribirleri için çekilmez bir yük olarak dünya ve ahirette rezil olmaya mahkum
olurlar.
Hasılı, gerdek gecesi kedi bacağı ayırma gibi bir olay
olmamıştır, olmıyacaktır da. Aile arasıadaki münasebetler korkuyla değil
sevgiyle uzun ömürlü olur. İslâm uygulanır yükümlülükler bilinir de yerine
getirilirse iş kendiliğinden yürür. Problem olmaz. İnsanlar da kendilerini
şeytanın tasallutundan korumuş ve kurtarmış olur. [192]
338 — «Hocayı Çıkarın Da Manda Kalsın Demişler.»
# Toplumda üretilen çarpık sözlerden biri de hocalarım
(cami görevlilerinin) çok yemek yedikleri lâfıdır. Üçbe^-kişi bir araya gelip
yemek yeseler içlerinde bir tan© de namaz kılan birisi bulunsa (zamanımızda
namaz kılanlara da hoca diyorlar ya) orada daima gündeme getirilen hikâye
anlatılır. Hele orada hakikaten bir hoca (din görevlisi) varsa üzerine üzerine
gidilir. Derler ki
«Bir bahçeye bir hoca ile bir manda girmiş. Bahçe
sahibine haber vermişler. O da: Hocayı bahçeden çıkarın da manda kalırsa kalsın,
demiş.» Bu anlatılır, oradakiler de başlarlar kahkaha ile gülmeye. Ar&da da
«Hadi hoca hadi, çabuk ye, yoksa aç kalacaksın», derler.
Şimdi yaşanan bir olayı nakledeyim size : İstanbul'un
eski müftülerinden Bekir Haki Efendi diye bir zat vardı. Allah rahmet etsin
ahirete irti-hal etti. İnancı için herşeyini ortaya koyan birçok kâfiri
cesaretle susturan bir zat. idi Bekir Haki Efendi,
Bu mübarek zatı çok iyi tanıyanlar diyorlar
ki:
'Bekir Haki Efendinin de çağırıldığı bir
yemekte
istanbul'un idarecileri' bir araya gelmişler.
Herkes masalardaki yerini almış. Yemekler gelmeye başla-x mış.
Tam bu sıra Bekir Haki Efendi hedef alınarak malum hikâyeyi oradaki
kodamanlardan biri büyük bir iştahla anlatmaya başlamış. O anlatıyor öbürleri
koca karınlarını hoplada hoplada kahkaha ile hikâyeye katılıyorlarmış. İkide
bir hoca efendiye de «öylemi hoca» diye takıhyorlarmış. Mübarek Bekir Haki
Efendi Hazretleri gelen yemeklerden birer parça alıp her zaman yaptığı gibi
sünnet üzere midesini iyice doldurmadan yemek masasından kalkıp kenara
çekilmiş. Oradakiler hışımla başlamışlar konuşmaya:
— Yahu hoca olur mu ne diye kalktın hemen. Böyle
hocalık olur mu? demişler.
Bekir Haki Efendi taşı gediğine koymuş. Hepisine
hitaben: ,
— Hoca sofradan kalktı, sofra kaldı mandalara, demiş ve
orayı terk etmiş.
Hepsi lâyık oldukları cevabı alınca süt dökmüş kedi gibi
sessizleşmişler. Bu sessizliği yemekte biraz evvel keyifle kahkaha atmanın
yerini alan somurtkanlığı orada buîunan vali gidermiş :
— Arkadaşlar biz bu hakareti hakettik. Hocanın inancı
hususundaki hassasiyetini hesap etmeliydi, demiş. Bu hakaret onlara yetmiş de
yemeği nasıl ve nereye yediklerini bir türlü anlayamamışlar.
İşte hoca dediğin böyle olur. Hocalığın isbati da budur
desem, bilmem karşı çıkan olur mu?
Bu hoca, manda ve bahçe hikâyesi nereden geliyor,
kimler nasıl ve niçin uydurmuşlar. Bunu da özetle anlatmak herhalde faydalı
olur.
Efendim, çok yemek yimek kâfirlere mahsus bir sıfattır.
Az yemek, sofradan tam doymadan kalkmak müslümanhk sıfatıdır, Cenab-ı Hakk
Kur'an-ı Kerirn'«Şüphesiz ki Allah (c.c.) imân edip salih amel işleyenleri
altlarından nehirler akan cennetlere sokar. Küfredenler ise hayvanlar gibi
yerler, onların durağı da cehennemdir»[193]
buyurmuştur.
Dikkat edilirse kafirlerin yemeleri ile hayvanların
yemeleri biribirisıe benzetilmiştir. Bunun üç önemli sebebi vardır:[194]
1- Kâfirler
ancak yemek ve içmeği düşünürler.
2- Küfredenler
tıpkı hayvanlar gibi yediği ni-
metlerin Yaratan'ım düşünmezler.
3- Hayvanlar
yeme - içme sonucu semizlenip boğazlanacaklarını bilmedikleri gibi, kâfirler
de sonucu hiç düşünmezler.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: «Mü'min bir mide ile yer,
kâfir ise yedi mide ile yer.» [195]
buyurmuştur.
İslâm düşmanları; kâfirlere ait olan vasıfları, lâtife
ve demogojilerle mü'minlere yüklemeye gayret etmişlerdir. Tabii ilk hedef;
İslâm'ı tebliğ eden üle-ma'dır. Eğer ulema yıpratılırsa, önemli bir engel
ortadan kalkacaktır. Bugün de aynı «şeytani tuzak» bütün dehşetiyle
gündemdedir. Birçok gafil «Hocanın yedi midesi vardır, altısı dolu olsa bir
boştur» derken, kâfirlere ait bir vasfı zikrettiğinin farkında değildir. Çünkü
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: «Kâfir ise yedi mide ile yer» buyurarak; onların
ne derece Materyalist olduklarını dünyayı nasıl pu ti aştırdıkları-111 beyan
buyurmuşlardır.
Hasılı, îslâm düşmanlarının yaymaya çalıştıkları lâtife
ve demogojilerden uzak olmak Ve katiyyen itibar etmemek şarttır. Aksi halde
kâfirlerin islâm'ı yıkma çalışmaları kolaylaştırılmış olur. Hiçbir mü'min bu
tehlikeyi göz ardı edemez. [196]
339_«Hoca Çarıkla Namaz Kıldırmış.*
Birçok meclislerde hocalardan bahsedilirken anlatılan
hikâyelerden biri de şudur:
Efendim, hocanın biri bir köye gitmiş. Bakmış ki, köyde
hiç namaz kılan yok. Sormuş köylülere :
— Siz niye namaz kılmıyorsunuz? Hepisinin genelde
verdiği cevap şu olmuş.
~ Hocam! Biz aksama kadar dışarıda, içeride çalışırız.
Ayağımıza giydiğimiz çarıkları giyip-çıkarmak onların iplerini çözüp bağlamak
bize zor geliyor. Bu zorluktan dolayı da namaz kılmıyoruz, demişler.
Hoca da
— Yahu siz delimisiniz. Namazlarınızı kılın. Bizim
dinimiz kolaylık dinidir. Çarıklarınızı çıkarmadan da kılabilirsiniz. Camiye
çarıklarınızı çıkarmadan da girebilirsiniz. Siz namazlarınızı kûmda
çarıklarınızı çıkarmadan kılın. Yeter ki, küm namazları, demiş.
Bu hocanın teklifi köylülerin çok hoşuna gitmiş. Bütün
köylüler beş vakit namazlarını çarıklarım çıkarmadan camide kılmaya
başlamışlar. Hocaya da çok dua ederlermiş. Derler miş ki:
-— Hoca efendi Allah senden razı olsun. Bize büyük bir
kolaylık yolu göstererek namazlarımızı ifa ettiriyorsun.
Biz daha Önceki hocalara da bunu teklif ettik
de
«Katiyyen olmaz» diye kestirip attılar. Bak pek ala
oluyormuş.»
Derken, efendim o çarıkla namaz kıldıran hoca bir zaman
sonra köyden ayrılmış. Yerine yeni bir hoca gelmiş. Bakmış ki, köylüler dışarıda
giydikleri çarıklarla camiye girip çıkıyorlar. Demişki onlara:
— Yahu siz ne yapıyorsunuz. Çarıkla camiye girilir mi?
Çarıkla namaz kılınır mı? Abdestte ayakları yıkamak faradır. Ayakları yıkamadan
abdest alınmış olur mu?
Bu sorulara- köylülerin verdiği cevap şu olmuş : —Hoca
efendi, sizden önceki hocamız bize kolaylık sağladı. Böylede olur'dedi. Biz
namazlarımızı şimdiye kadar böyle küeîık hep.
Hoca daha önceki hocanın yerini sormuş. Tarif etmişler.
Tarif üzere gitmiş kendisini bulmuş. Demiş kî:
— Hoca efendi, senin daha önce imamlık yaptığın köye
şimdi ben geldim. Geldim ama olmıyacak bir şeyle karşılaştım. Köylüler çarıkla
camiye giriyor, çarıkla namaz kılıyor. Siz onlara böyle de olur demişsiniz. Bu
doğru mu?
Hoca:
— Doğru, demiş. Bu defa öbürü:
— Yahu nasıl olur bu? Böyle abdest, böyle namaz olur
mu? deyince, eski hoca şu cevabı vermiş :
— Hoca efendi, ben onları çarıklarla camiye soktum.
Sen de çarıkları çıkartarak camiye'devam ettir, demiş.
Hikâye burada bitti. Gelelim netiyece.
Böyle bir vak'a olmuş mudur, olmamış mıdır? Biz diyoruz
ki, olmamıştır. Olması da mümkün değildir. Niye değildir? denilecek olursa,
cevabımız şudur:
1- Aklı başında
hiç bir kimse çarıkla namaz kılınacağını, çarıkla camiye girileceğini,
çarıkları çıkarmadan abdestin olacağını söylemez; söylenildiğini duyarsa böyle
birşeye inanmaz.
2- Abdestsiz
namaz olmıyacağını herkes bilir.
3- Abdeste
ayakları yıkamanın farz olduğunu herkes bilir.
4- Yap da
nasıl yaparsan yap sözünün hiç bir kimseyi hiçbir yere götürmesinin mümkün
olmıyacağını herkesin en azından bilmesi garekir.
Peki bu hikâye nereden çıkarılmış?
Kanaatımıza göre bu masum bir eda ile müslü-manların
kafasını karıştırmak için ortaya atılmış bir hikâyedir. Demek istenilmiş ki, sen
yapta nasıl yaparsan yap. Namaz kılda nasıl kılarsan kıl; şartlarını yerine
getirmesen de Allah onu kabul eder. İşte yap yapabildiğin kadar.
Bununla namaz mü'minlerin gözünde hafife alınmak
istenmiş. Dinin emirleri nasıl olursa olsun fark etmez. Dini öğrenmek, dindar
olmak pek öyle cnem-li değildir; mesajı verilmek istenmiştir.
Böyle bir hikâyenin kaynağı din
yıkıcılarıdır.
Hasılı, böyle aslı- astarı olmıyan hikâyeleri anlat-*
mak nesillerin kafasına yukarıda zikrettiğimiz tehlikelerin yerleşmesine sebep
olur. Anlatılmaması, anlatanlara da meselenin ciddiyetinin izahı dinimizin
emirleri cüml esindendir.
Bazıları diyorlar ki: [197]
340 — «Ben Hoca Oğluyum (Veya Torunuyum).»
• Türkiye'ye cumhuriyetle birlikte korkunç bir hastalık
girmiştir. Bu hastalık mezar taşlarıyla övünme hastalığıdır.
Günümüzde birçok insanlar mezar taşlarıyla,
övünmektedir. Bu hastalık o derece yaygınlaşmıştır ki, zaman zaman
Cumhurbaşkanlannda Ibile bu hastalık nuksetmiştir. Nitekim Türkiye'nin 7'inci
Cumhurbaşkanı Kenan Evren müslümanlara olan sert tutumunu Ört-bas etmek için
halka hitaben yaptığı konuşmalarda çoğu defa «Ben de hoca çocuğuyum. Benim
babara-dedem de hoca idi» demek ihtiyacını duymuştu. Mezar taşlarıyla sık sık o
da- övünüyordu.
Güaümüzde biri İslâm'a saldırıya geçmiş ise «ya ben de
müslümaaım» veya «ben hoca çocuğuyum» ya da «hoca torunuyum» deme ihtiyacını
duyuyor.
Aslında dindarlara saldırmak, dine savaş açmak ve ben
hoca çocuğuyum veya torunuyum diye ölmüş insanların mezar taşlarıyla övünmek son
derece iğrenç bir cahili bağnazlıktır. Ancak bir iasanıo yapa-mıyacağı bir
yöntemdir bu. Akıllı bir insan babasının dedesinin yaşantısından daha çok kendi
hayat tarzıyla övür.melidir. Evet insan ana-babasınm şerefli yaşantısından
iftihar edip; şerefsiz-yaşantısından dolayı da eziklik içinde olur. Lâkin
kendisini en çok ilgilendiren husus kendi yaşantısıdır. Mahşerdeki hesaplaşmayı
da kendi yaşantısıyla görecektir.
Şu hususu da göz ardı etmek mümkün değildir.
Niceleri kendi cahili yaşantılarıyla birlikte
ana-babalarının cahili yaşantılarını da övünç meselesi yapabiliyor. Meselâ;
serhoş birisi arkadaşlarıyla içerken veya bir vesile ile sohbet ederken «Benim
babara öyle biri idi ki, oturduğu zaman, bir kiloluk rakıyı içmeden kalkmaz;
yine de serhoş olmazdı.» veya «Benim babam sabah kahvaltısını bile rakı ile
yapardı» diye babasının bu haliyle övünebiliyor,
Bir diğerinin babası ağzı kalabalık olduğundan din
konusunda ileri-geri konuşmuş, vermiş işkembeden fetva. Taş taşıyan eşek misali
gidip gelmiş hacc'a. Adı çıkmış hacı-hocaya. Oğlu da aynı tüfeğin demirinden.
İkisinin yaptığı şey de dinin canına okumak olmuş. Yine adam övünüyor. «Bea
hoca çocuğuyum. Benim babam hacca bile gitmişti» diye cahili hayat tarzına
hacılığı-hocahğı dayanak yapıyor.
Meseleyi hangi yönüyle ele alırsak alalım «Ben hoca
çocuğuyum», «Benim babam da hacı-hoca idi» demenin manasızlığı ortadadır, insan
geçmişinin şerefli yaşantısından iftihar eder. Lâkin asıl olan kendisinin
şerefli olmasıdır. Kimsenin mezar taşlarıyla övünmeye hakkı yoktur, bunun
kimseyi mahşerde kurtarması da mümkün değildir.
Kasılı, «Ben hoca çocuğuyum (veya torunuyum)» diye
cahili hayat tarzına mezar taşlarını payanda yapmak aşağılık kompleksinin ve
cahili bağnazlığın tezahürüdür. Bu insanı toplumda gülüç duruma düşürür. Böyle
bir davranışı aklı selim sahibi insanların yapması da pek mümkün değildi.
Meselenin özü de budur. [198]
341 — «Allah'ımı İnkâr Edeyim.»
Batı kültürü nemizi bıraktı ki? Bütün değerlerimiz
alt-üst oldu. En kıymetli varlıklarımız hergeçen gün bir bir kaybediliyor. İnsan
parmağını bile kaybettiği zamanı acı duyar, İnsanı insan yapan değerlerin
kaybolmasının acısını insanımız kendisine zerkedilen haramlardan dolayı duymaz
hale geldi, getirildi.
Çok sık duyuyoruz: Biri diğerine savunduğu şeyin
doğruluğunu isbat için ikide-bir «Allah'ımı inkâr edeyim* diyor. Bu son derece
çirkin bir ifade tarzıdır. Bir insanın maksadı he olursa olsun «Allah'ımı iakâr
edeyim» ifadesini kullaaması o kişinin dünya ve ahi-retinia yıkılmasına sebep
olur. Bunun şakası yoktur. Böyle bir yemin tarzı da yoktur. Bu ifadeler batı
kültürünün ürünüdür. Müslüman birinin ağzından çıkması son derece
tehlikelidir.
Müzminleri ağızlarından olur-olmaz şeyleri
çıka-rıvermeleri doğru değildir. Çünkü söylediğimiz her sözden, yaptığımız her
amelden dolayı Rabb'ımıza hesap vereceğimiz güa çok yakındır.
«Allah'ımı inkâr edeyim» de ne demek? O'nun in-kân
küfürdür. Küfrün neticesi ebedi bir cehennem hayatıdır. Hangi akıllı insan bunu
göz önüne alıp neticesine katlanmaya cesaret edebilir. Her ameli hesaphyarak
söylemek ve yapmak mü'minleri büyük bir tehlikeden korur.
Bilindiği gibi üç şeyin ciddisi de ciddi, şakası da
ciddidir. Bunlar:
1-
Yemin,
2-
Nikâh,
3-
îmân.
Bir insan şakadan yere yemin etse bu yemindir; şakadan
yere karısına boşadım dese nikâhı bozulur; şakadan yere ben dinden çıktım dese
kafir olur. Bunların şakası olmaz.
Adam dilini alıştırmış arkadaşına şu lafı ediyor: «Eğer
falanca gün gelmezsen Allah'ımı inkâr edeyim, seni öldürürüm» veya «Bir daha
seninle konuşmam» diyor. Arkadaşı mazeretli veya mazeretsiz gelmiyor. Neticede
ortada olan bir şey yok. Dikkat edilirse ne yemin ne de diğer şartların şeriata
uygun tarafı yoktur. Bunları söylerken çok iyi hesap etmek lâzımdır. . Hasılı,
«Allah'ımı inkâr edeyim», «dinden çıkmış olayım»' veya «şerefsizim»... gibi
sözleri sarf-etmek son derece tehlikeli ifâdelerdir. Böyle sözleri sarf
etmekten cehennemden kaçar gibi kaçınmalıdır. Allah korusun, insanı bu sözler
ebedi cehennem ateşine maruz bırakır. Dilim alışmış» demenin de ahiretteki
hesaplaşmada Faydası yoktur. Ağzımızdan çıkan her sözden, yaptığımız her
fiilden dolayı hesap vereceğimizi bilmek mü'minleri büyük ölçüde haramlardan
korur.
Bazıları bazı sebepleri bahane ederek diyor ki: [199]
342_«Ulan Senin Ecdadını...»
343_«Senin Geçmişini..................»
Bugün cemiyetimizde batı kültürü hakimdir. Bizim
bünyemize uymayan bu kültür insanımızı stresli, ne dediğini ve ne yaptığını
bilmeyen bif yaratık haline getirmiştir.
Eskinin o İslâm kültürünü almış toplumunun yerini bugün
insanlarının biribirlerinin gözünü oyma fırsatını arayan bir toplum oluşmuştur.
İnsanımız çabuk siairleniyor, olaylara karşı dayaniklığı yok, hemen tepki
gösteriyor, hiçbir olay karşısında sabır ve tehammül gösteremiyor. Genelde
tepkisini küfür ederek, kötü söz söyliyerek, karşısındakine saldırarak
gösteriyor. Tabii ki, bu davranışlar müslümamn şahsiyetine aykırı
hareketlerdir.
Bakıyorsunuz biri diğerine kı&mış, bu kızgınlığım
küfrederek izhar ediyor. En yakınma bile kızdığı zaman başlıyor: «Ulan senin
ecdadmi,,. geçmişini...» diye yukarıdan aşağı ne varsa sayıp döküyor. Hatta iki
arkadaş biribirleriyle konuşurken bile aynı küfürleşmelerle konuşmalarını
sürdürebildiğine bile çok şahid oluyoruz.
Bu küfürleri söyliyenler hiç düşündüler mi acaba
ecdada, geçmişe küfür ettiklerinde bu küfürleri nereye kadar gidiyor? Öyle ki
tâ Hz. Âdem (a.s.)'a kadar uzadığını hiç düşünmüyorlar mı acaba? Bu insanlar
bunun vebalinden nasıl kurtulacaklar? Bunu çok iyi düşünmek lâzım.
Hasılı, bir insanın kim olursa olsun ecdadına,
geçmişine veya başka ifadelerle küfretmesi son derece çirkin, günah ve ayıptır.
Bu küfürler düşünüldüğü zaman tâ Hz. Âdem (a.s.)'a kadar uzamaktadır. Bu
insana altından kalkamıyacağı bir vebali de yüklemektedir. Şüphesiz ki, bu
vebal, küfre girmektir. [200]
344 _. «Orosbudan Değil Orosbudan Doğandan Kork.»
Halkın arasında çok söylenen sözlerden biri de
«Orosbudan değil orosbudan doğandan kork» sözüdür. Bu sözün mahiyetini
açıklamakta fayda mülâhaza ettiğimiz için buraya aldık.
Bilindiği gibi hiçkimse kendi isteğiyle şöyle veya böyle
doğmayı isteme hakkına sahip değildir. Ve yine doğan herkes günahsız olarak
doğar. Kimse kimsenin günahından dolayı da hesaba çekilmez. Ancak yetişme ve
yetiştirilme tarzının insanın şahsiyetiyle yakın alâkası vardır.
Kötü bir eğitime tabi tutulmuş ve örnek olarak kendisine
daima çirkinlikler gösterilmiş insanlarda genelde bir şahsiyet bozukluğu
görülmektedir. Buna rağmen bazı insanlar görebildikleri bir ışıkla hakikati
yakalayabilmekte ve şahsiyetleriae sahip olabilmektedirler. Böyle bir insanı
anasırım şahsiyet bozukluğundan dolayı hakir görmek bu tavrı takınanlar için
insafsızlık olur.
Hasılı, «Orosbudan değil orosbudan doğandan kork» sözünü
çok yönlü ele almak lâzımdır. Bir defa «orosbu»ya iyi gözle bakmak mümkün
değildir. Bu söz «orosbu»nun kötü bir şey olmadığı gibi bir çağrışıma sebep
olmaktadır. Mikroptan değil, mikrobun ürettiğinden korkmayı telkin etmenin
izahı yoktur. Diğer bir husus da kendini çirkef bataklığından kurtarmış
insanlara da sırf ana-babalarından dolayı kötü gözle bakmak da zulüm olur. Onun
için diyoruz ki: Bu sözle değil konuyla ilgili olarak meseleyi çok yönlü ele
alıp değerlendirmek lâzım. Aksi halde bazı insanların hakkına tecavüz olur.
İsabetli yol her şeyi İslâmî ölçülerle değerlendirmektir. Bu şaşmayan bir
değerlendirme yoludur. [201]
345_«Anam Avradım Olsun.»
Adamın ağzından çıkana bak sea. Arkadaşıyla falanca gün
falanca yerde buluşalım diyorlar. Arkadaşı bunun durumunu bildiği için diyor
ki:
*— Bon seni bilirim. Sen gelmezsin.»
Arkadaşı:..
«— Anam avradım olsun geleceğim», diyor.
Mazeretli veya mazeretsiz denilen günde kararlaştırılan
yere gitmiyor veya gidemiyor. Ne olacak şimdi? O «Anam avradım olsun»
demişti.
Bir başkası ticaret yapıyor. Borcumu falanca gün
vereceğim, diyor. Malı aldığı kişi müşterisini bildiği için:
«— Ben seni bilirim vermezsin. Uzatırsın. Sen sözünde
durmazsın» diyor. Malı alan kişi de:
«— Anam avradım olsun o gün getirip verecem»,
diyor.
O gün geliyor, borcunu vermiyor veya veremiyor. Ne
olacak şimdi? «O gün vermezsem anam avradım olsun* demişti. însan bu sözü
neticesini bile yazmaktan haya ediyor. Nasıl olur da birileri böyle ifâdeleri
kullanabiliyorlar? însan anasını avradı edinebilir mi? . Dinlileri bırakın
dinsizlerin bile bu işi yapmaları zorların ötesinde zordur.
«Anam avradım olsun» sözü dinsizlerin bile söylemekten
ar edecekleri iğrenç bir ifadedir. Dinsizler böyle olursa ya ben müslümamm deyip
de bu ifadeyi kullananları izah etmek için insan kalemini
oynatamıyor.
Hasılı, «Anara avradım olsun» diyen kişi «Eğer dediğim
gibi olmazsa anamı kanm edineceğim, onun yatağına gireceğim» demiş oluyor. Bu
iğrençliğe birinin insan olarak düşmesini düşünmek bile insanın
tüylerini-ürpertiyor. Görülen şudur: 'İşte öz kültürümüzden ayrılmanın faturası
budur. İslâm dışı hayat tarzlarının insanı götüreceği son durak da
cehennemdir,
Çevremizde bu sözü sarf edenleri uyarmak
raüs-lümanlığımızm icaplarındandh[202]
340 _ «Şerefsizim - Âdiyim.»
İnsan imâmyla, şerefiyle ve edebiyle insandır. Bunlarsız
insanın insan olması mümkün değildir. İnsan kılığında olmak insan olmak demek
değildir. İnsan olarak insanlık sıfatlarını taşımak onlarla mücehhez olmak
gerekir. Bu sıfatları insana veren İslâm'dır. Yolu İslâm'ın dışında olanların
kemâl derecesinde insan olmaları mümkün değildir.
Konumuzu bir misal ile açmanın faydalı olacağına
inanıyorum. Bakıyorsunuz iki kişi bir konu üzerinde konuşuyor. Konuşulan
meselede biri diğerini ikna etmesi icab ediyor. Yemin ediyor, ard-şart ediyor
bir de «Şerefsizim», «Âdiyim» diye nesi varsa-yoksa sıralıyor. Yapmazsam,
vermezsem, almazsam, gel-mezsem, sormazsam şerefsizim, âdiyim... diyen bu kişi
söylediğini yerine getirmiyor. İşte bu şerefsizliğin* adiliğin tescili
oluyor.
İslâm ile şereflenenlerin bu şereflerini çar-çur
etmeleri mümkün değildir. Çünkü bu olur-olmaz şekillerde harcanacak kadar ucuz
değildir. İslâm ile şe-reflenenler başka şeylere iltifat etmezler. Bizim
inancımızda para ile, pul ile, nam ve nişan ile şereflenmek isteyenlere itibar
yoktur. Kim kıyam ile şereflenmiş ise, kim secde ile şereflenmiş ise bütün bir
ihsan onundur. Adımlarını başkalarının açtığı ölçüsüz,
hoyrat adımlara ayarlayanlar için sonu gelmez zilletler
vardır. Oaun için mü'mialer başkalarının kullanımına elverişli bir hâle
gelmekten özenle kaçınmalıdırlar.
Kendilerini kötülüklerden ve kötülere âlet olmak-tari
sakınanlar, ateşten sakınanlardır. Şerefli bir yapıya sahip olmaç için arınmış
bir göze ve arınmış bir gönle sahip olmak gerekmektedir. Bu da, İslâm'a sahip
çıkanların sahip olabilecekleri bir şereftir.
«Namussuzum, şerefsizim, adiyim» diyen insanlara
bunların kudsiyetini çok iyi anlatmak lâzım. Bunlarsız yaşıyanlarm lâğım
faresinden farksız olduklarını kafalarına yerleştirmek lâzım. Bir Fransız
yazarın dediği gibi;
«Namus, kibrit gibidir; bir defa yaktınız mı, artık
atarsınız.» Peki şerefsiz hayat yaşamaya değer mi?
Namus ve şeref İslâm terbiyesinin neticesidir.
Şerefsizlik ve namussuzluk materyalist görüşün hayat tarzının
neticesidir.
Dünün insanı ile bugün insanının arasındaki farkın ne
olduğu sorulan bir ihtiyarın verdiği cevapta olduğu gibi :
«Bugünün insanları anlaşılmaz oldu. Karılarını
elliyorsun ses çıkarmıyorlar, ama, otomobillerine dokununca gazaba geliyorlar.»
İşte bu namussuz ve şerefsizliğine artık inanmış insanların sergiledikleri bir
hayat tarzıdır.
Hasılı, bazı şeylerde bazı kişileri ikna etmek için
insanların mukaddes mefhumlarını ayak altına almaları çok âdice bir davranış
tarzı olur. «Şerefsizim-âdi-yim...» gibi sözler sarf etmek şerefli ve namuslu
insanların yapabilecekleri bir şey değildir. Şerefin kıymetini şerefli olanlar
bilir. Şerefsize bunun kıymetini anlatabilmek mümkün müdür? [203]
347 — «(Namaz Ksîmak, Tevbe Etmek Ve İyi İnsan Olmak İçin) Daha Erken.»
«Sen gaflet içindesin, kalbin dalgındır;
Ömür gitti, günahlar olduğu gibi
durmaktadır.»
diyor bir şairimiz.
Bizim memleketimizde malum zihniyete sahip kimseler
namaz kılmay;. günahımı a tevbe edip iyi insan olmayı hep 60 yaşından sonraya
ertelerler. Namuslu insan olm&k için bu zihniyete mensup insanlar için
18-20-25-30 yaşlar erkendir. Böyleler! erken erken diye diye abdestsiz,
namazsız, oruçsuz, zekât-siz hatta namussuz göçüp giderler ahirete.
15-20 -25-30-35-40-45 yaşındaki kadınlardan avret
mahallini örtmiysn kadınlara başını-bacağını ört deseniz alacağınız cevap
hazırdır:
«— Daha erken... Hele bir atmış yaşımıza girelim o zaman
örtünür tevbe eder namazlarımıza da başlarız» derler. Bunlar erken diye diye
şeytanın dostluğuna sadakatlannı hiç kaybetmezler. Hakikaten 60 yaşma gelince
kısmen örtünürler. Bu örtünme Allah'ın emrine uymak için değil vücudun
buruşukluğunu, sarkıklığını, pörsümüslüğünü gizlemek içindir. Böyleleri
şeytanın dostluğuna yine ihanet etmezler; bu defa açıklık fobilerini tatmin için
kızlarını, gelinlerini, torunlarını açarlar, böylece tatmin olurlar.
Allah'a kulluk yapmak için O'nun emirlerini 60 yaşından
scnraya erteleyenler ölümden gafildirler. Hiç hatırlamazlar ölümü. Ama ölüm
onları umuma;;.
İnsanları bu derece pervasız yapan dünyaya olan
bağlılıklarıdır. Şair diyor ki:
«Altından ağacın olsa zümrütten yaprak, Akıbet gözünü
doyurur bir avuç toprak.»
Kulluk için kendisini Hakk yola getirmekte hep-erken
bulan ve daha erken felsefesiyle yaşıyarak şeytanlarla dostluğa devam edenlere
de Ömer Hayyam şöyle sesleniyor:
«Niceleri geldi. Neîsr istediler. Sonunda dünyayı
Bırakıp gittiler. Sen hiç gitmiyecek Gibisin, değil mi? O gidenler de, Senin
gibi idiler...»
Kulluğu erteleyenlere bir başka şair de şu hatırlatmada
bulunuyor:
«Dâr-ı dünya sakın sanmayasın ebedi Bakma alâyışma
kimseye yoktur mededi Vaktini taata sevk et, yoktur kişinin Yarına çıkmağa zira
elinde senedi...»
Dünyaya sahip olacakmışcasma maddeye olanları da bir
başka şairimiz ikaz ediyor:
«Bu hazine-i saltanat sakın kendinin sanma. Hepsini
bırakıp hiç olup söneceksin, Ey kişi grurlamp beyhude omuzlanma, Çıplak geldiğin
gibi çıplak döneceksin...»
Sözü şairlere bırakmışken birinin sesine daha kulak
verelim. Şairimiz diyor ki:
«Nehirler aktı geçti, Kurudu vakti geçti. Nice Hân, nice
Sultan, Tahtı bıraktı geçti. Şu dünya penceredir, Her gelen baktı
geçti.»
İçiade bulunduğumuz asırda emperyalist kâfirler
materyalist bir anlayışı ikame edebilmek için ölüm ve ölüm ötesini unutturmak,
zihinlerden silmek için son derece hızlı bir çalışma yapmaktadırlar. İnsanların
maruz kaldıkları bozulmaların hiçbiri tesadüfi değil hep plâah-programlı
olmaktadır,
İnsanı her an dünyaya esir etmek isteyen şeytan kendisi
gibi şeytanlaşmış insanları da arkasına takarak bizim kafamıza hep şu sorulan
sıkıştırıyor: — Ne yiyeceksin?
Ne giyeceksin?
Nerede barınacaksın? Buna şu cevap verilmelidir: — Ölüm
yiyeceğim.
Kefen giyeceğim.
Kabri mesken tutup orada barınacağım.
İnsan ölümü hiç unutmamalıdır. Ev denildi mi hemen
mezarı hatırlamalıdır. O ev dediğimiz yerler aslında konaklama yerimizdir. Bir
süre oralarda kalacağız. Ölüm ile asıl evimize taşınmış olacağız. Onun
mezarımızı şimdiden süslemek zorundayız. Ahiretin ilk durağı olan mezarımızı
şimdiden süslemek zorundayız. Mezar ne ile süslenir? Mezar imân ile, ihlâs ile,
ibâdet ile süslenir. Biz dünyayı mamur edeceğiz diye çok sıkıntılara
katlanıyoruz. Değer mi bu? Bunu bilmek lâzım.
Mezar, maddi ve mânevi âlemimizin geçen zaman içindeki
istirahatgâhıdir. Orası iki kişinin açtığı bir çukur değildir. Orasının imâr
edilmesi lâzımdır. İmâr edilirse cennet bahçelerinden bir bahçe, edilmezse
cehennem çukurlarından bir çukur olur. Onun için ölmeden orasını imâr
edeceğiz; Allah'a teslim olacağız...
Yazın sıcağında buram buram terlerken kış için
odun-kömür hazırlığı yapanları görürüz. Bu sıcakta kışın geleceğini bilea insan
kışın soğuğuna karşı kendini hazırlıyor.
Yarın ölüm de gelecek. Bu insan ölüme neden hazırlık
yapmıyor acaba? Ahiret inancının eksikliği bu serkeşliğin asıl
sebebidir.
Biz bir evde kiracı gibiyiz. Eğer kiracısı olduğumuz
evin kapısını kırar, penceresini parçalar, duvarlarını oyarsak ev sahibine
nasıl hesap veririz?
İşte bu vücut şimdilik bizim evimizdir. Allah bize
kiraya verdi. İyi kullanıp kullanmadığımızın hesabını soracak. Hesaplı
kullanabilirsek hesabını verebiliriz.
Lâkin insanlardan çoğu vücuduna, giydiği elbise kadar
değer vermiyor. Niye vermiyor? Çünkü elbiseye para, veriyor, vücuduna para
vermiyor. Onu sanki değersiz gibi kullanıyor. Hesabın verileceği günü unutmamak
lâzım...
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: «Dünyevi zevkleri kıran
ve tûM emeli unutturan ölümü çokça hatırlayın...» [204]
buyurmaktadır. Peygamber <s.a.v.) Efendimize birisi sordu:
— Zeki mü'min kimdir? Efendimiz buyurdu ki:
— Ölümü çokça hatırlayan ve ölümden
sonrasına iyi hazırlanaadır. [205]
Günümüzün insaaı ölümden çok korkuyor. Bunun için ölümü
hatırlamak istemiyor. Hatırlatanlara da yüzünü ekşiterek bakıyor. Sebebi
şudur:
Birgün Ebû Hâzim'e, Süleyman bin Abdülmelik
sorar:
— ölümü neden sevmiyoruz? Ebu Hâzim cevaben der
ki:
— Siz dünyayı tamir edip ahireti harab ediyorsunuz.
Mamureyi bırakıp harabeye gitmek elbette gücünüze gider. [206]Çok
dikkat çekici bir tesbittir bu.
İnsan içinde bulunduğu günü çok iyi değerlendirmelidir.
Çünkü nasibin özü iosanın içinde bulunduğu andadır. O anm kısacık akımında ömrün
hakikatları vardır. Zira dün rüya, yarın ise hayaldir. Rüya ile hayal ile
oyalanan hep kaybeder.
Her şeyden ibret almak lâzımdır. Etrafımızda o kadar
çok ibret alınacak şeyler var ki: İnsan en az haftada bir defa:
1-
Hastahane
2- Hapishane
ve
3- Mezarlıkları
ziyaret etmelidir. Buraları ibret alınacak yerlerdir.
Buralara gidildiğinde görüyoruz. Bazıları buralardan da
ders almıyor. Aynı tas aynı hamam misali eski haline devam ediyor. Dünya
hayatındaki bu serkeşliklerin sebebi, ahiret inancının yok oluşudur. Ahirete
inanan, onun hakkında sağlam bilgiye sahip olan kimse bu derece kayıtsız
yaşıyamaz.
Hasılı «'Namaz kılmak için, tevbe etmek için, iyi insan
olmak için daha erken» felsefesiyle yaşamak, kaide kural tanımamak müslümanım
diyenlerin ya-pamıyacağı bir davranış türüdür. Her an hazırlıklı olmak lâzım.
Çünkü ahiret gemisi bizi bekliyor; her an kalkabilir. Konumuzu bir şâirimizin [207]
dörtlükleriyle noktalayalım! Şairimiz soruyor:
Çağırsalar bizi kabre,
Girmek için hazır mıyız? Ruhumuzun Azrail'e Vermek için
hazır nuyız?
Görüyoruz gidenleri, Fakirleri, zenginleri, Mezarlıkta
yerimizi Almak için hazır mıyız?
Günahın î-sevabını,
Suallerin cevabını,
Santim santim hesabını
Vermek için hazır mıyız?
'
Bilâîi der: Ömür kısa, Dinlemiyor ağâ-paşa, Gelebilir
her an sıra, Ölmek için hazır-mıyız? [208]
348 — «Bu Sene Televizyonda Ramazan Eğlenceleri Çok Güzel.»
Türkiye'de Ramazan ayma iki ay kaladan itibaren
televizyonda gösterilecek «Ramazan ayı eğlence programları»nm hazırlığı
başlıyor. Bu çalışmalar ve bu çalışmaların propagandası Ramazan ayı sonuna kadar
devam ediyor.
Lâik bir ülkede Ramazan ayı da dahil olmak üzere
televizyonda hemen hemen her programıyla Hıristiyanlık, kilise ve papaz
propagandasının yapıldığı bu ülkenin televizyon ekranlarında neden «Ramazan
programları» düzenlenip yayınlanıyor hiç düşündünüz mü? Siz ister düşünün,
isterseniz düşünmeyin biz müslüman olarak bunu irdelemek zorundayız. «Ramazan
programları» adı altında ekrana getirilen görüntülerin arkasında şu sinsi
gayeler vardır:
1- Yıl boyu
yapılan Hıristiyanlık programlarını
kamufle etmek için,
2- Müslümanları
basit şeylerle tatmin etmek
için,
3- Müslümanlar
için büyük bir kazanç vesilesi elan Ramazan ayının kudsi havasından
müslümaniarı
alıkoyup eğlencelerle ibâdetlerden mahrum
için. etmek
4- Bu mübarek
ayda insanlığı bâtıldan kurtarmak için gelmeye başlıyan Kur'an-ı Kerim ile
aradaki engeli kaldırmayı düşünmekten müslümaniarı alıkoymak
için...
Birçok sebeplerin içinde dört maddede özetlediğimiz
hususlardan daha çok son ikisi üzerinde duracağız :
Yayınlanan televizyon programlarının Ramazan aymm içinde
de dışında da İslâm'a yararı değil zararı olduğunu artık herkes biliyor. Lâkin
televizyonda «Ramazan programı» düzenliyorlar. Bunu Ramazan ayına hizmet olsun
diye yapmıyorlar. Gaye, müslümanı eğlencelere boğmak, Ramazan ayıma kudsi
havasından eğlencelerle alıkoymaktır. Bu eğlencelere kendilerini kaptıran
milyonlarca müslümaa Ramazan ayından gafil çıkmaktadır.
Tam iftara bir saat kaîadan itibaren başlatılan «Ramazan
programları» îslâm'a zıd içerikleriyle geceler yarısına kadar sürdürülmektedir.
En- kıymetli anlar olan iftar vakitlerinde müslümanların mânevi anterîeri
«Ramazan programları»yla felç edilmektedir. Kendini kaptıranlar tıka-basa
doldurdukları «karınlarının emrine girmekte, içtikleri çayların da havasına
kapılarak teravih ve yatsı namazlarını tsrk etmektedirler. Pürtelâş sahura
kalkan bu tipler yine ekranın karşısjnda tıka-basa yediklerinin rehavetiy-le tam
sabah namazı vaktinde kendilerine hakim ola-mayıp uyuyarak sabah namazlarını da
terk etmektedirler. İşte böylece televizyon ile «Ramazan programlarımdan
planlanan amaç gerçekleşmiş oluyor.
Bedenlerini ve ruhlarını Ramazan ayındaki yemek ve
eğlencelerle daha da şemizleştirenler Ramazan ayı boyu her vesile
ile:
«— Bu sene televizyonda Ramazan eğlenceleri çok güzel.»
diyeceklerdir.
Ramazan ayı eğlence ayı mıdır da «Ramazan eğlenceleri»
olsun. Ramazan ayı kazanç ayıdır. Cenneti kazanmak ayı. Bu eğlenceleri ihdas
edenler müslü-maolara düşmanlık edenlerdir. Bunları çok iyi tanımak
lâzımdır.
Oruçlu günlerde üç türlü insan ortaya çıkar :
1- Kâmil
mü'minler: Bunlar duya duya, doya doya ibâdetlerin sırrına vakıf ola ola oruç
tutanlar.
2- Oruç diye
bir ibâdetin bu çağda lüzumsuz olduğunu söyüyenler.
3- Ortada kalan
bir grup. Sudan bahanelerle, mazeretler uydurarak (sıcak, soğuk, hastalık)
inanan ve inanmayanlar arasında yer alanlar. Bunlar bazen inananlar tarafından
bazen inanmıyanîar tarafında olurlar. Münafık tipli bir grupturlar.
Ramazan ayını semizlenme ve eğlence vasıtası yapanlar
dini ve müslümanları bu işe yaramaz hâle getirdi. Din-imân ile alâkası
olmıyanlarm gazetelerinde düzenlediği Ramazan sayfalarının hastası oldu bir
kısım müslümanlar. Ramazan ayından istifade edemi-yen bir sürü gafiller bölüğü
meydana geldi.
Ramazan ayından istifade edecek olanlar, Ramazan ayında
gelmeye başlıyan Kur'an'a evet diyenlerdir. Bütün ayarlarını Kur'an'a göre
ayarlayanlardır. Zira Kur'aıı ve oruç kendilerine şanı gereğiace hürmet edenlere
şefaat edecektir. Orucu, İslâm davasında sıçrama noktası kabul edenler mübarek
Ramazan ayından hisseyab olacaklardır.
Her nedense Ramazan ayı gelince müslümanlarm geneli
ziyafetlerle, tantanalarla ve gösterişlerle, riya ve sun'i hareketlerle diğer
zamanlardan biraz daha fazla böyle mübarek bir ibâdeti sulandırırlar.
Şuursuzca yapılan ibâdetten insan ne kadar faydalanabilir.
Mes'-elenin ciddiyetine vakıf olmak lâzım.
«Onbir ayy:ı sultanı» başlıklarıyla kendilerini
müs-lüman gösteren münafık gazete ve diğer yayın organlarına müslümanîar artık
itibar etmemelidirler. Ramazan ayını onların empoze ettiği gibi anlamanın
neticesi Ramazan, ayını eğlence ayı, ziyafet ayı, göbek şişirme ayı kabul
etmektir.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:
«Nice oruç tutanlar vardır ki, tuttuğu orucun, yalnız
açlığı ve susuzluğu yanma kalır- buyurmuştur. İbâdetler duygu, düşünce ve
fiilleri kötülüğe kaymaktan 'koruyorsa makbuldür. Sun'i, yapmacık ve
sulandırılmış amellerinin kimse faydasını göremez.
Bazıları Ramazan ayında kilo aldıklarını (
şişmaa-ladıklarını) söylerler. Bunların göbekleri ileriye doğru fırlamıştır.
Ramazan ayıdır oruç tutuyorum diye iftarda sahurda donatılmış sofralarda,
ziyafetlerde tı-ka-basa yemek Ramazan ayının, mü'minlere kazandıracağı
kazançlardan uzaklaşmak demektir.
Çok yemek dinimizin yasakladığı bir olaydır.
Efendimizin sünnetinde çok yemek yok, aksine tam doymadan sofradan kalkmak
vardır. Bir Hadis-i Şerifte göbeklerin öne doğru fırlamasının kıyamet alameti
gösterilmiştir.
Az yemekle gençlik çağı ömür boyu devam eder. Bugünün
psikiyastristleri isbat ediyorlar ki, orucun pisişik ruhi tesirleri insanm
hayatında çok büyük rol oynar. Zira oruç sinirlerin tehammül kabiliyetini,
cesareti ve himmeti artırır. Horrnanel ifrazları düzeltir. Fikri rahatlandırır.
Oruçlu iken imtihana giren talebe, orucun müsbet tesirlerini aşikâre, hisseder.
Zamanımızda bir kısım insanların oruçlu iken insanın kafasının çalışmayacağı
propagandası Allah ve Rasûlüne atılmış iğrenç bir iftiradır. Bu propagandanın
etkisinde kalan bir çok öğretmen ve ebeveyn okula giden çocuklarına oruç
tutturmamaktadırlar. Kimse bu davranışlarının hesabını
veremiyecektir.
Bazıları her zaman olduğu gibi Ramazan ayında biraz daha
artırarak özellikle iftar ve sahur sofrasına oturup gerine gerine yeyip yeyip
de :
«—- Yâ işte bunu bulamayanlar da var. Şükürler olsun.
Allah bulamayanlara da versin...» diye kasıla kasıla konuşurlar. Böyle demekle
Allah'ın verdiklerine şükür edilmiş olunmaz.
Şükür, fakire, yetime, kimsesize acımakla olmaz. Bunlara
da yediğinden yedirmedikçe, giydiğinden giy-dirmedikçe şükür ediyorum diyen
kişinin marifeti sadece kendini aldatmak olur. Bu ise korkunç bir
kayıptır.
Bazıları dinin de müsade ettiği mazeretlerini ileri
sürerek Ramazan ayında aleni yiyip-içiyorlar. Bu en hafif tabiriyle Allah'ın
emrine isyan, Ramazan ayına hürmetsizlik ve oruçluya karşı saygısızlıktır.
Her-şeyin bir âdabı vardır. Madem din, mazereti kabul etmiş mazereti olan bu
işi gizli yapaca-k. Çevreye kötü örnek ve önder olmıyacak. Çünkü Ramazan ayında
müslümanların oruçlu olması gerektiğini öğrenen bir çocuk yiyip-içen birini
görünce demek ki, oruç tutmayınca da oluyormuş der ve yarın büyüyünce
oruçlarını terk eder.
Oruç tutmayan bir devlet adamı sigara ağzında
televizyonda günün ortasında görülürse Müslüman Türk milletine karşı saygısızlık
etmiş olur. Nitekim T.C. Vinci Cumhurbaşkanı Kenan Evren Devlet başkanlığı
sırasında Erzurum'da halka hitaben Ramazan ayında yaptığı bir konuşmada binlerce
kişinin önünde seferi olduğunu söyliyerek aleni su içmişti. Buna tepki olarak
birçok Erzurumlunun miting alanını terle ettiği görülmüştü. Bir taraftan «Ben
hoca çocuğuyum», bir taraftan «seferiyim» ve bir taraftan da ^Bizim dinimiz
kolaylık" dinidir» diyerek müslümanlığmı tescil ettirmeye çalışan bir kişinin
müslüman halkımızın inancına karşı sergilenen davranışının çeşitli yorumlara
yol açtığını hepimiz hatırlıyoruz. Hasılı, inançlara saygılı olmak
lâzım.
Bir de Ramazan ayı gelince bazı çevrelerce bazı
meselelerle müslümaniarm dikkati çarpıtılmak isteniyor. Oruç tutmayanlar,
müslümanlar araşma artık ekşimiş bir meseleyi atıveriyorlar. Diyorlar ki
:
Denize girmek orucu bozar mı-bozmaz mı?»
Başlıyor bozar-bozmaz münakaşası. Böyle bir olayda
düşünülmesi gereken orucun bozulup bozul-mıyacağı değildir. Zinanın her
çeşidinin işlendiği plaj ve kamplarda veya buna benzer yerlerde denize girmeyi
düşünenler orucunun bozulup bozulmıyacağmı. değil de imânının
bozulup-bozulmıyacağım düşünseler daha iyi oîur.
«Sakız çiğnemek, denize girmek orucu bozar mı?» diye
fitne aramak yerine ne olur sakız çiğnemese, ne. olur denize girilmese. Bunlar
İslâm düşmanlarının tertiplediği gafil müslüinanları avlama metodlandır. Bu
zalimleri şerlerinden emin olmak için çok iyi tanımak lâzımdır.
Hasılı, Ramazan ayını eğlence, ziyafet ve tantanalara
boğanlar Ramazan ayından istifade edemiysn. gafillerdir. Allah (c.c.) onlardan
ve onlar gibi olmaktan mü'minleri muhafaza buyursun... [209]
349 — «Eşşek Oğlu Eşşek.»
350 — «İt Oğlu İt.» .
Toplumumuzda en çok duyduğumuz sözlerden biri de «Eşşek
oğlu eşşek», «it oğlu it» sözleridir. Toplumun çok önemli bir kesimi bu sözleri
sakız gibi kullanmaktadır. Hatta baba evlâdına bile bu ifade ile
hi-tabetmektedir. Öyle ki, bu sözler, toplum içinde normal birer sözmüş gibi
kabul edilir hâle gelmiştir.
Şöyle bir soru akla gelebilir: Niçin bu iki hayvan daima
teşbih edilmiştir? Meseleyi, bu sorunua cevabı-ı.ıı kısaca verip
neticelendireceğiz.
Önce 'eşek üzerinde duralım :
Kur'an-ı Kerim'de Cenab-ı Hakk bu hayvanı Lokman
Aleyhisselarn'm oğluna yaptığr öğütleri naklederken zikretmiştir :
«Seslerin en çirkini merkep sesidir» [210]
buyurul-' muştur.
Cinlerin, insanların, meleklerin ve hayvanların zahiri
ve batini zikirleri' vardır. Hayvanların kendilerine has teşbihi vardır. Merkep
ise iki vakitte ariırır :
1- Aç
kalınca,
2- Dişisini
görünce. Süfyan-ı Sevri Hazretleri der ki:
«— Herşeyin savtıl sesi) teşbihtir; merkebin sesi
hariç...» [211]
Merkebin aaırmasmdaki kerihlik mide ve şehvetine ma'tuf
olmasındandır. Merkep de âyette zemmedilen [212]
hususu bir fiil yaşıyorsa da mükellef olmadığı için muhatap değildir. Merkep bu
hükmü şehva-te fazla düşkün'olma gafletinden almıştır.
Âyetin muhatabı insanlardır. Heva ve hevesine esir
olanlar herşeyin en çirkini olurlar.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, eşek anırmasının şeytan
görme neticesi olduğunu haber yermiştir. [213]
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:
«Kim eşek anırmasını işitirse, koğulmuş bulunan
.şeytan'dan Allah'a sığınsın...» [214]
buyurmuştur.
Köpeğe gelince:
Peygamber (s.a.v.) Efendimizin :
«Köpek havlamasının da sssini işitenin, koğulmuş bulunan
Şeytan'm şerrinden Allah'a sığınsın.» [215]
emri açıktır.
Köpek havlamasının da şeytan görme neticesinde olduğu
Hadis-i Şerifte haber verilmiştir.. [216]
Zamanımızda, dinden uzak. bir kısım insanların evlerinde
köpek 'beslediklerine hatta köpekle aynı yatağı paylaştıklarına şahit oluyoruz.
Evlerinde, arabalarında, günlük hayatlarında köpeklere hizmet edenler, onları
besleyenler ne bedbaht kimselerdir ki, Allan (c.c.) onları köpeklere hizmetkâr
etmekle cezalandırmaktadır. Çiş yapan köpeğin başında onu bekleyen birinin ne
derece zavallı olduğu bu cezanın kendisine niçin verildiğini düşünmek
lâzım.
Hasılı, kime, niçin ve neden dolayı olursa olsun «Eşşek
oğlu eşşek» veya «it oğlu it» demek insanları eşek veya köpeğin çocuğu olarak
sıfatlandırmak iğrenç bir olaydır. «Deşeledikçe altından çapanoğlu çıkan» bu
meselenin ciddiyetini bu iki hayvanın özelliklerini zikrederek anlatmaya
çalıştık. Artık gerisi hâlâ, teu sözleri sarf edenler düşünsünler.
Aldığımız-verdiğimiz her nefesten bile hesap soracak
olan Rabb'ımıza kem sözlerin'hesabını nasıl vereceğimizi müslümanlar olarak
düşünmeğe mecburuz. Her şeyimizin tesbit edildiğinden Rabb'ımız bizi haberdar
ediyor:
«İnsanın sağında ve solunda oturan iki alıcı (melek,
onun yaptıklarını) kaydetmektedir.»
«İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında (cnu) gözetleyen,
dediklerini zabteden (bir melek) hazır bulunmasın.» [217]
Bazıları diyorlar ki:
[218]
351 — «Allah Boy Vermiş, Kapmış Koyvermiş.»
Genelde uzun boylu olup da verilen görevi istenildiği
gibi yerine getirmeyenler için bazıları derlerki:
«— Allah boy vermiş, kapmış koyvermiş.» Ne tarafından
tutsak yamuk olan bu sözün inancımızda yeri yoktur. Söz üzerinde bir nebze
düşünecek olursak bu sözün ne kadar hatalı olduğunu anlamış oluruz. Bir
tanesini biz söyliyelim;
Bu sözü söyliyen kişi bunu söylemekle : «— Allah bunu
yaratmış ama hatalı yaratmış. Boyu uzun bu bir hata. Kafası çalışmıyor bu
ikinci hata. Verilen vazifeyi yapabilecek kapasitede yaratmamış bu üçüncü hata.
Bir de arkasına tekmeyi vurup bağ-sız hayvan gibi salıvermiş; ölçüsüz yaratmış
bu da dördüncü hata.. > demiş olur.
Allah'ın yarattığı şeylerde yaratma hatası görmek
insanı küfre götürür. İşte bu sözde Allah'ın yarattığı şeylerde kusur bulma
vardır. Bu iğrenç bir hatadır.
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Hakim'de buyuruyor ki: «Biz,
gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.» [219]
-Rahimlerde dilediği gibi sizi şekillendiren O'dur.
O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, mülkünde galib-tir, işlerinde hikmet
sahibidir.» [220]
«...Sizin için kulaklar, gözler kalbler yarattı.
(Allah'ın size verdiği nimetlere karşı) şükrünüz pek az.» [221]
«Bak ki, şekil verenlerin en güzeli olan Allah'ın şanı
ne kadar yücedir.» [222]
«Hem O Allah'tır ki, sudan bir insanı yarattı da onu soy
ve hısım diye ikiye ayırdı. Senin Rabb'ın her-şeye kadirdir.» [223]
«insanı yarattı. Onu beyanı (iç duyguların ifadesini)
ilham etti.» [224]
«Ey insan! Kerim, olan Rabb'ine karşı seni aldatan ne?»
[225]
«Halbuki O, sizi, türlü türlü hallerle yaratmıştır.» [226]
«O Rabb ki, seni yarattı, seni (sağlam insan) düzenine
koydu, sana uygun bir biçim verdi.» [227]
«Seni muhtelif suretlerden dilediği bir şekilde terkip
eyledi.» [228]
«Allah-u Teâlâ dilediğini yaratır ve O, bir şeyi mu-rad
edince ona sadece «ol» der, o hemen oluverir.» [229]
«O, o yaratıcıdır ki, yerde ne varsa (faydalanıp ibret
alasınız diye) hepisiai sizin için yarattı.» [230]
Gerçekten Biz, her şeyi (hikmetimiz icabı) bir kaderle
yaratmışızdır.» [231]
«O, öyle Allah ki, Halik'dir; herşeyi yaratıp takdir
edendir. Bâri'dir : Yoktan var edendir. Musavvir'-dir: Bütün varlıklara şekil
verendir. Esmaü'l Hüsna (en güzel isimler) O'nun... Bütün göklerde ve yerde
olanlar, hep O'nu teşbih eder. O, Aziz'dir; Her şeye galip ve her kemâle
sahiptir. Hakim'dir: Hikmet sahibidir...» [232]
4şte bu sıfştlara sahip olan Rabb'iniz, Allah'dır.
O'ndan başka hiçbir ilah yoktur; Herşeyi yaratan O'-dur. O halde O'na kulluk
edin. O, herşeye karşı (güvenilecek) bir vekildir.» [233]
Anlaşılan odur ki, imân edilmesi gereken husus her şeyin
yaratıcısının Allah (c.c.)'dür. O, her şeyi bir hikmete binaen yaratmıştır. Kula
gereken bunlardan ibret almak ve hikmetlerine erişmeye vakıf olmaktır. Yoksa
uzuna bir bahane, kısaya başka bir bahane, bir başkasına başka bir bahane bulmak
Allah'ın bir hikmet üzere yarattıklarında kusur bulmak olur. Bu ise bu dereceye
düşenleri küfre götürür. Küfrün sen durağı cehennemdir. Veyl olsun
cehennemliklere...
Hasılı, «Allah boy vermiş, kapmış koyvermiş» sözü
Cenab-ı Hakk'm yarattıklarında kusur bulmak olur. Kusur bulan kişi küfre düşer.
Kâfirio ebedi yeri cehennemdir. Cennetin sonsuz nimetleri de mü'-mkıler
içindir. [234]
352 — «...Allah'ın Cebinden Peygamberi Çalar.»
Cahili toplumların özelliklerinden biri de bazı
gerçekleri argo ifadelerle anlatmaya çalışmaktadır. Cahili toplumdan kastımız
İslâm kültüründen mahrum dolayısıyla İslâm'ın ölçülerini tanımayan hayat
tarzlarını bunun dışında beşeri düzenlerle sürdüren toplumlardır.
İnsan İslâm'ın dışında bir yol tutmuş ise bu iasan ben
müslümanım dese de her an küfür tehlikesiyle karşı karşıyadır. Çünkü bu insan
günahlarla daima içli dışlı bir hayata sahiptir. Onun için müslümanlar bir an
evvel kendi öz kültürlerine döameye bu kültürün nimetlerinden her iki alemde de
faydalanmaya mecburdurlar. Zira insanın yaratılış gayesi de budur.
İçinde bulunduğumuz toplumda hepimiz binler-cesine şahid
oluyoruz : Adam birisini tarif edecek. Tarifini yapacağı adam hırsız, arsız,
edebsiz, namus-şe-ref tanımaz, aldatmayı açıkgözlülük kabul eder. Şimdi, böyle
bir adamı anlatacak. Karşısındakine diyor ki:
«— Ya bırak şunu. O öyle birisi ki, Allah'ın cebinden
peygamberi çalar.»
Bu çok tehlikeli bir ifade tarzıdır. Burada birinin ne
derece tehlikeli olduğu anlatılmak isteniyor ama bu ifade tarzı
da söyleyeni küfre götürüyor. Ne de-, mek «Allah'ın cebi»? Hâşâ, Allah
(c.c.)'nün cebi mi var? O'na nasıl böyle bir şey isnad edilebilir? Allah (c.c.)
mekandan münezzehtir. Yarattığı varlıkların hiç birisine benzemez. O'na böyle
bir şey isnad etmsk ancak insanı kâfir yapar, işte, Allah (c.c.)'nün
Es-mau'i-Hüsna'smı (99 güzel isimlerini) ve sıfatlarını bilmeyen tanımayan
herkes zaman zaman bu tür tehlikelerle iç içe olur. Allah korusun ebedi
cehennemde kalacak günahlarla yüklü olarak öbür aleme irtihal eder.
Allah (c.c.)'ı, Peygamberini ve İslâm'ı layıkı veçhile
tanımayan, O'rilar hakkında- kuvvetli bilgiye sahip olmayan herkes her an
cehennem tehlikesiyle bu-rua burunadır. İşte yukarıda zikrettiğimiz «Allah'ın
cebinden peygamberi çalar» sözünü sarf edenler bunun açık misâlidir. Bunu
söyliyen kişi hâlâ müslüman-Iık iddiasında bulunuyor.
Demek ki, bu kişiler Allah'ı Allah'ın yarattığı
varlıklardan birisi gibi, kulların sıfatlarıyla yaşıyan biri gibi tanıyor. Öyle
olduğuna inanıyor. Zannediyor ki, (haşa) «O'nun da bizim gibi bir cebi var. Bu
cebinde Peygamberini taşıyor. İhtiyaç hissettiği zaman cebindeki bu peygamberi
çıkarıveriyor.» Bu korkunç ve ifadesi dahi zor iğrenç bir inanç ve ifade
tarzıdır. İnsan ağzından çıkan lafın neticesini düşünmez ve sahip olduğu
bilgileri İslâm'dan almazsa işte böyle iğrençle-şir. Sonu felâket olur. Herşeyi
hüsran ile biter.
Herkes Allah (c.c.)'yü Çok iyi bilmeye ve tanımaya
mecburdur. O'nu bilmek ve tanımak için güzel isimlerini ve sıfatlarını bilmeye
mecburdur. Allah (c.c.) bilgisi zayıf olanlar her an tehlikeler etrafında
dolanırlar. O'nun için her mü'rninin bilmesi gereken farz-ı ayn
bilgilerin başında bu geliyor. Bunun bilinmesi şart oluyor.
Yüce Rabb'ımız dikkatimizi çekiyor: «Sizi yaratmasında
da (muhtelif cins ve şekillerde) üretip yaydığı hayvanlarda da, gerçekten
tasdik edecek bir kavim içinf Allah'ın Kudret ve Vahdaniyetine delâlet eden
ibret ve) alâmetler var.» [235]
«...Bakın göklerde ve yerde neler var! Fakat, bunca
âyetler (alâmetler) ve azabla korkutmalar, imân etmiyecek bir kavme fayda
vermez.» [236]
*...(Ey insanlar!) Artık siz de Allah'ın eş ve benzeri
olmadığını bildiğiniz halde, Allah'a eşler koşmayınız.» [237]
Hasılı, «...Allah'ın cebinden peygamberi çalar» sözü
scıı derece çirkin ve iğrenç bir ifade tarzıdır. Soy-liyeni, dinleyip de tasdik
edeni küfre götürür. Böyle kişi veya kişiler var idi ise îmân ve nikâhlarını
mutlaka 3renilemelidirler. Tevbe, imân ve nikâh tazelemesinden -sonra
yapılacak iş bu tür tehlikelerden kaçınmaktır.
Unutmayalım, ağzımızdan çıkan har sözden,
organlarımızın işlediği her fiilden Rabb'ımıza hesap vereceğimiz gün
burnumuzun dibi kadar bire yakıtıdır. Bunun hesabını, yapmayan herkes
hüsrandadır. Meselenin özü de budur. [238]
353 — «Bizi Din Geri Bıraktı.»
Bu herzeye aşağıdaki dörtlükle cevap vermeyi yeterli
görüyoruz: [239]
Sorarım, Suç Dinin Mi?
Uymayın, der, Din, size...
Uyarsınız dinsiz'e.
Ne icâdettiniz de,
Mâni oldu Din, size?[240]
İlân
Alnımız ak, yüzümüz ak İslâm olan olmaz korkak Bâtıla
bâtıl Hakk'a Hakk Diyeceğiz suç olsa da.
Çiçeklenir Sevda Serde Cihâd düğün olur Merde Nûr-u
Kur'an-ı her yerde Yayacağız suç olsa da.
Baba, ana, bacı, kardeş Ehl-i küfre açtık savaş İslâm'ın
yolutla can-baş Koyacağız suç olsa da. [241]
Kızmaz Olur Mu?
Bismillah diyerek şeytanı Taşlasak kızmaz olur mu?
Bâtıla mezar kazmaya Başlasak kızmaz olur mu?
Pazarcı ile Nazarcı Doğru sözler olur acı Hilâl'e
saldıran Haçı Tuşlasak kızmaz olur mu?
Ne ilmi var ne mektebi Tekme atar iki de bi islâm'a inat
merkebi Çüşlesek kızmaz oîur mu?
Camide saf saf namazı Eylesek Halık'a niyazı Namaz
kılmaz binamazı Haşlasak kızmaz olur mu?
Sıklaştıralım safları Bırakalım bol lâfları Afgan'daki
Moskofları Leşlesek kızmaz olur mu? [242]
Anlatamadık
Karın doyurur mu üzüm çerezler? Bitsin artık inancıma
garezler! Bahçemizde yaban yaban horozlar, EŞİNMESİN dedik,
anlatamadık...
Gönüllere İSLÂM ışığı aksın... Evlâtlar babaya hürmetle
baksın. Çoluk - Çocuk sabah namaza kalksın ÜŞENMESİN dedik,
anlatamadık...
Muhtaç olmak ne kötü şey yâd ele! Gördük asırlardır
Batı'dan hile... Şu yollarda düzgün yürünsün hele AŞINMASIN dedik,
anlatamadık...
Çobau sahip olsun davarlarına! Özendik batının
gâvurlarına... îki de bir cami duvarlarına İŞENMESİN dedik,
anlatamadık...
İslâm derde şifa bir tabib gibi... Avrupa nezlesi bir
grip gibi... Şehid vatanında bir garip gibi YAŞANMASIN dedik,
anlatamadık...
Çoğumuzun haberi yok özlerden, ALLAH bizi korusun kem
gözlerden ŞAKÎROĞLU! Kimse doğru sözlerden GOCUNMASIN dedik, anlatamadık...[243]
Yamadık düayamızı yırtarak dinimizden Din de gitti,
dünya da gitti elimizden, [244]
İpi kopan teşbihim, Dağılmış tajae tane. Acı ama
teşbihim, Hani Nerede imame?
Taneleri toplayın. Hakk ipine derleyin. Bir imame
bağlayın Tevhid gelsin meydane... [245]
Dua Ya Rabbî!...
Bu kitabı ihlâs ile okuyup mucibince amel &den ve
emeği geçenlerin imânlarını kuvvetli zihinlerini açık, ilimlerini ziyâde,
amellerini saiih, rızıklarmı helâl ve bol eyle...
Vücutlarını sağlıklı, maddi-mânevî temiz bir hayat ile
arkadaşlarını sadık ve salih, haclarım mübarek ve tekrar eyle...
Akıl, idrak ve fehimleriai tamam ve kâmil, ahlâklarını
güzel ve sünnetten ayırma...
Maddi-mânevî temizlikle kendilerini pak
eyle...
Kusurumuz çok amelimiz noksan...
Habîbî zi-şân hûrruetine sualsiz. hesapsız cennetine
girenlerden, Cemalullah'ı daim görenlerden eyle...
ÂMİN... [246]
[1] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 3.
[2] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 3-4.
[3] Rİbat: 8/30.
[4] Elbehcetü's-Seniyye, Kahire: 1315, Sh.:
16.
[5] FizilaTÜ-Kur'an Tere. Ç/13, Sh.: 506. 6
[6] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 5-6.
[7] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 7.
[8] İmamı Ahmed.
[9] Yusuf Sûresi, âyet: 106.
[10] Araf Sûresi, âyet: 131.
[11] Yasin Sûresi, âyet: 19.
[12] A. Davudoğlu, S. Müslim Tere. ve Şerhi. C/9, Sh.:
5864 -5865.
[13] Buharı, Tıb. 19,25.43 - 45. Müslim, Selâm: 102.
vd.
[14] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 8-10.
[15] Buharı, Tıb 36. Müslim Selâm: "41-42. Ebu Davud, Tıb.
15. Tırmizi, Tıb, 19 Muvatta, ayn. 1. Ahmed b. Hanbel ı/ı. 294. 2/222. 4/67.
5/70.
[16] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 11.
[17] Ebu Davud.
[18] Ebu Davud.
[19] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 12-13.
[20] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 14.
[21] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 15.
[22] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 16.
[23] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 17.
[24] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 18-19.
[25] H. Cengii Alpay (Bakışlar'dan)
[27] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 20-23.
[28] Atilla özdür. Milli Gazete,
28.7,1983.
[29] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 24-27.
[30] Abdülaziz el-Bedrî, İslâm'a göre devlet adamı ve âlim.
Ter-ceme, Sh.: 36.
[31] Maide S.A. 44, 45, 46.
[32] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 28-30.
[33] Hucurat S. A. : 13.
[34] Bafcara • S. A.: 120. Fetevn-I Hindiyye. Beyrut -'mOO.
C/fi. Sh.: 454. Ö.N. Bilmen, Hukuku tslâmiyye ve İstilahati Fık-hıyyc
Kamusu. Ssumbui - .197(3. C'5. Sh. ; 226.)
[35] Müslim.
[37] Diyanet dergisi. C/ll, Sh.: 55.
Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 30-32.
[38] Ahlâk hadisleri Tere. C/l, Sh.: 434, Tere. A.F.
Yavuz.
[39] Ys^in. Sûresi, âyel: 60.
[40] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 33.
[41] Ahmed Davıidoğlu, Müslim Tere. ve Şerhi. C/3, Sh.:
219.
[42] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 34.
[43] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 35.
[44] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 36-39.
[45] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 40-41.
[46] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 42-43.
[47] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 44-45.
[48] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 46-47.
[49] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 48-50.
[50] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 51-52.
[51] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 53-54.
[52] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 55-56.
[53] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 57-58.
[54] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 59-61.
[55] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 62-63.
[56] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 63-64.
[57] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 65.
[58] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 66-67.
[59] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 68.
[60] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 69.
[61] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 70.
[62] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 71.
[63] Mer'i kanunlar bu söz hakkmia yazmaya müsait ol madiği
için fikir mütalaa edemedik.
[64] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 42.
[65] Mer'i kanunlar bu söz hakkında yazmaya müsait olmadığı
için fikir mütalaa edemedik.
[66] Türk Atasözleri ve deyimleri C/i-2 İst.
-1971. M.E.G. ve S.B. Yayını.
[67] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 73-82.
[68] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 83-84.
[69] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 85.
[70] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 86-87.
[71] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 88.
[72] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 89-90.
[73] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 91-92.
[74] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 93-95.
[75] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 96-99.
[76] Araf S, A: 34
[77] Al-i İmran S. A: 145
[78] Mü'minun S. A; 43
[79] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 100-103.
[80] Lanet: Nefret. Tiksinti. Allah'ın rahmetinden
mahrumiyet.
[81] Fasik: Günahkâr. Hakk yolundan hâriv olan. Allah'ın
emirlerine karşı zıd hareket eden. Büyük günah işleyen kimse.
[82] Tethimu'l Kur'an Mevdudi. C/3, Sh: 434 İnsan
Yay
[83] Kur'an-ı Kerimin ahkam Tefsiri. Muhammed Ali
Sabuni, Tere. Mazhar Taşkesenlioğiu. C/2, Sh: 100. Şamil Yay. Tefhimü'l-Kur'an
C/3, Sh: 534.
[84] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 104-109.
[85] Mektubat, C/4, Sf: 55 2
[86] Halil Gönenç, Fetvalar, C/2. Sf: 21
[87] el-Feteva el-Küfcra, C/4, Sf: 293, H.Gön.enç.
FetvalarSf: 118
[88] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 110-112.
[89] Celâl Yıldırım. Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı, C/3, Sf:
473," Uysal Kitabevi-Konya.
Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 113.
[90] Fetavâ-yi Bezzaziye C/6, Sf; 338. Hindiyye kenarı.
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, C/3, Sf: 475, Celâl Yıldırım. Uysal
Ya-yınlan-Konya.
[91] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 114-115.
[92] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 116-117.
[93] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 118.
[94] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 119-120.
[95] Celâl Yıldırım. Büyük İlmihal: 259.
[96] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 121-122.
[97] A. Davudoğlu. Müslim Tere. ve Şerhi. C/3, Sh,:
407.
[98] Diyanet takvimi, 13.5.1Ö84. 124
[99] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 123-124.
[100] Nûr Sûresi Âyet Öl 128
[101] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 125-128.
[102] Tecridi Sarih Tercemesi D.İ.B., Yayını.
[103] Müslim : Kitab'ül-Mesâcid : 1/437
[104] Meryem Sûresi, Âyet 59
[105] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 129-132.
[106] Maide Suresi, Âyet: 52
[107] Maide Sûresi, Âyet: 58 134
[108] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 133-134.
[109] Tac C/5 Sh: 27
[110] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 135-137.
[111] Bu meseleye kitabımızın birinci cildinin 183'üncü
sahifesin-de -Can çıkmayınca huy çıkmaz» sözünü irdelerken de değindik. Lütfen
oraya tekrar bir defa daha bakınız.
[112] Mürşid-i Müteshhilin. Kutbüddin
İzniki.
[113] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 138-140.
[114] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 141-142.
[115] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 143-145.
[116] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 146-149.
[117] Ömer Okçu, Sur mecmuası, Sayı: 22 - 23, Sh
: 11 -12.
[118] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 150-154.
[119] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 155-157.
[120] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 158-160.
[121] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 161-165.
[122] Pstofi ŞANDOR
[123] Fransız yazarı Marchell Pagnol.
[124] Riyazüs'salihiyn Tere. C/3. H.no : 1653 D.î. Bşk. Yay.
170
[125] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 166-170.
[126] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 171-172.
[127] Buhari. 3/185- Müslim : 4/2062, Tirmizi.
Sünen.
[128] A. Osman Tatlisu. Esma-i Hüsna şerhi, Sh; 9,
Ankara-1963.
[129] Bu konuda daha geniş bilgi için şu sûrelsrdeki ayetlere
takmanızı tavsiye ederiz: Maide S. A. 4, En'am S. A. 118, Hacc S. A. 28,
Müzzsmmil S. A. 8, Vakıa S. A. 96, A'la S. A. 1 Alâk S. A. 1.
[130] İbni Mace, Sünen: 1/616, 1894 nolu Hadis-i
Şerif.
[131] Metin Yurdas'ür. Allah'ın sıfatlan, Sh : 4Z, îst. -
1S84.
[132] Rahman S. A.: 78. .
[133] Vakıa S. A.: 74, Hakka S. A.: 52,
[134] İnsan S. A. : 25.
[135] Alak S. A.: 1,
[136] Hacc S. A.: 34.
[137] En'anm S. A.: 21.
[138] Maide S. A.: 4.
[139] Nûr S. A. :
36.
[140] Eakara S. A. : 114.
[141] HûdS. A.: 41.
[142] Metin Yurdagür A.G.E. Sh: 46.
[143] Sarf ilmine gire teşriiye ve cem'i hallerinde bu «vav»
harfi hem yazılışta hem okunuşta düşer.
[144] A. Osman Tatlısu. A.G.E. Sh; 15-20.
[145] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 173-180.
[146] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 181.
[147] es-Şifa. C/l. Sh : 256.
[148] Ktmya-ı Saadet.
[149] Yusuf Suresi, Ayet:
25.
[150] A. Şarani. islâm'da kardeşlik hukukunun esasları. Sh:
150. Terceme: H. Eker. '
[151] iftira büyük günahlardan biridir. Akıllı bir insan büyük
günahlardan cehennemden kaçar gibi kaçar.
[152] Nisa Sûresi, Ayet: 19.
[153] Tirmizi, 6. bölüm.
[154] islâm'da kardeşlik hukuk. A. Vehab Şârani. Tere. H.
Eker. Sh : 149.
[155] Bakara Sûresi, Ayet: 187.
[156] îbniMace, Nikah : 5.
[157] A. Vehhab Sa'rani. A.G.E. Sh : 151.
[158] Bakara Sûresi, Ayet: 187.
[159] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 182-189.
[160] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 190-194.
[161] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 195-198.
[162] Abdülvahhab Şa'rani, İslâm'da kardeşlik hukuku. H. Eker
Sh: 157.
[163] Nur Sûresi, Ayet: 30-31.
[164] îmam Merginani. El-Hidaye Şerhu Bidayetü'l-Mübtedi. C/4,
Sh: 84 Karihe-1965.
[165] Jbni Hüman. Fethü'l-Kadir C/8, Sh: 96.
[166] Sünen4-Ebu Davud. C/4, Sh : 361. H.No: 4U2. İST. -
HOL
[167] Sahih-i Buharı C/6, Sh: 169 K. Nikah: m, İST.-1401,
[169] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 199-203.
[170] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 204-207.
[171] Ahzab SÛr*sİ, Ayet: 53.
[172] Hz. Enes (r.a-)'in sözüdür. İhya C/2.
[173] Müsned C/2-ll. ihya: C/l, Sh: 33 Tere. Bedir
Yay.
Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 207-210.
[174] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 211-214.
[175] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 215-218.
[176] Mered: Kötülükte inat etmek. Bile bile kötülükte İsrar
etmek. Çirkinliği alışkanlık haline getirmek... (Çeşitli
sözlüklerden)
[179] Duhan ricalesi. Sh : 10 -12 Rebiu'l - Evvel
-1398. Fadıl Aktai, Mürsid'ül-Ihvan : Sh: 8, Satır: 4. I 5 1
[180] Dünya Sağlık Teşkilâtı raporundan,
[181] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 218-223.
[182] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 224-226.
[183] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 227-229.
[184] Mustafa Karakoyünlu,
[185] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 230-233.
[186] Bulum. K. cenüi/.. m MuMım: K- kader.
2b
[187] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 234-237.
[188] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 238-239.
[189] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 240-242.
[190] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 243-244.
[191] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 245-247.
[192] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 248-250.
[193] Muhammed S. A: 12.
[194] Hülasatu'l-Beyan Fi Tefsiri'l-Kur'ân, C/13, af: 5385
îst.-1969.
[195] Sünen-i İbni Mace K.Sitte serisi. C/2 Sf: 1084, H. No:
3226. Çağrı Yay. - îst. -1401.
[196] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 251-254.
[197] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 255-257.
[198] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 258-259.
[199] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 260-261.
[200] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 262-263.
[201] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 264-265.
[202] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 266-267.
[203] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 268-269.
[204] Tirmizi, zühd : 4, Nesâi, cenaiz: 3, îbni Mace, zühd:
31.
[205] İbni Mace, zühd: 31.
[206] îhya: 2/130.
[207] Bilâl Işıklı.
[208] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 270-275.
[209] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 276-281.
[210] Lokman Sûresi, Âyet: 19,
[211] Kuhu'l-Beyan, C/3, Sh : 57.
[212] Lokman Sûresi, Âyet: 19.
[215] Ebu Davud, K. Edeb, H.no :
C103-5104.
[216] Ahlak Hadisleri. C/2, H.no : 1230, 1221,
1233. 1234. 1225.
[217] Ğaf Sûresi, Âyet: 17-18. 264
[218] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 282-284.
[219] Tin. Sûresi, Âyet: 4.
[220] Al-i İmran Sûresi, Âyet: 6
[221] Secde Sûresi, Âyet: 9.
[222] Mü'minun Sûresi, Âyet: 14.
[223] Furkan Sûresi. Âyet:. 54.
[224] Rahman Suresi, Âyet: 3-4.
[225] İnfitar Sûresi, Âyet: 6.
[226] Nuh Sûresi, Âyet: 14.
[227] İnfitar Sûresi, Âyet: 7
[228] İnfitar Sûresi, Âyet: 8.
[229] AI-i îmran Sûresi, Âyet: 47.
[230] Bakara Sûresi, Âyet: 29,
[231] Kamer Syresi, Âyet.: 49.
[232] Haşr Sûresi, Âyet: 24.
[233] Enam Sûresi, Âyet- 102,
[234] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 285-287.
[235] Ca.sîye Sûresi; Âyet: 4.
[236] Yunus Sûresi, Âyet: 101.
[237] Bakara Sûresi: Âyet; 22.
[238] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 288-290.
[239] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 291.
[240] Garip Yetimoğlu.
Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 291.
[241] İlyas Şener. 292
Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 292.
[242] Asian Şakiroğkı.
Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/:293.
[243] Arslan Şakiroğlu. 294
[244] İbrahim Ethem.
[245] Necip Fazı! Kısakürek. 290
Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 294-296.
[246] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 2/: 297.
Yorumlar
Yorum Gönder