SORUMSUZCA SÖYLENEN SÖZLER 4


 

 

 

 

 

 

 

 

 


SORUMSUZCA SÖYLENEN SÖZLER


Önsöz


Sorumsuzca Söylenen Sözler kitabımızın dördüncü cildini yazıp yayımlamaya da Cenab-ı Hakk bizi muvaffak etti, elhamdülillah...
Camiden, cemaatten uzak kalan zevata ancak neşriyat yoluyla vaz-u nasihat mümkün olmaktadır. Bu sebeple, Cenab-ı Hakk'm bizi "Seyyar Kürsü" mahiyetinde olan bu kitapları yazıp neşretmeye muvvaffak etti, elhamdülillan...
Bu kitabın l.ci ve 2.ci cildlerini Kasım-1989'da 3.cü cil­dini de Kasım 1990 yılında neşrettik. 4.ün cildin baskıya verildiği 1 Eylül 1992 ye kadar bu kitaplarla ilgili 2570 adet mektup aldım. Tahminen beşbin civarında da şehir içi, şehirler ve milletler arası konuşmaya muhatap oldum. Bu irtibatlarımda okuyucularım Sorumsuzca Söylenen Sözler adlı kitaplarımdan çok faydalandıklarını beyan ile hayır dualarını ilettiler. Aldığım mektuplardan çoğunu de­falarca okuduğum oldu. Denizli/Tavas -Beyağaç'tan yazan bir kardeşimin herbir harfi ihlas yüklü mektubunu buraya alıyorum. Kardeşim şöyle yazmış:
Selamünaleyküm...                                06.05.1992
Muhterem hocam,
"SorumsuzcaSöylenenSözler"kitabınızıokuyorumdiniar- 8^er itaplarınızı okuduğum gibi. Bu kitabı herkesin oku-
ması için gayret ediyorum. Kapak: Salkım Ofset
Tashih: Mustafa Ozcan .Avam arasında olduğumuzdan halk arasında söylenüen bir çok ifadeleri maalesef bizler de söyleyip duruyo­ruz. Ancak, kitaplarınızı özellikle bu kitabınızı okumaya başlayınca inanın rastgele söylediklerimin izahlarını oku­dukça tevbe-i istiğfar ediyor, sonra Kelime-i Şehadeti tek-rarlıyarak imânımı tazeliyorum.
Allah (c.c) sizlerden ve bu gibi hayırlı hizmetlere vesile olanlardan razı olsun.. » Selâm ve başarılarınızın devamı dualarımla...
Fiemanülah..
Esselâmüaleyküm...                                    
Hemen hemen gelen telefon, mektup ve yaptığım soh­betlerin içeriği bu mealde idi. Bunlar bana bu kitapların büyük bir boşluğu doldurduğu kanaatini verdi. Okuyucu­larımın da katkısıyla 4.cü.'cildi çıkarmaya Cenab-ı Hakk bizi muvaffak etti, elhamdülillah...
. Tatarh aniye 'de beyan edilmiştir: Bir kimse küfür kelimesinin, onun küfür kelimesi olduğunu bilme­mekle beraber, kendi ihtiyariyle yani kendi isteğiy­le söylese ulemanın bütünü indinde yine kâfir ol­muştur. Bilgisizliği mazur gösterilemez. Çünkü şeri­at zahire göre hükmeder. Kalbler Allah'ın indinde muteberdir, şer'i hükümleri tatbikte değil.
Kur'an-ı Kerim'de kâfirleri tanıtan ayetlerden birinde kâfirlerin T'havz"(>gelişi güzel konuşmak) suçunu işledik-" . lerini bildirir. (Müddessir suresi, Âyet-45) İbni Âbıdin'in de dediği gibi;
"Bu zamanda en mühim işlerden biri de küfür sözler­dir. Çünkü çoğu zaman halktan küfre götüren sözler işiti­lir. Onlar kendilerini bu acıklı duruma götüren sözleri bil­meden sarfederler. İhtiyatlı olan cahil (bilgisiz) kimsenin hergün imânını yemlemesi, tazelemesidir.
Bizler, ehl-i sünnet itikadına sahip müslümanlar ola-
_.. , münker söz, fiiî ve davranışlardan kardeşlerimizi mevcut imkânlarla haberdar etmek zorundayım, Gayemiz. Allah (c.c)nün rızası; hedefimiz Hakkın hakimiyetidir.
Çalışmak bizden, hidâyet sadece ve sadece Allah (c.c)'dandır. Ö'nun yardımım dileriz..
Mevlüt ÖZCAN   . İstanbul-1992 Eylül[1]

Yeni Baskı İçin Önsöz


Rabb'ime hamd olsun,.. Sorumsuzca Söylenen Sözier adlı kitaplarımızdan Ümmet-i Muhammed çok faydalandı. Baskılar kısa sürede bitiyor. Takdir ve dualar dolusu mek­tuplar alıyorum.
Bir çoklarına bu kitaplar vesilesiyle hidayet nasip, oldu ğunu, aldığım mektuplardan iğreniyorum. Şüphesiz bun­lar Rabb'imin lutfudur.
Bazı kardeşlerim, birinci ciltteki tarikatlarla ilgili cüm­leleri okuyup izahlarını okumadan, hakkımda su-i zanda bulunuyorlar. Ehî-i tarik konu ile ilgili cümlelerin izahla­rını okumadan mevzu ile ilgili doğru dürüst bilgi sahibi ol­madan lütfen peşin hükümlü olmasınlar. İstanbul'da bulu­nan Nakşı Meşâyihinden Mahmud Efendi ders verdiği İs-mailağa camiinde İmam-ı Rabbani'nin mektubatmı okutu-' yor. Bu mektuplarda ne yazıldığını "ehl-i tarik" bilmiyor­lar mı acaba?
Ben de bir beşerim. Şaştığımda beni yapıcı tenkitleriyle* doğru çizgiye getirecek herkes için duacıyım.
Rabb'imden eserlerimin sadaka-i cariye olarak kabulü­nü diliyorum. Her muinin için dua ediyor; din k^rde^-v rimden dua bekliyorum.
Mevlüt ÖZCAN İstanbul-1993 Ocak[2]

 

435 - Göz Banyosu Yapalım


•Harama bakmaya göz banyosu yapmak diyorlar. As­lında bu göz banyosu dedikleri şeyin adı göz zinadısıdır.
Peygamber (S.A.V) Efendimiz organların zinasıyla ilgili Hadis-i Şeriflerinde gözlerin ve ellerin de zina yaptığını gözlerin zinasının bakmak, ellerin zinasının da dokunmak olduğunu [3] beyan buyurmuşlardır.
Yine Peygamber (S.A.V.) Efendimiz başka bir Hadis-i Şeriflerinde: "Harama bakanların ahirette gözlerine kur­şundan mil çekileceği"[4] haberini vermiştir. İşte merkur sözü söyliyenler, ahirette eritilmiş kurşundan mü çekile­cek gözlerini, bu azaba kendi insiyatifleriyle hazırlıyorlar demektir.
Zinanın her çeşidi Kur'an-ı Kerim'de müminlere yasak­lanmıştır. [5] Buna rağmen, işi tantanaya boğup günâhı hafife alır tavrıyla, zina meşru imiş gibi "göz banyosu" gibi kelime oyunları, imânı zedeleyici ifadelerdir. Mü'mi-nim diyen kimsenin buna yetkisi yoktur. Böyie bir selâhiyeti kendisinde bulanlar ancak kâfirlerdir.
Şeytan, insana kötü amellerini süslü olarak gösterir. Mezkur söz ile hareket edenler, haramlara, farklı ve süslü ifadelerle davet etmenin bir şeklini icra etmiş olurlar.
Gözleri günah hastalığına yakalananlar, göz banyosu yapma ihtiyacını duyarlar. Nâmahreme bakmak, bir çeşit göz hastalığıdır.
Hâsılı, harama bakmak gibi son derece çirkin bir amele "göz banyosu" diyerek yönelmek, ciddi bir imân zaafîye-tinin alâmetidir. Çünkü, imânları kavi olanlar, günaha girmekten ateşe düşmek kadar korkarlar. Yukarıda da be­yan ettik: Nâmahreme bakmak imânı zaafiyete düşüren bir çeşit göz hastalığıdır. Cenab-ı Hakk (c.c), böyle bir has­talıktan insanlığı korusun ve kurtarsın... [6]

436- "Doktora. Nâmahrem Yoktur"


Müslümanlar İsîâmi müesseselerini kaybetmişlerdir. Uzun yıllar İslâm'a uygun yeni müesseseler de kur olmadı­ğı için, rnüslümanîarda bulunması namus ve şeref kadar önemli olan hassasiyet de kaybolmuştur. Hassasiyetin ol­madığı yerde namus ve şeref de kaybolmaya yüz tutar. Böyle bir ortamda gayr-i İsîâmi ifadeler sloganlaşır ve ve­rilen fetva.hâline getirilir. İşte "Doktora nâmahrem yok­tur" sözü de gayr-i İsîâmi bir fetvadır, -
Mahrem, nâmahrem [7]kavramları İsîâmi kavramlar­dır. İslâm dışı bir hayat tarzına sahip olanların ve İslâm'ı, düzen olarak kabul etmiyenlerin bu kavramları kullanma­ya hakları yoktur[8]
öncelikle hanımları hanım doktor, erkekleri de erkek doktor muayene ve tedavi edecektir. Bu ortamı oluşturma görevi, o memlekette yaşayan müslümanların üzerine farzdır. Özellikle bu ortamı oluşturma imkânına sahip olanlara farzı ayn'dır.
Muayene ve tedavi için, kadınların kadm doktor, erkek­ti)  olanlara farz-ı ayn'dır.
Muayene ve tedavi için, kadınların kadın doktor, erkek­lerin de erkek doktor bulamamaları halinde karşı cins doktora şartlarına titizlikle riâyet edilerek gidilebilir. Şartları şunlardır:    .
1- Doktorun ırz ve namus düşmanı olmamasına dikkat edilecek.[9]
2- Doktor, müslüman düşmanı olmayacak.
3- Gidildiğinde, gösterilmesi zorunlu oian hasta uzvun dışında başka bir yer açılmayacak ve gösterilmeyecektir.
Bunca olumsuz şartlarda, gerekli araştırma yapılıp mecburi olarak gidilen erkek doktora muayene veya tedavi olunurken de gerekli titizlik gösterilecek! Hasta, gösteril­mesi zorunlu uzvun dışında bîr milimin dahi açılması ve­baldir. Ayrıca kadın ve erkek dışında erkeğin erkeğe kadı­nın kadına [10] setr-i avret (örtülmesi gereken) mahallerini zorunlu haller dışında göstermesinin haram olduğu unu­tulmamalıdır.
Yukarıda zikrettiğimiz üç madde üzerinde yanlış yo­rum yapılmasını önlemek için özetle misaller vermek isti­yorum:
•Doktorun ırz-sıamus düşmanı olmamasına dik­kat etmenin gereğine.işaret ettik. Şüphesiz her mes­lekte olduğu gibi, bu meslekte de böyle insanlar bulun­maktadır. Muayene ederken, tedavi yaparken hastasına tecavüz eden yüzlerce doktorun bu tür melanetlerini hepi­miz duyduk. Bunun için, namuslu ve şerefli her müsîüman bir ömür boyu kendisini huzursuz edecök istenmeyen bir durumun meydana gelmemesi için, önceden bütün ted­birlerini alması gerekir. Tabii ki, bu ifadeler vücutlarını teşhir eden kadınlara ve mahremlerini reklâm eden erkek­lere gülünç gelecektir. Bu da bir çeşit namus anlayışıdır. Ne diyelim, Allah (c.c) böylelerini isîah etsin...' .,
•Doktor müslüman düşmanı ohmyacâk, dedim.
Bazı doktorlar var ki, azgın derecede müslüman düş­manı. Müslüman, tesettürlü, şerefine düşkün bir kadın gördüklerinde en iğrenç hareketlere tevessül ettiklerini bizzat duyduk, yaptığımız münakaşalarda kendilerinden dinledik. İbret olması ve olayın ciddiyetinin anlaşılması için sizlere bunlardan iki tanesini nakledeceğim:
Muhitimde itikadı sağlam, namus ve şerefine düşkün, dindar, 35 yaşlarında, bir fabrikada işçilik yaparak rızkını sağlayan biri vardı. Ailesinin de tesettürlü, hayâlı, namu­suna düşkün bir hanımefendi olduğunu sonradan öğren-
Bu işçi kardeşimizle hergün, üç vakit namazı birlikte aynı camide kılardık. Son zamanlarda kendisinde beni hayrete düşüren bir durgunluk, içine kapanıklık, gittikçe çöküşe doğru giden bir karamsarlık görmeye başladım. Sebebini sorduğumda bir türlü cevap alamadım. Birgün öyle namazından çıkınca kendisini caminin bir köşesine çekip:
- Eğer bu halinin sebebini söylemezsen seninle olan dostluğumu tamamen keseceğim, dedim.
Yüzüme baktı. Bir müddet böylece durduktan sonra, oturalım, dedi. Oturduk. Oturunca yüzüne baktığımda du­daklarını ısırdığım, gözlerini açıp yumduğunda boncuk ta.-neleri gibi gözlerinden yaşlar aktığını gördüm . Aklını ka­çıracak sandım. Omuzlarından tutup sallıyarak:
-Ne yapıyorsun, delimisin sen! diye bağırdım.
- Hocam, diyerek titrek sesle söze başladı. Ben, bir haftadır ölüp ölüp diriliyorum.
-  Niçin? Niye bizim birşeyden haberimiz yok? dedim. Şunları anlattı:
- Yengen midesinden çok rahatsız. Üç gece kıvrım kıv­rım kıvrıldı.  Ülsermiş. Fabrikadan vizite kağıdı alıp dok­tora gittik. Biliyorsun zor şartlarda geçiniyoruz. Özel dok­tor, paralı ilâç bizim için çok zor. Doktora götürdüm. Var­dığımızda adam bizi görünce küplere bindi.
- Midesi ağrıyor, dedim. Hanıma:
- Geç şuraya soyun, dedi.
- Beraber geçtik. Bekledik. Hışımla geldi. Hanıma:
- Niçin soyun muyorsun? diye bağırdı. Ben de:
- Doktor bey neresini açacak işte midesi deyince:
-  Kilotu hariç tamamen soyunacak, dedi. Geri dönüp masasına oturdu. Apuk sapuk söyleniyordu. Bir an hanım­la beraber düşündük. Gafletimize geldi. Ben de soyun ba­kalım dedim. Gerçekten kadın çok ızdırap içinde idi. Ha­nım soyundu. Adam geldi. Baktı. Kulaklığı ile kalbini din­leyip birşey yok, kalk giyin diyerek geçti yerine oturdu. Ben, doktor bey kalbi değil midesi ağrıyor deyince, tamam tamam senden öğrenmeyeceğiz, biliyoruz herhalde dedi. Hanım giyindi. Yanma vaıdığımızda ağrı kesici bir hap ile iki kutu aspirin yazılmış reçeteyi elimize verdi.
Dışarı çıktık, İlaçlan aldık. İlaçlara baktığımızda veri­len ilâçların derdimize deva olacak şeyler olmadığını, kâfirin bize hakaret ettiğini anladık. Hanım ve ben bir haftadır ne yaptığımızı bilmiyoruz. Hanım keşke ölseydira de gitmeseydim diye bir haftadır ağlıyor. Hastalığı arttı. Kâfir herif bizim gafletimizden faydalanarak bizi mahvet­ti, dedi.
Olayı duyduktan sonra baktım iş ciddi. Daha yakından ilgilendin. Psikolojikman morallerinin düzelmesi için, elimden geleni yaptım. Adam benim söylediklerimi hanınıına nakletti. Bir kaç ayda ancak kendilerine gelebildiler.
Dedim j^a! Her meslekte böyle şerefsizler bulunur. Olayların menfisine maruz kalmamak için İslâm'ın koydu­ğu tedbirleri almak lâzım. Midesi ağrıyan hastayı çırılçıp­lak soyan, dizleri ağrıyan hastaya göğüslerini açtıran dok­torları duyunca herhalde "Doktora namahrem yoktur" saf­satasına artık siz de inanmıyacaksınız.
Sizlere nakledeceğim yüzlerce olaydan ikincisi şu:
Yine İstanbul'da semtimizde tesettürlü müslüman bir . hanım doğum yapmak üzere resmi bir hastaneye müraca- . at ediyor. [11] Doğum zor gerçekleşiyor. Sonunda dikiş ya­pılması gerekiyor. Ve, hastaya iki genç müslüman düşma­nı erkek doktor müdahele ederek, doğumun sonunda dikiş atmak üzere, bu iş için yapılmış yere yatırıyorlar. Bir ta­raftan yaraya müdahale ederken bir taraftan da kadına başka doğum yapıp yapmıyacağmı soruyorlar.
Müslüman kadında "Allah bilir" diye cevap aldıkların­da:
- Biz de biliriz. Sana öyle bir yapalım ki, Ömür boyu sı­kıntısını çek. Yap bakalım başka bir doğum daha diyerek ve biribirleriyle bunlar yobaz, doğum kontrolüne riâyet et-mez'.^r, Müslümanların sayısı artacakmış he. Artsın baka­lım...diye konuşarak dikiş işini hışımla bitirirler. Tabiiki; aylar sonrasi.ua kadar olaydan hiç bir şey anlaşılmaz. Altı ay sonrasına kadar kadıncağız Özel hallerini yapamaz olur. Tekrar müslüman bir kadın doktora durumu arz edi­lir. Yapılan muayene sonucunda doktor hayretler içinde kalır. Durumun vahameti sebebiyle, müslüman hanım doktor yardımcı olarak Cerrahpaşa hastahanesinde hasta kadın hemen ve acilen ameliyata alınır. Doktorlar durumu hastaya şu şekilde açıklarlar.
"- Doğum sonrasında rahimimz büzdürülüp kenarlara dikiş ile tutturulmuş. Böyle bir facia savaşta düşmana bile
yapılamaz. Bunu yapanlar insan olamazlar. Bu şerefsizle­ri mahkemeye verin. Biz raporumuzu verelim" derler.
Ancak kadın müslüman hayâlı bir hanım olduğundan mahremiyetinin konu edilmesine razı olmaz. Ve, işi Al­lah'a, mahşerdeki hesap gününe havale eder.
İşte, ikinci maddede zikrettiğimiz, gidilecek "doktor müslüman düşmanı olmayacak." şartını zikretmemiz bu ve benzeri rahatsızlıklara sebebiyet verildiği içindir. Çünkü, kâfir can, namus ve nesil emniyetini tanımaz.
• Bir kadın, erkek doktora zarurete binaen gider­se, gösterilmesi zorunlu o hasta uzvun dışında baş­ka bir yerini göstermemesi ve başka bir uzvuna da dokundurmaması gerektiğine de işaret etmiştik.
Herhalde yukarıda zikrettiğiniz iki misalden sonra bu­nun ne mânâya geldiği anlaşılacak ve gerekli hassasiyet gösterilecektir.
İstanbul'da Ayvansarayda müslüman bir erkek doktor vardı. (Allah c.c mekânını cennet eylesin) kendisine kadın hasta gelirse, onu konuşturarak dinler hiçbir yerini açtır­mazdı. Şayet kalbini veya ciğerlerini dinleyecekse kulaklı­ğın ucunu hastaya verir kalbine koydurur öyle dinlerdi. Ciğerlerini, elbisesinin üstünden dinlerdi. Doktorun has­tayı soyup orasını burasını ellemekle birşey anlamıyacağı-nı söylerdi.
Hâsılı, "Doktora namahrem yoktur" sözünün hiçbir da­yanağı yoktur. Ancak zaruret olan hâllerde muayene ve tedavi için erkeğin kadın doktora, kadının da erkek dokto­ra gitmesi yukarıda zikrettiğimiz üç şarta riâ3Tet etmek kaydıyla caizdir. Aksi bir olayın vebalini, hiçbir müslüman göz ardı edemez. Cenab-i Hakk, ümmeti gücünün dışında maruz kalma tehlikesindeki sıkıntılardan korusun ve kurtarsın. [12]

437- Erkek Göz İle Kadın Söz Île Aldatılır."


•İslâm bir hayat düaeni olarak yaşanmadıkça, müslü-manlar müslümanca yaşantıdan uzak bir hayatı tercih et-. tikçe, insanların biribirlerini aldatmalarının Önüne geçile­mez. Herkes biribirini şöyle veya böyle aldatacaktır. Sö­mürü, düzenlerinde kimin elinin kimin cebinde olduğu pek bilinmez. Böyle düzenlerde bir kesimin eline, cebine ve ka­salarına bilinmeyen eller girip o kişilerin haklarını gasbe-derler. Bazen de karı-koca biribirlerini aldatırlar. Çünkü beşerî düzenlerin oynadıkları oyunlarının kuralı aldat­maktır, gasbetmektir...
İslâm'da, insanlar arasındaki münasebetler hakça ku­rallara bağlanmıştır. Bu kurallara riâyet edenler ne alda­nır ne de aldatırlar. Bu düzende insanlar namus ve şeref-leriyle yaşarlar. Çünkü Peygamberimiz "Aldatan bizden değildir" buyurmuştur...
Hicab âyetinin inzalinden bu yana, müslüman kadın ve erkekler matırem-nâmahrem sınırlarına riâyet ederek ya­şarlar. Haremlik-selâmlık kurallarını tavizsiz uygularlar. Böylece kimse kimseyi aldatamaz. Aldatmayı düşünmez­ler bile. Çünkü, nâmahremler biribirini göremezler ki.
Hayatta bütün hedefler ilk önce göz ile belirlenir, sonra söz ile işe devam edilir. Daha sonra da diğer organlar biri­birini takip eder. Onun için İslâm dini, beşeri münâsebetlerde sihhatli bir hayat için bütün tedbirlerini alıp kurallarını koymuştur. Buna riâyet edenler mutlu olurken kuralları çiğneyenlerin hiçbir zaman çileleri bit­mez.
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Kerim'de:
"Ya Muhammedi! Söyle mü'min katim ve erkekle­re göklerini korusunlar, irs ve namuzlarma sahip çıksınlar.»" [13]buyuruyor.
Âyetîerdeki sıralanış son derece dikkat çekiyor. Gözle­rin korunması, ırz ve namuslara sahip çıkılması emredili­yor. Önce ırz ve namuslarını korusunlar da sonra gözleri­ne.sahip çıksınlar deniîmiyor. Demek ki, ırz ve namuslu olmak gözlerini korumak ve onlara sahip çıkmakla müm­kün olmaktadır. Denilmek istenen gözünü koruyamayan namusunu da koruyamaz, gerçeğidir.
Beşeri düzenlere imân edenler, yukarıda zikrettiğimiz ' âyetleri bu devirde tatbik edilemez bulduklarından, mah-rem-namahrem kavramlarını tanımazlar. Haremliği-selâmhğı çağ dışı bulurlar. Onun için bu inançla yaşayan­lar arasında gözîe-sözle aldatmanın ardı arkası gelmez. Buna dair haberler artık dedikodu düzeyini çoktan aşmış gazetelere hatta televizyon ekranlarına kadar yansımıştır. Bazıları karılarını bazıları da kocalarım nasıl aldattıkları­nı anlatan kitaplar bile yazmışlardır.
Daha dün denecek kadar yakında 1992-Temmuz ayının sonlarında gazeteler yazdı zamanın Kültür Bakanı ve eşi "Biz biribirimizde bulamadıklarımızı dışarıda medenice bulduklarımızdan alırız. Biribirimizi aldatmadan bu işi medenice hallederiz" diye beyanat verdiler. Aldatmanın medenicesi. Fesuphanallah! İşte bu zihniyetteki insanlar bu memleketin söz sahipleri. Bekleyin belânızı ey müsiü-manlar bekleyin!
Başlıkta zikrettiğimiz söz, İslâm'ı yaşamayan, İslâm dı­şı bir Hayat tarzına sahip olanların hayat hikayelerini an­latmak açısından söylenmiş isabetli.bir ifadedir. Çünkü böyleleri önce bakışırlar, sonra sakal aşırlar. Sonra da al­datma işi tamam. Demiyorlar mı: "Dünya pezevenklerie orosbulara kaldı" diye.
Aldatmamanın ve aldanmamamn tek çaresi vardır, O da İslâm'ın emrettiği haremlik-selâmlık kurallarına uy­mak Nur suresinde emredildiği gibi önce gözlere sahip çı­kıp sonra namuslu yaşamaktır. Müslümanlara İslâm'ın emri de budur.
Hâsılı, "Erkek göz ile, kadın, söz ile aldatılır" felsefesi, İslâm dışı düzenlere imân eden ve hayatlarını bu sömürü­ye göre tanzim edenler için söylenmiş bir sözdür. İslâm'a gerçekten inanan ve inandığını hayâtına aktaranlar için bu sözün hiçbir bağlayıcı yanı yoktur. Çünkü Peygamberi­miz "Aldatan bizden değildir" buyurmuştur. Cenab-ı Hakk, bizleri aldatsıamak ve aldanmaktan korusun ve kurtarsın. [14]

438- "Kadından Velî Olmaz"


önce konuya veli kelimesini ele alarak girelim.
Veli: Lügatta bir şeye yakın olmak, bir kimsenin sadık
ve samimi dostu ve yardımcısı bulunmak mânâlarına gelir[15]
Bu kelimenin fıkıhtaki mânâsı ise şudur:
Veli: Hayatım mücadelelerle, azimet ve fevkalede bir zühd ve takva ile ibadet ve tâat'a sarfederek kendisinden Allah (c.c.)'ın izniyle ilmi ve kevni harikalar zuhura gelen zât. Allah (c.c)'a mânevi yakınlık keşfetmiş olan şerif zât., mânâsında kullanılır.
Halk arasında veli, Allah (c.c) dostu mânâsında kulla­nılan bir kelimedir.
Evliya, velinin çoğuludur. Bu bir derece daha tafdil edilerek "Evliyâullah" da denilir. Evliya arapca bir keli­medir. Evliyâullah, müslüman olarak dinin bütün ahkâmına'elinden geldiği kadar sadık katarak yaşayan kimse demektir, Kur'an ve Sünnette evîiyâullah bu mânâ anlatılmaktadır.
Veli kelimesini biraz daha irdelersek evliya ve evîiyâullah sıfatlarına şunları ekleyebiliriz:
Evîiyâullah: Allah'a ibâdet ve hizmetlerde ileri mer­halelere ulaşanlardır. Takvada yaraşanlardır,
Allah'ın dinini ve düzenini hakim kılmaya çalışanlar­dır, Kur'an nizâmına sahip çıkıp savunanlardır. İslâm'ın sadık ve samimi hizmetçisi olan mü'minlerdir.[16]
Anlaşılıyor ki, evliyâullah'ın üç önemli Özelliği, vardır:
1- İslama bir bütün olarak inanırlar.
2- İnandığım kendi nefsinde hakkıyla yaşarlar.
3- İslâm'ı bütün kurum ve kurallarıyla hayata hakim kılmaya çalışırlar.
Kur'an'da buyuruluyor ki:
"Ve iyi bilin ki, Evliyâullah'a (Allah'ın dinine ve düzenine sahip çıkan böylece Allah'ın sevdiği veli kullara) asla korku yoktur ve onlar gerçekten inan­dılar ve her türlü küfür ve kötülüklerden sakındı­lar. Dünya hayatında ve ahiret hayatında da müjde onlara... Allah'ın kelimeleri değişmez (verdiği sözler yerine gelir.) İşte bu en büyük kurtuluştur.'[17]
Bütün bu izahlardan sonra gelelim "Kadından veli ol­maz" sözünün izahına. Bilindiği gibi bu söz bizim toplu­mumuzda çok yaygındır. Ancak, doğru olmayan, hiçbir da­yanağı olmayan bir safsatadan ibarettir. Uydurma bir ifa­dedir.
Çünkü veli fıkhi mânâda Allah dostu demektir. Allah ve Rasûlüne itaat edip takvaya ulaşan Allah'a yakın olur; Allah dostu ve veli olur. Bu hususta kadın - erkek diye bir ayırım kesinlikle yoktur.
Allah'a kulluk ve Rasûlüne ümmet olmada üstünlük er­keklik ve kadınlıkla olmayıp takva ile olduğu Kur'an ve Sünnet'te açıkça beyan edilmesine rağmen, erkeklere sa­dece erkekliklerinden dolayı üstünlük vermek bir cahiliye anlayışından ibarettir. Erkeğin ve kadının görev sınırları­nın değişik biçimde belirlenmesi, hiçbir zaman takvâsız üstünlük sağlamaya mahal vermez.
Peygamber (S.A.V) Efendimizin hanımları, Sahabiye hanımlar ve daha nice İslâm mücahideleri, hanımlardan evliyâullah olanlara örnek verilebilir.
Demek ki, "Kadından veli olmaz" sözü yalan, yanlış, uydurma bir safsatadan ibarettir. Mu minlere gereken, ya-lan-yanhş şeylere kulak asmak değil Kur'an ve Sünnet öl­çüleri doğrultusunda yaşamaktır. Bizim en büyük görevi--miz de budur... Kabb'ımız müjdeliyor ki:
"Şüphesis Ben, erkek olsun, kadın olsun, içiniz­den çalışanın amelini zayi etmem".[18]
Cenab-ı Hakk, Ümmet-i Muhammed'i, amelleri kendi­lerini cehenneme sürükleyenlere dahil olmaktan korusun ve kurtarsın. [19]

439- "Oğlumu Sünnet Ettireceğim De Ona Sünnet Kıyafeti Elbise Aldım"


•Çocuğun, ana-baba üzerinde haklan vardır. Bunlar­dan birincisi doğumdan Önce ana rahminde, doğumdan sonra da hal-i hayâtında helâl rızık ile nzıklandırılmasi-dır. İkincisi, çocuk doğduktan sonra ona güzel bir isim koymak ve sünnet ettirmektir.
Biz burada sünnet ameliyesi, sünnet kıyafetleri ve sün­net merasimleri üzerinde kısaca duracağız, inşâalîah..
Müslim adîi büyük hadis kitabını şerh eden İmam-ı Nevevi:
"Sahih bir görüşe göre buluğa ermeden çocukları sünnet ettirmek veliler üzerine vacibtir1[20] demekte­dir.
İmam Âzam Ebu Hanife ve İmam Malik Hazretleri bu konu ile ilgili Hadis-i Şeriflerin zahiriyle hükmederek sün­net olmanın sünnet olduğu kanaatine varmışlardır.
İmam-ı Şâfıi ve Ahmet İbn-i Hanbel Rahmetu'1-lahi aleyh hazeratı konuyu yedi yönüyle ele alıp sünnetin vâcib olduğu üzerinde durmuşlardır[21]
Biz, konunun bu yönüne detaylarıyla beraber girmek istemiyoruz. Çünkü Türkiye'de %95 olarak beyan edilen müslüman camia zaten sünnetin gereğine inanıyor ve bu ameliyyeyi icra ediyor.
Sünnet olmaya hitan da denir. Konu ile ilgili Hadis-i Şerifte geçen kelime hitan kelimesidir[22] Arab dilinde sün­netlik mahalde bulunan bu uç deriye gulfe denir. Tıp dilin­de de buna prepus adı veriliyor. Kadınların sünnetlik deri­sine hafd deniliyor.
Kadınların sünneti deyince bizde herkes hemen afallar. Kimse hayretim gizleyemez. Çünkü kadınları sünnet et­mek, ülkemizde yapılmayan bir ameliyedir. Ancak, kadın­ların sünnet edilebileceğini Peygamberimiz beyan buyur­muşlardır. Bir Hadis i Şerifte.
"Hitan erkeklere sünnet, kadınlar için fazilettir." [23] Duyurulmuştur. Kadının sünneti, fercin üzerinde bulu­nan horoz ibiği gibi derinin kesilmedir.[24] Peygamber Efen­dimiz zamanında kadınları sünnet yapan kadın sünnetçi vardı. Bu sünnetçi Ümmü Atiyye (r.anha) adında bir hanı­mefendi idi. [25] Peygamberimiz kadın sünnetçiye bu işi na­sıl yapacağına dair direktif vermişlerdir.[26]  Bizim memle­kette kadın sünneti garib karşılanmakta; hatta, bundan bahsetmek bile acaib bulunmaktadır. Ancak, kadınların sünneti vardır; lâkin bu bizim memleketimizde tatbik olunmamaktadır.
Türkiye'de sünnet konusunda yaygın bid'at ve münaka­şalardan biri de, çocuğun tek yaşta mı çift yaşta mı sünnet olacağı hususudur.
Kültür istilâsına uğramış toplumlarda bu tür münaka­şalar olağandır. Bizim toplumumuz da kültür istilâsına uğramış öz kültüründen koparılmış bir toplumdur.
Onun için bu tür münasebetsiz saplantıların bizim toplumumuzda ardı arkası gelmez. Ancak, öz kültürümüze yeniden döndüğümüzde bu sıkıntıların önüne geçilecektir.
Hemen ifade edelim ki, çocuğun tek veya çift yaşının sünnet olmakta hiçbir önemi yoktur. Sünnet tek yaşta da çift yaşta da olibiiir. Hz, İbrahim (A.S.) sünnet olduğu za­man 80 yaşında idi. Bu çift bir rakamdır. Oğlu İsmail (A.S) sünnet olduğunda 13 yaşında idi. Bu da tek rakam­dır. Anlaşılıyor ki, tek veya çift yaş önemli değil mühim olan çocuğun sünnet edilmesidir.
Çocuğun hangi yaşta sünnet olması gerektiği sorusuna verilecek cevap da şudur:
Çocuğun doğumunun 7.ci gününden 7 yaşma kadar sünnetinin yapılması en uygun olanıdır. 7 ila 9 yaş arasın­da yapılması da sakıncalı değildir. Sevgili Peygamberimiz torunları Hz. Hasan ile Hüseyin'i doğumlarından yedi gün sonra sünnet ettirmişlerdir.
Bazı çocuklar Allah'ın bir lütfü olarak sünnetli olarak doğarlar. Böyle doğan çocukları sünnet ettirmeye teşebbüs etmek ahmaklık alâmetidir.
Rivayete göre Hz. İbrahim (A.S)dan başka bütün pey­gamberler sünnetli doğmuşlardır. Hz. İbrahim (A.S.) hik­mete binaen sünnetsiz doğmuş ve kende kendine sünnet olmuştur. Peygamber (S.A.VJ Efendimiz: "Sünnetli ola­rak doğmuş olmam Rabb'imm bir lütfudur; benim' avret mahalimi kimse görmemiştir "[27] Buyurmakla bu hakikate işaret etmişlerdir.
Sünnet çocuğu kıyafetleri meselesine gelince; bu da ümmet üzerinde korkunç bir kamburdur. Bugünkü şek­liyle sünnet kıyafetlerinin ne dini ne de milli yanı yoktur. Bugüne kadar gördüğümüz sünnet kıyafetleri; hep Avru­pa'nın kral taçları, prens şapkaları kral asaları, kral pelerinleri, papyonlları.. vesaire.
Bizim kendi ecdadımızın has kıyafetlerimiz yok mu? Var varolmasına da bizde hayır kalmamış. Biz batılıları üstün sanarak aşağılık duygusu hastalığına kapılmış, on­lara kuyruk olmayı marifet saymışız. Yazık çok yazık.
Oysa, kral taçları yerine padişah kavuğu, kral asası ye­rine cangâver kılıcı, papyon ve pelerin yerine sırmalı kaf­tanlar peygamber sünnetini yerine getirecek yavrularımı­za daha çok yakışmaz mı?
Yakışır diyorsanız yapılacak iş yakışanı yapmaktır. Ak­si halde küfre kuyruk olmayı peşinen kabullenmek olur.
Bundan böyle, çocuklarımıza sünnet kıyafeti adı altın­da Fransız şövalyelerinin, yahudi kardinallerinin, hıristi-yan papazlarının kıyafetlerini giydirmiyelim. Şayet farklı bir şey giydireceksek ruhunu dinimizden alan ecdat kıya­fetlerini, kahramanlığımızın sembolü olan giysileri giydi­relim. Bizim asaletimize yakışan da budur.
Çocuğa kim örnek gösterilirse o ona özenir. Siz çocuğu­nuzun Fransız şövalyesi gibi mi olmasını istersiniz; yoksa, Fatih Sultan Mehmed gibi mi olmasını istersiniz? Şövalye kıyafetini giydirmek onun gibi olmasını istemektir. Bun-. dan dolayı bizim çocuklarımız şerefsiz artist gibi olmak için can atarlarda Hz. Ali gibi Fatih Sultan Mehmed gibi cengaverleriiî taşıdığı ruha, onları tanımadık] arı için düş­man olurlar, işte sünnet kıyafetlerinin önemi bu derece büyüktür.
Çocuk ana-baba elinde bir emânettir. Onu anne-baba şekillendirir. Onun günahına sevabına ana-baba ortak olur. İslâm aşılanmıyan gençeler huzursuz ve mutsuz olu­yorlar. Neticede, bâtıl ideolojilere kapılıp onların tapıcısı oluyorlar. Etrafa saldırıp toplum değerlerini menfi yönde yorumluyorlar. Hesap gününde onlarla ilgimiz hususunda
Allah'a verecğimiz hesabı unutmayalım. Bir umut olarak gördüğümüz evlâtlar aynı zamanda ebediyyete uzanan bir sorumlulukturlar da...
Gelelim sünnet merasimlerine:
Çocuklarını sünnet ettirirken bazılarının yaptıkları eğ­lentilere "Sünnet düğünü" diyorlar. Bu tanım edebe mu­vafık değildir. Sünnetin düğünü olmaz. "Düğün" diyorlar. Bunun için salon tutuyorlar. İçki içiyorlar. Kan oynatı­yorlar. Kadın-erkek bir arada âlem yapıyorlar. Bunun adı­na da "Sünnet düğünü" diyorlar. Fesübhanallah... Bu ya-, pılan "sünnet düğünü" değil şeytan düğünüdür. Burada yapılan şeytanlarla şey t anlaşmışların isyankârlık merasimidir. Bu merasime "ayıp olmasın" diye katı­lanlar da şeytanlıkta bir hayli mesafe alanlardır. Bunun başka türlü izah tarzı da yoktur.
Hattâ, yaptığı melanetlerle evinin bahçesinde veya pencerelerini açtığı evinde gündüz akşama, gece sabahla­ra kadar yediği'haltlarla, çevresini, rahatsız eden edeb, haya tanımaz şerefsizlerin hışmına hepimiz defalarca uğ­ramışızdır.
"Sünnetlerde eğlenti yapılır mı?1 sorusuna verilecek cevap şudur:
Sünnetlerde çocukları eğlendirmek için eğlence ve me­rasimler tertip etmekte (dini ölçülere riâyet etmek şartıy­la) bir sakınca yoktur. Bu bir düğün değildir. Düğün evle­nirken yapılan ve dini ölçülere ters düşmeyen eğlenceler­dir. Ters düşen eğlenceler için Hz. Aişe (r.anhe) validemi­zin şu sözü çok yerinde bir ifadedir. O diyor ki: "Şeytan, bu şarkının içinde çalgı çalıyor.'[28]
Her zaman olduğu gibi sünnet merasimlerinde de:
a- Kadm-erkek biribirlerini görmeyecek.
b- Haram fiiller işlenmeyecek.
c- Sünneti ihya etme imkânından dolay* Rabb'ranza hamd ve sena edilecek.
d- Emr-i bil ma'ruf -Nehly-i am'1-münker yapılacak
e- Çocukları oyalamak için ilâlıiler okunacak.
f- Ehl-i tarafından Kur1 an'ziyafetleri verilecek.
Bu ölçülere uymak şartıyla sünnet merasimleri yapıla­bilir. Aksi haide sünnet haramlara vesile yapılmış olur. Bu ise, insanın imânına kasteder.
Hülâsa, bugün ekseriyetle sünnet ameliyesi haramlara vesile yapılmakta, sünnet kıyafetleriye yavrular Fransız şövalyelerine benzetilmekte, ihdas edilen merasimlerde şeytanların eşliğinde şeytani aşmışlar âlem yapmaktadır lar.
Bize gelince, vazifemiz iyilüğe öncülük etmek, haramla­ra mâni olmak, iyi örnek, sevilir işlere önder olmaktır. Sünneti de sünnet ölçüleri içinde icra etmektir. Allah'ın yardamı da kendi koyduğu ölçülere göre amel eden kullan üzerindedir. Biz de böyle kullardan olalım; Rabb'ımızm rı­zasını kazanalım.                
Cenab-ı Hakk, Ümmet-i Muhammedi aykırı davranış­lara düşmekten korusun ve kurtarsın.. [29].

440- Spor Ve Günümüzde Spor Anlayışı


Beden ve ruh terbiyesinin birlikte yapılması sonucu ulaşılan noktaya spor denir. Başka bir ifade ile, beden ve zihin üzerinde dinlendirici tesir bırakan hareketlere spor denir.                                                                  
İslâm'da spor (günümüzdeki gibi olmamak kaydıyla) vardır ve bir gayeye yöneliktir. Spor ruha sükûnet, sinirle­re muvazene, organizmaya canlılık verirse ve sağlığı koru­maya yönelik olursa bir kıymet ifade eder. Aksi halde, bir insanın vücudunun belirli adale, kas ve organlarının geliş­tirilmesi ve bunun sonucu bir beceriye sahip olması başh-başma spor değildir. Aynı geliştirme işleminin kaiblerde ve ruhlarda da yapılması zorunludur.
Dinimizin tavsiye afctiği sporlarda faide daima hedef ol­muştur. Peygaber (S.A.V) Efendimiz rnüslümanm dünya ve ahiret için faydalı işlerle uğraşmasını müalümanlığın kemâlinden olduğunu haber vermiştir.'[30] Herbir müslüma­nın, bünyesine uygun bir spor dalı ile (seyirci veya taraf­tar olarak değil) bizzat yaparak meşguliyetinde inimizce mahzur yoktur ve hattâ sevaptır da...
Ancak, spor yapılırken İslâm'i açıdan yasak olmaması için kesinlikle;
1- Hiçbir haram işlenmeyecek.
2- Yapılan spor haram işlemeye sebep olmayacak.
3- Avret mahalli açılmayacak.
4- İbâdetler aksatılmıyacak.
5- İlmi ve mesleki çalışmalar aksatılmayacak.
6- Ahlâki mefhumlar çiğnenmiyecek.
7- Ahlaksızlık Öğretilmeyecek.
8- Lüzumundan fazla vakit spor yapıyorum diye heder edilmeyecek.
9- Amaç dinlenmek ve eğlenmek olacak.
10- Yüze vurma, öldürücü darbeler gibi vahşi sonuçlara sebep olmayacak^
11- Müslümanın mesleği olmayacak.
12. İnsanın saygınlığına leke getirmeyecek.
13. Faydalı ve meşru olacak.
14.  Taraftarlar arasında asabiyet derecesine varan bir tezahürat yapılmayacak.
16. Kadın-erkek karışımına sebep olmayacak.
Peygamber (S.A.V) Efendimizin teşvik ettiği sporların '[31] değişik gaye ve faydaları vardır. Bu gaye ve faydalar­dan ilk aklımıza gelenler şunlardır:
1- Müslümanın günlük hayat içinde karşılaştığı üzün­tü, keder, sıkıntı, yorgunluk., vesaire gibi arzu edilmiyen şeyleri hafifletir ve hatta unutturur.
2-  Sıkıntılardan kurtulmak için teselliyi içki, kumar, zina vesaire gibi kötülüklerde aramaktan alıkoyar.
3-  Müslümana ibâdetleri ve diğer amelleri kuvvet ve arzu ile yaptırır.
4- Müslümanm yurt savunmasına daima hazırlıklı ol­masını sağlar.
İslâm'a göre spor, ferdi bir neş'edir. Eğlence olmakla ; beraber içtimai faydalar sağlamalı, zarara sebep olmama­lıdır. Spor,   gaye değil, meşru hedefler için araç olarak kullanılabilir. Bu konuda kadın erkek ayırımı da olmaz.
Avret ve mahremiyet sınırlarına riâyet etmek şartıyla kadınların da zîridelik ve dinçlik kazanmak için spor yapması caizdir. Özellikle şehir kadınları süpürmeden, çamaşır ve bulaşık yıkamaya kadar herşeyin nîakina ile yapıldığa buzdolaplarm&a sak­lanabilen haftalık yemeklerin hazırlandığı şehir ha­yatında kadınlar hımbıUaşıyor. Hattâ televizyonun fitnesiyle bir çokları yanlış yönlere kanalize olabili­yor. Onun için bu özelliğe sahip kadınlar avret ve mahremiyet sınırlarına riâyet etmek şartıyla spv>r yapabilirler[32]
Küy hayatî yaşayan kadınlar ev, beğ-bahçe ve diğer köy işlerinde bulundukları için ayrıca spor yapma zaruretleri yoktur, elhamdülillah. Ancak, bunlar da televizyon deni-. len aletin bugünkü lağım programlarının etkisiyle ahlak erozyonuna maraz kalmışlardır. Çaresini bulmak lâzım.
Ashnda kadın, siîrne-süpürme, çamaşır yıkama... gibi işlerle spor işini sağlayabilir, hatta sağlamalıdır da. Hz. Fatıma (r.anha)\n evde değirmen çevirmekten elinin yara olduğunu-düşünen, günlük ibâdet vazifelerini yapan, ye­mek için yaratılın adı ğm bilen düzenli bir kadının spor yapmaya belki nadiren ihtiyaç duyacağı bilinmelidir.
Asr-ı Saadetten sportif faaliyetlerle ilgili bir-iki örnek vermek istiyorum:
Sahabeler Peygamberimizin huzurunda koşu müsaba­kaları yaparlardı. Hatta Efendimiz koşu ve at yarışları yaptırmış ve bizzat kendisi de bu yarışlara katılmıştır.[33] Efendimizin Hz. Aişe (r.anha) validemizle iki defa yarış et­tiği, birincide Hz. Aişe, ikincide Pe3^gamber (S.A.V) Efen­dimizin yarışı önde bitirdiği bilinmektedir[34]
Bisiklete binmek de spor çeşitlerinden biridir. Bisik­lete binmenin 6 faydası vardır:
1- Karın adalelerini güçlendirir.
2- Solunum sistemini daha İyi çalıştırır ve nefesi açar".
3- Vücutta özellikle bacaklarda jkan dolaşımını hızlan­dırır.       
4- Sırt kaslarının çalışmasını sağlar.
5- Vücuttaki fazla yağları yakar.
6- Mideyi çalıştırır, hazımsızlığı önler.
Peygamberimiz; gençliğinde güreşe iltifat buyurmuş­tur. Zaman-ı saadetlerinde güreş, bilinen ve yapılan spor­lardandır. [35] Onun için   atalarımız "güreş peygmaber sporudur" demişlerdir. Rivayete göre zamanın en namlı pehlivanlarından Rükane ile Peygamberimiz defalarca gü­reşmiş ve her defasında da onu yenmiştir. Rükane Mek­ke'nin fethinden sonra müslüman oldu. Müslüman olduk-1 tan sonra da Peygamberimizle hiç güreş tutmadı.[36]
Asrı saadettte. atıcılık da meşru spor ve eğlencelerden biriydi. Efendimiz harbferdeki öneminden dolayı bu sporu
özellikle desteklemiştir. "Düşmanlara karşı gücümüz nisbetinde kuvvet hazırlayın..[37]mealindeki ayette be­lirtilen kuvvetin "atıcılık1 olduğunu üç defa tekrar ederek söylemişlerdir. [38] Bunun için ecdadımız İstanbul'daki ok-meydam gibi Osmanlı Devleti bünyesinde büyük spor kül­liyelerinin sayısını 34 adede ulaştırmışlardır.
Atıcılık gibi kılıç mızrak oyunları da (spor ve eğlence olarak) Peygamberimiz zamanda bilinen ve Efendimiz ta­rafından tasvib buyuruîan sporlardandı.[39]
Deniz sporları özellikle yüzücülük Sevgili Peygam­berimizin mu miıılere tavsiye ettiği spor ve eğlencelerdendir[40]
Şartlarına riâyet etmek kaydıyla İslâm'ın kabul ettiği faydalı sporlardan biri de avcılıktır[41]
Hayvan avlamak mubah ve caiz olan işlerdendir. İn­sanlardan kaçan vahşi hayvanlardan hangisi olursa olsun av hayvanıdır. Bunlardan bir kısmının eti yenir. Bir kısım hayvanların da eti yenmez. Eti yenmeyen hayvanların ya derisinden veya kıllarından faydalanılır veya zararından korunmak için avlanır.
Alimlerimiz, et alabilecek kimselerin eti yenen hayvan­ları avlamalarını münasib bulmamışlardır. Çünkü zevk için öldürme söz konusudur. Eti yenmeyip zararlı hayvan­ların avlanmasında hiçbir mahzur yoktur.
Binicilik de bir spor çeşididir, Peygamberimiz "Atıeılık ve binicilik öğreniniz" [42] buyurarak binicilik öğ­renmeyi tavsiye etmiş, bunun müsabakalarını düzenleyip maddi ödüller de vermiştir. Kur'an-ı Kerim'de binmemiz için Atların, katırların ve merkeplerin yaratıldığı bildiril-miştir.[43]
Deve, at, motor ve bisiklet... gibi vasıtalarla yarış­mak sünnettir. Zira bunlar cihâdın vesilelerindendir. İmâm Zerkeşi: "Bu gibi vasıtalarla yarış yapmak ve yarış tertip ettirmenin vacib olması gerekir'[44]diyor. Fıkıh ki­taplarımızda da "Müsabaka ve atış bölümü" diye bununla ilgili özel bahisler yer almaktadır.
Şunu demek istiyoruz: Her müslümanın bünyesine uy­gun bir spor dalı (seyirci veya taraftar olarak değil) bizzat yaparak İslâmi kurallara uymak şartıyla meşguliyetinde dinimizce mahzur yoktur. Böylesi Peygamber Efendimize© teşvik edilmiştir.
Günümüzde sportif faaliyetler:
Günümüzde tatbik edilen şekliyle bütün sportif faali­yetlerin hiçbir faydalı tarafı olmadığından, harama sebep yapıldığından, kapitalistlerin sömürü aracı haline getiril­diğinden dolayı dinimizce kesinlikle haramdır. Çünkü bu­gün "spor" dedikleri şeyin hiçbir faydası yok zararları üm­meti rezil edecek kadar çoktur.
Bugünkü tatbikatta spor, vasıta olmaktan çıkarılmış, gaye haline getirilmiştir. Beynelminel emperyazilme [45]
âlet edilmiştir. Sömürü politikasının bir parçası haline ge­tirilmiştir. Kapitalist tekellerin propaganda aracı yapıl­mıştır.
Bugün sporla meydana getirilen tezgiyah uluslararası bir koordineye dönüştürülmüş dünya genelinde ipleri elin­de tutan güçlere menfaat aracı yapılmıştır.
Dünya spor faaliyetlerini elinde tutan emperyalizm., bu kolla genelde iki amacı hedeflemektedir:
1- Kendi koyduğu kurallarla bütün basan derecelerini elinde tutup "En büyük devlet" imajım beyinlere yerleş­tirmek suretiyle, sürekli kendine bağımlı kılmayı zorunlu mantıksal hâle getirmek;
2- Sömürdüğü ülkelerin iç bünyesini Ölü hâle getirerek işbirliği yaptğı idari mekanizmaya tavsiye ettiği tedbirleri sessiz bir şekilde yaptırabilmek.
Esefle ifade edelim; Emperyalizm bunda fazlasıyla mu­vaffak olmuştur. Amerika zorîa yaptıramadığını müziğiy­le, sporuyla, seks ağırlıklı filinıleriyle uyuşturarak yaptır­mıştır. Kendi ata sporlarımız hariç batı kaynaklı faaliyet­lere dikkatle bakarsak; kökeninde kendini isbat, çoğu za­manda meydan okumak gibi keadini yokluğa götüren bir meydan okuyuş görürüz. İşte bu emperyalizmin tabiatıdır.
Günümüzde spor anlayışı, sadece heyecan verici bir ih­tiras vasıta ve modası halindedir. Bu anlayış ve böyle bir uygulama hatalıdır; doîayısıyîe sağlık için de zararlıdır.
Bir müsabakayı ne pahasına olursa olsun kazanma hır­sıyla yapılan spor, ibtidâi bir gaye ve seviyesiz bir davra-mşdan ibarettir. Spordan elde edilmesi gereken bu değil­dir. Spor, bedeni ve zihni dinlendirdiği nisbette spordur. Yapılan bir müsabakayı kazanma hırs ve heyecanı vücu-. du ve sinirleri yorar. Hırs ve heyecan ile vücut hırpalanır, takatin üstünde zorlanır, sinirler gerilir, telâş son haddini bulur. Bunun Keresi spordur?
İslâm'ın spor aalaşı bugünkü anlayıştan yüzde yüz farklıdır. Rasûîuüah (S.A.V) Efendimizin yaptığı ve yapıl­masını istediği sporlar amatör sporculuğu teşvik içindir. Çünkü hedefe götürücü olanı budur.
Bir milletin bütün fertleri sportif hareketlerden fayda­landırılmalıdır. Bu milli sağlığımız için elzemdir. Bu bir hedef olmalıdır. Ancak, böyle bir hedefe, mevcut kafa yapı­sıyla hiçbir zaman, hareketsiz yüzbmîerce seyirci karşısın­da adedi yüzleri aşmayan "Sporcu kadrosu" ile ulaşmak kesinlikle mümkün değildir. Eğer devlet devletliğini ya­pacaksa, spor teşkilâtlarının programlarını, seyirci kitlesi­ni trübünlerden küfür ile deşarz etmekten kurtarıp, beden ve zmni dinlendirici sporu.bizzat yapmasını sağlayacak şe­kilde proğramlaznalıdır.
Bir grup "sporcu" adı verilen kişilerin (dinimizce) avret sayılan yerlerini açıp sahaya salıvermek, yüzbinleri de tri­bünlere bağlayıp en galiz küfürler ettirmek ciddi hiçbir devletin ve hükümetin siyaseti olamaz. Böyle bir uygula­ma millete ihanettir. Sömürgecilere uşaklıktır. Buna ke­sinlikle milli spor denilemez. Bunun adı milleti oyalama, zihinleri boş şeylerle meşgul edip uzaklaştırmaktır.
SağltMı yaşamın şartlarından biri de, hareketli olmak­tır .Bu hareketi, insanın tabiatına ve zevkine daha uygun bir spor ile yapmak pratik bîr usuldür. Bu usul, seyirci olinak suretiyle dumura uğratılmamalıdır. Bizzat iştirak ile
olmalıdır.
Yapılacak spor yorucu ve sert değil, gergin ve iddiacı ol­madan zevkli bir hava içinde olmalıdır. Spordan beklenen istifade ancak böyle bir hava içinde geçen hareketlerden elde edilir.
Bugün yapılan şekliyle spor, emperyalistlere uşaklık­tır. Bakınız, insan dünyaya çocuk olarak gelir. Eli ayağı ile tutunmaya başlayınca oynamaya başlar. Oyuneakiany-la meşgul olur. İşte sömürgeciler insanları bu zayıf nokta­sından yakalamışlar, onu hep oynatıyorlar. Futbol, voley­bol gibi saha oyunları, kahvede masa oyunları, perdede si-nama oyunları, sahnede tiyatro oyunları, televizyonda eğ­lence oyunları, gazetelerde şans oyunarıyla insanlarımızı hep karagözler gibi oynatıyorlar. Ne ağlanacak halimiz var hele bir bakın...
Biz bu hâle nasıl getirildik, hele bir düşünsenize. Ecza-cıbaşı basketbol takımı, Efes Pilsen voleybol-basketbol ta­kımları spora hizmet için mi vardır? Futbolcuların göğüs-lerindeki banka reklâmları bizi uyandırmaya niçin yetmi­yor? Saha kenarlarındaki dev firmaların reklamının mahi­yetini düşünmekten niçin alıkonuluyoruz? Bunları düşün­medikçe sömürü hergün biraz daha dozaj artırarak devam edecektir.
İnsanoğlu en büyük hatâlarından birisini, değer ve Önem vereceği şeylerle, vermeyeceği şeyler arasında seçim yaparken işlemektedir. Günümüzde şeytanın en faal oldu­ğu alanlardan birisi de kuşkusuz futbol maçlarıdır. Futbol, günümüz, dünyasında müstesna bir mevkiye sa|hiptir. İn­san sağlığı için faydası olmayan tek spor dalı da futboldur. Çünkü futbol, tamemen seyir spor dalıdır. Siyonist mih­raklar insanlığı sömürebilmek için bu spor dalını beyne ye kana şırıngalarla zerk etmeyi becermiştir. Onun için top­lumumuzda maç seyrederken, takım tutarken, karşı takı­ma hakaretler yağdırırken, spor-toto oynarken, cadde so­kak dolaşıp gürültü yaparken Allah'ın rızasını kazanacak ameller unutulmuş olmaktadır.
Biz müsîümamz. Sözlerim müslümanlaradır: İslâm; gü­reşi, koşuyu, ok atmayı, yüzmeyi, biniciliği tavsiye eder­ken, cihad için yapılması gereken bir ön hazırlık, bir ibâdet lezzeti için kuvvetli bir vücuda sahip olunmasını arzu eder. Köşesinde ibâdetle meşgul olan bir ebe­veynin evlâtları gönül ister ki, yahudinin oyuncağı olmasın.
Çağdaş medeniyet, arkasındaki zihniyet ile birlikte yerleştikçe insanı esir eden piyon-putiarmı da getirir. İşte bu putlardan biri de futboldur. Her hafta bir "âyin" e gi-dercesine maça gidiyor bir sürü insanımız. Aylarca süren bir lig. O yetmez bir Türkiye kupası, Başbakanlık kupası, Cumhurbaşkanlığı kupası. Mahalli ligler. Tv.den her hafta Avrupa'dan bir kaç maç nakli. Yerli ilâhlar yetmiyebilece-ği için Tv. vasıtasıyla yabancı "ithal" ilâhlar...
Futbol hastalığı ile birlikte kitleler toplu "kumar"a da alışmışlardır. Bir hafta kaybeden gelecek haftanın toto ku­ponunu doj duruyor. Ne kupan bitiyor haftalar boyunca, ne de ümit.. Ekonomik dar boğaza girmiş ülkelerde neredey­se sloğanlaşmiş halde "Her ferde bir toto" propağandala-rıyla sahte bir umut oluşturularak sebep-sonuç zinciri içinde sağhkh düşünebilmeyi engellemektedirler.
Memleketimizde küçüklere önce yatıp uyumanın fayda­ları belirtilir. Biraz daha büyüyünce de top elletilir. Yat yat uyu. Uyanınca top oyna. Suna sende hadi ip atla.. Çar­pık düzenin iğrenç planı budur.
Müslümanım diyen herkese sözüm şudur: Hergün insanların imânları tahrip edilirken, dünyanın dört bucağın­da nıüsîümaniar harplerle, esaretle ve zindanlarda çürü-mekle en ağır eziyetler görürlerken, küfür ve isyan dalga­ları her yanı sarmışken bizim maçlarla,' oyun ve eğlence­lerle ömür tüketmemiz büyük bir gafletin ifadesidir. Müs-lümana asla yakışmayan bir davranıştır.
Bugünkü spor anlayışıyla meşgul olmak siyonizmin ga­yesine hizmetkârlık yapmak demektir. Siyoniamin İslâm gençliğini ifsat için sporu vasıta olarak kullanmaktadır. Bir maddelerini ibretle okuyunuz. Diyorlar ki:
"Toplulukların dikkatini eğlence ve oyunlarla, makul haddi aşmış, spor mücadeleleriyle oyalamak ve bunun gibi dünya zevkleriyİe, halkı eğlendirmekle onları düşünmek­ten alikoymahdır."
Siyonizm ve onun uşağı olan hükümetler toplumları uyutmak için bir takım uyutucuları ön plana çıkarırlar. Futbol, müzik, kumar, piyango, içki, fuhuş bu uyutucula­rın başında gelir. Örnekleri çoktur. İsterseniz birkaçını söyliyelim:
İtalyan hükümeti toplumu etkileyecek kararlar alırlar­ken İnter-Milân takımları arasında futbol maçı yaptırır­mış.
19601ı yılların devlet başkanlarından İspanya kralı Ge­neral Frankc'ya sormuşlar:
-  Ekselansları! Bu kadar borç-harç içinde onca yıldır koca İspanya'yı nasıl idare ediyorsunuz?
General şu ibretli cevabı veriyor:
- Gayet basiti Onları yıizbinîik beşiklerde (stadyumlar­da) ya ya. şa şa... îarîa uyuttum. Sonra yapmak istedikle­rimi rahatlıkla yaptım. Kimsecikler hiçbir şey hissetmedi­ler.
Şunu hatırlatalım: İspanya'da enflasyon %90'îardadır.
Arjantinin dünya futbol şampiyonu olduğu yıl, devlet başkanları Vidala, ülkesinde büyük harcamalarla, futbol­culara bulunduğu vaadlerle, ülke insanlarının tek konuş­tuğu ve düşündüğü şeyin futbol olmasını planlıyor. O yıî kurşuna dizdirdiklerini unutturmak, gözden kaçırmak için gücünün yettiğince ülkesinin şampiyon olmasını sağlıyor.
. Bizde de öyle değil mi? İnsanlarımızın sağlıklı düşünüp sağlıklı hareket etmemeleri için ya futbol, ya beş-on mil­yarlık milli piyango, ya moda... sergileniver iniyor mu?
Bernard Shaw'un güzel bir sözü var:
"Bir ülkede futbol ve içkiden başka bir şey düşü-ulumuyorsa o ülkede başbakan olmaktansa, elinde ip ve kova kanalizasyon temizleyen feir işçi olmaya tereilı ederim." diyor. Tabii ki bu namuslu insanların yapabileceği bir kahramanlıktır.
Sosyologlar bugünkü icra edilen şekliyle spor ve müzi­ğin kişilerde sahte bir mutluluk meydana getirdiğini ve bununla mücadele gücünün yetirildiğini zikrediyorlar. Ül­kemizi düşünün. Hükümet her ğin zam yapıyor ses yok, Caddenin ortasında fuhuş yapılıyor kimsede tepki yok. Yö­netimlerin, spor ve müzik konusundaki desteklerinin se­bebini anlamamak için ancak basiretsiz olmak lazımdır. Bizim milletimiz milli ve manevi değerleri için daha içten duygularla doludur. Ama c duygular uyanmasın diye hep ruhsuz, gayr-i milli ve gayri dini değerlerle meşgul ediliyo­ruz.
Bir futbol maçını düşünün! Yirmi iki,kişi koşuyor. 60 milyon seyirci spor yaptım sanıyor. Meydana gelen büyük heyecan dalgası, takım tutma inadı adeta kara sevdaya dönüşüyor. Ciddi memleket meseleleri kitlelerin, gözünde önemini yitiriyor. Böylece siyon protokolleri gerçekleşmiş oluyor. Bu ne büyük felakettir.
Şu hâle bakınız: Artık futbol günümüzde bir sportif etkinlik olmaktan çıkmış, yığınların çağdaş dini olma yolu­na girmiştir. İnsan kafasının yapısı dince kutsal şeylerden arındırılıp değişik muhtevalı yeni kutsallar üretilmekte­dir.
İbret nazarıyla bakmak lazım. İbadetler nitelik değiş­tirdi. İnsanımız camide alması gereken doyumu stadyum­larda Almaya başlamıştır. Bir futbol maçının seyircileri­nin coşkunluğu ilkel bir ayin görünümünü vermektedir. İnsanlar artık 90 dadika boyu ilâhına ibâdetini yapıyor sonra oradan ayrılıyor bir hafta sonra tekrar aynı hazzı al­mak için ibâdetgahı olan stadyuma büyük bir şevkle gidi­yor.
İstanbul İnönü stadyumunda 20 metre uzunluğunda beyaz zemine siyah harflerle yazılı bir levha 1988 yılından beri asılı tutuluyor. Bu levha her maç naldın de sık sık te­levizyon ekranlarına da getiriliyor. Milyonlarca insanın gözü ve dili bu söze alıştırıldı. Asılı olan bu levhada şu ifa­deler yazılıdır:
"Öylesine kutsalsın ki Beşiktaşım. Her hafta gelir buraya sana ibâdet ederim."
Buyurun! Burası Türkiye. Nüfusu 60 küsur milyon. Yü­zölçümü 778 bin kilometre kare. Halkın %95'i "müslüma-nım" diyor. Ve 3'ukarıdaki ifadeler bu memlekette ilân edi­liyor. Televizyonda milyonlara ulaştırılıyor. Varılan nokta­yı söylüyorum: Artık futbol günümüzde bir sportif et­kinlik olmaktan çıkmış, yığınların çağdaş dini ol­muştur. Artık insanlar dinlerinin gereği olan ayinle­rini, stadlardaki karşılaşmaları izleyerek yerine ge­tiriyorlar.
Evet! Stadyumlar tapmak, futbolcular ilâh» gaze­te, radyo ve televizyonlarında ilâha ibâdete çağıran borazan olduğu bir memlekette Allah'ın vahyettiği İslâm'a gerçekten inanan müslümaniara ne kadar da muhtacız.
Şu anda şu satırları okuyan veya dinleyen kadın-erkek her müslümana soruyorum:
Farzedin ki, şu anda öldünüz. Sizi bastığınız toprağın altına daracık çukura (mezara),gömdüler. Üzerinize top­rak atılınca dostlarınız oradan ayrıldılar. Yanınıza Pey­gamber (S.A.V) Efendimiz geldi. Size şu soruyu sordu:
"- Ey ümmetimden Ahmed! Sen dünyadan geliyorsun. Ne müjdeyle geldin. Senin bulunduğun toplumda benim getirdiğim senin de "inandım" dediğin din geçerli mi? Yok­sa "Müslümanım" diyenler müslümanlıktan yana değiller mi? Ümmetim yoksa din mi değiştirdiler? Camilerin terk edilip stadyumların tapmak, futbolcu denilen haytaların ilâh haline getirildiği doğru mudur? Eğer dünya ahvali böyle ise sen ne yaptın? Benim tebliğ ettiğim dinin yaşan­ması, hayata hakimiyeti için nasıl bir gayretde bulundu-dun? Senin bulunduğun toplumda Kur'an ayaklar altına alınmışken, benim sünnetime itibar edilmezken, İslâm ya­şamaya değer görülmezken sen hangi çalışmayı yaptın. Sen de mi öyle yaşadın yoksa?" derse ne cevap vereceksin. Bunu hiç düşündün mü? Rasûlullah (S.A.V)'e hangi müj­deli haberle gidiyorsun? Tuttuğun takımın galibiyetin­de sevindiğin, mağlubiyetinde üzüldüğün kadar İslâm için de aynı hazzı duyuyor musun? Eğer bu ikisi iîe ilgili hazzın aynı ise kendinin bir müşrik ol­duğunun farkında mısın? İslâm seni, tuttuğun ta­kım kadar ilgilendirmiyorsa küfür bataklığına sap» landığını biliyor musun?
Şimdi düşün! Ve kendine gel. Sanırım yeniden imân et­mek düşüyor bize: "Lâilahe illallah Muhammed 'ün-Rasûlüllah..." [46]

Futbolun Çıkış Ve Yayılış Tarihi:


Futbol, İngiltere'de icad edildi. Ülkemizde de ilk futbol olayını da İngilizler başlatmıştır. Memleketimizde ilk fut­bol kulübü 1899 yılında İngiliz gençleri tarafından ı:Black Stöcking Football Club"(=Siyah çoraplılar futbol kulübü) adıyla kurulmuş ve bunu yine İngilizlerin kurduğu 'Kadı­köy futbol kulübü" (1902 yılında) ve Kumların kurduğu ."Elpis kulübü" takip etmiştir. Aynı yıllarda İzmir'de de Rumlar "panionios" ve "Apollon"; Ermeniler ise "Dork fut­bol kulübü'mi kurmuşlardır.
İngilizler kulüblerini kurduktan sonra, İstanbul ve İz­mir'de futbolu halka tanıtmaya başladılar. Osmanlı Devle­ti başlangıçta bu oyusun oynanmasını yasakladı. Ancak, Rum ve Ermeni azınlıklarına tanınan haklardan dolayı onlar arasında yaygınlaşan bu spor dalı giderek Türkler a-rasında da yaygınlık kazanmaya başladı.
Devamlı zayıflatılan Osmanlı Devleti içinde İngiliz sö­mürge zihniyetinin öncülüğü ile mevcut azınlıklar "Spor kulübü" adı altında ülke gençlerini kendi öz değerlerinden uzaklaştırarak batıya bağımlı hale getirmede Önemli bir görev icra etmişlerdir.
Yukarıda spor kulübierinin kuruluş tarihleriyle kuru­cularının kimliklerini ibret nazarlarınıza arz ettim. Kuru­cuların kimlikleri bu sporun hangi amaçla yaygınlaştırıl­dığına Kuvvetli bir delildir.
Ülkemizde ilk futbol ligi 1904 yılında İstanbul'da dü-zer.lenmiştir. Bu lige Moda, Elpis ve îmogene gibi İngiliz ve Rum takımları katılmıştır. Ertesi yıllarda Türk takım­ları Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe takımları perde ar­kasından İngiliz, Rum ve Ermenilerin teşviki ve yönlendi­rilmiş yerliler tarafından kurulmuştur. Bu üç takım daha önce ihdas edilen lige katılan yerli kimlikli ilk kulüpler olmuşlardır. Samanımıza kadar kurulan kulübîerin de ma­yası hep bu üç kuîüb; onların mayası da İngiliz, Rum ve Ermenilerin kurduğu kulübler olmuşlardır.
Siz, hiç bir futbol ucunun ibâdetlerini yaptığını, hayatı­nı güzel amellerle süslediğini, zina yapmadığm, içki içme­diğini, düzenli bir aile hayatı yaşadığını, har anılardan el etek çekip örnek bir hayat yaşadığını duydunuz mu?
Ama çok gördünüz ve duydunuz: En namlı futbolcusun­dan en namsız futbolcusuna kadar en namlı orosbusundati en namsız orosbusuna kadar nice saniyelerle geçirdikleri fuhuş macaraîarmın gazete sütunlarına nasıl zevkle re-simîeriyîe beraber aktarıldığım. Yine Ermeni ve Rum kö­kenli gazetelerde bunlar propaganda edilerek milletimizin genç evlâtlarının nasıl bunlara özendirildiğini gördüğünüz ve okudunuz...
Şimdi yine soruyorum! Ey müslümanlar! Bunca olum­suzluklara rağmen size bunların oyuncularıyla beraber hangi takımlarının niçin tutturul duğunun halâ farkına varamayacak mısınız? Bizden sorması!
Totosuyla, lotosuyla, ganyanıyîa sportif faaliyetler ku­mar aracı yapılmıştır, Aslında batı kökenli sporların tabi­atında sömürü esas alınmıştır. Bir voleybolun, bir basket­bolün ve diğerlerinin harama gotürücülüğü bakımından aralarında hiçbir fark yoktur.
Bugün yapılan boks müsabakaları barbarca ve vahşice icra edildiği için İslam'ın ruhuna ters düşer.[47] Sonra kendini "bilen" bir insan için eo iyi rallici olmak ya da en güçlü yumrukları atmak bir hedef olamaz herhalde...
Bizim ata sporumuz güreştir. Güreş Peygamber sporu­dur. Peygamberimiz güreşmeyi, biniciliği, atıcılığı, koşuyu bizzat yapmış ve yaptırmıştır. Günümüzde yapılan diğer spor müsabakalarında olduğu gibi güreşte de kaideleri ba­tılılar koyuyor. Güreşimizi de bozdular. Bakınız FİLA'nın neşrettiği "Güreş oyun kaideleri" adlı kitpta 9'.cu madde şöyle:
"Güreş yaparken güreşçinin üzerinde sadece mayo bu­lunur. Mayo, vücuda yapışık ve kalçaları içine alan biçim­de olacak, boyun ve kolların etrafı iki avuç içi kadar ay bi­çiminde kesik olmalıdır. Bu kıyafete hiçbir ilâvede bulunu­lamaz", denilmektedir. İslâm'ın avret saydığı yerler açtı-rılınakta inadına yapılır tavrı açıkça görülmektedir. Gü­reşte bizim örtümüz kısbettir. Onun kaideleri de tarihi kaynaklıdır.
Dinimizde müsabaka tertip etmekte beis yoktur. Pey­gamberimiz spor yapıp yapılmasını da tavsiye ettiği gibi [48] müsabakalar da tertip etmiş, kazananları ödüllendir­miştir. [49]
Milletlerin milli hislerini tatmin edici şampiyonlara ih­tiyacı vardır. Bu şampiyonluklar o milletin milli sporların­dan çıkarılmalıdır. Sportif faaliyetlerde o milletin inanç, âdet ve ananelerinden gelen değerlere göre kaideler ko-nulmaldıır. Meselâ tesettür ve milli sporlar gibi. Bugün hiçbir sporcu iştirak edeceği bir müsabakaya katılacağın­da ''Ben müslümanım. İnancımın gereği dizlerimle göbe­ğim arasını açamam, haramdır. Bu kısmı kapatarak mü­sabakaya katılacığım" deme hakkına sahip değildir. Çün­kü yapılacak sporun kaidelerini, kurallarını kâfirler kendi inançlarına göre koyuyorlar.
Niçin böyle yapıyorlar, derseniz; sebebi gayet açıktır. Çünkü, milletleri ayakta tutan şeylerden biri de moraldir.
Şimdi propaganda ve moral açısından sportif faaliyetlere, müsabakalara daha çok önem verilmektedir.
Batı kendi bünyesine uygun kaidelerle, yönlendirdiği müsabakalarla milletimizin moralini yıpratmayı, gençleri­mizi aşağılık duygusuna itmeyi hedeflemiştir.
Milletimize dinimizin ortaya koyduğu ölçülerle, teşvik ettiği spor dallarını güçlendirir sek ve küfre karşı kesin tavrımızı koyarsak, kimsenin aşağılık duygusuna düşme­sine imkan vermeyiz. Böylece sporun gayesi ve müsabaka­lardan elde edilmesi gerekene ulaşılmış olunur.
Elde edilen "başarı"ların kutlamlması da memleketi­mizde ayrı bir haram vesilesi yapılıyor. Kendi aralarında yaptıkları faaliyetteki "üstünlüğü" bile içki ve dansözle eğ­lenerek daha da bay ağıl aşıyorlar.
Oysa başarılar namaz ile secde ile kutlanır. Fatih Sul­tan Mehmed İstanbul'u feth ettiği zaman doğru Ayasof-ya'ya gidip Allah'a şükran secdesinde bulundu. Zafer ser-hoşluğuna kapılıp içki masasında kendinden geçmedi. Dansöz oynatmadı. Çılgınlaşmadı. Bugün bilmemne spor dalında ufak bir galibiyet elde edilince devlet erkanından tutun da spor kulübünün odacısına kadar içki içiliyor, dansöz oynatılıyor, sözüm ona "zafer" serhoşluğuna kapılı-nıyor. Bu da bize batının sporuyla beraber gelen bir hasta­lık. Cenab-ı Hakk neslimizi bu hastalıktan korusun çağı­mız insanını da kurtarsın...
Hasılı, İslâm'da spor (günümüzdeki gibi olmamak kay­dıyla) vardır ve bir gayeye yöneliktir. Zamanımızda spor küfrün elinde bir silah olarak kullanılmaktadır. Müslü­manlar spor ile de sömürülmektedir. Peygamberimiz ama­tör sporculuğu tavsiye etmiştir. Spor yapmanın şartları bu yazımızda da beyan ettiğimiz gibi belirtilmiştir.
Unutmayalım, müslümanlığımız amellerimizin Ölçülü olmasıyla orantılıdır. Ölçüye uymayan her amel küfrün kâr hanesi için önemli bir kazançtır. Çünkü bu küfrü ku-vetlendirir. İnsan, küfrün hizmetkârı olmaktansa lağımla­ra fare olmayı tercih etmelidir. Çünkü küfür lağımlardan da iğrençtir. İnsan için asıl olan imân ile şereflenmek İslâmi hayat iîe bu şerefi muhafaza etmektir.
Cenab-ı Hakk, nefsimizi ve neslimizi küfür bataklığına düşmekten korusun; çağımız ihsanını da kurtarsın... [50]

441- Bu İş İnşaallah Île Maşaallah'a Kaldı İse Yandık.


•önce kelimeleri açalım:
İnşaallah: Eğer Allah (c.c) dilerse;
Maşaallalı: Allah (c.c)'nün dilediği olur.
Mülk Allah'ın sadece Ö'nun hükmü geçerlidir. Ey müî-kün sahibi olan Allah'ım! Sen dilediğine dilediğini verir­sin. Dilediğinden de dilediğini çeker alırsın. Dilediğini aziz, dilediğini de zelil edersin. Hayır yalnız senin elinde­dir. Sen her şeye kadirsin.. Geceyi gündüze sokarsın. Gün­düzü de geceye sokarsın. Ölüden diri çıkarırsın. Diriden de ölü çıkarırsın. Dilediğine dilediğin kadar verirsin.[51]
Evet! Allah'ın dilemediği, O'nun İzin vermediği hiçbir işi, dini ne olursa olsun mümkün değil kimse başaramaz. Bunu kesinlikle bilmemize ihtiyacımız var. Bu bilinmeden sihhatli bir neticeye gidilemez.
Üzülerek ifade edelim ki, müslümanlar geneli itibariyle bu gerçeği bilmiyorlar'. Bilmiş olsalardı böyle olmazlardı.
Öncelikle İnşaallah" diye söz verip sözünü yerine ge­tirmeyen, bu kelimeyi "yalama"laştiran müslümanlar ol­mazlardı. "Söz vermek yemin gibidir" hadisimi unutma­mak lazım. "Allah dilerse", "Allah'tan bir engel çık­mazsa mutlaka bu gösümü yerine getireceğimi" anla­mına gelen "inşaallah" sözünü keyfemayeşa boşa çıkaran, söz verip sözlerinin üzerine yatan müslümaBİar bugün müslümanbk anlayışını bozmuşlardır .Bozuk insanların elinde ve dilinde güvenilir müslümanlık diye birşey kal­mamıştır.
Müslümanların yüklendiği bu ağır vebal sebebiyle in­sanlar artık, yapamıyacakları oyalayacakları işler için "in-şaallah" "jnaşaallah" der olmuşlardır.
inşaallah ile Maşaalîah demenin ne mânâya geldiğini bilen, bilerek bu ifadeyi kullanan ve sonra da verdiği sözü tutmayan, karşısındakini oyalayanlar din. ile alay etmiş ve dini sulandırmaya kast etmiş olur. Böylelerinin şerrinden Cenab-ı Hakk dinimizi, milletimizi ve bütün insanlığı ko­rusun ve kurtarsın.
Hâsılı, "Bu iş inşaallah ile maşaallah'a kaldı ise yandık" diyenler Allah'ın takdirini, O'nun dilemesini devre dışı bırakmış oluyorlar. İnşaallah, Maşaalîah dedik­leri halde sözlerini tutmayanlar, başkalarını oyalayanlar ve bu kelimeleri bu niyetle söylenilir hale getirenler ce­hennemdeki yerlerini sağlamlaştırmış oluyorlar. Bu şerir­lerin ve zalimlerin sebep olacakları felaketten Allah'a sığı­nıyoruz. Rabb'imiz bizi böylelerin şerrinden korusun ve kurtarsın... [52]

442- 'Haydan Gelen Huya Gider" Demek.


Hakk'm 99 İsm-i Celili vardır. Bu 99 isme Esmâ-i Hüsnâ denir. Hayy [53] ve Hû' [54] isimleri de Esinâ-i Hüsnâ'dandır.
Peygamber (S.A.V) Efendimiz:
"AUah-u Taalâ'nın 99 ismi vardır. Kim bunları beller ve ezberlerse cennete gider"[55]buyurmuştur.
Bu 99 isme ihsâ isimleri denir [56]Bu, Allah'ın 99 ismi vardır da bunlardan başka yoktur demek değildir. Bu sa­dece Allah'ın ihsâ isimlerini bildirmek içindir. Kur'an-ı Kerimde Allah'ın bunlardan başka isimleri de vardır. Has kullarına bildirdiği veya bildirmediği nice isimleri de var­dır.                                          '.
Alîah-u Taala'yı bilmek, O'na layıkı veçhile kulluk ya­pabilmek ancak Onun isimlerini, sıfatlarını Öğrenmekle ve tanımakla olur.
Allah'ın 99 ismine gönlümüzü verir de samimiyetle söylersek kazancımız ölçüsüz olacaktır. Allah'ın yardımı ar­kadaşımız olursa, bu isimlerin bereketiyle zalimler Hakka boyun eğer, münkirler ikrara döner, cahiller arif olur, arif­lerin irfanı artar. Cimriler cömert kesilir. Hasetçilerin içindeki haset ateşi söner. Şirkin her çeşidi yüreklerden si­linir.
Esmâ-i Hüsna'yı öğrenmekle Allah (c.c) bilgisi kazanı­lır. Allah bilgisi Allah segisinini tohumudur. Bir gönüle bu tohumdan düşerse filizlenir. Allah (c.c) Kudsi hadiste: "Ben mü'min kulumun gönlündeyim." buyuruyor. Allah (c.c) mü'min bir kalbe sığar. Allah'a yapılan taat, duyulan sevgi, Allah'a itaatsizliğin sebep olduğu azabın korkusu Allah'ın kalbe sığmasıdır.
Kainatta en çok söylenilen kelime Allah (c.c) laf­zıdır. Kur'an-ı Kerim'de Mücadele suresinin her aye­tinde AT I, AH kelimesi geçer. Ve bu kelime Kur'an-ı Kerim'de 1697 defa zikredilmiştir.
Bütün bunları zikretmenizin sebebi başlıkta zikrettiği­miz sözü izah için idi: "Hayy'dan gelen Hû'ya gider." Son derece güzel olan bu sözün türkçesi: "Allah'tan gelen yine Allah'a döner" şeklindedir. Öyle değil mi? Biz Al­lah'tan gelip yine Allah'a dönmeyecek miyiz? Bizden önce­kiler böyle olmadılar mı? Bizden sonrakiler de böyle olma­yacaklar mı? Elbette, evet.!
Ancak, Allah'tan gelenin yine Allah'a döneceğini anla­tan bu güzel sözü zamanımızda bir kısım densizler (ve hatta halkta genel anlayış olarak) zıt bir mânâ ile ele alıp; kötü yoldan gelenin kötü yola gideceğini anlatmak istiyor­lar. Böyle bir izah son derece tehlikeli ve insanı cehenne­me götürücüdür. Allah'ın Hayy ve Hû İsm-i Şeriflerine iki ayrı iğrenç mânâ verip çirkin bir izah yapmak akıllı ve imanlı kişilerin yapabileceği bir şey değildir.
Evet "Haramdan gelen harama gider" sözü doğru­dur ama bunun ifade tarzı "Hayy'dan gelen Hû'ya gi­der" şeklinde değildir. Bu "Havadan gelen havaya gi­der" şeklinde söylenmelidir. Netice olarak maddecilerin kabul etmediği bir gerçek var. Onlar kabul etmeselerde havadan (haramdan) gelen para, havaya (harama) gitmek­tedir. Kimseye mutluluk getirmemekte, huzursuzluğa yol açmaktadır.
Hâsılı, "Hayy'dan gelen Hû'ya gider" sözü Allah'tan gelen Allah'a gider mânâsında olup son derece doğru bir ifadedir. Allah'tan gelenin yine Allah'a gideceğini anlatan bu güzel sözü muhalif mânâda ele alıp, kötü yoldan gele­nin kötü yola gideceğini anlatmakda son derece çirkindir. Hayy ve Hû ism-i şeriflerine ters mânâ vermek insanın imânım -varsa- helak eder. Eğer kötü yoldan gelenin kötü yola gideceği gerçeği kısa yoldan anlatılacaksa bu "hava­dan gelen havaya gider" şeklinde ifade edilmelidir.
Her raü'min bu hususa son derece titizlikle riâyet et­mekle yükümlüdür. Zira cehenneme gitmeye sebep uzuv­lardan biri de dildir."Diline, eline, beline sahip ol" ata-sözümüzle bir gerçek ne güzel ifade edilmiştir. Müjdeler olsun bunlara sahip olabilenlere...
Cenab-ı Hakk, ümmeti gerçeklere muhalefet etmekten korusun ve kurtarsın... [57]

443-Günümüzde Şarkı-Türkü Sözleri


Günümüzde söylenilen şarkî ve türkü sözlerinin tama­mına yakını ya küfür veya küfre götürücü ifadelerdir. Onun için bunları söylemek ve dinlemek kesinlikle haram­dır! Hiçbir müminin böyle bir tehlikeye mâruz kalmamalı­dır.
Bu konuyu musiki çerçevesinde ele almak gerekiyor. Biz "Müzik ruhun gıdasıdır" başlığı altında bu konuyu ki­tabımızın ikinci cildinde genel hatlarıyla ele almıştık.[58] Aynı meseleyi başka bir yönüyle burada tekrar gündeme getiriyoruz. Konunu başlığına dikkat edilirse ele alacağı-mızhusus anlaşılacaktır.
Burada, günümüzde söylenilen şarkı ve türkü sözlerin­den bazılarını tahlil edip genel bir hüküm çıkaracağız, in-şaallah..
Zamanımızda söylenilen şarkı ve türkü söyleri söyleyen ve dinleyenleri ya kâfir olmalarına sebep olmakta, ya küf­re doğru sürüklemekte, ya şehveti tahrik etmekte, ya ümitsizlik ve isyankarlık aşılamakta, ya insanı âsileştir-mekte, ya içki ve kumar gibi dinen haram olan şeylere teş­vik etmekte, ya bir zâlimi veya bir kadının orasını burası­nı övmektedir. Bunlardan dolayı ve kadınh-erkekli meclis­lerin meydana getirilmesine sebep olduğundan ve namah­rem kimselerin seslerinin dinlenilmesine vesile olduğun dan kesinlikle haramdır[59]
"Müzik ruhun gıdası" diyenlere, hayatın lezzet ve zev­kini kaçıran o şarkıların ve türkülerin ruha gıda mı zehir mi olduğunu sormak lazım. Yaratılış gayemize ters düşen ve söyleyen ye dinleyenleri küfre veya isyankarlığa götü­ren sözlerle dolu olan şarkılar nasıl ruhun gıdası olabilir? Bugün musiki dedikleri şeyleri dinleye dinleye dünyaları­nı karartan inşalara şaşmamak imkansızdır.
Bir de konser dedikleri ve salonlarda icra ettikleri aca-ib gürültülerle kimin ne söylediği anlaşılmayan bir "mü­zik" çeşitleri var ki yamyamların ayinlerine benziyor. Bu bize batılı yamyamlardan sirayet etmiştir. Nota, usul, ma­kam, edeb, hâyâ. bilmez, kişiliksiz ve neidüğü belirsizlerin tuttukları bir yol. Biz kültürü bozulmuş bir toplumuz. Kültür istilasına uğramış bir toplum elbette bütün değer­leriyle birlikte musikisini de kaybetmiştir. Bizde bugün müzik ve spor en etkili bir sömürü aracı olarak kullanıl­maktadır. Amerika her alanda olduğu gibi caz ve pop mü­ziği ile, sporu ile bir ahtapot gibi kanımızı emmektedir. Hadise budur.
Bir de, musiki ile hastalan tedavi usulü vardır. Ancak bugün uygulanan şekli son derece yanlıştır. İstanbul Ba­kırköy akıl hastahanesinde bu usuî uygulanıyor. Hastaha-nenin her tarafına hoparlör vasıtasıyla "musiki" yayını ya­pılıyor. Neşrettikleri müzik kilise müziğidir ve insanın si­nirlerini gevşeteceği yerde daha da gerginleştirmektedir. Bırakınız delileri teskin etmeyi bu müzik akıllıları bile de­li ediyor. Şüphesiz bu, kültür bozukluğunun bir uzantısı­dır.
Dünyada ilk defa ecdadımızdan Farabi ve İbni Sina gi­bi müslüman Türk âlimleri müzikle tedaviyi başlatmışlar­dır. Özellikle İbn Sina bu bilimin kurucularının başında gösteriliyor.
Farabi'nin "Kitabul-Şifâ" adlı eserinde müzikle teda­viye ayrılmış parçalar vardır.
Osmanlılar müzikle tedaviyi Farabi ve İbni Sina'nın kurdukları esaslar üzerine geliştirmişlerdir. Bu konuda araştırma yapan hastahaneîer kurmuşlardır. Araştırma­lar o kadar derinleşmiştir ki 17-18. ci yüzyıllarda yaşamış olan hekim ve şair Suuri Hasan Efendi hangi makamın hangi hastalığı tedavide kullanılması gerektiğini şöyle sı­ralamıştır:
•Makam-ı rast=Havâle ve felç hastalarına; •Makam-ı Zirefgân=FeIç, sırt ve mafsal ağrısı çeken hastalara;
•Makam-ı Irak= Menenjit hastalarına;
•Makam-ı Buseîik=Göz ağrısı ve göz hastalıkları has­talarım tedavide uygulanacaktır. Gerçekten bunlar bir ta­kım metodlarîa hastalara uygulanmış ve iyi neticeler alın­mıştır.
Buraya kadar alt yapı olsun için genel malumat verdik. Şimdi asıl konumuza geliyoruz: Günümüzde şarkı- türkü sözleri ve bu sözlerin itikati neticeleri:
Televizyonda, radyoda, teyb bantlarında gazinolarda zenneler [60] seslerinin çıktığı kadar haykırıyorlar. Diyorlar ki:
"Seninle Cehennem Ödüldür bana; Sensiz Cennet bile sürgün sayılır..."
"Bu akşam bütün meyhaneleri dolaştım; Seni aradım kadehlerdeki dud#k izlerinde."
"Tanrım beni baştan yarat." "Kaderim ve kaderimi yazan utansın."
Yukarıya bazı şarkı sözlerinden birer parçayı konumu­zu izahta kolaylık olsun diye aldık. Dikkatle incelendiğin­de, bu ifadeleri kullananların ve kullananları onaylayan­ların küfre düştükleri anlaşılacaktır. Kimse kendisini kan­dırmasın; bu ifadeler küfür sebebidir.
Çünkü bu ifadelerle, karşı cinse olan sevgi ölçüyü aş­mış, kadere ve Allah'ın takdirine isyan bayrağı açlımıştır. İnsanı sevmenin bir Ölçüsü vardır. Sınırsız sevgi yalınız Allah (c.c) içindir. Allah'ı sever gibi birilerini sevmek, Kur'an-î Kerim'de de buyurulduğu gibi, son derece tehlike­li bir olaydır.
Cenab-ı Hakk buyuruyor ki:
"İnsanlardan bir kısmı Allah'tan başkasını O'na emsal edinir, Allah'ı sever gibi onları severler. İmân edenle­rin ise Allah'ı sevmesi çok daha köklü ve devamlıdır..."[61]
Dikkat edilirse âyette bir kısım insanların yaratılmış­lardan bazılarını Allah'ı sever gibi sevdiklerine işaret edi­liyor. Şüphe yok ki, böyle yapmak onları Allah'a ortak yap­maktır, Şarkı-türkü sözlerine dikkat ederseniz bunu açık-ca göreceksiniz.
Bir kaide vardır: Ma'bud [62] en yüksek mahbuddur. [63] Son derece sevilen şeyler ne olursa olsun ma'bud edinilmiş
olunur. Allah'ı bırakıp Allah'tan başkalarını muhabbet ve­silesi yapmak [64] sapıklık [65]olarak beyan edilmiştir.
Zevkine eriîmiş sağlam imân, derin sevgiye yol açar; Ne var ki birini Allah için sevmek başka, Allah'ı se­ver gibi sevmek daha başkadır.
' Zira, Allah için sevmekle Allah'ı sever gibi sevmek ara­sındaki farkı bilmek gerekir. Allah'ı sevenler Allah'ın koy­duğu ölçüler içinde yaşayan kullarım da severler; lâkin Al­lah'ı sever gibi değil. Allah (c.c.) için sevenler gevdikle­rine Allah'ın rızası yolunda uyarlar. Allah'ı sevmek, O'na muhabbet havası içinde zavklerin en yücesini en ne­fisini tatmak ise, olgun mü'min için en ideal gayedir. Bi­rinci ölçüdeki sevgide sevap ve rahmet vardır. Odnei tür­deki sevgide günah ve şirk (Allah'a ortak, denk ve benzer) koşmak anlamı vardır. Üçüncü sevgi ise peygamberlerin, velilerin, salihlerin ve büyük âlimlerin yolu ve sünnetidir. Cenab-ı Hakk bir insanda iki kalb yaratmadığı için bir gönülde iki sevgi birleşemez. Allah'ı sever gibi başkasını sevmek tevhid'i zedeler, ruhu gıdasız bırakır, aslına ulaş­ma yollarını tıkar. O bakımdan hakiki imân, Allah'ı çok sevmenin tek çaresi ve en sağlam temelidir.
Şarkı sözlerini inceleyin. Bunlar sizi çok düşündürecek­tir. Ben inanıyorum ki, böylece siz önceki hatâlarınızdan dolayı tevbe edecek ve yeniden imân etme gereğini duya­caksınız. Aldatıldığınızı, saptırıldığınızı anliyacaksımz.
Bizim toplumumuzda nice insanlar var ki, zenginleri, makam-mevki sahiplerini, şarkıcıları, futbolcuları, fiziki güzelliğe sahip kadınları Allah'ı sever gibi seviyorlar. Bunların uğrunda her şeyi göze alryorlar. Bu bir şirktir. Bu hastalık bize Yunan, Roma ve Avrupa kültürüyle beraber gelmiştir. Çünkü onların edebiyatında, kültüründe, folklorunda böyle muhabbet mabudlannm hadd-i hesabı yoktur. Avrupa edebiyatında bu nevi şirk o kadar yaygın­dır ki, her eline bir kalem alan, şiir söyleyen ve şarkı oku­yan kimse sevgilisine ilâh payesini vermeyi bir hüner ad­deder. İşte bizdeki sapıkların ilham kaynağı bunlardır. Ne yazık ki, müslümanlann dejenere olmaları sebebiyle kamu oyuna da bu sapıklar hakimdir. Onun için bunların borusu ötüyor hep.
Bir hususa daha dikkat çekmekte fayda mülahaza edi-' yorum:
Bir gazinoyu düşünün. Yüzlerce kadın erkek oraya top­lanmış. Çıplak bir kadın oraya çıkmış şarkı veya türkü söylüyor. Ve oradakiler bu kadını alkışlıyor, ıslık çalıyor, brova sesleriyle kendisinden memnuniyetlerini bu hare­ketleriyle ortaya koyuyorlar. Şimdi, bunlar eğer o ana ka­dar imanlı idiyseler o andan itibaren kâfir oldular.
Niçin? Çünkü o kadın herşeyiyle Allah'a isyan halinde idi. Allah'a isyan halinde olan birini desteklemek;
"- Evet güzel yapıyorsun. İsyanında seninle beraberim, seni desdekliyorunı. İsyan etmeye devam et.." demektir.
Aynı şey televizyon için de geçerli. Aynı şeylerin icra edildiği veya hokkabazlıkla İslâm'a saldınîdığı bir progra­mı seyrederken onaylamak, tebebsümle karşılamak da in­sanı varsa imanından sıyırıp küfre sokar. Bu işin şakası yoktur. Her mü'min akıllıca yaşamını sürdürmeye mec­burdur.
Tavsiye ediyoruz: Dinlediğiniz şarkının ritmine kapıla­rak mânâsını düşünemiyorsanız lütfen önce sözlerini bir kağıda yazın. Sonra okuyun. Göreceksiniz ki, ortaya çıkan sonuç sizi dehşete düşürecektir. Böylece meselenin ciddi­yetini kavramış olacaksınız.
Unutmayın: Siz müslümansınız. Göreviniz Hakk'ın koyduğu ölçülere göre yaşamaktır. Bunun başka altarnati-fî de yoktur. Eğer var diyorsanız İslâm ile irtibatınız kesi­lir.
Hâsılı, günümüzde söylenilen şarkı ve türkülerin çok önemli bir bölümü insanı küfre götüren ifadelerle doludur. Geri kalanı da insanlara şehveti ve karamsarlığı aşılıyor. Müzik yönetimlerin halkı sömürü aracı haline gelmiştir.
Şarkılar ve türküler, insanlara, yaratılmışları Allah için değil Allah gibi sevmelerini telkin ediyor. Bu bakım­dan, bu tür ifâdeleri mırıldanmak, söyleyenleri dinlemek, söylenilenleri onaylamak küfür sebebidir, insanı kâfir ya­par. Allah Cc.c), bizi ve bütün insanlığı böyle bir durumdan korusun ve kurtarsın... [66]

444- "Bu Asırda Kur'an İle Devlet İdare Edilmez"


"Bu asırda Kur'ân ile devlet idare edilmez" diyenlere gafil demek mümkün değil, bunlar hain kâfirlerdir. Bunla­ra diyelim ki:
Allah'ın yarattıkları iki türlüdür:
1-  Belli bir müddet yaşayıp   ölen insani ar-hayvanlar; yani fâni olanlar.
2-  Yaratıldıktan sonra kıyamete kadar baki kalacak olan hava, toprak, su, güneş... gibi varlıklardır.
Bu Kanun-u İlahiyeyi değiştirmek insanların elinde de­ğildir.
Birisi dese ki:
- Bu dünyanın toprağı eskidi. İlk insan Hz. Adem'den beri gelen bütün insanlar ve diğer canlılar bu topraktan faydalanmışlardır. Artık bu asırda yiyeceklerimizi bu hük­mü geçmiş topraktan almayalım. Bu gericiliktir" dese;
Başka birisi:
"- Dünya kurulalıdan beri herkes bu güneşle ısınmış ve aydınlanmış. Bunun modası geçti. Bu asırda modası geç­miş güneşle ısınmak ve aydınlanmak gericiliktir. Başka bir aydınlanma aracı yaparak güneşi söndürelim" dese; "Ve bir de şu havayı beğenmiyorum. Suyu beğenmiyorum. Bunlar ilk insandan beri kullanılan şeyler. Bunları kul­lanmağa devam etmek gericiliktir. Ben yirminci asrın ile-ricisiyim" dese, böyleleri için.
- Delirmiş zavallı, der geçeriz. Sözlerine Seğer verme­yiz.
Çünkü, Allah'ın kıyamete kadar baki kalmak üzere ya-rattğı bir varlığı, kıyametten Önce yok etmeğe çalışmak ve­ya ısrarla yok farzetmek deliliktir.
Kur'an-i Kerim'de, kıyamete kadar, baki kalacaktır. Başka peygamber ve kitap gelmeyeceğinden, ezelden ebede kadar hükmünü sürdürecektir. Bu kanunu da biz değişti­renleyiz. Kur'an-i Kerim'i inkâr da deliliktir, çılgınlıktır. Bu balığı susuz, insanı havasız yaşatmaya çalışmak gibi­dir.
Muhafazakârlık hep olduğu yerde saymak değil, mese­lenin Özünü biîmek, kaynaktan kopmamak, balığı denizde, insanı atmosferde yaşatmak demektir.
Biz, dinimize göre yaşadığımız dönemlerde dünyanın efendisi makamında idik. Avrupalılar bizim atalarımızın özengisini o zamanlarda öpüyorlardı. Bizi dinimizden ayır­dılar. Ne oldu ise ondan sonra oldu. Başımıza bunca bela bundan sonra geldi. Hırsızlığı uyanıklık, çıplaklığı asrilik, dine saldırıyı ilericilik zanneden türemeler türedi. Batılı din ve devlet adamlarının bu konuda yazılmış yüzlerce ra­poru vardır. Hepsi de, Müslümanların askeri güçle yenil­mesinin mümkün olamayacağını, ancak dinimizden kop­mamız halinde zayıf düşeceğimizi dinimizden kopmamızın ise, ahlâkımızın bozulmasıyla mümkün olacağını yazdılar, söylediler. Yazıp söylemekle kalmadılar. Ajanlarını aramı­za soktular. Onlar devleti ellerine geçirdiler. Bir de bizim bazı insanlarımızı tahsil adı altında ülkelerine aldılar. On­ların çoğunu kendilerine göre yetiştirdiler. Gönderdiler memleketimize. Bize bunların propagandasını yaptılar. Bu Avrupa görmüş, dediler. Görgüsü, bilgisi Avrupaya git­meyene göre daha fazla dediler. İnsanımızı propaganda ile aldattılar. Biz inanıverdik onlara. Onlara başımıza idareci seçtik. Kıyamet işte bundan sonra koptu. Bunlar namaz kılan ana-babalarma bile düşman oldular. Dindarlık geri­cilik, İslâm terakkiye mani dediler. 1400 senelik kanun­larla bu memleket idare edilmez dediler. Zaman zaman da millete kendililerini kamufle edebilmek için "benim babam da hoca idi" demekten de geri durmadılar.
Şerefli tarihimizi, bizi biz yapan dinimize şerefimize, edebimize düşman olan bu güruhu tanıyalım da bunlara aldanmayalım. Bunlar, eskiden yaratıldı diye güneşi, ayı, toprağı, havayı, suyu, 1400 senelik geçmişi var diye Kur!an-ı Kerim'i beğennıiyecek kadar geri zekalıdırlar. Bunların kalın enselerini, şişkin göbeklerini görünce bir-şey olduklarını zannetmeyin. "Kur'an-m devri geçti" di­yenlerin lâğımlarda gezen fareler kadar bile Allah indinde değerleri yoktur. Bunlara Müslümanca baktığımız zaman ne tür iğrenç olduklarını göreceksiniz. Bunlara o gözle ba­kın işte.
Şunu kesinlikle hepimiz biliyoruz: İslâm'ı parçalara ayırıp, "Bu bizim hoşumuza gidiyor kabul ediyoruz; bu da gitmiyor, bu çağda bunu uygulamak mümkün değildir" demek kafirliktir. Nesillerden nesillere miras yoluyla inti­kal eden mallar gibi ana-babalarının hocaliklarıyla övü­nenler, içkinin helaliğini, çıplaklığın gerekliliğini ellerine geçirdikleri imkanlarla propaganda ediyorlar. Bu zalimleri iyi tanıyın, Müslümanlar... '
Bunlar dinden ve dindarlardan, dinine göre yaşıyanlar-dan çok korkarlar. Dünyanın her yerinde bu böyledir. Çünkü iman edenler, kendilerinin üzerinde Allah'tan baş­ka kuvvet görmezler. Kendilerini putlaştıran haksız ve sahtekar idarecilere ilk karşı çıkanlar dindarlardır. Bu­nun için kâfirler insanımızın inancıyla inancının gereği giyimi ve yaşantı tarzlarıyla mücadele ediyorlar. Bizi dini­mizden etmek için ellerindeki imkânları kullanıyorlar.
Netice olarak şunu diyebiliriz ki, Allah'ın kanunları de­ğişmez. Güneş ay, hava, su, toprak... v.s. eskiden yaratıl­dı, modası geçti. Bunları kullanmak, bunlardan faydalan­mak gericiliktir, demek ne kadar gülünç ise, Kur'an için de 1400 sene önceki kanundur, geçerliliğini kaybetti de­mek de en azından o kadar gülünçtür. Makamı, mevkisi, mesleği, meşrebi ne olursa olsun Kur'an'a karşı çıkan bu kafirleri iyi tanımak lazımdır. Yoksa, "Benim babam da hoca idi" derler ve bizi aldatırlar. Müslümanlar, ne dünya­nın alâyişine ne de şeytanın iş birlikçilerinin fesadına al-danmıyalım. Dinimizden her ne pahasına olursa olsun ta­viz vermiyelim...
Cenab-ı Hakk, Ümmeti Kur'an'sız bir hayattan koru­sun ve kurtarsın.. [67]

445- "Eğrî Oturalım, Doğru Konuşalım."


Bizde söylenen günah sözlerden biri de "eğri oturalım doğru konuşalım" sözüdür. Bu sözün muhteviyatı müs-lümana yakışmaz. İnancımıza zıt bir ifadedir.
Doğru oturmaya ne mani var ki de eğri oturacağız. Hem eğri oturan doğru konuşamaz. Biz müslürnamz; doğ­ru oturaciğız ve doğru konuşacağız. Bununla yetinmemiz de mümkün değli. Aynı zamanda eğrilerin düzelmesi için doğrulan konuşacağız, Kur'an ve Sünnette emredildiği üzere, dosdoğru yaşayarak çevremize iyi örnek sağlam ön­der olacağız.
Bizim nasıl oturup nasıl konuşacağımız konusunda Kur'an ve Sünnette talimatlar verilmiş, bu konuda kesin tenbihatlarda bulunulmuştur. Biz müslümanlar bu husus­lara aykın bir hayat sergiîeyemeyiz. Böyle bir cesarete sa­hip değiliz. Çünkü yaptığımız her hareketin ve sarfettiği-miz her sözün hesabının sorulacağı güne imân ediyoruz. O günün hesabını yapmak zonurdayız.
Eğri oturmak ve yalan konuşmak kâfirlerin ve kâfirler gibi yaşıyanlann harcıdır. Biz böylelerin hergün binlerce-sine şahid oluyoruz. Misâl istenirse işte televizyon prog­ramlan. Evet, biliyoruz. Bunlar, bu programlan yapanlar milletim fıtratım bozmak için görevli piyonlar. Kahrolası-lar bu&u yapacaklar. Sürtüğünden tutun tâ profösörüne kadar program diye yayına çıkarılanlara hele bir bakın. Bir-ikisi müstesna, bunlarda edeb diye bir şey yok. Edebsizlik yarışında hepisi birinciliğe layık. O ne biçim oturuş öyle. Bacak bacak üstünde. Koltuğa yayılmış basen elle­rinde sigara incir çekirdeğini doldurmaz lâflar. Kadın dişi­lerin kasıkları görünür vaziyette. Sanki hayâsızlık yarış­ması yapılıyor. Bakın bunlara kimi profosör, kimi deflet ricali, kimi nota bile bilmez "sanatkâr" adı altında bir sürü sürtük . İnsaf edelim insaf! Hem de ne insaf...
Eğri oturmak da eğri konuşmak da bizim asil kültürü­müzde yok. Bu bize batı kültürü ile geldi. Batılı, nasıl otu­rulacağını, ne de karşısındaki ile nasıl konuşulacağını bi­lir. Evine girerken ayakkabısını çıkarmasını bilmeyenlerin nasıl oturulacağını bilmemelerine şaşmamak lâzım. Adamların kültürü vahşi. İnsanlığın haline acıyıp bunla­rın hidayeti için çok çalışmak lazım.
Bizim gerçek bir atasözümüz var: "Kör île yatan şaşı kalkar" derler. Batıcılığı meziyet sayanlar oraları kıblegâh edindiler. Onun için ülkemizde insanlarımız kor­kunç bir buhran içindedirler. "Kılavuzu karga olanın bur­nu pislikten çıkmaz" diyen atalarımız çok doğru söylemiş­lerdir. Batıyı örnek alanların edebsizliği, yamuk yumuklu-ğu onlar gibi olma sevdahhğındandır. Şerlerinden Allah'a sığınırız.
Hasılı, "Eğri oturalım, doğru konuşalım" sözü günah sözlerden biridir. Doğru oturmaya mâni yoktur. Eğri otu­ran doğru konuşamaz. Doğru oturacağız, doğru konuşaca­ğız. Çünkü bizler müslümanız, ELHAMDÜLİLLAH... Ce-nab-ı Hakk, eğrinin her çeşidinden ümmeti korusun ve kurtarsın... [68]

446- "Ondan Allah'tan Korkar Gibi Korkuyorum."


"İnsanlardan kimi, Allah'tan başka eşler tutar. Al­lah'ı sever gibi onları severler (Allah'tan korkar gibi onlardan korkarlar), Mü'minler de en çok Allah'ı se­verler (ve en çok O'ndan korkarlar), zulmedenler, azabı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çetin olduğunu anla­yacaklarını keşke bilselerdi.[69]
Korku denen şey insanın içinden gelir. Korku bize Rabb'ımızm en güzel hediyesidir. Eğer korku olmasaydı elektrik tellerini avuçlar, yoîda yürüyen yolun ortasından giden araçlarla çarpışırdık. Sonra keşifler dururdu.
Önemli olan korkularımızı yönlendirmektir. Kimden korkacağımızı, kim ve nelerden korkmayacağımızı belirle­mektir.
Sevgi ve korkuda yaratılmışları Yaratan'a denk tutar­sak o saman şirke girmiş oluruz. Sevdiklerimizi ve kork­tuklarımızı Allah ile eş tutmak ve hattâ bazen daha da fazlalaştırmak şirktir. Şirk, kulun işlediği en büyük suç­tur. Bu suçtan daha büyük bir günah da yoktur.
O halde, sevdiklerimizi hangi ölçüde seviyoruz, kork­tuklarımızdan hangi ölçüde çekiniyoruz, bunu çok iyi tes-bit etmeye mecburuz. Neyi ne kadar seveceğimiz; kimden ve neden ne kadar korkacağımızı bilmekle mükellefiz. Aksi halde müşrik damgasını yersek belkide ebediyyen iflah olamayız. Hem ne kadar yaşayacağımızı da bilemiyoruz. Vok tedbirli hareket etmek zorundayız.
Kul için şirk, en büyük belâdır. Maalesef zamanımızda şirk ve müşrik kelimeleri üzerinde pek durulmuyor. Oysa Peygamberimiz (SAV) buyurmuştur ki-
"ümmetim için en çok korktuğum şey Allah'a şirk koşmalarıdır. Dikkat edin hen size onlar aya, güne­şe, puta   tapacaklar demiyorum. Fakat Allah'tan "  arzularına göre yaşayacaklar, diyorum.[70]
 Zlddl Şkktİr- Şirk' demek-Allah'a mahsus olan, Allah a ait olan hak ve sıfatlardan birinde veya bir kaçında başkalarım ortak etmek, başkalarına pay çıkar­mak demektir. Şirk, kulu Rabb'e karıştırmak kulu kul ol­ma makamından alıp Kabb makamına çıkarmaktır.
Bir kimse Lâ ilahe illallah derse Cennet'e girer" Haua-ı Şerıu bütün şümulüyle tevhidin önemini ifade et­mektedir. Yani insan Allah'ın bütün hak ve sıfatlarına inanacak, ne kendisinin ne de başkasının bu haklara teca­vüzüne müdahalesine asla ma göstermiyecektir.
Müslümanların en büyük eksikliklerinden biri de küf­rün bel kemiğini teşkil eden şirk konusunda bilgisiz olma-I lümanın anladığı, Allah'ı inkar etmektir. Bu yanlıştır. Kur'an-ı Kerim'de 45 yerde müşrik­lerin Allah ı kabul ettikleri zikredilmiştir
Demek oluyor ki, "Ondan Allah'tan korkar gibi korku-yorum ifadesinde insanı imâni noktada şirke götürebile­cek bir korku seziliyor. Benzetmelerimizi daha dikkatli yapmaya çalışalım. Şöyle düşünelim. İman tepemize ko­nan bir kuş, kuşun uçmaması için gösterilmesi gereken dikkatten daha fazlasını imanı muhafazada göstermek mü'minliğimizin gereğidir. Cenab-ı Hakk, Ümmeti Şirk ve nifaktan korusun ve kurtarsın.. [71]

447-"Fala İnanma, Falsız Da Kalma"


Fal: Uğur, baht mânâsına gelen,bir kelimedir[72] Gele­cekte olacak şeyleri anlamak maksadıyla yapılan şeyler hakkında kullanılır bir tâbirdir[73]
Cenab-ı Peygamber Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimiz hiçbir zaman fala itikat etmemiş ve inanılmasının da ha-ramlığını beyan buyurmuştur. Falın azı da çoğu da ha­ramdır. . Peygamber (S.A.V) Efendimiz:
"Kâhinliği kabul eden, fala bakan, fala inanan kimse, cennete giremediği gibi, uzaktan bile cenneti göremeyecektir.'[74] diye haber vermiştir.
Ebu Hureyre (r.a[75] şöyle demiştir: Rasûlullah (S,A.V)in: "İslâm'da teşe'üm[76] yoktur, en hayırlısı te-fe'üldür'[77] buyurduğunu işittim. Orada bulunanlar­dan biri:
- Tefe'ül nedir Ya Rasûlullah? diye sordu. Peygamberimiz:
-  Sizden birinizin duyduğu güzel sözdür, buyur­du[78]
Beşer idrakinin akıbetini kestiremediği mühim işlerde İslâm dini istihare ile tefe'ülü talim etmiştir.
Bilindiği gibi istihare Peygamber (S.A.V) Efendimizin Hadis-i Şerifinde tarifini yaptığı şekilde namaz kılıp' dua ettikten sonra yatıp kalbe doğan ilham veya görülen rüya­ya göre amel etmektir. Tefe'ül ise görülen ve hissedilen şeyleri hayra yormaktır,
Cenab-ı Hakk. falcılığı yasakladı. Bunun hikmeti şu­dur: Bu tür hurafelerle uğraşmak toplumun sağlığını bo­zar. Falcılığın yaygın olduğu toplumlarda insanlar basiret­siz ve firasetsiz hale gelirler. Üzülerek ifade edelim ki, bu­gün toplumumuzu sevk ve idare eden zihniyet ellerindeki basm-yayın gibi imkanlarıyla insanlarımızı falcıların ve kâhinlerin ellerinde oyuncak haline getirmişlerdir. İslâmiyet bu tür anlayışları yasaklamıştır.
Zamanımızda çeşitli kâğıt, fincan ve diğer çeşitleriyle fal sevdası yaygın hale gelmiştir. Akıllı bir müslümamn dince reddedilen bu gidişata katılması mümkün değildir. Hele teşbih taşı veya Mushaf-ı Şerif ile fal bakmak İslâm'ın ve Kuranın reddettiği bir harekettir. Kur'an-ı Kerim"de:
"Ey iman edenler! Fal şeytanm pisliklerinden bir pisliktir'[79] buyurulmuştur. Bu işleri yapmak sapıklık, dalâlet, cehalet ve şirktir. Mü'minler tereddüde düştükleri bir konuda istihare yapar ve yapmak istedikleri işlerde hangisinin daha hayırlı olduğunu bilmediklerini ve hayırlı olanını Allah'tan dilerler.
Cahiliyet devrindeki insanlar günlük hayatlarına fal ile yön vermeye inanırlardı. Bugünün insanı ise kahve falına, medyumların seanslarından aldıkları mesajlara, cinler­den haber verdiklerini söyleyenlere inanıyor. Aralarında hüküm bakımından fark yok, sadece şekil ve kültür bakı­mından ayrıdırlar.
Bu yolla elde edilebilecek hiç bir şey yoktur. Zira, inanç fal olursa kişi inançsız olur.
Genelimizi nazar-ı itibara alarak şunu ifade etmek isti­yorum:
İslâm'ın kabul etmediği ilci ayrı dünyada yaşıyoruz;
1- Kafamızla İslâm'dan yanayız.
2- Yaşatığımız hayat tarzı, İslâm dışı şekillerle yüklü. Bir defa, ülkemizin mevcut yapısı İslâm'ı yaşamaya müsa­it değil. İşte, müslümanlık dışı bir inancı kesinlikle haz-medemiyenîer ne yazık ki, İslâm dışı düzenlere uyuyorlar ve hiçleşiyorlar. Falcılığa olan bağımlılık da bu hiçleşme-nin, işe yaramazlığın alâmetlerinden biridir.
Üzülmemek elde değil. Bazıları "Fala inanma falsız da kalma" sözünü Peygamberimizin sözü olduğunu iddia ede­rek bu işin lüzumluluğu üzerinde dururlar. Böyleleri Pey­gamberimize en büyük iftirayı atmış olurlar. Peygamber (S.A.V) Efendimiz: "Benim ağzımdan yalan uyduran cehennemdeki yerini hazırlamış olur" buyurmuştur.
Özellikle kadınların bir araya geldikleri yerlerde ortaya atılan bu çeşit gayr-i İslâmi düşüncelerin insanı ne derece batağa sapladığını düşünmek lâzım. Onun için özellikle hanımların bu konuda bir daha dikkatlerini çekmiş oluyo­ruz. Demek ki, "Fala inanma, falsız da kalma" sözü hiçbir dayanağı olmayan ve netice itibariyle buna inananları küfre götüren bir ifade tarzıdır. Hiçbir müsîümanm neti­cesi küfür olan böyle bir saplantıya düşeceğine ihtimal vermiyoruz. Bizi bu dereceye düşürmeyecek imânı kalble-rimize ilhak etmesini Cenab-ı Hakk'tan niyaz ediyoruz... [80]

448- "Biz Bu Oyunu Zevkine Oynuyoruz, Kumar Değil..."


•Hangisi olursa olsun, kumar aletleriyle -şartsız dahi olsa- meşgul olmak doldurulmuş silahla şakalaşmak gibi­dir. Doldurulup atılmaya hazır hâle getirilmiş silahla şaka olur mu? Yapılırsa bom dedi mi şaka yapan neticede kaka­sını yer.
Kumar âletleri şeytanın ameli, arzularını gerçekleştir­mede kullandığı oyuncaklardır. Kılavuzu karga olanın burnu pislikten çıkmaz. Eğlencesi şeytanın oyuncağı ola­nın da şeytan maskarası olmaktan kurtulması düşünüle­mez.
Şeytan oltası kumar aletleriyle iştigal edenlerin "Bunu zevkine yapıyoruz" demelerine aman aldanmayın. Canında diğerini geride bırakanın cakasından geçilmez. Böbürlene­rek:                                                          v
"- Yaa ben atjamı öyle yaparım işte. Bilmiyorsan bunu, git mektebinde oku. Öğrende gel." der durur. Bu kumar değil mi? Karşısındakinin duygularını, şahsiyetini (tabii varsa) sömürüyor. Bu da kumarın bir çeşididir.
Bazıları çayına, kahvesine, meşrubatına oynuyor. Oyunde yenilen kişi, içilenlerin parasını veriyor. Buna da kumar değil diyorlar. Fesübhanallah. Bu zehir gibi kumar hemde.
Biri diğerine "Yenilen yemek yedirecek" diyor. Öbürü de tamam diyor. Al kızı, ver papazı derken biri yeniliyor ve yemeği ısmarlıyor karşısındakine. Bu kumar değil de nedir?                    -
Zalim düzen milletimizi kumarbaz etti. Kumarın yay­gınlaşma sebeplerinden biri de Türkiye'yi ağ gibi saran miskinler yuvası kahvehanelerdir. Bunlar köylere varınca­ya kadar yayılmıştır. Kumarbazların ve serhoşlarm uğrak yeri olan kahvehaneler sağlık açısından da son derece teh­likelidir. İstanbul'da 150 kişiye bir kahvehane düşmekte­dir.
Kahvehanelerde, kumarhanelerde maça kızlarıyla uğ­raşan babalar; iskanbil beyini bulmak için Ömür tüketen gençler İslâm'ın nezafetine döndüklerinde kendi beylikle­rini bulacaklardır.
Kasılı, çayına, kahvesine, yemeğine oynanan oyunlar da kumardır. Hiçbir bahis için olmasa bile zaman öldürü-yoruum diye kumar aletleriyle meşgul olmak, meşgul olanların ruhunu, maneviyatını, varsa kişiliğini öldürme­si demektir. Kumar olan şeyin kuınarhğım inkar bilindi­ği gibi küfür sebebidir. Allah (c.c), ümmeti böyle bir tehli­keden korusun ve kurtarsın...
Bazıları diyorlar ki: [81]

449. Milli Piyadgo Bileti Alıyorum. Spor- Toto Oynuyorum. Bunlardan Kazanırsam Cami Yaptıracağım.


•Milli piyango, spor-toto, kazı kazan ve bütün şans oyunları kumardır; kumarın her çeşidi müsîümanlara haramdır.
Peygamber (S.A.V) Efendimiz:
"Kumar oynayan kimse muhakkak ki, Allah ve Rasûlüne âsî olmuştur."[82] buyurur.
Kumana kumarlığını inkâr eden yani milli piyango ve spor-totoya kumar değil diyen kişi haramın haramhğmı inkar ettiğinden dolayı kâfir olmuştur.
Haram ile hayır olmaz. Haram ile ibâdet de olmaz. Pi~ yango'dan çıkan para ile Hacc'a gidilmez; Ona/ zekat da düşmez. Çünkü Hacc ve zekât birer ibâdettir. Helâl olan para ile hacc'a gidilir, helâl olan paranın ve malın rekâtı verilir. Kim bunlarla hacca gidilir veya zekâtı verilir derse ya da böyle bir para ile hacc'a gider, zekat verirde sevap işledim derse küfre girer.
Zira haram ile ne hayır ne de ibâdet yapılmaz. Öyle bir para ile yapılan camide namaz da kılınmaz, yapana sevap da hasıî olmaz.
Haram ile ibadet yapmaya kalkışmak, sidik ile çamaşır yıkamak gibidir. Sidik ile çamaşır yıkanmaya­cağına inanan herkesin haram ile de sevap ve ibâdet işlenemiyeceğine inanması gerekir.
Cami yaptırmak helal ve çok savaplı bir ameldir. An­cak, helâl bir iş haramı hiçbir zaman meşrulaştirmaz.
Kumar büyük günahlardan biridir. Herşeyin bir anası bir de mayası vardır. Kötülüklerin, anası da mayası da ku­mardır.
Kumar, insanlara tembellik ve miskinlik olarak aşılan­mış, ocaklar söndürmüş, yuvalar yıkmış» en yakın dostları biribirine düşman etmiş ve bugünde cemiyetimize bir kanser misali yapışmış en korkunç hastalıklardan biridir.
Kumar, insanı kıymetli malından, canı olan yavruların­dan, mukaddes din ve imanından uzaklaştıran şeytanlar­dan bir şeytandır.
Milli Piyango gibi ciddi bir kumarhaneyi bu millete ne biçim usullerle kabul ettiriyorlar. Milli Piyango adı altıda devletin yöneticileri millete yıllardan beri kumar oynat­maktadır. Bugün gerçek bir milli eğitimimiz yok ama milli piyango gibi ciddi bir kumarhanemiz vardır. Bizi kumar hastası, piyango düşkünü, şans budalası bir toplum haline getirmek için akla gelmedik usuller kullanılıyor.
"Türk Ceza Kanunu"na hüküm konulmuş: Kumar oy­nayana şu ceza verilir, deniyor. Bu güne kadar-bu kanunla bir tek kişiye ceza verilmiş değildir. Çünkü, devlet kendisi kumar oyununu idare ediyor. Hatta devlet kumarı teşvik ediyor. İşte milli piyango, spor-toto, kazı kazan, at yarışla­rı., devlet eliyle oynatılan kumarlardan bir kaçıdır.
Yetkililer oynatılan kumarlardan elde edilen "ka-zanç'in şu veya bu kurumlara verildiği, bütçeye şu kadar katkısı olduğu yolunda beyanatlar veriyorlar. Eğer kumar parası ile biz kurumlarımızı ayakta tuttuğumuza inanı­yorsak vay halimize. O zaman şu atösüzünü unutmaya­lım: "Kumar parası ile alınan eşeğin ölümü sudan olur."
Hâsılı, milli piyango, spor-toto, altılı ganyan, kazı ka­zan gi^i şans oyunlarının tamamı kumardır. Bunların ku-marhğım inkâr eden kâfir olur. Haram ile sevap ve ibadet olmaz. Haramdan sevap bekliyen de kâfir olur. Bu tür şey­lerden elde edilen paralarla cami yapılmaz, hacc'a gidil­mez, zekat verilmez, sevap almak niyetiyle fakire veril­mez. Haramlar aynen sidik gibidir. Sidikle çamaşır yıkan­mayacağı gibi haram ile de sevap ve ibadet yapılmaz. Ya­pılır diyen şayet müslüman idiyse İslâm'dan alâkasını ke­ser. Cenab-ı Halde, ümmeti haram ile iştigalden korusun ve kurtarsın... [83]

450- "Hayat Bir Kumardır"


Bazıları, bazıları için diyorlar ki:
*Her türlü kötülüklerin ye haramların yaygın olduğu toplumumuzda hayat bile bir kumar kabul edilmiştir. Dü­şünün, büyük günahlardan biri olan kumar toplumumuzu ne derece pençesine almıştır.
Yaygınlık kazanan kötü alışkanlıklar sadece alışanları değil tüm toplumu kemiriyor. Kötülüklere önce tepki gös­terenler sonra o kötülüklere alışıyor. Köfcülük yayginlaşm-ca normal dil, kötülüklerin oluşturduğu Öğelerden örülme­ye başlıyor. Bu çok elim bir felâkettir.
Hayat söylenildiği gibi kumar değildir. Hayat, imân ve cihadtır. Allah ve Resulüne iman; Allah ve Rasûlü yolun­da dhaddır. Bundan Öte bir gerçek ve bundan öte bir neti­ce yoktur. Cihsd, hayatı Allah'a adamaktır. Başta can oİ-nıak üzere verilen her türlü nimeti Allah'a adamak ve onun uğrunda feda etmek.
Müslümanm hayatı cihadtır. Hedefi cihadtır. Varoluşu cihadtır. Akıbeti cihad iîe alâkalıdır. Cihad ise, İslâm'ın yaşaması için ortadaki engelleri kaldırmaktır.
Hâsılı, "Hayat bir kumardır" sözü saçma sapan bir ifa­dedir. G«rçeîde alâkası yoktur. Kumar, Allah'ın haramhğı-m beyan ettiği bir menhiyattır. Müslümamn kumarı be­nimsemesi ve hayatım bir kumar olarak değerlendirmesi son derce tehlikelidir. Allah (c.c) müslümanîarı böyle bir tehlikeden korusun ve kurtarsın. [84]

461-" Hiç Korkma Banka Gibi Sağlamdır."


•Önce banka ne demek onun tanıyalım: Banka: İtal­yanca Banko kökünden gelir ve yahudi masası demektir. Bankacılık da. teminat satışı, ya da bir garantiyi para ile satıp karşılığında faiz almak işidir.
Banka "Mal emniyetini sağlayan" bir müessese değil­dir. İtalya'da ortaya çıkmış ve "itimat" satmakla güç ka­zanmıştır. Banka. Allah'a harb ilân eden bir faiz müesse­sesidir. Bu günah müesseselerini doğru ve güvenilir kabul etmek korkunç bir çılgınlıktır.
Müslümanlar kendi müesseselerini kaybetmekle kal­mayıp, İslâm dışı müesseseleri iş ve güvenilirlik bakımın­dan örnek kabul etmişlerse kaybedecek bir şeyleri kalma­yacak çok acıklı bir noktaya gelmişler, demektir.
Şu hâle bakın: Bir müslüman başka bir kardeşinden borç para istese üçüncü şahsın borç isteyen hakkındaki sö­zünü tahmin edersiniz: "Hiç korkma o, banka gibi sağlam­dır."
Biribirleri arasındaki itimat köprüsü yıkılmış müslü-manlar, alnı secdeli kardeşim Allah iîe harb halinde olan bir müesseseye benzetiyor. Banka gibi bir nıüslüman. Ne günlere kaldık? Faiz müesseseleri doğru kabul edilir de, Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimizin ümmetlerinin çoğu eğri, büyrü olur. Peygamberimiz: Hud Suresi beni ihti­yarlattı, buyurmuştu. Yani "Emrolunduğu gibi dostdoğru ol" mealindeki âyet.
İslâm tornasından geçmeyen insanlar hayat ve yaşa-yışlanyla cidden garib bir hale geldiler.- Müslümanlar Kur'ân ölçüsünü ellerinden bırakahdan beri hiçbir şeyi doğru-dürüst ölçemiyorlar, tartamıyorlar. Neyin helal ne­yin haranı olduğuna, neler söyleyip neler söylemeyecekle­rine aldırmıyorlar.
Onun için toplumumuz faiz ile, mirasını İslâm'i kural­lara göre taksim etmemekle, karaborsacılıkla, alkol ile, zi­na kanalı ile meî'unlaştırılmıştır. Lanete uğramıştır. Lanet dağı altındadır.
Dünyayı bu lanet dağının altından kurtaracak tek çare Allah'ın düzenine dönmek, Kur'an'a göre bir hayat tarzım hayatımıza tatbik etmektir. İnsanlığın çilesini, sömürü düzenlerin zulmünü ancak Kur'an yok eder. Kurtuluş İslâm'dadır. Çünkü İslâm Allah'ın nizamıdır.
Hâsılı, faiz müessesi olan bankaları sağlam ve doğru kabul etmek, Kur'an-ı Kerimi ve Hss. Muham-med'i yalanlamak demektir. Böyle bir yanlışlığa aklı başında hiçbir kimsenin düşmesi düşünülemez, Cenab-ı Hakk Ümmet-i Muhammedi böyle bir yanlışlığa düşmek­ten korusun ve kurtarsın...
Biri adres sorduğunda bazıları tarif ederken: [85]

 

452-" Doğru Gidiceksin Solda»,.......Bankasının (Veya Spor-Toto Bayisinin) Yanında." Diyor..!


%95'i müslüman olan bir memlekette adım başı faiz müesseseleri işaret taşı gibi oturtulmuş ise.. Fuhuş alabil­diğine yaygınlaşmış ise... Kumar herkeste bir umut haline gelmiş ise. Varın bu memleketteki müslümaniarın sayısı­nı, enini, boyunu siz hesap ediniz. Şunu bilmek lazım: Bu memlekette müsîümanım diyenler var; fakat; kesinlikle müslümanlık yoktur. Müslümanlık olmayınca müslüman olmanın da pek faydası olmuyor.
Günümüzde propagandanın önemi çok büyüktür. Her­kes her yerde ve herşeyle reklamını yaptırmak istiyor. Ba­zen bir çift söz, bir işaret, küçücük bir levha, bir tarifte ge-çen küçük bir kelime iyi bir reklam olabiliyor. Onun için reklamcılar hep fırsat kolluyorlar.
Konuşma esnasında konunun anlaşılması için verilen misaller eğer bir şeylere çağrışım yapıyorsa o şeylerin reklam1 yapılmış olur. Onun için dikkat ederseniz İslâmi eğitimde haramlardan kesinlikle örnek verilmez. Meselâ, domuzdan hiç misal bile verilmemiştir. Münasebeti geldi­ğince sadece haramlığı söylenip geçilmiştir. Tabii ki, bu­nun sebebi vardır. Çünkü verilen örnekler kişiîer üzerinde müsbet veya menfi tesir yapar bir. İkincisi, yukarıda da zikrettiğimiz gibi propaganda olur.
İşte aynen bunun gibi, birisi bir adres sorduğunda fi­lanca bankayı veya spor-toto bayiini işaret taşı gibi gösterip adres tarifi yapmamalıdır. Bu haram yuvalarının rek­lamı yapılmış olunur. Onun yerine bir camiyi, bir minare­yi varsa bir Kuran Kursunu işaret yapıp adresi buna göre tarif etmek lazım.
Hâsılı, heryerde her vesile ile yapılan konuşmalarda hiçbir zaman günah yuvalarını örnek göstermemeli ve işa­ret taşı yapmamalıdır. Çünkü örnekler ve reklamların ki­şiler üzerinde mutlaka etkisi, tesir gücü vardır . Bunu göz ardı edemeyiz. Böyle bir yanlışlığa düşmekten Cenab-ı Hakk, bizleri korusun ve kurtarsın... [86]

453- 'Vergilendirilmiş Kazanç Kutsaldır."


•Türkiye'de vergi dairelerinin girişinde özellikle ön cephesinde büyük punto harflerle "Vergilendirilmiş ka­zanç kutsaldır" cümlesi yazılıdır. Bu yazı geceleri ışık­landırılmak suretiyle dikkatleri çekip herkes tarafından okunması sağlanılır. Bu cümlenin yazılmadığı hiçbir vergi dairesi yoktur.
Gerçekten "Vergilendirilmiş kazanç kutsaV'mıdır? İs­terseniz bu sorunun cevabını vermeden önce mezkur cüm­lenin kelimelerini tahlil edelim:
Vergi: Devlet hazinesini güçlendirmek, kamu hizmet­lerinde harcanmak, devlet üst kademesinde bulunanların Ve bunların yakınlarının, yaranlarının, yandaşlarının ayakkabı boyasından içeceği içkisine, yurt içi gezilerinden yurt dışı seyahatlerine kadar yapacağı dolaşımlardaki gi­derleri karşılamak üzere hükümetin veya yerel yönetimle­rin T.C. kanunlarına uygun olarak doğrudan doğruya ve­ya kimi mal ve hizmetlerin fiatlarma ekliyerek dolaylı yol­dan kişi ya da kuruluşlardan toplanan paradır.
Kazanç: Satılan bir mal, verilen bir hizmet karşılığın­da elde edilen gelir, emek karşılığında alman para. Sahip olunan şey.
Kutsal: Mukaddes, saygı değer, değerli, hürmete layık, helal olan şey.
Şimdi ne dersiniz, "Vergilendirilmiş kazanç kutsal" ma­dır? Türkiye'de son yılların vergi roketmenleriai hiç me­rak ettiniz mi? Ben söyleyeyim size. Türkiye'nin vergi ro-ketmenleri genelev patronlarıdır. Bunların başında da Er­meni Madam Manokyan isminde bir kadın gelir. İşi Cum­huriyet tarihinin başından almıyorum. Son yıllarm keli­mesini özellikle kullandım. Çünkü yakın zamana kadar, fuhuş gelirlerine gizli vergi muafiyeti var gibi bir uygula­ma vardı. Pezevenkler destekleniyor, imkânlar veriliyor, bu iş genelleştirilmek isteniyordu. İstenen de oldu.
Ancak, son yıllarda zamanın başbakanı [87]' her şeye ol­duğu gibi bu konuya da eî attı. Bazı pezevenkler şimdiler­de milyonda bir vergi ödemeye başladılar. Düzen de tuhu-şu kutsal saymış oldu.
Genelev patronu Madam Manokyan 1990 yıllarına ka­dar son on yılın vergi roketmeni cetvellerinde üst sıralar­da seyrederken 1991 yılında 2 milyar 614 milyon TL. İle birinci 1992 yılında bunu ikiye katlayıp 4 milyar 6 milyon 218 bin TL. ile yine birinci olmuştu.[88] Bu vergisini verdiği kazanç Madam'm belki milyonda biri. Bu kadın gizli güç­lerin Türkiye'deki uzantısıdır. Kazancının nereye gittiği karanbk olan bu kadın devlet içinde bir devlet olarak çalı­şıyor.
Madam Manokyan'ın genel evlerini basıp Madam'ı bir­kaç saatliğine olsa da gözaltına alan Emniyet Asa3dş Şube Müdür Muavini İbrahim Şahin anında görevinden alındı. Oradan, Terörle mücadele şubesine verildi. İki gün sonra da teröristlere vurduruldu. Genelevlerinde kaçak ve'küçük fahişe çalıştırdığı için takibata uğrayan Madam Şişli Adli­yesi tarafından hemen serbest bırakılmıştı. Kaçak olarak çalıştırdığı Romen fahişelerini daha önce müftülüğe gön­derip çalışabilmeleri için müsîüman olma şartını arayan, müslümanlık belgesi getirdikten sonra genelevinde çaîıştı-ran[89] bu çukur kadın daha çok kadının ırzına geçirilmesi çalışmalarına maalesef devam ediyor, "Müslüman Türki-ye;"de.[90]
Kim demiş İd, 1922'de saltanat kaldırılmıştır diye. Kal­dırılmamış, sadece saltanat değişikliği olmuştur. Şimdi sultan, Madam Manokyan'dır.
Genelevlerin bizzat devlet eliyle meşrulaştınlması, aile nizamını sarsmıştır. Ekonomik yönden, bir aileyi yönete-miyeceğine inanan erkekler, belediyelerin teshit ettiği bir fiatla, istedikleri an bu iğrenç fiili işleyebiliyorlar. Kadını köle haline getiren bu tatbikat ülkemizde kendini aydın zanneden ve "kadınları kurtardık kafesten" nutukları atanlarca çok makul karşılanmakta ve zaruretinden bah­sedilmektedir. Bunu zaruri görenler erkekse(!) karısını, kızını; kadınsa kendisini buralara sokup bu zaruretif!) gi­dermeleri teklif edilnıeîi. Evet derlerse bu pezevenklerin kızarmayan yüzlerine tükürmeli. Bu teklife hayır diyorlar­sa, kendilerine reva görmedikleri şeyi bir başkasına nasıl reva gördükleri sorulmalı, bu mendeburlara.
Başında T.C. bulunan resmi antetli, kağıtlarla bir. ta­kım bedbaht kadınlara fahişelik vesikası veren bir düze-nin-mensubu nasıl olur da bize kadın hak, hürriyet ve şah­siyetinden bahsedebilir. Caka satanların gücü yetiyorsa, bir kadın için esaretliğin, köleliğin en iğrenci olan şu vesikalandırmayı kaldırmaya uğraşsın...
Ülkemizde "kadın hakları"ndan bahsedenler genelevle­rin zaruri olduğu fikrinde birleşmişlerdir. Nitekim fuhşun bir meslek olduğu bizzat kanunlarla resmileştirilmiştir. İşte delil Yargıtay 5.C.D. 11.2.1948 Esas:298 Karar:422
Türkiye'de 1985 yılı rakamlarına göre 47 il'de [91] ve 25 ilçede 71 kerhane 605 genelev var. Bunlarda 10 bin civa­rında resmi- gayr-i resmi orosbu zina yapıyor [92]Bu sayı­nın içine yüksek sosyete kerhaneleri ve buralardaki zevk orosbuları dahil değildir, şüphesiz.
İstanbul'daki genelevlerde günde 50 bin civarında kişi resmen fiili zina yapıyor. Genelevin günlük toplam hasıla­tı 70 milyon Türk lirası civarındadır. Bu rakam yılda 35 milyar civarındadır[93]
Fuhuş hızla yükseliyor ve çılgınlığa varan israf da insa­na normal ihtiyacı imiş gibi yutturuluyor. Dikkat edilmiş­se görülmüştür ki, basın alanında da fuhşu, yani, "para yetmiyorsa sat kendini" felsefesini allayıp puîlayarak gü­zel göstermeye yönelik neşriyat geometrik bir dizi takibe-derek atağa kalkmıştır. Bunun neticesi olarak araştırma­lara göre şu manzara ortaya çıkıyor:
1991- yılında yapılan bir araştırmaya göre Türkiye'de resmi antetli fahişelerin:
%50'si lise-Üniversite mezunu
%35'i okuma-yazma biliyor.
%15'i okuma-yazma bilmiyor,
%X0'u resmi evli kocalarından ayrılmış.
%80'i dinine düşkün
%3'ü cum'a günü çalışmıyor.
%97'si müsîüman
%3'ü ataist
Yahudi yok
Hristiyan yok.
%100'ü zorunlu olarak fahişeliğe itilmiş, zorla ve teh­ditle çalıştırılıyor.
Kadının vücudunun zorla sattırılmasına ön ayak olan veya göz yuman zihniyet, vücut paylarından aldığı komis­yonu kutsal sayıyor. Ey millet siz de bu payların kutsallı­ğına inanıyor musunuz?
Türkiye bu noktaya durup dururken gelmedi. Sidsi oyunlar birbir sergilendi. 1980 yılının Haziran ayında za­manın Kültür bakanı Tevfik Koral tan günün namlı aşüfte­lerinden dansöz Özcan Tekgül'e "Şeref belgesi" verdi. Bir şerefsize "şeref belgesi" verenlerin şerefli olduğuna inanı­yor musunuz?
"Türkiye 70 sente muhtaç" diyenlerin bir geceliğine 70'li yıllarda Avrupa'dan Rafaalla Carra ve Dalida isimli namlı orosbuları zina yapmak için getirenler, onlara çiçek vererek halkın huzurunda karşılayanları ey halk siz ne ile isimlendiriyorsunuz?
Hâsılı, şimdi son sorularımızı soruyoruz. Lütfen cevap­larını veriniz: Sizce:
Genelev kadınlarının vücût payları kutsal mıdır?
Kumardan elde edilen pay kutsal mıdır?
İçkilerin imalatından, satışından, içiminden elde edilen paylar kutsal mıdır?
Çeşitli yollarla halkı kazık!ayanlardan alman kazıkla­ma payları kutsal mıdır?
Faiz ve fak paylan kutsal mıdır.?
Genelev albümü gazetelerin satışından ayrılan pay kutsal mıdır?
Fuhuş eğitim ve yayım müessesesi televizyon seyretme payı olarak ayrılan meblağ kutsal mıdır?
İşte bütün bunlar vergilendirilmiş kazanç paylandır. Öyle ise 'Vergilendirilmiş her kazanç kutsal" mıdır?
Aman ne olur sizler, genelev patronu Manokyan'ın pa­rasını mukaddes saydıkları için kendilerinin mukaddesat­çı olduklarını zannedenler gibi olmayın. Zihniyeti bu olan­ların tümünün utanmaz yüzlerine..........
Yazımı bir şairin şu dörtlüğü ile bitiriyorum:
"Vergi miktarını ol mertebe artırmalı ki,
Sahib-i servet sahibi olanlar da züğürt kalmalıdır. ; •   Yalınız.fahişeler vergisi haksızlık olur,
Evlilerden de seviştikçe rüsum alınmalı. "[94]
Cenab-i Hakk, bu milleti haramları helâl saymaktan korusun ve kurtarsın. [95]

454-" Türkiye'de İslaftliyet Şartlara Uygun Değildi, Bir Çok İhtiyacı Karşılayamaz Olmuştu. Onun İçin İslâm Hukukuna Son Verildi."


•Böyle inanan, böyle söyleyen ve bu tavrı takınanları desdekliyenlerin tamamı kâfirdir. İlâ Cehennemi zümera.. İslahı mümkün olanların islâh olmaları için duâ ederiz. Olmayacaklar için de duamız: Onlarında toprağı bol, ateş­leri gür olsun. Kafirler için yaşasın cehennem....
İnkara mazeret mi uydurulamaz. İslâm'a saldırmak ni­yet olunca neler bulunmaz ki. Bu memlekette bunca hile­lere pervasızca baş vuranlar da biliyorlar ki, kendilerinin yaptıklarını sömürgeciler bile bu kadar beceremedi. Ak­şam insanlarımızı Osmanlı yatırıp sabahleyin Lâtih ola­rak kaldıran zihniyet elbette İslâm'a saygı duyacak değil, o herşeyimize düşmanlığını yapacaktır.
Kâfirler istemeseler de İslâm hergeyiyle kıyamete ka­dar geçerlidir. İhtiyacı karşılayamadı diyerek îsiâm huku­kuna son verenlerin kendi hukukları guguk oldu. Üçbuçuk anarşit ile baş edemiyorlar. Edemezler de. Çünkü Kur'an'ın söz sahibi olmadığı yerde kan vardır, göz yaşı vardır, kin vardır, husumet vardır,      
Kâfirlerden himmet dilenmiyoruz; ama, müslümanım deyip de İslam aleyhine kafirlerle işbirliği yapan "müslü-man'lara da Kur'an-ı Kerim'in sadece üç âyetini hatırlatı­yoruz:
"Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmeydiler kâfirlerdir, zâlimlerdir, fâsıklardır."[96]
Evet, müslümanım diyen sizler, siz kendinize ne ile hükmedil meşini istiyorsunuz? Siz Peygamberin safında mısınız? Yoksa Peygamberin getirdiği dinin yetersizliğini savunup İslâm'a savaş açanların safında mısınız? Yerinize bakın bakalım.
Türkiye'de küfür zihniyetini kim ne derse desin ayakta tutan müslumanlardır, %95'i müslüman olan bir memle­kette şey kadar profesör İslâm'a saldırıyorsa, şey kadar bilmem ne partisi başkanı İslâm'a saldırıyorsa, şey kadar biîmem ne ricali İslâm'a saîdırıyorsa bu cesareti nereden alıyorlar? Mtislümandan, müslümanın serkeşliğinden, müslümamn İsîânVi hayat tarzını istemeyişinden, yaşa-mayısından, İslâm söz konusun olunca lâkeyt oluşundan, küfrü destekleyişinden alıyor. Neye yarar böyle müslü­man.
Gavur gavurluğunu yapıyor da niçin hazı müslümanlar gavura yaltaklık yapıyor, bunu anlamak son derece güç.
Hangi hukukun geçersiz olduğunu, ihtiyaca cevap vere­mediğini, yaşanmış bir hadiseyi naklederek izah edeyim:
Üniversite okumuş mevki sahibi biri ile bir tartışma­mızda, adam İsrarla İslâm'ın, hırsızlık yapan kişinin eli­nin kesilmesi hükmünün çok vahşi olduğunu iddia edip duruyordu. Kendisine, hırsızlık yapanın İslâm'a göre eli­nin kesilmesi için 14 şartın aranacağım, bunlardan birinin dahi eksik olması halinde hırsızlık yapanın elinin kesile-meyeceğini, izah ettimse de o hâlâ iddiasında İsrar ediyor­du.
Derken, birgün akşam işinden dönerken bu iddiacı kişi ile karşılaştık. Büyük bir telaş  içinde yüzünün rengi fasolmuş gördüm. Hayrola, ne bu halin böyle diye sordu­ğumda, şu konuşma geçti aramızda:
- Sorma kardeşim sorma!
- Hayırdır ne oldu?
-  Bugün maaşımı aldım. Belediye Otobüsüyle geliyor­dum. Çok kalabalıktı. Paramın hepsini çaldırdım. Farke-dince otobüsü karakola çektirdim, ama ne gezer, hırsız kaçmış. Bir yakalasaydım, hırsızı parça parça edecektim. JCardeşim bunların sadece ellerini değil ayaklarını da kes­mek lazım. Vallahi yakalayıp elime verseler bırak elini kesmeyi boynunu keserim bu adamın.
- Hani daha dün el kesmenin gaddarlık olduğunu, han­gi asırda yaşadığımızı, böyle şeyin olamayacağını iddia
ı ediyordun. Şimdi kendin boyun kesmeye kalkıştın.
-  Aman kardeşim haklıymışsın, haklı. Fikrimden vaz geçtim. İslâm'dan başka çare yok.
-  Bunu anlamak için illâki kuyruğuna basmak mı lâzımdı. Görelim bakalım bundan sonra ne yapacaksın.
. İşte birilerinin ayağına basılınca ancak gerçeği kavra­yabiliyor. Şimdi anladınız mı hükmü geçen İslâm hukuku mu, yeni de olsa beşeri hukuk mu? Aklınız başınızda ise lütfen gerçeği söyleyin.
Hasılı, İsîâmsiz hayat lağımda yaşamak gibi bir şey. Ah bunu bir anlatabiisek! Cenab-ı Hakk, milletimizi İslâm dışı hayattan korusun ve kurtarsın. [97]

455-"Ekmek Kur'an'dan Üstündür. Raftaki Ekmeği Almak İçin Kur'an'ı Yebe Koyup Üstüne Basıp Da Ekmeği Alabilirsin,"


•Başlık olarak aldığımız yukarıdaki ifadeler, müslü-man halkın kafasını karıştırmak için, olmayacak safsata ve demogojilerin en çarpıcı çirkin örnekleriden biridir.
•Fetva görüntüsünde olan bu ruhsatı kim, ne adına, nerede, ne zaman ve hangi yetkiyle vermiştir. Bunu bilen yok. Hin oğlu hin birinin kafa bulandırmak için ortaya at­tığı bir safsata. Böyle bir olay dünya kurulalı olmadı, bun­dan sonra da kesinlikle olmayacaktır.
İslâm Dini, olmamış şeyler hakkında hüküm vermez. Aynı zamanda dinimiz farz~u muhal (yani olması mümkün olmayan) hallerle uğraşmayı da suç sayar. İnsanlara ışık tutan âlim ve fâzıl zatlardan birisi kendisine sorulan sual­lerden "şayet böyle olsaydı" anlamındaki sorulara ceyap vermeyip, olmayan şeyden dolayı soru sorulamayacağını bildirmiştir.
Kim, böyle başlıkta zikredildiği gibi birşeye mecbur kalmıştır. Bu, dindar insanları, hafifmeşrep insanların topluluk içinde susturmak, cevap verememe durumunda bırakmak için şeytanca uydurulmuş bir ifadedir.
Böyle bir durumla karşılaşan dindar insanlar, bu çeşit saçma sapan sorulara kendilerini cevap verme mecburiye­tinde hissetmesinler. Yapılacak şey orada bu iddiada bulu-
nanı veya bulunanları susturmaktır.
Hâsılı, müslüman halkın kafasını karıştırmak için, ka­fa karıştıracak olan, olmayacak safsata şeyleri anlatanla­ra itibar edilmemeli. Onlara bir daha konuşamayacakları cekilde gerekli ders verilmelidir. Başlıkta zikredilen söz de itibar edilmemesi gereken ifadelerden biridir. Bunun ol­ması da mümkün değildir. Cenab-ı Hakk, boş şeylerle meşgul olmaktan milletimizi korusun ve kurtarsın. [98]

456-"Dünyada Mekân Ahirette İmân"


•Dünyada, korkunç derecede hedef şaşırtma taktiği uy­gulanmaktadır. Eskiden sıcak savaşlarda kullanılan bu yöntem artık her alanda kullanılmaktadır.
Hedef şaşırtma yöntemi zamanımızda en iğrenç usul­lerle müslümanlara karşı kullanılmaktadır. Ehî-i küfür bu takdiğinde son derce başarılıdır. Çünkü küfür bütün ku­rum ve kuruluşları eline geçirmiş, buralarda sultasını kurmuş müslümanlan istedikleri yöne sevk edebilmekte­dirler.
Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'de kullarına bir hedef göstermiştir.
"Bütün insanları ve cinleri sadece bana kulluk yapsınlar diye yarattım[99]
Günümüz müslümanlan bu hedefi bilemiyor, göremi­yor, duyamıyor, söyleyemiyor. Sun'i hedeflerle heder olup gidiyor.
Küfür bütün insanlığa olduğu gibi müslümanlara da hedefler tayin etmiş, insanlık bu hedeflere ulaşmak için bütün imkânlarını kullanmaktadır. Küfrün gösterdiği bu hedeflerden bir-iki kaç tanesini sırahyacak olursak şunları zikredebiliriz:
•Karısını, kızım memnun etmek hedef olarak gösteril­miştir.
•Lüks ve israf yüklü hayat hedef olarak gösterilmiştir. • Makam-mevki hedef olarak gösterilmiştir. •Şan-şöhret hedef olarak gösterilmiştir. •Zevklerini tatmin etmek hedef olarak gösterilmiştir.
• Lüks bir ev sahibi olmak hedef ol arak gösterilmiştir.
• Lüks bir araba sahibi olmak hedef olarak gösterilmiş­tir.
Daha nice hedefler gösterilmiş ve hattâ bu hedefler he­def olmaktan çıkarılıp put haline getirilmiştir. Bugün in­sanlığın çilelerinin başında bu gelmektedir.
Aslında şunu söylemek gerekiyor: Bir insan veya bir toplum, Allah'a kulluk yapamıyorsa onun, karısına kocalık veya kocasına kanlık yapması yada hedef olarak seçtikle­rine kavuşmak suretiyle mutlu olması suret-i katiyyede mümkün değildir. Bunlar biribirîeriyle orantılıdır.
İnsan Allah'a kulluğu oranında karısına kocalık veya kocasına karılık yapar. Sahip olduğu evde o oranda mutlu olur. Bunu kesinlikle unutmamak lazım.
Sözü şuraya getireceğim. Başlıkta zikrettiğimiz "Dün­yada mekân, ahirette imân" sözü de yapılan hedef şaşırtı­cı çalışmaların acı meyvasmı vermiş ağaçlarından biridir. Biridir diyorum. Çünkü bu ağaç halâ acı meyvesini verme­ye devam ediyor.
Bugün insanlann en büyük hedefi, iyi bir eve sahip ol­maktır. Bunun için insanımızın vermediği taviz kalma­mıştır. İmânlar ve namuslar hep bunun için heder olmuş­tur. Adam karısının, kızının namusunu, şerefini hiçe saya­rak buna sahip olmada katkısı olsun diye en adi tavır ve kıyafetler içinde bunun için çalıştırıyor. Maksat içi eşya ile dopdolu bir eve sahip olmak. Eşya manyağı haline gelen bir sürü insanlar...
İşte bu insanlar, müslümanca yaşamayı hep yarınlara, imanlı olmayı da ahirete erteliyorlar. Ertelenen^ İslâmi hayat ve sahip olunması gereken kâmil bir imân. Çünkü bâtıl ideolojilerin insanlara telkini dünyada ev ahirettede imân sahibi olmak. Dünyada sahip olunmayan imânın ahirette hiçbir faydası yoktur. "Dünyada mekân, ahirette imân" sözünün doğrusu "Dünyada imân, ahirette mekân" ifade tarzıdır. Çünkü dünyada imanlı olan ve bunun gereğini yerine getirenler cennette köşk sahibi olacaklardır. Mesele bunu hedef olarak bil-
Hâsılı "Dünyada mekân, ahirette imân" ifadesi sa­kat ve safsatadan ibarettir. Bunun düzgün şekli "Dünyada imân ahirette mekân" ifâde tarzıdır, sömürüyü esas olan kâfir düzen sahipleri, insanları yaratılış gayelerinden ayı­rıp iğrenç emellerine kavuşmak için bu ve buna benzer malum sözlerle hep hedef şaşırtmışlardır. Firaset, mü'mi-nin imân alâmetlerinden biridir. Oyuna gelmiyenler de, fi-rasetli, kâmil imân ehli müminlerdir. Sözün özüde budur.
Cenab-ı Hakk, milletimizi yanlış hedef seçmekten koru­sun ye kurtarsın. [100]

457.Dayak Cennetten Çıkmadır


•Dayağın cennetten çıkma olduğu ifadesi tamamen ya­landan ibarettir. Çünkü, cennet dayak atma yeri değil merhamet, sevk, istirahat ve Allah'ın nimetlerinden isti­fade edilen yerdir. Cennet; mü'minîerin saadet durağıdır.
"Dayak cennetten çıkmadır" sözüyle dayağı, İslâm'ın rüknüymüş gibi telkin son derece tehlikelidir. Çünkü, yeni nesil bu ifâdeyi duyunca zannedecek ki, İsîâm dini can ya­kan ve can yakmayı ibâdet sayan bir dindir. Böylece İslâm'a karşı kin duyacak. İslâm'a ve müslümanlara karşı düşman olarak yetişecektir. İşin aslı, bunun tam tersidir. Çünkü İslâm merhameti, affı telkin eden sıkıntı ve üzüntü vermemeyi emreden bir dindir.
Elbette, dayağın caiz olduğu ve tatbikatının sınırlandı­rıldığı, ölçüsünün belirlendiği yerler de vardır. Herşey yer­li yerinde ve olması gereken şekliyle olursa elbette güzel­dir. Yerli yerinde ve ölçülü yapılmayan hiçbir şey güzel de­ğildir. Ancak, bugünkü tatbikatıyla dayak vahşice bir eği­tim şeklidir. İşin acı yönü bu olumsuzluğun faturası da İslâm'a çıkarılıyor.
. İslâm'ın dayak konusundaki tatbikatı bugünkü anlaşı­landan ve yapılandan son derece farklıdır. Mesela, İslâm'a göre verilen ölçülerle olmak kaydıyla hakimin ve­receği kararla suçluyu yola getirmek veya eğitmek üzere dayak caiz görülmüştür.
Peygamber (S.A.V) Efendimiz:
"Çocuklarınız yedi yaşına gelince namaza alıştırı­nız. On yaşına geldiklerinde namazlarını kılmazlar­sa kaba yerlerine vurmak şartıyla zorla kıldınmZt»[101] buyurmuştur.
Üç yıllık bir süre ile çocuğun 7 yaşmdan 10 yaşma ka­dar namaza alıştınlması sağlanacak. Güzelliğin bütün tonları, bütün iyi yöntemleri kullanılacak. Eğer çocuk ser­keşlik yapar, gevşek davranır veya namazım kılmamakta dinini yaşamamakta İsrar ederse, önce kızmanın tonları ve sıkıştırma yöntemlerinin tümü uygulanır. Bu dönemde dayak yine yoktur. Çaresizlik olarak lO.cu yaşta hafifçe dövmek var ki, kafa bölgesi bu iznin dışındadır. Sadece kalça bölgesindeki kaba yerlere vurulabilir.
Boğa, deve, horoz gibi benzeri güreşler ile, insanın kafa bölgesine vurmayı hedef aîan boks gibi sporların İslâm'da yasak olması da dayağın yerini belirler. Yani dayağın yüze ve diğer baş bölgesine vurularak atılması kesinlikle caiz değildir.
Namaz kılmayanların, içki içenlerin, zina iftirası atan­ların, başkalarını dövmek gibi suçların faillerini dövmek (vurmak) suretiyle cezalandırılmaları esastır.
Ancak, bu cezalandırma hakim kararıyla ve tayin edi­len ölçüler doğrultusunda tatbik edilebilir. Bunun ilk şartı Devletin İslâm devleti yani İslâm'ın bütünüyle tatbik edi­len ülke olması şarttır.
Zinayı teşvik eden bir devletin bu suçu işleyenlere di­nin Ön gördüğü cezayı tatbik etme hakkı yoktur.
Kadının, İslâmi emirlere uyması için tatbik edilmesi gereken yöntem de Kur'an-ı Kerim'de beyan edilmiştir. İl­gili âyette buyuruluyor ki:
"....Kadınlarsınız serkeşlik yaparlarsa:
a- Önce kendilerine öğüt verin.
b- Uslanmazlarsa yataklarınızı ayınn.
c- Sizi dinlememekte inat ederlerse (yumuşak-ka-]ba yerlerine vurmak şartıyla) dövün.[102]
Dikkat edilirse İslâm'da dayak, çaresizlik anlamında son çâredir. Ancak hiçbir zaman da cennetten çıkma değil­dir. Cennet ile dayağın hiçbir ilişkisi yoktur.
Hâsılı, bazı çevrelerce, dayak İslâm'ın rüknü imiş gibi gösterilmeye çalışılıyor. Dayağın çenetten çıkma olduğu telkinatından gaye, genç nesilleri İslâm düşmanı yapmak­tır. Böyle bir iddianın hiçbir dayanağı yoktur. Mevcut tatbikatıyla dayağın İslâm'da yeri yoktur. İslâm'ın uygu­lanmasını istediğini dayak belirlenen Ölçüler çerçevesinde kalmak şartıyla ya islâh için veya adam yetiştirmek için­dir. Gerisinin İslâm ile hiçbir ilgisi yoktur. Cenab-ı Hakk, bizleri küfrün her telkininden korusun ve kurtarsın.. [103]

458"- Tavuk Su İçerken, Allah'a Bakar"


Bilindiği gibi, tavuklar su içerken, ağızlarına su zerre­ciğini aldıklarında kafalarını yukarıya kaldırırlar. Böyle­ce, ağızlarındaki su kolaylıkla kursaklarına ulaşır. Tavuk­ların bu hareketlerini gören bazıları:
"- Tavuk su içerken, Allah'a bakar" diyorlar. Böyle bir söz ve inanış kişinin itikadını bozar. Çünkü bunda Allah'a mekân tahsis etme vardır. Allah (c.c.) me­kandan münezzehtir. O, Sein'i'dir, Basir'dir.
Bu tür sözler, Allah (c.c)'nün isimlerini, sıfatlarını bil­menin neticesinde sarf edilir. Çünkü Allah'ın isim ve sıfat­larını bilmeyenler Allah'ı tanıyamazlar. Tanımayınca da böyle uîu-orta konuşurlar. İtikadını bozar veya tehKke3re düşürücü sözler sarfederîer.
Hâsılı, "Tavuk su içerken, Allah'a bakar" sözü yanlış bir değerlendirmenin neticesinde sarf edilmiş hatalı bir ifadedir. Müslümanlar dillerine, dinlerine ve yanlışlığa düşmemek için bütün organlarına sahip çıkmalıdırlar. Zi­ra, söylediklerimizin ve yaptıklarımızla hesabının görüle­ceği maşhere günbegün yaklaşıyoruz.
Cenab-ı Hakk, itikadımızı bozmaktan korusun ve kur­tarsın... [104]

459"- Serhoşun Masasına Oturup, Mezesinden Yemek Sevaptır."


Halkımız abasında "Serhoşun masasında oturup meze­sinden yemek sevaptır" cozü çok duyulan yaygın sözlerden biridir. Ancak bu yanlış ve haram bir ifadedir. Çünkü dini delillere zıttır. Zira serhoşun masasına oturmak da, onun mezesinden yemek de haramdır.
Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimiz:
"Kim Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa, üzerin­de içki bulunsa sofraya oturmasın [105]buyurmuştur.
Eğer içki bulunan sofraya oturmak o Sofradan birşeyîer yemek veya ö mecliste bulunmak müslümana haram ol­masaydı Peygamberimiz bundan bizleri men etmezdi. Böy­le bir sofraya oturmayı bize yasakladığına göre bir müsîü-man orada bulunamaz, o sofraya oturamaz ve o sofradaki yiyeceklerin hiçbirinden yiyemez. Yerse haram işlemiş olur.
Hz. Ömer'in oğlu Abdullah (r.a) diyor kim:
trRasûlullah (SA.V) Efendimiz bizi iki sofraya oturmaktan men etti:
1- İçki içilen sofra.
2- İsraf olunan so£ra.[106]
Başlıkta zikretmişimiz malum sözde, itikadi bir hassasi­yet görüyoruz. İçki içiie£ sofraya oturmanın sevaplığı ifade ediliyor. Peygamberimiz de bunu yasaklıyor. Böyle bir sofraya oturulmamasını, yiyeceklerinden yenilmemesini emrediyor. Burada harama helâl ve hatta sevap deniliyor ki, bu kişinin imânını ne hâle götürür iyi hesap etmek lâzım.
. Kur'an-ı Kerim'de, Allah'ın âyetlerinin hiçe sayıldığı, onlara itibar edilmediği, onların alaya alındığı veya inkar edildiği yerlerde oturmak veya bulunmak müslümana ya­saklanmıştır. Buna rağmen onların yanında bulunanların, onlar gibi olacakları beyan edilmiştir[107] Gerçekten de İslâm'ın yasaklarına uyulmadığı, ibâdet kurallarının kü-çümsendiği toplantılara katılmak, nifakın ilk ve son belir­tisi, münafıklar düzeyince gelmenin açık alâmetidir.
Peygamer (S.A.V) Efendimiz değil günah meclislerinde oturmayı, içki içilen, haram işîenen yerlerde bulunmayı bile kesinlikle yasaklamıştır. Müslüman başkasına uy­maz; başkalarının müslümana uyması gerekir. Çünkü müslüman iyi örnek ve güzel davranışlarıyla başkalarına numunedir.
Maalesef, günümüz müslümanlarmın çoğunda bu tür günah dolu toplantılara ve meclislere katılma zaafı vardır. Yapılan düğünler, nikah merasimleri, balolara bakıldığın­da bir kısım müslümanlarm inkarcılardan farklı bir tutum ve anlayış içinde olmadığı görülmektedir.
Böyle olmanın sebepleri açıktır: Köklü bir dini eğitim ve aile terbiyesi verilmediği devirlerde, İslâm ülkelerinde bu kabil manzaralara sık sık rastlanmıştır. Fsrz-ı ayn ilimleri öğrenmeyen müslümanlar bu yüzden günah mec­lislerinde bulunmakta bir sakınca görmeme bahtsızlığına düşmüşlerdir.
Ağzımıza gelen her sözü söyleyivermenin, duydukları­mızın mahiyetini düşünmeden tekrar edivermenin imâni noktada bizi ne hale getirdiğini göz ardı edemeyiz. Çünkü biz müslümanlar her söz ve davranışımızın hesabını vere­ceğimiz güne inanıyoruz. Öyle ise inandığımız gibi yaşa­mak zorundayız.
Demek ki, "Serhoşun masasına oturup mezesinden ye­mek sevaptır" sözü son derece yanlış, yalan ve imani nok­tada müslümanı tehlikeye sürükleyen bir ifadedir. Böyle bir ifadeden kaçınmakla mükellefiz... Yanlışlığın her çeşi­dine düşmekten Rabb'ımız bizleri korusun ve kurtarsın.. [108]

460"- Dedi- Kodu Etmek, Ömrü Uzatırmış."


•İnsan uzuvlarını» en önemlilerinden biri de dil'dir. Çünkü birçok şeyler onunla yapılır. Eğer bu uzuv şeytana kaptırılırsa insan cehenneme gider.
Mü'minler dillerini muhafaza etmek zorundadırlar. Mukârrebuir[109] zümresinden Fudayl bin İyâd (r.a): 'Dil'i Allah'ın (c.c) rızasına uygun olarak kullanmak va-cibtir, çünkü dil bir emânettir. Dili raünkerden mu­hafaza edip hapis etmek, hacca gitmekten ve sınır­larda nöbet tutmaktan daha da zordur" demiştir.[110]
Dilin afetlerinden biri de pervasızca iîeri-geri konuş­maktır. Dedi-kodu, gıybet, nemime gibi çirkinlikler dil afe­tidir.
Gıybet (Dedi-kodu): Arkadan çekiştirmek. Hazır ol­mayan birisinin aleyhine konuşmak. Birisinin gıyabında hoşa gitmeyen bir şeyi söylemek. Gıybet odur ki: Gıybet edilen kişi hazır bulunsaydı o sözden danlacaktı. Söyleye­nin söylediği doğru ise gıybet; yalan ise hem gıybet hem de iftira olur. Bu iki katlı çirkin bir günahtır.
Bir ismi de gıybet olan dedi-kodu çirkin bir amel olup Kuran[111] ' ve Sünnette yasaklanmış "ölü eti yemektir" diye çirkinliği tarif olunmuştur. Dedi-kodu haramdır. Gevezeli ğin alabildiğine yayıldığı, dedi-kodu, yalan ve iftiranın kol gezdiği toplumumuzda insanlardan Müslümanlık bekle­mek gerçekten çok zor.
Sizlere Peygamber (S.A.V) Efendimiz döneminde eera-yan etmiş bir olayı nakledeyim:
Asr-ı Saadette evli bir müslümamn zina etiği kendi "ik­rarı" ile sabit olmuş. Kecm cezası uygulanmış. Cezanın tatbikinden ve cenazenin defninden sonra mezarlıktan dö­nerken iki kişi kendi aralarında "Köpek gibi taşladık" diye konuşmuşlar. Efendimiz bu konuşmayı duymasına rağ­men ses çıkarmıyor. Bir müddet sonra davul gibi şişmiş bir eşek leşine rastlıyorlar. Efendimiz (S.A.V)
- Falan ile filanı çağırın, buyuruyor. Onlar gelince:
- Derhal şu eşek leşinden yiyiniz, emrini verdi.
O iki zât:
- Ya Rasûlallah! Bu leşi kim yer, deyip tereddütlerini ortaya koyunca, Efendimiz. (S.A.V):
- Sizin biraz evvel kardeşiniz aleyhine yaptığınız dedi­kodu, şu pis leşten daha çirkindir. Yemin ederim ki; ceza­sını çeken o suçlu kişi, şimdi cennetin nehirlerinde yüz­mektedir, buyurmuştur[112]
Peygaberimiz (S.A.V):
"Kim bir mü'nıiiıin ayıbını Örterse sanki diri diri topra­ğa gömülmüş bir kız çocuğunun kabrinden kaldırarak di­riltmiş gibidir[113]
"Miraca çıktığım gece bakırdan tırnakları olan yüzleri­ni ve göğüslerim tırmalayan bir topluluk gördüm:
- Bunlar kim ya Cibril? dediğimde
- Bunlar gıybet eder; ve insanlaran haysiyetine tecâvüz edenlerdir, karşılığını verdi"[114] buyurdu.
Efendimiz (S.A.V) Baki mezarlığından geçerken iki me­zarı göstererek;
- Bunlar azab görüyorlar. Sebebi: Biri koğuculuk (dedi­kodu) yaptığıdan, diğeri bevlinden korunmazdı, buyur­du[115]
İbrahim bin Ethem birgün yemeğe davet edilmişti. Meclise gidip oturdu. Oradakiler gıybet etmeye başladılar. Bunun üzerine pradakilere:
- Âdetimize göre et, ekmekten sonra yenir. Oysa siz et yemekle işe başladığınız, dedi. Sonra da: "... İçinizden biri­niz ölü kardeşinizin etini yemekten hoşlanır mı? Bundan nefret edersiniz, değil rai?" ayetini [116] okudu[117]
Bir grup insan oturmuş sohbet ediyorlardı. İçlerinden biri, birisinin adını ortaya atıp onu dedi-kodu etmeye baş­ladı. Diğer biri dayamadı bu adama:
- Ey divane adam, sen hiç kafirle savaştın mı? Dedi-kodu eden kişi:
- Hayatım müddetince kendi dört duvarımdan dışarıya adım atmadım, dedi.
O zaman gerçek sözlü zât:
- Bu kadar talihi ters adam görmedim. Kâfir bile onun şerrinden emin olarak oturuyor da, dilinden müslümanlar kurtulamıyor" dedi,[118]
Hz. İsa (a.s) İblis'e rastlar. Bir elinde bal diğerinde kül görür Ona sorar:
- Ey Allah'ın düşmanı ne yaparsın elindekileri? Şeytan şu cebabı verdi:
-  Balı gıybet edenlerin ağzına sürerim. Gıybet ettikçe ederler. Günaha dalarlar. Külü de yetimlerin yüzüne ser­perim ki, herkes onları hakir görsün, sevmesin.
' İşte bunlar da şeytanın oyuncakları.
Gıybet edenin sevapları gıybet edilenin amel defterine yazılır. Hasan Basri Hazretlerine falan seni gıybet etti de­diler. Gıybet edene bir tabak helva göndermiş hazret. Gön­derdiği kişiye de : Ona söyle. Sevabını bana hediye etmiş. Bende bu helvayı ona hediye ediyorum, demiş.
Kıyamet günü kul amel defterine baktığında, defterde bazı işlemediği sevaplar görür. Bunlar nereden geldi Ya Rabbî? diye sorar. Ona denir ki.:
- Senin haberin yoktu. Dünyada gıybetini ettiler. Onla­rın sevabı alınıp sana verildi.
Dedi-kodunun zararını bilsek bu derece tiryakisi olma­yız. Bir kudsi hadiste:
'Eğer içinde Jrir sıkıntı, üzerinde halsizlik görü­yorsan, bilki gıybet etmişsindir" buyuruluyor. Gıybet günahından kurtulmak için gıybet edilenin hakkını iade etmek yani onunla helâlleşmek gerekir. Çünkü kul hakkı geçmiştir.
Adamın biri, başka birinin hakkında konuşsa, dinliyen-lerden biri de:
- Gıybet etmeyi bırak. Başka şey konuş, dese; gıybet yapan da:
- Ben gıybet yapmıyorum, gerçeği söylüyorum dese, bu adamın imânını ve nikâhını yenilemesi gerekir. Çünkü Al­lah'ın gıybet dediğine o gıybet değil diyor; hâşâ, Allah'ı yalancılıkla itham etmiş oluyor.
Dinimize göre gıybetin caiz olduğu yerler de vardır. Ha­san Basri Hazretlerine göre üç yerde gıybet caizdir:
1- Kendi görüş ve isteklerini dinin emri imiş gibi göste­ren kişileri tanıtmak.
2- Günahkârın günahını söylemek.
3- Zalim devlet ve hükümet başkanlarının zulümlerini ifşa edip onlar aleyhinde konuşmak caiz olduğu gibi ayrıca bu bir cihadtuv [119] Yani şöyle diyebiliriz: Gıybet'in tahak­kuk etmemesi için hakkında konuştuğumuz müslümanın:
a- Fısk-ı fucür içinde bulunması.
b- Bunu aleni hâle getirmesi,
c- Müslümanlara zulmetmesi,
d- Alış verişte insanları aldatması,
e- Hırsızlık ve dolandırıcılık gibi fiilleriyle tanınması­dır.                                                                  .
İşte bu vasıflardaki kimseler aleyhinde söylenen sözler gıybet değildir. Helâl ve haram hudutlarını tanımayan ve İslâm'a zarar veren yazarlar hakkındaki sözler de gıybet hududuna girmez.
Altı şeyin gıybet olduğunu fakat gıybet günahı alınma­dığını usl-ü hadisciler ve ahlâkçılar söylemektedirler: Bu altı şey şunlardır:
1- Zulme uğrayan bir şahsın şikâyeti.
2- Kötülüğü önlemede başkasından yardım istemeksi­zin kötüler hakkında konuşması.
3- Evlâdın babası hakkında fetva istemesi.
4-  Başkalarının zarar görmemesi için   kötüleri öğret­mek, bildirmek, söyle. ıek.
5- İki kişiyi ayırt etmek için birbirinde mevcut sıfatlan söylemek.
6- Bid'at ehlinin bid'atlarını söylemek[120]
Bütün bunlardan sonra toplumumuzda görülen şudur:
Dedi-kodu; sohbet, gazetecilik ve yayın gibi biçimlere girerek toplumumuzu kemiriyor. Bu da psikolojik ve fizyo­lojik hastalıklara yol açıyor.
Hâsılı, törpüyü yalayan kendi dili kanayıp kendi kanını yalamasına rağmen, törpüdeki kam yaladığını sanarak habire dilini yalayıp kanatır. İşte "dedi-kodu etmek ömrü uzatır" sözü de aynen burun gibidir.
Bu söz insanı küfre düşürür. Çünkü gıybet haramdır. Bu sözde haramın haramlığı inkâr edilmiş, haram bir fiil şirin gösterilmiştir. Bu sözü söyleyenler veya böyle bir inanca kapılanlar hemen tevbe etmeli, imânlarını, var idiyse nikahlarını da tazelemelidirler. Cenab-ı Hakk, Üm­meti böyle nahoş durumlara düşmekten korusun ve kur­tarsın. [121]

461"- Sigara İçmek, Diş Ağrısını Giderir"


•Bu konuda yazacaklarımın "sigara kavgası" na se­bep olmamasına Cenab-î Hakk'tan niyaz ederek meseleye girmek istiyorum.
Mevzumuzla alâkalı olduğu için bir atasözü ile konuya girelim. Tecrübe sahibi büyüklerimiz: "Orosbuda vefa, haramda şifa olmaz" demişlerdir .Olmaz ya! Çünkü bu ikisinin de bünyeleri bozuktur.
Sigaranın hükmü ile alâkalı bölüme girmeden "Sigara içmek diş ağrısını giderir" mi? Sorusuna cevap verelim. Evet! Sigaranın diş ağrısını giderdiği zannedilir. Olay şu­dur:
Sigaranın içinde katran cisimleri vardır. Bu cisimler tütünün yanması ile meydana gelen dumana karışarak or­ganlara ziftleşmiş olarak sirayet eder. Kansere de sebep olan bu madde dişe sirayet ettiğinde diş çürükse orayı ka­patır ve oradaki siniri geçici olarak uyuşturur. Diş içten çürük de siniri içten tahriş ediyorsa bünyeye sirayet eden kısmıyla sinir yine uyuşarak ağrıyı geçici olarak dindirir. Halk arasında işte buna "Sigara diş ağrısını geçiriyor" der­ler. Bu çok yaygın bir sözdür. Ancak gerçekle alâkası yok­tur. Birisi size:
- Ben içtim de geçirdi, diyorsa ona; bunun altadıcı bir teselli olduğunu, olan hadisenin kanser alarmının sesi ol­duğunu izah ediniz. Kanser davul, zurna ile gelmez. İşte böyle yalancı zevkler vererek gelir. Hâdise budur.
Sigaranın zararlarını bilmeyenimiz yoktur. Buna rağ­men her "haram" mı değilmi tartışması da yapılır durur. Mal'a, can'a, çevreye, ölüye, diriye zararı olan bir şeyin ha-ramhğını tartışmak fuzuli meşguliyettir. İsraf haramdır. Kim diyebilir sigara israf değildir diye? İsraftır hem de ne israf,,.
Dünyanın dört bucağında ümmet, tezgiyahın üstündeki et gibi doğranıyor. M   jlümanlarm ırz ve namuslarına ta­sallut c lunmuyor. Kur an ayaklar altında. İslâm yaşamaya değer görülmüyor. Bizim "müslüman "lar da sigara "ha-. ram"-"haram değil" tartışması yapıyorlar. Bütün bu olum­suzluklar içinde müslüman kendisinde sigaraya para vere­cek cesaret bulabiliyorsa bunlar itikadi durumlarını tar-tışsalar herhalde daha isabetli bir iş yapmış olurlar.
Dünyanın her tarafında Müslümanlar kâfirlerle savaş­mak için silâh alacak para bulamazken ve ehl-i küfür ırzı­na geçmedik müslüman kadın bırakmıyacağız derken bi­zim "müslüman" da günde 20.000 lira sigaraya para verir­se bu "müslüman" İslâm'ı can evinden vuruyor demektir. Buyurun işte hesap ortada. Bir müslüman günde 20,000 îira  sigara  parası  verirse  ayda  600.000  lira  yılda: 7.200.000 lira yapar. Türkiye de yılda yirmibeş milyon ki­şi sigara içiyorsa ki, daha fazladır. Ortalama olarak müs-lümaların sadece sigaraya verdiği para kısaca İSO tirilyon eder.
Türkiye'nin yılda kişi başına 6 kg. sigara tüketimiyle dünyada birinci olduğu açıklanmıştır[122] Avrupa başta ol­mak üzere dünyanın bir çok devleti sigara aleyhine kam­panyalar yapmakta "sigara içmeyen bir toplum "u hedef al­maktadırlar. Dünya üzerinde bu anlanda önlemler alma­mış tek ülke Türkiye'dir. Sigara reklâmı yapılan tek ülke de Türkiye'dir. Amirekan sigaralarının boy hedefi olmuş­tur insanlarımız. Buna idarecilerimizin gafleti diyemeyiz; çünkü bu gaflet değil bir ihanettir.
Uzmanlar sigara dumanında fare zehiri başta olmak üzere bin'e yakın [123] zehirin varlığından bahsetmektedir­ler. Milletini bu zehirlere hedef hâline getirmek, milletini düşünen idarecinin yapabileceği bir davranış değildir.
Türkiye'de yaklaşık 25 milyon civarında kişinin ağzın­dan sigara düşmüyor. Dünyada sigara üretimi her yıl %2 oranında, Türkiye'de ise %7 oranında artıyor, yurdumuzda yılda adam başına 600 paket sigara düşüyor. Devlet, siga­ra üzerinden büyük "gelir" elde ediyor. Tabii bu öyle görü-neni. Zehirlediği bu insanların tedavisine yapılan masraf dikkate alınmıyor. Çarpık düzenin çarpık mantığı milleti­mizi inim inin inletiyor.
Zararlarının ve çirkinliğin reklâmını yapan, toplumu reklâm manyağı haline getiren zihniyete lanet olsun.
"Sigara diş ağrısını giderir" sözü de bir reklâmdır. Bu reklâmcıların ahmaklara yaptırdığı bedava bir propagan­dadır. Şimdi isteyen bu sözü söylemeye devam etsin..
Nereden geliyor bu mezkur sözün menşei? sorusunun cevabı şudur:
1560'da Fransa'nın Portekiz'deki elçisi Jean Nicot Por­tekiz sarayında süs gibi yetiştirilen tütünü görünce bu bit­kiyi inceledi. İnceleme sonucunda tütünün ağrı kesici bir ilâç olduğu kanısına vardı.
,0 yd Fransız kreliçesi Catherine de Medici müzmin baş ağrılarımdan şikayet ediyordu. Nicot, baş ağırlarını tedavi edici ilâç olarak kreliçeye tütün gönderdi. Kreliçe tütünün içindeki maddelerin uyuşturucu tesirinde kalarak baş ağ­rılarını bu otun geçirdiğini şayi edince, tütün Avrupa'da süratle yayıldı.
Tütüne önceleri "sefir otu" deniyordu. Bu ot ya çiğneni­yor veya pipo ile içiliyordu. Böylece sigara "keyif ve deği­şiklik arzusu"ndan "alışkanlığa" dönüşmüş oldu.
Tütün ile ilgili ciddi arıştırma yapan elçi Jean Ni-cot'tur. Bu yüzden tütün bitkilerine Nicotiana, tütün zehi-rine de Nicotin denilmektedir.
Son derece bir sağlık problemi olan sigara alışkanlığı her yerde bir hastalık gibi yaygındır. Bu salgın meretin di­kim ve işlemesini ne yazık ki bizzat devlet organize ediyor ve böylece sigara içen bir nesil yetiştiriliyor, maalesef.
Sigara içenler kazandıkları gelirin büyük bir kısmını bırakmadıkları kötü bir alışkanlıkla, daha sonra da bu alışkanlığın sebep olduğu hastalıkların tedavisi?:7 carlar. Tütün kadar insanları biribirine esir eden bir §v yok.
Sigara alışkanlığının sebeplerini sayanlar birçok mad­de sıralarlar. Biz bunları üç ana grubta topluyoruz:
1- Hayat şartlarının ağırlığı[124]
2- Sigaraya yalnızlığı gideren arkadaş görüntüsü veril­mesi.
3- Sigara sanayii kesiminin insanların beynini reklâm ve propagandalarla yıkaması.
Bütün mesele, üçüncü maddede zikredilen propagâ ' nın birinci ve ikinci maddeleri iki ayak yaparak hu olmasıdır. Yanlış ve yıkıcı propagandalara aldanrr lata­mızın acısını ümmetçe bu gidişle daha çok benzi­yoruz.
Yine uzmanlar sigaranın zararlarını madde madde sı­ralıyorlar. Diyorlar ki:
1- Sigara içenlerde müzmin bronşit olur.
2-  Damar sertliğinin meydana gelmesinde sigaranın payı büyüktür.
3-  Ayak damarlarının takınmasına genelde sigara se­beptir.
4- Sigara midede gastrit yapar.
5- Kalb damarlarının daralmasına sigara sebeptir.
6- Sigaranın hafızayı zayıflattığı tesbit edilmiştir.
7- Birçok kanser vak'alarma yine sigara sebep olmakta­dır.
8- Sigara beyine etki yaptığı için Felç'e de neden olmak­tadır.
9- Sigara kısırlığa da sebep oluyor.
10- Mesane kanserinin sebeplerinden biri de sigaradır.
11- Sigara tansiyon yükseltir.
12- Sigara iştahsızlık yaparak mide-bağırsak bozukluk­ları ve daimi kabızlığa yakalatır.
13- Dişleri sarartmaktadır.
14- Ciltte kırışıklıklar meydana getirmektedir.
15- Vücudun direncini düşürmekte hastalıklara zemin hazırl amaktadır.
16- İradeyi zayıflatmaktadır.
17- Psikolojik çöküntü meydana getirmektedir.
18- Sigara görme bozukluğuna sebep olmaktadır.
19- Sigara cinsel foksiyonları azaltmaktadır.
20- Sigara ağız tadını bozarak yiyeceklerden yeteri ka­dar lezzet almayı engeller.
21- Sigara yangın gibi maddi sararlara da sebep oîur.
22-  Sigara kadınlarda erken ve ölü doğumlara sebep olur.
Sigara içenler bütün bu zararları sigaranın dibindeki filitrenin Önlediğini zannederler. Kesinlile filitrenin hiçbir önleyici vasfı yoktur. Filitreli sigaralar sigara tiryakiliğini artırmaktan başka bir vasfa haiz değildir.
Sigarayı bırakmanın yolu yok mudur? Elbette vardır. Bunun için şunları sıralayabiliriz:
1- Sigarayı bırakmak için kesinlikle iradenize sahip çı­kacaksınız.
2, Devlet sigara tüketimi yanında değil, halkın sağlığı   yanında yer almalıdır.
3-  Devlet yayın araçlarıyla sigaranın zararlarını de­vamlı anlatmalıdır.
4-  Sigaralar pahalandırılın alı, satanlara özel vergiler konulmalıdır.
5- Sigara paketleri üzerine uyarıcı yazılar yazılmalıdır.
6-  Doktorlar, öğretmenler, din görevlileri ve devlet adanılan kesinlikle sigara içmemelidir.
7-  Televizyon yayın programında olanlar sigarayı ke­sinlikle hiç olmazsa yayan esnasında içmemelidir. Bazıları­nı görüyoruz. Bacak bacak üstüne atıp kaykılarak oturu­yor. Elinde sigara içiyor. Bunlar aile terbiyesi almamış, milletimizin ahlâk yapısından uzak olan edebsîzlerdir. Ne yazık ki, memlekette bunlar da söz sahibidirler. Yazık hem de çok yazık.
8- Sigarayı bırakmak için yanında çakmak, ağızlık bu­lun durmamalıdır.
9-  Sigara içme arzusu veren et, çay, kahve, baharat, acibiber gibi yiyecekler ve içecekler belli bir süre yenilip içilmemelidir.
10- Yemek zamanları dışında bol su içilmelidir.
11- Yemeklerden sonra açık havada yürünmelidir.
12- Hemen hemen hergün banyo yapılmalıdır.
13- Bol limonata içilmelidir.
14- Sigara ikram edenlerin yanına pek yaklaşmamak-dır.
15- Bolca sebze, meyve, süt, yoğurt yenilmelidir.
16-  Dişlerin çok temizlenmesi gerekir. Çünkü ağız içi ve dişleri temiz olanlara sigara çok tadsız gelir.
Sigara içmek, israf ve sihhate olan zararlarına binaen kıyas-ı fukaha ilmine istinaden haramdır.
"Tiryaki! er "den bazıları sigara içerken bu olsa olsa mekruh olur derler. Ömer Nasuhi Bilmen hocamız bir ha­disin izahında [125] "İstiğfar ile kebire kalmaz, İsrar ile de sağire kalmaz "[126] der.
Bazı "tiryakiler" de sigara içmenin "şüpheli şey" oldu­ğunu iddia ederler. Bunlar şu Hadis-i Şerifi bilsinler. Pey­gamberimiz buyurdu ki:
"Helâl- haram bellidir. Fakat bunlar arasında helâl mi haram mı olduğu kesin belli olmayan şüp­heli şeyler de vardır. Kim bu şüpheli şeylerden kaçı­nırsa dinini ve ırzını korumuş olur. Şüpheli şeylere kim düşerse sürüsünü her an saldırıp girebileceği bir korunun (sahibi olan bir arazinin) etrafında ot­latan bir çoban gibi harama düşer. Dikkat edin her melikin bir korusu vardır. Allah'ın yeryüzündeki korusu haramlarıdır.[127]
Sigara içenler şu üç hususu göz ardı edemezler, Yani bu üç hususu bilip yinede sigara içip zevk alıyorlarsa iç­sinler bakalım. Üç husus şunlardır:
1- Sigara dumanının ağız, burunda ve ellerin parmak larında meydana getirdiği san renk abdeste ve gusüie mâni olan boya gibidir[128]
2- Sigara içen tiryakilerin kilotlarında lekeler hasıl ol­duğu ve bu lekelerin sabunla çıkmadığı, ancak çamaşır su­yu ile çıktığı hususu gözden kaçırılmamalıdır.
3-  Çok tütün içenler öldükten sonra cesetleri yıkanır­ken makatlarından gelen sızıntının kesilmediği, sonunda sızıntılı halde bir nev'i abdestsizlik halleri içinde kefenlen-dikîeri ibretle dikkate almalıdırlar.
Hâsılı, teselli diye sarılından sigara dertlerin, meydana gelecek ızdırapiarın çıban başıdır. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerine izafe edilen bir beyit vardır;
"Deme tömbekiye fışkı, fışkı duyar ar eder.
Tütün katma fışkıya, fışkıyı murdar eder."[129]
Demek ki, sigara vücuda giren bir hırsızdır. Bu hırsız organları çalmakla kalmaz; imâna da kasteder. Cenab-ı Hakk, ümmeti böyle bir tehlikeden korusun ve kurtrasın..
Sigara vücuda giren bir hırsızdır Organları çalmakla kalmaz; imâna da kasteder. [130]

462-İsterfakir Ol Îsterfukara Yemekten Sonra Yak Bir Sigara"


»Başlık olarak aldığımız yukarıdaki ifade tiryakiler ta rafından çok söylenilen bir sözdür. Sanki sigara yemeğin parçası imiş gibi bir hava estirilmek istenir. Bu mezkur ifade tamamen yalan ve yanlış bir ifadedir.
Milletimizin sıhhatini bozmak kendilerinin de maddi gelirlerini artırmak için kapitalist ahlaksızlar tarafından uydurulan mezkur söz ile ahmaklara sigaranın meccanen reklâmı yaptırılmaktadır. Dikkat edilirse sigaranın halk arasındaki bir ismi de "ahmak otu" dur.
Aklı başında hiç kimsenin mezkur söze aldanıp da, ye­meklerden sonra sanki gerekliymiş gibi sigara içmeye kal­kışması düşünülemez. Yemeklerden sonra gereken, ha-ramlığı - tartışmalı da olsa- bilinen sigara içmek değil, na-sib olan rızkı almanın şükrünü edâ etmektir. Duâ etmek­tir. İnsan bunu kavrayamazsa mutfakla tuvalet arasında boru olmaktan kurtulamaz.
Hâsılı, birçok sözler gibi başlık yaptığımız ifade de em­peryalist kafirler tarafından aramıza sokulmuş, insanlara nıeccanen yaptırılan menfî propagandalardan biridir. Sö­mürü hortumunun bir halkası olan bu ve benzeri sözlere dikkat etmek lazımdır, Cenab-ı Hakk, bizleri ağzımıza ge­len veya kulağımıza fısıldanan her sözü söyleme tehlikesi­ne düşmekten korusun ve kurtarsın[131]

463-"Biz Eli Dumanlı  (Sigarayı Kastederek) Kalbi İmanlı Mücahidleriz


•Sigara içen genç, imârdı hem de sakallı, musalli kar­deşlerimize; iyi meziyetlerinin yanında bu tiryakilikleri­nin yakışmadığını, çirkinliğin gözleri tırmaladığını iğrenç alışkanlıklarını bırakmalarım söylediğimiz zaman:
- Aman efendim bunu büyütmeyin. Biz eli dumanlı kalbi imanlı mücahidleriz, diyorlar.
- Fesübhanallah! Ne biçim mücahidlikse bu. Bu neye benziyor biliyor musunuz? Kusura bakmayın ama anlaşıl­sın diye misal vereceğim.
Görüyorsunuz. Adam tenekecilik yapıyor. Dükkan aç­mış. Müslümanca olsun diye dükkanına "Cihad Teneke" levhasını yazdırıp asıyor. Yahu tenekeciliğin de cihadı ol­maz. Kelimenin ağırlığını düşürmemek lazım. İyi niyetle yapılıyor ama yapılan yanlış.
Aynen bunun gibi yani tenekeciliğin cihadı ne kadar tırmalayıcı ise "eli dumanlı mucahid"cilik de o kadar tır-malıyıcı.
Şahsen ben, sigaradan nefretten de öte iğreniyorum. Sigara içenlere hatırlatıyorum. Akşam evinize gittiğinizde hanımınız sarımsak yemiş olsa, sizde sarımsağı tatmasa-nız o sarımsağın kokusunu taşıyan karınız da olsa, ona muhabbetle sokulabilir misiniz. Bu mümkün değil. İşte siz karımzdaki sarımsak kokusundan nasıl nefret ediyorsa­nız, s'gara içmeyen hanımınız da sizin kokunuzdan en az sizin kadar iğrenir. Bu durumda olanlar kul hakkına teca­vüz etmiş olurlar.
Lütfen bu durumu göz ardı etmeyiniz sigara içerken. Sigaranın verdiği zevk hanımınızı ettirdiğiniz nefretten si­zin için daha önemli ise içmeye devam edin[132]
Hâsılı, sigara ile mücahidlik bir arada yürümez. Sigara öyle bir illet ki, bulunduğu yeri çirkinleştirmekle kalmaz; aynı zamanda imana da kasdeder. Allah (c.c), ümmeti böy­le olumsuzluklardan korusun ve kurtarsın... [133]

464-Allah’ın Verdiği Güzelliği Niçin Saklayım


•Tesettüre riâyet etmeyen kadınların bu hallerinin uy­gunsuzluğu kendilerine hatırlatılınca hemen:
"-Allah'ın verdiği güzelliği niçin saklayım" diyerek çıp­laklıklarını akılları sıra mazur göstermeye çalışırlar. As­lında bu örtünmeye meydan okumaktır.
Kadının, varlığının bir hikmeti vardır. Bu hikmete bi­naen Cenab-ı Hakk erkeğe de olmakla birlikte kadına da­ha detaylı örtünme sınırlan çizmiştir. Namahrem mahrem çizgileriyle kadin-erkek ilişkileri belli bir kurala bağlan­mıştır. Bu kurala göre hareket sağlıklı bir toplumu mey­dana getirir. Bu meyanda haremlik-seîâmlık konusu son derece ciddidir. Haremlik- selâmlık nesil emniyetini sağlı-yan sebeplerin başında gelir.
 Kadının, Allah'ın verdiği güzelliği saklayacağı ve sak­lamayacağı yerler vardır. Kadın için şerefli bir hayatın de-varaı güzelliğini, saklanması gerekli olan uzuvlarını ken­disine namahrem olan erkeklere göstermemekle sağlanır.
Kadın, kendi güzelliğini hiçbir sınırlama olmaksızın sa­dece kocasına gösterir. Hattâ, kadının, güzelliğini kocası­na göstermesi ve bütün maharetlerini ortaya koyması se­vaptır da. İnancımıza göre, kadının güzelliğini, cazibesini kocasına göstermesine sevap denirken, aynı mıntıkaları başka erkeklere gösteren kadınlara halk arasında "Kendi­sini pazarlıyor" diyorlar.                               
Bu isimlendirmeye katılmamak mümkün değil. Düşü­nün bir kadın ki, vücudunun çok önemli yerlerini açmış. Eteklerini dizlerinin üzerine çekmiş. Bununla da yetinmi-yerek eteğini kasığının altına kadar sökerek baldırlarını gösteriyor. Bir tartışmada açık bir kadına niçin böyle yap­tığını sorduğumda "Ne yapayım. Erkekler baktıkça zevk alıyor tatmin oluyorum" diye cevap verdi. Peki buna kendi kendinize parlıyorsunuz dersek bize kızar mısınız? Dedi­ğimde de : "Ne münasebet kızayım. Siz ne derseniz deyin. Doğru söylemiş de olabilirsiniz. Bir bakıma doğrudur da. Kim nasıl değerlendirirse değerlendirsin, ben bununla tat­min oluyorum. Ancak kesinlikle orosbu değilim."
Peki, sizce orosbuluk başka bir ifade ile namusluluk ne­dir? dediğimde çok farklı şeyler söyledi.
Şunu düşündüm: Vucutlarıyla başkalarını tatmin et­mek için "Allah'ın verdiği güzelliği Allah'ın kullarından ni­çin esirgeyim" deyip vücutlarını teşhir edenlerin namus anlayışları da farklı. Böyle bir anlayışla namuslu bir ha­yat imkânsız diye düşünüyorum.
Hâsılı, çıplaklığı din haline getiren kadınların "Allah'ın verdiği güzelliği Allah'ın kullarından niçin saklayayım" demeleri toplum için son derece dikkat çekici tehlikelerin habercisidir. Cenab-ı Hakk, böyle bir tehlikeden müslü-manları korusun ve kurtarsın... [134]

465-"Allah Onu Özene Bezene Yaratmış." 466-"Allah Onu Boş Zamanında Özene Bezene Yaratmış."


•Tevhid akidesine bağlı birisinin yukarıdaki mezkur lâfları etmesi mümkün müdür? Bana sorarsanız, ben; "mümkün değil" diye cevap veririm. Gerçekten de müm­kün değildir.
Çünkü, bu sözle Allah'a adaletsizlik izafe edilmektedir. Yaratılanların bir çoğunu abes görmek edebsizliği gösteril­mektedir. Yine bu söz ile nefsani arzularım dile getirmek için bütün bir âlemi tekmelemek; nefsi gümbürdetmek yetmiyormuş gibi Tevhid'e kafa tutmak vardır. Bu sözde, Allah'ın kader sırrına karşı gelmek vardır. Daha neler vardır. Bu sözlerin altında.
Sonra özenmek-özenmemek kullara mahsustur ve bu bir eksikliğin neticesidir.
Allah (c.c) ise eksiklikten münezzehtir. O, bir şeyin ol­masını murat ederse "[135] emrini verir, o da oluverir/1^
Zamanı yaratan da o zamanın içini dolduran da Al-lah(c.c)'dür. Zamanı boş bırakmak veya doldurmak kulla­rın işidir. Allah (c.c) böyle bir şeyden münezzehtir. Çünkü herşey O'nun külli iradesi altındadır. Allah'a zaman ve mekan tahsis etmek O'na eksiklik isnat etmek olur. Bu ise küfürdür.
Aynı zamanda bu sözde, nankörlüğü takdir gibi takdim etmek vardır. Sözde Allah'ı tekfir ediyormuş gibi hava es­tirilmekte lâkin tekfir kokusu bir türlü gizîenememekte-dir. "Çirkin" gördüklerine böyleleri, Allah'ın zamanının dolu olduğunda yarattığına inanıyor olmalılar ki, bu sözü sarfediyorlar. Bu bir gaflet değil Allah'a karşı işlenen en büyük cinayettir.
Allah'ın yarattıklarında kusur görenlerden daha zalim kim olabilir? Bu zalimlerin hizaya gelecekleri o mahşer gününün cehennem ateşinin homurtuları bu zalimleri beklemektedir.
Hâsılı, kişiyi imândan edecek, başlıkta zikrettiğimiz ve benzeri ifâdelerden kaçınmak her müslümanın başta ge­len vazifelerindendir. Unutmayalım ki, yaratılan her şey­de mutlaka bir hikmet vardır. Bu hikmeti görecek imâm Cenab-ı Hakk bizlere de ihsan etsin. [136]

467- "İlâh Gibi Kadın"


•Bizim toplumumuzda "ilâh" dendiğinde genelde Allah (c.c) anlaşılır . Halkımızın anladığı mânâ budur. Böyle olunca, bu cümleyi kullanan kişiler, karşısında büyülendi­ği kadınlar için, mezkur cümleyi söylemekle "Allah gibi kadın" demiş oluyorlar. Kadını Allah'a denk tutmak sure­tiyle müşriklik gayyasına düşmüş oluyorlar.
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Kerün'de mallarım, mevkilerini çocuklarını, kadınlarını ilâh yapanlardan ve bunların kötü akıbetlerinden haber vermektedir.[137]
Kapitalist lâik toplumlarda sömürülen kadın, ilâh mev-kisinde tutularak kanı emilmektedir. Araba lastiğinin reklâmında fiziki cazibesi teşhir edilen kadın, eşşekler gibi şehvetine düşkün olanların gözlerinde bir ilâh gibidir. Şehvetine tapanların ilâhıdır kadın. Böyîeleri kadını öyle görürler.
Kur'an-ı Kerim'de nefislerine tapınanlann, müşrikle­rin, münafıkların iğrenç yaşantılarından bahsedilirken korkunç akıbetlerinden örnekler verilir.[138] Zaten Allah'a kulluğu bırakıp kullara kulluk yapanların akıbetleri hep böyle olmuştur. Bundan sonra da böyle olacaktır. Allah'ın kanunlarında hiçbir değişiklik yok. Hep ahmakların acıklı halleri ibret verici.
Cehaletin mantığı yoktur. Bu mantıksızlığa saplanan­ların birçok şeyleri "Allah'ı sever gibi" sevmeleri kendileri­ni şirk batağına saplamıştır. Günümüz insanı sevdiklerini Allah gibi sevdiğini saklıyor da değildir. Onun için kadın birçoklarının gözünde gerçekten ilâhtır.
Şehvetine mübtela olanların ağızlarından kadınlarla il­gili daha nice lâkırdılar duyulur: Meselâ, bazıları kadını kitaba benzetirler. Derler ki: "Kitap gibi kadın". Bazıları da kadını meleğe benzetirler. Derler ki: "Melek gibi ka­dın" Böylelerine göre melekler kadına benzerler.[139] Bu söz­lerden çıkan netice şudur:
Kadın bazılarının gözünde ilâhtır. Bazılarının gözünde kutsal bir kitaptır. Bazılarının gözünde de bir melektir. İlâhı, kitabı, meleği kadın olan erkek kıîığındaki kancıkların şerrinden insanlık çile çekmektedir. Böylelerinin şerrinden Allah (c.c) vatanımızı, milletimizi ve bütün insanlığı korusun ve kurtarsın...
Hâsılı, kültürü bozuk, Kur'an ve Sünnet kültüründen koparılmış, aile terbiyesinden uzak, maarifi bozuk toplum­larda kadın daima ön planda tutulur. Bu onların kadına değer vermelerinden değil, kadını ilâh mevkisinde göste­rip sömürmelerinden, limon gibi sıktıktan sonra posasını atabilme kolaylığını sağlamalarından dolayıdır.
Bizim inancımıza göre kadın, ayağının altında cennet olan varlıktır. Biz bu varlığa ana diyoruz, baes diyoruz, sadık bir eş diyoruz. Ve her kadını anamız kadar mübarek, bacımız kadar hürmetkar, eşimiz kadar saygılı görüyoruz, tanıyoruz.
Öyle ise kadın, hangisinden olmak istiyorsa ora­da yerini alsın...
Türkiye'de bazıları bir çeşit yemeğe: [140]

468-"Kadın Budu Köfte" Diyorlar.


•"Kadın budu köfte" Türkiye'de bir çeşit yemeğe veri­len isimdir. Allah (c.cjnün lütfettiği bir yiyeceğe bu ismi verenler olsa olsa bir cinsi sapıktır. Çünkü böyle bir isim normal bir insan tarafından verilemez de, söylenemezde.
Ancak bu ismi yaygınlaştıranlara ne demeli. Görün işte Kur'an ve Sünnet kültüründen mahrum yaşayan bir top­lumun acıklı halini. Bizim öz kültürümüzde bu ad ile bili­nen hiçbir yemek çeşidi yoktur. Emperyalist batı kültürü­ne midemizi, ağzımızı, kalbimizi, kalıbımızı açalıdan beri başımıza gelmedik belâ kalmadı. Bu, acıklı halimizin tek sebebidir.
Kadın bizim anamız, bacımız, hanımımız, ayağının altı­na cennet serilen varlığı nazdır. Biz onu süfli emellerin iğ­renç arzularına sunamayıs. O bizim namusumuzdur. Na­sıl olur da onun organını şehevi arzuları harekete geçire­cek bir çağrışımla yemeğimizin çeşidi yapabiliriz. Biz ya­pamayız. Çünkü biz müsîümanız. Müslümanlar böyle bir şeye tevessül edemezler.
Öyle ise, bu yemeğin ismini biz değiştirelim. Mezkur yemeğe ismini vermeden önce nelerden ve nasıl yapıldığını görelim:
700 gr. kıyma.
3 adet kuru soğan.
1 fincan pirinç.
2 çorba kaşığı sıvı yağ.
3 adet yumurta.
Birer miktar maydonoz, tuz, karabiber, kekik.
Yapılışı:
Yağ, soğan ve kıymanın yarısı karıştırılıp kavurulur.v Sonra, ayrılan kıyma, haşlanan pirinç ve kavrulan içlerle birlikte maydonoz, tuz, karabiber ve kekik ile yoğrulup yu­murta büyüklüğüne getirilerek galete ununa bulandırılıp sıvı yağın içinde kızartılır. Böylece yemek yapılmış olur.
Tarifi yapılan bu yemeğe biz müslümaniar "Kıymalı kebep" diyelim.
Demek ki, "Kadın budu köfte" ismi bizim örfümüze ade­timize, ananemize, namus anlayışımıza, ahlâkımıza uy­mayan bir isim. Bu ismi bundan böyle protesto ediyor yap­tığımız mezkur yemeğe artık "KIYMALI KEBAP' diyo­ruz. Ne hoş oldu değil mi?
Ayrıca kadınların organ adlarının verildiği başka yiye­cekler de var. Müslümanlar olarak bizi rahatsız eden bu yiyecek isimlerini de değiştirelim. Tesbit edebildiğim ka­darıyla tatlı olarak yediğimiz bu yiyeceklere "Dilber duda­ğı", "Hanım göbeği", "Hanım parmağı" diyorlar. Bu isimle­ri de değiştirelim. Kadınlarımızın ırzına matuf emperya­list emelleri birlikte yıkalım.
Cenab-ı Hakk, bizleri yanlışın her çeşidinden korusun vekurtarsm... [141]

469-"Kara Fatma" Diyorlar.    


•Ehl-i küfrün müslümanlarî karalama yöntemlerinden biri de "KARA"[142] kelimesini kullanmalarıdır.
Kafirler "kara" kelimesini kullanmak suretiyle bir kaç yönden müsîümanlara saldırmış oluyorlar; Kara Cum'a, kara sakal, kara çarşaf... gibi ifadelerle İsîâmi değerlere saldırmayı küfürlerinin marifeti sayıyorlar.
Cum'amiza kara, sakalımıza kara, örtümüze kara, Ki-tab'ımıza kara diyen bu kara kaîb'ii mahluklara karşı çok dikkatli olmak müslümanm firaseti gereğidir. Aksi halde şerlerinden kurtulmak son derece zordur.
Küfrün tuzağına düşmemek lazım. Ama ne yazık ki, ce­halet içinde bırakılan müslümanların küfrün emellerine âlet olmaları son derece üzücüdür. Çünkü saldırıların hiç­birisi tesadüfi değil hepisi planlı programlıdır.
Kim iddia edebilir, siyah bir böceğe, Peygamberimizin kızı Hz. Fatıma'nın isminin verilip "Kara Fatma" denil­mesinin tesadüfi olduğunu? Ve yine kim iddia edebilir, bir Çeşit sebze cinsine Peygamberimizin hanımı, mü'rninlerin annesi Hz. Aişe validemizin isminin verilip, o sebzeye "Ay­şe Kadın Fasulye" denilmesinin tesadüfi olduğunu?
Müslümanlar nazarında çok mübarek olan üç aylardan Recep, Şaban ve Ramazan aylarından ikincisine "İnek Şa­ban", Ramazan ayına da "Ramazan eğlenceleri" demekle, mübarek aylarımızı eğlenceleştiren zihniyetin masum ol­duğuna siz inanıyor musunuz? Bilin ki, bütün bunlar planlanmış, programlanmış sinsice çalışmaların ürünün­den başka bir şey değildir.
Bu yakıştırmaların bir sebebi de, küfrün isimlerimiz üzerindeki hegomonyasım sürdürme gayretidir. Bunlar Hz. Aişe'yi, Hz. Fatıma'yı, Hz. Muhammed'i, Hz. Aliyi, Hz. Fatıma'yı, Hz. Ömer'i unutturacaklar. Şaban ve Ra­mazan aylarının faziletini unutturacaklar. Bunların taşı­dığı ruhu unutturacaklar. Sonra da müslümanlarî kendi­lerine köle haliiıe getirecekler. Bu zalimlerin hedefi bu. Çok uyanık olmaya, herşeyi çok iyi hesap etmeye mecbu-
ruz.
Üzülerek ifade edelim: Geneli itibariyle müslümanlar-da bu uyanıklığı göremiyoruz. Küfrün ekmeğine yağ süren nice gafil müslümanlar ehî-î insafın yüreğinden kan dam­latıyorlar.'Meşhur hikayedir bilirsiniz: Ormandaki ağa­ca demişler ki: Nedir bu sıkıntın, kesilmek mi seni üzüyor? Ağaç, yok yok beni gamlandıran kesilmem falan değil, beni üzen, beni kesecek olan baltanın sapının benden oluşudur, diye cevap vermiş.
Gerçekten de öyle, Küfür tabiatının gereğini yapacak­tır. Bu onun tıynetinin icabıdır. Peki müslümanım diyen­lere ne oluyor ki, küfrün kâfirliğini kolaylaştırıyorlar.
Hele şu "hoca kılıklı" sahtekâra bakın siz. Bir mesele karşısında komiklik olsun diye ve Kur'an-ı Kerim'i kaste­derek:
-.Hele şu "Kara kaplı Kitap" ne diyor diye, Kur'an ile alay etmesi, Kur'an-ı karalaması kâfirin karalamasından kat kat daha tehlikelidir. Bunların şerrinden de Allah'a sı­ğınırız. Cenab-ı Hakk bunların şerrinden müslümanlarî korusun ve kurtarsın.
Hâsılı, yerli ve yabancı düşmanların İslâm'ı karalama yarışı büyük bir hızla devam etmektedir. Böyle bir ortam­da müslüman, küfrün bu yarışına ne derece engel olabil­mektedir; bunu düşünmelidir. Düşünmezse bu yarışın or­tasında cahili bir yaşantı içinde kalakalır. O zaman kâfir ile "müslümamm" diyenin ne farkı olur? Eabb'ımız bizleri düşüncesizlikten ve düşüncesizliğin tehlikelerinden koru­sun ve kurtarsın.....
Bazıları bir çeşit çiçek cinsine: [143]

470-" Kaynana Dili" Diyorlar.


•Bilindiği gibi evlenildiği zaman kadına erkeğin, erke­ğe de kadının annesi kaynana olur. Bunlar o kişilere ay­nen öz anne gibidirler. Özellikle erkeğin annesi (hanımı­nın da kaynanası) aile fertlerinden biri ve hatta kayınpe­derden sonra ikincisidir.
Müslüman Türk ailelerinde kaynana ve kayınpeder ev­de evin bereketi olarak bilinirlerCdi). Onların yokluğunun veya ayrılıklarının geçim sıkıntılarına sebep olacağına inanıhr(di). Bu bakımdan bunlar evin direği sayılır, gönül­lerini kırmamak için ne lazımsa yapılır, hürmette kusur edilmemeye çalışılır(dı). Eskiden böyleydi.
Ya Şimdi! Evet şimdi, "Eski çamlar bardak oldu". "Köp­rü altından nice sular geçti." "Zamanın insanları değişti" Ve böylece kaynanalar, zamane gelinlerince evde istenme­yen kişi ilân edildiler. Şimdi evlenecek genç kızlar damat adaylarından evlenme şartı olarak "kaynana ile birlikte oturmama"yı ilk sıraya koyuyorlar. "Ben kaynana kahrı çekemem" diyor gelin hanımlar. Hey gidi dünya hey, ne oyunlara ne oyunculara sahne oldun sen! Acaba şimdinin kaynanaları da gelin(cik)leri gibi mi söylemişlerdi diye dü­şünüyorum. Zira her hal-u kârda günümüzün gelin(cik)le-ri de kaynana olduklarında kendilerine aynı tavrı takına­cak kız(cık)ları yetiştirdiklerini görüyorum. Çünkü "görü­nen köy kılavuz istemez" derler.
Kaynananın, kaynatanın baş tacı edildiği bir toplumdan kaynana, kaynata ve (hakkını vermek lazım) hatta ge­lin düşmanı bir toplum haline nasıl geldik. Aslında ilk Ön­ce bunu sorgulamak lâzım. Düşüş sebebi bilinmeden emekleyip kalkış hemen hemen imkânsızdır. Öyle ise bu­nun sebeplerini birlikte ortaya koyalım, diyorum. Siz ne dersiniz?
Bu vahim akıbetin birinci sebebi, kültürümüzün bozul-maiücuf. Biz: kültür istilasına uğramış, bir gecede Öz kültü­rümüzden köpanhp batıran iğrenç kültürüne maruz bıra­kılmış bir toplumuz. Kur'an ve Sünnet kültüründen kopa-nldık, aile terbiyesinden mahrum bıraküdık. Batıya özen-Tiid zI-V.i milletimize fazilet olarak gösterildi. Onlara özendik. Aile yapım;/ bozuMu. Namus anlayışımız değişti. Dünya görüşümüz farklılaştı. Ar,.;1.' 'Hzim neslimiz Öz ana'sma bile merhamet etmiyor. Böyle bir nesilden KİuıC ne fayda gelir. Kendisine bile faydası olmayacak bir nesil türettiler nesli kesil esiceler.
Bakınız ne kadar ibretli: Geçenlerde İstanbul'da hasta­neye birini ziyarete gittim. Bir kadın hem ağlıyor hem dua ederek yalvanyordu:
- Allah'ım! Bana O'nun gibi bir ölüm ver. Çabucak onun gibi buralarda ölmek istiyorum. Tekrar o eve döndürme Allah'ım beni, diyordu. Yanına yaklaştım.
- Teyzeceğim! Geçmiş olsun. Niye bu derece üzülüyor­sun. Niye ölümü istiyorsun böyle?" deyince:
- Sorma çocuğum sorma! dedi.
Sorma! Bir oğlum var. Saçımı süpürge ettim çalıştım. Rahmetli evini aldı. İçinde bir ay yatamadı. Oğlumuzu evlendirdik. Gelin çok zaîim çıktı. Oğlum ikimizin arasında kaldı. Bir adamını bulup beni buraya yatırdı. Bir komşum­da vardı. Onu da öyle yapmışlardı da 15 gün içinde hasta-hanede öldü. Hastahanede yıkadılar. Oradan alıp mezara götürdüler. Hiç evine götürmediler. Ben de evime gitmek istemiyorum. Evimde ölmek istemiyorum. Allah canımı ya hastahanede ya da yolda alsın. Evimde, benim dediğim evimde, uğruna gençliğimi tükettiğim evimde ölmek oraya yeniden dönmek istemiyorum, diye hem konuştu hem ağ­ladı.
Düşündüm. Bu bir kaynana idi. Hem de bir tek oğlu­nun hanımının kaynanası idi. Kimbilir ne hayalleri vardı: Bir gün gelini olacak, kendisine hizmet edecekti. Anacığım şunu şöyle yapsak olur mu, diyecekti. Kendisi de ona "sen bilirsin kızım" diyecek yapacağı şeyin isabetli olduğunu işaret etmiş olacaktı. Torunları olacak, onları kucağına alıp bağrına basacaktı. Gece onları annelerinin yanında değil kendi yanında yatıracak "genç annelerinin uykuları bölünmesin rahat uyusunlar" diyecek kendisi uykusuz ka­lacaktı. Onlar nineciğim, nineciğim diye boynuna sarıla­caklar, o da, yavrum diye bağrına basacaktı. Evet! Ne ha­yal etti. Başına neler geldi. Ve daha neler gelecekti.
Şimdi düşünmek lâzım: Toplum müslümança yaşayan, İslâm terbiyesinin verilip alındığı bir toplum olsaydı bu ve benzeri kaynanaların başına bunlar gelir miydi? Bu müm­kün değil. Böyle giderse nice canlar yanacak.
Şimdi madalyanın öbür yüzünü çevirelim: Müslüman, akıllı, terbiyeli, İslâmi edeble yetişmiş iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, doğruyu eğriden ayıran nice hanımefendi ge­lin hanımlar kaynanalarının huysuzluklanyla dünyaları zindan olmuyor mu? Cazı mı cazı, çirkef mi çirkef, ahlâksız mı ahlâksız kaynanalar yok mu? Hem de azım-sanmıyacak kadar çok miktarda var.
Bir vesile ile anlatmışlardı: Kaynananın biri, gelinini oğlundan ayırmak için cinciîeri-büyücüleri dolaşıp duru­yormuş. Sordum: Gelinin ne suçu varmış, diye. "Hiçbir su­çu yok. Kocasıyla da gayet iyi anlaşıyor. Gelin çok zayıf-mış da kaynananın hoşuna gitmiyormuş" dediler. Oğlu da annesine yaptıklarından dolayı ikaz da etmiş; fakat kadın aldırmiyormuş bile. İşte böyleleri de var.
Bütün bu sıkıntılar bozuk düzenin, çarpık aile yapısı­nın, terbiyeden yoksun yetişmenin; kısacası, İslâm'dan uzak yaşantının sebep olduğu aşırı sıkıntılardır, öyle sı­kıntılar ki, bu sıkıntılarla yuvalar yıkılıyor, hayaller yıkı­lıyor, umutlar kırılıyor, mutluluklar serap oluyor ve her­kes kahroluyor.
Müslümanlar! Gelin, öze dönelim. Bizim olana sahip çı­kalım. Kur'an ve Sünnette tarifi yapılan hayatı yaşıyahm. Milletçe o zaman namusumuza sahip çıkar, meleklerin bi­le imrendiği mutlu bir hayat yaşarız. Böylece, bize bunu çok gören küfre fırsat da vermeyiz.
Hâsılı, insanlarımızı biribirine düşman etmek birini di­ğerine hakir göstermek, özellikle müslümanların huzuru­nu bozmak için çeşitli yöntemlere başvurulmuştur. Başlık­ta ele aldığımız sözde olduğu gibi, kaynanayı kötü göster­mek için dikenli bir çiçeğe kaynana dili isim olmuştur. Ge­lin için de uydurulmuş nice yakıştırmalar vardır. Önemli olan safsataya kapılmamaktır. Çünkü safsatalar sıkıntıla­rın sebebidir. Cenab-ı Hakk, ümmete öze dönmeyi nasip edip o günlerin zevkini tatmayı ihsan etsin... [144]

471-"Kadın Hayvan Kesemez"


•İslâmi kültürden kopmuş bir toplumda elbette insan­lardan müslümanca tavırlar beklenemez. Böyle bir. top­lumda çoğu kimseler kulaktan dolma bilgilerle fetva ver­meye bayılırlar. Her önüne gelen aklına estiği gibi bilir-bilmez konuşur durur.
Halkımız arasında çok söylenilen sözlerden biri de "ka­dınların hayvan kesemiyeceği, kestikleri hayvanların ye­nile miyeceği" lafıdır. Bu sözün gerçekle hiçbir ilgisi yok­tur. Tamamen yanlış ve müslümân kadınlara yapılmış bir iftiradan ibarettir. Cahil kimselerin değersiz beyanıdır.
İslâm'a göre hangi hayvanların etlerinin yenileceği, on­ların nasü boğazlanacağı ve kimlerin kestiği hayvanların yenileceği kesmenin şartlan açık açık Kur'an-ı Kerim'de, fıkıh ve hadis kitaplarında beyan edilmiştir.
Müslümanların, kesilen bir hayvanın etinden yiyebil­mesi için:
1- Kesilen hayvanın eti yenilen hayvan olması,
2- Üzerine Allah'ın ismi anılarak kesilmesi,
3- Usulüne uygun kesilmesi,
4- O hayvanı kesenin müslümân veya ehl-i kitaptan ol­ması,
5- Yenilecek olan şeyin helal yoldan temini,
6- Usulüne uygun olarak pişirilmesi,
7- Ölçü dahilinde yemeleri gerekmektedir.
Her müslümanm bu şartlara riayet ederek yemek yimek ihtiyacını gidermesi zorunludur. Çünkü hesaplaşma günü burnumuzun dibi kadar bize yakındır.
Gelelim halk arasında "Kadının kestiği yenilmez" sözüne. Fıkıh kitaplarında hayvan kesmenin şartları zik-redilirken kesenin müslüman olması veya ehl-i kitaptan olması gerekir kaydından sonra; kesmeye kadir olan müs­lüman yahud kitabi kadının veya çocuğun kestiği de helâl olur denilmektedir.'[145]
Hâsılı, müslüman ve ehl-i kitabın kestiği hayvanın eti hayvan helal olmak kaydıyla helaldir. Böyle bir hayvanı kesen kadın müsîüman veya ehl-i kitap ise onun kestiği de helâldir. Müslümanlar "işkembe fetvalarına" göre değil kaynaklardan çıkarılan fetvalara göre amel etmekle mü­kelleftirler. Yoksa işin içjnden çıkılmaz. Cenab-ı Hakk, ya-lan-yanîış sözlerden bizi korusun ve kurtarsın. [146]

472- Daha Gençsin Hacılığı Tutabilecek Misin?"


•Türkiyeli müslümanların talihsizlikleriden biri de, çe­şitli usullerle insanlarımıza İslâm'ın ihtiyarlar dini olduğu fikri empoze edilmeye çalışılmasıdır. Bir yerde, mevcut sö­mürü düzeni varlığının devam etmesini bu telkinin kabul-lenilmesine bağlamaktadır. Allah (c.c) küfrün tuzağını başlarına geçirsin...
İslâm'a göre ibadetler ihtiyarlıkta olduğu gibi gençlikte de yapılır, günahlar özellikle gençlikte yapılmazsa, Al­lah'ın hoşuna gider. Bu konuda Peygamberimizin bir hayli Hadis-i Şerifi vardır.
Türkiye'de, elhamdülillah imanlı genç bir nesil hergün çığ gibi büyümektedir. Bu küfrün gözünü son derece kor­kutuyor ve küfür bütün tedbirlerini İslâm ve müslümanîar aleyhine alıyor. Genç yaştaki müslümanların sakal bırak­ması, namaz kılması, Hacc'a gitmesi, haramlar konusunda titiz davranması kalbinde maraz olan bazı sözde müslü-manları da hayrete düşürmüyor değil. Onların bu hayreti telaştan ziyâde bir işe yaramanın serkeşliğidir. Onun için böyleleri, imânlarının tadım almış gençleri gördüklerinde "Daha gençsin..." diye gençlikte ibâdetin değil rezaletin yapılması gerektiğini telkin ederler. Çünkü kendileri bu rezaletin gayyasına dalmışlardır"[147]
Ne demek hacılığı tutamazsın demek? Bu ne rezalet? İnsan bu derece dininin cahili olur mu? Dinin kanunlarına karşı yeni kurallar mı konulmak isteniyor acaba? Bu ka-, dar serkeşlik olamaz.
Hacc, İslâm'ın beş şartından bir tanesidir. Nasıl ki; akıllı bir müslüman buluğ çağına geldiğinde namaz ona farz oluyorsa, elbetteki şartları yerine gelince geciktirilme­den Hacc yapılması da farzdır. Namazı, orucu, haccı tut­mak yani gereklerini yerine getirmek çok önemlidir. Buluğ çağından itibaren bu kulun birinci görevidir. Tutamamak gibi yersiz bir düşünce ile ibadetler ertelenemez. Bu dü­şünceye göre hareket edilseydi, İslâm'ın ihtiyarlar dini ol­ması gerekirdi. Böyle bir din yoktur.
Zamanımızda insanlar negatif (olumsuz) düşüne düşü­ne artık kalbleri sertleşmiştir: Bunu izale etmek her müs-lümanın başta kendi menfaati icabıdır,
Hâsılı, Hacc'a giden ibadetlerle haşr neşr olan müslü­man gençlere "Daha gençsin hacılığı tutamazsın, şimdi ha-.yatıni yaşa, ihtiyarlayınca onları o zaman yaparsın" de­mek mel'unca bir telkin olur. Kendilerine yandaş arayan ve şeytan ordusunun asker sayısını artırmayı amaçhyan böylelerin şerrinden Euzubilîâhimineşşeytâmrracim, diye­rek Allah'a sığınmak lazım. Bir de bunlara bu kötülükleri­ni anlatıp iyiyiliği, güzelliği anlatmak ve göstermek yapıl­ması gereken en hayırh iştir. Bu hayırlı işi yapmamaktan Allah (c.c) bizleri korusun ve kurtarsın... [148]

473-"Ashab-I Kehf'i Dokuz Kere Ziyaret Eden Hacc'a Gidip Gelmiş Gibi Olur"


•Yukarıdaki söz ve inanç akıdevi bid'atlerden biridir, Bilindiği gibi her bid'at dalâlettir. Her dalâletin sonu ce­hennemdir.
Kabe'nin dışında neresi olursa olsun, bin defa da gidil­se Hacc ibadeti yerine getirilmiş olmaz. Kabe'ye bile gidip Hacc ibâdetini yerine getirmek için, zaman ve mekan şartı vardır. Bilinen şartlar yerine getirilmek şartıyla, Hacc ibâdeti ancak yerine getirilmiş olur.
Helâl-haram hudutlarını tayin etmek Allah'a aittir. Kula böyle bir yetki verilmemiştir. Kültür açısından bozul­muş toplumların özelliklerinden biri de bid'at üretmenin alabildiğine yaygın hal almış olmasıdır. Müslümanlar her konuda olduğu gibi bu konuda da hassas olmak zorunda­dırlar.
İbâdetleri tayin eden ve onların sevabını veren de Allah (c.c)'dür. Kulların bu konuda da yetkisi yoktur.
Kabirleri, yatırları, tarihi olaylara sahne olmuş yerleri ziyaretin subutü bile şüphelidir. Şüpheli bir şeyi İslâm'ın rükünlerinden birine kıyas etmek son derece tehlikelidir. Cenab-ı Hakk müslümanları böyle bir tehlikeden korusun ve kurtarsın...
Hâsılı, "Ashab-ı Kehfî dokuz kere ziyaret eden Hacc'a gidip gelmiş gibi olur" sözü uydurma sözlerden biridir. Böyle inanç aynı zamanda imânı tehlikeye düşürücüdür.
Cenab-ı Hakk Kur'anı Hakim 'ide meâlen buyuruyor ki: •Rabb'imizin fazlından herhangi bir şey elde ederseniz, sizin için bir günah yoktur. "(Bakara SA.:198) [149]

474-"O, Hacca Değil Ticaret Yapmaya Gidiyor"


•Türkiye'de insanlardan bazıları, gıcık oldukları kişile­rin Hacc için Mekke'ye gittiklerini duyduklarında hemen, "O, Hacc'a değil ticaret yapmaya gidiyor" dîye tepkilerini ortaya koyarlar. Hele o şahıs bir kaç defa bu yola çıkmışsa o kişi hakkında bu söz daha çok söylenir.
Isıtılıp ısıtılıp ortaya konulan temcit pilavı gibi, her ko­nu edilişinde bu sözü söyleyenler zannederler ki, "Hacc ti­carete engeldir; Hacc'a giden orada ticaret yapamaz.ı; Böy-leleri şunu bilsinler ki, Hacc ibadeti meşru ticarete kesin­likle engel değildir.
Bütün ibadetlerde, Allah'ın rızasını gözetmek esastır, Allah'ın rızasının gözetilmediği herbir ibadette dünyevi, uhrevi hiçbir faide yoktur.
Şunu da göz ardı etmemiz mümkün değildir: Ticari kaygılarla sokak sokak dolaşarak, Hacc'da o güzel ve mah­dut zamanı zayi etmemek, kafayı ve kalbi bütünüyle ticari kaygularla doldurmamak gerekir. Bizim Hacc'a giden kardeşlerimiz ticari kazançtan çok hediye almak için çar­şıları dolaşır, ne hediye alacağım düşünerek o güzelim mahdut zamanını heba eder. Müşahedemiz şudur: Buradan şunu alayım da memlekete varınca satar şu kadar pa­ra kazanırım diye çarşıları dolaşanların sayısı devede ku­lak denecek kadar az ve önemsizdir. Kaldı ki, bunu yap­mak da helaldir.
Ticaret veya hediye niyetiyle yapılan alış-verişi erin Hacc ibadetini bozacağına dair de kimse fetva veremez. Çünkü Hacc ibadetine meşru ticaret engel teşkil etmez.
Hacc, dünya müslümanlarının oluşturduğu yıllık bir birleşim, bir genel toplantıdır. Maddi-^Mânevî yönlerden oluşan bu büyük kongrede ticaret de göz ardı edilemez.
Ancak, Hacc; Çin'in takkesinin, Japon'un ezan okuyan saatinin, Hong-Kong'un mekanik teşbihlerinin, Hindistan ve Kore'nin kumaş ve elbiselerinin, Tayland'ın teşbihleri­nin toplandığı mekan demek değildir. Hacc ibadeti, yıllık olağan İslâm Ulusal Kongresi demektir. Bir yönüyle İslâm Ortak Pazarı, İslâm Savunma Paktı anlamına gelir. Bu­günkü yapılan Hacc'ın bu anlama geldiğini söylemek mümkün değil. Ben de böyle bir şey demiyorum. Gerçek anlamıyla yapılacak Hacc'tan söz ediyorum.
Her ırktan, her dilden, her coğrafyadan inanmış insan­ların bir tek kalb halinde Allah'ın hiçbir özel mülkiyete ge^ çirilemiyen evi Kabe'de birleşmeleri ne yüce bir bütünleş­medir, tevhidtir. Orada, müslümanlar biribirlerinin dert­leriyle dertlenecekler. Sorunlara ortak çözümler aranacak. Endonezya'daki bir müslümanın derdi, Türkiye'deki müs-lümanın derdi; Afganistan'daki müslümanın sıkıntısı, Amerika'daki müslümaaın sıkıntısı olarak kabul edilip görüşülecek. Birinin düşmanı hepisinin düşmanı birinin dostu hepisinin dostu olacak. Böylece gerçek bir birlik sağ­lanacak.
Hacc ibadeti yapılınca Allah (c.c) ahş-verişe izin verdi­ğine göre bir ortak pazar kurulmuş olacaktır. İhtiyaç duyulan mallar yabancılardan değil müslümanlardan alın­mış olacaktır. Tabii ki bunu söylerken bugün gerek Hacc sırasında, gerekse diğer zamanlarda o kutsal Hicaz yur­dunu dolduran evrensel dolandırıcıların aracılığı ile satı­lan dünya kapitalistlerinin ve emperyalistlerinin malları­nın alınıp satılmasını kast etmiyorum. İnşaallah bir gün hep kendi mallarımızı alıp kendi emeğimizin ürünlerini satacak duruma, İslâm Ortak Pazarım kuracak konuma ulaşacağız..
Bir de tecrübelerime dayanarak söylüyorum. Bizim Ha­cılarımızı orada en çok meşgul eden, kime ne hediye al­mam gerekir, hususudur. Tabii bu yılların uzantısıdır. Türkiye'deki her tanıdığı, hacıdan bir hediye bekliyor. Bu işi başaramama endişesi hacının korkulu rüyası oluyor. Onun için hacılarımız herkesi memnun edebilmek için çar­şıları birkaç defa köşe bucak dolaşıyorlar. Birçoklarının hac parasının üç-dört katı fazlasıyla eşyaya para verdikle­rine şahit olduk. Hem de alınan şeyler işe yaramaz incik-eincik cinsinden şeyler.
En iyisi memleketimizde bu hediye bekleme âdetini kaldırmak lazım. Bize göre oradan getirilmesi ye dostlara ikram edilmesi gereken en büyük hediye, zemzem suyu ve hurmadır. Bundan fazlasını beklememek lazım. Hem bu Hacc a gidene daha rahat ve huzurlu ibadet etme imkanı sağlayacaktır.
Hâsılı, Hacc'ta ticaret haram gibi bir anlayışla söyleni­len "Hacc'a ticaret için gidiyor" sözü yanlış, maksatlı ve art niyet kokan bir ifadedir. Müslüman art niyet değil hüsn-ü niyetli olmakla mükelleftir. Art niyetin her çeşi­dinden Cenab-ı Hakk bizi korusun ve kurtarsın. [150]

475-Hacc'a Gideyim De Sakalı Öyle Bırakacağım:


•Sakal konusunu bundan önce de sorumsuzca söyle­nen iki sözün mahiyetini açıklamamız vesilesiyle izaha ça­lışmıştık/[151]' Burada da bir vesile ile tekrar kısaca değinip geçeceğiz.
Bilindiği gibi erkeklerde sakal tıpkı göz, kulak, el, kol gibi bir uzuvdur. Onun için dört mezhebe göre de sakalı kesmek aynen kulağı, burunu kesmek gibi haramdır[152]
Erkeklerde bir uzuv olan sakalı bırakmak ise sünnet­tir. Bu sünneti yerine getirmenin şartı veya başlangıcı Hacc'a gitmek de değildir. Hac'a gitmeyince sakal bırakıl­mayacağına dair hiçbir kayıt yoktur. "Hacc'a gideyim de sakalı öyle bırakacağım" demek İslâmi hayatı ertelemek, böylece insanın kendi kendine zulmetmesi demektir.
Sonra Hacc, zengin müslümanlara farz olan bir ibâdettir. Zengin olmayan erkek müslümanlar Allah Rasûlünün kıymetli kisvelerinden biri olan sakaldan ebe-diyyen mahrum olarak mı yaşayacak? Onun için çok akıl­lıca konuşmak ve Kur'an ve Sünnete göre amel etmek la­zım. İslâmi yaşantıyı ertelemenin kılıfını uydurmanın, şa­kasını yapmak bile iğrençtir. Biz hiç bir kardeşimizin bu iğrentiye maruz kalmasına gönlümüz razı olmaz. [153]

476- "Zaman Böyle Gerektiriyor"


•Yamuk-yumuk yaşantılarının suçunu veya sebeplerini zamana yükleyenlerle ilgili bazı açıklamaları Sorumsuzca Söylenen Sözler kitabımızın birinci ve üçüncü ciltlerinde izah etmiştik[154]
Kısaca burada da söyleyeceklerimiz var:
Zaman, hangi zamanda olursa olsun müslümanca yaşa­mayı gerektirir. Ahlaksızlıklarını, imansızlıklarını, fare tabiatlı oluşlarım zamana yükleyenlere şunu tekrar hatır­latıyoruz:
İğrenç bir hayatı zaman değil, ahlaksızlık ve imansızlık getirir. Sizin medeni dediğiniz yaşantınız aslında iğrenç­liktir. Niye bu suçunuzu zaman kılıfına sokmaya çalışıyor­sunuz ki? Zamanın bir suçu yok. Bozan ve bozulan Al­lah'ın dininden kopan veya dinin hükümlerini askıya alanlardır. Unutmayalım, Müşriklerin şikayetleri hep za­manla ilgilidir. Müşriklerin eskileri hep zamandan şikayet etmişlerdir; ve halâ zamandan şikayet edenlerin ardı ar­kası gelmemektedir. Kur'an-ı Kerim'de Rabb'imizi Câsiye Sure'sinde [155] bunu anlatmaktadır.
Hâsıh, "Zaman böyle gerektiriyor" diye din dışı hayat­larını mazur göstermeye çalışanlar kendilerine, çocukları­na, herkese yazık ediyorlar. Bunlara acıyor kendilerini İslâm'a ve îslâmi hayat tarzını yaşamaya davet ediyoruz. Gelirlerse hoş geldiler, safa geldiler. Şayet gelmemekte İs­rar ederlerse yaşadıkları hayatın sonuçlarına katlanmak zorundadırlar. Böyle tehlikelerden Cenab-ı Hakk Ümmeti korusun ve kurtarsın... [156]

477-İşimin İcâbı Böyle Olmam Gerekiyor"


•İşi veya çalışma şekli İslâm'a uymayanlar kendileri­nin bu bozuk hayat tarzlarını kılıflamak için "İşimin icâbı böyle olmam gerekir" dediklerini çok sık duyarız. Şüphesiz bu tavır ve ifadeler ahirete olan imânın zayıflığının veya yokluğunun alâmetidir.
Bozuk yani çalışması haram olan işlere misal olarak faiz, kumar, alkollü içki, fuhuş gibi müesseseleri ilk başta zikredebiliriz. Bu ve bunlara benzer yerlerde çalışmak ve­ya böyle yerleri çalıştırmak kesinlikle haramdır.
Çalıştığı iş caiz işlerden olduğu halde çalışma şekli bo­zuk olanlar var. Bunlar da kadın erkek bir arada çalışan­lar, tesettürsüz çalışanlar ve gereği olmadığı halde uygun­suz ortamlarda çalışanlardır.
Bu durumda olanlar kendi ibâdetsizliklerini ve ahlâksızlıklarını mazur göstermek için, böyle olmalarına işlerinin veya bulundukları ortamların sebep olduğunu ile­ri sürerler. Çünkü kendilerinden öncekiler de böyle diyor­lardı. "Kılavuzu karga olanın burnu pislikten çıkmaz" ata­sözü bunların halini çok iyi anlatır.
Bir defa her mü'min inancına uygun işlerde maişetini temin etmekle görevlidir. Haram olan işlerle iştigal insanı Allah'a isyana götürür. Kadın-erkeğin karışık olduğu iş yerleri şeytan yuvalarıdır. Böyle yerlede kadınlar tesettü­re riâyet etmezler, kimse gözlerini haramdan koruyamaz, Cenab-ı Hakk karşı cinsten insanları biribirine meyyal ya-ratmışır. Kadın erkeğe, erkek kadına kendilerini beğendir mek için olmadık çarelere baş vururlar. Yılışık ilişkiler onlar için bir zevk gibidir âdeta.
Ahlaken çöken, ibadetten ve faziletten mahrum sadece müslümanım demekle tatmin olan bu tür insanlara niçin böyle yaptıkları sorulduğunda:
-İşimin icâbı böyle olmam gerekiyor, diyorlar.
Böyleleri dini vecibeleri yerine getirmemek ve dolayı­sıyla faziletsiz bir hayata devam etmek için her şeyi kul­lanmakta, birçok şeyleri de kendilerine kalkan yapmakta­dırlar. Bu, onlardaki imân zafiyetinin neticesidir. İnsan, inandığı gibi yaşamazsa, artık yaşadığı gibi inanmaya baş­lar. İşini, işyerini, bulunduğu ortamını putîaştmr. Putları­nı memnun etmek için Allah'a kulluğu bırakır putlarına kulluğa başlar. Yamuk-yunıuk yaşantısının da bunun ica­bı olduğunu başlıkta zikrettiğimiz sözü ile ifade etmiş olur.
Müslüman kendisini müslümanca yaşamaktan alıko­yan herşeyi reddetmek zorundadır, Cenab-ı Hakk'a kulluk ancak bu kararlılıkla mümkündür. Rabb imiz: "Emredil-diğin üzere dosdoğru ol.[157] buyurmuştur. Müslümanca yaşantının adı doğruluktur. Gerisi eğrilik, yamukluk, çir­kinlik ve iğrençliktir.
Hâsılı, yamuk-yumuk yaşantılarını mazur göstermek için "İşimin icabı böyle olmam gerekiyor" diyenler kime nasıl kulluk yaptıklarını yeniden kontrol etsinler. İşini, iş yerini ve bulunduğu iğrenç ortamlarını putlastıranlar put-larıyla ve yandaşlanyla cehenneme varmadan Allah'a imân etmek ve bu imânın gereklerini yerine getirmek zo­rundadırlar. Çünkü asıl ve ebedi olan âhiret hayatıdır. Bu hayatı kazanan dünya hayatlarının imtihanım başarı ile verenlere müjdeler olsun.
Cenab-ı Hakk İslâm dışı çizgide yaşamaktan Ümmet-i Muhammed'i korusun ve kurtarsın.... [158]

478-"Hızlı Yaşa, Genç Öl; Cesedin Yakışıklı Olsun."


Müslümanlar, her meseleyi İslâmi ölçülerle değerlen­dirmekle mükelleftirler. Sağlıklı bir netice almanın tek yo­lu da budur.
Başlıkta zikredilen söz, gençlikle alâkalı bir ifadedir. İslâmi açıdan gençlik nedir sorusunun cevabı: İlâhi emâneti taşıyabilme ve hedefine götürebilme iktidarıdır, denilebilir.
Gençlik, ızdırap çekebilme, cihâd içinde olabilme ve sü­rekli yaşayabilme iktidarıdır. Bu nitelikleri taşıyabilenler tîbbi anlamda yaşları ne olursa olsun gençtirler. Değilse yaşlıdırlar; hem de işe yaramayan cinsten yaşlıdırlar.
İman enerjisi ile bedeni tazelik arasında sürekli bir alaka olduğundan tıbbi mânâda genç olanlar, aksiyonlar adına ümit bağlanmaya daha layıktırlar.
Peygamberimiz: "Bedenleriniz sizin bineklerimz-dir, onlara iyi bakınız" buyururken bu gerçeğe ışık tut­muştur. Bedeni anlamda genç olmanın da büyük önemi vardır.
Gençlik, toplumun yarını demektir. Gençlik kadroları­mız ne ise istikbaliniz odur.
Mekke müşriklerinden bunalıp Taife giden peygamber (S.A.V) Efendimiz orada da taşlanınca:
"-Allah'ım! Kavmime azâb etme. Bunların gençlerine hidayet et. Gençleri, yaşhian hidâyete vesile kıl." diye duâ
etti. Orada genç bir köle Efendimize üzüm ikram edip Tâif te ilk imân eden kişi oldu.
Peygamber müjdesine mazhar olan, arşın gölgesinde gölgelenecek yedi sınıf insandan biri olan genç olmak ne güzel bir haslettir.
Bazıları gayr-i meşru yaşantılarını meşru imiş gibi gös­termek ve böylece duyulması gereken mânevi ızdıraptan uzaklaşmak için başlıkta zikrettiğimiz sözü söylerler.
Kendini unutmak için serhoş olmak ne kadar iğrenç ise en az başlıkta zikrettiğimiz sözün felsefesine göre bir ha­yat tarzına sahip olmak da o kadar iğrençtir.
Ne demek "hızlı yaşa'7 Bunun buradaki mânâsı şu dur: Hiç bir Ölçü, kural, prensip, kaide tanıma. Domuzlar gibi her naneyi ye. Sonra "genç öl". Yani geber."Cesedin yakışıklı olsun". Leşin yakışıklısı olur mu? Ölçüsüz ya­şamanın güzeli olur mu? İnsanı insan yapan ölçülü oluşu­dur. Bu ölçünün adı İslâm'dır. İslâm dışı hayat tarzına sa­hip olanlar birer hayat süren leştirler.
İnsanı leş olmaktan kurtaran müslümanlığıdır. Müslü­manlığın gereği üzere yaşayanlar ölçülü yaşamış olurlar. Ölüm kendilerine geldiğinde ölümlerin en güzeliyle ölür­ler. Ölümlerin en güzeli demek, imân ile ölmek demektir. Çünkü imân, ebedi hayat için bir garantidir. Bu garantiye sahip olamayanlar Ölümlerin en beteri ile cehenneme doğ­ru yuvarlanmış olurlar.
Ceset, ruhun zırhıdır. Yüzyıllar öncesi vefat eden biri­nin mezarı açıldığında kefenin bile lekelenmediğinin gö­rüldüğü hepimizin malumlarıdır. Bu cesetlerin bu derece "yakışıklı" olmasını sağlıyan nedenler göz ardı edilirse gerçeklerden uzaklaşmaya sebep olur. Onun için cesetleri­mizi cennete ulaştıracak amellere sarılmamız güzelleşti-rir. Gerisi beyhudedir.
İçki içip serhoş olmak, zanilik yapıp namusu ayaklar altına almak, helâl-haram tanımamak, domuzlaşmak hız­lı yaşamak değil, eşşekce yaşamak demektir.
Bir de "Hızlı yaşa, genç öl; cesedin yakışıklı olsun" sö­zünde harama teşvik vardır. İnsanları harama teşvik et­mek hiçbir müslümanın gösterebileceği bir cesaret değil­dir. Buna ancak isyan ehli olanlar tevessül edebilirler.
Demek ki, adına hızlı yaşamak denilen ölçüsüzlük kü­für içinde bir yaşantıya dönüşüyor. Böyle bir hayatı tercih edenler genç de ölseler bu ölüm cesedin yakışıklılığına de­ğil leşleşmesine sebep oluyor. Hem küfür veya küfri bir yaşantı içinde olduktan sonra insan ölü de olsa diri de olsa bir leş hükmündedir. Şâirin "Ey hayat süren leşler sizi kim kurtaracak" dediği kimseler de böyleleridir.
Hâsılı, Cenâb-ı Hakk'tan niyazımız bize Ölçülü yaşama­yı gerçekleştirecek bir hayat tarzını ebedi hayatı kazandı­racak ölüm ile irtihaîi, cehennemde yanmıyacak bir cesedi nasip etmesidir. Bundan mahrum olmaktan Cenab-ı Hakk bizleri korusun ve kurtarsın...
Bazıları diyorlar ki: [159]

479-"Ezan Sesi, Hastayı Ölüm Korkusuyla Ürpertir[160]


•Bu söz tipik cumhuriyet zifiri karanlıkçılarından bir karanın hezeyanıdır. Mezkur sözü ibret olsun için buraya alıyorum. Kara ruhlu, kara vicdanlı, kara düşünceli bir ta-haretsizin hezayanlarına hele bir bakın: x "Sabah ezanları kundak çocuklarını uyandırmakta ve hastalara işkence etmekte berdevam.. Geçenlerde içlerin­den kısılmasını rica etmişlerdi, ırEzan sesi hastalara şifa verir." cevabı gelmiş. Hekimler aksi fikirdeler: "Ezan sesi hastayı ölüm korkusu ile ürpertir" derler...
Hem soralım hoparlar farz-ı ayın mı yoksa sünnet-i se-niyye mi? Bal gibi bid'at.
Atatürk çizmelerini tozu ile İzmir'den döndü. Türklüğü yok olma tehlikesine düşüren asıl ana düşmanın ŞERİAT­ÇILIĞIN üstüne atıldı. Halifesi ile, Şeyhü'l-îslâmı ile med­reseleri ile, şeriyye mahkemeleri ile, emir ve nehiy yetkile­riyle hepisini topyekün tasfiye etti. Bu enkaz altından lâik Cumhuriyet doğdu. Ve Türkün yüzü Batıya döndü. Din devrimi de gelmek üzere idi. Ezan gibi ibâdette türkçe ola­caktı.
Kadın 14 asırlık kölelikten kurtulmuştu. Yazı ve din devrimleri Türk kafasını arap kafasından ayırıyordu.
Ne kadar büyük adammış Atatürk? Ondan sonrakiler ne kadar küçükmüşüz. Sabah ezanında bir hoparlörü kıs-tirannyoruz. Ya medeni kanun olmamış olsaydı? Ya hilafet ve saltanat kalkmasaydı? Camileri yabancılara terlikle gezdirmeyen bu politika kuşaklarından ne bekleyebilir­dik? Bir parti bildirisinde gençliğe Atatürk eğitimi verile­ceğini söylerken içlerinden birisi: Biz gelenekçiyiz; diyor. Ne demekmiş gelenekçilik? Osmanlı şartlarına dönmekten başka. Yere bağdaş kurup sini de elle yemek, kadını çuva­la tıkmak, kızları satmaktan başka.." (Falih Rıfkı. Atay:Bayrak. SC26-29)[161]
Şu ateşi gür olasıcaya bakın. Ateşi gür olasıcalar hep böyledir işte. En takıldıkları şey ezanlannıızdır. Şeytanca korkarlar ezandan. Peygamberimiz haber veriyor:
'Ezan okunurken şeytan ezanı işitmemek için telâşla yellene yellene kaçar.'[162] Bunlar nereye kaça­caklar. Kenef deliğine girseler ezan sesinden kurtulamaz­lar. Yapabilecekleri tek şeyleri var: 'Ezan okunurken bö­ğürmek. Zaman zaman karşılaştığım bir kefere vardı. Ezan sesi duydumu şeytan gibi korkardı. Ezan okuyana "yine anırmaya başladı" dediğini söylerlerdi. Duydum: Mürt oldu lâkin ahirete eşekler gibi anira anıra gitti dedi­ler yakınları. O mürt oldu, ezanlar yine susmadı, devam ediyor, elhamdülillah...
OndÖrt asırdır ezanın düşmanları hiç eksik olmadı. Yi­ne de ezanı susturamadılar ve susturamayacaklar..
Dünya üzerinde sadece Türkiye hariç 1400 küsur sene­den beri ezan asli kelimeleriyle okuna gelmiştir. Sadece Türkiye'de ezan asli hüviyeti bozulmak suretiyle 18 sene 4 ay 14 gün 3.2.1932 den 17.6.1950 tarihleri arasında sus­turulmuştur.[163]
Ezan sesi mü'mine huzur, kâfire ızdırap verir. Hastalar geceler yarısı hep dua ederler. Sabah ezanları okunsada sıkıntımız hafifiese diye. Gerçekten sabah ezanıyla birlik­te hastaların sıkıntısı, dertlilerin de derdi gider. Şeytanla­rın ve şeytanî aşmışların da ezan sesiyle birlikte sıkıntısı artıyor.
Ezana düşman olanlar millete, yeni nesle, iyiliğe güzel­liğe de düşmandırlar. Ezandan, Kur'an'daiı mahrum yaşa­yanlar ülkemizin kamburudurlar.
Çocuklarımıza dinamizmi verecek minareler gösteril­mezse, ezanlara; Kur'an'Iara kulakları tıkatılırsa, Rama­zanlar hissettirilmezse o çocuk evliya değil eşkiya olur. Devletin o çocuğa vebal yükleme hakkı yoktur.
Ecdadımızı, müslümanca yaşantısı yüceltti. Onlar, ha­vası ve toprağı müslümanlık rüyası ile dolu olarak doğdu­lar. Doğduklarında kulaklarına ezan okundu. Evlerinde namaza durmuş annelerini, ablalarını, ninelerini seyretti­ler. Duydukları Kur'an ve ezan sesleriyle gıdalandılar. İlk ders olarak besmeleyi öğrendiler. Mübarek gecelerde minarelerde yanan kandili görünce sevindiler, iftar ve bayram toplarıyla sevinçle bağrıştılar. Babalan namaza giderken onlarla beraber camiye gittiler.
Bugün çocuklarının kulaklarını ezana ayarlamayanlar evlâtlarının mürüvvetlerini göremiyorîarlar. Böyle giderse göremeyecekler de...
Bugünkü manzaralar bu tablo ile yaşayanların ortaya koyduğu görüntülerdir. Bugünkü delikanlılar, dünün ço­cuklarıydı. Bugünün çocukları da, yarının delikanlıları olacak. Yarınkiler bugünküleri aratacaklar. Herkes, ezana
ayarlanmayan kulakların cesetlerinin yaydığı kokunun ce­zasını çekecek.
Ezan ile ilgili kısa ve öz bilgiyle konuyu sorunçlanchr-mak istiyorum. Ezanın Lügat manası: Bildirmek, haber­dar etmektir.
Şeriatte: Namaz vakitlerini bildirmeğe denir.
Hükmü: Kifâye üzere Sünnet-i Müekkededir.
Terki: Mütevatir sünnet ile sabit olan herhangi bir ha­kikatin inkarı Maturidi mezhebine göre küfre götürür
Meşru olması: Ezan Kitap [164]Sünnet [165] ve İcma [166] ile sabittir. Hicretin birinci yılında meşru olmuştur..
Değiştirilmesi: Ezana bir şey eklemek veya çıkarmak, sünneti değiştirmek anlamına geleceğinden bu haramdır.
Rüyasını gören: Abdullah İbni Zeyd (r.a) Hazretleridir.
Fazileti: Peygamberimiz:"İnsanlar ezânm faziletini bil­selerdi ezan okumak için kura çekerlerdi" buyurmuştur.
Âdâb ve Sünnetleri:
1- Abdestli okumak.
2- Okurken kıbleye dönmek.
3- Yüksek bir yerde okumak.
4- Yüksek sesle okumak.
5- Sesin çok çıkması için şehadet parmaklarının uçları­nı kulağa sokmak.
İcabeti: Ezan okunurken onu dinleyenlerin, müezzinin dediklerini tekrar ettikten sonra, vesile duasını okumaları sünnettir. Bunun fazileti de çok büyüktür.
Hâsılı, ezandan rahatsız olmak ve hastaları rahatsız ettiğine inanmak şeytanlık sıfatıdır. Ezandan, şeytanlar ve şeytanlaşmışlar korkar, kaçar ve buruklaşırlar. Cenab-ı Hakk ümmeti böyle tehlikelerden korusun ve kurtarsın.. [167].

480- Cum'a Geceleri Nikah Tazelemek


•Cum'a geceleri yatsı namazına müteakip camilerde nikâh tazeleme âdeti, memleketimizin bir çok yörelerinde yaygındır. Hem o kadar yaygındır ki, eğer bu yapılmazsa namazın eksik kaldığına, bunu yapmıyan imâmın da çok cahil olduğuna hükmedilir. Cemaat, nikahları tazeleme­yen imâmın arkasından yapmadık lâf bırakmaz. Hattâ bu­nun için birçok "cemaat" cemaati terk, camiyi de boykot eder.
Peki, bu işin İslâm'daki yeri nedir? Öyle ya nikah, İslâmi bir kavramdır. Bunun hükmünüde İslâm verir. Bu iş nasıl olacak? Nasıl devam eder? Nasıl bozulur? Yeniden nasıl yapılır? Kaç defa yapılabilir? Bozukluğu hangi neti­celeri doğurur? Bütün bu soruların cevabını Öğrenmek ev­lenecek kadm-erkek müslümanlara farz-ı ayn'dır. Bunu bilmiyenîerin evlenmeleri haramdır. Çünkü devamlı ha­ram işleme tehlikesi söz konusudur.
Biz burada nikah konusunu enine-boyuna ele alacak değiliz. Üzerinde duracağımız husus cum'a geceleri cami­lerde namazdan sonra topluca yapılan "nikah tazele­medin şeriate uygun olup olmadığı hususudur.
Cum'a geceleri camilerde yatsı namazından sonra cami imamının önderliğinde topluca yapılan "nikah tazele­medin birkaç yönden şeriatimize uygunsuzluğu aşikar­dır. Bunları kısaca izah edelim[168]
1- Evlenmelerine dinen mania olmayan erkek ve kadın­ların biribiriyle evlendiklerinde, birebirlerinden istifade et­meyi mubah kılan bağa nikah denir. Bir erkeğin aynı ka­dınla bozulduğu takdirde üç defa nikahlanma hakkı var­dır. Üçten sonrası için, bu erkeğin aynı kadınla karı koca hayatı yaşaması dinin öngördüğü şartları yerine getirme­den, şer'an mümkün değildir.
İşte camilerde yapılan "nikah tazeleme" şeriate uygun olsa bile, yapılan tazelemenin kaçıncı olduğu bilinmemek­tedir. Şayet üçten sonrası için ise bu nikah olmaz. Olma­yan şey var zannedilip "evli" çiftler bir ömür zina yapma durumunu hem de evli olduklarını zannederek sürdürme tehlikesi içinde olurlar. Bunun suçlusu kim gösterilecek? Cemaatin gönlünü hoş tutmak için dinde olmayan şeyi ya­pan imâm mı? İmâmı zorlayan cahil-cühala cemaat mı? Yoksa, tazelemekle nikah bağlarının devam ettiğine ina­nan cahil-cühela kadm-erkek mi? Kimi sorumlu tutacak­sınız söyleyin bakalım.
2- Nikah tazeleme, nikahın yeniden kıyılmasıdır. Nika­hın geçerli olması için de kocanın kendisi veya vekili ve hanımın kendisi veya vekili bulunması gerekir. Koca, ha­nımın vekâletini alıyor da değildir. Asiller veya vekiller bulunmadan nikah caiz değildir.
3- Nikah kıyıhrken adil iki erkek veya iki kadın bir er­kek şahidin bulunması gerekir. Camide cum'a geceleri na­mazdan sonra topluca kıyılan nikah esnasında herkes imamın söylediğini söylemekle meşgul olduğundan kimse başkasının sözünü işitmez ve kimse kimseye de şahitlik yapmaz. Böylece şer'i nikah da yapılmış olmaz.
Yapılan şeyle, nikah bağları kopanlar bu bağın devam ettiğini zannederek bir ömür boyu "karım" dediği kadınla zina yapması devam ettirilmiş olur. Bu ne korkunç bir haldir.
Yapılacak olan şudur: Camilerde cemaatin gönlünü hoş etmek için bu tür uygulamalar yerine imâna taalluk eden nikâh konusu ve gerçeği csmaate sık sık duyunılmalı-dır[169]
Hâsılı, camilerde yatsı namazına müteakip cemaatle topluca "nikah tazeleme" diye dinimizde bir hüküm yok­tur. Olmayan bir şeye varmış gibi sarılmak, İslâm düş­manlarının ekmeğine yağ sürmek olur. Bunun vebaline dayanabilecek müslüman var mı?
Cenab-ı Hakk zinadan ve zinanın afetlerinden ümmeti korusun ve kurtarsın... [170]

481-"Çok İyi Adam; Baba Adam Demek


•Iyüik-kötülük Allah'ın koyduğu hükümlere uymak-uy-mamakla ölçülür. Allah'ın koyduğu ölçülere göre hareket etmeyen, Kur'aii'a meydan okurcasına yaşayan kişilere bir-iki müsbetlikîerine bakarak "İyi adam; baba adam" de­mek itikadi tehlikedir. Çünkü Allah zinacrya, faizciye kötü diyor. Allah'ın kötü dediğine kimsenin iyi deme hakkı yok­tur, iyi demekle de o kişinin iyi olması da mümkün değil­dir.
Bu Ebu Cehil'i, Nemrud'u, Fravun'u savunmak gibi bir-şeydir. Fravun ve Nemrud zihniyetli kişiler toplum için yaranın içindeki cerahat gibidir. Daima sıkıntılar doğu­rurlar. Bazen sancının kesilmesi, cerahatin iyiliğinin ala­meti değil o onun geçici uyuşukluğunun neticesidir. Pislik pisliktir. İnsan, Fravun zihniyetinde ise onda hayır yok, şer vardır[171]
Hâsılı, şer birisinin size olan bir konudaki yardımından dolayı şayet Fravun'ca yaşıyorsa böyle birine "İyi adam-baba adam" demek sorgulamayı gerektiren bir husustur. Bunu göz ardı etmemek lâzım. Cenab-ı Hakk, Ümmeti sapmaktan ve sapıklara bağlanmaktan korusun ve kurtar­sın...
Diyorlar ki: [172]

482-"Fakirler İçin Sevabına Konser Verecek."


-Siz hiç sidikle çamaşır yıkandığını gördünüz mü?
- Dudak büküp garip karşıladığınız bu sual ne kadar mantıksız ise, haram ile hayır yapmaya inanmak da o de­rece mantıksızdır. Zaten nefse tapınmanın mantığı olmaz.
Mezkur cümleyi tahlil edelim bakalım ne çıkacak:
Fakir: Başkalarının yardımına ihtiyacı olan, kıt-kana-at geçinen, ihtiyaç sahibi olan kimselerdir.
Sevap: Allah'ın emirlerini yerine getirmek, O'nun rızâsına uygun amellerde bulunmaktır.
Konselr: Kadın-erkek bir takım insanların ahlak dışı davranışlar içinde ve tesettürsüz bir kılıkla bir salonda toplanmaları. Bu topluluğa erkek veya kadın zennelerin bir takım cazlar eşliğinde şarkı-türkü veya garip hareket­lerle oradaki topluluğu sözüm ona eğlendirmeleridir. Bu hin oğlu hinlikten elde edilen para ile fakirlere yardım edilecekmiş. Böylece konser veren de, konser için salona girerken bilet parası Ödeyen de sevaba girecekmiş. Fesüb-hanalîah....
1 Bir defa o konser denilen şeyi verenler de dinleyenler de topyekün küfre düşmüşlerdir. Niçin? İzah edeyim:
Vücudunun çok önemli bir bölümünü açıp sahnede şe-havani arzuları galayana getirmek için bağıran ve kıvıran kadın Allah'a isyan halindedir. Allah'a isyan halinde olan bu zenneyi alkışlayan o topluluğun alkışlan:
"Aferin Allah'a çok görkemli isyan ediyorsun. Bu isya­nında sana katılıyor, sana destek veriyor ve seni*tebrik ediyoruz" mânâsmdadır. Onun için, İslâmi ölçülere göre, orada bulunanların tamamı küfüre düşmüşler, artık var idiyse imânları gitmiştir. Şimdi bu imansızlar, kendilerini küfre düşüren amellerinden sevap bekliyorlar. Günah ve sevap İslânû kavramlardır, Bu kavramları istismar etme­ye bunları alay konusu yapmaya hiçbir kâfirin hakkı yok-tur.[173]
Bunlar tesadüfi yapıldığına da kesinlikle inanmıyoruz. Bütün yapılanlar plânlı ve programlı işler. Hatırlıyorum. Komünizmin süper güç kabul edildiği yıllarda komünist idareciler, Türkiye'deki kâfirlerle işbirliği yapıp, komu-nüst idare zulmündeki müslümanlara İslâm aleyhinde propaganda yapabilmek için, Türkiye'den namlı fahişeleri, Rusya'ya davet ediyorlardı.
Bu fahişelere Azarbeycan, Tacakistan gibi müslüman-îarın yoğun olduğu yerlerde konser verdiriyorlardı. Hem de bu konserlere katılmayı bir çok müslünıanları mecbur tutuyorlardı. Bütün şehvetim kusan kadının konseri bit­tikten sonra müslümanlara diyorlardı ki:
"Siz  de kabul ediyorsunuz ki, Türkiye Islâmı yaşıyan, müslüman bir ülke. (Çünkü Rusya'daki mülümanlar Tür­kiye'yi böyle biliyorlardı.) Bu kadın da, müslüman bir. Türk. Bu yaptığı da İslâm'dandır. Müslümanlığın dışından olsa böyle yapmaz ve müslüman olan Türk devleti buna müsade etmez. Onun için bunun dinen sakıncası olmadığı gibi dinin icablanndan biridir..."derlerdi.
Böylece müslümanlarm müslümanlıkîarını bozmaya çalışırlardı. Küfür, Türkiye'deki kâfiri, Rusya'daki müslü-manın zihnini bulandırmak için İslâm aleyhine böyle pro­paganda malzemesi yapardı. İşte küfür bu derece sinsice planlarını müsîümanlar üzerinde uyguluyor.
Fakirlik (muhtaçlık) İslâm dininde makbul bir hal de­ğildir. İslâm, müslümanlara zenginliği tavsiye etmiştir. Ancak bu zenginlik, mal, sahibine değil, mal sahibi zen­ginliğe (mala) hükmedecektir. Peygamber (S.A.V) Efendi­miz:
"Fakirlik neredeyse kâfirlik olacaktı" buyurmuş­tur. Çünkü Özellikle zamanımızda istismara en müsait ke­sim fakirlerdir. Sömürgeci devletler, sömürecekîeri devle­tin halkının, hakkını sömüreceklerinde bu emellerine fa­kirlere yardımı köprü yaparlar. Kendi ülkelerindeki fakir­lere, sahipsizlere, düşkünlere, kimsesizlere sahip çıkma­yan bu sömürüye ortak olan "müslüman zenginler bu iha­netlerin veballerini tahmin edebiliyorlar mı acaba? . "Fakirler için sevabına konser" diyerek, masumluk kılı­ğına girip fakirleri istismar yetmiyormuş gibi, günahı şi­rin göstermenin de ötesinde bu davranışla günah kavramı tepetaklak edilmektedir.
Hep fakir edebiyatı yapıldı. Bugüne kadar bu fasarya­ları çok dinledik. Bunlarm her biri küfrün masumluk per­desi arkasındaki oyunlarıdır. Misalleri çok.. "Lösemili ço­cuklara yardım derneklerinde seks partileri, "Kanarya Sevenler Derneği"nde uyuşturucu kaçakçılığı yapıldığım bilmiyen yok. Ve daha niceleri.
Küfür, fakiri düşünmez. O, fakirin daha kanını emer. İşte yardım yapıyoruz diye Amerikası, İMF'si, İngiliz'i, Al manı müslüman halkımızın kanını emmiyorlar mı?
Hâsılı, "Fakirler için sevabına konser" adı altında fakirler istismar ediliyor. İslâm'a saldırılıyor. İslâm'i değer­lere hakaret ediliyor. İnsanlar küfrün oyuncağı haline ge­tirilmek isteniyor.
Herkes şunu bilsin: Haram ile hayır olmaz. Haram İle hayır yapmak, sidikle çamaşır yıkamak gibidir.' Cenab-ı Hakk ümmeti böyle gülüç durumlara düşmekten korusun ve kurtarsın...
Bazıları diyorlar ki: [174]

483-"İstanbul'a Hizmet İbâdettir..."


•Özellikle belediye seçimlerinde İstanbul'da ve diğer yerlerde, o beldenin ismi de anılarak, yapılacak hizmetin ibâdet olduğu propagandalarda söylenir durur. Tabiiki bü­tün bu söylenilenler lâfta kalır.
Soruyoruz: Cumhuriyet tarihi boyunca gerek belediye­ler aracılığıyla, gerekse tüm idareyi ele alarak kim, nereye ve ne oranda hizmet etmiştir? Her yerde susuzluk, çöp, iş­sizlik, kan, göz yaşı hüküm sürmektedir.
ibâdete inanmıyan insanların işlerini ibâdet gibi gös­termesi, onların dilinden; tam bir din istismarıdır. Bu is­tismarcıların memleketimizde sebep oldukları sıkıntıların, problemlerin, yıkıntıların haddi hesabı yoktur. Şerlerin­den Allah'a sığınırız.
Herhangi bir yere Allah (c.c) için ve Allah adına hizmet etmenin ecri ve mükâfaatı büyüktür.   -
Peygamber (S.A.V) Efendimiz yapmış oldukları tavsiye­lerde: "Halka hizmet, Hakk'a hizmettir". "Kavmin efendi­si, o kavme hizmet edendir" mealindeki Hadis-i Şeriflerle müsîüman yöneticilere yol göstermişlerdir. Elbette hizmet Hakk'ın hayata hakim kılınmasında olacaktır. Şer ile hiz­met olmaz. Adamlar umumhane açmakla, disko kurdelası kesmekle, meyhane ruhsatı vermekle, çanak anten kurup Avrupanm ahlaksızlığını televizyonda seyrettirmekle, fuh­şu yaygınlaştıran beş boynuzlu oteller açmakla, lağım ka­nalı haline getirdikleri televizyon programlarıyla... halka hizmet ettiklerini söylüyorlar. Bu çirkinlikleriyle övünü­yorlar. Yazık hem de çok yazık!
Hâsılı, bir amelin ibâdet olabilmesi içip o ameli işleyen­lerin ibâdete inanmış olmaları şarttır. İbâdete inanmıyan-ların ibâdet bezirganlığı yapmaları istismardan başka bir şey değildir. Böyleleri ellerindeki imkânlarla halkı aldata­biliyorlar. Bunu kaybettiklerinde, halkımız şayet bulabi-lirse bunların utanmayan suratlarına çarpacaktır. Müslü­man bu suratı ortaya çıkarmak için ibâdet şevkiyle çalış­malıdır. Cenab-ı Hakk'tan, bizi bu gayrete götürecek imânı talep ediyoruz. [175]

484-"Küfürün Adını Günah Koymuşlar; Böylelerin Anasını-Avradını...,"


»Örfî mânâda küfürü iki şekilde ele almamız gerekiyor:
1- İnkarcı olan, buna kâfir denir.
2- Kötü söz söyleyen, söven., buna da küfür denir. Başlıkta zikrettiğimiz söz ikinci mânâyı kapsıyacak
tarzda söylenmiştir. İster birinci mânâda ister ikinci mânâda olsun söylenilen söz son derece iğrenç, imânı yok edecek kadar tehlikelidir.
Peygamberimizin, bildirdiğine göre Cennete giremiye-cek sınıftan biri de "bed (kötü) sözlüler" dir. Kötü sözlü, ağzı küfürlüler yukarıdaki başlıkta zikrettiğimiz ifadele­riyle:
1- Küfrü meşru sayıyorlar.
2- Günah olana günah demlemeyeceğini telkin ediyor­lar.
3-  Günaha günah diyenlere küfredecek kadar ileriye gitmiş oluyorlar. Böylece bu gibiler birkaç yönlü günah iş­lemiş oluyorlar. Günah en büyük cehalettir. Cehaletin in­safı yoktur. İnsafsızlık zulmün davetcisidir. Günah, insa­nın önce kendisine karşı zulmüdür. Akıllı müslüman böyle bir ahmaklık yapamaz.
Şimdi yukarıdaki cümleyi özetle tahlil edelim: Bu söz ile, kötü söz söylemek meşru sayılmış olunuyor. Allah (c.c) Kur'an-ı Kerim'de kötü sözlerden sakınmamızı müteaddit âyetlerde emrediliyor. Hadislerde, aynı konu­nun üzerinde duruluyor. İşte böyle söyleyen kişi âyet ve hadislere muhalefet etmiş oJuyor.
Günah, işleme telkin ediliyor. Günaha teşvik günah iş­leyen gibidir.
Günah'a, günah diyenler kınanıyor. Günah-sevap hu­dutlarını tayin eden Allah ve Rasûlü olduğuna göre, dolay­lı yoldan Allah ve Rasûlü de kınanmış olunuyor. Allah ve Rasûîünü kınayanların, yüzü hiç güler mi? Bunların iflahı mümkün mü? Biz bunJan göz ardı edeme3dz, etmemiz de mümkün değil.
Hâsılı, küfür küfürdür. O, bir günah çeşididir. Günahın gÜBahhğmı inkar da küfür (kâfırlik)dür. Bu bakımdan "Küfürün adım günah koymuşlar;...." sözü son derece teh­likeli, bir müslümanm kesinlikle söylememesi gereken iğ­renç bir ifadedir.
Cenab-ı Hakk böyle tehlikelerden ümmeti korusunve kurtarsın.. [176]

485- Tek Güvencemiz, Tek Ümidimiz Sensin."


•Ben bizzat çok duydum; mutlaka sizler de duymuşsu­nuzdur. Hattâ söyleyenleriniz bile çoktur. Bazıları ihtiyar­larken veya hastalanınca çocuklarına:
- Evlâdını! Tek güvencemiz sensin. Senden başka kim­seden ümidimiz yok. Sen bakmazsan (veya gidersen, ölür­sem, yapmazsan vesaire) helak olur gideriz, derler.
Bazıları gittikleri doktora:
- Aman doktor son ümidimiz sensin. Sen de kurtara-mazsan. ölüp gideceğim (veya gidecek), derler.
Bazıları bir işe girişmişler, Başarmakta çaresiz kalmış­lar. Karşılarına birisi çıkmış, yardımcı olmaya çalışıyor. Dert sahibi ona:
- Aman bıktım bu işten. Tek ümidimiz sensin. Sen de olmazsan bu iş olmayacak, derler.
Bu ve benzeri misalleri daha çok artırmak mümkün. Ancak, demek istenen anlaşıldığı için, misallerden asıl ko­nuya geçiyoruz.
Acaba bu ve benzeri lâfları edenlerin itikati akıbetleri ne olur? Ne diyebilirsiniz, "mahvolur" demekten başka. Evet fecaat olur.
Çünkü müminler, sadece Allah'a güvenirler. Bu keyfi­yet, imânm yegâne alâmet ve özelliği; onun zaruri mukte-zasıdır. Kur'an-ı Kerim'de:
"Eğer Allah'a iman ediyorsanız ve O'na teslim olmuşsanız sadece O'na[177]
"Eğer mü'min iseniz, sadece Allah'a ümit bağlaym;[178]
"Kim Allah'a tevekkül ederse, O, kendisine yter[179]
Allah kendisine güvenip tevekkül edenlere yeter. Allah kuluna yetmez mi?"[180] buyurulmuştur.
Allah'u Tealâ, daha birçok âyette ibâdet ile tevekkülü birlikte zikreder. Şu âyetlerde durum böyledir:
"Öyle ise O'na ibadet et ve O'na güven.'[181]
'Deki: O, Rahman'dır. Biz O'na inandık ve O'na dayanıp güvendik[182]
"Allah doğrunun da batının da Rabb'idir. O'ndan başka ilâh yoktur. Öyle ise O'nu Vekil edin.[183]
Allah (c.c) her namazda defalarca "Ancak Sana ibâdet eder ancak senden yardım dileriz'S[184] dememizi emret­miştir.
Demek ki, sadece Allah'a güvenip O'na ümit bağlama­mız gerekirken, O'na yapmamız gerekeni mahlukata bağ­layıp Rabb'imizi devre dışı bırakmamız imânsızlaşmamıza sebep oluyor. Mahlukata "Tek güvencemiz, tek ümidimiz sensin" diyenlerin akıbetleri budur işte. Onlar için elim bir azab yakıcı bir Cehennem ateşi vardır.
Evet! Müminler, sadece Allah'a güvenir ve sadece O'na ümit bağlarlar; buna tevekkül denir. Tevekkül: Her işte bütün sebepleri yerine getirdikten sonra, Hakk'tan vaki olan ve olacak tecelliyi beklemek ve O'na razı olmaktır.
Tevekkül sahibi insan, iş gücü, moral ve mânevi hayat yönünden son derece kuvvetli insandır. Kolay kolay panİ-ğe kapılmaz. Başarısızlıkla sonuçlanan teşebbüsleri için ümitsizliğe düşmez. Hayır vardır bunda, der. Yeniden da­ha ciddi olarak teşebbüslerini yeniler. Bu, feyizli imânın eseridir.
Tevekkül eden insan, .tevekkül edilen Hz. Allah (c.c)'dür. Allah'ın bir ismi de VEKİL'dir.[185]
Hâsılı, mahlukata "Tek ümidimiz, tek güvencemiz sen­sin" demek imânı bozar. Kişinin yeniden imân etmedikçe ebediyyen cehennemde kalmasına sebep olur. Bunun isba-tını âyetlerle yukarıda yaptık. Kılıf uyduranlar sadece kendilerini aldatırlar. Çünkü mü'minler. sadece Allah'a güvenir..Sadece O'na ümit bağlarlar. Bu, imânın yegane alâmet ve özelliğidir. Certab-ı Hakk ümmeti aksi bir hal­den korusun ve kurtarsın... [186]

486- "Aldığım Araba İçin Kurban Kestim".


•Kurban bir ibâdettir. Nerede, nasıl ve ne için kesilece­ğini şeriat sahibi bildirmiştir. İbâdetin gereğini biz akıl ile kavrayamayız. Akıl ile kavrama imkanımız olmadığına gö­re emredileni şeriat sahibinin belirlediği alamn dışına da çıkaramayız. Çıkarmaya kalkışırsak bu davranışımız bid'at veya küfür ile neticelenir. Küfür mutlak cehennem­dir. Bid'atin neticesi de tehlikelidir.
Şu fıkhi hükme dikkat edelim:
"Bir insan için kurban kesilmesi küfürdür. Kesilen hay­van da leş hükmünde olduğundan yenilmez."[187] Yeni alı­nan araba, atılan temel, alman ev için kesilen hayvanların ve meydana gelen olayın hükmü de aynıdır.
Peygamber (S.A.V) Efendimiz:
"Allah'tan başkası için Kurban kesene (veya başka maksatlarla hayvan kesene yani etini yemek, yedirmek gi­bi) Allah lanet etsint[188] buyurmuştur.
Burada başkasından murat {Allah c.c bilir ki) başkası­nın adı zikredilerek kesmek yani BismlUahi-Allah-u Ekber" demeyip "Falanın adına" diyerek kesmektir.
Başlıkta zikrettiğimiz söze dikkat edilirse "araba için" ifadesi geçmektedir. Oysa ibâdet Allah (c.c) için olacak­tır. Allah (c.c) için olmayan herşey reddedilmiştir, erine:
- Niçin bunu kestin diye sorulduğunda:
"~ Araba aldım da kazadan, beladan korunmak için kurban kestim" demektedirler.
Biraz düşünülürse bunun ne mânâya geldiği anlaşıla­cak olayın korkunçluğu meydana çıkacaktır.
Ancak, kişi araba ya da ev almasına veya bir zatm gelmesine duyduğu sevinçten dolayı şükür olsun için kur­ban keserse bu küfür olmadığı gibi kesilen hayvan da leş hükmüne girraeyip eti yenir. Kabb'im bana bu imkânı ver­di. Bu imkan verildiğinden dolayı şükür kurbanı kesiyo­rum inancıyla olursa bu caiz oluyor. Bu hayvanın etinden herkes gibi kesen de yiyebilir[189]
"Eğer bir araba almak nasip olursa kurban keseceğim" diyen kişiye araba almak nasip olursa bu kişi kurbanı Al­lah rızası için keser ve etini kendisi ve aile efradı yiyemez. Çünkü bu adak kurbanıdır: Buraya kadar yazdıklarımızı okuyan veya duyanlar:
-  Peki bundan sonra ne yapalım? diye sorarlarsa bu kardeşlerimize tavsiyemiz şudur:
Böyle bir durumda, yapılacak işin mahzursuzunu mahzurlusundan ayırt edemiyecek kadar meseleyi kavra­yamayanlar bu tür vesilelerle kurban kesmesinler [190] Ama benim kalbim rahat etmiyor, huzursuzluk duyuyorum; bandan kurtulmak için kurban kesmek zorundayım diyen­ler, bu takdirde, kesecekleri kurbanlarını arabanın önün­de, evin temelinin yanında veya geldiğine sevindiği kimse­nin yoluda ya da önünde değil, bu anı kendisine nasip eden Allah (c.c) için ayrı bir yerde kesip etini tasadduk et­meli veya yemelidir.
Eğer böyle yapılmaz olsa bu saydıklarımızın önünde veya yanında keser hattâ "Bismillah! - Allah-u Ekber"diyerek kesilen, kanı oraya buraya sürülen kurban en azından çirkin bir bid'at olur.' Bu amel küfür olmasa bile günah olur; böylece o kurbanın etinin yenilmesi de şüpheli olur.[191]
Demek ki, ağzımızdan çıkacak sözleri, organlarımızın yapacağı amelleri, zihnimizde şekillenecek niyetleri İslâm süzgecinden geçirmeden ortaya koymamız gerekiyor. Bu bizim  kul olmamızın gereğidir. Aksi bir halden Cenab-[192]

487-"Gâvurun Temeli Keşiş, Müslümanın Derviş Olur."


•Başlıktaki mezkur sözün izahına girmeden önce der­viş ve keşiş kelimeleri üzerinde duralım:
Derviş: Gayet mütevazi ve kanaatkar olan kimsesiz, fakir. Maneviyatla gönlü zengin olan fakir. Mürid veya şeyh. Tarikat mensubu..
Keşiş: Papaz. Manastır rahibi.
Mânâlarını zikrettiğimiz bu iki kelimenin ikisi de'fars-cadnv '[193]
Müslümanlar tarafından söylenmediği, fakat kimin ta­rafından söylendiği de belli olmayan, lâkin aramızda dola­şan sözlerden biri olan yukarıdaki mezkur iğrenç söz ile:
1- Gavur ile niüslüman bir tutuluyor.
2- Gavur Ölçü almıyor.
3, Manastır ile tekke aynı kefeye konuyor.
4- Keşiş ile derviş aynı değerle nirmeye tabi tutuluyor.
5- Allah'ın veli kulları hakir görülüyor.
Bu sözü hangi yönden ele alırsak alalım söylenmesi, söylenildiğinde inanılması son derece tehlikeli bir ifadedir. Hiçbir müslümamn benliğinde böyle bir söze yer yoktur.
İmamı Buhari'nin rivayet ettiği bir hadisten anlaşıldı­ğına göre, Allah'ın veli kulları ile uğraşmak, Allah ile sa­vaşmak mânâsına gelir. Kudsi hadiste:
"Bir veli (kulu) me eziyet edene savaş ilân ede­rim [194] buyuruluyor.
Kur'an-ı Kerim'de kâfirleri tanıtan âyetlerden biri de "havz" (=gelişi güzel konuşmak, ölçüsüz konuşmak) suçu­nu işlediklerini bildirir[195]
Tevbe suresinin 65-66 âyetleri de bu söze benzer söz üzerine inmiştir.
Mezkur cümlede aynı zamanda İslâmi müesseselerden birisi olan Tasavvuf müessesesine bir hücum ve hakaret ifadesi vardır. Bu bakımdan inanarak bu ifadenin kulla­nılması ciddi sonuçlar doğurur.
Hiçbir zaman dervişlik tembellik değildir. Dervişler geçmişte serhat boylarında cihad edip büyük kahraman­lıklar göstermişlerdir. Meselâ birinci ve ikinci Cihan Sa­vaşlarında müslümaniarm istiklâlleri için büyük cihad ör­neği vermişlerdir.
Zikrettiğimiz sözün bir tehlikesi de, Manastır ile Tek-ke'yi? keşiş ile dervişi bir tutmaktır ki, müslümanın hıris-tiyanla bir tutulması anlamına gelir. Bu son derece yanlış ve vebali olan bir ifadedir. Zira, müslüman müslümanlık dairesinde kaldığı müddetçe günahlarından dolayı da gayr-i müslim.ile bir tutulma şenaatine düşürülemez. Bu büyük alçaklık olur. Fıkıhta [196] şu ölçü vardır:
"Bâtıl hiçbir zaman makisun aleyh [197] değildir." Onun için ölçüyü bilmek, değerlendirmeyi sihhatli yapa­bilmek için şarttır. Bu olmazsa hatâların ardı arkası gel­mez. İman da elden gidebilir.
Demek ki, "Gavurun tembeli keşiş, müslümanın tembeIi derviş olur" sözü hangi yönden ele alınırsa alınsın tehli­keli, insanı harama götürücü, imânı zedeleyici bir ifadedir. Biz müslümanlar imânımıza leke, amelimize vebal soka­cak her türlü söz ve davranışlardan kaçınır; her hâl-u kârda Allah (c.c) a iyi kul olmaya gayret ederiz. Bunun için de Allah (c.c) dan yardım taleb ederiz.. Cenab-ı Hakk bizi kötü sözleri alışkanlık haline getirmekten korusun ve kurtarsın.. [198]

488-"Bugün Yaratıcı Olmak Zorundayız."


•Bugün ağızlarda sakız gibi çiğnenen kelimelerden biri de başlıktaki cümlede geçen 'yaratmak" sözcüğüdür. Her­kesin dilinde "yarattım, yarattı, yaratacak, yaratmak.. " vesaire gibi kelimeler alabildiğine yaygın.
Ümmetin kültürünü bozan zalimler ve onl&rın içimiz­deki işbirlikçileri bununla birlikte milleti de, dilini de, di­nini de, inanç tarzını da bozdular. Artık insanlarımız ne söyleyeceklerini, nasıl söyleyip nasıl hareket edeceklerini de şaşırdılar. Şimdilerde çokları ne söylediklerini hesap bile etmiyorlar. Bu hal öyle korkunç bir şekil aldı ki, Ce-nab-ı Hakk'm isimlerinden biri olan el-HALIK (c.c) ismi Celiline ve bu ismin kapsadığı mânâya sahiplenmeye ka­dar vardırıldı. Yaratmak Allah (c.c)'a mahsustur. Buna rağmen müslüman "ben yarattım, ben yaratacam, falanca yarattı, yaratacak" şeklinde konuşuyor. Yaratmak el-Hâîık ismi celilinin karşılığıdır. Bunun türkçe karşılığı: Herşeyi bütün keyfiyetleriyle takdir ederek yaratan, yok­tan var eden, demektir. Bu da Allah (c.c)'a mahsustur. Bir insan "ben yarattım" derse ilâhlık taslamış, "falanca ya­rattı" derse onu ilâh mevkiine çıkartmış olur.
Yaratıcı Allah (c.c) olduğuna göre insanlar için "keşfet­ti, icad etti, geliştirdi, meydana çıkardı, buldu" demek ge­rekir.
İnsan böyle dese olmaz mı? Hem en alası olur. Ancak, kültürü ile birlikte herşeyi bozulmuş insan bozuk tabiatı gereği hep mütekebbirliğini ortaya koymak istiyor. Behey gafil ne yaratıyorsun sen? Bir sivrisinek kanadı yaratabi­lir misin? İcad edilen bilgisayar bile bir solucanın beyninin milyonda bir parçası kadar bile olamaz. O halde niye had-, dini bilmiyorsun?
Devlet erkanı, boyalı basın ve yayını ellerinde bulundu­ranlarla bir kısım kötü niyetlilerin haricinde çoğunluk bu "yarattım" sözünü ard niyetli olarak kullanmazlar.
Bu kelimeyi daha ziyâde aşağılık duygusuna kapılan­larla, kişiliksiz olanlar kullanmaktadırlar.
"Ben yarattım, falanca yarattı" gibi ifadede bulunanla­rın güzel bir lisanla uyarılması gerekir. İyiliği emretmek, çirkinden vaz geçirmek müslümanm ilk vazifeleri arasın­dadır. Bu vazife ihmal edileliden beri müslamanlar izahına çalıştığımız sıkıntılar, çirkinliklere maruz kalmış­lardır.
Hasılı, "Bugün yaratıcı olmak zorundayız" cümlesi ve benzeri "yarattım, falanca yarattı" gibi ifadeler son derece tehlikeli, insanı küfre götürücü sözlerdir. Çünkü yarat­mak, yoktan var etmek Allah (c.c)'a mahsustur. Kul için "keşfetti, icad etti, geliştirdi" denmelidir. İnsanlar için "ya­rattı" diyenleri de güzel bir dil ile uyarmalıdır. Dilimize ağzımıza geleni hesapsızca söyletmekten Cenab-ı Hakk korusun ve kurtarsın... [199]

489-"Herkes Kendi Mukadderatını Kendisi Tayin Etmeli"


•Konuya mukadderat kelimesini ele alarak girmenin isabetli olacağına inanıyorum.
Mukadderat: Kader. Ölçü ve miktarı tayin olunan şeyler. Alın yazısı., gibi mânâlara gelen bir kelimedir.
Bu izahlardan hangisini ele alırsak alalım "Herkes kendi mukadderatını kendisi tayin etmeİi" ifadesi "Herkes kendi kaderini kendisi tayin etmeli" mânâsına gelir. Bu ise Cenab-ı Hakk'a müdahale olur. Çünkü kader Rabb'imizin tasarrufudur. Bu işi Allah'tan alahm da kendimizle ilgili hususları kendimiz belirleye­lim, diyen kişi cehenneme yuvarlanır gider.
Zira kadere imân farzdır. Buna göre kader, meydana geîecek şeyleri ve o şeylerin ne zaman, nerede, ne gibi ev­saf ve hususiyetlerle meydana geleceğini Allah'ın (c.c) tak­dir ve tehdit etmesidir. Takdir buyurduğu şeyleri, zamanı gelince birer birer icâd etmesine de kaza denir. Kader, Cenab-ı Hakk'm İlim ve irade sıfatına kaza da Tekvin sı­fatına racidir. Onun için Allah'ın bu zikrettiğimiz sıfatları anlaşılmadıkça kader meselesi anlatılamaz anlaşılamaz.
Kader meselesi itikadi bir konudur. Bunun için Tevhid inancının iyi bilinmesi gerekir, Şunu. isabetli kavramak lâzım: Allah (c.c) bizi yarattı. Taş ve ağaç gibi bırakmayıp irâde verdi. Hak yolu ve güzel neticesini, eğri yolu ve kötü sonucunu gösterdi. Şeytana oyuncak olmamak için bunun Rabb'imizin bize bir lütfü olduğunu unutmamak lazımdır.
Kur'an-ı Kerim'de zikredilen kader ve ilâhi takdir ile il­gili ayet-i kerimelerin çok dikkatli okunup öğrenilmesi ve mucibince ameî edilmesi gerekir '[200]
Meselâ, bazıları bazı şeyler için: "Kaderine terk edil­miş" diye söylüyorlar. Böyle bir ifade ile kader töhmet altı­da bırakılmış olunuyor. Sanki diğerleri kaderden kurtul­muş gibi. Böyle şeylere ihmal edilmiş demek daha uygun­dur.
Peygamberimiz dualarında Allah (c.c)'dan beş şeyi iste­mesi son derece dikkat çekicidir: -"Allah'ım!.. Senden sıhhat, iffet, emânet, güzel ahlak ve kadere rızâ iste­rim.."[201]
1- Sıhhat: Sıhhat olmayınca acziyet ve zafiyet olur. Ac-ziyet İle ibâdet edilmez.
2- İffet: Yasak ve hoşlanılmayan şeylerden korunmuş olmayı dilemektir.
3- Emanet: Allah'ın vermiş olduğu mukaddes vazifele­ri hakkıyla yerine getirmek ve onları koruyup tebliğ et­mek, demektir. Bunları yapmamak hainlik olur.
4- Güzel ahlâk; İslâmi kurallara göre bir hayat tarzı­na sahip olmaktır.
5- Kadere rıza: Allah'ın takdirine rıza göstermek, kül­li iradenin O'nun tasarrufunda olduğuna inanmaktır.
Şu Hadis-i Şerif de ne kadar dikkat çekicidir: • "Ceısab-ı Hakk bir şeyi takdir etti mî akıllıların aklını alır. Kader yerini bulur. Sonra akıl döner ka­dere karşı söyleyecek hiçbir şeyi yoktur." Bu hususu iyi kavramak lâzım. Çünkü huzurlu bir hayatın kaynağı budur.
Hâsılı, "Herkes kendi mukadderatını kendi tayin etme­li" sözü "Herkes kendi kaderini kendi tayin etmeli" mânâsına gelir. Bu Cenab-ı Hakk'ın tasarrufuna müdaha­le olur. Kimsenin buna hakkı yoktur. Hakkı olduğunu id­dia edenler kâfirler ve kâfirlik yolunu seçenlerdir. Biz müslümaniar konuşmalarımız ve davranışlarımızla Rabb"mızm rızasını talep eder buna göre bir hayat tarzı kabul ederiz. Çünkü biz müslümanız, elhamdülillah..
Cenab-ı Hakk bizleri haddimizi aşma bahtsızlığından korusun ve kurtarsın...
Bazıları diyorlar ki: [202]

490-"Şampanya Rengi" 


İnsanlığın kanını emen faiz, namusunu soyan zina, maç ve eylemini çekip olan cehalet, en son teferruatına kadar ümmet üzerine ağını kurmuş, fitne mimarları isyan ve masiyeti kururnlaştırmışlardır.
"Renklere ve zevklere karışîlmaz" safsatasına sarı­larak bütün tatbik sahalarında İslâm'ın zarif ve edebli ter­cihi çekilip şehvet ve nefsin putları dikilmiştir.
Şunlara bakın haramı bize nasıl propaganda ettiriyor­lar. Diyorlar ki: "Şampanya rengi" Ne demek bu? Bu bir haram ve haramın rengi. Oysa malum renklerin arasında böyle bir renk ismi yok.
Renkler, meyvalardan ve çiçeklerden alırlar isimlerini. Örneği işte: Gül kurusu, nar çiçeği, portakal rengi, leylak rengi., vesaire Birileri "şampanya rengi" diye bir renk uydurmuşlarsa, bu hiçbir zaman tesadüfi değildir. İnancımıza ve ahlakımı­za uymayan bu değişiklikler ufak bir ad değiştirme hadi­sesi değil, inançlarımızı katletmeye yöneliktir. Bunu müs­lümaniar anlamak zorundadırlar.
İsterseniz bu fikrimizi kuvvetlendirecek bir misal daha verelim:
Hatırlayın, uzun yıllar evimizin bir köşesindeki yer ab-destîik olarak bilinirdi. Şimdi abdestliklere lavoba deni­yor. Bu, abdest ve namazdan yüz çevirmenin bariz bir ifa­desidir. Maskat abdest ve namazı unutturmak. İnsanımızı dininden uzaklaştırmak. Müslümanlar vurdum duymazlı­ğa devam ettikleri müddetçe birileri daha kimbilir neleri­mize kirli ellerim uzatacaklar.
Müslümanlar! Uyanmalıyız artık.. Cenab-ı Hakk bizle­ri emperyalistlerin oyunlarından korusun ve kurtarsın,. [203]

491- "Anası Muhterem Kendisi Orosbu Çocuğu"


Biz, buna benzer bir sözü bu isimle yazılan kitabımızın 2'inci cildinde 202 sıra no'da "Orosbu çocuğu" başlığı al­tında zikrettik. Burada, aynı mânâda fakat farklı uslub ile söylenmiş, yukarıdaki sözü meselenin önemine binaen tekrar Özetliyerek dikkatlere arz etmeyi faydalı bulduk.
îkinci ciltteki "Orosbu çGcuğu" başlığı.altıda zikrettiği­miz izahı lütfen bir daha okuj-anuz[204]
Bu söz ile iffetli analar töhmet fcutntda bırakılmakta, onlara zina iftirası yapılmaktadır. Kur'an-ı Kerim'de:
"Zinadan haberi bulunmayan iffetli mü'min ka­dınlara, zina isnat edenler, dünya ve ahirette lanete uğramışlardır. Onlara büyük bir azab vardır.'[205]
"Kjyamet gününde (iftiracıların) aleyhlerinde ola­rak dilleri, elleri ve ayakları bütün yaptaklaK-ma şa­hitlik edecektir.[206]
"Allah, da onların cezalarını tastamam verecek­tir..[207]
. Daha önce (ikinci ciltte) bu konuyu detaylı olarak ince­lediğimiz içia bir olayı naklederek ele aldığımız hususu bi­tireceğim.
 îbn AS (r.a) anlatıyor:
Halamı ziyarete gitmiştim. O benim için hizmetçiye ye­mek getirmesini söyledi. Hizmetçi yemeği getirmeyi gecik­tirmiş olacak ki, halanı öfke ile kalkarak hizmetçiye:
"™Ey orosbu! Haydi çabuksana" diyerek bağırdı.
Ben bunu duyunca:
-Sübhânallah! Ey haîacığım yemin ederim ki, çok bü­yük bir söz söyledin. Bu kadıncağızda zina gibi bir şeye rastladın mı ki, böyle söylüyorsun, dedim.
Halanı:
- Hayır! Yemin ederim ki böyle bir şeyine rastlamadım. Zaten bu böyle bir şey de yapmaz, dedi.
Ben o zaman şöyle dedim:
  ö   halde   nasıl   olur   da   o   sözü   söylersin.   Ben Rasûlüllah (S.A.V) den   işittim. Buyurdu kis Hangi erkek ve kadın, namuslu ve zinadan uzak olan hiz­metçisine, çocuğuna veya herhangi birisine "Ey kah­pe, orosbu" derse, kıyamet gününde had icra olu­nur.[208]' Çünkü dünyada bunlar için had yoktur, bu­yurdu.
Bunun üzerine halam büyük bir pişmanlık duyarak tevbe etti ve hizmetçinin de gönlünü aldı.[209]
Ahiretteki cezanın ağırlığını kavrayahilenler dünyadan suç yüklü göçmekten korkarlar. Hayatlarına Kur'an ve Sünnetin, hükmettiği mübarek insan) ar da bunlardır. Biz­ler do böyle mu m inlerin arasmda yerimizi almaya baka­lım. Cenab-ı Hakk bizleri ahirette hesabım veremeyeceği­miz sos ve talerden korusun ve kurtarsın. [210]

492- "Fazla Mal Göz Çıkarmaz"


Günümüzde, reklam ve propagandanın öneminin tar­tışılması bile mümkün değildir. Yahudinin bugün en bü­yük silâhı reklamdır. Hergün.Tv. Başta olmak üzere diğer basın yayın kuruluşlarına milyarlarca lira günlük reklâm ücreti ödeniyor. Niçin? Daha fazla kazanmak, ideolojilerini daha çok kabullendirebilmek için.
Günümüzde dengeleri bozan sebeplerin ilk şıralarında, fazla mal sahibi olmak arzusu vardır. Bu arzu insanımızı eşyayı putlaştırma noktasına kadar getirdiği inkar edile­meyecek bir gerçektir. Artık insanımızı, İslâm'ın söz sahi­bi olup olmadığı ilgilendirmiyor; müslüman malımı nasıl çoğaltabilirim telâşına düşmüştür.
"Fazla mal göz çıkarmaz" propagandasına günümüz in­sanı o kadar inandırılmış tır ki, izahı mümkün değil. Ya­hudi ve Yahudi zihniyettiler bu propagandalarla ürettikle­ri herşeyi müslümanlara, kendi evlerine dol dürtmüş tur. Gidiyorsunuz, görüyorsunuz, bizzat kendi evlerinizde ola­nı yaşıyorsunuz. Üç müslüman, bir müslümanm evinde bir araya gelip cemaatle namaz kılamıyorlar. Çünkü "Faz­la malın göz çıkarmayacağına" inandırılmış insanlarımız, evlerini eşya ile doldurmuşlar. Öyle doldurmuşlar ki, iki kişi evin içinde dolaşamıyor, yan dönerek biribirinin ya­nından ve eşyaların arasından geçiyorlar. Sanki o evde "bu ev benim" diyenler değil de, o eve doldurulan eşyalar oturuyor. Bu kadar eşya ve mal hırsına pes doğrusu.
Bir defasında beş kişi ile hatırı sayılır bir zatın evine gitmiştik. Akşam namazını evde kılmamız icap etti. Na­mazı evde kıldık. Kıldık ama o vaktin namazını kılmak için sıraya girip birimiz bitirdi diğerlerimiz kıldı. Yani o vaktin namazını cemaatle kılamadık. Namazdan sonraki sohbetimizde sözü müslümanlarm eşyaya, mala bakış tarzlarına götürdük. Ev sahibine ne bu böyle, siz de bizim gibi bu evde misafirsiniz; asıl ev sahipleri evin içindeki eş­yalar, dediğimde; ne yapalım hep gerekli diye aldık cevabı­nı verdi. Baktım ki, o muhtarem de "fazla malın göz çıkar-mıyacağına" inandırılmış.
Bizim birinci vazifemiz Hakk'a kulluk yapmaktır, çün­kü yaratılış gayemiz budur[211] Müslümanlar bu vazifeyi unutmuşlar, birinci vazifenin eşya-mal edinmek olduğuna inandırılmışlar, herkes mesaisini buna kullanıyor. Eline para geçen peşin, kıt-kanaat geçinen de taksitle habire mal yığma telâşında. Herkesin ömrü taksit ödemekle geçip gidiyor. İnsanların gözünü hırs öyle bürümüş ki, anne-ba-balar daha doğmamış çocuklarının bile eşyalarını alır ol­muşlardır. "Hele biz alalım yarın elimize çıkagelir" hesabı işte "Çok mal göz çıkarmaz" felsefesine inandırıl­manın neticesidir. Evet! Fazla mal göz çıkarmadı ama in­sanlar çok mal hırsıyla kalblerinden imanı çıkardı. Yani, göz çıkarmayan fazla mal insanımızın kalbinden imâm çı­kardı.
Artık, müslümanlar imkanlarını İslâm için kullanmı­yorlar. Bütün imkanlar nefis için kullandırılıyor. Bugün, müslümanlar olarak yutulur lokma olmamızın sebebleri-nin başında bu geliyor. Uyanmak, hem de çabuk uyan­mak lâzım müslümanlar..
Buradan nıüslüraaü hanımlara sesleniyorum. Sizler müslüman' hanımlar, babalarınızı, kocalarınızı, ağabe-yilerinizi ve çocuklarınızı sıkboğaz edip eşya manyağı hali­ne getirmeyiniz. Onlar hep sizleri memnun etmek isterler. Bu arzularını su istimal edip onların hem dünyalarını hem de ahiretlerini yıkmayınız. Siz müslümansımz. İslârai ölçüler içinde bir hayat tarzınız olsun. Evinizin de­korunu müslümanca yapınız. Mutluluk eşya ile olmaz. Te­levizyonda reklamı yapılan bir eşyayı alıp kullan­manız eğer size mutluluk veriyorsa, gerçekten siz mutluluğun ne demek olduğunu bilmiyorsunuz de­mektir. Allah'a kulluğun, müslüman hamfendi olmanın zevkini tatmaimşsımz demektir.
Mutluluğu İslâm'da, zevki Allah'a ibâdette, huzu­ru namuslu yaşamakta ararsanız ne kendiniz ne de erkekleriniz eşya manyağı haline gelmezsiniz. Dün­yadaki vazifemiz de budur.
Herkes bilsin ki, mallarımız, eşyalarımız elimizdeki bü­tün imkânlar bizim için birer imtihandır. Hesabı sorula­caktır [212]Kendimizi bu hesaplaşmaya hazırlayalım.
Hz.Ali (r.a) diyor ki:
Dört şey devam ettikçe din ve dünya ayakta durur:
1- Zenginler, cömert oldukça,
2- Alimler, ilimleriyle amel ettikçe,
3- Cahiller, bilmedikleriyle kibirlenmedikçe,
4- Fakirler, dinlerini dünyaları için satmadıkça.
Bu maddelerin üzerinde heîe bir kafa yorun, neler çıka­cak bakalım?                                             .
Hz. Ebu Bekir (r.a)'in da dediği gibi "Mal cimrilerde, silâh korkaklarda ve idare akılsız ve bunaklarda olursa işler bozulur." Bugünkü olan hadise budur işte.
Hâsılı, "Fazla mal göz çıkarmaz" sözü günümüzde propaganda olarak kullandırılmaktadır. Hedef insanımızı eş­ya manyağı haline getirip onu kaz tüyü gibi yonmaktır. Müslüman akıllı olur. Aldanmaz. Kendisini egemen kapi­talist güçlere yoldurmaz. Şimdi müslümanların görevi eş­ya yığmak değil, İslâmı hayata hakim kılma çalışmaları yapmaktır. Bu gayrette olanlar şerefli bir hayat yaşama hakkına sahiptirler. Böyle bir arzu ve gayreti olmayanla­rın şerefleri tartışma konusudur. Cenab-ı Hakk bizleri, şe­refleri tartışma konusu olmaktan korusun ve kurtarsın... [213]

493-"Elbise Yürümesini Para, Konuşmasını Öğretir."


•"Elbise yürümesini, para konuşmasını öğretir" sözünü eleştirmek düşüncesiyle buraya almış değilim. Katiyyen böyle bir niyetim yok. Bu ifade ile benim ele alacağım hu­sus, bu sözü doğuran şartları ve riyakar toplumu tahlil et­mek istiyorum.
Başlıkta zikrettiğimiz mezkur söz, bugünkü toplumu­muzun durumunu yansıtıyor. Merhum Nasreddin Ho-ca'mızm "Ye kürküm ye" sözünün bugüne aktarıhşı açıkça belli, insanları paralarına ve elbiselerine göre değer­lendirenler toplumun canavarlarıdır. Bunlar beden­leri değil bedenîerdeki iyi hasletleri kemirirler. Ve bedenleri yiyen canavarlardan daha vahşidirler.
Elbise ile para, gurur ve kibir kaynakları olabilir kişi­liksiz insanlarda. Onun için Kur'an ve Sünnette müslü-manlann kişilik sahibi olmaları emredilmiştir. RasûJuJlah (S.A.V) Efendimizin hayatını incelersek yürümeyi ve ko­nuşmayı daha iyi öğrenmiş oluruz.
Kur'an-ı Kerimde:
'Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen elbette yeri yaratamazsın. Boyca da dağlara ulaşa­mazsın.[214]
"Bunlardan kötülükleri sebebiyle yasaklananlar.
Rabbinizin sevmediği hususlardır."[215]
Bunlar Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdendir. Sakın Allah'la beraber başka ilâh edinme. Aksi hal­de, kınanmış ve kovulmuş olarak cehenneme atılır­sın[216]
'İnsanlardan yüz çevirerek böbürlenme. Yeryü­zünde kibirlenerek yürüme. Şüphesiz Allah, büyük­lük taslayan ve övünen hiçbir kimseyi sevmez.'[217]
"Yürüyüşünde tabii ol..'[218]
Hazreti Meviâna:
"Deniz gibi mal kazan, ama sen üzerinde gemi ol" diyor.
Gemi suyun üzerinde yüzer, sen de paranın üzerinde yüz. Ama gemi, suyun hep yüsündeyim, biraz da içine gi­reyim, derse tahtasının birisini biraz aralayı verirse, ta­mamen batar.
Kim parayı çok sever, imân tahtasını biraz aralayıverirsç, dünya sevgisi, içine dolar, batar gider.
Parayı cüzdana koymak; kalbe koymamak manasınadır. Demek ki, para. hem önemli, hem de insanın ahlakı ile alâkası bakımından tehlikeli bir silâhtır. Bu si­lahı iyi kullanmak lazım. Peygamberimiz-(S.A.V)
"Saman gelecek, insanların dînleri para, kıbleleri kadınları olacak" buyurdu. Herhalde bizler bu zamanda yaşıyoruz. Para icad olunca şeytan çok sevinmiş, Artık in­sanların puta tapmaları için uğraşmıyaeağım demiş.
Eskiden paradan, maaştan söz etmek, parayı soh­bet konusu yapmak, ayıp ve kötü ahlak ürünü sayılirdi. Şimdi her sohbetin konusu para. Bir şairin de-
"Ey paralar, paralar; Dostu-düşmanı paralar. Sâde can alsa gam değil, Aziz dini paralar.
Yerli yersiz hep anlatıyorlar, önce sorarlar, Napolyon ne demiş? Ee ne demiş. Demiş ki, "dünyada üç şeye ihtiyaç var; Para, para, para" demiş. Ne var yani, paradan gayrı tanrı tanımadığım ikrar etmiş kâfir adam.
Bakınız ne demişler:
"Paranın öldürdüğü ruh, kılıcın öldürdüğü be­denden fazladır." Walter Scott
İnsanlar önce para kazanmak için sağlıklarını, sonra da sağlıklarım kazanmak için paralarım verirler." Goethe
"Para iyi bir uşak, fena bir efendidir." BacOB
"Para arttıkça para sevgisi de artar." Juvenal
"Kirli ellerde görünce paradan iğrendim" Neyzen Tev-fik
Allah (c.c.) yolunda harcamayan para kimin elinde olursa olun o el kirli eldir. Kişinin parayı çok sevmesi on­dan başka sevecek başka bir şey bilmediği içindir. İşte bu başka şeyleri sevdirecek bir dünya görüşünden başka hiç­bir şey, bu dünyayı kurtaramaz.
Hâsılı, herşeyin para ile ölçüldüğü bir toplumda o top­lumun fertleri her adımını paraya sahip oîmak için atar­lar. Paraya sahip olmak için aldatma yoluna saparlar.
Cemiyette, fertler yetiştirilirken ana Ölçünün para ol­mayacağı gerçeği işlenirse, aldatmanın binbir çeşit meto­du da olsa, o cemiyette bunların hiç tehlikesi görülmez. Bunun için, ana öîçü cemiyetin kaynağı olmalıdır; işte bu ,
kaynak Kurandır.
Değerlendirme ölçüsü olarak, elbise ve para miyar ka­bul edildiği telakkiyi benimsediğimizde, bu Ölçülerin etki­sinde kalırız. İşte, ölçü bu olunca cemiyet de bu hali alır. O zaman "Elbise 3âirümesiniJ para konuşmasını Öğretir" sözü atasözü haline gelir. İnsanlar ahlak ve davranışlarım bez ve kağıt parçalarına göre ayarlayan kişiliksiz yığın olur­lar.
Aslında bu şekilde davranan müslüman kardeşlerimi­zi, emr-i bi'1-Ma'ruf çerçevesi içinde uyarmamız gerekir. Bu bizim insanlık ve müslümanlık görevimizdir.
Cenab-ı Hakk, ümmeti bez ve kağıt parçalarına göre şekillenmekten insanları da bu ikisine göre değerlendir­mekten korusun ve kurtarsın. [219]

494- "Nerede Bulursan Beleş... Hemen Oraya Yerleş."


•Türkiye'de adına "Tufeylilik" denen, ayet ve hadisler­de "uyuntu" olarak vasıflandırılan insanlar; sefih ve süfe-hadan sayılan kimselerdir.
Sünnet olan, davetsiz cemiyete gidilmez. Davet olunulmayan sofraya da oturulmaz. Buna riâyet etmeyenler top­lum içinde hep hor ve hakir görülürler. Bunlar insanlar arasında "beleşçi" olarak tanırır ve tanıtılırlar.
Beleşçiler helâl-harama ve mubaha pek dikkat etmez­ler. "Haram-helâl ver Allah, cahil kulun yer Allah" felsefe­sini bunlar icad etmişlerdir herhalde.
Müslüman ciddi olması gerekir. Ciddiyetten uzak müslümanhk olmaz; buna maskaralık derler.
Müslüman beleşe değil iyiye', güzele doğruya, helâle ta­lip olur. Bu, müslümanlığımızin gereğidir. Şahsiyetlilik müslümanm sıfatıdır. Beleşçilik ise şeytanlık vasfıdır. Mezkur sözün şakasını bile söylemek müslümana yakış maz. Bunu herkesin bilmesi gerekir.
flâsüi, "Nerede bulursan beleş, hemen oraya yerleş" sö­zünü söylemek, bu söz doğrultusunda hareket etmek insa­nın şahsiyetini yok e.der, aşağılık duygusunu telkin eder. Neticede insan kişiliksiz bir yaratık haline gelir. Cenab-ı Hakk, ümmeti böyle bir çirkinliğe düşmekten korusun ve kurtarsın,.. [220]

495- "Dini İmânı Para"


* Paraya son derece düşkün olanlar için "Dini imâm pa­ra" başka bir düşüncesi yok derler. Böyle olanlar için cid­di bir tehlike söz konusudur.[221]
Cenab-ı Hakk buyuruyor ki:
"Altın ve gümüşlere duyulan aşırı istek insanlara süslü gelir. Oysa bunlar geçici dünya hayatının ge­çici mahdır.'[222]
"Mal, dünya hayatinin geçici zinetidir. Salih ameller ise, sevap olarak da, ümit olarak da Rabbi-nin nezdiöde sizin için daha hayırlıdır.'[223]
Başlıkta mezkur sözü duyunca Peygamberimizin:
"Ümmetim üzerine öyle bir zaman gelecek ki din­leri paraları, ksbleleri kadınları olacak" [224] Hadisini hatırlamamak mümkün değil. Böyle bir duruma düşmek­ten îiabb'imize sığınırız.
Müslümanın paraya hakim olması gerekirken, paranın müslümana hakim olması kıyamet alâmeti sayılıyor. Top­lumda din ve imân duygusunun zayıflaması mezkur söz ile aksettirilen insanların oluşmasına sebep olmuştur.
Hâsılı, paraya; dine imâna sarılır gibi sarılmak, imânın gidip onun yerini paranın almasına sebep olur. Herkesin, her müslümanın bundan sonra derece kaçınması gerekir. Böyle bir duruma düşmekten Cetrab-ı Hakk hepimizi ko rusun ve kurtarsın... [225]

496- "Allah Yazdı İse Bozsun'


•Başlık olarak zikrettiğimiz sözü daha ziyade kimlerin nasıl söylediklerine misal vererek açıklamak istiyorum:
Djyelim ki bir kıza:
-Filanca seninle evlenmek istiyor, dendiğinde eğer o kız isteyeni istemiyorsa, heyecanla:
-Ay ne diyorsun, Allah yazdı ise bozsun, deyiverir.
Misalleri bu yönde çoğaltabilirsiniz.
Böyle bir çıkışa bu söz söylenildiğinde, kişiyi günaha sürüklemiş olur. Çünkü olay kadere girer. Kadere imân ve rıza müslamana farzdır. Yukarıdaki söylenilme tarzında kadere nzasızlık ayan-beyan ortadadır. Böyle bir tehlikeye düşmemek lâzım.
Hiç kimse sitemle karşısındakine "Allah yazdı ise boz­sun", deme hakkına sahip değildir. Böyle bir anda müslü­manın söyleyeceği söz şu olmalıdır:
- Bu hakkımızda hayırlı ise olsun. Hayırlı değilse Rabb'im hayırlısını ihsana etsin. O'nun takdirine ra­zıyım...
Bu ifadeler kulun Allah'a teslimiyetinin açık bir belirti­sidir. Kula gereken de budur.
' Hâsılı, imânı tehlike arzeden söz ve fnlerden daima ka­çınmak müslümanın müslümanîığınm gereğidir. Geveze­lik her zaman başa iş açar. Bu dinen de caiz değildir. Ce­nab-ı Hakk ümmeti imâni tehlikelerden korusun ve kur­tarsın, [226]

497-"Namazını Kıl, Orucunu Tut Yeter"


•Hemen ifade edelim ki, İslâm dini bir bütündür. Ke­sinlikle parçalanamaz. Dini parçalamanın adı'küfurdür.
"Namazını kıl, orucunu tut yeter" demek namazı orucu kabul etmek, dinin diğer emirlerini reddetmek demektir.
Bu sözü söyleyenler, dinin bazısına inariryor bazısına inanmıyorlar mı acaba? Kur'an-ı Kerim'de de aynı suali Allah (c.c) soruyor:
"Sîz, kitabın bir kısmına inanıyor bir kısmım inkâr nıı ediyorsunuz? İçinizden bunu yapanın ce­zası dünya hayatında rezil olmaktır. Kıyamet gü­nünde de böyleleri en şiddetli azaba uğratılırlar. Al­lah yaptıklarınızdan habersiz değildir.[227]
"Dünyanın menfaati pek azdır. Ahiret ise, Al­lah'tan korkanlar için daha hayırlıdır. Ve kıl kadar zulme uğramazsınız."[228]
"Namazını kıl orucunu tut yeter" diyenlerin tamamı, yaptıkları birkaç amelle kendilerini vazifelerini, yaptıkla­rını zannederek tatmin ederler. Bu niyetle yaptıkları her-şeyin sabun köpüğü gibi yok olup kendilerine hiçbir fayda sağlamayacağını düşünemezler.
Gençlerden dinlemiştim. Yamuk yumuk yaşantıya sa­hip olan anne babalarının, kendilerinin dini faaliyetlerin­den Özellikle cihadı yaşantılarından dolayı son derece rahatsız oluyorlarmış. Derlermiş ki:
-Oğlum bu memleketi sen mi kurtaracaksın. Birgün se­ni polisler alacak, işkence ile seni öldürecekler, Sana ne elin yaşantısından . Cihad da ne oluyormuş. Kıl namazını tut orucunu yeter, otur oturduğun yerde, derlermiş.
İşte böyle. Asr-ı Saadetteki müşrik anne-babaların Al­lah Rasûîünürı etrafında pervane gibi dönen evlâtlarına söylediklerini, günümüz; anne babaları da bugün, Isîâmi şuura sahip çocuklarına söylüyorlar. Peki aralarında bir fark var mı? Tek fark biri ondört asır önce yaşamış, diğeri bugün hayat süren leş. Ne fark eder yani. Adama bak. Cihad'ı tehlike olarak görüyor. Zekâtı ahmaklık zannedi­yor. Kafa ondört asır öncesinin kafası.
Şu hale bakın. Allah'ın 6666 farzı düşürüle düşürüle sonunda, 2'ye indirildi. Bu farzlar Tanzimatla 54'e Cum­huriyetle 32'ye sonra 5'e, şimdide bu sözde olduğu gibi 2'ye indirilmiş oldu. Günümüz insanın durumunu aksettirme açısından şöyle bir fıkra anlatılır;
Bektaşiye sormuşlar:
- Erenler İslâm'ın şartı kaçtır? diye. Cevap vermiş.
- Bir'dir demiş.
-  Nasıl olur biz 5 olduğunu biliyorduk, dediklerinde Bektaşi:
- O eskidendi. Şimdi bire indi.
- Nasıl olur? deyince Bektaşi bunun nasıl olduğunu şöy­le açıklamış:
- Evlat! Zenginler Zekat ile Hacc'ı fakirler oruç ile na­mazı kaldırdılar. Kala kala bir tek Kelime-i Şehâdet kaldı, demiş.
İşte din böyle katledildi. Şu hâle bakın. "Müslümanım" diyenler bile düzenin serbest bıraktığını serbest bırakıyor; düzenin yasakladığını yasaklıyor. Böylelerinin varlığı yokluğundan daha tehlikelidir. Bu zalimlerin şerrinden Al­lah'a sığınırız.
İslâm'ın parçalanma kabul etmediğini, parçalanmama küfür olduğunu bu insanlara nasıl anlatacağım? Aklı eren herkesin bu konuyu düşünmesi plânını programım yap­ması gerekiyor.
Hâsılı, küfrün iğrenç plânlarından biri olan İslâm'ın sa­dece namaz ve oruçtan ibaret olduğu fikrini yerleştirmek, müslamanları nötr (işe yaramaz) hale getirmek ve böylece haince insanlığı sömürmek arzusu çok eskilere dayanır. Günümüz "müslamanı" da "Namazım kıl orucunu tut ye­ter'' sözüyle küfrün bu emeline yardımcı olmaktadır. Bu tip "müslüman" böyle bir sözle abdesti, namazı, orucu ka­bul edip diğer farzları, vacîbleri, sünnetleri kabul etmedi­ğini veya bu zamanda diğerlerine gerek duymadığını (bile­rek veya bilmiyerek) ortaya koymaktadır. Böyle olunca o kendisini müslüman da zannetse küfür bataklığında yaşa­maktadır. Cenab-ı Hakk ümmeti böyle durumlara düş­mekten korusun ve kurtarsın.
Bazıları diyorlar ki: [229]

498- "Adamakla Mal Tükenmez"


•Günümüz insanlarının vasıflarından biri de gevezelik­tir. Herkes ağzına gelen herşeyi neticesini düşünmeden söv leyi veriyor. Yapacağı - yapamayacağı; vereceği- veremi-yecsği şeyleri vaad ediveriyor.
Çoğu kimseler vaad etmeyi seviyor, lâkin, vaadin za­manı gelince onu yerine getirmeyi sevmiyor. Oysa yalan yere va'd etmek, mü'mine hiç yakışmıyor.
Dinimize göre, adaklarımızı yerine getirmekle mükelle­fiz. Bu hsr muinine farzdır. Çünkü adak (nezir) ve sözler­de asıl olan yerine getirmektir. Kur'an-ı Kerim'de:
"Ey inananlar! Akidleriıaizi yerine getiriniz...'[230] buyurulmaktadir.
Peygamberimiz de: 'Vaad ettiği (yani adadığı) hal­de, adağını yerine getirmemenin münafıklık alâmeti olduğunu" beyan buyurmuştur.[231]
Müslümanın bir hedefi olmalıdır. Bu hedef Hakk'm ha­yata hakim kılınması çalışmasını yapmaktır. İşte bu nok­tada mülümanm her yanlış hareketi hedefin önüne konu­lan bir maniadır. Yani, neticesiz kalan vaadler hedefimi­zin katilleridir.
Peygamberimiz: 'Vaad, borç para gibidir" buyurmuş­tur.
Başka bir Hadis-i Şerifte:
"Vaadinden (adadığı şeyden) dönen, kusmuğuna dönen köpek gibidir" buyurulmuştur.
Hâsılı, bütün bu anlattıklarımız gösterİ3'or ki, "Ada­makla mal tükenmez" sözü hiçbir dayanağı olmayan, in­sanı nifaka sürükleyen, toplumun bozulmasına yol açan bir ifadedir. Müslüman, ne böyle bir söz sarfetmeli, ne de böyle bir felsefeye imân etmeli. Yalan yanlış herşey toplu­mun zehiridir. Böyle zehirlerden Cenab-ı Hakk ümmeti korusun ve kurtarsın. [232]

   499- Yukarıda Allah,  Aşağıda Hükümet Var.


•Biz bu, Sorumsuzca Söylenen Sözler adlı kitabı­mızda mes'eleleri net ve kesin değerlendirdik. Bu tavrımız bazı kardeşlerimizce biraz ağır bulundu. "Öyle sözler alıp açıklamışsın ki, ne konuşacağımız şaşırdık. O günah bu günah. Öyle ise ağzımızı bantlayalım ve otur aşağı yapa­lım. Oysa biz, o sözleri o niyetle söylemiyoruz ki..."
Bu sözleri bize ulaşan kardeşlerimize, iyi niyetle söyle­dikleri sözlerin altından çıkan çapanoğlunu (mânâyı) anla­tınca gerçekten haklıymışsın diyorlar.
İşte buyurun. Bir insan "Yukarıda Allah, aşağıda hükü­met var" diyorsa, bu sösün iyi niyeti olmaz. Bu sözü söyle­yen kişi kim olursa olsun seksiz ve şüphesiz KÂFÎR olur. Mezkur cümle, iki yönden küfre götürür. Çünkü bu cümle­de:
1 - Allah'a mekan nisbet ediliyor.
2 - Allah'a denk bir gücün varlığından söz ediliyor.
3 - Allah'ın hakimiyetinin göklerde olduğunu, yerin ha­kimiyetine Allah'ın karış anlayacağım, çünkü o hakimiye­tin hükümete ait olduğu açıkça ilan ediliyor.
Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'de: "... Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse; işte onlar, kâfirlerin, zâlimlerin, fasıklann tâ kendileridir." [233] buyurmaktadır.
Allah'a yer izafe etmek câhiîiyet âdetidir. Gayri müs-limlere has bir durumdur. Allah (c.c) mekandan münez­zehtir. Mülk Allah'ındır. Gökler ve yerler O'nun insiyati-fîndedir. Göklerin ve yerlerin hakimiyeti O'nun emri altın­dadır[234]
Mülkü ikiye ayırıp göklerin idaresinin Allah'a, yerlerin idaresinin tağutlara ait olduğuna inanmak, cahiliyet in­sanlarının itikadıdır. Ve bu bir küfürdür.
Hükümeti, Allah'ın hükümranhğıyla eşit tutmak "kü­für değildir" diyebilir misiniz? Bu mümkün değil. Zira bu, küfrün tâ kendisidir.
Kim ne niyetle söylerse söylesin, bu sözü söyleyenin hükmü değişmez. Şunu yapalım, ne böyîe bir sos çıkara­lım ağzımızdan; ne de böyle bir şeyin olabileceğini geçire­lim aklımızdan.
Çünkü imanlı yaşantımızın devamı buna dikkat etme mize bağlıdır.
Hâsılı, "Yukarıda Allah, aşağıda hükümet var" sözü kü­für sözlerden biridir. Bunun izahı, yukarıda kısaca da olsa yapıldı. Cenab-ı Hakk ümmeti küfre düşmekten korusun ve kurtarsın... [235]

500-"K1zı Sattım.-Kız Aldım."                                 


•Bu sözün imânı ilgilendiren yanı yoktur. Ancak, son derece yanlış bir anlatım tarzıdır. Böyîe söylenileceğine "Kızımı evlendirdim - falanca kız ile evlendim" denil­se daha isabetli söylenilmiş olunur.
Kızını veya evlendiği hanımım mal olarak görenler, mal babası veya mal kocası olduklarını unutmamalıdırlar.
Kadın, bizim inancımızda ne bir maldır ne de bir eşya. O ayağının altına cennet serilen hürmete lâyık bir anne­dir. Kadın toplumun temel taşıdır. Bu temel taşma saygı duyan, kadını layık olduğu mevkiye oturtan toplumlar ta­rihi misyonunu devam ettirirler. Kadını, annelik vasfın­dan kopmuş toplumun erkekleri de kadınları da kancık olur. Böyle kimselerden teşekkül eden toplumun insanları geveze ve ne söylediğini bilmeyen kimseler olurlar. Geve­zelik, cehennem kapısıdır. Buna sarılanlar cehennemin kapısını aralamış olurlar.                   
Hâsılı, mü&lüman kadını ne maldır ne de eşya, O, müs-lüman toplumun temelidir. Kim "Kızımı sattım" veya "Kız aldım" derse bu temeli sarsmış olur. Cenab-ı Hakk biz müslümanian bu temeli sarsmaktan korusun ve kurtar­sın... [236]

501-"Allah İşi Île Devlet İşine Akıl Ermez."


Bir işe aklın ermemesi ya çok yüce olduğundandır; ya da, çok mantıksız ve âdi olduğundandır. Eğer, Allah (c.c) işi ile devlet işine aklın ermemesini gerek mantıksızlık ve gerekse yücelik açısından bir ayar sayarsak, bu bir şirk ifadesi olarak küfrü gerektirir.
Eğer yüceliği Allah'a, mantıksızlığı (lâik, kapitalist, materyalist, komünist, sosyalist, ataist) devlete nisbet ederek söylenmiş ise, her ne kadar doğru bir ifade olsa bî-le, Allah ile beraber başka bir şeyin (hele hele bayağı bir şeyin) yanyana zikredilmesi de son derece tehlikelidir.
Kaldı ki mezkur cümle böyle bir niyetle söyleniyor da değildir. Dikkat edilirse bu söz ile Allah (c.c) ve devlet müsavi tutuluyor. Devlet işine akıl da erer el de erer. Dev­let nedir ki "Yaptığından sorulmaz" olsun? Mezkur söz pa­sifliğin ve korkaklığın olduğu kadar, imânın asıl rüknü olan Allah (c.c) yü tanıyamamış olmanın ifadesidir.
Hâsılı, başhk yaptığımız mezkur söz, ne niyetle olursa olsun söyle nilmemelidir. Çünkü bu sözde Allah'a başka şeyleri denk tutma vardır. Bu ise (şirktir) küfürdür. Söyle­yenin veya böyle birşeye inananın İslâm dini ile alâkası kesilir. Cenab-ı Hakk böyle bir tehlikeden ümmeti koru­sun ve kurtarsın... [237]

502-" Ayağını Kaldır Da Yemin Et; Bü Yemin Sayılmaz."


•Halk arasındaki yaygın uydurma sözlerden biri de, başlık yaptığımız mezkur sözdür: Aslı astarı olmayan bir söz. Söyleyenler laf olsun diye söylemiş olabilirler, ama bununla yemin gibi çok önemli bir hüküm sulandırılmış olunur.
İslâm dininde yemin, son derece hassas bir konudur. Yemin ile imândan çıkıîabilir. Yemin ile nikâh bozulabilir. Yemin ile büyük günahların istenilmesi tehlikesine düşü­lebilir. Onun için bunu sulandırmak, alaya almak ve olur olmaz yemin ifadesini kuHanıvermek son derece ciddi neti­celer doğurabilir. Onun için yemin konusunu ilim olarak Öğrenmek her müslümana,farz-ı ayndır.
Kur'an-ı Kerim'de 17 surenin başlangıcında yemin var­dır. Allah (c.c) Kur'an'da 7 defa kendi ismiyle yemin eder.[238] Peygamberberimize de üç âyette yemin etmesini buyurmuştur.[239]' İşte yemin dinimizde bu kadar ciddi bir husustur. Ve yeminin şakası da yoktur. Peygamberimiz
"Üç şeyin şakası yoktur. Bunların şakası da ciddi, ciddisi de ciddidir.
Bu üç şey şunlardır;
1-İmân
2-Yemin
3- Nikah."
Günümüzde ucuz yeminciler çıktı. Bunlar ayak kaldı­rarak yapılan yeminin yemin olmayacağına inanan ah-maklardır.Çok duyarsınız:
- Ayağını kaldır da yemin et, derler. Bir kısmı da; baş­kası yemin ederken:
- Bak bak yemin ederken ayağını kaldırıyor. Olmaz ka­bul etmem, diye matrak geçerler. Gerçekten böyle olduğu- ' na inananlar da vardır; ne kadar da zavallıca&ır bunlar.
Bazıları da namus ve şerefleri üzerine yemin ederler. Bir şâirimiz böylelerini şöyle hicveder:
"Yayıyor inat'ı, güdüyor Kin'i. ikiyüzlü yüzsüz sever mi Din'i Namusum-şerefım üstüne diyeOlmayan şeyine eder yemini. [240]
Ne diyelim doğru söze, Hâsılı, yemin ifadeleri kullanıldıktan sonra ayağın yere basması veya basmaması neticeyi değiştirmez, Ağızdan çı­kan söz Önemlidir, o sözün söylenmesinde vücudun aldığı şekil hiç önemli değildir. Yemin yatarak da, oturarak da, ayakta da, hatta amuda kalkılarak da gerçekleşir. Aksini savunmak hata olur. Hatalardan Cenab-ı Hakk, Ümmeti korusun ve kurtarsın... [241]

503-"Allahın Gücüne Gitmesin O Adam (Veya Kadın) Çok Çirkin..."


•Başlıkta zikrettiğimiz söz son derece çirkin, bu sözün aksettirdiği anlayış da en az o kadar iğrençtir. Tıynetleri bu sözü söylemeye müsait olanlar, kusur bulmada pek ma­hirdirler. Baksanıza, böyleîeri yaratılmışlara baktıkların­da mahlukatı hemen ikiye ayırıp bir kısımlarına çok gü­zel, bir kasımlarına da çok çirkin diye hüküm serdediyor-lar.
İnsanları güzel-çirkin diye ikiye ayıran bu zavallılar işi o kadar ileriye götürüyorlar ki, hâşâ Allah (c.c)'yü bile suç­luyorlar.
Başlıktaki cümleden çıkan mânâ kısaca şudur:
"- Ey Allah'ım! Kusura bakma ama ben bu yarattığın insanı pek beğenmedim" demek isteniyor. Mezkur cümleyi daha bir çok mânâlara çekmekde mümkündür. Ancak biz, kötünün kötülüğünü daha fazla zikretmemek için bununla iktifa ediyoruz.
"Cahil cesur olur" diye bir atasözümüz var. Bu sözleri söyleme cesareti hep cehaletin verdiği cesarettendir. Her­kes bilsin ki, cahillik hiçbir zaman mazeret sayılmayacak. Hesap gününde bilmiyordum demenin kimse yararını gö­remeyecek.
İnsanlarımız Allah'ı tanımıyorlar. Allah'ı tanımak için, Allah'ın isim Ve sıfatlarını bilmek lâzım. Bunları bil­meyenin Allah'ı bilmesi mümkün değil. Meselâ, Esmâ-i Hüsna'dan (Allah'ın 99 isminden) el-Kuddüs, el-Hâlık, eî-Bârî, el-Musavvir, el-Mübdi, el-Muktedir, el-Bedi"... isim­lerinin mahiyetini bilen hiç kimse başlıktaki mezkur sözü veya benzerini söylemesi, aklından bu sözün mahiyetini geçirmesi mümkün değildir. Nedir bu isimlerin mânâsı? Birer cümle ile izah edelim:
'el- Kuddüs:Aliah (c.c), her türlü kusurdan, eksiklik­ten, gafletten, acizlikten münezzehtir.
el- Hâlık: Allah (c.c), herşeyi bütün keyfiyetleriyle tak­dir ederek yaratandır.
el- Bâri'iAllah (c.c), herşeyi uygun olarak yaratandır.
el- Musavvir: Allah (c.c), her bir mahluka ayrı ayrı şe­kil ve hususiyet vererek en güzel ve en lâyık bir tarzda takdir ederek yaratandır.
el- Mübdi': Allah (c.c), mahlukatı maddesiz ve örneksiz olarak ilk başta yaratandır.
el-Muktedir:A11 ah (c.c), dilediği herşeyi yapmaya ka­dirdir,
el- Bedi': Allah (c.c), herşeyi yoktan, benzersiz şekilde ve güzellikler içinde yaratandır.
Esma-i Hüsna, incelendiğinde, öğrenildiğinde Allah'ın yarattığı her şeyde (bazıları hadlerini bilmeden cazip gör­meseler de) ayrı bir güzellik, mestedici bir cazibe görüle­cektir. Bu göze sahip olabilmek önemlidir. Bu zor da değil­dir. Zor olan, cehaleti yenmektir.
Hâsılı, insan yaratılmışlarda kusur arayacağına kendi aczini bilmeye çalışmalıdır. Kendini bilen Rabb;ini bilir. Rabbi'ini tanıyan da başlıktaki mezkur söz ve benzeri ya­muk yumuk ifâde ve anlayışlardan kaçınır. Haddini bilir. Cenab-ı Hakk ümmeti hadini bilmemekten korusun ve kurtarsın... [242]

504-"Fazla Aşırıya Gitme Üşütürsün."


•Aşırılıktan, şer'i ölçülerdeki ifrat veya tefrit kastolu-nursa bu cümle doğrudur. Çünkü Peygamber (S.A.V) Efendimiz:
"Aşırılıktan sakının, çünkü sizden evvelkileri din­de aşırılık helak etmiştir." buyurmuştur.
Başlıkta zikrettiğimiz mezkur cümle bugün, toplumun yaşadığı din sevgisinin üstünde İslâm'ın tatbikinde titiz davrananlara kullanıldığından, münkerin yani dini yaşa­maya gevşeklik ve noksanlığın propagandası mânâsını ta­şır ki, bu münafıklığın alâmetidir. Günümüzde tesettüre riâyet eden, beş vakit namazlarını kılan, helâli haramdan ayıran, dinimizin emirlerini güçleri nisbetinde yerine geti­renlere münafıklık vasıflılarca "Fazla gitme üşütürsün" ikazı yapılır. Sanki dindar olanlar akıl sizi aşıriarmış gibi bir hava estirilir. Allah'ın emirlerinde aşırılık mı var de­mek isterler, bilemiyoruz.
Hayatlarını şeytanca çarpıklık içinde geçirenler, rnüs-lümanlara müslümanca yaşamayı hep çok görürler. Bu, tarih boyunca küfrün şiarı olmuştur. Küfrün tabiatı bu. Accak, Müsltimanım" diyenlerin küfre, İslâm'a saldırısın­da yardımcı olmalarına, küfrün safında yer almalarına akıl ermiyor.
Zamanımızda, İslâm'i hayatta hassas olan gençlerimiz hergün artarak çoğalıyorlar, elhamdülillah. Ancak, bu gençlerimizden bazılarının şuursuz anne-babalarca bu güzide yavrulara "Aman aşırı gitme üşüteceksin." diye İslâmi yaşantılarına mâni olmaya çalışılıyor. Gençlerimiz böyle davranan anne-babalarından çok şikâyetçidirler. Biz de nice defalar böyle davranan "ebeveynîer"e yaptıkları­nın haksızlık olduğunu, aslında kendilerinin de böyle ol­maları gerektiğini, ibâdette aşırılık olamayacağını izah et­tik. Sözümüzü dinleyenler oldu, dinlemeyip de inadında İsrar edenler de oldu.
Hâsılı, Allah (c.c) hiç kimseye gücünün yetmeyeceği gö­revi vermemiştir.[243] İbâdetler Allah'ın emridir. Kul Al­lah'ın emirlerini yerine getirmekle yükümlüdür. Bu emir­ler yerine getirilirken herkese huzur gelir, kimse sıkıntıya düşmez. Onun için "Fazla aşırıya gitme üşütürsün" sözü münafıklık vasfıdır. Böyle bir söz sarfetmekten ve böyle bir inancı taşımaktan Cenab-ı Hakk, Ümmet-i Muham-med'i korusun ve kurtarsın... [244]

505- "Köşeyi Dön."


•Son yıllarda Türkiye'de köşe edebiyatı oldukça yay­gınlaştı. Köşe edebiyatının yagınlaşmasının ilk sebebi, in­sanlardaki helâl-haram ayırımının zayıflamasıdır. Eline "imkân" geçenler "köşe dönmek" için ne gerekirse yapar hâle geldiler.
Adam iki ay T.C. de bakanlık yapıyor. Yedi sülâlesini geçindirecek servete kavuşuyor. Nereden geliyor bu değir­menin suyu. Baksanıza her hükümet düştükten sonra bu tür şaiyâlar ayyuka çıkıyor.
Ben sadece bir bakandan misal verdim. Bu helâl haram tanımayan resmi-sivil herkese şâmildir. Bu sözden, muha­tabı payına düşeni alsın..
Dünyada yaygı ulaştırıl an haram helâl tanımama has­talığı memleketimiz de korkunç bir felâket halini aldı. İşte bu "köşe dön"mek felsefesi bu felâketin fırtmasıdır. Köşe dönme, ekmeği taştan çıkarmanın, alın teri akıtmanın,
I helâlinden kazanmanın karşıtı olarak ortaya çıkarıldı. Ka­falara böylece yerleştirildi. Başkalarını aldatanları, açık­göz, uyanık, işini bilir olarak vasıflandıran bir toplum ha­line geldik. Onun için bu topluma Allah'ın rahmeti, bere­keti ve lutfu tecelli etmiyor. Lanete uğramış gibi herşeyden mahrum bir toplum. Toplumumuzu bu hâle düşüren­lerden ölenlere lanet olsun; sağ olanlara hidayet dileriz; hidayete gelmemekte direnenlerin de bir an evvel geberip  helak olmalarını Cenab-ı Hakk'tan niyaz ederiz.
Hâsılı, müslüman birşeylere sahip olmak için haram-helâli biribirine katma teşebbüsünde bulunmamalıdır. Kö­şe dönme felsefesi, sınır tanımadan sahip olmak arzusun^ dan doğmuş bir sözdür. Malınız az olsun varsın, ama helâlinden olsun. Namuslu kazanç yolu, müslümanın müslümanlığmın gereğidir. Önemli olan malın çokluğu değil, helâlinden olmasıdır. Helâl mutluluğun, namuslu hayatın ve cennetin vesilesidir. Haram, cehennem azığı­dır. O ateştir. Köşeyi dön diyenler cehenneme yol göste­renlerdir. Cenab-ı Hakk ümmeti, haramı helâle katmak­tan korusun ve kurtarsın. [245]

506- "Gerdek Gecesi Gelin Île Damattan Hangisi Daha Önce Diğerinin Ayağına Basarsa Ömür Boyu O Diğerine Hükmeder."


•Türkiye'nin her yöresinde insanlarımız başlıkta zik­rettiğimiz mezkur inanca sahiptirler. Onun için gerdek [246]gecesi, gelin ile damat biribirlerinin ayağına önce basabil­mek için hep fırsat kollarlar. İlk defa eşinin ayağına ba­san, kendisini kahraman kabul eder. Eşine bir ömür boyu sözünü geçireceğine inanır.
Memleketimizde yaygın olan bu inanç saçma bir bid'at-tir. Katiyyen aslı astarı yoktur[247] Söz geçirme ayağa bas­makla değil iyiye, doğruya, güzele, karşılıklı anlayışa ve en önemlisi İslâmi terbiyeye bağlıdır. Doğru olmayan sözü karı-kocaiun biribirine geçirse ne olur geçirmeğe ne olur. Önemli olan hakda, iyide, güzelde, İslâmi yaşantıda anla­şabilmek ve birleşebilmektir. Allah (c.c) da bizden bunu is­ter.
Hâsılı, gerdek gecesi ile ilgili ayağa basma inancının gerçekle ilgisi yoktur. Bid'at bir âdettir. Bid'at ile meşgul olmak insanı dalâlete götürür. Cenab-ı Hakk bid'atlerden ümmeti korusun ve kurtarsın... [248]

507- Bu Benim Zekâtım (Veya Fitrem)Dir. Aldın Kabul Ettin Mi? Aldın Kabul Ettin Mî? Aldın Kabul Ettin Mit Diyorlar.


•İslâm'ın beş temel esasından biri de, zengin müslü-manlann Kur'an-ı Kerim'de beyan edilen yerierden birine veya bir kaçına malının şer'i ölçülerle belirlenen zekatını vermesidir[249]
Kur'an-ı Kerim'de zekât kelimesi 32 defa tekrar edil­mektedir[250] Tevbe suresi Âyet:5'de namaz ile zekat bir arada zikredilmiştir. Bu bise, bilhassa bu iki emrin yerine getirilmediği toplumlarda huzur ve mutluluk bulunmaya­cağım ikaz etmektedir.
Allah (c.c), başkalarının yardımına muhtaç insanlar ya-ratmasaydı servet sahipleri ellerindeki serveti eriyle Al­lah'a yarar bir iş yapmaya fırsat bulamazlardı.
Şu halde aramızda bir takım aceze ve fukaranın bulun­ması da bir nimettir. Onlar ücretsiz emanetçilerdir. Ken­dilerine burada verilir, onun karşılığını Allah (c.c) ahirette fazlasıyla iade eder. Ancak, verenîerle-alaniar kulun vası­ta olduğunu bilmeli yaratanla vasıta oianı ayırt etmelidir­ler.      ,
Zekât, nasıl verilmesi gerekir? Bu çok önemlidir. Her­kesin kapısına gelen dilenciye zekâtını vermesi kâfi gelmez. Onun müesseseleşmesi gerekir. Zekat bir müessese işidir. İslâmi devlet olmalı ve bu devletin zekâtı toplaması ve dağıtması gerekir. Devlet, zekâtı, zekât memurlarına toplatacak ve sarf yerlerine dağıtacaktır.
Günümüzde şer'i devlet olmadığından, zekat verme işi zenginin insafına bırakılmıştır. Bunun için müslüman zenginlerin tamamına yakını zekâtlarını tam .olarak ver­memektedirler. Verilen zekâtlar da geneli itibariyle hede­fine ulaşmamaktadır.
Başlıkta zikrettiğimiz cümleler bir kısım zenginlerin zekât veya fitrelerini verirken söyledikleri sözlerdir. Bu tür sözler son derece çirkindir. Bunu dil ile söyleyip faki rin şahsiyetini rencide etmeye gerek yok. Önemli olan kal­ben yapılan niyettir. Peygamber (S.AV) Efendimiz mâli ibâdetler yerine getirilirken sağ elin verdiğini sol elin dahi bilmemesi, görmemesi ve duymaması gerektiğini emret­miştir. Çünkü fakirin şahsiyetini rencide etmeye kimsenin hakkı yoktur.
Müslüman!
Zekâtını verirken uyanık ol.
Zekâtını verdiğinde niçin verdiğinden, nasıl ver­diğinden, verdiğinde de kime verdiğinden mes'ul-sün.
Malından zekâtı ayırırken iyi hesap etmeye, dağı­tırken bilerek dağıtmaya mecbursun.
Hâsılı, başlıkta mezkur sözleri zekat ve fitre verirken söyleyenlere bizzat şahit olduk. Bu son derece çirkindir. Fakiri rencide eder. Vereni mürâileştirir. Mürailik insanı kibirlenmeye sevk eder. Burada kalbi niyet kâfidir. Sağ elin verdiğini sol elin duymaması gerektiği emri, zekât ve fitrelerin nasıl verileceğini belirtir. Cenab-ı Hakk, zengi-nimizi-fakirimizi riyanın her çeşidinden korusun ve kur­tarsın... [251]

508-"Daha Gençsin Bu Kadar İbâdete ;Ne Gerek Var"


•Başlık yaptığımız bu sözü söyleyenler, İslâm'ı ihtiyar­lar dini olarak anlatmakta ve İslâm'a en büyük iftirayı yapmaktadırlar. Bu ifâde, Kur'an ve sünnete ters bir anla­yışın aynasıdır.
İslâm Dini müslümanlan akıl-baliğ olduktan itibaren mükellef sayar. Yani, buluğa eren1-[252]' müslüman Allah'ın emirlerim yerine getirmekle mükelleftir.
Peygamberimiz, çocukları 7 yaşından itibaren dini ya­şantıya alıştırmayı, on yaşma kadar bunu sürdürmeyi, on yaşından sonra Öğrendiklerini tatbik ettirmeyi, tatbik et­mekte gevşeklik gösterenleri dini yaşamaya zorlamayı em­retmektedir. Bu emir ile bize ibâdetin hangi yaştan itibaren yapılmaya başlanması gerektiğine dikkatimiz çe­kiliyor.
Gençlik, İslâm'ın çok değer verdiği bir çağdır. Gençlik çağının, kültür istilasma'uğramış toplumumuzda delilikle geçirilmesi gerektiğine inanılır. Daha ileride çok yılların olduğu, ihtiyarlayınca ibâdetlerin yapılacağı zannedilir. Bu anlayış gençlerimizi anarşist yapmıştır. Böyle bir anla­yışı okulda, televizyonda, gazetede empoze eden sömürü düzeni ibâdetten, itaatten uzak yetiştirdiği gençlerimizin kendisine olan isyanım kınamakta, onların kendisine baş kaldırışını anarşistçe bastırmaya çalışmaktadır.
Zamanımızda ibâdetlere sarılan, kulluğunun zevkine kulluk vecibelerini yerine getirerek erişen bir gençlik, çığ gibi büyüyen bir gençlik var, elhamdülillah.. Köhnemiş zihniyetin köhne ve bâtıl düşüncelerini yıkan bir gençlik. Yüz akımız bir gençlik.
İslâmi açıdan gençlik: İlâhi emâneti taşıyabilme ve hedefine götürebilme iktidarıdır. Gençlik izdir ap çekebilme, eihad içinde olabilme ve sürekli yürüye­bilme iktidarıdır. Bu iktidara sahip bir gençlik var, elhamdülillah...
Gençlik, insan toplumlarının yarını demektir. Gençlik kadrolarınız ne ise, istikbaliniz odur. İmân enerjisi ile bedeni tazelik arasında sürekli bir alâka olduğundan tıbbi mânâda genç olanlar aksiyonlar adına ümit bağlamaya daha lâyıktırlar. Peygamber müjdesine inazhar olan, arşın gölgesinde gölgelene­cek yedi sınıf insandan biri olan genç olmak ne gü­zel nimet.
Hâsılı, ibâdetli: taath gençlerimizi görünce "Daha genç­sin, bu kadar ibâdete ne gerek var, gençliğini yaşa" diyen­ler Kur'an ve sünnete ters düştüklerinden isyan halinde­dirler. İslâm'ın ihtiyarlar dini olduğu şeklindeki söz ve inançları kendilerini küfre düşürmüştür. Kendilerine tav­siyemiz, hemen bu düşüncelerini değiştirip tevbe-i istiğfar etmeleri, imân ve nikahlarını yenilemeleridir. Çünkü küf­re düşenlerin yeniden müslüman olmalarının şartı budur. Cenab-ı Hakk ümmeti böyle tehlikeli durumlara düşmek­ten korusun ve kurtarsın... [253]

509- "Denize Düşen Yılana Sarılır"


•Zarurete düşen herşeyi yapar mânâsında "Denize dü­şen yılana sarılır" sözü söylenmiştir. Ancak bunun geçerli olabilmesi için, neyin zaruret, neyin değil olduğu, bilinme­lidir. Mesele ruhsat-azimet açısından değerlendirilmelidir.
Azimet: Takva ile amel etmek Allah'ın emirlerini en mükemmel ve eksiksiz yapmaya çalışmak., mânâlarına gelir.
Ruhsat: Kulların özürlerine mebni, kendilerine bir s huiet ve müsâde olmak üzere, ikinci derecede meşru kılı­nan şeydir.
Bir hadisede, azimet ile ruhsat tercihi söz konusu oldu­ğunda, azimet yolunu seçmek bir takva nişanesi sayılır.
Başlıktaki mezkur söz çaresizliği ifade eder. Çaresiz kalanın neleri yapabileceğinin bilinmesi gerekir. Yani, ça­resizlere meşru olabilecek gayr-ı meşrular nelerdir, bunlar bilinmeden yapılanlar ortaya kötü sonuçlar çıkarır.
Hâsılı, "Denize düşen yılana sarılır" sözü bir yönüyle doğrudur. Çünkü zaruretler mahzuratı mubah kılar. An­cak denizle havuzun biribirinden ayrılması gerekir. Deniz­le havuzu biribirinden ayıramıyan insanlar, helâl ve ha­ram çizgisine kurulan tuzağa yakalanmış kendilerini he­lak etmiş olurlar. Böyle bir duruma düşmekten Allah (c.c) ümmeti korusun ve kurtarsın... [254]

510- Azrail E-5 Karayolunda Dolaşıyor"511-"Âzril Af Etmedi"


"Asrımızın insanı ölümün mahiyetini henüz anlamış değil. Onun için herkes ölümden son derece korkuyor. Oy­sa ölüm, bize Alîah'm en büyük lütufianndan biridir. Eğer öîüm olmasaydı, hele bir düşünün, insanların bu fizikle öl­memesi ne neticeler doğururdu?
Ölüm çirkin, hayat güzel kabul edilince yaşadığımız hayat bizim olmaktan çıktı. Oysa ölüm terhis tezkeresi­dir.[255] Ama ne gezer insanımız bunu bir türlü anlıyamadı. Toplumun ölüm telâkkisi değişti. Herkes ölümsüzlük iksi­rini içti sanki. Herkes herşeyi menfi açıdan değerlendiri­yor. Böyle olunca ölüm başta olmak üzere herşey herkesin korkulu rüyası oluyor.
Ölüm telâkkisi farkiılaşmca mezarlıklarımız da her yö­nüyle farklılaştı. Baksanıza mezarlıklar mermer dağı hali­ne getirildi. Şehirlerde mezarlıklar ayrı bir mermer kent görünümünü aldı.
Ölüm yanlış anlaşılınca buna bağlı olarak Allah'ın dört büyük meleğinden biri olan AZRAİL (a.s) hakkında da yanlış ifadeler kullanılmaya başlandı. Bu ifadelerden bazı­larını şöyie sıralayabiliriz:
-"Azrail E-5 karayolunda dolaşıyor."
-"Azrail af etmedi."
-"Azrail güldü geçti."
-"Azrail gibi adam."
-Suratı Azrail'in suratına benziyor."
Bu cümleleri daha da çoğaltmak mümkün. İnsanımızın melek inancı zayıf olunca meleklere olan imâm da çok za­yıf oluyor[256] Kişiler suçlarını Azrail'e yüklemek istiyorlar. Herkes kendisini meseleler karşısında devre dışı bırakı­yor. Kader gerçeği kavranamamış. Müslümanların en bil­gisiz oldukları konulardan birisi Melek, ikincisi Kader-ka-za konularıdır. Bu cehalet giderilmeden sağlıklı düşünmek mümkün değildir. Öyle ise işe buradan başlamak lâzım.
Azrail (A.S) Allah'ın dört büyük meleğinden biridir. Va­zifesi, Allah'ın takdir ettiği zamanda canlıların ecellerini gerçekleştirmektir. Yani, ruhları kabz etmekle görevlidir. Melekler nurdan yaratılmış varlıklardır. İslâm'ın melek inancını unutturup melekleri olduğunun dışında göster­mek isteyen zihniyet, yukarıda zikrettiğimiz cümlelerle içlerindeki irinlerini kusuyorlar. Gerçeği görmek, gerçeğe inanmak her müslümamn görevidir. Bu görevi yerine ge­tirmek küfrün mantıksızlığını açığa çıkaracaktır.
Hâsılı, Azrail (A.S) ile ilgili piyasada söylenilen sözler halkın melek inancının son derece zayıf olduğunu gösteri­yor. Bu zayıflık bazılarını küfre kadar götürmüş. Bazıları da küfrün eşiğine kadar gelmiş durumdalar. Böyle devam ederse akıbet iyi görünmüyor. Cenab-ı Hakk ümmeti kötü akıbetten korusun ve kurtarsın... [257]

512-"Şeytanınız Bol Olsun" (Kahvehanelerde Söylenir)


•Özellikle kumarhanelerde kumarbazların yanına baş­ka bir kumarbaz geldiğinde, bir kumarbaz diğer kumarba­za selâm verir gibi "şeytanın bol olsun" diye dilekte bulu­nur. Buna, şeytanı bol olan yerlerde, şeytanlaşmış insan­ların şeytani aşmışlara yaptığı şeytanca dilek desek isabet olur mu?
Bir müslümamn diğer bir müslümana böyle sözler sarf etmesi katiyyen. doğru değildir. Müslüman, müslümana hayır dua eder. Hayır duâ, hayır olan yerlerde yapılır.
Kumar, insanların ceplerindeki paralan almakla kal­maz; kalblerindeki imâna da kasteder. İmanlı yaşamak is­teyenler bu tehlikelerden uzak durmalıdırlar.
Hâsılı, kumarcının kumarcıya duası "Şeytanın bol ol­sun" dileğidir. Bu şeytanca bir yaşantının gereğidir. Şey­tanlarla, şeytanlaşmışların haşr-ı neşri denir buna. Ce­nab-ı Hakk ümmeti şeytanın ve şeytanlaşmışların şerrin­den korusun ve kurtarsın... [258]

513- "Biz Yanalım Da Sana Bir Şey Olmasın"


•Bu sözü, iki yönden ele alabiliriz:
1- Bu sözde, istihza falay) kokusu var.
2-  Bir de, kişinin yapmadığı halde başkasına iyi olanı tavsiye etme havası var.
Örnekle girelim meseleye: Aklı, imânı yerinde, yaşantı­sı düzgün olan birisi; yamuk yumuk bir hayat tarzı sergi­leyen birisine:
-Etme, gitme, ayıptır, günahtır bu yaptıklarından vaz geç. Seni bu yaptıklarını namuslu kimseler yapmaz, de­yince; nasihat edilen, alaylı bir tavırla:
-İyi iyi fazla konuşma, biz yanalım da sana birşey ol­masın, der. Bu, sözün istihza yönüdür. Allah (c.c) korusun böyle bir tavır helak sebebidir.
Meselenin ikinci yönünede misalle gireceğim:
Birisi var, İslâmi hayat tarzını yaşamaya yaklaşmıyor. Kendisi batakta. Başkalarına, batağa girmeyin, diyor. Kendisi içki içiyor, başkalarına içmeyin, diyor. Düşünün, ne kadar melanet varsa işleyen bir adam, başkalarına bu melanetlerin kaka olduğunu, yaklaşmamaları gerektiğini söylüyor. Peki, bunun sözünün, nasihatinin kıymeti olur mu? Mümkün değil!
İnsan, başkasının selâhım istiyor da kendisi helake gi­diyorsa buna enayilik derler. Kimsenin kendisini helake sürükleme hakkı yoktur. Çünkü herkesin kendisi kendisine emânettir. Emânete ihanet de münafıklık sıfatıdır.
Cenab-ı Hakk böylelerine:
"İnsanlara iyiliği emrediyor da kendi nefsinizi unutuyor musunuz? Oysa siz, Kitabı da okuyorsu­nuz. Hiç düşünmez misiniz?[259] diye soruyor. Bu soruya kim ne cevap verebilecek, göreceğiz bakalım.
Hâsılı, hangi yönüyle ele alırsanız alınız; bu sözün tu­tulacak yanı yoktur. Bir müslümanın bu sözü söylemesi veya sözdeki mânâya göre tavır takınması uygun değildir. Müslümana müslümanca yaşamak gerekir. Cenab-ı Hakk İslâm dışı söz ve görüntüden bizi korusun ve kurtarsın... [260]

514-"Akşamın Hayırından, Sabahın Şerri Daha İyidir"


•Halk arasında çok söylenen sözlerden biri de, başlıkta zikrettiğimiz sözdür. Şimdi, bu sözün mahiyetini açıkla­maya çalışalım. Önce hayr ve şer kelimeleri üzerinde du­ralım.
Hayr: Meşru iş, hayırlı, faydalı, nurlu ve sevaplı herşe-yin iyisi. İbâdet, adalet, ihsan, mal gibi nimet, vesaire gibi mânâlara gelir.
Şer; Hayr'ın zıddıdır.
Bu iki kelime iyi kavranırsa, cümlenin mahiyeti daha kolay anlaşılır. Hayr, her zaman hayrdır. Şer de her za­man serdir. Şerri hayr'a tercih etmek aklı başında hiçbir kimsenin yapacağı şey değildir. Mezkur cümlede sabahın şerrinin makbuliyetinden bahsediliyor. Akşam kötü olan şer olan bir şey, sabahleyin iyi bir şey mi oluyorda tercih ediliyor acaba? Bunu anlamak çok güç.
"Akşamın hayr'ından, sabahın şerri daha iyidir" diyen­ler; sabahleyin meşru olmayan iş, faydasız, nursuz ve se-vapsız amel, herşeyin kötüsü, ibâdetsizlik, adaletsizlik gi­bi şeyler daha iyidir dediklerinin farkında mıdırlar aca­ba? Farkında olmadıklarına herkes gibi ben de inanıyo­rum. Ancak, cümleyi tahlil ettiğiniz zaman çıkan mânâ budur.
Öyle ise hayır akşam da iyidir, sabahleyin de iyidir. Şer akşam da kötüdür, sabahleyin de kötüdür. Dolayısıyla "Akşamın haymndan, sabahın şerri daha iyidir" sözü ya­lan, yanlış ve sakat bir ifadedir. İmânı zedeleyicidir. Çün­kü iyiyi bırakıp kötünün tercihi söz konusudur.
Mezkur sözü söyleyenlere soruyorum. Sabahleyin ev­den çıktınız. Karşınıza iki kişi çıktı. Biri sizi kumara, diğe­ri camiye davet ediyor. Siz kumarın şer, camiye gitmenin hayr olduğuna inanıyorsunuz. Bunu bildiğiniz halde "Sa­bahın şerri iyidir " diye kumarhaneye mi gidersiniz? İna­nıyorum ki, camiye gideceksiniz. Öyle ise yukarıdaki mez­kur sözü ne diye söyleyip duruyorsunuz? Dikkatli olmak dilimize sahip çıkmak zorunda değil miyiz?
Bazıları mezkur cümleyi "işlerin aydınlığa bırakılması, kapalı kapılar ardında dümen suyu çevirilmemesi, şüphe­den uzak kalınması gibi" bir mânâ ile tevil ediyorlar. Böy­le bir zorlama yanlıştır. Cümleyi dikkatle tahlil edersek bu zorlamanın yakışıksızlığı daha iyi görülecektir.
Hâsılı, hayr da şer de Allah (c.c)'dandır. Vakitleri me­sul tutmak insanlara bir şey kazandırmaz. Bu bakımdan başlıkta mezkur söz hiç bir dayanağı olmayan, gerçekten uzak, insanı aldatıcı bir ifadedir. Böyle bir sözün söylen­mesi doğru değildir, Mes'uliyete mucibtir. Cenab-ı Hakk ümmeti şer söz ve fiillerden korusun ve kurtarsın... [261]

515-"Bu Ölümden De Beter"


•İnsan başına gelen sıkıntıların altında çok sıkılınca bezginliğini, "Bu ölümden de beter" cümlesini söyleyerek halini ortaya koyar. Lâkin, bu sözün müslümanın ağzın­dan çıkması tamiri çok zor hatalar doğurur.
Ölüm beter mi ki, her sıkıntı ölümden beter olsun. Ölüm, mü'minler için güzeldir. Şair ve mütefekkirimiz ne güzel söylemiş:
Ölüm güzel şey: Budur perde arkasından haber... Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?[262]
Peygamberimiz:
'-Ahir zamanda kâfirler mü'minlerin üzerlerine yemek yiyenlerin tabaklarına çullandığı gibi saldı­racaklar."
Oradakiler sordu:
"- Ümmet az mı olacak Ya Rasûlullah?" Efendimiz:
"- Hayır, aksine çok olacaklar. Ancak o ümmetin başına daha Önceki milletlerin hastalığı arız olacak. O hastalıklar ikidir:
1- Ölümden korkacaklar.
2- Dünya sevgisine aşırı dalacaklar" buyurdu. Ölümden korkan bir ümmet görün ne hâle geldi. Ölüm, Allah'ın takdir ettiği kimsenin de bundan kurtulamadığı bir kaderdir. Kadere imân da imânın altı esasından biri
dir. Allah (c.c) Kur'an-ı Kerimde:
"Her canlı ölümü tadacaktırtl [263] buyurmuştur. Al­lah'ın takdirine kimler kötü diyebilir, beğenmemezlik ede­bilir, onlara muhalefet edebilir? Kimler yapar bunu? Şüp­hesiz ki, kâfirler. Kur'an-ı Kerimde ölümün beterliğine ya-hudi ve diğer kâfirlerin inandığı bildirilmiştir. Rabbımız haber veriyor:
'Yaptıklarından dolayı ölümü asla istemiyecek-lerdir. Allah, zalimleri çok iyi bilir."
"Muhakkak ki sen, onları hayata diğer insanlar­dan ve hatta Allah'a şirk koşanlardan daha da düş­kün bulursun. Her biri, bin sene yaşamak ister. Oy­sa herhangi birinin çok yaşaması, kendisini azabtan kurtaracak değildir. Allah onların yaptıklarını çok iyi görür.[264]
"Yahudiler yaptıklarından dolayı ölümü asla iste­mezler. Allah zalimleri çok iyi bilir."
'Ey Muhammedî De ki: O kaçtığınız ölüm mutlaka sizi yakalıyacaktır. Sonra gizliyi de açığı da bilen Allah'a döndürüleceksiniz. Ve O, size dünyada yap­tıklarınızı haber verecektir.[265]
Memleketimizdeki mevcut zihniyet, materyalist bir an­layışı ikâme edebilmek için ölüm ve ölüm ötesini unuttur­mak, ölümü zihinlerden silmek istemektedir. Mevcut dü­zen ile bunu gerçekleştirebilmek için son derece sinsi ve hızlı bir çalışma yapılmaktadır[266] Dünya hayatındaki bu serkeşliklerin sebebi, ahiret inancının yok oluşudur. Ahi-rete inanan, onun hakkında sağlam bilgiye sahip olan kimse bu derece kayıtsız yaşayamaz.
Ebu Hâzim'e, Süleyman bin Abdülmelik sorar:
- Ölümü neden sevmiyoruz? Ebu Hâzim cevaben der ki:
-  Sız dünyayı tamir edip âhireti harap ediyorsunuz. Mamureyi bırakıp harabeye gitmek elbette gücünüze gi-der[267]
Peygamber (SAV) Efendimize birisi sordu:
Ya Rasûlullah! ZeM mü'min kimdir? Efendimiz:
Ölümü çokça hatırlayan ve ölümden sonrasına iyi hazırlanandır[268] buyurdu.
Hâsılı, "Bu ölümden de beter" sözü bir müslümanın söylememesi gereken bir ifadedir. Cümlede geçen "beter" kelimesi daha kötü, daha fena anlamındadır. Ölüm, canlı­lara Allah'ın takdir ettiği bir kaderdir. Kadere kötü diyen Allah'ın takdir ettiği şeye muhalefet etmiş demektir. Bu küfür ve ebediyyen helak olma sebebidir. Yanlış anlaşıl­masın; biz, konuşmayalım demiyoruz. Ne konuştuğumuzu bilelim diyoruz. Cenab-ı Hakk ümmeti rastgele konuşmak­tan korus un ve kurtarsın... [269]

 

516-"Ölümü Düşünme Üşütürsün


•Yukarıdaki sözleri söyliyenler üşütmüş (delirmiş) de­sem, bunun doğruluğuna önce ben inanmam. Çünkü, böyle bir sözü deliler de söylemez. Kim söyler derseniz Kur'an ve Sünnette böyle bir ifadeyi ancak kâfirlerin söyleyebileceği zjkrediliyor. Dinleyin Kur'an ve Sünneti:
"Her canlı ölümü tadacaktır.'[270]
"O kaçtığınız ölüm mutlaka sizi yakalıyacaktır."[271]
"Ecelleri gelince, ne bir saat geciktirebilirler, ne de öne alabilirleri [272]
"Dünyevi zevkleri kıran ve tûl-i emeli unutturan ölümü, çokça hatırlayın.'[273]
"Zeki mü'min ölümü çokça hatırlayan ve ölümden sonrasına iyi hazırlanandır."[274]
Anladınız mı şimdi ölümü düşünmek, hem de çok dü­şünmek zorunda olduğumuzu.
Hz. Ömer (r.a) devamlı kullandığı mühürüne:
"Ölüm sana nasihatcı olarak yeter" diye kazıtmış­tır. Mührünü bastığı zaman karşısına bu yazı çıkarmış da işini ona göre yürütürmüş. Hatta kendisine ücret verecek bir nasihatcı tutmuş. Birgün bakmış ki sakalında bir kıl beyazlaşmış. Çağırmış nasihatcıyı:
- Artık senin görevin bitti, demiş. Nasihatcı:
- Ne oldu ya Ömer bir hatam mı oldu? diye sorunca, Hz. Ömer:
- Hayır ey kardeşim! Bak sakalımın bir teli beyazlaştı. Bana nasihatcı olarak bu yeter, demiş.
Onlar neredeee, biz neredeyiz? Bu yüzle mahşere çık­mak. Zor iş.
İnsan en az haftada bir defa hastahaneye, hapishane­ye, mezarlıkları ziyarete gitmelidir. Bu, insan için iyi bir nasihat olur.
Ölümü hiçbir zaman unutmayacağız. Ev denildi mi, he­men mezarı hatırlayacağız, O ev dediğimiz yerler aslında konaklama yerlerimizdir. Bir süre oralarda kalacağız. Ölüm ile asıl evimize taşınmış olacağız. Onun için mezarı­mızı şimdiden imân ile, ihlâs ile ibâdet ile süsleyelim. Ko­naklama yeri şu çektiklerimize değer mi? Bunu bilmek lâzım.
Hâsılı, ölümü düşünememek tehlikesinden Cenab-i Hakkın bizleri koruması ve kurtarması dualarımızla; "Ölümü düşünme" diyenleri, Ömer Hayyam'ın söyledikle­rini naklederek düşünmeye davet ediyorum:
Niceleri geldi.
Neler istediler.
Sonunda dünyayı
Bırakıp gittiler.
Sen hiç ölmiyecek
Gibisin, değil mi?
O gidenler de,
Senin gibi idiler... [275]

517-İyiler Çok Yaşamaz"


•Toplumu bozmak, insanların ahlaki yapısını yıkıp imânsızl aştırmak, böylece sürü haline getirip sömürmek için ortaya atılmış bir söz de başlıktaki ifadedir.
Kötüler mi çok yaşar yani? Ne iyiler ne de kötüler, iyi­likleri veya kötülükleri sebebiyle, ne çok ne de az yaşarlar. Herkesin takdir edilmiş bir eceli vardır. O takdir edilen an geldimi iyi de olsa kötü de olsa ahirete irtihal eder. Ce-nab-ı Hakk:
"Ecelleri, gelince, ne bir saat geciktirebilirler, ne de öne alabilirler .'[276]
"Doğrusu kendisinden kaçtığınız ölüm mutlaka karşınıza çıkacaktır.[277]
Şairin dediği gibi:
"Dâr-i dünyada sakın sanmayasın ebedi.
Bakma alâyişine kimseye yoktur mededi.
Vaktim taata sevk et, yoktur kişinin
Yarına çıkmaya zira elinde senedi."
Müslümanlar!
Aramıza sinsice sokulan bozuk fikirler, bizim imânımıza varıncaya kadar herşeyimize kastediyor. Em­peryalist kâfirlerin emellerine âlet olursak herşeyimizi kaybederiz. Ölümden kurtuluş yok. Hayatın olduğu kadar ölümün de izzetlisi müslüman içindir. Zillet kâfire lâyıktır. Hayatın ve ölümün izzeti imânımıza, elimize, dili­mize, belimize vesair azalarımıza sahip çıkmakla müm­kündür. Kur'an ve Sünnet bunun için bize rehberdir.
Hâsılı, "İyiler çok yaşamaz sözü" küfrün aramıza soktu­ğu tehlikeli bir ifadedir. İnsanı, kadere rızasızlığa ve Al­lah'a muhalefete götürür. Netice ilâ cehenneme zümera...
Cenab-ı Hakk böyle bir tehlikeden ümmeti korusun ve kurtarsın... [278]

518-Ben Her Telden Oynarım."


• Her telden oynayan münafıktır. Münafıklar kâfirlerden de aşağıdır.
Bazı meselelerde fikirler ve tavırlar ortaya konması ge­rekir. Sorarlar:
- Sen ne diyorsun bu işe. Yapalım mı, yapmayalım mı? Gidelim mi, gitmeyelim mi? Söyleyelim mi, söylemeyelim mi? Verelim mi, vermeyelim mi?....
Cevap:
- Vallahi benim için değişmez. Ben her telden oynarım.
Ne demek her telden oynarım. Yani onun yanında on­dan, bunun yanında bundan, benim yanımda da benden mi olacaksın, bre münafık tabiatlı.
Yok öyle şey. Kimliğini koyacaksın ortaya. Gavur mu­sun, müslüman mısın rengini belli edeceksin.
Hâsılı, zamanımızda kimlik krizi son hadde ulaştı. Müslüman her yerde ve her vesile ile müslümanca hareket etmeye müslümanca tavrını koymaya mecburdur. Çünkü koymazsa münafıklık vasfiyla sıfatlanmış olur.
Cenab-ı Hakk ümmeti müslümanlıktan başka bir sıfat­la vasıflanmaktan korusun ve kurtarsın... [279]

519-"Allah Yüzüme Baktı


•FesübhanallahL Şimdiye kadar bakmıyor muydu, be­hey gafil. Sen Allah'ın BASİR ism-i şerifini bilmiyor mu­sun?
Allah (c.c), Basir ismiyle müsemmadır. O, ezelden ebe­de herşeyi her haliyle görür. Karanlıklar O'nun görmesine engel olmaz. Herşey O'nun tasarrufu altındadır.
Biz haddimizi bilelim. Ağzımızdan çıkanı kulağımız işitmelidir. Ta ki, Allah'ın sevmediği bir sözü ağzımızdan kaçırmayalım ve Allah'ın sevmediği çirkin vaziyetlere düş­meyelim.
İnsanlar genelde bir nimete erdiklerinde: "-Allah yüzüme baktı" derler. Bundan nimete nail ol­mayınca bakmadığı, görmediği mânâsı çıkar ki, bu tehli­keli bir ifade olur. Böyle bir cümle dile söyletilmemeli; ka­faya da sokulmamalıdır.
Hâsılı, dilimizin cezasını çok çekeceğe benziyoruz. Dili­ne sahip olan kurtulur. Cenab-ı Hakk gevezelikten bizleri korusun ve kurtarsın... [280]

520-"Allah Seni Zulüm Etmek İçin Yaratmış."


• Özellikle aile İlişkilerinde geçimsizlik söz konusu ol­duğunda erkek kadına veya kadın erkeğe huysuzluğunu anlatma bakımından:                                  '
"-Allah seni zulüm etmek için yaratmış" der. Aşın dere­cedeki huysuzluğu anlatmak için söylenmiş olan bu söz, eğer salim bir kafa ile tahlil edilecek olursa, hakikaten çok mahzurlu olduğu anlaşılacaktır.
Hâşâ, Allah (c.c) zalim miki de zulme rıza göstersin. Açınız Kur'an-ı Kerim'i yüzlerce âyette Allah'ın zâlimleri sevmediğini beyan eden emirlerini okuyacaksınız. İşte bunlardan biri:
"Doğrusu Allah, zâlimleri sevmez.[281]
Kudsi hadiste Allah (c.c) buyuruyor ki:
'Kullarıma işkence etmeyiniz.[282]
İslâm'a göre, mümine, surat ekşitmek bile zulümdür. Surat ekşitmeyi bile zulüm sayan ve bunun cezasız bıra­kılmayacağını bildiren Allah (c.c), nasıl olur da birini zul­metmek için yaratabilir.
Hâsılı, "Allah seni zulüm etmek için yaratmış" diyen kişi Allah'a zulüm yapma veya yaptırma iftirası yapmış olur. Zalimin zalime musallat olmasının izahı farklıdır. Al­lah (c.c) çirkin sözlerden ve iğrenç mantıklardan bizi koru­sun ve kurtarsın...
Bir selâm ver be herif! Ağzın aşınmaz ya.. Hayır, Ne selâm vermeyi bilir hayvan, ne de sen versen alır,
MAkifErsoy Siz birisine, falancaya: [283]

521-" Selâm Söyle," Diyorsunuz. O Da: - Olur Söylerim, Diyor, (Ne Demekse).


•Kültürü bozulan toplum sağlık bakımından da ahlâk ve imân bakımından da hastadır. Sihhate kavuşmanın ça­resi Kur'an ve sünnete dönmektir. Derde devanın yoktur başka çaresi.
Selâm, dinimizde ve dinimizden kaynaklanan öz kültü­rümüzde çok önemli bir yer tutar. Selamlaşma karşılaş­malarda olduğu gibi, uzaktakilere birilerini vasıta yapa­rak da gönderilebilir.
Hz. Aişe (r.anha) anamız demiştir ki;
Peygamberimiz buyurdu:
Ya Aişe! Bu Cebrail'dir. Sana selâm söylüyor. Ben:
Ve aieyke ve aleyh isselâm ve Rahmetü'llahi ve Berakâtühü <= Ali ah'in selâmı Rahmeti ve Bereketi senin de gönderenin de üzerine olsun...) dedim.[284]
Bundan başka Selâm gönderileceğine dair bir çok Hadis-i Şerifler delil olarak mevcuttur. [285] Bu Hadisler başkasına
selâm göndermenin meşruiyetine delildir. Aracının bu selâmı   gönderilene   tebliğ   etmesi   vacibtir.   Çünkü emânettir. Bunun tatbiki şekli şöyle olur: Selâm gönderen:
- Ahmed'e selâmımı söyle, deyince, Selâm-ı götürecek olan selâmı gönderene:
-  Aleykümü's-selâm, diyecek. Ve selâmın gönderildiği şahsa vardığında:
- Mehmed'in sana selâmı var, diyecek. O da:
- Ve Aieyke ve Aleyhi's-Selâm (=Selâm senin de, gönde­renin de üzerine olsun) diye mukabele edecek.
Asıl olan budur. Yoksa "Selâm söyle" diyene; "Olur söy­lerim" demek sünnete ve edebe aykırıdır. Aykırılık müslü-mana yakışmaz.
Hâsılı, Selâm konusunda müslümanîarın maalesef bil­gisi son derece zayıftır. Zayıf amel zayıf imâna, zayıf imân da insanı imansızlığa götürür. Öyle ise bilgimizi artıralım, amelimizi s ağlaml aştıralım ve imânımızı kuvvetlendire­lim. Zira dünya ve ahiret saadetimiz bunlara bağlıdır. Ce-nab-ı Hakk ümmeti cehaletten ve imansızlıktan korusun ve kurtarsın.... [286]

522- 'Tatillerde Çocuklarınıza Dini Baskı Yapmayın."


•Türkiye'de halkımızın tercihi genelde İslâm'dan yana­dır. Ancak düzen halkı reklâm ve propaganda!arıyla alda­tarak tercihte milletimizi aldatmaktadır. Mataryalist ka­falı insanların ülkemizde söz sahibi olmasının sebebi işte-bu yanlış tercih sebebiyledir.
"Müslüman, bir delikten iki defa ısırılmaz" hadisi­ne rağmen yıllardır müslümanlar defalarca ismimi ş tır. Düşünün milletimizin ne kadar popaganda baskısı altında tutulduğunu.
Hepimiz biliyoruz: Türkiye'de herşeyde olduğu gibi, maarif sistemimiz de bozuk. Bu maariften kaliteli insan yetişmiyor. Okula tertemiz gönderilen çocuklar lise veya üniversiteden mezun olduktan sonra, anarşist olarak kar­şınıza çıkıyor. Çocuk ne kadar az okursa o kadar az bozu­luyor.
Ebeveynler, okullarda dini bilgi alamayan çocuklarını yaz tatillerinde dini bilgilerini alabilmeleri için imkanlar aramaktadırlar. Bazısı mahalle camilerine bazısı özel hoca tutmak suretiyle çocuklarını dinen bilmesi gerekenleri al­dırmaya çalışıyorlar. Bunu bilen resmi- gayri resmi bazıla­rı ikide bir orada burada konuşuyorlar. Televizyonda, rad­yolarda, gazetelerde, toplantılarda söyledikleri söz:
"-Aman tatillerde çocuklarınıza dini baskı yapmayın."
Ne demekse bu. Sanki böyle bir baskı var. Biz müslümanız, çocuklarımıza djnimizi öğretiriz. Yavrularımızın dinsiz, anarşist olmasını istemiyoruz. Sekiz ay dinden ve dini duygulardan uzak tuttuk onları. Yazın bu gayretimizi boşa çıkaramazsınız.
Hâsılı, din ile alâkası olmayanların çocuklarımız üze­rinde hiçbir tasarrufu olamaz. Çocuklarımıza dini eğitimi baskı olarak görenler milletimizin düşmanlarıdır. Milleti­miz bu zalimleri iyi tanımalıdırlar. Cenab-ı Hakk ülkemizi ve milletimizi bu zalimlerin şerrinden korusun ve kurtarsın... [287]

523- "Ben Demokratım"


- Bu ifadeyi kullananların akıbetini öğrenmek mi isti­yorsunuz?
- Evet!
-  Öyle ise lütfen onu da siz araştırın. Bakalım nasıl bir sonuca ulaşacaksınız.. [288].

 

524-'Türkıye İmtiyazsız Ve Sınıfsız Bir Ülkedir."


•Böyle diyor egemen güçleri ellerinde bulunduranlar; Bu söze yerde kediler, gökte kargalar da gülüyor.
Türkiye sözde imtiyazsız ve sınıfsız. Bugün egemen gücün sahipleri mezarları bile ayırıp,devlet mezarlığı-halk mezarlığı zengin mezarhğı-fakir mezarlığı yaptılar; devlet mezarlıklarına milyarları harcadılar. Egemenler için beş yıldızlı oteller yapılıyor, millet için hapishane. Daha sayalım mı?
Hâsıh, bunlar milleti enayi kendilerini açıkgöz mü sa­nıyorlar acaba? Tilki kuyruklu şeytanlar bakalım ne za­mana kadar cirit atacaklar. Allah bizi bunların şerrin­den korusun ve kurtarsın... [289]

525-"Dünyayı Yahudiler Yönetiyor.»."


•Bu söz zahiri mânâda (görünüşte) doğrudur. Paraya ve siyasete yüz yılı aşkın bir süre topluma yerleştirdikle­ri zihniyetleriyle Yahudiler hakim durumdalar.
Teslimiyet noktasında asla hükmedemezler. Çünkü mülk ve idare Allah'ındır.
Dünya yahudi zihniyetiyle sevk ve idare ediliyorsa, bu sakim zihniyet söz sahibi ise, asıl yöneticiler olmadığı içindir. Kendi tembelliğimizi örtmek için başkalarının çalışkanlığını mazeret gösterme üç kağıtçılığını yapma­mak lâzım. Çünkü, "Fasıkların hakimiyeti salihlerin tembelliğindendir.'[290]
Dünyanın bugünkü gidişatını anlatmak için söylev..-len mezkur sözün doğruluğundan çok yanlışlığı var. Meselâ, "Süper güç" gibi, mutlak Hakim'in üstüde bir hakim olduğuna inanmak, itikaden inkâra, psikolojik olarak köle ruhlu olmaya, buna ilâveten bahsi geçenlere bir üstünlük payesi vermeye yol açar. Sömürgeciler psi­kolojik hakimiyetlerini bu şekilde tesis ettikten sonra oluşan "efendilik'lerini, köle ve esir yaptıklarının sırtın­da her zaman olduğu gibi bugün de sürdürüyorlar.
Şu hususu göz ardı etmiyelim: Düşmanın tehlikeli ol­duğunu anlatmak için, düşman lehine işleyen aleyhte propagandaya girip onu, mutlak hakim durumuna çıkar­mak çok büyük bir tehlikedir. Birşeyler söylerken bu hu-
susu da hesaba katalım.
Başlıkta ele aldığımız sözü şu mealini vereceğimiz âyetler ışığında nelere malolduğunu tekrar düşünelim.:
"Kendi dinlerine uymadıkça yahudi ve hiristi-yanlar senden asla hoşnut olmıyacaklar. Eğer on­ların heveslerine uyarsan, Allah'tan sana ne bir dost ve nede bir yardımcı olur."[291]
"Allah inkarcılara inananlar aleyhinde asla fır­sat vermiyecektir.[292]
"Ey inananlar! Yahudi ve hiristiyanları dost ola­rak benimsemeyin, onlar biribirlerinin dostudur­lar. Sizden kim onlara dost olursa, o da onlardan­dır.'[293]
"And olsun ki, Tevrat'tan sonra Zebur'da da yer­yüzüne ancak iyi kullarımın mirasçı olduğunu yazmıştık.'[294]
Hâsılı, dünyayı yahudilerin yönettiği düşüncesi tesli­miyet noktasında yanlış bir ifadedir. Zahiri mânâda, sa­lihlerin tembelliğinden dolayı fasıkların hakimiyeti şek­linde bir görüntü söz konusu. Asıl yöneticiler gelinceye kadar bu böyle devam edeceğe benziyor. Biz müslüman-lar, tembelliği bıraktığımızda herşey değişecek. Bizi de­ğiştirecek imânı Cenab-ı Hakk bizlere ihsan etsin. Böyle­ce fasıkların şerrinden ümmeti korusun ve kurtarsın... [295]

526-"Çök Söz Yalansız, Çok Para Haramsız Olmaz."


•Helâl ve haram konusunda hassas olanlar için tabi­atıyla başlıktaki mezkur söz yanlış bir ifadedir. Ancak helâl ve haram konusuna riâyet etmiyenler için temelde doğru bir söz olur.
Cümlenin söz ile alâkalı bölümünde ifade edilen âzâ dildir. Dili nasıl kullanacağımız ile alâkalı hadislerin varlığı hepimizin malumudur.
Çok para ise; yine kişilerin taşıdığı zihniyete göre in­sanlarda etki bırakır. Malın kulu olanlarla Allah'ın kulu olmak şuuruna erenlere göre konunun hükmü değişir.
Haram para hırs doğurur. Hırsın sonu yoktur. Böyle olunca çok paranın hırsı çok, hesabı uzun, olur. Mezkur söz de bunu anlatmak için söylenmiş bir ifadedir.
Hâsılı, başlıktaki mezkur sözü şu hadisler ışığında tekrar gözden geçirelim:
Peygamberimiz:
'Ya hayır söyle, ya da sus".
"Sözün hayırlısı, az-öz olandır" buyurdu.
Cenab-ı Hakk, hoşlanmayacağı söz ve maldan bizi ko­rusun ve kurtarsın... [296]

527-"Kadın Önümden Geçti Uğursuzluk Gelecek."


•Bu ifade kadını hor görme anlamında söylendiğinde son derece yanlıştır. Bu yanlışlık, kadım sömüren sömü­rü düzenlerin topluma iğrenç bir armağanıdır, İslâm'da kadın ne hor görülür ne de uğursuz sayılır. İslâm, kadı­nın ayağının altına cennet bahşetmiş, ona en büyük pa­ye analık payesini vermiştir.
Bizim örf ve adetlerimizde, kadının önden gitmeyip yolda arkada kalması vardır. Mezkur sözde sürekli na­mahreme bakmamak anlamında, geçmişteki yaygın du­rumuyla doğrudur. Tabii ki bugünkü şehir hayatı açısın­dan buna bakıldığında imkânsızlığı ortadadır. Zaten, mezkur söz bu noktaya baktıracak tarzda da söylenmiş değildir.
Hâsılı, kadın bizim anamızdır, bacımızdır, hanımı-mızdır. Biz, bunlara hor bakıp kendilerini uğursuz saya­mayız. Çünkü, biz müslümanız. Küfrün kadına reva gördüklerinden iğreniriz. Cenab-ı Hakk, kadını sömürü zalim düzenlerin sömürüsünden, zulmünden korusun ve kurtarsın... [297]

528-"Aldırma Böyle Gelmiş Böyle Gi­der."


•Bu söz, insanları tembelliğe ve vurdumduymazlığa sevkeder. Nitekim sevk de etmiştir. İnsanlarımız tem-belleşmiş ve korkunç derecede vurdumduymazlasınız tır. Mezkur söz, köleleştirmenin farklı bir propagandasi-dır.
Bir müslüman, neticeleri itibariyle değişse de değiş-mese de, her olayda müsbet veya menfî tavır koyma mecburiyetindedir. Uyuşukluğa meydan verilirse köleliği peşinen kabullenme gerçekleşir.
Hâsılı, dünya ne böyle gelmiş ne de böyle gidecektir. Dünya müslüman gelmiş müslüman devam edecektir. İslâmsız yaşamaktan Cenab-ı Hakk ümmeti korusun ve kurtarsın... [298]

529-"Elde Yapma Bebek Gibi," Demek.


•İnsanları makamlarına, mevkilerine, erkeklik-dişilik-lerine zenginlik-fakirliklerine, fiziki güzellik ve çirkinlik­lerine' göre değerlendirmek cahiliye düşüncesidir, iman, ahlak, edeb, haya olmadıktan sonra fıziken kusursuz ol-
inak neye yarar?
Namus ve şerefleri başkalarının elinde, gözünde ve ya­tanında payumal olmuş güzellik yarışmalarının ham mad­desi kadınların, fıziken şöyle veya böyle olmalarının ne önemi var? Var mı sizce bir değeri?
Hem insan, Allah'tan daha ıyısım mı yapabiliyor ki iÜ-de vapnaa bebek gibi" deniyor fiziki güzelliğe sahip in­sanlara Esma-i Hüsna'yı okuyun, böyle bir düşüncesi olanların küfre düştüğünü göreceksiniz.
Allah'ın sanatını insana izafe etmek ne korkunç bir cehalettir. Oysa eskiden böyle bir durumda: "Rabbım ne ffüzel yaratmış" denirdi. Düşünün "Rabbim ne güzel ya­ratmış''demek nerde "Elde yapma bebek gibi" demek ner-de Hele bir bakın, imândan modern cahiliyeye doğru ne korkunç bir akıntı var. Aklı başında mü'min olmak, kulun vazifesi. Görevimiz de bu!
Hâsılı müminin ağzından mümince sözler çıkar, yır-kin olan 'kötü söz ve kötü davranışlardır. Fiziki yapılar Allah'ın insiyatifmdedir. Gözleri yeşil, burnu kalkık, boyu uzun veya kısa olarak doğma hakkı kimseye verilmemiş­tir İlâhi kudret nasıl murat etmişse canlı o suret ve kılık­tadır Güsel-Çirid» ayırımı yapacağınıza fare olarak doğmadığınıza şükretsenize» Cenab-ı Hakk bizleri bi­lerek veya bilmiyerek yapılan isyankarlıklardan korusun ve kürtajsın... [299]

530- "İki Günlük Ömre Üç Gün Çalışmak Lâzım."


•"Çalışmak da bir ibâdettir." "Ne yapayım çoluk çocu­ğumun rızkım temin etmek zorundayım." "Çalışanı AJIah da sever kul da sever" gibi sözlerle çalışmanın önemini su­latacağız diye insanlar robatlaştırılmıştir. Çok çt derken İslâm hep ertelenmiş, ibâdetler emeklilikten son­raya bırakılmıştır.
İki günlük ömre üç günlük rızık gerekir diye insanları rızık endişesine itmişler Allah'ın Rezzak ismini unuttur­muşlardır. İki günlük Ömre üç gün çalışmanın gereğine inananlar obur hastalığına yakalanmışlardır. İki günlük ömre üçgün çalışmak değil, iki günlük ömre iki günlük ibâdet grekir. İbâdetlerden zevk alamryanlar, eşya yığmak için ibâdetten uzak çalışmalardan zevk almaya uğraşıyor­lar ama beyhuda...
Hâsılı, iki günlük ömre iki günlük ibâdet gerekir. Üç günlük çalışmak gerekir diyenler yalan söylüyorlar. Dün­yaya midesinden bağlı olanların bundan başka söyliyebile-cekleri bir şey de yoktur. Cenab-ı Hakk, Ümmeti dünyape-rest olmaktan korusun ve kurtarsın.... [300]

531-Ben Görmedim, Çok Çektim Bari Çocuklarım Çekmesin..."


•Bu ifadeyi kullananlara sormak lâzım: Kaderi ve rızkı tayin eden siz misiniz Allah (c.c) mu?
Kader ve kaza Allah (c.c)nün iradesinde diyorsanız - ki, şüphesiz öyledir- o zaman bu ifadeyi kullanamaz ve böyle de düşünemezsiniz. Bu söz tevekküle mânidir, kadere mü­dahaledir. Aynı zamanda bu mantık cahili bir mantıktır.
İslâm dışı davranışlar sergileyen bir babanın çocuğu da aynı davranışlarla bir hayat yaşar. Çalışmanın çocuk­lar için mal biriktirmek olduğunu zanneder. Gecesini gün­düzünü buna verir.
Onun çocukları da bu mantıkla büyüdüklerinden aynı yolu takip eder. Neticede doymak bilmeyen aç göz ve ruh­ları taşıyarak hayat süren leş bir nesil meydana gelir. Ni­tekim bu nesil gelmiştir.
Babanın vazifesi çocuklarına servest bırakmak değil­dir. Onlara îslâmi bir hayat tarzını göstermek, öğretmek bunu yaşamaları için gerekli ortamı hazırlamaktır. Bunu yapan ebeveynler kazançlı yapmıyanlar da bedhahtırlar.
Hâsılı, her erkek erkeklik görevlerini, her kadın da ka­dınlık görevlerini İslâm'ın ön gördüğü esaslar doğrultu­sunda öğrenmelidir. Bu ihmal edilirse toplum kurt sürüsü haline gelir. Herkes birbirini parçalamanın fırsatlarını kollar. Nitecede hayat çekilmez olur. Böyle bir hayattan Allah (c.c), müslümanîarı korusun ve kurtarsın... [301]

532-"Allah Bir Para İki, Ben Buna İnanırım."


•Allah (c.c) ile parayı eşit tutan müşriktir. Allah'a şirk koşmak yalnızca puta tapmak zannediliyor. Para sevgisi de belli sınır ve gayeleri aştığı zaman put olur. Bu yeni medeniyetin ve yeni müşriklerin Lât, Menat, Uzza, Asaf ve Naile'leridir.
Sıradan bir insana, "şirkten ne anlıyorsun?" diye bir so­ru yöneltsek büyük bir ihtimalle "Allah'a ilâh olarak ortak olmak iddiasıdır" diyecektir. Çünkü, şirkten anladığı, ya­ratma işinde Allah'a ortaklıktır. Oysa Kur'an-ı Kerim, şirk gibi küfrün bel kemiğini teşkil eden bir kavramı yalınızca bundan ibaret kabul etmiyor, hatta buna karşı bile çıkı­yor. Bu konu ile ilgili âyetler incelendiğinde farkında ol­madan bazen şirke bulaştığınız ortaya çıkacaktır.
Şu âyetleri çok dikkatle okuyunuz:
"Müşriklere sorsanız:
 Gökleri ve yeri kim yarattı?
 Allah! diyecekler.[302]
 Size gökten ve yerden1 rızık veren kim? O kulak­lara ve gözlere malik olan kim? Ölüden diriyi, diri­den ölüyü kim çıkarıyor? Bütün işleri kim idare edi­yor?
- Allah! diyecekler.[303]
- Gökten yağmuru indiren kimdir?
- Allah'tır! diyecekler.[304]
- Sizi kim yarattı?
- Allah! diyecekler[305]
- Gökleri ve yeri kim yarattı?
- Allah! diyeeekler.[306]
Müşriklerin hedef seçildiği bu âyetlerde müşriklerin "Allah'ı yaratıcı kabul ettikleri" haber verilmektedir. Buna rağmen onlar müşriktirler. Âyetler çok çarpıcı bir bi­çimde müşriklerin akıdevi yapılarını sergiliyor. Bu akıdevi yapıda da Allah inancı vardır. Lâkin O'na .ortak koşulan­lar da vardır. Kur'an-ı Kerim'de 45 yerde müşriklerin Al­lah'ı kabul ettiği zikredilmiştir.
İşte, mezkur cümlede de görüleceği gibi Allah (c.c) ka­bul ediliyor, fakat para da O'na denk tutuluyor, O'nunia beraber anılıyor. O ikisi olmadan olmaz deniliyor. İşte bu şirktir.
Hâsılı, başlıkta zikredilen mezkur söz insanı şirke gö­türüp müşrik yapar. Dikkatli olmak lâzım. Kur'an-ı Ke­rim'de 'İmân edip de imânlarına zulüm (şirk) katma­yanlar, işte korkudan emin olmak onların hakkıdır ve hidâyete erenler de onlardır.[307] buyurulmuştur.
Cenab-ı Hakk, ümmeti şirke düşmekten korusun ve kurtarsın.. [308].

533-" Eğer Filân Olmasa Îdi, Beni Falanca Öldürecekti."


•Bu söz şirktir. Söyleyenin imânını yenilemesi gerekir. İşte isbatı:
Hz. Ebubekir (r.a)den rivayet ediliyor:
Peygamber (S.A.V) Efendimiz:
-"Şirk sizin aranızda karıncanın kımıldamasın­dan daha gizlidir" buyurunca Hz. Ebubekir (r.a) Efendimize:
-"Ya KasuJallah! Şirk, Allah'tan başkasına ibâdet etmek değil midir? Yahud Allah'la birlikte başkası­na tapmak değil midir?" diye sorar. Bu soruya Peygamberimiz:
-"Allah hayrını yersin ey sıddık!.. Şirk, sizin ara­nızda karıncanın kımıldamasından daha gizlidir. Sana onun küçüğünü-büyiiğunü giderecek bir haber vereyim mi?" buyurunca Hz. Ebubekir (r.a) de:
-"Hay hay ya Rasûlallah " karşılığını verince, Efendimiz (S.A.V)de: - Hergün üç defa:
Ey Allah'ım!... Bile bile şirk koşmaktan sana sığı­nırım. Bilmediklerimden de senden af dilerim, der­sin. Şirk: Bana filan ve Allah verdi, demendir. Denk-taşlık ise: Eğer filân olmasa idî, beni falanca öldüre­cekti, demektir", buyurdu[309]
Hâsılı, şirk bu derece gizlidir. Cenab-ı Hakk, Ümmeti şirkin gizlisinden de açığından da korusun ve kurtarsın... [310]

534-"Çarşafı Görünce Kalbim Kararıyor"


•Bilindiği gibi çarşaf iki çeşit örtünün adıdır.
1- Yatakların üzerine serilen Örtü.
2- Kadınların tesettürlerini gerçekleştirmek için evden dışarı çıkarken üzerlerine giydikleri elbise çeşidi.
Mezkur cümlede kastedilen ikincisidir. İslâmi bir alâmet olan örtünme çeşidine karşı gayr-ı müslimlerin oluşturduğu, ve bazı "Müslüman"Iarın da destek verdiği bir düşmanlıktır. Bu sözde, örtüye düşmanlık ve tahkir vardır. Örtünmenin farz, farza karşı gelip o hükmü tahkir etmenin de küfür olduğunu bilmiyen yoktur. Dolayısıyla bu sözü ancak kâfirler söyleyebilir. Başka bir ifade ile böy­le söyiiyenler kâfir olur.
Ehl-i küfür mezkur söz ile kalblerinin karanlığını fark ediyorlar. Kendi karalarını bir örtü olan çarşaf aynasında görüyorlar. Bu zalimler, örtünmeye karşı oluşlarına çarşafı kalkan ediyorlar. Güneşle olmazsa elektrik ışığıyla yanarak kararmaktan yana olan dişiler mü si uman kadının bayrağı Örtüsünün renginden hep böyle şikayetçi olmuşlardır.
Hâsılı, çarşafı görünce kalblerinin karardığını söyliyen-lerin kalbleri ne zaman ak oldu ki de, çarşafı görünce ka­rarmış olsun. Zaten vicdanları gibi kalbleri de hep zifiri karanlık. Cenab-ı Hakk, Ümmetin kalblerini kararmaktan korusun ve kurtarsın... [311]

535-"Dördüncü Murat İçkiyi Yasakladı."


•Bu sözün söylenme biçimi hatalı gibi görülüyor. Şöyle söylenirse daha isabetli olur kanaatmdayım:
"4*üncü Murat Allah'ın yasakladığı içkiyi içmek­ten insanları men etti. Bu yasağı çiğnemeyi yasakla­dı."
Zaten mezkur ifadede kastedilen mânâ da budur. An­cak ifadeyi net söylemek kişiyi muhtemel tehlikelerden uzaklaştırı. Cenab-ı Hakk bizleri her çeşit tehlikelerden korusun ve kurtarsın... [312]

536- "Allah Akıl, Dağıtırken Sen Nerede İdin?"


•Alın size tehlikeli sözlerden biri daha. Küfür söz oldu­ğu ayan beyan belli. Allah (c.c.) mahallede çocuklara ken­dini sevdirmek için şeker dağıtan dedeye benzetilmiş. Biri şeker dağıtıyor biri de akü! Fesübhanallah..
Şu hâle bakınız, ele avuca alınır tarafımız kalmamış. Dilimizin söylediği öyle. Kulağımızın duyduğu öyle. Gözü­müzün gördüğü öyle. Attığımız adım öyle. Bütün bunlar bizim İslâm çizgisinin dışında olduğumuzu göstermiyor mu?
Şimdi, bu açığımızı kapatmak için bütün maharetimizi savunmaya kullanıyoruz. Bazıları bana diyorlar ki:
- Öyle şeyler yazmışsın ki, onu konuş günah, bunu ko­nuş günah. Peki ne konuşalım?
Bu mantık müslüman mantığı değil. İllaki birşeyler ko­nuşmak için mi konuşmak lâzım. Gevezeliğe niçin ihtiyaç duyuluyor. Kaldı ki, biz konuşmayın da demiyoruz. Konu­şun. Konuşun da ne konuştuğunuzu bilin, diyoruz.
Herşeyimizi İslâm ile ölçmek durumunda değil miyiz? Alın size başlıkta zikrettiğimiz mezkur söz. İslâm ile de­ğerlendirin bakalım bu sözü. Buyurun karşınıza ne çıkı­yor.
Efendim benim maksadım bu değil. Bu değilse maksa­dını anlatacak ifadeyi niçin kullanmıyorsun da seni uçuru­ma sürükleyen sözleri söyleyip duruyorsun? Bunu anlainak mümkün değil.    
Herkes Allah'ı Peygamberi çok iyi tanısın. Zamanımız insanları Allah'ı da Peygamberini de tanımıyorlar. Bunları tanımak için isimlerini, sıfatlarını çok iyi derecede bilmek lâzım. Kaç müslüman Allah (c.c)nün isimlerini, sıfatlarını söyleyebilir? Bu göz ardı edilmemelidir. Allah'ın kudret ve İrade sıfatlarını bilen bir kişinin mezkur ifadeyi kullan­ması mümkün değildir.
Bakıyorsunuz herkes ulu orta konuşup duruyor. Niçin? Meselenin ciddiyetini bilmiyor.İşi ciddiye almıyor. Sonra da ben cahilim diyor. Cahil, cahiliyete köle olmaktır. Şey­tanın maskarası olmaktır.
Hâsılı, mezkur sözü Allah (c.c) nün Kudret ve İrade sı­fatlan ışığında incelerseniz, bu sözün insanı küfüre götür­düğünü ayan beyan göreceksiniz. Gevezelik edeceğim diye ileri geri konuşmak cehennemdeki yerini hazırlamaktır. Cenab-ı Hakk3 bizeri cehennem götürecek sözleri sarfet-mekten ve fiilleri işlemekten korusun ve kurtarsın... [313]

537-"Kadın Teni" Diyorlar.


•Bu kadar ahlâksızlık olmaz. Buna dobra dobra şeref­sizlik derler. Kadın bu derece pörsüleştirilmemeli. Onlar bizim anamız, bacımız, hanımımız, teyzemiz, halamız,. Ni­ye bunların varlıklarını şehvetlerimize ciğer yapıyoruz, ya da yapanlara müsade ediyoruz. Ayıp değil mi?
Yemeklerine "Kadın budu köfte" kokularına "Kadın te­ni", sebzelerine "Ayşe kadın", çiçeklerine "Kaynana dili", böceklerine "Kara Fatma" diyen bir toplum haremi ismeti­ne nasıl hakim olacak. Bütün bunlar, toplumun namus anlayışının ibresidir.
Kokular isimlerini renklerden, renkler de meyva ve çi­çeklerden alır. İşte kokular: Gül kokusu, Zambak kokusu, Nilüfer kokusu, nar çiçeği kokusu, Leylak kokusu ve bir de Haceru'l-Esved kokusu...
Şehvetlerini kendilerine put edinenler, malum kokula­ra ilâveten, onlar da bir çeşit kokuya "Kadın teni kokusu" diye bir koku çeşidi uydurmuşlar, İnsan utanır bunu söy­lemeye. Kadın-erkek utanmadan bunu söyleyebiliyor s a söyleyenlerin utanacak bir şeyleri kalmamış demektir.
Hâsılı, bu yakıştırmayı hiçbir müslüman söylememeli. Söyleyenlerde ikaz edilmelidir. [314]

538- "Ali Okulu" Diyorlar.


•Bilindiği gibi, Türkiye'de okuma-yazma bilmeyen er­keklere askerlik görevine gittikleri zaman kışlalarda oku-ma-yazmayı öğretiyorlar. Orada bu kişilere ders verilen okullar var. Kim dedi ise bu okullara "Ali okulu" demiş.
"Ali okulu" cahil, cühela, edebten, terbiyeden, görgüden uzak, herşeyden habersizlerin bulunduğu okuldur. Her yerde horlananların ders gördüğü, okuma-yazma öğretil­meye çalışılan yere "Ali okulu" diyorlar.
Niye "Ali okulu"? Yokmu başka bir isim? Var. Lâkin özellikle bu isim kullanılmış. Çünkü Hz. Ali Hz. Peygam­ber Efendimizin amcasının oğlu, damadı, seçkin sahabe­lerden ve 4 büyük halifeden biri. Kendisiyle ilgili ilim hak­kında Peygamberimizin övgüsüne mazhar olmuş sahabele­rin de birincisidir. Kendisiyle ilgili Hadislerden biri de şu­dur: Peygamberiniz: "Aİi, ilmin kapssıdır" buyurmuştur. Sırf Efendimizin hadislerine muhalefet olsun diye ve Hz. Ali (r.a)yi rencide etmek için adı geçen yerlere "Ali okulu" denilmiştir. Buralara verilen ismin tesadüfi olması düşünülemez. Bu bir hin oğlu hinliktir. Peygamber (S.A.V) Efendimizin:
"Allah'ım! Ben Ali'yi seviyorum, sende onu sev.." diye duâ ettiği bir zâtı ve ismini horlamak için, onu cahil, cühe­la, âdâbtan uzak göstermek Öyle hatırlatmak için malum yerlere bu adın verilmesi ve müslümanî arın da bu karalamaya katılması son derece üzücüdür.
Ahirette bu büyük zatlarla beraber olabilmenin yolu onların idealiyle yaşamak ve onları sevmektir. Çocukları­mıza Hz. Ali (r.a) yi tanıtamadığımız, onlara O'nun kahra­manlığını anlatmadığımız için onlar başkalarım kahra­man sanıyorlar. Okullara sahabeleri tanıtma dersi konul­malı, askerlik ocaklarında Hz. Ali'nin kahramanlığı, cangâverliği, Allah'ın Arslan'ı unvanına nasıl nail olduğu anlatılmalıdır. Yoksa Hz. Ali'ye, O'nun taşıdığı ruha o ismi zikrederek düşman olmak kimseye bir şey kazandırmaz, aksine kaybettirir.
Cahil, cühelaların bulunduğu yere "Ali okulu", böcekle­re "Kara Fatma", abdestîiklere "Lavoba", kokulara "Kadın teni", çiçeklere "Kaynana dili" renklere "Şampanya rengi" yemeklere "Kadın budu köfte" demeleri kesinlikle tesadüfi değildir. Fler biri bir hinoğlu hinlikle seçilip söylenmiştir. Onlar söyledi diye biz de mi söyliyeiim? Hayır! Direnelim.. Onların maskeli suratlarının arkasındaki gerçek çehrele­rini tanıyalım ve tanıtalım.
Hâsılı, malum müesseselere "Ali okulu" demeleri Hz. Ali (r.a)in şahsını karalamak, O'nun yüceliğine gölge dü­şürmek içindir. O'nun için 'Hmin kapısı Ali'dir." Buyrul-muş, kendisine "Allah'ın Arslam" unvanı verilmiştir. Biz müslümanlar kötü niyetli insanların karalamasına katıl­mayalım. Cenab~ı Hakk, ümmeti Sahabe-i Kiram hakkın­da kötü söz söylemekten, onlar hakkında kötü düşünmek­ten korusun ve kurtarsın.. [315]

539-"Emekli Olduktan Sonra Şu Cuma Namazlarına Gideyim Dedim."


•Yukarıdaki ifadeler T.C'nin 7'inci Cumhurbaşkanı Ke­nan Evrenin sözleridir. Bu söz bu kadar ile bitmiyor. Ma­lum zat devamla diyor ki:
"Sonra düşündüm. Bazıları diyeceklerdi ki: Haa ölümü yaklaştı ya şimdi medet umuyor. Diğerleri de, gördünüz mü zaten mürteci idi, diyecekler. Onun için gitmedim. Ahirette niye kılmadın diye so­rulursa, (Allah'a) sen bu tip insanları yarattın da onun için kılmadım diyeceğim,"[316]
Aslında bu malum kişi ile ilgili hiç birşey yazmayacak­tım. Maalesef bu kitabımızın 3.cildinin 23O.cu sahifesinde mezkur kişinin nutuklarını didikleyip, nevzuhur ifadeleri alıp, bizleri yönetenlerin ne kadar ne olduklarını ibretle gözler Önüne sereceğimizi yazmıştık. Ne bilelim bu kadar vakit harcamaya değmez olduğunu. Şahsen bir iki konuş­masından sonra bu konuşmaları ciddiye almamış ve takip de etmemiştim.
Kasım-1986-Kasım-1987 arası konuşmalarının toplan­dığı kitaba bir miktar göz gezdirdim. Sinirlerim bozuldu, bıraktım. Konuşmalarda, her müslüman gibi beni de ra­hatsız eden kokular midemi bulandırdı.
Buna rağmen teker teker hepisini ele alayım, dedim. Baktım özetle de olsa beş ciltlik kitap olacak, Dostlarla  tişarede bulundum. Düşündüm. Sonunda, bunlarla meş­gul olmak abesle iştigal olacağına karar vererek bundan vaz geçtim.
Ancak, böyîe bir tek yazıyla, özetle de olsa birşeyler an­latacağıma inanıyorum.
Şu hâle bakın, ne diyor bu adam:
"Dünyanın yaratılışında bile adaletsizlikler olabiliyor. Allah adaletsizlik yaparsa, kulları yapmaz mı?" Şu ifadeyi bir müslümanm hiçbir zaman söylememesi, hatta işittiği zaman ürpermesi gerekir. Maalesef bu adam zaman za­man bu ve benzeri sözleri söylemeyi huy haline getirmiş­tir.
"Allah bile hata eder" diyen de bu adamdır.[317]
Döneminde başörtüsüne savaş açmış devletin kurumla­rını bu savaşta başarıya ulaştırmak için harekete geçir­mişti.
"Kadınlar saçlarını yemek yaparken yemeklerin içine saç gitmesin diye örtmüşler. Bu âdet o zamandan beri sür­müş gelmiş, Kur'an'da baş örtüsü ile ilgili hiç âyet falan yok."
Birbaşka yerde aynı telden çalıyor:
"Turistler bizim Anadoluya geliyorlar. Buralardaki ka­palı kadınları görünce bu ülkeyi gelişmemiş ülke olarak düşünüyor ve Avrupa Ekonomik topluluğuna koymamak için ellerinden gelen gayreti sarfediyorlar.'[318]
"21. asra girerken Paris gibi bir yerde bal helâl mıdır-haram mıdır? münakaşası yapılıyor. Ben o din adamları­na buradan sesleniyorum: Böyle bir tartışma yapacağınıza müslüman ülkelerin gelişmiş ülkeler seviyesine nasıl yük­seleceği konusunda fikir oluştursunlar. İşte bu geri kalmış fikirler bizi bu noktalara götürdü"[319]
Allah (c.c) için söyleyin, dünyada böyle bir tartışma duydunuz mu?
Alın size bir iftira daha:
"Çarşaflı kadınlardan bana mektuplar geliyor. Aman paşam memleketi kurtardınız. Bizi de şu zorla giydirildiği-miz çarşaflardan kurtarın. Giymek istemiyoruz zorla giy­diriyorlar."
Bu sözler Türkiye'nin kaderinde on yıla yakın bir süre önemli rollerden birini oynayan bir "devlet adamı"nın söz­leri vah Türkiyem vah.'... Ne kadar da talihsiz missin sen.
Şu sözler de onun:
"Anayasa Kuran. Devlet İslâm olmalıdır. Onların bü­tün amacı budur. Anayasaya ne lüzumu var efendim. Kur'an-ı Kerim var. İşte anayasa budur. Onlara göre ka­nun koymak Allah'a karşı savaş açmak demektir. Kanun da olmayacak. Eskiden olduğu gibi kes kafasını, hırsızlık yaptı kes elini, zina yaptı, şunu yaptı bunu yaptı vur kır­bacı[320]
"Eğer çağdaş ülkeler seviyesine gelmek istiyorsak geç­mişin hurafelerinden kurtarmamız lâzımdır.[321]
"Süleymancılar var bir de OnJar  için peygamber  Sü­leyman Tunahan Efendi Hazretleridir. Öldü gitti.'[322]
Dilerim Allah'tan kafana Süleyman Efendi kadar taş düşsün. İftiranın böylesine de pes doğrusu. İnsan bu sevi­yeye düşemez. Süleymancı dedikleri bizim ehl-i sünnet inancına mensup müsîürnan kardeşlerimiz. Hiçbirisinin iddia edildiği gibi bir inancı yoktur. Ne acı ki, bizi bu sevi­yesi bileolmayanlar yönetiyor, maalesef.
Devamla diyor ki:
"Ülkemiz için komünizm ne kadar tehlikeli ise, geriye gidiş (şeriat) da o kadar tehlikelidir[323]
"Ülkemize şeriat düzenini getirmek isteyenler var. Fa­kat bunlar muvaffak olamayacaklardır. [324]
Antalya'ya gittiğimde, efendim şurada yurt vardı gör­mek ister misiniz dediler. Göreyim dedim, içine girdik. Güzel ama girer girmez abdest almak için takunyalar şun­lar bunlar var. Mescid yar. Bunlar mahkemeye verilsin de­dim. Ankaraya döner dönmez hemen, ilgililere emir ver­dim, mahkeme çabuklaştırildı ve mahkum oldu bunlar. Mallarına da el konuldu.'[325]
"Ben şeriatçıların üzerine gittim. Her türlü tehlikeyi göze alarak daha da gidiyorum,[326]
1974 yılında MSP.li milletvekillerinin öncülüğünde milletvekillerince Orta Doğu Teknik Üniversitesinde İslâm Kültür Merkezi kurulması için bir dernek kurul­muş. Bunun için her türlü finansmanlar temin edilmiş. İş başına geldiğimizde bizzat O.D.T.Ü. giderek derhal durdu­rulsun dedim. Ve durdurdum.'[327] "Sevgili Kangal'lılar!
Biraz evvel bana birisi Kangal köpeklerinden ikisini hediye etti. Kangal köpekleri dünyaca meşhur köpekler arasına girmiştir. Kangal köpeğini tanımayan yok şimdi. Köpek sevimli bir hayvandır. Yabancı ülkelerde her evde köpek beslenir. Hediye edilen köpek yavrularından dolayı da teşekkür ederim, bana büyük bir hatıra olacaktır.'[328]
"Ben arada sırada bazı vatandaşlarımı ikna edebilmek için âyet okurum. Bunu bazı yazarlar tenkit ediyorlar. Cumhurbaşkanı âyet okumaz diyorlar. Ben bunu vatanda­şımı inandırmak için yapıyorum. [329]
"Halkın isteği ile Demokratı Parti iktidar oldu. Türkçe-ye çevrilen ezanı, aslına iade etti. Halk da bunu göz yaşla­rı içinde sevinçle karşıladı.
Türkçe okunan ezanın arapçaya çevrilmesi benim gibi Atatürkçü subaylarda bazı kötü tesirler meydana getirdi. Grencilere taviz veriliyordu.
Ezan Türkçe olsa ne olur, Arapça olsa ne olur. Nihayet vaktin geldiğini bildirerek namaza çağırmaya yarar.
Aslında Türkçe ezanlar yerleşmişti. Arapça aslına çe­virerek yobazlara taviz vermeye ne gerek vardı."[330]
Bu alıntıların tamamı İglâmi yaşantı, sakal, ba­şörtüsü, çarşaf, ezan ve Kur'an'a kinini kusan K. Evren'e aittir. Bir zaman gelecek bunun da cenaze namazını kıldıracak "imam" ve namazını kılacak "müslümanlar" çıkacak. Yazık! Hem de çok yazık.
Bu iğrenç tavır bu herifin sadece dini cephesinin bir ke­siti. Milli yönünden de iki misal vereceğim: O, anılarını neşretti. Bir yerinde diyor ki: "Kıbrıs meselesi sonuçlan diril amadi. Karşı tarafın iste­ği toprak fedâkârlığı yapılamıyordu. Necmeddin Erba-kan hükümetlerde ortak iken:"Kan dökülerek alınmış toprakların bir karışı bile geri verilemez" diye tuttur­muştu. Herekâttan sonra bir kısım toprak ile Maraş bölge­si verilseydi o tarihte bu iş hallolacaktı."
Dikkat çekici olan, Kenan Evren'in bu satırları, Kıbrıs Harekâtından hemen sonra veya kendisinin Kara Kuvvet-
leri Komutanı olarak görevde bulunduğu anlatılan dönem­de değil, bir süre Genelkurmay başkanlığı, üç yıl devlet başkanlığı ve yedi yıl cumhurbaşkanlığı yaptıktan sonra kaleme almış olması. Buradan varılması gereken tabii so­nuç da, Kenan Evren'in, bütün bu görevleri süresince, dev­letin ve ülkenin yaran konusunda, bazılarının zannettiği gibi titiz davranmadığı olacak..
Muhtemelen bugün, içinde bulunduğumuz sorun­lu ortam, Türkiye'nin seksenli yıllarında Kenan Ev­ren damgasını taşımasından kaynaklanıyor.
Anıların bu bölümünü gazetede okuyan Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi yetkilileri, sanıyoruz, kaçırdıkları fır­sata epey yanıyorlar dır... Demek biraz bastırsalardı, Ke­nan Evren, hem istedikleri toprak tâvizini kendilerine ve­recek, hem de 1974 yılından beri kapalı duran Maraş böl­gesini terkedecekti."
KEvren'in anılarını okuyanlar canını onun emirlerin­den zor kurtardığını ürküntü ile anlayacaklardır. Anıla­rında diyor ki:
"Milli Güvenlik Konseyi üyelerinden her hangj, birine suikast yapılır ve öldürülürse, yerine en kıdemli arkada­şımın almasını ve beni öldüren örgütün bütün üyelerinin derhal öldürülmesini emrettim"[331]
Oh ne alâ! Savcı kendisi, hakim kendisi, infaz memuru kendisi. Mahkemeler alelade insanlar için olsa gerek.
Bir emirle öldürtmek fikri hangi devirde hangi rejimde olabilir? İşte garabetler ülkesi haline getirilen ülke Türki­ye.
Baş tarafta da zikrettim, bunların hiçbirisini yaz-mıyacaktım. İki sebeple konuya girdim. Bir, daha önce yazacağımı vaad ettiğim için. İki, başlık yaptağım cümleler bana Ebu Cehil'in sözlerini hatırlattığı için.
Ebu Cehil çevresindeki bazı insanlara diyordu ki: - Ben İslâm'ın hak din, Muhammed'in de hak peygam­ber olduğunu biliyorum. Ancak, bu bildiklerimi imân et­miş olarak açıklıyamıyorum. Eğer açıklarsam insanlar, bak bak o da korktu müslüman oldu, öleceğini anladı da müslüman oldu, derler; beni kınarlar diye müslüman ola­mıyorum dediği, kaynaklarda zikrediliyor.
Bu iki sözün benzerliği dikkatimi çektiğniden ve bu iki sebepden dolayı konuyu ele aldım. Daha Önce de ifade etti­ğim gibi, abes ile iştigal etmekten de cidden korktum.
Hâsılı, Habiî ile Kabil olayından bu yana zihniyetler arasındaki farklılık bütün hızıyla devam ediyor. Ancak, sakim zihniyet sahibi olanların dünyada söz sahibi olması, hayatı yaşanılır olmaktan çıkarıyor. Müslümanlar tembel­likten kurtuldukları gün, fasıkîarm iktidarları da bitmiş olacaktır. Cenab-ı Hakk, ümmeti kâfirlerin küfründen fa­sıkîarm fışkından, facirîerin fücründen, zâlimlerin zul­münden, eşkiyalann şakiliğinden korusun ve kurtarsın... [332]

Cevaplar


Bundan önce yayınlanan ilk üç kitabımızı okuyan oku­yucularımdan binlerce mektup aldım, telefon konuşmaları yaptım. Çeşitli suallere muhatap oldum. Bunlardan bir ço­ğunu muhataplarıma mektupla veya telefonla cevapla­dım. Umumu alâkadar edenlerine burada da değiniyorum.
Hayırlara vesile olması dualarımla... [333]

540- Aksaray-Eskil'den İmdat Elik:

"Peder: Türkiye'de baba kelimesi ile eş anlamda kulla­nılıyor. Filirnlerde dujoıyoruz: Hıristiyanlar papazlara pe­der diyorlar. Yahudilikte peder kelimesinin "Koca domuz" mânâsına geldiğini duydum. Bu konunun doğrusunu Öğ­renmek istiyorum" diyor.
Cevap: Peder: Farsça bir kelime olup baba mânâsmdadır. Baba kelimesi de farsçadır.
Mâder: Ana mânâsındadır ve farcadır. Ana kelimesi de meşakkat, güçlük, zorluk mânâsına gelir ve bu kelime de farsçadır.
Valide: Arapça bir kelime olup doğuran mânâsma gelen ana sıfatının karşılığıdır. Valideyn yine arabça olup ana-baba karşılığında kullanılır. Valide Osmanlılarda padişah­ların anneleri hakkında kullanılan bir tâbir idi. Bu tâbir ilk defa Üçüncü Murat tarafından anasına söylenmiş ve sonra da umumileştirilmiştir.  .
Bir de Hâtûn kelimesi var. Bu kelime Osmanlılarda ve diğer eski Türklerde kibar kadın mânâsında kullanıîmış-
tır. Bu tâbir Türkiye'de bazı yörelerde ana, bazı yörelerde kadın, bazı yörelerde de erkeğin kendi karısı için "benim karı" mânâsında kullanılır.
Bu kısa açıklamadan sonra biz yine peder kelimesine dönelim. Yukarıda zikrettik. Bu kelime farscadır. Baba ke­limesinden başka mânâsı yoktur. Hıristiyanların kullan­dıkları Peter (ortadaki harf T dir) şeklindedir. Bu da düz mâden levha mânâsmdadır. Fakat onlar bunu papaz anla­mında kullanıyorlar. Aslında "Papa" kelimesi İtalyanca baş papaz mânâsında bir kelime olmasına rağmen onlar bu kelimeyi farsça baba kelimesinden türeterek dillerine adâbte etmişlerdir.
Hâsılı peder kelimesi baba kelimesi gibidir. Peder keli­mesi de baba kelimesi de farscadır. Demek ki, Peder keli­mesini kullanmakta hiçbir sakınca yoktur. [334]

541- İstanbul/Üsküdar'dan Selâmi Yıldırım:

Ramazan ayında ve mübarek gecelerde şehirde dolaştı­ğımızda birahane, pavyon ve benzeri melanet yuvalarının kapılarında veya camlarında "Ramazan ayı münsebe-tiyle kapalıyız" ya da "Kandil dolayısıyla kapalıyız"
gibi yazılar asılı. Bu melanet yuvalarını çalıştıran melanet insanların niye böyle yaptıklarına arkadaşlarımla bir tür­lü akıl erdiremedik. Düşüncelerinizle bizi aydınlatırsanız çok memnun oluruz. Hürmet ve hayır dualarımızla... di­yor..
Cevap:
Bilindiği gibi, uzun yıllar ülkemizde insanların bozul­ması için resmi-gayri resmi yollardan yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Buna rağmen insanlarımızın kalbinden imânları tamamen sökülüp atılamamıştır. Bunun en bariz örneği sizin zikrettiğiniz husutur. Bu insanlar haram için­de ve Allah'a isyan halinde olmalarına rağmen, kalblerin-deki imân kırıntısı onları, mübarek gecelerde dine olan saygılarını harekete geçirmektedir.
Bu insanlara, İslâm'ın bizatihi kendisi anlatılmalıdır. Gerçekler duyurulmalı, bulundukları ortamın ve yaşadık­ları hayatın İslâm'dan olmadığı anlatılmalı.
Sizlere bu kitabımızda yer alan 453 nolu başlıkla zikre­dilen "Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır" yazımızı ye­niden okumanızı tavsiye ederim. Orada, bu melanet yuva­sı insanlarının istatistiki özelliklerini göreceksiniz. Bunla­rın durumu böyledir işte.
İnsanlarımızı çirkin hayata iten düzen bu düzenin ku­rumları maarif, televizyon, radyo, gazeteler, aile tarzları, dünya görüşleri sorgulanmalıdır. Asıl suçlu bunlardır; bu dümenin başmdakilerdir. Önce bunların üzerindeki lânetliği kaldırmak lazım. Bunun yolu da İslâm'ın hayata hakimiyeti iledir, bizler bunu gerçekleştirelim.
Herkes bilmeli. Herşeyimiz Allah (c.c) içindir. Kurban keserken söylüyoruz ya: "Ya Rafobi! Şüphesiz benim na­mazım, ibadetlerim, hayatım ve Ölümüm senin için­dir. Senin ortağın yoktur.[335] Bu gerçek herkese ulaştı­rılmalıdır.
Hâsılı, bahse komi olan cümlede görüldüğü gibi, insan­lar ne kadar dinden uzak yaşasalarda kalblerinın sesini duyup, gerçeğe yönelebiliyor}ar. Bize düşen kalblerde kül-lenen imâm alevlendirmek için harekete geçmektir. Allah (c.c).nün rızası da bu hareketi gerçekleştirenlerin üzerin­dedir. Cenab-ı Hakk, mü'minleri bir an bile gaflete dalıp helak olmaktan korusun ve kurtarsın... [336]

542- Zonguldak/Devrek'ten Saime Yiğit:

Benim yaşadığım ortamda insanlar yemin ederken: "Al­lah çarpsın" diye de yemin ederler. Geçenlerde bir arka­daşım böyle yemin edince orada bulunanlardan birisi, böy­le yemin olmaz. Bu söz yemin değildir. Ayrıca böyle söyle­mek de büyük vebal vardır, dedi. Bu sözün mahiyetini açıklamanızı ve çalışmalarınızda muvaffakiyetinizi diliyo­rum.
Cevap:
•"Allah çarpsın" sözü memleketimizde yemin kastıyla söyle nmekte dir.
Yemin, ya Allah-u Tealâ ile veya Rahman, Rahim gibi isimleriyle yapılır. Bunun dışında örfen kendileriyle yemin yapılan Kur'an-ı Kerim üzerine ve buna benzer şeylerle de yemin tahakkuk eder.[337] Mezkur söz de örfen birçok yerler­de yemin haline geldiğinden söylenildiğinde yemin gerçek­leşmiş olur. Aksi hal vukua gelince keffaret gerekir.
Hata, lâtife ve şaka ile de yemin gerçekleşmiş olur. Ye­minin şakası yoktur. Müminler yemin hususunda çok dik­katli olmak zorundadırlar. Cetıab-ı Hakk, mü'minleri olur olmaz herşeye yemin etmekten korusun ve kurtarsın... [338]

543-Danimarka'dan Abdulhamid Düzenli:

Halk arasıda çok söylenen sözlerden biri de "Erkek ol, karı gibi olma" sözüdür. Bu söz Cenab-ı Hakk'ın erkeği erkek kadını da kadın olarak yaratması hikmetine zıt de­ğil mi? diye soruyor.
Cevap: Bu çok yanlış bir tanımlamadır. Müslüman muttaki bir hanımefendi ile günahkâr ve kâfir bir kadını bile aynı kefeye kovmak büyük bir hatadır. Mezkur sözün mânâsı, kadınlar cesaretsiz, korkak ürkek, hiçbir zaman için kendisine güvenilmeyen kimseler demektir. Halbuki bir müslüman için ister erkek, ister kadın olsun bu sıfat caiz değildir. Bu münafıkların vasfıdır.
Her müslüman emindir. Bugün şayet bir kısım müsiü-manlar emin değillerse, üzerlerinde münafıklık alâmetiyle yaşıyorlar demektir.
Şu kuralı da Unutmayalım: Kadınını yetiştirmeyen top­lumun erkekleri kancık olurlar. Kancık tabiatlı olduktan sonra erkek olmuş kadın olmuş neye yarar. Toplumu önce kancıklık vasfından kurtarmak lâzım. Bunun yolu da, İslâm'ın kurallarına göre yaşanan bir hayatı, hayat olarak yaşamaktır. Bunu başaracak müslümanlara ihtiyaç var. Gelin biz, o müslümanlar olalım. Vazifemiz de budur. [339]

544- Nevşehir'den İbrahim Yayla:

Türkiye'de en çok söylenen sözlerden biri de, evlenen kızlar hakkında söylenen:
"Falancamı! kızını aldım" veya "Kızımı sattım", gibi sözlerdir,   ,
Bu sözlerden kadının bir eşya veya bir mal gibi olduğu anlaşılıyor. Böyle bir ifade insanı mesuî duruma düşürmez mi? diyor.
Cevap: Biz bu sözleri daha önce de ele aldık.[340] Soru­nuz münasebetiyle ve önemine binaen kısaca yeniden de­ğinelim:
Mezkur ifade çok çirkin ve insanı eşya seviyesine indi­ren bir sözdür. Başlık parası da haramdır.[341] İnsan en gü­zel şekilde yaratılmış [342] en mükerrem varlıktır.[343]
İnsan hiçbir zaman madde ile ölçülemez. Maddeye âlet de edilemez. İnsanları alıp-satmak zulüm düzenlerinin ge­liştirdiği bir mantıksızlıktır. Zalimler, çiklet sakızından araba lastiği reklâmlarına kadar kadını kullanmışlardır. Kadının duygulan sömürulmüş, bedenleri alınıp satılmış­tır. Hainler kadını şehvet unsuru olarak görmüşler ve şeh­vet, zina tüccarlığını "En çok kâr getiren" meslek hâline getirmişlerdir.
Kadım bu zâlimlerin şerrinden kurtaracak tek reçete Kur'an'dır. Kadın, lâyık olduğu mevkiye Kur'an'a göre ya­şadığı an kavuşacaktır.
Müslümanlar da "Kız aldım, sattım" demek yerine faanca kızı oğlum üe evlendirdim veya kızımı filanca ile ev­lendirdim demeleri daha uygundur. Yine aynı temenniyi tekrar edelim: Cenab-ı Hakk, ümmeti hatâların her çeşi­dinden korusun ve kurtarsın.. [344]

545- İstanbul/Üsküdar'dan Rabîa Pak:

Son zamanlarda 'Yârınlarınızı garantiye alın" diye­rek "Hayat sigortası" diye bir şey çıkarıldı. Bankaların çıkardığı "Hayat sigortası", 'Yaşam sigortası" gibi yerlere sigortalanmanın itikadi sakıncası var mıdır?" diye soru­yor.
Cevap:
Faiz müesseleri halkın elindekini bankaya çekmek için her türlü oyunlarını sergiliyorlar.
Bir banka "Yaşam sigortası" adı altında bir oyun ortaya attı. Bu oyunda şu kadar para ile çocuğunuzun geleceğini güvence altına alabilirsiniz, reklâmını yapıyorlar. Buna il­ginin hayli fazla olduğu haber veriliyor. Hatta ev halkının tamammı sigorta! an dır anî ar bir hayli yüksek rakamlara ulaşıyor.
"Yarını güvence altına almak" şirktir. Ne adı altında yapılırsa yapılsın bu tatbikatıyla farkı yoktur.
Allah (c.c) bizden yarın için ibâdet istemiyor. Ancak ya­rınki rızkımızın kefili olduğunu bildiriyor. Yarınki rızık için endişelenmek şirktir. Allah (c.c)'nün vaadlerinden şüpheye düşmek, kuşkulanmaktır bu. İşte "Yaşam sigorta­sı" denilen şey de bu kuşkunun dışa vurulmasıdır.
Cenab-ı Hakk, bizi şirke götürecek herşeyden korusun ve kurtarsın... [345]

546- Edirne'den İbrahim Kutlu:

"Faiz olmadan bu devirde yaşanmaz" diyenler var.
Bu inanç küfür değil mi?" diye soruyor.
Cevap:
Biz bu konuyu aynı isimli kitabımızın l.ci cildinin 313.CÜ sahifesinde ele almıştık. Oraya yeniden bakmanızı tavsiye ediyorum.
Kur'an-ı Kerim'de "Hakim" kelimesi geçer. Bu kelime, Allah'ın 99 isminden (Esma-i Hüsna'dan) biridir. Mânâsı: Herşeyi yerli yerince yapan, yaratan anlamındadır. Kur1 an hakkındaki mânâsı: İfade ettiklerini yerli yerince va'zeden, yegâne doğruyu açıklayan demektir. "Faiz olma­dan bu asırda yaşanmaz" diyenler bu Hâkim ism-i celili-nin kapsadığı mânâya inanmamışlardır. Kuran nizamının dışındaki düşüncelere sahip herkes, müslümanlık vasfın­dan uzaklaşmıştır. Bunlar şer güçlerin askeri olmuşlardır.
Zamanımızda, bunların tahribatını konuşmanın da pek faydası olmuyor. Akü misali. Boş aküyü fişe takıyorsun, veriyorsun ceryanı, çekiyorsun fişi bakıyorsun ki akü yine boş. Takıyorsun boş, çekiyorsun yine boş. Niye böyle? Çün­kü bu millet haram yiyor. Haram hakkı yaşamaya müsade etmez. İnsanı Hakk'tan koparır.
Faiz hadleri düşük olduğu zaman, faiz helâl diyen yok­tu. Şimdi faiz nisbetleri yükseltilince herkes fetva veriyor: Diyorlar ki: "Bu kanunlarla tesbit edilip devletçe veriliyor. Dolayısıyla bu faiz değildir." Bunlar Allah ve Rasulüne harb açıyorlar. Helak olmaya mahkumdurlar. Cenab-ı Hakk, ümmeti bu derekeye düşmekten korusun ve kurtar­sın... [346]

547- Çanakkale'den Safiye Sulandırmaz:

Dikkatinizi çekti mi bilemiyorum. Memleketimizde, uğ­raşılan işin bıktırıcılığmı ifade etmek için "İüa'llah de­dirtti" cümlesi çok kullanılıyor. Hergün defalarca hepimiz bunu söyleyip duruyoruz. Bu cümlenin mânâsını arapca bilen bir kardeşime sordum. Söylediklerini duyunca vücu­dum titredi. Tevbe ettim. Şimdi böyle bir söz söylememeye dikkat ediyorum. Bu cümleyi açıklarsanız bana ve benim gibi herkes için faydalı olacaktır, diyor.
Cevap;
Benim de bu ifade dikkatimi çekiyordu. Çoklarını ikaz ettim. Konuyu yazmak için programa almıştım. Sizin de hatırlatmanızdan son derece memnun kaldım.
Gelelim mezkur cümleye:
Bu kelimenin arapça yazılışı Şeklindedir. Aslında bu, tam cümlenin ikinci yarısıdır.
Bunun mânâsı "Allah'tan başka ilâh yoktur" şeklindedir. Lâilahe (=iîâh yoktur) illallah (=Ancak Allah vardır) cüm­lenin izahı bu.
Halk arasında söylenen ikinci yarısıdır. Deniyor ki: "Bu beni canımdan bezdirdi. Bıktım gayri. O kadar üzerime geldi ki, beni sıkboğaz etti. "Benim Allah falan diyeceğim yoktu. Bu beni zorladı. Öyle zorladı ki, canımdan falan bezdim. Sonunda bana zorla Allah dedirtti". Cümlenin özü özeti bu. Tabii ki, bu şekliyle insanı sallıyor, dehşete düşü­rüyor. Sonunda "Neler söylüyoruz da farkında değiliz," demek zorunda   kalıyoruz.
Aslında bu ifade bugün karşımızdakine "senden bık­tım" düşüncesini dışa vurmak için söyleniyor. Dilimize na­sıl girdi bilemiyoruz. Fakat çok eskiden beri kullanıldığını zannediyorum. Muhtemeldir ki, uğraşılan insan veya uğraşılan işin bıktırıcı bir noktaya varması sonucu "Bu bana ders oldu, Allah <c.e) boş işlerle uğraşmak yerine kendisine yönelmem için bana frrsat verdi." mânâsında kulamlıyor. Ama doğru kullanılmıyor. Bu mânâyı ifade eden sözle maksadı ortaya koymak lâzım. Kullanıldığı şekliyle ters ve son derece tehlikeli noktaya götürür insanı. Dikkatli olmak lâzım.
Hâsılı, bizi zorda bırakacak sözleri mânâsı güzel de ol­sa münasebetsiz vaziyetle söylememek lâzım. Cenab-ı Hakk, bizleri münasebetsiz söz ve fülefi söylemekten ve işlemekten korusun ve kurtarsın...
Sahabeleri Peygamberimize:
- İnsanların cennete girmelerine en çok sebep oian nedir yâ RasulâZîah? dediler. Peygamberimiz:
- Allah'tan korkmak ve güzel ahlaklı olmaktır, bu­yurdu.
-  İnsanların cehenneme girmelerine en çok sebep olan nedir? dediler. Efendimiz:
-İnsanın ağız ve avret yeridir, buyurdu. [347]

548- Yozgat'tan Şelâmi Yıldırım:
Bir yerden ayrılırken oradakiîere son söz olarak "Hadi eyvallah" diyoruz. Allah'a ısmarladık, mânâsında söylü­yoruz tabi. Kafama takıldı. Acaba hata mı ediyoruz? diyor.
Cevap:
Zikrettiğiniz iki kelimeden oluşan sözün Türkçe karşılı­ğı: "Şimdi Ya Allah" dır. Mânâ itibariyle güzel fakat söy­leme zamanı ve yeri uygunsuz.
Bir yere girerken-çikarken; birileriyle karşılaşmca-ay-nlırken nasıl bir âdâb ve sözle birleşeceğimiz veya ayrıla­cağımız dinimizce beyan edilmiştir. Buna .kısaca selamlaşma diyoruz. Girerken seîâm-çıkarken selâm; kar­şılaşınca selâm-ayrıhrkerı yine selâm dinimizin emridir. Ne "Allah a ısmarladık "ve nede "Hadi eyvallah " sözleri selâm yerine geçmez. Selâmsızlık hararadır. Bir çok âyet ve hadiste selâm ile ilgili kesin talimatlar verilmiştir.
Bugün biz muslümanlar selâmîaşırken bir eksikliğimiz oluyor. Zannediliyor ki, selâmlaşmak ilk karşılaşmada ya­pılır. Oysa iki kişi biribirirtden ayrılırken veya bir toplum­dan ayrıîıiiırken selâm verilerek yanı (Esselâmu Aleyküm verahmetuliah) diyerek ayrılmak lâzımdır. Dinimizin emri budur. Müslüman müslümana böyle davranmakla hayırda dualaşraış olurlar. Peygamberimiz (S.A.V):
"Sizden biriniz bir meclise vardığı zaman selâm versin. Kalkmak istediği zaman da selâm versin. Bi­rinci ikincisinden daha faziletli olmadı." buyurmuş­tur.
Muaviye İbni Kurre diyor ki: Babam Kurre şöyle derdi:
"Bir meclisten ayrılırken Selâmünaleykün diye söyle. Çünkü sen, o mecliste olanlara isabet edecek olan hayra iştirak etmiş olursun. Herhangi bir mec­liste oturan insanlar» Allah (c.c) anılmadan o mec» listen dağılırlarsa bir merkep leşinden dağılmış sa-yılırlar'[348]
Basûlullah (S.A.V) in ashabından iki kişi mülakat ettiklerinde biri diğerine Asır suresini okumadan sonra da biri diğerine selam vermeden ayrılmazlardı[349]
Hâsılı, bir yerden ayrılırken "Hadi eyvallah" veya "Al­lah'a ısmarladık" demek yerine selâm vererek ayrılmalı­dır. Önce selâm, sonra kelâm, kelâm kelâm sonra yine selâm, formül bu. Selamsızlar için şairimiz M. Akif Ersoy diyor ki:
"Bir selâm ver be herif! Ağzın aşınmaz ya.. Ha­yır,, Ne selâm vermeyi bilir hayvan, ne de sen versen alır." [350]

549- Kırıkkale'den Hayati Tercan:

Halk arasında bir söz var. '"Yalnızlık Allah'a mahsus­tur" diyorlar. Bu sözün söylenmesinde bir sakınca var mı­dır? diyor.
Cevap:
Biz bu kitapta çok sık yazdık, şimdi yine yazıyorum. İn­sanlarımız Allah'ı tanımıyorlar. O'nu tanımak için O'nun isimlerini ve sıfatlarını çok iyi bilmek lâzım. Bu yeteri ka­dar bilinmiyor.
Allah fc.c) ile kullarını aynı ölçüler içinde değerlendir­mek son derece tehlikelidir. Kulun yaîınızhğını başka noktalara çekmemek lâzım.
Hâsılı, mezkur sözü dini bilgilerden mahrum, Allah'ın isim ve sıfatlarından habersiz insanların kullanmaması gerekir. Tehlikeli mıntıkaya yanaşmamak kişinin imânının gereğidir. [351]

550- Konya'dan Mustafa Dağcı:

İnsan kızdığında öfkesini dışarıya vurduğunda "Şey­tan diyor ki, vur yık.,." diyor. Hoş bir söz olmadığım bili­yorum da yine de soruyorum: Siz ne dersiniz, diyor.
Şeytan insanların on büyük düşmanıdır. [352]İnsan düş­manının dediğim yapar mı? O kendisinin sözünü dinleyen­leri hep saptırdı[353]
Çünkü şeytan insanların kaîbîerine vesvese verir. [354]Kötülüğü hayâsızlığı ve Alî alı'a karşı gelmeyi emreder[355] Ancak, Allah'a tevekkül edenlere şeytanın yaklaşması mümkün değildir.[356] Allah'ın dininden uzak olanlara şey­tan musallat olur, onları kötü yola sevkeder. [357] Şeytan, kendisini dost edinenleri saptırır, cehenneme sürükler[358]
Eğer seni şeytandan bir dürtüş dürtecek olursa hemen Allah'a s;ğın[359]
Yapılacak olan şudur. İnsan öfkelendiğinde sabretmeli, sinirlerine hakim olmalıdır. Allah'a tevekkül etmelidir. Şeytan ne diyorsa aman aksini yapalım. İnadına aksini yapahm. Yoksa helak oluruz. Ceaab-ı Hakk, şeytanın şer­rinden hepimizi korusun ve kurtasın.... [360]

551- Ankara  Mamak'tan Öaean Çarıkçı:

İnsanlar kurnazlığını karşısındakine anlatmak için "Sen tilki isen, ben de kuyruğuyumMiyorlar. Bu sözün mahiyetini açıklar mısınız? diyor.
Cevap:
Bu ifade açıkgözîülük diyebileceğimiz iyiyi-kötüden, ahlâklıyı - ahlâksızdan ayırabilme sezgisini anlatır. Buna fîraset de diyebiliriz. Bu konuda Peygamber (S.A.V) Efen­dimizin:
"Mü'minin firasetinden korkunuz, çünkü O Al­lah'ın nuruyla bakar" hadisi malumdur.
Bu bakımdan malum sözü söylemenin hiçbir menfî yö­nü yoktur. [361]

552- Aydm'dan Hilmi Yavaş:

Çok içki içen biri var mahallemizde. Geçenlerde karşı­laştık. Havalar da sıcak olduğu için serhoşluğuna ilâveten teri de akıyordu. Kendisine bu halinin çok acı olduğunu söyleyince "Bu sıcak da amma sıktı" diyerek söze başla­dı. Yüzüme baktı "Kardeşim rakı içen öldü de, su içen ölmedi mi?" dedi. Sonra ağlaya ağlaya beni dinlemeden yürüdü gitti.
Şimdi bu serhoşun söylediği o iki söz için ne dersiniz? diye soruyor.
Cevap:
"Bu sıcak amma da sıktı" diyen kişinin Allah'ın takdiri­ne rıza göstermediğini, her şeyde bulunan ilahi hikmeti kavrayamadığım gösterir. Serhoş birinden bunu beklemek de elbette zor.
Rakı içen de ölür, su içen de ölür. Ancak biri günahkar olarak gider diğeri içki içme suçu işlemeden Rabb'ının rı­zasına uygun olarak ahirete gider. Biri cezaya öbürü mükâfaata müstehak olur.
Haram ile helâli bir tutma mantığı, ahirette, dünya ha­yatının hesabını verememeye götürür. Haram ile helâli bir tutmak itikadi bozukluğa sebeptir. Serhoş olarak söy­lenmesi de neticeyi değiştirmez. [362]

553- Ad apaz arı1 n dan Mahmut Alpaguz:

Bazıları bir şey istenildiğinde "Olmasa da senin için yaratırım" diyor. "Yarattı, yarattım" kelimeleri çok sık insanlara sıfat olarak kullanılıyor. Yaratmak Allah'a mah­sustur. Kullar için bu kelimeyi kullanmanın neticesi ne olur? diye soruyor.
Cevap:
İnsan, hep mütekebbirliğini ortaya koymak istiyor. Ne­yi yaratmak istiyorsun? Böyle bir meziyetin var mı? Ya­ratmak sadece Allah'a mahsustur. Kullar için keşfetmek, icad etmek, geliştirmek kelimelerini kuîlansak ne olur sanki?
Yaratmak, yoktan var etmektir. Bu sadece Allah (c.c) ya mahsustur. Kullar için bu kelimeyi kullanmak Allah (c.c)'a müdahale etmek mânâsına gelir. însan küfre düşer.
Hâlık, Allah (c.c)dür. Herşeyi bütün keyfıyetleriyle tak­dir ederek yaratan'dır. Yarattım diyen ben Hâlık'ım, insa­nı kastederek yarattı diyen o insana Hâlık demiş olur. Bu küfür değil de nedir?
Duyuyoruz: Televizyonda devlet adamları, gazeteler de yazarlar, sohbette konuşmacılar hep bu yarattı, yaratım kelimelerini kullanarak gözleri kulakları ve dilleri bu keli­meyi söylemeye alıştırıyorlar, alıştırdılar da. Tabii ki, tesadüfi değil. Bir yerlerden düğmeye basıldı. İshale yaka­lanmışlar gibi birileri peşipeşine birşeyler yapıyorlar.
Birileri yapıyorlar, peki müslümanlara ne oluyor da onları taklid ediyorlar? Bunu anlamak güç.
Hâsılı, kullar için yarattı- yarattım sözlerini kullanmak küfre düşürür. Çünkü söylenilenlere Hâîık ismi verilmiş olur. Hâlık sadece ve sadece Allah (c.c) dür.
Çoğunlukla dillerini bu kelimeye ahştırılanlar böyle söylüyorlar. Bizim yapacağımız art niyetliler gibi konuş­mamak ve konuşanları da tatlı bir dil ile uyarmaktır. Bu bizim, insani ve îslâmi görevimizdir. [363]

554- Karhaman Maraş'tan Sı d ika Yüksel:

"Dost acı söyler" diye yaygın bir söz vardır. Bu ifade doğru mudur? Ee acı söyleyene dost denir mi? Yoksa, bu sözün başka bir anlamı mı var? Açıklamanızla kafamızda­ki tereddüt gidecektir. Selâm ve hayır dualarımızla... di­yor.
Cevap:
Tebliğde karşı tarafı kırmamak için söylenen önsöz ni­teliğinde bir cümledir bu.
Aslında dost tatlı söyler. Ancak, insanlar yanlışlarını duymak istemezler, gerçekler zor gelir kendilerine. Hakiki dost budur işte: Acı da gelse gerçek münasip bir lisanla söylenmeli, kesinlikle acı ve ızdırap verilmemelidir.
Bir de dost maskesine bürünüp arkadaşlarını horla­yanlar manen güçsüz bu-akanlan da unutmamak lâzım. Hased ve fesadın adını "dost" koyup, patavatsızlık ve çir­kin sözlülüğü "acı gerçek" olarak takdim etmek şerefsizlik olur.
Hâsılı gerçek dost, doğru acı da olsa gerçeği münasip bir dille söyler, kesinlikle acı ve ızdırap vermez. Hakiki dost da budur. Diğerleri kuzu postuna bürünmüş kurtlar­dır.
Allah (c.c), bu kürdana vahşetinden ümmeti korusun ve kurtarsın. [364]

555- Bolu-Mengen'den Çetin ve Zafer Yılmaz:

Bazıları bazı vesilelerle şehadet parmağını katı bir yere vurarak "Şeytan kulağına kurşun"diye bir ifade kullanı­yorlar; Bu hareket ve sözün imani ve ameli yönden bir sa­kıncası var mıdır? diye soruyorlar.
Cevap:
Bu davranışın dinde yeri yoktur. Kur'an-ı Kerim'de in­sanın şeytan'dan nasıl korunacağı beyan edilmiştir. Bu­nun haricindeki davranışlar şeytanları bile güldürür.
Edille-i Şer'iyyeyi (Dört şer'i delili ki, şunlardır: Kur'an. Sünnet. İcmaı. Kıyas) yaşantılarında ölçü almayanlar ömürlerini bid'at ve hurafeler bataklığında helak etmiş olurlar. Nitekim zamanımızın insanları ekseriyetle bu helakin içindedirler. Her hurafe dalâlettir.
Dolayısıyla şehadet parmağını katı bir yere vurarak "Şeytan kulağına kuşun" demek de bir hurafedir. Hurafe­ler arasında boğulmaktan ve dalâlete düşmekten Cenab-ı Hakk ümmeti korusun ye kurtarsın...
»Hollanda'da oturan Fatih Güngördü: Mektubunda» bizim bulunduğumuz yerde insan­larımız şu cümleleri çok kullanıyorlar: [365]

556- "Ekmek Hıdır'ın, Su Bedir'in Yeyin Yeyin Ku-Durun".

557- "Nuh Diyor, Peygamber Demiyor."

558- "Çabuk Yiyen Çabuk İş Görür."

559- "Namaz Kılmıyorum Ama Kalbim Temiz."


Bu cümlelerin mahiyetini açıklar bizi aydınlatırsanız sevineceğiz, diyor.
Cevap:
l.ci cümle, mânâsız bir ifade olmakla birlikte helâl-ha-ram tanımadan her bulduğunu yemeği, sonra da kudur­muş köpekler gibi önüne gelene saldırmayı telkin edebilir. Söylememek lazım.
2.ci cümle: Bütün peygamberlerin yaşadığı toplumların bir çok insanları, o peygamberin doğruluğunu kabul ettiler de peygamberliğini kabul etmediler. Peygamberimizin kâfirlerle yaptığı bir antlaşmada, metin yazılırken Al­lah'ın Rasulü kelimesini yazdırmayıp, Abdullah'ın oğlu Muhammed yazdırmışlardı.
Nuh (a.s)'ın kavmi de Nuh (a.s)'a, sen Nuh'sun, iyisin, doğrusun, dediler. Fakat peygamberliğini kabul etmediler. Ve bu bir deyim haline geldi: "Nuh dedi, peygamber de­medi." denildi. Bu cümle inatçılığı, körü körüne saplantıyı anlatmak için söylenmiştir. Söylenihnesinde bir mahzur yoktur.
3.cümle, sünnete muhalefet olan bir davranışı tel­kin etmek olduğundan söylenilmesi günahtır. Yeme­ğin nasıl yenileceği, suyun nasıl içileceği ve diğer davra­nışların nasıl yapılacağı sünnette beyan edilmiştir.
4.cü cümleye gelince, biz bu cümleyi kitabımızda izah ettik. Zannediyorum oradan okumuşsunuzdur. [366]

560- Ankara /Polatlı'dan Alî Parlak;

Halk arasında rüşvet ve benzeri haramların haramîığı konusunda dikkat çektiğimizde bazıları "Alan memnun, veren inemmun, günah bunun neresinde?" diyorlar. Bu akıdevi bir tehlike meydana getirmez mi? diyor.
Haramın haramhğmı inkar etmek veya küçümsemek kurur sebebidir. Bu rüşvette olduğu gibi zinada da böyle­dir. İki insan kadm-erkek anlaşsalar. Belli miktarda para karşılığı zina yapsalar. Yapılan iş gibi alıp verilen para da haram değil midir? Şüphesiz ki haramdır. Şimdi buna ha­ram değil, mânâsında o cümleyi kullanmak insanı kâfir yapar. Gevezelik yapmamak lâzım.
Rüşvet, zamanımızda çok yaygınlaşmıştır. Bu büyük tehlikeler arz etmektedir.
Rüşvetin haram olduğu Kur'an, Sünnet ve İcma-ı Üm­met ile sabittir.
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
"Allah rüşveti verene de alana da lanet etti[367] bu­yurmuştur.
Rüşvet almak ne suretle olursa olsun haramdır. Ancak can, mai, nesil emniyeti tehlikeye girdiğinde, bunun rüş­vetle giderilmesi mümkün olduğunda bunun caiz olduğu bildirilmiştir. [368]

561- Diyarbakır'dan: Nurdan Âdıgüzel

Halk arasında yaygın bir söz var. Atasözü diyenler de var bu söze. Birisiyle konuşurken karşısındakinin gözü­nün içine bakılmasının günümüzde bir kural olduğu, dola­yısıyla kim olursa olsun konuşurken karşındakinin gözüne bakılması gerektiği söyleniyor. Eğer bakmazsanız size 'Yere bakan, yürek yakan" diyorlar.
Peki zorunlu hallerde namahremlerle de konuşurken gözlerine bakmak haram değil mi?
Kafam alîak-bullak. Lütfen bu konuyu aydınlattrmısı-nız, diyor.
Cevap:
Aslında kadm-erkek ilişkilerinde mahrem-namahrem hudutları ihlâl edilmemelidir. Haremlik-selâmlık konusu insanları ciddiyete götürür.
Zorunlu hal denilen zamanlarda konuşurken karşı cin­sin gözlerinin içiae bakmak haramdır. Kur'an-ı Kerim'de gözlere sahip olunulması emredilmektedir[369]
Peygamberimiz namahremlerin gözlerine bakılması­nın mahzurlarını beyan etmiştir.[370]
Konuşurken göze bakmamak edeb, bakmak edebsizlik olur.
Mezkur söz de Kuran ve sünnete muhaliftir. Söylenil­mesi münkere teşvik olacağından günahtır.
Cenab-ı Hakk, hepimizi günahlardan korusun ve kur­tarsın... [371]

Dua


YARABBÎL.
Bu kitabı ihlâs ile okuyup mucibince amel eden ve emeği geçenlerin imanlarını kuvvetli zihinlerini açık, ilimlerini ziyâde, amellerini salih, rızıklarını helâl ve bol eyle...
Vücutlarım sağlıklı, maddi-mânevi temiz bir hayat ile arkadaşlarım sadık ve salih, haclarını mübarek ve tekrar eyle...
Akıl, idrak ve fehimlerini tamam ve kâmil, ahîâkîîanm güzel ve sünnetten ayırma...
Maddi-mânevi temizlikle kendilerini pak eyle... Kusurumuz çok. Amelimiz noksan..
Habîbî zi-şan hürmetine sualsiz, hesapsız cenneti­ne girenlerden, Cemalullah'i.daim görenlerden eyle...
AMÎN[372]


[1] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 5-7.
[2] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 7.
[3] Riyazu s-Salihiyn Tere. D.Î.Bşk. Yay. C/3. H.no: 1653
[4] Fethül- Kadir, C/8 Sf:5 ve 460
[5] Enam Suresi Âyet:151t îsra SÂ.32. Nisa SÂ.15.16.17 Nur S.Â:2.4-10-23-25.30                                  
[6] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 8-9.
[7] Mahrem: Nihakı kendisine caiz olmayan yakın akrabaya denir- An­ne, teyze, hala, kız kardeş gibi.
Nâmahrem:Nikahlan caiz olanlara denir. Kişinin kendi karısı gibi "Doktora nâmahrem yoktur" sogiinün mânâsı "erkek doktor için her kadm ona anası-bacısı gibidir; kadın doktor için, her erkek, ona ba­bası ağabeyi gibidir" demektir. Böyle bir anlayışın İslâm'da kesin­likle yer: yoktur. Bu sök bir safsafadan ibarettir. Konuyla ilgili İslânıi hükmü yazımızın devamında bulacaksınız. Lütfen sonuna ka­dar okuyunuz.
[8] Konu ile ilgili geniş açıklama için bakınız: Mevlüt Özcan, Din Görevli­sinin el kitabı. Sf:618-644. Onuncu baskı.
[9] Önceki davranışlarından dolayı böyle tanınan bir doktara,-herşeye rağmen gitmek zorunlu hâle gelmişse o takdirde kadının yanında her zaman olduğu gibi mutlaka mahremi bulunacak. Ve, hasta uz­vun dışında bîr jerine doktorun bakmasına ve dokunmasjna müsâde edilmiyecektir.
[10] Kadının kadına avreti erkeğin erkeğe olan avreti gibidir.
[11] Yül985'de.
[12] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 10-15.
[13] Nur suresi, Âyet:30-31
[14] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 16-18.
[15] Kelimenin doğru yazılış VELİY şeklindedir.
[16] Saf Suresi, Ayet:14
[17] Yunus Suresi. Âyet:62.63.64
[18] Ali İmran Suresi, Âyet: 195
[19] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 19-21.
[20] Nevevi, Şerh-i Müslim. C/l. Sf:328 Kahire-1283,.
[21] Feyzul-Kadir. C/3. Sf:503
[22] Feyzu'I-Kadir. C/3. Sf:455
[23] Tebarânî îbn-i Abbas'tan rivayet etmiştir.
[24] Feyzü'l-Kadir. C/3. Sf:455
[25] Feyzü'l-Kadir. C/3. Sf:455      
[26] Ebu Davud C/4.Sf:368
[27] îbn Sa'd, Tabakat. C/l. Sf:64
[28] Asr-ı Saadet Tarihi. C/5, Sf:66
[29] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 22-27.
[30] Sünen-i Ibni Mace, Fiten:12 (C/2. H.no=3976)
[31] Peygamberimiz zamanında: 1-Koşu yarışları, 2- Güreş, 3-Atıcılık, 4- Kılıç ve mızrak oyunları, 5- Deniz sporları, 6- Avcılık gibi sporlar vardı. Bugün de İslâmi düsturları ihlâl etmedikçe bütün spor dalları meşru­dur. İslâm tarihinin hiçbir devrinde meşru olan spora karşı fikri ve fi­ili tepki olmamıştır.
[32] Günümüz ins&iiianmn anladığı mâaâda ve günümüzde yapılan şek­liyle kadınların spor yapmaları, sportif faaliyyetlere katılmalım ke­sinlikle haramdır. Müslüman kadınlar böyle bir çılgınlığa tevessül edemezler
[33] Selâmet yolları, C/4, Sf: 154-155 Ahmet Davudoğîu. İslâm'da helâl ve haram, Yusuf el- Kardavi. Asr-ı Saadet. C/5. Sf:68. Ö.Rıza DoğruS.
[34] Süııen-i Ebu üâvud: C/3. Sf:59-60 Ahmed İbni Hanbel, Müsr.ed; C/6. Sf:59 Çaftrt yay-1401
[35] İslâm'da Helâl ve Haram, Yusuf el-Kardavi
[36] İbni Hişam: C/l. Sf: 390-391. İmamı Serahsİ, el-Mebsut, Beyrut, C/14 ' Sf:57
[37] Enfal Suresi. Âyet:60
[38] Bl-Camiu M Ahkâmi'l-Kur'an, Kurtubİ. Kahire-1967. Cüz-8 . Sf:35. Ri-yazü's-Salibiyn Tere C/2. Sf:563 D.İ.Bşk. Yay. islâm'da helal ve ha­ram, Yusuf el-Kar davi.
[39] et-Tac. el-Camiu Hl-Usûl, C/5. Sf:288.
[40] et-Camm's Sağir. Harfiıl-Kaf.
[41] Maide Suresi. Âyet: 2.4.96. Ayrıca bakınız: Molla Hüsrev: Dürerul-Hükkam fi Şerhi direni- Ahkam. C/l.Sf:272-273. lst-1307.
[42] Nesei, Hayl:14. (C/6.Sf:226). Ibn Küdâme. C/11, Sf:128. Riyâzu's-Sa-lihiyn: C/2. Sf: 1564
[43] Nahl Suresi Âyet:8
[44] Halil Gönenç. Fetvalar. C/l. Sf:204
[45] Emperyalizm: Bir devletin sınırlarını genişletme politikası. Sınırla­rı genişletmedeki gaye, başka memleketlerin zenginlik kaynaklarını ele geçirme ve insanlarını kendi hesaplarına çalıştırmaktır. Bu mak­sat için çok defa silahlı harp, hem masraflı heıfi de hürriyet fikriyle bağdaşmadığından zamanımızda daha sinsi ve maskeli bir emperya-
 şekline baş vur almaktadır. Modern emperyalizm denilen bu şe­kil iktisati ve kültür hayatı bakimmdan bir ülkeyi kendine bağla- mek suretiyle menfaat (yarar) sağlamaktır. Gelişmiş ülkeler az ge­lişmiş ülkeleri bu yolla kendilerine bağımlı hale getirmektedir. İn­sanlarını kendi kültür ve ideoîojileriyle yetiştirdikleri için felsefe, si­yasi görüş ve yaşayış bakımından kendilerinden ayrılamaz hale geti­rirler. (Büyük lüğet. Türdav, Sf:233) Kısacası emperyalist: Sömürü, sömürgeci, hak-hukuk tanımıyan, ezmekten, hakleri gasbetmekten zevk alan devletler ve ırklar demektir.
[46] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 28-41.
[47] Fetvalar, H. Gönenç. C/l, Sf: 206  
[48] Bugün anlaşıldığı gibi değil tabii.
[49] Peygamberimizin tertip ettiği müsabaka ve bu müsabakalarda mükâfatlandırma usulü günümüzde yapılandan çok farklı idi.
[50] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 42-46.
[51] Al-i İmran Suresi, Âyet: 26-27.
[52] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 47-48.
[53] Diri, herşeyi bilen ve herşeye gücü yeten,
[54]  (Aliah, Lilİah, lehu ve ûtlü): Bunların hepisi da Allah'ın varlığına, Zatu'i-lah'a delalet ediyor. Şu halde tek bir harf olan <he) de esmâ-i Hüsnâ'dan bir isimdir, Rufaîarm bedenlerin varlıkta devamı ancak bu ism-i şerif iie temin edilebilmektedir. Her nefes ahş-verişte bu isim zikredilmiş olunur.
[55] Bu hadisi Tirmizi, îbn-i Hİbban ve Hakim rivayet etmişlerdir. Hadisin arapçasında ihsâ-kelimesi geçiyor. Buna üç türlü mânâ ve-, rilmiştir: 1- Saymak 2- Ezberlemek 3- Mânâlarını şuurla anlamak ve mucibince amel etmek. Kastedilen mânânın tahakkuku için bu üç hususun yerine getirilme­si gerekir.
[56] îhsa nın ne mânâya geldiğini bir Önceki dipnotta izah    ettik.
[57] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 49-51.
[58] Sorumsuzca Söylenen Sözler. C/2. Sf:3
[59] el-Mühezzeb. C/2, Sf:328. Fetvalar. C/l. SE236. H. Gönenç, thya, C/2. Sf:675-751 . Bedir yay. Tere. A.Serdaroğlu. Hadimi, Tarikat-ı Mu-bammediye Şerhi, Berika: C/3. Sf:262
[60] Zenne; Utanma hissinden yoksun kadınlar ve kadın ruhlu erkekler­dir.
[61] Bakara Suresi. Âyet: 165
[62] Kendine ibadet edilen. Allah (c.c).
[63] Muhabbet edilen. Sevilen.
[64] Arıkebut Suresi,Âyet;25
[65] Ahkâf Suresi, Âyet:5-6
[66] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 52-58.
[67] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 59-62.
[68] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 63-64.
[69] Bakara Sûresi, Ayet:165
[70] ihya 3/603
[71] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 65-67.
[72] Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik büyük lügat. Sf:261 TurdavYay.
[73] Târih deyimleri ve terimleri Sözlüğü M.E.B,yay. C/l.Sf:585
[74] Lübabut-Tev'il. C/2.Sf:229 Matbai Amire-1317 İstanbul
[75] Peygamberimizin yakm arkadaşlarından biridir.
[76] Teşe'üm: Bazı şeyleri şerre yornıa, şer ile tefsir etme.
[77] TefeuhGüzel söz, hayır yorum.
[78] Tecrid-i Sarih Tere. C/2. Sf:92.H.No:1936
[79] Maide Suresi. Âyet:3.90.                     .
[80] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 68-70.
[81] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 71-72.
[82] Ahmed İbni Hanbel, Ebu Davud, îbni Mâce
[83] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 73-75.
[84] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 76.
[85] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 77-78.
[86] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 79-80.
[87] Bu başbakan sonradan da Reisicumhur olan Turgut Özal'riır. Bu zat, hükümetin himayesinde o]an 900'lü telefonlarla yapılan fiıhuşa hal-km tepkisi üzerine hükümet son verince büyük bir hışımla "Bunu ya-saklayamazsmız" diye karşıda çıkmıştı.
[88] Bu yazı Ağustos 1992 de yazıldı.
[89] Olay Mart-1992 de cereyan etti. Olayı bütün gazeteler yazdı. Milli Ga­zete: 16.4.1992
[90] Hem de 1992 yılı sonlarında.
[91] Bu tarihte 47 ilde vardı. Ancak 1991 yılında Refah Partisi Sivas Bele­diye Başkanı Temel Karamollaoğlu Sivas'taki kerhane'yi, 1992 yılın-da Konya Belediye Başkanı Doç. Dr. Halil Ürün Konya'daki kerhane'­yi kapattı. Kerhaneli il sayısı 45'e düştü. Bunlardan Bursa ilindeki genelevin yeri daha lüks yere nakledildi. Yeni genelevi An.ap'h Bele­diye Başkanı 20 bin metrekarelik alan üzerine 100 süper villa halin­de yaptı. Binalar Umut, Sitil ve Evre Mühendislik A.Ş.ye yaptırıldı. Tesislerde hastahane, karakol, otopark, çay bahçeleri var. Bunları reylerİyle desdekleyen Bursalı "müslüman"ların....
[92] Hürriyet Gaz. 15.7.1985 Milli Gazete: 28.4.1989
[93] Bu rakamlar 1990 yılı içindir.
[94] Şair fişref.
[95] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 81-86.
[96] Mâide Suresi Âyetleri:44.45.47
[97] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 87-89.
[98] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 90-91.
[99] Zariyat Suresi. Âyet: 56
[100] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 92-94.
[101] EbuDavudel-Hakim:Abdullah biı1 Amr<r.a.) den.
[102] NisâS.A:34.
[103] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 95-97.
[104] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 98.
[105] Tirmizi C/10. Sf:243. Neylti'l-Evtar C/6.Sf:207
[106] Neylu I-Evtar. C/6.Sf:206
[107] Nisa Su^ösi Ayet:140. Enam Suresi ayet:68-69. Maide Suresi. Âyet: 79
[108] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 99-101.
[109] Takva ve ibâdetle evliya derecesine gelmiş. Allah indinde çok kıymetli büyük bâtlar, Yakınlaşmış olanlar.
[110] el-Bahçetü'1-Senivye Sf:16. Kahire-1319
[111] Hucurat Suresi. Ayet:12 Kalem Suresi. Âyet:ll-12-13. Hümeze Sure­si. Âyet:!. Mesed Suresi. Âyet:4
[112] Ebu Davud. C/4 Sf:580-581. H.no4428. Çağrı -Yay. tst -1401
[113] FteUâl'il-Kur'aa Trc. C/13. Sf.504 Hikmet Yay. S. Kutub.
[114] Aynı eser. C/13.Sf:506
[115] Müslim Tere. A. Davudoğlu. C/2. H.no:292
[116] Hucurat Suresi. Âyet: 12
[117] Kuşeyri risalesi. Samt (susmak) bahsi.
[118] Sa'di. Bostandan.
[119] Nedim Urhan. istanbul Y.Î.E. 4. sınıf hadis notlan
[120] Nedim Urhan. îst. Y. Î.E. hadis notlarından.
[121] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 102-108.
[122] 1980 yılında Sigara içmeyenler derneğinin açıklamasıdır.
[123] Bazıları buna dörtbin diyorlar.
[124] Sanki ağır şartlar sigara içince hafifliyor, öyle mi?
[125] 500 Ha-Hs-i Şerif. 317 nolu hadisin izahı.
[126] Muhtar'ul-Ehadis. H.no:645
[127] Yani insanların yaptığı günahlar büyük ve küçük diye 2'ye ayrılır. Bir kimse vaktiyie büyük günah işlemiş de istiğfar etmiş, istiğfarı ediien günahı Allah (c.c)af eder. Bir kimse küçük günahda İsrar ederse bü­yük günahlar hükmüne girer. Peygamberimizin seferde iken sahabe­ye odun toplatması da unutulmamalıdır.
[128] Duhan risalesi Mürsidul- îhvan Sf:8. Satır: 4
[129] Tömbeki nargiledeki tütüne verilen adtır. Fışkı ise, kurumuş hayvan güberisidr. Bilhassa at gübresi kurursa, tütüne çok benzer. Doğu Anadolu'da at gübresine fişkı derler.
[130] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 109-116.
[131] Sigara ile ilgili geni? açıklama bundan önceki konuda işlendi. Lütfen o yazıyı tekrar gözden geçiriniz.
Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 117.
[132] Bundan önceki konularda sigara ile ilgili gerekli malumat gereği ka­dar verilmiştir. Lütfen o yazıları tekrar gözden geçiriniz.
[133] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 118-119.
[134] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 120-121.
[135] Yasin Sûresi. Ayet:82
[136] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 122-123.
[137] Ali İmran suresi Âyet: 14. Tevbe suresi. Âyet: 23-24. Tegabün sure­si. Âyet: 14-15. Münafikun suresi: Âyet: 9
[138] Çasiye suresi. Âyet: 23. Muhammed suresi: Âyet: 12. Rum suresi: Âyet: 7
[139] Konuyla ilgili olarak bakınız: Sorumsuzca Söylenen Sözler. M.Özcan. C/l. Sf:138
[140] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 124-125.
[141] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 126-127.
[142] Bu kelimeyi karanlık, cahil, softa, ne edeceği belli olmayan, vahşi., gi­bi karalama ve yaftalama gayesiyle kullanmaktadırlar.
[143] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 128-130.
[144] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 131-134.
[145] Bl-Mevsil, el-ihtiyar: cüz:», u. baih C/2. Sf:120. (Osmanlıca)
[146] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 135-136.
[147] Allah {c.c) boylerinin serinden müslüman gençleri korusun ve kurtar­sın..
[148] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 137-138.
[149] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 139.
[150] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 140-142.
[151] Kitabımızın C/l Sf:15O deki 71.ci söz ve C/3de 409 noiu söz.
[152] îbni Abidin. C/5. Sf:261. S.Müslim Tere. ve Şerhi C/l Sf:872-875. îbni Hümam Fethül Kadir. C/2. Sf:270
[153] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 143-144.
[154] Sorumsuzca Söylenen Sözler. Mevlüt Özcan C/l.Sf:232.233.234. C/3. Sf:139
[155] Câsiye Suresi. Âyet:24
[156] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 145.
[157] HûdS.A:112
[158] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 146-147.
[159] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 148-150.
[160] Bu söz birçok dinsize vekâleten ilâ Cehennemini Züraerâ'ya giden F.Rıfkı Atay Söylemiştir. (Bayrak. Sf:26-29)
[161] Falih Rıfkı Alay: 1894 de doğdu 1971'de mürt oldu. Yukarıdaki cüm­leleri 1970 yılında yazdığı Bayrak adlı kitabında yazdı. O şimdi bir türlü inanmadığı âhiret yurdunda. O'nun için yapabileceğimiz tek şey şu duamızdır: Falih, toprağın bol ateşin gür olsun..
[162] Tecridi Sarih Tere. C/2. H.no:360 D. İ.Bşk. Yay.
[163] Türkçe ezan konusuyla ilgili olarak bu kitabımızın C/l. Sf:164'e bakı­nız.
[164] Maide Suresi. Âyet:6. Cum'a suresi.Âyet:9
[165] Abdullah İbni Zeyd hazretlerinin ezan hakkındaki rüyaları üzerine varid olan hadistir.
[166] Bu konuda Ümmetin birliği hasıl olmuştur.
[167] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 151-154.
[168] Daha geniş bilgi için bakınız: Mevlüt Özcan Din Görevlisinin el kitabı. Sf:618-643. Onuncu baskı, lstanbul-1992
[169] Bu aynı beldedeki cami imamlarının topluca yaptıkları takdirde me-sele kökünden halledilmiş olur. Yoksa aynı mahalledeki iki camiden birindeki imâm bu gerçeği anlatırken, diğer camideki imâm cemaati sülük gibi emebilmek için unların gönlünü hoş tutmaya gayret edi-. yor gerçekleri gizleyen dilsiz şeytanlık yapıyorsa bu iş elbette zorla­şır. Bunun önüne geçmek, şuurlu müslümanların böylelerinîn sömü­rüsüne müsade etmemeleri lazım. Bir de gerçeği haykıran imamların yılmaması gerekir. Mücadele kolay mı öyle. Yürek ister, cesaret ister, azim ister, en önemlisi sağlam imân ister. Var olana işte meydan...
[170] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 155-157.
[171] Namaz kılmayan kimseye "Adaletli" diyen kimsenin küfre girmesin­den korkulur. (Ebu Suud Efendi fetvaları Fetva No: 180)
[172] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 158.
[173] Aynı şeyi televizon içinde düşünebilirsiniz. Herbiri Allah'a isyan olan programları seyrederken imâni noktada nerede bulunduğunuzu he­sap ediyor musunuz. Lütfen bunu iyi düşününüz...
[174] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 159-162.
[175] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 163-164.
[176] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 165-166.
[177] Yunus Suresi, Âyet:84
[178] Maide Suresi, Âyet:23
[179] Taiâk Suresi, Âyet:3
[180] Zümer Suresi, Âyet:36
[181] Hûd Suresi, Âyet: 123
[182] Mülk Suresi, Âyet:29
[183] Müzzemmil Suresi, Âyet:9
[184] Fatiha Suresi, Âyet:4         
[185] el-Vekil: Bütün varlıkların bütün hallerinin tedbiri O'na aittir. O'nu Vekil edinenlerin herşeyine O kâfidir, mânâsına gelir.
[186] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 167-169.
[187] Fetava-yı Hindiye C/2. Sf:277
[188] Hakim, Müstedrek. C/4. Sf:153
[189] Şeyh Davud. îetihad tartışması. Tercüme: Şükrü özen. Sf:255
[190] Meselenin inceliğini kavrayanlar konu hakkında bilgi sahibi olanlar kurbanlarını keserler ve ibâdet yapmış olurlar.
[191] Bu konuyu daha teferruatlı öğrenmek isteyenlerin, "Din Görevlisinin el kitabı" adlı eserinizin Kurban bahsine bakmalarını tavsiye ederiz.
[192] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 170-172.
[193] Osmanlıca Türkçe ansiklopedik büyük lügat. Türdav yay. ilgili mad­deler.
[194] Buhari, Rikak:38
[195] Müddessir Suresi, Âyet: 45
[196] İslâm hukukunda.
[197] Kıyas edilebilen, benzetilebilen
[198] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 173-175.
[199] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 176-177.
[200] Konu ile ilgili âyetler: Enam S.Â:17.18.67. Yunus SÂ:67 Ra'd S-Â:ll. Talâk S.Â:3. Kamer S.Â:49~50.53. Nebe S.Â:29. Âl-i tmran SÂ:145. îsra S.Â:58. Hadit S.Â:22.23. Hûd S.Â:6 Fâtır S.Â:11. Nahl SA:40 Yasin S.Â:82
[201] Ahlak hadisleri C/l, H.no:307.
[202] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 178-180.
[203] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 181-182.
[204] C/2. Sf:104. Ve 292.Cİ başlık
[205] Nur. Suresi Âyet:2Ö
[206] Nur Suresi Âyet:24
[207] Nur Suresi Âyet:2£
[208] Had, değnekle vurma cezasıdır.
[209] İslâm'da İzdivaç ve aile. Sf: 185. M. Hulusi îşîer.
[210] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 183-184.
[211] Kur'an-ı Kerim. Zâriyât Suresi Âyet:56
[212] Enfal Suresi Âyet: 28 Tekasür Suresi. Âyet. 15.
[213] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 185-188.
[214] İsra Suresi. Âyet: 37
[215] Isra Suresi. Âyet: 38
[216] îsra Suresi. Âyet: 39
[217] Lokman Suresi. Âyet :18
[218] Lokman Suresi. Âyet: 19
[219] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 189-192.
[220] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 193.
[221] Bundan önce 493. nolu başlıkta ele aldığımız "...para konuşmasını öğretir" yazısını yeniden gözden geçirmenizi tavsiye ederiz.
[222] Ali îmran Suresi Âyet: 14 C
[223] KehfSûresiÂyet:46
[224] Ramuz'ul-Ehadis
[225] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 194.
[226] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 195.
[227] Bakara Suresi Âyet:85
[228] Nisa Suresi Âyet:77
[229] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 196-198.
[230] Maide Suresi Âyet:l
[231] Riy&züs-Salihiyn Tere. C/2. H.no:693 D.Î.Bşk. Yayını.
[232] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 199-200.
[233] Maide Suresi Ayet:44-45-4
[234] Bakara Suresi Âyet:255
[235] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 201-202.
[236] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 203.
[237] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 204.
[238] Hicr S.Â:92. Zariyat S.Â:23. Yunus S.Â:53, Teğabün SÂ:7, Meryem S.Â:68 Nisa S.Â:65. Meâriç S.Â:40   
[239] Tegabün S.Â:7. Sebe S.Â:3. Yunus
[240] Abdullah Gülcemal. Milli Gazete* 26.1.1982.
[241] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 205-206.
[242] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 207-208.
[243] Bakara Sûresi, Ayet:286
[244] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 209-210.
[245] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 211-212.
[246] Evlenen gençlerin ilk defa bir araya geldikleri, karı-koca olacakları geceye gerdek gecesi denir.
[247] Gerdek gecesi ile ilgili bilgiler İçin mutlaka bakınız: Mevlüt özcan. Din Görevlisinin el kitabı Sf:618-643, Onuncu baskı İST. 1990
[248] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 213.
[249] Tevbe suresi. Âyet: 60'da zekât verilecek 8 sınıf zikredilmiştir.
[250] Afadurrahman Neviel. Rur'an-ı Kerimin sayısal icazı
[251] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 214-215.
[252] Buluğa erme çocuklarda 12 ila 15 yaş arasıdır.
[253] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 216-217.
[254] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 218.
[255] Said-i Nursi.
[256] Bu konu ile ilgili olarak Sorumsuzca Söylenen Sözler kitabımızın C/l. Sf:138'deki Melek konusunu tekrar gözden geçirmenizi tavsiye ederiz.
[257] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 219-220.
[258] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 221.
[259] Bakara Suresi. Âyet:44.
[260] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 222-223.
[261] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 224-225.
[262] Necip Fâzıl Kisakürek.
[263] Ali îmran S.Â:185. Enbiya S.Â:35. Ankebut SA:57. Rahman S.Â:26-27.
[264] Bakara Suresi Âyet:95-96.
[265] Cum'a Suresi. Âyet:7-8
[266] Hatırlayın 1983-84 yılında okullara mecburi konulduğu söylenen M .Eğitim Bakanlığınca basılan Din Dersleri kitabından ahirete imân holümü çıkarılmıştır. Bu bir tesadüf değildir. îyi değerlendiril­melidir.
[267] ihya C/2. Sf:130
[268] Ibni Mâce, Zühd:31
[269] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 226-228.
[270] Ali İraran S.Â:185. Enbiya S.Â:35. Ankebut S.Â:57. Rahman SA:26-27.
[271] Cum'aSA:8
[272] Nahl Suresi. Âyet:61
[273] Tirmizi, Zühd. 4. Nesai, Cenaiz, 3. tbni Mace, Zühd, 31.
[274] îbniMace.Zühd,31
[275] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 229-230.
[276] Nahl Suresi. Âyet:61
[277] Cum'a Suresi. Âyet:8
[278] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 231-232.
[279] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 233.
[280] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 234.
[281] Şura Suresi. Âyet:40
[282] Ahmed bin Hanbel. el-Müsned C/4. Sf:172 Çagn yay. îst. 1401.
[283] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 235.
[284] Ahlak Hadisleri. C/2. H.no:827 ve 1036.
[285] Buhari:(59) Kitâbu Bedi'1-Halk 6.bab. H.no:1519. Müslira:(44) "Kitâbu Fezaili's Sahabe H.no:90-91. Tİrmizi{50)"KitâbuMenıkıb3. bab. H.no:3876. Ibni Mace (33) " "Kitâbu Edeb 12. bab. H.no: 3696. Nesei" "Kitâbu Isreti'n-Nisâ. Cüz:7. Sf:65. Mısır-1964. Buharinin derlediği Ahlak hadisleri: C/2. H.no:1036.
[286] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 236-237.
[287] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 138-239.
[288] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 240.
[289] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 241.
[290] Mevlana Cetâleddin-i Rumi
[291] Bakara Suresi. Âyet:120
[292] Nisa Suresi. Âyet: 141
[293] Maide Suresi. Âyet:51
[294] Enbiya Suresi. Âyet:105
[295] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 242-243.
[296] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 244.
[297] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 245.
[298] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 246.
[299] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 247.
[300] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 248.
[301] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 249.
[302] ZüraerSA:38
[303] YunusSÂ:31
[304] AnkebutS.A:63
[305] ZuhrufSA:87
[306] AnkebutŞ.Â:61
[307] En'am SÂ:82
[308] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 250-251.
[309] İmamı Mervezi. Müsned-i Ebubekir Sıddık. Sf:89-91. H.no:17. Hicret yay. îstanbul-1981. Molîa Hüsrev. (Türkçe nüsha) Gurer ve Dürer Tere. C/2. Sf:95. îstanbuI-1980
[310] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 252.
[311] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 253.
[312] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 254.
[313] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 255-256.
[314] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 257.
[315] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 258-259.
[316] Nisan-1991 de Hürriyet Gazetesi, ilgiliyle yapılan konuşmadan.
[317] Zaman Gazetesi. 17.10.1990 Çarşamba.
[318] Elazığ'da Fırat Üniversitesinde 24.6.1987'de yaptığı konuşmadan.
[319] 14.11.1986 Ankara'da bir dernekteki konuşması.
[320] 19.1.1.1986 Eskişehir konuşması.
[321] 30.11.1988 Deaizli'de bir ilkokulun açılısında yaptığı konuşmadan.
[322] S.1.1987 Çukurovo konuşması
[323] Aynı tarihli konuşmasından
[324] 8.1.1987 tarihlî Adana konuşması.
[325] 27.3.1987 de basma yaptığı bir konuşma.
[326] Aynı konuşmadan.
[327] Aym konuşmadan.
[328] 21.6.1987 Kangal ilçe konuşması.
[329] 22.6.1987 Sivas konuşması.
[330] Zaman Gazetesi. 18.10.1990 Perşembe Sf:12
[331] Milliyet Gazetesi. 16.11.1990
[332] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 260-266.
[333] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 267.
[334] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 267-268.
[335] Eu'am suresi. Ayet:162-163
[336] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 269-270.
[337] İmam-ı Merginani. el-Hidaye Şerh-u Bidayetü'l-Mübtedi. C/2.Sf:72. Kahire-1965                                               
[338] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 271.
[339] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 272.
[340] Bu kitabımızın 500 nohı başlıktaki söze bakınız.
[341] Hidayetti't-Alâİyye Sf:338
[342] Tin Suresi. Âyet:4
[343] Isrâ Suresi Âyet:7O
[344] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 273-274.
[345] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 275.
[346] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 276.
[347] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 277-278.
[348] Ahlâk hadisleri tere. A.F.Yavaz. C/2. Sf:38Ü îst-1975
[349] M.Hamdi Yazır. Hak Dini Kur'an Dili C/8. Sf:6084. İST-1938
[350] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 279-280.
[351] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 281.
[352] Yasin Suresi Âyet: 60
[353] Yasin Suresi Âyet:62
[354] Nas Suresi Âyet:5'
[355] Patır Suresi Ayet:6. Nur Suresi Âyet:21, En'âm Suresi Âyel:112
[356] NahI Suresi Âyet:99
[357] Zuhruf Suresi Âyet:36
[358] Hacc Suresi Âyet:4
[359] Fussüet Suresi Âyet^6. Araf Suresi Âyet:200
[360] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 282.
[361] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 283.
[362] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 284.
[363] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 285-286.
[364] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 287.
[365] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 288.
[366] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 289-290.
[367] Ramuz'ul-Ehadis. Sin harfi.
[368] Şirvani. C/6. Sf: 137. İbni Abidin. C/5. Sf: 272.
Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 291.
[369] Nur Suresi: Âyet: 30-31.
[370] Harama bakanın gözlerine kurşundan mil çekilecektir.
[371] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 292.
[372] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır Yayınları, 4/: 293.

Yorumlar

Popüler Yayınlar