SORUMSUZCA SÖYLENEN SÖZLER 4
SORUMSUZCA SÖYLENEN SÖZLER
Önsöz
Sorumsuzca Söylenen Sözler kitabımızın dördüncü cildini
yazıp yayımlamaya da Cenab-ı Hakk bizi muvaffak etti,
elhamdülillah...
Camiden, cemaatten uzak kalan zevata ancak neşriyat
yoluyla vaz-u nasihat mümkün olmaktadır. Bu sebeple, Cenab-ı Hakk'm bizi "Seyyar
Kürsü" mahiyetinde olan bu kitapları yazıp neşretmeye muvvaffak etti,
elhamdülillan...
Bu kitabın l.ci ve 2.ci cildlerini Kasım-1989'da 3.cü
cildini de Kasım 1990 yılında neşrettik. 4.ün cildin baskıya verildiği 1 Eylül
1992 ye kadar bu kitaplarla ilgili 2570 adet mektup aldım. Tahminen beşbin
civarında da şehir içi, şehirler ve milletler arası konuşmaya muhatap oldum. Bu
irtibatlarımda okuyucularım Sorumsuzca Söylenen Sözler adlı kitaplarımdan çok
faydalandıklarını beyan ile hayır dualarını ilettiler. Aldığım mektuplardan
çoğunu defalarca okuduğum oldu. Denizli/Tavas -Beyağaç'tan yazan bir kardeşimin
herbir harfi ihlas yüklü mektubunu buraya alıyorum. Kardeşim şöyle
yazmış:
Selamünaleyküm...
06.05.1992
Muhterem hocam,
"SorumsuzcaSöylenenSözler"kitabınızıokuyorumdiniar- 8^er
itaplarınızı okuduğum gibi. Bu kitabı herkesin oku-
ması için gayret ediyorum. Kapak: Salkım
Ofset
Tashih: Mustafa Ozcan .Avam arasında olduğumuzdan halk
arasında söylenüen bir çok ifadeleri maalesef bizler de söyleyip duruyoruz.
Ancak, kitaplarınızı özellikle bu kitabınızı okumaya başlayınca inanın rastgele
söylediklerimin izahlarını okudukça tevbe-i istiğfar ediyor, sonra Kelime-i
Şehadeti tek-rarlıyarak imânımı tazeliyorum.
Allah (c.c) sizlerden ve bu gibi hayırlı hizmetlere
vesile olanlardan razı olsun.. » Selâm ve
başarılarınızın devamı dualarımla...
Fiemanülah..
Esselâmüaleyküm...
Hemen hemen gelen telefon, mektup ve yaptığım
sohbetlerin içeriği bu mealde idi. Bunlar bana bu kitapların büyük bir boşluğu
doldurduğu kanaatini verdi. Okuyucularımın da katkısıyla 4.cü.'cildi çıkarmaya
Cenab-ı Hakk bizi muvaffak etti, elhamdülillah...
. Tatarh aniye 'de beyan edilmiştir: Bir kimse küfür
kelimesinin, onun küfür kelimesi olduğunu bilmemekle beraber, kendi ihtiyariyle
yani kendi isteğiyle söylese ulemanın bütünü indinde yine kâfir olmuştur.
Bilgisizliği mazur gösterilemez. Çünkü şeriat zahire göre hükmeder. Kalbler
Allah'ın indinde muteberdir, şer'i hükümleri tatbikte değil.
Kur'an-ı Kerim'de kâfirleri tanıtan ayetlerden birinde
kâfirlerin T'havz"(>gelişi güzel konuşmak) suçunu işledik-" . lerini
bildirir. (Müddessir suresi, Âyet-45) İbni Âbıdin'in de dediği gibi;
"Bu zamanda en mühim işlerden biri de küfür sözlerdir.
Çünkü çoğu zaman halktan küfre götüren sözler işitilir. Onlar kendilerini bu
acıklı duruma götüren sözleri bilmeden sarfederler. İhtiyatlı olan cahil
(bilgisiz) kimsenin hergün imânını yemlemesi, tazelemesidir.
Bizler, ehl-i sünnet itikadına sahip müslümanlar
ola-
_.. , münker söz, fiiî ve davranışlardan kardeşlerimizi
mevcut imkânlarla haberdar etmek zorundayım, Gayemiz. Allah (c.c)nün rızası;
hedefimiz Hakkın hakimiyetidir.
Çalışmak bizden, hidâyet sadece ve sadece Allah
(c.c)'dandır. Ö'nun yardımım dileriz..
Mevlüt ÖZCAN . İstanbul-1992
Eylül[1]
Yeni Baskı İçin Önsöz
Rabb'ime hamd olsun,.. Sorumsuzca Söylenen Sözier adlı
kitaplarımızdan Ümmet-i Muhammed çok faydalandı. Baskılar kısa sürede bitiyor.
Takdir ve dualar dolusu mektuplar alıyorum.
Bir çoklarına bu kitaplar vesilesiyle hidayet nasip,
oldu ğunu, aldığım mektuplardan iğreniyorum. Şüphesiz bunlar Rabb'imin
lutfudur.
Bazı kardeşlerim, birinci ciltteki tarikatlarla ilgili
cümleleri okuyup izahlarını okumadan, hakkımda su-i zanda bulunuyorlar. Ehî-i
tarik konu ile ilgili cümlelerin izahlarını okumadan mevzu ile ilgili doğru
dürüst bilgi sahibi olmadan lütfen peşin hükümlü olmasınlar. İstanbul'da
bulunan Nakşı Meşâyihinden Mahmud Efendi ders verdiği İs-mailağa camiinde
İmam-ı Rabbani'nin mektubatmı okutu-' yor. Bu mektuplarda ne yazıldığını "ehl-i
tarik" bilmiyorlar mı acaba?
Ben de bir beşerim. Şaştığımda beni yapıcı
tenkitleriyle* doğru çizgiye getirecek herkes için duacıyım.
Rabb'imden eserlerimin sadaka-i cariye olarak kabulünü
diliyorum. Her muinin için dua ediyor; din k^rde^-v rimden dua
bekliyorum.
Mevlüt ÖZCAN İstanbul-1993 Ocak[2]
435 - Göz Banyosu Yapalım
•Harama bakmaya göz banyosu yapmak diyorlar. Aslında bu
göz banyosu dedikleri şeyin adı göz zinadısıdır.
Peygamber (S.A.V) Efendimiz organların zinasıyla ilgili
Hadis-i Şeriflerinde gözlerin ve ellerin de zina yaptığını gözlerin zinasının
bakmak, ellerin zinasının da dokunmak olduğunu [3]
beyan buyurmuşlardır.
Yine Peygamber (S.A.V.) Efendimiz başka bir Hadis-i
Şeriflerinde: "Harama bakanların ahirette gözlerine kurşundan mil çekileceği"[4]
haberini vermiştir. İşte merkur sözü söyliyenler, ahirette eritilmiş kurşundan
mü çekilecek gözlerini, bu azaba kendi insiyatifleriyle hazırlıyorlar
demektir.
Zinanın her çeşidi Kur'an-ı Kerim'de müminlere
yasaklanmıştır. [5]
Buna rağmen, işi tantanaya boğup günâhı hafife alır tavrıyla, zina meşru imiş
gibi "göz banyosu" gibi kelime oyunları, imânı zedeleyici ifadelerdir. Mü'mi-nim
diyen kimsenin buna yetkisi yoktur. Böyie bir selâhiyeti kendisinde bulanlar
ancak kâfirlerdir.
Şeytan, insana kötü amellerini süslü olarak gösterir.
Mezkur söz ile hareket edenler, haramlara, farklı ve süslü ifadelerle davet
etmenin bir şeklini icra etmiş olurlar.
Gözleri günah hastalığına yakalananlar, göz banyosu
yapma ihtiyacını duyarlar. Nâmahreme bakmak, bir çeşit göz
hastalığıdır.
Hâsılı, harama bakmak gibi son derece çirkin bir amele
"göz banyosu" diyerek yönelmek, ciddi bir imân zaafîye-tinin alâmetidir. Çünkü,
imânları kavi olanlar, günaha girmekten ateşe düşmek kadar korkarlar. Yukarıda
da beyan ettik: Nâmahreme bakmak imânı zaafiyete düşüren bir çeşit göz
hastalığıdır. Cenab-ı Hakk (c.c), böyle bir hastalıktan insanlığı korusun ve
kurtarsın... [6]
436- "Doktora. Nâmahrem Yoktur"
Müslümanlar İsîâmi müesseselerini kaybetmişlerdir. Uzun
yıllar İslâm'a uygun yeni müesseseler de kur olmadığı için, rnüslümanîarda
bulunması namus ve şeref kadar önemli olan hassasiyet de kaybolmuştur.
Hassasiyetin olmadığı yerde namus ve şeref de kaybolmaya yüz tutar. Böyle bir
ortamda gayr-i İsîâmi ifadeler sloganlaşır ve verilen fetva.hâline getirilir.
İşte "Doktora nâmahrem yoktur" sözü de gayr-i İsîâmi bir fetvadır, -
Mahrem, nâmahrem [7]kavramları
İsîâmi kavramlardır. İslâm dışı bir hayat tarzına sahip olanların ve İslâm'ı,
düzen olarak kabul etmiyenlerin bu kavramları kullanmaya hakları yoktur[8]
öncelikle hanımları hanım doktor, erkekleri de erkek
doktor muayene ve tedavi edecektir. Bu ortamı oluşturma görevi, o memlekette
yaşayan müslümanların üzerine farzdır. Özellikle bu ortamı oluşturma imkânına
sahip olanlara farzı ayn'dır.
Muayene ve tedavi için, kadınların kadm doktor,
erkekti) olanlara farz-ı ayn'dır.
Muayene ve tedavi için, kadınların kadın doktor,
erkeklerin de erkek doktor bulamamaları halinde karşı cins doktora şartlarına
titizlikle riâyet edilerek gidilebilir. Şartları şunlardır: .
1- Doktorun ırz
ve namus düşmanı olmamasına dikkat edilecek.[9]
2- Doktor,
müslüman düşmanı olmayacak.
3-
Gidildiğinde, gösterilmesi zorunlu oian hasta uzvun dışında başka bir yer
açılmayacak ve gösterilmeyecektir.
Bunca olumsuz şartlarda, gerekli araştırma yapılıp
mecburi olarak gidilen erkek doktora muayene veya tedavi olunurken de gerekli
titizlik gösterilecek! Hasta, gösterilmesi zorunlu uzvun dışında bîr milimin
dahi açılması vebaldir. Ayrıca kadın ve erkek dışında erkeğin erkeğe kadının
kadına [10]
setr-i avret (örtülmesi gereken) mahallerini zorunlu haller dışında
göstermesinin haram olduğu unutulmamalıdır.
Yukarıda zikrettiğimiz üç madde üzerinde yanlış yorum
yapılmasını önlemek için özetle misaller vermek istiyorum:
•Doktorun ırz-sıamus düşmanı olmamasına dikkat etmenin
gereğine.işaret ettik. Şüphesiz her meslekte olduğu gibi, bu meslekte de böyle
insanlar bulunmaktadır. Muayene ederken, tedavi yaparken hastasına tecavüz eden
yüzlerce doktorun bu tür melanetlerini hepimiz duyduk. Bunun için, namuslu ve
şerefli her müsîüman bir ömür boyu kendisini huzursuz edecök istenmeyen bir
durumun meydana gelmemesi için, önceden bütün tedbirlerini alması gerekir.
Tabii ki, bu ifadeler vücutlarını teşhir eden kadınlara ve mahremlerini reklâm
eden erkeklere gülünç gelecektir. Bu da bir çeşit namus anlayışıdır. Ne
diyelim, Allah (c.c) böylelerini isîah etsin...' .,
•Doktor müslüman düşmanı ohmyacâk, dedim.
Bazı doktorlar var ki, azgın derecede müslüman düşmanı.
Müslüman, tesettürlü, şerefine düşkün bir kadın gördüklerinde en iğrenç
hareketlere tevessül ettiklerini bizzat duyduk, yaptığımız münakaşalarda
kendilerinden dinledik. İbret olması ve olayın ciddiyetinin anlaşılması için
sizlere bunlardan iki tanesini nakledeceğim:
Muhitimde itikadı sağlam, namus ve şerefine düşkün,
dindar, 35 yaşlarında, bir fabrikada işçilik yaparak rızkını sağlayan biri
vardı. Ailesinin de tesettürlü, hayâlı, namusuna düşkün bir hanımefendi
olduğunu sonradan öğren-
Bu işçi kardeşimizle hergün, üç vakit namazı birlikte
aynı camide kılardık. Son zamanlarda kendisinde beni hayrete düşüren bir
durgunluk, içine kapanıklık, gittikçe çöküşe doğru giden bir karamsarlık görmeye
başladım. Sebebini sorduğumda bir türlü cevap alamadım. Birgün öyle namazından
çıkınca kendisini caminin bir köşesine çekip:
- Eğer bu halinin sebebini söylemezsen seninle olan
dostluğumu tamamen keseceğim, dedim.
Yüzüme baktı. Bir müddet böylece durduktan sonra,
oturalım, dedi. Oturduk. Oturunca yüzüne baktığımda dudaklarını ısırdığım,
gözlerini açıp yumduğunda boncuk ta.-neleri gibi gözlerinden yaşlar aktığını
gördüm . Aklını kaçıracak sandım. Omuzlarından tutup sallıyarak:
-Ne yapıyorsun, delimisin sen! diye bağırdım.
- Hocam, diyerek titrek sesle söze başladı. Ben, bir
haftadır ölüp ölüp diriliyorum.
- Niçin? Niye bizim birşeyden haberimiz yok? dedim.
Şunları anlattı:
- Yengen midesinden çok rahatsız. Üç gece kıvrım kıvrım
kıvrıldı. Ülsermiş. Fabrikadan vizite kağıdı alıp doktora gittik. Biliyorsun
zor şartlarda geçiniyoruz. Özel doktor, paralı ilâç bizim için çok zor. Doktora
götürdüm. Vardığımızda adam bizi görünce küplere bindi.
- Midesi ağrıyor, dedim. Hanıma:
- Geç şuraya soyun, dedi.
- Beraber geçtik. Bekledik. Hışımla geldi.
Hanıma:
- Niçin soyun muyorsun? diye bağırdı. Ben de:
- Doktor bey neresini açacak işte midesi
deyince:
- Kilotu hariç tamamen soyunacak, dedi. Geri dönüp
masasına oturdu. Apuk sapuk söyleniyordu. Bir an hanımla beraber düşündük.
Gafletimize geldi. Ben de soyun bakalım dedim. Gerçekten kadın çok ızdırap
içinde idi. Hanım soyundu. Adam geldi. Baktı. Kulaklığı ile kalbini dinleyip
birşey yok, kalk giyin diyerek geçti yerine oturdu. Ben, doktor bey kalbi değil
midesi ağrıyor deyince, tamam tamam senden öğrenmeyeceğiz, biliyoruz herhalde
dedi. Hanım giyindi. Yanma vaıdığımızda ağrı kesici bir hap ile iki kutu aspirin
yazılmış reçeteyi elimize verdi.
Dışarı çıktık, İlaçlan aldık. İlaçlara baktığımızda
verilen ilâçların derdimize deva olacak şeyler olmadığını, kâfirin bize hakaret
ettiğini anladık. Hanım ve ben bir haftadır ne yaptığımızı bilmiyoruz. Hanım
keşke ölseydira de gitmeseydim diye bir haftadır ağlıyor. Hastalığı arttı. Kâfir
herif bizim gafletimizden faydalanarak bizi mahvetti, dedi.
Olayı duyduktan sonra baktım iş ciddi. Daha yakından
ilgilendin. Psikolojikman morallerinin düzelmesi için, elimden geleni yaptım.
Adam benim söylediklerimi hanınıına nakletti. Bir kaç ayda ancak kendilerine
gelebildiler.
Dedim j^a! Her meslekte böyle şerefsizler bulunur.
Olayların menfisine maruz kalmamak için İslâm'ın koyduğu tedbirleri almak
lâzım. Midesi ağrıyan hastayı çırılçıplak soyan, dizleri ağrıyan hastaya
göğüslerini açtıran doktorları duyunca herhalde "Doktora namahrem yoktur"
safsatasına artık siz de inanmıyacaksınız.
Sizlere nakledeceğim yüzlerce olaydan ikincisi
şu:
Yine İstanbul'da semtimizde tesettürlü müslüman bir .
hanım doğum yapmak üzere resmi bir hastaneye müraca- . at ediyor. [11]
Doğum zor gerçekleşiyor. Sonunda dikiş yapılması gerekiyor. Ve, hastaya iki
genç müslüman düşmanı erkek doktor müdahele ederek, doğumun sonunda dikiş atmak
üzere, bu iş için yapılmış yere yatırıyorlar. Bir taraftan yaraya müdahale
ederken bir taraftan da kadına başka doğum yapıp yapmıyacağmı
soruyorlar.
Müslüman kadında "Allah bilir" diye cevap
aldıklarında:
- Biz de biliriz. Sana öyle bir yapalım ki, Ömür boyu
sıkıntısını çek. Yap bakalım başka bir doğum daha diyerek ve biribirleriyle
bunlar yobaz, doğum kontrolüne riâyet et-mez'.^r, Müslümanların sayısı
artacakmış he. Artsın bakalım...diye konuşarak dikiş işini hışımla bitirirler.
Tabiiki; aylar sonrasi.ua kadar olaydan hiç bir şey anlaşılmaz. Altı ay
sonrasına kadar kadıncağız Özel hallerini yapamaz olur. Tekrar müslüman bir
kadın doktora durumu arz edilir. Yapılan muayene sonucunda doktor hayretler
içinde kalır. Durumun vahameti sebebiyle, müslüman hanım doktor yardımcı olarak
Cerrahpaşa hastahanesinde hasta kadın hemen ve acilen ameliyata alınır.
Doktorlar durumu hastaya şu şekilde açıklarlar.
"- Doğum sonrasında rahimimz büzdürülüp kenarlara dikiş
ile tutturulmuş. Böyle bir facia savaşta düşmana bile
yapılamaz. Bunu yapanlar insan olamazlar. Bu
şerefsizleri mahkemeye verin. Biz raporumuzu verelim" derler.
Ancak kadın müslüman hayâlı bir hanım olduğundan
mahremiyetinin konu edilmesine razı olmaz. Ve, işi Allah'a, mahşerdeki hesap
gününe havale eder.
İşte, ikinci maddede zikrettiğimiz, gidilecek "doktor
müslüman düşmanı olmayacak." şartını zikretmemiz bu ve benzeri rahatsızlıklara
sebebiyet verildiği içindir. Çünkü, kâfir can, namus ve nesil emniyetini
tanımaz.
• Bir kadın, erkek doktora zarurete binaen giderse,
gösterilmesi zorunlu o hasta uzvun dışında başka bir yerini göstermemesi ve
başka bir uzvuna da dokundurmaması gerektiğine de işaret etmiştik.
Herhalde yukarıda zikrettiğiniz iki misalden sonra
bunun ne mânâya geldiği anlaşılacak ve gerekli hassasiyet
gösterilecektir.
İstanbul'da Ayvansarayda müslüman bir erkek doktor
vardı. (Allah c.c mekânını cennet eylesin) kendisine kadın hasta gelirse, onu
konuşturarak dinler hiçbir yerini açtırmazdı. Şayet kalbini veya ciğerlerini
dinleyecekse kulaklığın ucunu hastaya verir kalbine koydurur öyle dinlerdi.
Ciğerlerini, elbisesinin üstünden dinlerdi. Doktorun hastayı soyup orasını
burasını ellemekle birşey anlamıyacağı-nı söylerdi.
Hâsılı, "Doktora namahrem yoktur" sözünün hiçbir
dayanağı yoktur. Ancak zaruret olan hâllerde muayene ve tedavi için erkeğin
kadın doktora, kadının da erkek doktora gitmesi yukarıda zikrettiğimiz üç şarta
riâ3Tet etmek kaydıyla caizdir. Aksi bir olayın vebalini, hiçbir müslüman göz
ardı edemez. Cenab-i Hakk, ümmeti gücünün dışında maruz kalma tehlikesindeki
sıkıntılardan korusun ve kurtarsın. [12]
437- Erkek Göz İle Kadın Söz Île Aldatılır."
•İslâm bir hayat düaeni olarak yaşanmadıkça,
müslü-manlar müslümanca yaşantıdan uzak bir hayatı tercih et-. tikçe, insanların
biribirlerini aldatmalarının Önüne geçilemez. Herkes biribirini şöyle veya
böyle aldatacaktır. Sömürü, düzenlerinde kimin elinin kimin cebinde olduğu pek
bilinmez. Böyle düzenlerde bir kesimin eline, cebine ve kasalarına bilinmeyen
eller girip o kişilerin haklarını gasbe-derler. Bazen de karı-koca biribirlerini
aldatırlar. Çünkü beşerî düzenlerin oynadıkları oyunlarının kuralı aldatmaktır,
gasbetmektir...
İslâm'da, insanlar arasındaki münasebetler hakça
kurallara bağlanmıştır. Bu kurallara riâyet edenler ne aldanır ne de
aldatırlar. Bu düzende insanlar namus ve şeref-leriyle yaşarlar. Çünkü
Peygamberimiz "Aldatan bizden değildir" buyurmuştur...
Hicab âyetinin inzalinden bu yana, müslüman kadın ve
erkekler matırem-nâmahrem sınırlarına riâyet ederek yaşarlar. Haremlik-selâmlık
kurallarını tavizsiz uygularlar. Böylece kimse kimseyi aldatamaz. Aldatmayı
düşünmezler bile. Çünkü, nâmahremler biribirini göremezler ki.
Hayatta bütün hedefler ilk önce göz ile belirlenir,
sonra söz ile işe devam edilir. Daha sonra da diğer organlar biribirini takip
eder. Onun için İslâm dini, beşeri münâsebetlerde sihhatli bir hayat için bütün
tedbirlerini alıp kurallarını koymuştur.
Buna riâyet edenler mutlu olurken kuralları çiğneyenlerin hiçbir zaman çileleri
bitmez.
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Kerim'de:
"Ya Muhammedi! Söyle mü'min katim ve erkeklere
göklerini korusunlar, irs ve namuzlarma sahip çıksınlar.»" [13]buyuruyor.
Âyetîerdeki sıralanış son derece dikkat çekiyor.
Gözlerin korunması, ırz ve namuslara sahip çıkılması emrediliyor. Önce ırz ve
namuslarını korusunlar da sonra gözlerine.sahip çıksınlar deniîmiyor. Demek ki,
ırz ve namuslu olmak gözlerini korumak ve onlara sahip çıkmakla mümkün
olmaktadır. Denilmek istenen gözünü koruyamayan namusunu da koruyamaz,
gerçeğidir.
Beşeri düzenlere imân edenler, yukarıda zikrettiğimiz '
âyetleri bu devirde tatbik edilemez bulduklarından, mah-rem-namahrem
kavramlarını tanımazlar. Haremliği-selâmhğı çağ dışı bulurlar. Onun için bu
inançla yaşayanlar arasında gözîe-sözle aldatmanın ardı arkası gelmez. Buna
dair haberler artık dedikodu düzeyini çoktan aşmış gazetelere hatta televizyon
ekranlarına kadar yansımıştır. Bazıları karılarını bazıları da kocalarım nasıl
aldattıklarını anlatan kitaplar bile yazmışlardır.
Daha dün denecek kadar yakında 1992-Temmuz ayının
sonlarında gazeteler yazdı zamanın Kültür Bakanı ve eşi "Biz biribirimizde
bulamadıklarımızı dışarıda medenice bulduklarımızdan alırız. Biribirimizi
aldatmadan bu işi medenice hallederiz" diye beyanat verdiler. Aldatmanın
medenicesi. Fesuphanallah! İşte bu zihniyetteki insanlar bu memleketin söz
sahipleri. Bekleyin belânızı ey müsiü-manlar bekleyin!
Başlıkta zikrettiğimiz söz, İslâm'ı yaşamayan, İslâm
dışı bir Hayat tarzına sahip olanların hayat hikayelerini anlatmak açısından
söylenmiş isabetli.bir ifadedir. Çünkü böyleleri önce bakışırlar, sonra sakal
aşırlar. Sonra da aldatma işi tamam. Demiyorlar mı: "Dünya pezevenklerie
orosbulara kaldı" diye.
Aldatmamanın ve aldanmamamn tek çaresi vardır, O da
İslâm'ın emrettiği haremlik-selâmlık kurallarına uymak Nur suresinde
emredildiği gibi önce gözlere sahip çıkıp sonra namuslu yaşamaktır.
Müslümanlara İslâm'ın emri de budur.
Hâsılı, "Erkek göz ile, kadın, söz ile aldatılır"
felsefesi, İslâm dışı düzenlere imân eden ve hayatlarını bu sömürüye göre
tanzim edenler için söylenmiş bir sözdür. İslâm'a gerçekten inanan ve inandığını
hayâtına aktaranlar için bu sözün hiçbir bağlayıcı yanı yoktur. Çünkü
Peygamberimiz "Aldatan bizden değildir" buyurmuştur. Cenab-ı Hakk, bizleri
aldatsıamak ve aldanmaktan korusun ve kurtarsın. [14]
438- "Kadından Velî Olmaz"
önce konuya veli kelimesini ele alarak
girelim.
Veli: Lügatta bir şeye yakın olmak, bir kimsenin
sadık
ve samimi dostu ve yardımcısı bulunmak mânâlarına
gelir[15]
Bu kelimenin fıkıhtaki mânâsı ise şudur:
Veli: Hayatım mücadelelerle, azimet ve fevkalede bir
zühd ve takva ile ibadet ve tâat'a sarfederek kendisinden Allah (c.c.)'ın
izniyle ilmi ve kevni harikalar zuhura gelen zât. Allah (c.c)'a mânevi yakınlık
keşfetmiş olan şerif zât., mânâsında kullanılır.
Halk arasında veli, Allah (c.c) dostu mânâsında
kullanılan bir kelimedir.
Evliya, velinin çoğuludur. Bu bir derece daha tafdil
edilerek "Evliyâullah" da denilir. Evliya arapca bir kelimedir. Evliyâullah,
müslüman olarak dinin bütün ahkâmına'elinden geldiği kadar sadık katarak yaşayan
kimse demektir, Kur'an ve Sünnette evîiyâullah bu mânâ
anlatılmaktadır.
Veli kelimesini biraz daha irdelersek evliya ve
evîiyâullah sıfatlarına şunları ekleyebiliriz:
Evîiyâullah: Allah'a ibâdet ve hizmetlerde ileri
merhalelere ulaşanlardır. Takvada yaraşanlardır,
Allah'ın dinini ve düzenini hakim kılmaya
çalışanlardır, Kur'an nizâmına sahip çıkıp savunanlardır. İslâm'ın sadık ve samimi hizmetçisi olan mü'minlerdir.[16]
Anlaşılıyor ki, evliyâullah'ın üç önemli Özelliği,
vardır:
1- İslama bir
bütün olarak inanırlar.
2- İnandığım
kendi nefsinde hakkıyla yaşarlar.
3- İslâm'ı
bütün kurum ve kurallarıyla hayata hakim kılmaya çalışırlar.
Kur'an'da buyuruluyor ki:
"Ve iyi bilin ki, Evliyâullah'a (Allah'ın dinine ve
düzenine sahip çıkan böylece Allah'ın sevdiği veli kullara) asla korku yoktur ve
onlar gerçekten inandılar ve her türlü küfür ve kötülüklerden sakındılar.
Dünya hayatında ve ahiret hayatında da müjde onlara... Allah'ın kelimeleri
değişmez (verdiği sözler yerine gelir.) İşte bu en büyük kurtuluştur.'[17]
Bütün bu izahlardan sonra gelelim "Kadından veli olmaz"
sözünün izahına. Bilindiği gibi bu söz bizim toplumumuzda çok yaygındır. Ancak,
doğru olmayan, hiçbir dayanağı olmayan bir safsatadan ibarettir. Uydurma bir
ifadedir.
Çünkü veli fıkhi mânâda Allah dostu demektir. Allah ve
Rasûlüne itaat edip takvaya ulaşan Allah'a yakın olur; Allah dostu ve veli olur.
Bu hususta kadın - erkek diye bir ayırım kesinlikle yoktur.
Allah'a kulluk ve Rasûlüne ümmet olmada üstünlük
erkeklik ve kadınlıkla olmayıp takva ile olduğu Kur'an ve Sünnet'te açıkça
beyan edilmesine rağmen, erkeklere sadece erkekliklerinden dolayı üstünlük
vermek bir cahiliye anlayışından ibarettir. Erkeğin ve kadının görev
sınırlarının değişik biçimde belirlenmesi, hiçbir zaman takvâsız üstünlük
sağlamaya mahal vermez.
Peygamber (S.A.V) Efendimizin hanımları, Sahabiye
hanımlar ve daha nice İslâm mücahideleri, hanımlardan evliyâullah olanlara örnek
verilebilir.
Demek ki, "Kadından veli olmaz" sözü yalan, yanlış,
uydurma bir safsatadan ibarettir. Mu minlere gereken, ya-lan-yanhş şeylere kulak
asmak değil Kur'an ve Sünnet ölçüleri doğrultusunda yaşamaktır. Bizim en büyük
görevi--miz de budur... Kabb'ımız müjdeliyor ki:
"Şüphesis Ben, erkek olsun, kadın olsun, içinizden
çalışanın amelini zayi etmem".[18]
Cenab-ı Hakk, Ümmet-i Muhammed'i, amelleri kendilerini
cehenneme sürükleyenlere dahil olmaktan korusun ve kurtarsın. [19]
439- "Oğlumu Sünnet Ettireceğim De Ona Sünnet Kıyafeti Elbise Aldım"
•Çocuğun, ana-baba üzerinde haklan vardır. Bunlardan
birincisi doğumdan Önce ana rahminde, doğumdan sonra da hal-i hayâtında helâl
rızık ile nzıklandırılmasi-dır. İkincisi, çocuk doğduktan sonra ona güzel bir
isim koymak ve sünnet ettirmektir.
Biz burada sünnet ameliyesi, sünnet kıyafetleri ve
sünnet merasimleri üzerinde kısaca duracağız, inşâalîah..
Müslim adîi büyük hadis kitabını şerh eden İmam-ı
Nevevi:
"Sahih bir görüşe göre buluğa ermeden çocukları sünnet
ettirmek veliler üzerine vacibtir1[20]
demektedir.
İmam Âzam Ebu Hanife ve İmam Malik Hazretleri bu konu
ile ilgili Hadis-i Şeriflerin zahiriyle hükmederek sünnet olmanın sünnet olduğu
kanaatine varmışlardır.
İmam-ı Şâfıi ve Ahmet İbn-i Hanbel Rahmetu'1-lahi aleyh
hazeratı konuyu yedi yönüyle ele alıp sünnetin vâcib olduğu üzerinde
durmuşlardır[21]
Biz, konunun bu yönüne detaylarıyla beraber girmek
istemiyoruz. Çünkü Türkiye'de %95 olarak beyan edilen müslüman camia zaten
sünnetin gereğine inanıyor ve bu ameliyyeyi icra ediyor.
Sünnet olmaya hitan da denir. Konu ile ilgili Hadis-i
Şerifte geçen kelime hitan kelimesidir[22]
Arab dilinde sünnetlik mahalde bulunan bu uç deriye gulfe denir. Tıp dilinde
de buna prepus adı veriliyor. Kadınların sünnetlik derisine hafd
deniliyor.
Kadınların sünneti deyince bizde herkes hemen afallar.
Kimse hayretim gizleyemez. Çünkü kadınları sünnet etmek, ülkemizde yapılmayan
bir ameliyedir. Ancak, kadınların sünnet edilebileceğini Peygamberimiz beyan
buyurmuşlardır. Bir Hadis i Şerifte.
"Hitan erkeklere sünnet, kadınlar için fazilettir." [23]
Duyurulmuştur. Kadının sünneti, fercin üzerinde bulunan horoz ibiği gibi
derinin kesilmedir.[24]
Peygamber Efendimiz zamanında kadınları sünnet yapan kadın sünnetçi vardı. Bu
sünnetçi Ümmü Atiyye (r.anha) adında bir hanımefendi idi. [25]
Peygamberimiz kadın sünnetçiye bu işi nasıl yapacağına dair direktif
vermişlerdir.[26]
Bizim memlekette kadın sünneti garib karşılanmakta; hatta, bundan bahsetmek
bile acaib bulunmaktadır. Ancak, kadınların sünneti vardır; lâkin bu bizim
memleketimizde tatbik olunmamaktadır.
Türkiye'de sünnet konusunda yaygın bid'at ve
münakaşalardan biri de, çocuğun tek yaşta mı çift yaşta mı sünnet olacağı
hususudur.
Kültür istilâsına uğramış toplumlarda bu tür
münakaşalar olağandır. Bizim toplumumuz da kültür istilâsına uğramış öz
kültüründen koparılmış bir toplumdur.
Onun için bu tür münasebetsiz saplantıların bizim
toplumumuzda ardı arkası gelmez. Ancak, öz kültürümüze yeniden döndüğümüzde bu
sıkıntıların önüne geçilecektir.
Hemen ifade edelim ki, çocuğun tek veya çift yaşının
sünnet olmakta hiçbir önemi yoktur. Sünnet tek yaşta da çift yaşta da olibiiir.
Hz, İbrahim (A.S.) sünnet olduğu zaman 80 yaşında idi. Bu çift bir rakamdır.
Oğlu İsmail (A.S) sünnet olduğunda 13 yaşında idi. Bu da tek rakamdır.
Anlaşılıyor ki, tek veya çift yaş önemli değil mühim olan çocuğun sünnet
edilmesidir.
Çocuğun hangi yaşta sünnet olması gerektiği sorusuna
verilecek cevap da şudur:
Çocuğun doğumunun 7.ci gününden 7 yaşma kadar sünnetinin
yapılması en uygun olanıdır. 7 ila 9 yaş arasında yapılması da sakıncalı
değildir. Sevgili Peygamberimiz torunları Hz. Hasan ile Hüseyin'i doğumlarından
yedi gün sonra sünnet ettirmişlerdir.
Bazı çocuklar Allah'ın bir lütfü olarak sünnetli olarak
doğarlar. Böyle doğan çocukları sünnet ettirmeye teşebbüs etmek ahmaklık
alâmetidir.
Rivayete göre Hz. İbrahim (A.S)dan başka bütün
peygamberler sünnetli doğmuşlardır. Hz. İbrahim (A.S.) hikmete binaen
sünnetsiz doğmuş ve kende kendine sünnet olmuştur. Peygamber (S.A.VJ Efendimiz:
"Sünnetli olarak doğmuş olmam Rabb'imm bir lütfudur; benim' avret mahalimi
kimse görmemiştir "[27]
Buyurmakla bu hakikate işaret etmişlerdir.
Sünnet çocuğu kıyafetleri meselesine gelince; bu da
ümmet üzerinde korkunç bir kamburdur. Bugünkü şekliyle sünnet kıyafetlerinin ne
dini ne de milli yanı yoktur. Bugüne kadar gördüğümüz sünnet kıyafetleri; hep
Avrupa'nın kral taçları, prens şapkaları kral asaları, kral pelerinleri,
papyonlları.. vesaire.
Bizim kendi ecdadımızın has kıyafetlerimiz yok mu? Var
varolmasına da bizde hayır kalmamış. Biz batılıları üstün sanarak aşağılık
duygusu hastalığına kapılmış, onlara kuyruk olmayı marifet saymışız. Yazık çok
yazık.
Oysa, kral taçları yerine padişah kavuğu, kral asası
yerine cangâver kılıcı, papyon ve pelerin yerine sırmalı kaftanlar peygamber
sünnetini yerine getirecek yavrularımıza daha çok yakışmaz mı?
Yakışır diyorsanız yapılacak iş yakışanı yapmaktır.
Aksi halde küfre kuyruk olmayı peşinen kabullenmek olur.
Bundan böyle, çocuklarımıza sünnet kıyafeti adı altında
Fransız şövalyelerinin, yahudi kardinallerinin, hıristi-yan papazlarının
kıyafetlerini giydirmiyelim. Şayet farklı bir şey giydireceksek ruhunu
dinimizden alan ecdat kıyafetlerini, kahramanlığımızın sembolü olan giysileri
giydirelim. Bizim asaletimize yakışan da budur.
Çocuğa kim örnek gösterilirse o ona özenir. Siz
çocuğunuzun Fransız şövalyesi gibi mi olmasını istersiniz; yoksa, Fatih Sultan
Mehmed gibi mi olmasını istersiniz? Şövalye kıyafetini giydirmek onun gibi
olmasını istemektir. Bun-. dan dolayı bizim çocuklarımız şerefsiz artist gibi
olmak için can atarlarda Hz. Ali gibi Fatih Sultan Mehmed gibi cengaverleriiî
taşıdığı ruha, onları tanımadık] arı için düşman olurlar, işte sünnet
kıyafetlerinin önemi bu derece büyüktür.
Çocuk ana-baba elinde bir emânettir. Onu anne-baba
şekillendirir. Onun günahına sevabına ana-baba ortak olur. İslâm aşılanmıyan
gençeler huzursuz ve mutsuz oluyorlar. Neticede, bâtıl ideolojilere kapılıp
onların tapıcısı oluyorlar. Etrafa saldırıp toplum değerlerini menfi yönde
yorumluyorlar. Hesap gününde onlarla ilgimiz hususunda
Allah'a verecğimiz hesabı unutmayalım. Bir umut olarak
gördüğümüz evlâtlar aynı zamanda ebediyyete uzanan bir sorumlulukturlar
da...
Gelelim sünnet merasimlerine:
Çocuklarını sünnet ettirirken bazılarının yaptıkları
eğlentilere "Sünnet düğünü" diyorlar. Bu tanım edebe muvafık değildir.
Sünnetin düğünü olmaz. "Düğün" diyorlar. Bunun için salon tutuyorlar. İçki
içiyorlar. Kan oynatıyorlar. Kadın-erkek bir arada âlem yapıyorlar. Bunun
adına da "Sünnet düğünü" diyorlar. Fesübhanallah... Bu ya-, pılan "sünnet
düğünü" değil şeytan düğünüdür. Burada yapılan şeytanlarla şey t anlaşmışların
isyankârlık merasimidir. Bu merasime "ayıp olmasın" diye katılanlar da
şeytanlıkta bir hayli mesafe alanlardır. Bunun başka türlü izah tarzı da
yoktur.
Hattâ, yaptığı melanetlerle evinin bahçesinde veya
pencerelerini açtığı evinde gündüz akşama, gece sabahlara kadar
yediği'haltlarla, çevresini, rahatsız eden edeb, haya tanımaz şerefsizlerin
hışmına hepimiz defalarca uğramışızdır.
"Sünnetlerde eğlenti yapılır mı?1 sorusuna verilecek
cevap şudur:
Sünnetlerde çocukları eğlendirmek için eğlence ve
merasimler tertip etmekte (dini ölçülere riâyet etmek şartıyla) bir sakınca
yoktur. Bu bir düğün değildir. Düğün evlenirken yapılan ve dini ölçülere ters
düşmeyen eğlencelerdir. Ters düşen eğlenceler için Hz. Aişe (r.anhe)
validemizin şu sözü çok yerinde bir ifadedir. O diyor ki: "Şeytan, bu şarkının
içinde çalgı çalıyor.'[28]
Her zaman olduğu gibi sünnet merasimlerinde
de:
a- Kadm-erkek
biribirlerini görmeyecek.
b- Haram
fiiller işlenmeyecek.
c- Sünneti ihya
etme imkânından dolay* Rabb'ranza hamd ve sena edilecek.
d- Emr-i bil
ma'ruf -Nehly-i am'1-münker yapılacak
e- Çocukları
oyalamak için ilâlıiler okunacak.
f- Ehl-i
tarafından Kur1 an'ziyafetleri verilecek.
Bu ölçülere uymak şartıyla sünnet merasimleri
yapılabilir. Aksi haide sünnet haramlara vesile yapılmış olur. Bu ise, insanın
imânına kasteder.
Hülâsa, bugün ekseriyetle sünnet ameliyesi haramlara
vesile yapılmakta, sünnet kıyafetleriye yavrular Fransız şövalyelerine
benzetilmekte, ihdas edilen merasimlerde şeytanların eşliğinde şeytani aşmışlar
âlem yapmaktadır lar.
Bize gelince, vazifemiz iyilüğe öncülük etmek,
haramlara mâni olmak, iyi örnek, sevilir işlere önder olmaktır. Sünneti de
sünnet ölçüleri içinde icra etmektir. Allah'ın yardamı da kendi koyduğu ölçülere
göre amel eden kullan üzerindedir. Biz de böyle kullardan olalım; Rabb'ımızm
rızasını kazanalım.
Cenab-ı Hakk, Ümmet-i Muhammedi aykırı davranışlara
düşmekten korusun ve kurtarsın.. [29].
440- Spor Ve Günümüzde Spor Anlayışı
Beden ve ruh terbiyesinin birlikte yapılması sonucu
ulaşılan noktaya spor denir. Başka bir ifade ile, beden ve zihin üzerinde
dinlendirici tesir bırakan hareketlere spor
denir.
İslâm'da spor (günümüzdeki gibi olmamak kaydıyla) vardır
ve bir gayeye yöneliktir. Spor ruha sükûnet, sinirlere muvazene, organizmaya
canlılık verirse ve sağlığı korumaya yönelik olursa bir kıymet ifade eder. Aksi
halde, bir insanın vücudunun belirli adale, kas ve organlarının geliştirilmesi
ve bunun sonucu bir beceriye sahip olması başh-başma spor değildir. Aynı
geliştirme işleminin kaiblerde ve ruhlarda da yapılması zorunludur.
Dinimizin tavsiye afctiği sporlarda faide daima hedef
olmuştur. Peygaber (S.A.V) Efendimiz rnüslümanm dünya ve ahiret için faydalı
işlerle uğraşmasını müalümanlığın kemâlinden olduğunu haber vermiştir.'[30]
Herbir müslümanın, bünyesine uygun bir spor dalı ile (seyirci veya taraftar
olarak değil) bizzat yaparak meşguliyetinde inimizce mahzur yoktur ve hattâ
sevaptır da...
Ancak, spor yapılırken İslâm'i açıdan yasak olmaması
için kesinlikle;
1- Hiçbir haram
işlenmeyecek.
2- Yapılan spor
haram işlemeye sebep olmayacak.
3- Avret
mahalli açılmayacak.
4- İbâdetler
aksatılmıyacak.
5- İlmi ve
mesleki çalışmalar aksatılmayacak.
6- Ahlâki
mefhumlar çiğnenmiyecek.
7- Ahlaksızlık
Öğretilmeyecek.
8- Lüzumundan
fazla vakit spor yapıyorum diye heder edilmeyecek.
9- Amaç
dinlenmek ve eğlenmek olacak.
10- Yüze vurma,
öldürücü darbeler gibi vahşi sonuçlara sebep olmayacak^
11- Müslümanın
mesleği olmayacak.
12. İnsanın
saygınlığına leke getirmeyecek.
13. Faydalı ve
meşru olacak.
14.
Taraftarlar arasında asabiyet derecesine varan bir tezahürat
yapılmayacak.
16. Kadın-erkek
karışımına sebep olmayacak.
Peygamber (S.A.V) Efendimizin teşvik ettiği sporların
'[31]
değişik gaye ve faydaları vardır. Bu gaye ve faydalardan ilk aklımıza gelenler
şunlardır:
1- Müslümanın
günlük hayat içinde karşılaştığı üzüntü, keder, sıkıntı, yorgunluk., vesaire
gibi arzu edilmiyen şeyleri hafifletir ve hatta unutturur.
2-
Sıkıntılardan kurtulmak için teselliyi içki, kumar, zina vesaire gibi
kötülüklerde aramaktan alıkoyar.
3- Müslümana
ibâdetleri ve diğer amelleri kuvvet ve arzu ile yaptırır.
4- Müslümanm
yurt savunmasına daima hazırlıklı olmasını sağlar.
İslâm'a göre spor, ferdi bir neş'edir. Eğlence olmakla ;
beraber içtimai faydalar sağlamalı, zarara sebep olmamalıdır. Spor, gaye
değil, meşru hedefler için araç olarak kullanılabilir. Bu konuda kadın erkek
ayırımı da olmaz.
Avret ve mahremiyet sınırlarına riâyet etmek şartıyla
kadınların da zîridelik ve dinçlik kazanmak için spor yapması caizdir. Özellikle
şehir kadınları süpürmeden, çamaşır ve bulaşık yıkamaya kadar herşeyin nîakina
ile yapıldığa buzdolaplarm&a saklanabilen haftalık yemeklerin hazırlandığı
şehir hayatında kadınlar hımbıUaşıyor. Hattâ televizyonun fitnesiyle bir
çokları yanlış yönlere kanalize olabiliyor. Onun için bu özelliğe sahip
kadınlar avret ve mahremiyet sınırlarına riâyet etmek şartıyla spv>r
yapabilirler[32]
Küy hayatî yaşayan kadınlar ev, beğ-bahçe ve diğer köy
işlerinde bulundukları için ayrıca spor yapma zaruretleri yoktur, elhamdülillah.
Ancak, bunlar da televizyon deni-. len aletin bugünkü lağım programlarının
etkisiyle ahlak erozyonuna maraz kalmışlardır. Çaresini bulmak lâzım.
Ashnda kadın, siîrne-süpürme, çamaşır yıkama... gibi
işlerle spor işini sağlayabilir, hatta sağlamalıdır da. Hz. Fatıma (r.anha)\n
evde değirmen çevirmekten elinin yara olduğunu-düşünen, günlük ibâdet
vazifelerini yapan, yemek için yaratılın adı ğm bilen düzenli bir kadının spor
yapmaya belki nadiren ihtiyaç duyacağı bilinmelidir.
Asr-ı Saadetten sportif faaliyetlerle ilgili bir-iki
örnek vermek istiyorum:
Sahabeler Peygamberimizin huzurunda koşu müsabakaları
yaparlardı. Hatta Efendimiz koşu ve at yarışları yaptırmış ve bizzat kendisi de
bu yarışlara katılmıştır.[33]
Efendimizin Hz. Aişe (r.anha) validemizle iki defa yarış ettiği, birincide Hz.
Aişe, ikincide Pe3^gamber (S.A.V) Efendimizin yarışı önde bitirdiği
bilinmektedir[34]
Bisiklete binmek de spor çeşitlerinden biridir.
Bisiklete binmenin 6 faydası vardır:
1- Karın
adalelerini güçlendirir.
2- Solunum
sistemini daha İyi çalıştırır ve nefesi açar".
3- Vücutta
özellikle bacaklarda jkan dolaşımını hızlandırır.
4- Sırt
kaslarının çalışmasını sağlar.
5- Vücuttaki
fazla yağları yakar.
6- Mideyi
çalıştırır, hazımsızlığı önler.
Peygamberimiz; gençliğinde güreşe iltifat buyurmuştur.
Zaman-ı saadetlerinde güreş, bilinen ve yapılan sporlardandır. [35]
Onun için atalarımız "güreş peygmaber sporudur" demişlerdir. Rivayete göre
zamanın en namlı pehlivanlarından Rükane ile Peygamberimiz defalarca güreşmiş
ve her defasında da onu yenmiştir. Rükane Mekke'nin fethinden sonra müslüman
oldu. Müslüman olduk-1 tan sonra da Peygamberimizle hiç güreş tutmadı.[36]
Asrı saadettte. atıcılık da meşru spor ve eğlencelerden
biriydi. Efendimiz harbferdeki öneminden dolayı bu sporu
özellikle desteklemiştir. "Düşmanlara karşı gücümüz
nisbetinde kuvvet hazırlayın..[37]mealindeki
ayette belirtilen kuvvetin "atıcılık1 olduğunu üç defa tekrar ederek
söylemişlerdir. [38]
Bunun için ecdadımız İstanbul'daki ok-meydam gibi Osmanlı Devleti bünyesinde
büyük spor külliyelerinin sayısını 34 adede ulaştırmışlardır.
Atıcılık gibi kılıç mızrak oyunları da (spor ve eğlence
olarak) Peygamberimiz zamanda bilinen ve Efendimiz tarafından tasvib buyuruîan
sporlardandı.[39]
Deniz sporları özellikle yüzücülük Sevgili
Peygamberimizin mu miıılere tavsiye ettiği spor ve eğlencelerdendir[40]
Şartlarına riâyet etmek kaydıyla İslâm'ın kabul ettiği
faydalı sporlardan biri de avcılıktır[41]
Hayvan avlamak mubah ve caiz olan işlerdendir.
İnsanlardan kaçan vahşi hayvanlardan hangisi olursa olsun av hayvanıdır.
Bunlardan bir kısmının eti yenir. Bir kısım hayvanların da eti yenmez. Eti
yenmeyen hayvanların ya derisinden veya kıllarından faydalanılır veya zararından
korunmak için avlanır.
Alimlerimiz, et alabilecek kimselerin eti yenen
hayvanları avlamalarını münasib bulmamışlardır. Çünkü zevk için öldürme söz
konusudur. Eti yenmeyip zararlı hayvanların avlanmasında hiçbir mahzur
yoktur.
Binicilik de bir spor çeşididir, Peygamberimiz "Atıeılık
ve binicilik öğreniniz" [42]
buyurarak binicilik öğrenmeyi tavsiye etmiş, bunun müsabakalarını düzenleyip
maddi ödüller de vermiştir. Kur'an-ı Kerim'de binmemiz için Atların, katırların
ve merkeplerin yaratıldığı bildiril-miştir.[43]
Deve, at, motor ve bisiklet... gibi vasıtalarla
yarışmak sünnettir. Zira bunlar cihâdın vesilelerindendir. İmâm Zerkeşi: "Bu
gibi vasıtalarla yarış yapmak ve yarış tertip ettirmenin vacib olması gerekir'[44]diyor.
Fıkıh kitaplarımızda da "Müsabaka ve atış bölümü" diye bununla ilgili özel
bahisler yer almaktadır.
Şunu demek istiyoruz: Her müslümanın bünyesine uygun
bir spor dalı (seyirci veya taraftar olarak değil) bizzat yaparak İslâmi
kurallara uymak şartıyla meşguliyetinde dinimizce mahzur yoktur. Böylesi
Peygamber Efendimize© teşvik edilmiştir.
Günümüzde sportif faaliyetler:
Günümüzde tatbik edilen şekliyle bütün sportif
faaliyetlerin hiçbir faydalı tarafı olmadığından, harama sebep yapıldığından,
kapitalistlerin sömürü aracı haline getirildiğinden dolayı dinimizce kesinlikle
haramdır. Çünkü bugün "spor" dedikleri şeyin hiçbir faydası yok zararları
ümmeti rezil edecek kadar çoktur.
Bugünkü tatbikatta spor, vasıta olmaktan çıkarılmış,
gaye haline getirilmiştir. Beynelminel emperyazilme [45]
âlet edilmiştir. Sömürü politikasının bir parçası haline
getirilmiştir. Kapitalist tekellerin propaganda aracı yapılmıştır.
Bugün sporla meydana getirilen tezgiyah uluslararası bir
koordineye dönüştürülmüş dünya genelinde ipleri elinde tutan güçlere menfaat
aracı yapılmıştır.
Dünya spor faaliyetlerini elinde tutan emperyalizm., bu
kolla genelde iki amacı hedeflemektedir:
1- Kendi
koyduğu kurallarla bütün basan derecelerini elinde tutup "En büyük devlet"
imajım beyinlere yerleştirmek suretiyle, sürekli kendine bağımlı kılmayı
zorunlu mantıksal hâle getirmek;
2- Sömürdüğü
ülkelerin iç bünyesini Ölü hâle getirerek işbirliği yaptğı idari mekanizmaya
tavsiye ettiği tedbirleri sessiz bir şekilde yaptırabilmek.
Esefle ifade edelim; Emperyalizm bunda fazlasıyla
muvaffak olmuştur. Amerika zorîa yaptıramadığını müziğiyle, sporuyla, seks
ağırlıklı filinıleriyle uyuşturarak yaptırmıştır. Kendi ata sporlarımız hariç
batı kaynaklı faaliyetlere dikkatle bakarsak; kökeninde kendini isbat, çoğu
zamanda meydan okumak gibi keadini yokluğa götüren bir meydan okuyuş görürüz.
İşte bu emperyalizmin tabiatıdır.
Günümüzde spor anlayışı, sadece heyecan verici bir
ihtiras vasıta ve modası halindedir. Bu anlayış ve böyle bir uygulama
hatalıdır; doîayısıyîe sağlık için de zararlıdır.
Bir müsabakayı ne pahasına olursa olsun kazanma
hırsıyla yapılan spor, ibtidâi bir gaye ve seviyesiz bir davra-mşdan ibarettir.
Spordan elde edilmesi gereken bu değildir. Spor, bedeni ve zihni dinlendirdiği
nisbette spordur. Yapılan bir müsabakayı kazanma hırs ve heyecanı vücu-. du ve
sinirleri yorar. Hırs ve heyecan ile vücut hırpalanır, takatin üstünde zorlanır,
sinirler gerilir, telâş son haddini bulur. Bunun Keresi spordur?
İslâm'ın spor aalaşı bugünkü anlayıştan yüzde yüz
farklıdır. Rasûîuüah (S.A.V) Efendimizin yaptığı ve yapılmasını istediği
sporlar amatör sporculuğu teşvik içindir. Çünkü hedefe götürücü olanı
budur.
Bir milletin bütün fertleri sportif hareketlerden
faydalandırılmalıdır. Bu milli sağlığımız için elzemdir. Bu bir hedef
olmalıdır. Ancak, böyle bir hedefe, mevcut kafa yapısıyla hiçbir zaman,
hareketsiz yüzbmîerce seyirci karşısında adedi yüzleri aşmayan "Sporcu kadrosu"
ile ulaşmak kesinlikle mümkün değildir. Eğer devlet devletliğini yapacaksa,
spor teşkilâtlarının programlarını, seyirci kitlesini trübünlerden küfür ile
deşarz etmekten kurtarıp, beden ve zmni dinlendirici sporu.bizzat yapmasını
sağlayacak şekilde proğramlaznalıdır.
Bir grup "sporcu" adı verilen kişilerin (dinimizce)
avret sayılan yerlerini açıp sahaya salıvermek, yüzbinleri de tribünlere
bağlayıp en galiz küfürler ettirmek ciddi hiçbir devletin ve hükümetin siyaseti
olamaz. Böyle bir uygulama millete ihanettir. Sömürgecilere uşaklıktır. Buna
kesinlikle milli spor denilemez. Bunun adı milleti oyalama, zihinleri boş
şeylerle meşgul edip uzaklaştırmaktır.
SağltMı yaşamın şartlarından biri de, hareketli
olmaktır .Bu hareketi, insanın tabiatına ve zevkine daha uygun bir spor ile
yapmak pratik bîr usuldür. Bu usul, seyirci olinak suretiyle dumura
uğratılmamalıdır. Bizzat iştirak ile
olmalıdır.
Yapılacak spor yorucu ve sert değil, gergin ve iddiacı
olmadan zevkli bir hava içinde olmalıdır. Spordan beklenen istifade ancak böyle
bir hava içinde geçen hareketlerden elde
edilir.
Bugün yapılan şekliyle spor, emperyalistlere
uşaklıktır. Bakınız, insan dünyaya çocuk olarak gelir. Eli ayağı ile tutunmaya
başlayınca oynamaya başlar. Oyuneakiany-la meşgul olur. İşte sömürgeciler
insanları bu zayıf noktasından yakalamışlar, onu hep oynatıyorlar. Futbol,
voleybol gibi saha oyunları, kahvede masa oyunları, perdede si-nama oyunları,
sahnede tiyatro oyunları, televizyonda eğlence oyunları, gazetelerde şans
oyunarıyla insanlarımızı hep karagözler gibi oynatıyorlar. Ne ağlanacak halimiz
var hele bir bakın...
Biz bu hâle nasıl getirildik, hele bir düşünsenize.
Ecza-cıbaşı basketbol takımı, Efes Pilsen voleybol-basketbol takımları spora
hizmet için mi vardır? Futbolcuların göğüs-lerindeki banka reklâmları bizi
uyandırmaya niçin yetmiyor? Saha kenarlarındaki dev firmaların reklamının
mahiyetini düşünmekten niçin alıkonuluyoruz? Bunları düşünmedikçe sömürü
hergün biraz daha dozaj artırarak devam edecektir.
İnsanoğlu en büyük hatâlarından birisini, değer ve Önem
vereceği şeylerle, vermeyeceği şeyler arasında seçim yaparken işlemektedir.
Günümüzde şeytanın en faal olduğu alanlardan birisi de kuşkusuz futbol
maçlarıdır. Futbol, günümüz, dünyasında müstesna bir mevkiye sa|hiptir. İnsan
sağlığı için faydası olmayan tek spor dalı da futboldur. Çünkü futbol, tamemen
seyir spor dalıdır. Siyonist mihraklar insanlığı sömürebilmek için bu spor
dalını beyne ye kana şırıngalarla zerk
etmeyi becermiştir. Onun için toplumumuzda maç seyrederken, takım tutarken,
karşı takıma hakaretler yağdırırken, spor-toto oynarken, cadde sokak dolaşıp
gürültü yaparken Allah'ın rızasını kazanacak ameller unutulmuş
olmaktadır.
Biz müsîümamz. Sözlerim müslümanlaradır: İslâm; güreşi,
koşuyu, ok atmayı, yüzmeyi, biniciliği tavsiye ederken, cihad için yapılması
gereken bir ön hazırlık, bir ibâdet lezzeti için kuvvetli bir vücuda sahip
olunmasını arzu eder. Köşesinde ibâdetle meşgul olan bir ebeveynin evlâtları
gönül ister ki, yahudinin oyuncağı olmasın.
Çağdaş medeniyet, arkasındaki zihniyet ile birlikte
yerleştikçe insanı esir eden piyon-putiarmı da getirir. İşte bu putlardan biri
de futboldur. Her hafta bir "âyin" e gi-dercesine maça gidiyor bir sürü
insanımız. Aylarca süren bir lig. O yetmez bir Türkiye kupası, Başbakanlık
kupası, Cumhurbaşkanlığı kupası. Mahalli ligler. Tv.den her hafta Avrupa'dan bir
kaç maç nakli. Yerli ilâhlar yetmiyebilece-ği için Tv. vasıtasıyla yabancı
"ithal" ilâhlar...
Futbol hastalığı ile birlikte kitleler toplu "kumar"a da
alışmışlardır. Bir hafta kaybeden gelecek haftanın toto kuponunu doj duruyor.
Ne kupan bitiyor haftalar boyunca, ne de ümit.. Ekonomik dar boğaza girmiş
ülkelerde neredeyse sloğanlaşmiş halde "Her ferde bir toto" propağandala-rıyla
sahte bir umut oluşturularak sebep-sonuç zinciri içinde sağhkh düşünebilmeyi
engellemektedirler.
Memleketimizde küçüklere önce yatıp uyumanın faydaları
belirtilir. Biraz daha büyüyünce de top elletilir. Yat yat uyu. Uyanınca top
oyna. Suna sende hadi ip atla.. Çarpık düzenin iğrenç planı budur.
Müslümanım diyen herkese sözüm şudur: Hergün insanların
imânları tahrip edilirken, dünyanın dört bucağında nıüsîümaniar harplerle,
esaretle ve zindanlarda çürü-mekle en ağır eziyetler görürlerken, küfür ve isyan
dalgaları her yanı sarmışken bizim maçlarla,' oyun ve eğlencelerle ömür
tüketmemiz büyük bir gafletin ifadesidir. Müs-lümana asla yakışmayan bir
davranıştır.
Bugünkü spor anlayışıyla meşgul olmak siyonizmin
gayesine hizmetkârlık yapmak demektir. Siyoniamin İslâm gençliğini ifsat için
sporu vasıta olarak kullanmaktadır. Bir maddelerini ibretle okuyunuz. Diyorlar
ki:
"Toplulukların dikkatini eğlence ve oyunlarla, makul
haddi aşmış, spor mücadeleleriyle oyalamak ve bunun gibi dünya zevkleriyİe,
halkı eğlendirmekle onları düşünmekten alikoymahdır."
Siyonizm ve onun uşağı olan hükümetler toplumları
uyutmak için bir takım uyutucuları ön plana çıkarırlar. Futbol, müzik, kumar,
piyango, içki, fuhuş bu uyutucuların başında gelir. Örnekleri çoktur.
İsterseniz birkaçını söyliyelim:
İtalyan hükümeti toplumu etkileyecek kararlar
alırlarken İnter-Milân takımları arasında futbol maçı yaptırırmış.
19601ı yılların devlet başkanlarından İspanya kralı
General Frankc'ya sormuşlar:
- Ekselansları! Bu kadar borç-harç içinde onca yıldır
koca İspanya'yı nasıl idare ediyorsunuz?
General şu ibretli cevabı veriyor:
- Gayet basiti Onları yıizbinîik beşiklerde
(stadyumlarda) ya ya. şa şa... îarîa uyuttum. Sonra yapmak istediklerimi
rahatlıkla yaptım. Kimsecikler hiçbir şey hissetmediler.
Şunu hatırlatalım: İspanya'da enflasyon
%90'îardadır.
Arjantinin dünya futbol şampiyonu olduğu yıl, devlet
başkanları Vidala, ülkesinde büyük harcamalarla, futbolculara bulunduğu
vaadlerle, ülke insanlarının tek konuştuğu ve düşündüğü şeyin futbol olmasını
planlıyor. O yıî kurşuna dizdirdiklerini unutturmak, gözden kaçırmak için
gücünün yettiğince ülkesinin şampiyon olmasını sağlıyor.
. Bizde de öyle değil mi? İnsanlarımızın sağlıklı
düşünüp sağlıklı hareket etmemeleri için ya futbol, ya beş-on milyarlık milli
piyango, ya moda... sergileniver iniyor mu?
Bernard Shaw'un güzel bir sözü var:
"Bir ülkede futbol ve içkiden başka bir şey
düşü-ulumuyorsa o ülkede başbakan olmaktansa, elinde ip ve kova kanalizasyon
temizleyen feir işçi olmaya tereilı ederim." diyor. Tabii ki bu namuslu
insanların yapabileceği bir kahramanlıktır.
Sosyologlar bugünkü icra edilen şekliyle spor ve
müziğin kişilerde sahte bir mutluluk meydana getirdiğini ve bununla mücadele
gücünün yetirildiğini zikrediyorlar. Ülkemizi düşünün. Hükümet her ğin zam
yapıyor ses yok, Caddenin ortasında fuhuş yapılıyor kimsede tepki yok.
Yönetimlerin, spor ve müzik konusundaki desteklerinin sebebini anlamamak için
ancak basiretsiz olmak lazımdır. Bizim milletimiz milli ve manevi değerleri için
daha içten duygularla doludur. Ama c duygular uyanmasın diye hep ruhsuz, gayr-i
milli ve gayri dini değerlerle meşgul ediliyoruz.
Bir futbol maçını düşünün! Yirmi iki,kişi koşuyor. 60
milyon seyirci spor yaptım sanıyor. Meydana gelen büyük heyecan dalgası, takım
tutma inadı adeta kara sevdaya dönüşüyor. Ciddi memleket meseleleri kitlelerin,
gözünde önemini yitiriyor. Böylece siyon protokolleri gerçekleşmiş oluyor. Bu ne
büyük felakettir.
Şu hâle bakınız: Artık futbol günümüzde bir sportif
etkinlik olmaktan çıkmış, yığınların çağdaş dini olma yoluna girmiştir. İnsan
kafasının yapısı dince kutsal şeylerden arındırılıp değişik muhtevalı yeni
kutsallar üretilmektedir.
İbret nazarıyla bakmak lazım. İbadetler nitelik
değiştirdi. İnsanımız camide alması gereken doyumu stadyumlarda Almaya
başlamıştır. Bir futbol maçının seyircilerinin coşkunluğu ilkel bir ayin
görünümünü vermektedir. İnsanlar artık 90 dadika boyu ilâhına ibâdetini yapıyor
sonra oradan ayrılıyor bir hafta sonra tekrar aynı hazzı almak için ibâdetgahı
olan stadyuma büyük bir şevkle gidiyor.
İstanbul İnönü stadyumunda 20 metre uzunluğunda beyaz
zemine siyah harflerle yazılı bir levha 1988 yılından beri asılı tutuluyor. Bu
levha her maç naldın de sık sık televizyon ekranlarına da getiriliyor.
Milyonlarca insanın gözü ve dili bu söze alıştırıldı. Asılı olan bu levhada şu
ifadeler yazılıdır:
"Öylesine kutsalsın ki Beşiktaşım. Her hafta gelir
buraya sana ibâdet ederim."
Buyurun! Burası Türkiye. Nüfusu 60 küsur milyon.
Yüzölçümü 778 bin kilometre kare. Halkın %95'i "müslüma-nım" diyor. Ve
3'ukarıdaki ifadeler bu memlekette ilân ediliyor. Televizyonda milyonlara
ulaştırılıyor. Varılan noktayı söylüyorum: Artık futbol günümüzde bir sportif
etkinlik olmaktan çıkmış, yığınların çağdaş dini olmuştur. Artık insanlar
dinlerinin gereği olan ayinlerini, stadlardaki karşılaşmaları izleyerek yerine
getiriyorlar.
Evet! Stadyumlar tapmak, futbolcular ilâh» gazete,
radyo ve televizyonlarında ilâha ibâdete çağıran borazan olduğu bir memlekette
Allah'ın vahyettiği İslâm'a gerçekten
inanan müslümaniara ne kadar da muhtacız.
Şu anda şu satırları okuyan veya dinleyen kadın-erkek
her müslümana soruyorum:
Farzedin ki, şu anda öldünüz. Sizi bastığınız toprağın
altına daracık çukura (mezara),gömdüler. Üzerinize toprak atılınca dostlarınız
oradan ayrıldılar. Yanınıza Peygamber (S.A.V) Efendimiz geldi. Size şu soruyu
sordu:
"- Ey ümmetimden Ahmed! Sen dünyadan geliyorsun. Ne
müjdeyle geldin. Senin bulunduğun toplumda benim getirdiğim senin de "inandım"
dediğin din geçerli mi? Yoksa "Müslümanım" diyenler müslümanlıktan yana
değiller mi? Ümmetim yoksa din mi değiştirdiler? Camilerin terk edilip
stadyumların tapmak, futbolcu denilen haytaların ilâh haline getirildiği doğru
mudur? Eğer dünya ahvali böyle ise sen ne yaptın? Benim tebliğ ettiğim dinin
yaşanması, hayata hakimiyeti için nasıl bir gayretde bulundu-dun? Senin
bulunduğun toplumda Kur'an ayaklar altına alınmışken, benim sünnetime itibar
edilmezken, İslâm yaşamaya değer görülmezken sen hangi çalışmayı yaptın. Sen de
mi öyle yaşadın yoksa?" derse ne cevap vereceksin. Bunu hiç düşündün mü?
Rasûlullah (S.A.V)'e hangi müjdeli haberle gidiyorsun? Tuttuğun takımın
galibiyetinde sevindiğin, mağlubiyetinde üzüldüğün kadar İslâm için de aynı
hazzı duyuyor musun? Eğer bu ikisi iîe ilgili hazzın aynı ise kendinin bir
müşrik olduğunun farkında mısın? İslâm seni, tuttuğun takım kadar
ilgilendirmiyorsa küfür bataklığına sap» landığını biliyor musun?
Şimdi düşün! Ve kendine gel. Sanırım yeniden imân etmek
düşüyor bize: "Lâilahe illallah Muhammed 'ün-Rasûlüllah..." [46]
Futbolun Çıkış Ve Yayılış Tarihi:
Futbol, İngiltere'de icad edildi. Ülkemizde de ilk
futbol olayını da İngilizler başlatmıştır. Memleketimizde ilk futbol kulübü
1899 yılında İngiliz gençleri tarafından ı:Black Stöcking Football Club"(=Siyah
çoraplılar futbol kulübü) adıyla kurulmuş ve bunu yine İngilizlerin kurduğu
'Kadıköy futbol kulübü" (1902 yılında) ve Kumların kurduğu ."Elpis kulübü"
takip etmiştir. Aynı yıllarda İzmir'de de Rumlar "panionios" ve "Apollon";
Ermeniler ise "Dork futbol kulübü'mi kurmuşlardır.
İngilizler kulüblerini kurduktan sonra, İstanbul ve
İzmir'de futbolu halka tanıtmaya başladılar. Osmanlı Devleti başlangıçta bu
oyusun oynanmasını yasakladı. Ancak, Rum ve Ermeni azınlıklarına tanınan
haklardan dolayı onlar arasında yaygınlaşan bu spor dalı giderek Türkler
a-rasında da yaygınlık kazanmaya başladı.
Devamlı zayıflatılan Osmanlı Devleti içinde İngiliz
sömürge zihniyetinin öncülüğü ile mevcut azınlıklar "Spor kulübü" adı altında
ülke gençlerini kendi öz değerlerinden uzaklaştırarak batıya bağımlı hale
getirmede Önemli bir görev icra etmişlerdir.
Yukarıda spor kulübierinin kuruluş tarihleriyle
kurucularının kimliklerini ibret nazarlarınıza arz ettim. Kurucuların
kimlikleri bu sporun hangi amaçla yaygınlaştırıldığına Kuvvetli bir
delildir.
Ülkemizde ilk futbol ligi 1904 yılında İstanbul'da
dü-zer.lenmiştir. Bu lige Moda, Elpis ve îmogene gibi İngiliz ve Rum takımları
katılmıştır. Ertesi yıllarda Türk takımları Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe
takımları perde arkasından İngiliz, Rum ve Ermenilerin teşviki ve
yönlendirilmiş yerliler tarafından kurulmuştur. Bu üç takım daha önce ihdas
edilen lige katılan yerli kimlikli ilk kulüpler olmuşlardır. Samanımıza kadar
kurulan kulübîerin de mayası hep bu üç kuîüb; onların mayası da İngiliz, Rum ve
Ermenilerin kurduğu kulübler olmuşlardır.
Siz, hiç bir futbol ucunun ibâdetlerini yaptığını,
hayatını güzel amellerle süslediğini, zina yapmadığm, içki içmediğini, düzenli
bir aile hayatı yaşadığını, har anılardan el etek çekip örnek bir hayat
yaşadığını duydunuz mu?
Ama çok gördünüz ve duydunuz: En namlı futbolcusundan
en namsız futbolcusuna kadar en namlı orosbusundati en namsız orosbusuna kadar
nice saniyelerle geçirdikleri fuhuş macaraîarmın gazete sütunlarına nasıl zevkle
re-simîeriyîe beraber aktarıldığım. Yine Ermeni ve Rum kökenli gazetelerde
bunlar propaganda edilerek milletimizin genç evlâtlarının nasıl bunlara
özendirildiğini gördüğünüz ve okudunuz...
Şimdi yine soruyorum! Ey müslümanlar! Bunca
olumsuzluklara rağmen size bunların oyuncularıyla beraber hangi takımlarının
niçin tutturul duğunun halâ farkına varamayacak mısınız? Bizden
sorması!
Totosuyla, lotosuyla, ganyanıyîa sportif faaliyetler
kumar aracı yapılmıştır, Aslında batı kökenli sporların tabiatında sömürü esas
alınmıştır. Bir voleybolun, bir basketbolün ve diğerlerinin harama gotürücülüğü
bakımından aralarında hiçbir fark yoktur.
Bugün yapılan boks müsabakaları barbarca ve vahşice icra
edildiği için İslam'ın ruhuna ters düşer.[47]
Sonra kendini "bilen" bir insan için eo iyi rallici olmak ya da en güçlü
yumrukları atmak bir hedef olamaz herhalde...
Bizim ata sporumuz güreştir. Güreş Peygamber sporudur.
Peygamberimiz güreşmeyi, biniciliği, atıcılığı, koşuyu bizzat yapmış ve
yaptırmıştır. Günümüzde yapılan diğer spor
müsabakalarında olduğu gibi güreşte de kaideleri batılılar koyuyor. Güreşimizi
de bozdular. Bakınız FİLA'nın neşrettiği "Güreş oyun kaideleri" adlı kitpta
9'.cu madde şöyle:
"Güreş yaparken güreşçinin üzerinde sadece mayo
bulunur. Mayo, vücuda yapışık ve kalçaları içine alan biçimde olacak, boyun ve
kolların etrafı iki avuç içi kadar ay biçiminde kesik olmalıdır. Bu kıyafete
hiçbir ilâvede bulunulamaz", denilmektedir. İslâm'ın avret saydığı yerler
açtı-rılınakta inadına yapılır tavrı açıkça görülmektedir. Güreşte bizim
örtümüz kısbettir. Onun kaideleri de tarihi kaynaklıdır.
Dinimizde müsabaka tertip etmekte beis yoktur.
Peygamberimiz spor yapıp yapılmasını da tavsiye ettiği gibi [48]
müsabakalar da tertip etmiş, kazananları ödüllendirmiştir. [49]
Milletlerin milli hislerini tatmin edici şampiyonlara
ihtiyacı vardır. Bu şampiyonluklar o milletin milli sporlarından
çıkarılmalıdır. Sportif faaliyetlerde o milletin inanç, âdet ve ananelerinden
gelen değerlere göre kaideler ko-nulmaldıır. Meselâ tesettür ve milli sporlar
gibi. Bugün hiçbir sporcu iştirak edeceği bir müsabakaya katılacağında ''Ben
müslümanım. İnancımın gereği dizlerimle göbeğim arasını açamam, haramdır. Bu
kısmı kapatarak müsabakaya katılacığım" deme hakkına sahip değildir. Çünkü
yapılacak sporun kaidelerini, kurallarını kâfirler kendi inançlarına göre
koyuyorlar.
Niçin böyle yapıyorlar, derseniz; sebebi gayet açıktır.
Çünkü, milletleri ayakta tutan şeylerden biri de moraldir.
Şimdi propaganda ve moral açısından sportif
faaliyetlere, müsabakalara daha çok önem verilmektedir.
Batı kendi bünyesine uygun kaidelerle, yönlendirdiği
müsabakalarla milletimizin moralini yıpratmayı, gençlerimizi aşağılık duygusuna
itmeyi hedeflemiştir.
Milletimize dinimizin ortaya koyduğu ölçülerle, teşvik
ettiği spor dallarını güçlendirir sek ve küfre karşı kesin tavrımızı koyarsak,
kimsenin aşağılık duygusuna düşmesine imkan vermeyiz. Böylece sporun gayesi ve
müsabakalardan elde edilmesi gerekene ulaşılmış olunur.
Elde edilen "başarı"ların kutlamlması da memleketimizde
ayrı bir haram vesilesi yapılıyor. Kendi aralarında yaptıkları faaliyetteki
"üstünlüğü" bile içki ve dansözle eğlenerek daha da bay ağıl
aşıyorlar.
Oysa başarılar namaz ile secde ile kutlanır. Fatih
Sultan Mehmed İstanbul'u feth ettiği zaman doğru Ayasof-ya'ya gidip Allah'a
şükran secdesinde bulundu. Zafer ser-hoşluğuna kapılıp içki masasında kendinden
geçmedi. Dansöz oynatmadı. Çılgınlaşmadı. Bugün bilmemne spor dalında ufak bir
galibiyet elde edilince devlet erkanından tutun da spor kulübünün odacısına
kadar içki içiliyor, dansöz oynatılıyor, sözüm ona "zafer" serhoşluğuna
kapılı-nıyor. Bu da bize batının sporuyla beraber gelen bir hastalık. Cenab-ı
Hakk neslimizi bu hastalıktan korusun çağımız insanını da
kurtarsın...
Hasılı, İslâm'da spor (günümüzdeki gibi olmamak
kaydıyla) vardır ve bir gayeye yöneliktir. Zamanımızda spor küfrün elinde bir
silah olarak kullanılmaktadır. Müslümanlar spor ile de sömürülmektedir.
Peygamberimiz amatör sporculuğu tavsiye etmiştir. Spor yapmanın şartları bu
yazımızda da beyan ettiğimiz gibi belirtilmiştir.
Unutmayalım, müslümanlığımız amellerimizin Ölçülü
olmasıyla orantılıdır. Ölçüye uymayan her amel
küfrün kâr hanesi için önemli bir kazançtır. Çünkü bu küfrü ku-vetlendirir.
İnsan, küfrün hizmetkârı olmaktansa lağımlara fare olmayı tercih etmelidir.
Çünkü küfür lağımlardan da iğrençtir. İnsan için asıl olan imân ile şereflenmek
İslâmi hayat iîe bu şerefi muhafaza etmektir.
Cenab-ı Hakk, nefsimizi ve neslimizi küfür bataklığına
düşmekten korusun; çağımız ihsanını da kurtarsın... [50]
441- Bu İş İnşaallah Île Maşaallah'a Kaldı İse Yandık.
•önce kelimeleri açalım:
İnşaallah: Eğer Allah (c.c) dilerse;
Maşaallalı: Allah (c.c)'nün dilediği olur.
Mülk Allah'ın sadece Ö'nun hükmü geçerlidir. Ey müî-kün
sahibi olan Allah'ım! Sen dilediğine dilediğini verirsin. Dilediğinden de
dilediğini çeker alırsın. Dilediğini aziz, dilediğini de zelil edersin. Hayır
yalnız senin elindedir. Sen her şeye kadirsin.. Geceyi gündüze sokarsın.
Gündüzü de geceye sokarsın. Ölüden diri çıkarırsın. Diriden de ölü çıkarırsın.
Dilediğine dilediğin kadar verirsin.[51]
Evet! Allah'ın dilemediği, O'nun İzin vermediği hiçbir
işi, dini ne olursa olsun mümkün değil kimse başaramaz. Bunu kesinlikle
bilmemize ihtiyacımız var. Bu bilinmeden sihhatli bir neticeye
gidilemez.
Üzülerek ifade edelim ki, müslümanlar geneli itibariyle
bu gerçeği bilmiyorlar'. Bilmiş olsalardı böyle olmazlardı.
Öncelikle İnşaallah" diye söz verip sözünü yerine
getirmeyen, bu kelimeyi "yalama"laştiran müslümanlar olmazlardı. "Söz vermek
yemin gibidir" hadisimi unutmamak lazım. "Allah dilerse", "Allah'tan bir engel
çıkmazsa mutlaka bu gösümü yerine getireceğimi" anlamına gelen "inşaallah"
sözünü keyfemayeşa boşa çıkaran, söz verip sözlerinin üzerine yatan müslümaBİar
bugün müslümanbk anlayışını bozmuşlardır
.Bozuk insanların elinde ve dilinde güvenilir müslümanlık diye birşey
kalmamıştır.
Müslümanların yüklendiği bu ağır vebal sebebiyle
insanlar artık, yapamıyacakları oyalayacakları işler için "in-şaallah"
"jnaşaallah" der olmuşlardır.
inşaallah ile Maşaalîah demenin ne mânâya geldiğini
bilen, bilerek bu ifadeyi kullanan ve sonra da verdiği sözü tutmayan,
karşısındakini oyalayanlar din. ile alay etmiş ve dini sulandırmaya kast etmiş
olur. Böylelerinin şerrinden Cenab-ı Hakk dinimizi, milletimizi ve bütün
insanlığı korusun ve kurtarsın.
Hâsılı, "Bu iş inşaallah ile maşaallah'a kaldı ise
yandık" diyenler Allah'ın takdirini, O'nun dilemesini devre dışı bırakmış
oluyorlar. İnşaallah, Maşaalîah dedikleri halde sözlerini tutmayanlar,
başkalarını oyalayanlar ve bu kelimeleri bu niyetle söylenilir hale getirenler
cehennemdeki yerlerini sağlamlaştırmış oluyorlar. Bu şerirlerin ve zalimlerin
sebep olacakları felaketten Allah'a sığınıyoruz. Rabb'imiz bizi böylelerin
şerrinden korusun ve kurtarsın... [52]
442- 'Haydan Gelen Huya Gider" Demek.
Hakk'm 99 İsm-i Celili vardır. Bu 99 isme Esmâ-i Hüsnâ
denir. Hayy [53]
ve Hû' [54]
isimleri de Esinâ-i Hüsnâ'dandır.
Peygamber (S.A.V) Efendimiz:
"AUah-u Taalâ'nın 99 ismi vardır. Kim bunları beller ve
ezberlerse cennete gider"[55]buyurmuştur.
Bu 99 isme ihsâ isimleri denir [56]Bu,
Allah'ın 99 ismi vardır da bunlardan başka yoktur demek değildir. Bu sadece
Allah'ın ihsâ isimlerini bildirmek içindir. Kur'an-ı Kerimde Allah'ın bunlardan
başka isimleri de vardır. Has kullarına bildirdiği veya bildirmediği nice
isimleri de vardır. '.
Alîah-u Taala'yı bilmek, O'na layıkı veçhile kulluk
yapabilmek ancak Onun isimlerini, sıfatlarını Öğrenmekle ve tanımakla
olur.
Allah'ın 99 ismine gönlümüzü verir de samimiyetle
söylersek kazancımız ölçüsüz olacaktır. Allah'ın yardımı arkadaşımız olursa, bu
isimlerin bereketiyle zalimler Hakka boyun eğer, münkirler ikrara döner,
cahiller arif olur, ariflerin irfanı artar. Cimriler cömert kesilir.
Hasetçilerin içindeki haset ateşi söner. Şirkin her çeşidi yüreklerden
silinir.
Esmâ-i Hüsna'yı öğrenmekle Allah (c.c) bilgisi
kazanılır. Allah bilgisi Allah segisinini tohumudur. Bir gönüle bu tohumdan
düşerse filizlenir. Allah (c.c) Kudsi hadiste: "Ben mü'min kulumun gönlündeyim."
buyuruyor. Allah (c.c) mü'min bir kalbe sığar. Allah'a yapılan taat, duyulan
sevgi, Allah'a itaatsizliğin sebep olduğu azabın korkusu Allah'ın kalbe
sığmasıdır.
Kainatta en çok söylenilen kelime Allah (c.c) lafzıdır.
Kur'an-ı Kerim'de Mücadele suresinin her ayetinde AT I, AH kelimesi geçer. Ve
bu kelime Kur'an-ı Kerim'de 1697 defa zikredilmiştir.
Bütün bunları zikretmenizin sebebi başlıkta
zikrettiğimiz sözü izah için idi: "Hayy'dan gelen Hû'ya gider." Son derece
güzel olan bu sözün türkçesi: "Allah'tan gelen yine Allah'a döner" şeklindedir.
Öyle değil mi? Biz Allah'tan gelip yine Allah'a dönmeyecek miyiz? Bizden
öncekiler böyle olmadılar mı? Bizden sonrakiler de böyle olmayacaklar mı?
Elbette, evet.!
Ancak, Allah'tan gelenin yine Allah'a döneceğini
anlatan bu güzel sözü zamanımızda bir kısım densizler (ve hatta halkta genel
anlayış olarak) zıt bir mânâ ile ele alıp; kötü yoldan gelenin kötü yola
gideceğini anlatmak istiyorlar. Böyle bir izah son derece tehlikeli ve insanı
cehenneme götürücüdür. Allah'ın Hayy ve Hû İsm-i Şeriflerine iki ayrı iğrenç
mânâ verip çirkin bir izah yapmak akıllı ve imanlı kişilerin yapabileceği bir
şey değildir.
Evet "Haramdan gelen harama gider" sözü doğrudur ama
bunun ifade tarzı "Hayy'dan gelen Hû'ya gider" şeklinde değildir. Bu "Havadan
gelen havaya gider" şeklinde söylenmelidir. Netice olarak maddecilerin kabul
etmediği bir gerçek var. Onlar kabul etmeselerde havadan (haramdan) gelen para,
havaya (harama) gitmektedir. Kimseye mutluluk getirmemekte, huzursuzluğa yol
açmaktadır.
Hâsılı, "Hayy'dan gelen Hû'ya gider" sözü Allah'tan
gelen Allah'a gider mânâsında olup son derece doğru bir ifadedir. Allah'tan
gelenin yine Allah'a gideceğini anlatan bu güzel sözü muhalif mânâda ele alıp,
kötü yoldan gelenin kötü yola gideceğini anlatmakda son derece çirkindir. Hayy
ve Hû ism-i şeriflerine ters mânâ vermek insanın imânım -varsa- helak eder. Eğer
kötü yoldan gelenin kötü yola gideceği gerçeği kısa yoldan anlatılacaksa bu
"havadan gelen havaya gider" şeklinde ifade edilmelidir.
Her raü'min bu hususa son derece titizlikle riâyet
etmekle yükümlüdür. Zira cehenneme gitmeye sebep uzuvlardan biri de
dildir."Diline, eline, beline sahip ol" ata-sözümüzle bir gerçek ne güzel ifade
edilmiştir. Müjdeler olsun bunlara sahip olabilenlere...
Cenab-ı Hakk, ümmeti gerçeklere muhalefet etmekten
korusun ve kurtarsın... [57]
443-Günümüzde Şarkı-Türkü Sözleri
Günümüzde söylenilen şarkî ve türkü sözlerinin tamamına
yakını ya küfür veya küfre götürücü ifadelerdir. Onun için bunları söylemek ve
dinlemek kesinlikle haramdır! Hiçbir müminin böyle bir tehlikeye mâruz
kalmamalıdır.
Bu konuyu musiki çerçevesinde ele almak gerekiyor. Biz
"Müzik ruhun gıdasıdır" başlığı altında bu konuyu kitabımızın ikinci cildinde
genel hatlarıyla ele almıştık.[58]
Aynı meseleyi başka bir yönüyle burada tekrar gündeme getiriyoruz. Konunu
başlığına dikkat edilirse ele alacağı-mızhusus anlaşılacaktır.
Burada, günümüzde söylenilen şarkı ve türkü sözlerinden
bazılarını tahlil edip genel bir hüküm çıkaracağız, in-şaallah..
Zamanımızda söylenilen şarkı ve türkü söyleri söyleyen
ve dinleyenleri ya kâfir olmalarına sebep olmakta, ya küfre doğru sürüklemekte,
ya şehveti tahrik etmekte, ya ümitsizlik ve isyankarlık aşılamakta, ya insanı
âsileştir-mekte, ya içki ve kumar gibi dinen haram olan şeylere teşvik etmekte,
ya bir zâlimi veya bir kadının orasını burasını övmektedir. Bunlardan dolayı ve
kadınh-erkekli meclislerin meydana getirilmesine sebep olduğundan ve namahrem
kimselerin seslerinin dinlenilmesine vesile olduğun dan kesinlikle haramdır[59]
"Müzik ruhun gıdası" diyenlere, hayatın lezzet ve
zevkini kaçıran o şarkıların ve türkülerin ruha gıda mı zehir mi olduğunu
sormak lazım. Yaratılış gayemize ters düşen ve söyleyen ye dinleyenleri küfre
veya isyankarlığa götüren sözlerle dolu olan şarkılar nasıl ruhun gıdası
olabilir? Bugün musiki dedikleri şeyleri dinleye dinleye dünyalarını karartan
inşalara şaşmamak imkansızdır.
Bir de konser dedikleri ve salonlarda icra ettikleri
aca-ib gürültülerle kimin ne söylediği anlaşılmayan bir "müzik" çeşitleri var
ki yamyamların ayinlerine benziyor. Bu bize batılı yamyamlardan sirayet
etmiştir. Nota, usul, makam, edeb, hâyâ. bilmez, kişiliksiz ve neidüğü
belirsizlerin tuttukları bir yol. Biz kültürü bozulmuş bir toplumuz. Kültür
istilasına uğramış bir toplum elbette bütün değerleriyle birlikte musikisini de
kaybetmiştir. Bizde bugün müzik ve spor en etkili bir sömürü aracı olarak
kullanılmaktadır. Amerika her alanda olduğu gibi caz ve pop müziği ile, sporu
ile bir ahtapot gibi kanımızı emmektedir. Hadise budur.
Bir de, musiki ile hastalan tedavi usulü vardır. Ancak
bugün uygulanan şekli son derece yanlıştır. İstanbul Bakırköy akıl
hastahanesinde bu usuî uygulanıyor. Hastaha-nenin her tarafına hoparlör
vasıtasıyla "musiki" yayını yapılıyor. Neşrettikleri müzik kilise müziğidir ve
insanın sinirlerini gevşeteceği yerde daha da gerginleştirmektedir. Bırakınız
delileri teskin etmeyi bu müzik akıllıları bile deli ediyor. Şüphesiz bu,
kültür bozukluğunun bir uzantısıdır.
Dünyada ilk defa ecdadımızdan Farabi ve İbni Sina gibi
müslüman Türk âlimleri müzikle tedaviyi başlatmışlardır. Özellikle İbn Sina bu
bilimin kurucularının başında gösteriliyor.
Farabi'nin "Kitabul-Şifâ" adlı eserinde müzikle
tedaviye ayrılmış parçalar vardır.
Osmanlılar müzikle tedaviyi Farabi ve İbni Sina'nın
kurdukları esaslar üzerine geliştirmişlerdir. Bu konuda araştırma yapan
hastahaneîer kurmuşlardır. Araştırmalar o kadar derinleşmiştir ki 17-18. ci
yüzyıllarda yaşamış olan hekim ve şair Suuri Hasan Efendi hangi makamın hangi
hastalığı tedavide kullanılması gerektiğini şöyle sıralamıştır:
•Makam-ı rast=Havâle ve felç hastalarına; •Makam-ı
Zirefgân=FeIç, sırt ve mafsal ağrısı çeken hastalara;
•Makam-ı Irak= Menenjit hastalarına;
•Makam-ı Buseîik=Göz ağrısı ve göz hastalıkları
hastalarım tedavide uygulanacaktır. Gerçekten bunlar bir takım metodlarîa
hastalara uygulanmış ve iyi neticeler alınmıştır.
Buraya kadar alt yapı olsun için genel malumat verdik.
Şimdi asıl konumuza geliyoruz: Günümüzde şarkı- türkü sözleri ve bu sözlerin
itikati neticeleri:
Televizyonda, radyoda, teyb bantlarında gazinolarda
zenneler [60]
seslerinin çıktığı kadar haykırıyorlar. Diyorlar ki:
"Seninle Cehennem Ödüldür bana; Sensiz Cennet bile
sürgün sayılır..."
"Bu akşam bütün meyhaneleri dolaştım; Seni aradım
kadehlerdeki dud#k izlerinde."
"Tanrım beni baştan yarat." "Kaderim ve kaderimi yazan
utansın."
Yukarıya bazı şarkı sözlerinden birer parçayı konumuzu
izahta kolaylık olsun diye aldık. Dikkatle incelendiğinde, bu ifadeleri
kullananların ve kullananları onaylayanların küfre düştükleri anlaşılacaktır.
Kimse kendisini kandırmasın; bu ifadeler küfür sebebidir.
Çünkü bu ifadelerle, karşı cinse olan sevgi ölçüyü
aşmış, kadere ve Allah'ın takdirine isyan bayrağı açlımıştır. İnsanı sevmenin
bir Ölçüsü vardır. Sınırsız sevgi yalınız Allah (c.c) içindir. Allah'ı sever
gibi birilerini sevmek, Kur'an-î Kerim'de de buyurulduğu gibi, son derece
tehlikeli bir olaydır.
Cenab-ı Hakk buyuruyor ki:
"İnsanlardan bir kısmı Allah'tan başkasını O'na emsal
edinir, Allah'ı sever gibi onları severler. İmân edenlerin ise Allah'ı sevmesi
çok daha köklü ve devamlıdır..."[61]
Dikkat edilirse âyette bir kısım insanların
yaratılmışlardan bazılarını Allah'ı sever gibi sevdiklerine işaret ediliyor.
Şüphe yok ki, böyle yapmak onları Allah'a ortak yapmaktır, Şarkı-türkü
sözlerine dikkat ederseniz bunu açık-ca göreceksiniz.
Bir kaide vardır: Ma'bud [62]
en yüksek mahbuddur. [63]
Son derece sevilen şeyler ne olursa olsun ma'bud edinilmiş
olunur. Allah'ı bırakıp Allah'tan başkalarını muhabbet
vesilesi yapmak [64]
sapıklık [65]olarak
beyan edilmiştir.
Zevkine eriîmiş sağlam imân, derin sevgiye yol açar; Ne
var ki birini Allah için sevmek başka, Allah'ı sever gibi sevmek daha
başkadır.
' Zira, Allah için sevmekle Allah'ı sever gibi sevmek
arasındaki farkı bilmek gerekir. Allah'ı sevenler Allah'ın koyduğu ölçüler
içinde yaşayan kullarım da severler; lâkin Allah'ı sever gibi değil. Allah
(c.c.) için sevenler gevdiklerine Allah'ın rızası yolunda uyarlar. Allah'ı
sevmek, O'na muhabbet havası içinde zavklerin en yücesini en nefisini tatmak
ise, olgun mü'min için en ideal gayedir. Birinci ölçüdeki sevgide sevap ve
rahmet vardır. Odnei türdeki sevgide günah ve şirk (Allah'a ortak, denk ve
benzer) koşmak anlamı vardır. Üçüncü sevgi ise peygamberlerin, velilerin,
salihlerin ve büyük âlimlerin yolu ve sünnetidir. Cenab-ı Hakk bir insanda iki
kalb yaratmadığı için bir gönülde iki sevgi birleşemez. Allah'ı sever gibi
başkasını sevmek tevhid'i zedeler, ruhu gıdasız bırakır, aslına ulaşma
yollarını tıkar. O bakımdan hakiki imân, Allah'ı çok sevmenin tek çaresi ve en
sağlam temelidir.
Şarkı sözlerini inceleyin. Bunlar sizi çok
düşündürecektir. Ben inanıyorum ki, böylece siz önceki hatâlarınızdan dolayı
tevbe edecek ve yeniden imân etme gereğini duyacaksınız. Aldatıldığınızı,
saptırıldığınızı anliyacaksımz.
Bizim toplumumuzda nice insanlar var ki, zenginleri,
makam-mevki sahiplerini, şarkıcıları, futbolcuları, fiziki güzelliğe sahip
kadınları Allah'ı sever gibi seviyorlar. Bunların uğrunda her şeyi göze
alryorlar. Bu bir şirktir. Bu hastalık bize Yunan, Roma ve Avrupa kültürüyle
beraber gelmiştir. Çünkü onların edebiyatında, kültüründe, folklorunda böyle
muhabbet mabudlannm hadd-i hesabı yoktur. Avrupa edebiyatında bu nevi şirk o
kadar yaygındır ki, her eline bir kalem alan, şiir söyleyen ve şarkı okuyan
kimse sevgilisine ilâh payesini vermeyi bir hüner addeder. İşte bizdeki
sapıkların ilham kaynağı bunlardır. Ne yazık ki, müslümanlann dejenere olmaları
sebebiyle kamu oyuna da bu sapıklar hakimdir. Onun için bunların borusu ötüyor
hep.
Bir hususa daha dikkat çekmekte fayda mülahaza edi-'
yorum:
Bir gazinoyu düşünün. Yüzlerce kadın erkek oraya
toplanmış. Çıplak bir kadın oraya çıkmış şarkı veya türkü söylüyor. Ve
oradakiler bu kadını alkışlıyor, ıslık çalıyor, brova sesleriyle kendisinden
memnuniyetlerini bu hareketleriyle ortaya koyuyorlar. Şimdi, bunlar eğer o ana
kadar imanlı idiyseler o andan itibaren kâfir oldular.
Niçin? Çünkü o kadın herşeyiyle Allah'a isyan halinde
idi. Allah'a isyan halinde olan birini desteklemek;
"- Evet güzel yapıyorsun. İsyanında seninle beraberim,
seni desdekliyorunı. İsyan etmeye devam et.." demektir.
Aynı şey televizyon için de geçerli. Aynı şeylerin icra
edildiği veya hokkabazlıkla İslâm'a saldınîdığı bir programı seyrederken
onaylamak, tebebsümle karşılamak da insanı varsa imanından sıyırıp küfre sokar.
Bu işin şakası yoktur. Her mü'min akıllıca yaşamını sürdürmeye
mecburdur.
Tavsiye ediyoruz: Dinlediğiniz şarkının ritmine
kapılarak mânâsını düşünemiyorsanız lütfen önce sözlerini bir kağıda yazın.
Sonra okuyun. Göreceksiniz ki, ortaya çıkan sonuç sizi dehşete düşürecektir.
Böylece meselenin ciddiyetini kavramış olacaksınız.
Unutmayın: Siz müslümansınız. Göreviniz Hakk'ın
koyduğu ölçülere göre yaşamaktır. Bunun başka
altarnati-fî de yoktur. Eğer var diyorsanız İslâm ile irtibatınız
kesilir.
Hâsılı, günümüzde söylenilen şarkı ve türkülerin çok
önemli bir bölümü insanı küfre götüren ifadelerle doludur. Geri kalanı da
insanlara şehveti ve karamsarlığı aşılıyor. Müzik yönetimlerin halkı sömürü
aracı haline gelmiştir.
Şarkılar ve türküler, insanlara, yaratılmışları Allah
için değil Allah gibi sevmelerini telkin ediyor. Bu bakımdan, bu tür ifâdeleri
mırıldanmak, söyleyenleri dinlemek, söylenilenleri onaylamak küfür sebebidir,
insanı kâfir yapar. Allah Cc.c), bizi ve bütün insanlığı böyle bir durumdan
korusun ve kurtarsın... [66]
444- "Bu Asırda Kur'an İle Devlet İdare Edilmez"
"Bu asırda Kur'ân ile devlet idare edilmez" diyenlere
gafil demek mümkün değil, bunlar hain kâfirlerdir. Bunlara diyelim
ki:
Allah'ın yarattıkları iki türlüdür:
1- Belli bir
müddet yaşayıp ölen insani ar-hayvanlar; yani fâni olanlar.
2-
Yaratıldıktan sonra kıyamete kadar baki kalacak olan hava, toprak, su, güneş...
gibi varlıklardır.
Bu Kanun-u İlahiyeyi değiştirmek insanların elinde
değildir.
Birisi dese ki:
- Bu dünyanın toprağı eskidi. İlk insan Hz. Adem'den
beri gelen bütün insanlar ve diğer canlılar bu topraktan faydalanmışlardır.
Artık bu asırda yiyeceklerimizi bu hükmü geçmiş topraktan almayalım. Bu
gericiliktir" dese;
Başka birisi:
"- Dünya kurulalıdan beri herkes bu güneşle ısınmış ve
aydınlanmış. Bunun modası geçti. Bu asırda modası geçmiş güneşle ısınmak ve
aydınlanmak gericiliktir. Başka bir aydınlanma aracı yaparak güneşi söndürelim"
dese; "Ve bir de şu havayı beğenmiyorum. Suyu beğenmiyorum. Bunlar ilk insandan
beri kullanılan şeyler. Bunları kullanmağa devam etmek gericiliktir. Ben
yirminci asrın ile-ricisiyim" dese, böyleleri için.
- Delirmiş zavallı, der geçeriz. Sözlerine Seğer
vermeyiz.
Çünkü, Allah'ın kıyamete kadar baki kalmak üzere
ya-rattğı bir varlığı, kıyametten Önce yok etmeğe çalışmak veya ısrarla yok
farzetmek deliliktir.
Kur'an-i Kerim'de, kıyamete kadar, baki kalacaktır.
Başka peygamber ve kitap gelmeyeceğinden, ezelden ebede kadar hükmünü
sürdürecektir. Bu kanunu da biz değiştirenleyiz. Kur'an-i Kerim'i inkâr da
deliliktir, çılgınlıktır. Bu balığı susuz, insanı havasız yaşatmaya çalışmak
gibidir.
Muhafazakârlık hep olduğu yerde saymak değil, meselenin
Özünü biîmek, kaynaktan kopmamak, balığı denizde, insanı atmosferde yaşatmak
demektir.
Biz, dinimize göre yaşadığımız dönemlerde dünyanın
efendisi makamında idik. Avrupalılar bizim atalarımızın özengisini o zamanlarda
öpüyorlardı. Bizi dinimizden ayırdılar. Ne oldu ise ondan sonra oldu. Başımıza
bunca bela bundan sonra geldi. Hırsızlığı uyanıklık, çıplaklığı asrilik, dine
saldırıyı ilericilik zanneden türemeler türedi. Batılı din ve devlet adamlarının
bu konuda yazılmış yüzlerce raporu vardır. Hepsi de, Müslümanların askeri güçle
yenilmesinin mümkün olamayacağını, ancak dinimizden kopmamız halinde zayıf
düşeceğimizi dinimizden kopmamızın ise, ahlâkımızın bozulmasıyla mümkün
olacağını yazdılar, söylediler. Yazıp söylemekle kalmadılar. Ajanlarını aramıza
soktular. Onlar devleti ellerine geçirdiler. Bir de bizim bazı insanlarımızı
tahsil adı altında ülkelerine aldılar. Onların çoğunu kendilerine göre
yetiştirdiler. Gönderdiler memleketimize. Bize bunların propagandasını yaptılar.
Bu Avrupa görmüş, dediler. Görgüsü, bilgisi Avrupaya gitmeyene göre daha fazla
dediler. İnsanımızı propaganda ile aldattılar. Biz inanıverdik onlara. Onlara başımıza
idareci seçtik. Kıyamet işte bundan sonra koptu. Bunlar namaz kılan
ana-babalarma bile düşman oldular. Dindarlık gericilik, İslâm terakkiye mani
dediler. 1400 senelik kanunlarla bu memleket idare edilmez dediler. Zaman zaman
da millete kendililerini kamufle edebilmek için "benim babam da hoca idi"
demekten de geri durmadılar.
Şerefli tarihimizi, bizi biz yapan dinimize şerefimize,
edebimize düşman olan bu güruhu tanıyalım da bunlara aldanmayalım. Bunlar,
eskiden yaratıldı diye güneşi, ayı, toprağı, havayı, suyu, 1400 senelik geçmişi
var diye Kur!an-ı Kerim'i beğennıiyecek kadar geri zekalıdırlar. Bunların kalın
enselerini, şişkin göbeklerini görünce bir-şey olduklarını zannetmeyin.
"Kur'an-m devri geçti" diyenlerin lâğımlarda gezen fareler kadar bile Allah
indinde değerleri yoktur. Bunlara Müslümanca baktığımız zaman ne tür iğrenç
olduklarını göreceksiniz. Bunlara o gözle bakın işte.
Şunu kesinlikle hepimiz biliyoruz: İslâm'ı parçalara
ayırıp, "Bu bizim hoşumuza gidiyor kabul ediyoruz; bu da gitmiyor, bu çağda bunu
uygulamak mümkün değildir" demek kafirliktir. Nesillerden nesillere miras
yoluyla intikal eden mallar gibi ana-babalarının hocaliklarıyla övünenler,
içkinin helaliğini, çıplaklığın gerekliliğini ellerine geçirdikleri imkanlarla
propaganda ediyorlar. Bu zalimleri iyi tanıyın, Müslümanlar... '
Bunlar dinden ve dindarlardan, dinine göre
yaşıyanlar-dan çok korkarlar. Dünyanın her yerinde bu böyledir. Çünkü iman
edenler, kendilerinin üzerinde Allah'tan başka kuvvet görmezler. Kendilerini
putlaştıran haksız ve sahtekar idarecilere ilk karşı çıkanlar dindarlardır.
Bunun için kâfirler insanımızın inancıyla inancının gereği giyimi ve yaşantı
tarzlarıyla mücadele ediyorlar. Bizi dinimizden etmek için ellerindeki
imkânları kullanıyorlar.
Netice olarak şunu diyebiliriz ki, Allah'ın kanunları
değişmez. Güneş ay, hava, su, toprak... v.s. eskiden yaratıldı, modası geçti.
Bunları kullanmak, bunlardan faydalanmak gericiliktir, demek ne kadar gülünç
ise, Kur'an için de 1400 sene önceki kanundur, geçerliliğini kaybetti demek de
en azından o kadar gülünçtür. Makamı, mevkisi, mesleği, meşrebi ne olursa olsun
Kur'an'a karşı çıkan bu kafirleri iyi tanımak lazımdır. Yoksa, "Benim babam da
hoca idi" derler ve bizi aldatırlar. Müslümanlar, ne dünyanın alâyişine ne de
şeytanın iş birlikçilerinin fesadına al-danmıyalım. Dinimizden her ne pahasına
olursa olsun taviz vermiyelim...
Cenab-ı Hakk, Ümmeti Kur'an'sız bir hayattan korusun ve
kurtarsın.. [67]
445- "Eğrî Oturalım, Doğru Konuşalım."
Bizde söylenen günah sözlerden biri de "eğri oturalım
doğru konuşalım" sözüdür. Bu sözün muhteviyatı müs-lümana yakışmaz. İnancımıza
zıt bir ifadedir.
Doğru oturmaya ne mani var ki de eğri oturacağız. Hem
eğri oturan doğru konuşamaz. Biz müslürnamz; doğru oturaciğız ve doğru
konuşacağız. Bununla yetinmemiz de mümkün değli. Aynı zamanda eğrilerin
düzelmesi için doğrulan konuşacağız, Kur'an ve Sünnette emredildiği üzere,
dosdoğru yaşayarak çevremize iyi örnek sağlam önder olacağız.
Bizim nasıl oturup nasıl konuşacağımız konusunda Kur'an
ve Sünnette talimatlar verilmiş, bu konuda kesin tenbihatlarda bulunulmuştur.
Biz müslümanlar bu hususlara aykın bir hayat sergiîeyemeyiz. Böyle bir cesarete
sahip değiliz. Çünkü yaptığımız her hareketin ve sarfettiği-miz her sözün
hesabının sorulacağı güne imân ediyoruz. O günün hesabını yapmak
zonurdayız.
Eğri oturmak ve yalan konuşmak kâfirlerin ve kâfirler
gibi yaşıyanlann harcıdır. Biz böylelerin hergün binlerce-sine şahid oluyoruz.
Misâl istenirse işte televizyon programlan. Evet, biliyoruz. Bunlar, bu
programlan yapanlar milletim fıtratım bozmak için görevli piyonlar.
Kahrolası-lar bu&u yapacaklar. Sürtüğünden tutun tâ profösörüne kadar
program diye yayına çıkarılanlara hele bir bakın. Bir-ikisi müstesna, bunlarda
edeb diye bir şey yok. Edebsizlik yarışında hepisi birinciliğe layık. O ne biçim
oturuş öyle. Bacak bacak üstünde. Koltuğa yayılmış basen ellerinde sigara incir
çekirdeğini doldurmaz lâflar. Kadın dişilerin kasıkları görünür vaziyette.
Sanki hayâsızlık yarışması yapılıyor. Bakın bunlara kimi profosör, kimi deflet
ricali, kimi nota bile bilmez "sanatkâr" adı altında bir sürü sürtük . İnsaf
edelim insaf! Hem de ne insaf...
Eğri oturmak da eğri konuşmak da bizim asil
kültürümüzde yok. Bu bize batı kültürü ile geldi. Batılı, nasıl oturulacağını,
ne de karşısındaki ile nasıl konuşulacağını bilir. Evine girerken ayakkabısını
çıkarmasını bilmeyenlerin nasıl oturulacağını bilmemelerine şaşmamak lâzım.
Adamların kültürü vahşi. İnsanlığın haline acıyıp bunların hidayeti için çok
çalışmak lazım.
Bizim gerçek bir atasözümüz var: "Kör île yatan şaşı
kalkar" derler. Batıcılığı meziyet sayanlar oraları kıblegâh edindiler. Onun
için ülkemizde insanlarımız korkunç bir buhran içindedirler. "Kılavuzu karga
olanın burnu pislikten çıkmaz" diyen atalarımız çok doğru söylemişlerdir.
Batıyı örnek alanların edebsizliği, yamuk yumuklu-ğu onlar gibi olma
sevdahhğındandır. Şerlerinden Allah'a sığınırız.
Hasılı, "Eğri oturalım, doğru konuşalım" sözü günah
sözlerden biridir. Doğru oturmaya mâni yoktur. Eğri oturan doğru konuşamaz.
Doğru oturacağız, doğru konuşacağız. Çünkü bizler müslümanız, ELHAMDÜLİLLAH...
Ce-nab-ı Hakk, eğrinin her çeşidinden ümmeti korusun ve kurtarsın... [68]
446- "Ondan Allah'tan Korkar Gibi Korkuyorum."
"İnsanlardan kimi, Allah'tan başka eşler tutar. Allah'ı
sever gibi onları severler (Allah'tan korkar gibi onlardan korkarlar), Mü'minler
de en çok Allah'ı severler (ve en çok O'ndan korkarlar), zulmedenler, azabı
gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çetin
olduğunu anlayacaklarını keşke bilselerdi.[69]
Korku denen şey insanın içinden gelir. Korku bize
Rabb'ımızm en güzel hediyesidir. Eğer korku olmasaydı elektrik tellerini
avuçlar, yoîda yürüyen yolun ortasından giden araçlarla çarpışırdık. Sonra
keşifler dururdu.
Önemli olan korkularımızı yönlendirmektir. Kimden
korkacağımızı, kim ve nelerden korkmayacağımızı belirlemektir.
Sevgi ve korkuda yaratılmışları Yaratan'a denk tutarsak
o saman şirke girmiş oluruz. Sevdiklerimizi ve korktuklarımızı Allah ile eş
tutmak ve hattâ bazen daha da fazlalaştırmak şirktir. Şirk, kulun işlediği en
büyük suçtur. Bu suçtan daha büyük bir günah da yoktur.
O halde, sevdiklerimizi hangi ölçüde seviyoruz,
korktuklarımızdan hangi ölçüde çekiniyoruz, bunu çok iyi tes-bit etmeye
mecburuz. Neyi ne kadar seveceğimiz; kimden ve neden ne kadar korkacağımızı
bilmekle mükellefiz. Aksi halde müşrik damgasını yersek belkide ebediyyen iflah
olamayız. Hem ne kadar yaşayacağımızı da bilemiyoruz. Vok tedbirli hareket etmek
zorundayız.
Kul için şirk, en büyük belâdır. Maalesef zamanımızda
şirk ve müşrik kelimeleri üzerinde pek durulmuyor. Oysa Peygamberimiz (SAV)
buyurmuştur ki-
"ümmetim için en çok korktuğum şey Allah'a şirk
koşmalarıdır. Dikkat edin hen size onlar aya, güneşe, puta tapacaklar
demiyorum. Fakat Allah'tan " arzularına göre yaşayacaklar, diyorum.[70]
Zlddl Şkktİr- Şirk' demek-Allah'a mahsus olan, Allah a
ait olan hak ve sıfatlardan birinde veya bir kaçında başkalarım ortak etmek,
başkalarına pay çıkarmak demektir. Şirk, kulu Rabb'e karıştırmak kulu kul olma
makamından alıp Kabb makamına çıkarmaktır.
Bir kimse Lâ ilahe illallah derse Cennet'e girer" Haua-ı
Şerıu bütün şümulüyle tevhidin önemini ifade etmektedir. Yani insan Allah'ın
bütün hak ve sıfatlarına inanacak, ne kendisinin ne de başkasının bu haklara
tecavüzüne müdahalesine asla ma göstermiyecektir.
Müslümanların en büyük eksikliklerinden biri de küfrün
bel kemiğini teşkil eden şirk konusunda bilgisiz olma-I lümanın anladığı,
Allah'ı inkar etmektir. Bu yanlıştır. Kur'an-ı Kerim'de 45 yerde müşriklerin
Allah ı kabul ettikleri zikredilmiştir
Demek oluyor ki, "Ondan Allah'tan korkar gibi
korku-yorum ifadesinde insanı imâni noktada şirke götürebilecek bir korku
seziliyor. Benzetmelerimizi daha dikkatli yapmaya çalışalım. Şöyle düşünelim. İman tepemize konan
bir kuş, kuşun uçmaması için gösterilmesi gereken dikkatten daha fazlasını imanı
muhafazada göstermek mü'minliğimizin gereğidir. Cenab-ı Hakk, Ümmeti Şirk ve
nifaktan korusun ve kurtarsın.. [71]
447-"Fala İnanma, Falsız Da Kalma"
Fal: Uğur, baht mânâsına gelen,bir kelimedir[72]
Gelecekte olacak şeyleri anlamak maksadıyla yapılan şeyler hakkında kullanılır
bir tâbirdir[73]
Cenab-ı Peygamber Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimiz hiçbir
zaman fala itikat etmemiş ve inanılmasının da ha-ramlığını beyan buyurmuştur.
Falın azı da çoğu da haramdır. . Peygamber (S.A.V) Efendimiz:
"Kâhinliği kabul eden, fala bakan, fala inanan kimse,
cennete giremediği gibi, uzaktan bile cenneti göremeyecektir.'[74]
diye haber vermiştir.
Ebu Hureyre (r.a[75]
şöyle demiştir: Rasûlullah (S,A.V)in: "İslâm'da teşe'üm[76]
yoktur, en hayırlısı te-fe'üldür'[77]
buyurduğunu işittim. Orada bulunanlardan biri:
- Tefe'ül nedir Ya Rasûlullah? diye sordu.
Peygamberimiz:
- Sizden birinizin duyduğu güzel sözdür, buyurdu[78]
Beşer idrakinin akıbetini kestiremediği mühim işlerde
İslâm dini istihare ile tefe'ülü talim etmiştir.
Bilindiği gibi istihare Peygamber (S.A.V) Efendimizin
Hadis-i Şerifinde tarifini yaptığı şekilde namaz kılıp' dua ettikten sonra yatıp
kalbe doğan ilham veya görülen rüyaya göre amel etmektir. Tefe'ül ise görülen
ve hissedilen şeyleri hayra yormaktır,
Cenab-ı Hakk. falcılığı yasakladı. Bunun hikmeti şudur:
Bu tür hurafelerle uğraşmak toplumun sağlığını bozar. Falcılığın yaygın olduğu
toplumlarda insanlar basiretsiz ve firasetsiz hale gelirler. Üzülerek ifade
edelim ki, bugün toplumumuzu sevk ve idare eden zihniyet ellerindeki basm-yayın
gibi imkanlarıyla insanlarımızı falcıların ve kâhinlerin ellerinde oyuncak
haline getirmişlerdir. İslâmiyet bu tür anlayışları yasaklamıştır.
Zamanımızda çeşitli kâğıt, fincan ve diğer çeşitleriyle
fal sevdası yaygın hale gelmiştir. Akıllı bir müslümamn dince reddedilen bu
gidişata katılması mümkün değildir. Hele teşbih taşı veya Mushaf-ı Şerif ile fal
bakmak İslâm'ın ve Kuranın reddettiği bir harekettir. Kur'an-ı
Kerim"de:
"Ey iman edenler! Fal şeytanm pisliklerinden bir
pisliktir'[79]
buyurulmuştur. Bu işleri yapmak sapıklık, dalâlet, cehalet ve şirktir. Mü'minler
tereddüde düştükleri bir konuda istihare yapar ve yapmak istedikleri işlerde
hangisinin daha hayırlı olduğunu bilmediklerini ve hayırlı olanını Allah'tan
dilerler.
Cahiliyet devrindeki insanlar günlük hayatlarına fal ile
yön vermeye inanırlardı. Bugünün insanı ise kahve falına, medyumların
seanslarından aldıkları mesajlara, cinlerden haber verdiklerini söyleyenlere
inanıyor. Aralarında hüküm bakımından fark
yok, sadece şekil ve kültür bakımından ayrıdırlar.
Bu yolla elde edilebilecek hiç bir şey yoktur. Zira,
inanç fal olursa kişi inançsız olur.
Genelimizi nazar-ı itibara alarak şunu ifade etmek
istiyorum:
İslâm'ın kabul etmediği ilci ayrı dünyada
yaşıyoruz;
1- Kafamızla
İslâm'dan yanayız.
2- Yaşatığımız
hayat tarzı, İslâm dışı şekillerle yüklü. Bir defa, ülkemizin mevcut yapısı
İslâm'ı yaşamaya müsait değil. İşte, müslümanlık dışı bir inancı kesinlikle
haz-medemiyenîer ne yazık ki, İslâm dışı düzenlere uyuyorlar ve hiçleşiyorlar.
Falcılığa olan bağımlılık da bu hiçleşme-nin, işe yaramazlığın alâmetlerinden
biridir.
Üzülmemek elde değil. Bazıları "Fala inanma falsız da
kalma" sözünü Peygamberimizin sözü olduğunu iddia ederek bu işin lüzumluluğu
üzerinde dururlar. Böyleleri Peygamberimize en büyük iftirayı atmış olurlar.
Peygamber (S.A.V) Efendimiz: "Benim ağzımdan yalan uyduran cehennemdeki yerini
hazırlamış olur" buyurmuştur.
Özellikle kadınların bir araya geldikleri yerlerde
ortaya atılan bu çeşit gayr-i İslâmi düşüncelerin insanı ne derece batağa
sapladığını düşünmek lâzım. Onun için özellikle hanımların bu konuda bir daha
dikkatlerini çekmiş oluyoruz. Demek ki, "Fala inanma, falsız da kalma" sözü
hiçbir dayanağı olmayan ve netice itibariyle buna inananları küfre götüren bir
ifade tarzıdır. Hiçbir müsîümanm neticesi küfür olan böyle bir saplantıya
düşeceğine ihtimal vermiyoruz. Bizi bu dereceye düşürmeyecek imânı kalble-rimize
ilhak etmesini Cenab-ı Hakk'tan niyaz ediyoruz... [80]
448- "Biz Bu Oyunu Zevkine Oynuyoruz, Kumar Değil..."
•Hangisi olursa olsun, kumar aletleriyle -şartsız dahi
olsa- meşgul olmak doldurulmuş silahla şakalaşmak gibidir. Doldurulup atılmaya
hazır hâle getirilmiş silahla şaka olur mu? Yapılırsa bom dedi mi şaka yapan
neticede kakasını yer.
Kumar âletleri şeytanın ameli, arzularını
gerçekleştirmede kullandığı oyuncaklardır. Kılavuzu karga olanın burnu
pislikten çıkmaz. Eğlencesi şeytanın oyuncağı olanın da şeytan maskarası
olmaktan kurtulması düşünülemez.
Şeytan oltası kumar aletleriyle iştigal edenlerin "Bunu
zevkine yapıyoruz" demelerine aman aldanmayın. Canında diğerini geride bırakanın
cakasından geçilmez.
Böbürlenerek:
v
"- Yaa ben atjamı öyle yaparım işte. Bilmiyorsan bunu,
git mektebinde oku. Öğrende gel." der durur. Bu kumar değil mi? Karşısındakinin
duygularını, şahsiyetini (tabii varsa) sömürüyor. Bu da kumarın bir
çeşididir.
Bazıları çayına, kahvesine, meşrubatına oynuyor. Oyunde
yenilen kişi, içilenlerin parasını veriyor. Buna da kumar değil diyorlar.
Fesübhanallah. Bu zehir gibi kumar hemde.
Biri diğerine "Yenilen yemek yedirecek" diyor. Öbürü de
tamam diyor. Al kızı, ver papazı derken biri yeniliyor ve yemeği ısmarlıyor karşısındakine. Bu kumar değil de
nedir? -
Zalim düzen milletimizi kumarbaz etti. Kumarın
yaygınlaşma sebeplerinden biri de Türkiye'yi ağ gibi saran miskinler yuvası
kahvehanelerdir. Bunlar köylere varıncaya kadar yayılmıştır. Kumarbazların ve
serhoşlarm uğrak yeri olan kahvehaneler sağlık açısından da son derece
tehlikelidir. İstanbul'da 150 kişiye bir kahvehane düşmektedir.
Kahvehanelerde, kumarhanelerde maça kızlarıyla uğraşan
babalar; iskanbil beyini bulmak için Ömür tüketen gençler İslâm'ın nezafetine
döndüklerinde kendi beyliklerini bulacaklardır.
Kasılı, çayına, kahvesine, yemeğine oynanan oyunlar da
kumardır. Hiçbir bahis için olmasa bile zaman öldürü-yoruum diye kumar
aletleriyle meşgul olmak, meşgul olanların ruhunu, maneviyatını, varsa
kişiliğini öldürmesi demektir. Kumar olan şeyin kuınarhğım inkar bilindiği
gibi küfür sebebidir. Allah (c.c), ümmeti böyle bir tehlikeden korusun ve
kurtarsın...
Bazıları diyorlar ki:
[81]
449. Milli Piyadgo Bileti Alıyorum. Spor- Toto Oynuyorum. Bunlardan Kazanırsam Cami Yaptıracağım.
•Milli piyango, spor-toto, kazı kazan ve bütün şans
oyunları kumardır; kumarın her çeşidi müsîümanlara haramdır.
Peygamber (S.A.V) Efendimiz:
"Kumar oynayan kimse muhakkak ki, Allah ve Rasûlüne âsî
olmuştur."[82]
buyurur.
Kumana kumarlığını inkâr eden yani milli piyango ve
spor-totoya kumar değil diyen kişi haramın haramhğmı inkar ettiğinden dolayı
kâfir olmuştur.
Haram ile hayır olmaz. Haram ile ibâdet de olmaz. Pi~
yango'dan çıkan para ile Hacc'a gidilmez; Ona/ zekat da düşmez. Çünkü Hacc ve
zekât birer ibâdettir. Helâl olan para ile hacc'a gidilir, helâl olan paranın ve
malın rekâtı verilir. Kim bunlarla hacca gidilir veya zekâtı verilir derse ya da
böyle bir para ile hacc'a gider, zekat verirde sevap işledim derse küfre
girer.
Zira haram ile ne hayır ne de ibâdet yapılmaz. Öyle bir
para ile yapılan camide namaz da kılınmaz, yapana sevap da hasıî
olmaz.
Haram ile ibadet yapmaya kalkışmak, sidik ile çamaşır
yıkamak gibidir. Sidik ile çamaşır yıkanmayacağına inanan herkesin haram ile de
sevap ve ibâdet işlenemiyeceğine inanması gerekir.
Cami yaptırmak helal ve çok savaplı bir ameldir. Ancak,
helâl bir iş haramı hiçbir zaman meşrulaştirmaz.
Kumar büyük günahlardan biridir. Herşeyin bir anası bir
de mayası vardır. Kötülüklerin, anası da mayası da kumardır.
Kumar, insanlara tembellik ve miskinlik olarak
aşılanmış, ocaklar söndürmüş, yuvalar yıkmış» en yakın dostları biribirine
düşman etmiş ve bugünde cemiyetimize bir kanser misali yapışmış en korkunç
hastalıklardan biridir.
Kumar, insanı kıymetli malından, canı olan
yavrularından, mukaddes din ve imanından uzaklaştıran şeytanlardan bir
şeytandır.
Milli Piyango gibi ciddi bir kumarhaneyi bu millete ne
biçim usullerle kabul ettiriyorlar. Milli Piyango adı altıda devletin
yöneticileri millete yıllardan beri kumar oynatmaktadır. Bugün gerçek bir milli
eğitimimiz yok ama milli piyango gibi ciddi bir kumarhanemiz vardır. Bizi kumar
hastası, piyango düşkünü, şans budalası bir toplum haline getirmek için akla
gelmedik usuller kullanılıyor.
"Türk Ceza Kanunu"na hüküm konulmuş: Kumar oynayana şu
ceza verilir, deniyor. Bu güne kadar-bu kanunla bir tek kişiye ceza verilmiş
değildir. Çünkü, devlet kendisi kumar oyununu idare ediyor. Hatta devlet kumarı
teşvik ediyor. İşte milli piyango, spor-toto, kazı kazan, at yarışları., devlet
eliyle oynatılan kumarlardan bir kaçıdır.
Yetkililer oynatılan kumarlardan elde edilen "ka-zanç'in
şu veya bu kurumlara verildiği, bütçeye şu kadar katkısı olduğu yolunda
beyanatlar veriyorlar. Eğer kumar parası ile biz kurumlarımızı ayakta
tuttuğumuza inanıyorsak vay halimize. O zaman şu atösüzünü unutmayalım: "Kumar
parası ile alınan eşeğin ölümü sudan olur."
Hâsılı, milli piyango, spor-toto, altılı ganyan, kazı
kazan gi^i şans oyunlarının tamamı kumardır. Bunların ku-marhğım inkâr eden
kâfir olur. Haram ile sevap ve ibadet olmaz. Haramdan sevap bekliyen de kâfir
olur. Bu tür şeylerden elde edilen paralarla cami yapılmaz, hacc'a gidilmez,
zekat verilmez, sevap almak niyetiyle fakire verilmez. Haramlar aynen sidik
gibidir. Sidikle çamaşır yıkanmayacağı gibi haram ile de sevap ve ibadet
yapılmaz. Yapılır diyen şayet müslüman idiyse İslâm'dan alâkasını keser.
Cenab-ı Halde, ümmeti haram ile iştigalden korusun ve kurtarsın... [83]
450- "Hayat Bir Kumardır"
Bazıları, bazıları için diyorlar ki:
*Her türlü kötülüklerin ye haramların yaygın olduğu
toplumumuzda hayat bile bir kumar kabul edilmiştir. Düşünün, büyük günahlardan
biri olan kumar toplumumuzu ne derece pençesine almıştır.
Yaygınlık kazanan kötü alışkanlıklar sadece alışanları
değil tüm toplumu kemiriyor. Kötülüklere önce tepki gösterenler sonra o
kötülüklere alışıyor. Köfcülük yayginlaşm-ca normal dil, kötülüklerin
oluşturduğu Öğelerden örülmeye başlıyor. Bu çok elim bir felâkettir.
Hayat söylenildiği gibi kumar değildir. Hayat, imân ve
cihadtır. Allah ve Resulüne iman; Allah ve Rasûlü yolunda dhaddır. Bundan Öte
bir gerçek ve bundan öte bir netice yoktur. Cihsd, hayatı Allah'a adamaktır.
Başta can oİ-nıak üzere verilen her türlü nimeti Allah'a adamak ve onun uğrunda
feda etmek.
Müslümanm hayatı cihadtır. Hedefi cihadtır. Varoluşu
cihadtır. Akıbeti cihad iîe alâkalıdır. Cihad ise, İslâm'ın yaşaması için
ortadaki engelleri kaldırmaktır.
Hâsılı, "Hayat bir kumardır" sözü saçma sapan bir
ifadedir. G«rçeîde alâkası yoktur. Kumar, Allah'ın haramhğı-m beyan ettiği bir
menhiyattır. Müslümamn kumarı benimsemesi ve hayatım bir kumar olarak
değerlendirmesi son derce tehlikelidir. Allah (c.c) müslümanîarı böyle bir
tehlikeden korusun ve kurtarsın. [84]
461-" Hiç Korkma Banka Gibi Sağlamdır."
•Önce banka ne demek onun tanıyalım: Banka: İtalyanca
Banko kökünden gelir ve yahudi masası demektir. Bankacılık da. teminat satışı,
ya da bir garantiyi para ile satıp karşılığında faiz almak işidir.
Banka "Mal emniyetini sağlayan" bir müessese değildir.
İtalya'da ortaya çıkmış ve "itimat" satmakla güç kazanmıştır. Banka. Allah'a
harb ilân eden bir faiz müessesesidir. Bu günah müesseselerini doğru ve
güvenilir kabul etmek korkunç bir çılgınlıktır.
Müslümanlar kendi müesseselerini kaybetmekle kalmayıp,
İslâm dışı müesseseleri iş ve güvenilirlik bakımından örnek kabul etmişlerse
kaybedecek bir şeyleri kalmayacak çok acıklı bir noktaya gelmişler,
demektir.
Şu hâle bakın: Bir müslüman başka bir kardeşinden borç
para istese üçüncü şahsın borç isteyen hakkındaki sözünü tahmin edersiniz: "Hiç
korkma o, banka gibi sağlamdır."
Biribirleri arasındaki itimat köprüsü yıkılmış
müslü-manlar, alnı secdeli kardeşim Allah iîe harb halinde olan bir müesseseye
benzetiyor. Banka gibi bir nıüslüman. Ne günlere kaldık? Faiz müesseseleri doğru
kabul edilir de, Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimizin ümmetlerinin çoğu eğri, büyrü
olur. Peygamberimiz: Hud Suresi beni ihtiyarlattı, buyurmuştu. Yani
"Emrolunduğu gibi dostdoğru ol" mealindeki âyet.
İslâm tornasından geçmeyen insanlar hayat ve
yaşa-yışlanyla cidden garib bir hale geldiler.- Müslümanlar Kur'ân ölçüsünü
ellerinden bırakahdan beri hiçbir şeyi doğru-dürüst ölçemiyorlar, tartamıyorlar.
Neyin helal neyin haranı olduğuna, neler söyleyip neler söylemeyeceklerine
aldırmıyorlar.
Onun için toplumumuz faiz ile, mirasını İslâm'i
kurallara göre taksim etmemekle, karaborsacılıkla, alkol ile, zina kanalı ile
meî'unlaştırılmıştır. Lanete uğramıştır. Lanet dağı altındadır.
Dünyayı bu lanet dağının altından kurtaracak tek çare
Allah'ın düzenine dönmek, Kur'an'a göre bir hayat tarzım hayatımıza tatbik
etmektir. İnsanlığın çilesini, sömürü düzenlerin zulmünü ancak Kur'an yok eder.
Kurtuluş İslâm'dadır. Çünkü İslâm Allah'ın nizamıdır.
Hâsılı, faiz müessesi olan bankaları sağlam ve doğru
kabul etmek, Kur'an-ı Kerimi ve Hss. Muham-med'i yalanlamak demektir. Böyle bir
yanlışlığa aklı başında hiçbir kimsenin düşmesi düşünülemez, Cenab-ı Hakk
Ümmet-i Muhammedi böyle bir yanlışlığa düşmekten korusun ve
kurtarsın...
Biri adres sorduğunda bazıları tarif ederken: [85]
452-" Doğru Gidiceksin Solda»,.......Bankasının (Veya Spor-Toto Bayisinin) Yanında." Diyor..!
%95'i müslüman olan bir memlekette adım başı faiz
müesseseleri işaret taşı gibi oturtulmuş ise.. Fuhuş alabildiğine yaygınlaşmış
ise... Kumar herkeste bir umut haline gelmiş ise. Varın bu memleketteki
müslümaniarın sayısını, enini, boyunu siz hesap ediniz. Şunu bilmek lazım: Bu
memlekette müsîümanım diyenler var; fakat; kesinlikle müslümanlık yoktur.
Müslümanlık olmayınca müslüman olmanın da pek faydası olmuyor.
Günümüzde propagandanın önemi çok büyüktür. Herkes her
yerde ve herşeyle reklamını yaptırmak istiyor. Bazen bir çift söz, bir işaret,
küçücük bir levha, bir tarifte ge-çen küçük bir kelime iyi bir reklam
olabiliyor. Onun için reklamcılar hep fırsat kolluyorlar.
Konuşma esnasında konunun anlaşılması için verilen
misaller eğer bir şeylere çağrışım yapıyorsa o şeylerin reklam1 yapılmış olur.
Onun için dikkat ederseniz İslâmi eğitimde haramlardan kesinlikle örnek
verilmez. Meselâ, domuzdan hiç misal bile verilmemiştir. Münasebeti geldiğince
sadece haramlığı söylenip geçilmiştir. Tabii ki, bunun sebebi vardır. Çünkü
verilen örnekler kişiîer üzerinde müsbet veya menfi tesir yapar bir. İkincisi,
yukarıda da zikrettiğimiz gibi propaganda olur.
İşte aynen bunun gibi, birisi bir adres sorduğunda
filanca bankayı veya spor-toto bayiini işaret taşı gibi gösterip adres tarifi
yapmamalıdır. Bu haram yuvalarının reklamı yapılmış olunur. Onun yerine bir
camiyi, bir minareyi varsa bir Kuran Kursunu işaret yapıp adresi buna göre
tarif etmek lazım.
Hâsılı, heryerde her vesile ile yapılan konuşmalarda
hiçbir zaman günah yuvalarını örnek göstermemeli ve işaret taşı yapmamalıdır.
Çünkü örnekler ve reklamların kişiler üzerinde mutlaka etkisi, tesir gücü
vardır . Bunu göz ardı edemeyiz. Böyle bir yanlışlığa düşmekten Cenab-ı Hakk,
bizleri korusun ve kurtarsın... [86]
453- 'Vergilendirilmiş Kazanç Kutsaldır."
•Türkiye'de vergi dairelerinin girişinde özellikle ön
cephesinde büyük punto harflerle "Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır" cümlesi
yazılıdır. Bu yazı geceleri ışıklandırılmak suretiyle dikkatleri çekip herkes
tarafından okunması sağlanılır. Bu cümlenin yazılmadığı hiçbir vergi dairesi
yoktur.
Gerçekten "Vergilendirilmiş kazanç kutsaV'mıdır?
İsterseniz bu sorunun cevabını vermeden önce mezkur cümlenin kelimelerini
tahlil edelim:
Vergi: Devlet hazinesini güçlendirmek, kamu
hizmetlerinde harcanmak, devlet üst kademesinde bulunanların Ve bunların
yakınlarının, yaranlarının, yandaşlarının ayakkabı boyasından içeceği içkisine,
yurt içi gezilerinden yurt dışı seyahatlerine kadar yapacağı dolaşımlardaki
giderleri karşılamak üzere hükümetin veya yerel yönetimlerin T.C. kanunlarına
uygun olarak doğrudan doğruya veya kimi mal ve hizmetlerin fiatlarma ekliyerek
dolaylı yoldan kişi ya da kuruluşlardan toplanan paradır.
Kazanç: Satılan bir mal, verilen bir hizmet
karşılığında elde edilen gelir, emek karşılığında alman para. Sahip olunan
şey.
Kutsal: Mukaddes, saygı değer, değerli, hürmete layık,
helal olan şey.
Şimdi ne dersiniz, "Vergilendirilmiş kazanç kutsal"
madır? Türkiye'de son yılların vergi roketmenleriai hiç merak ettiniz mi? Ben
söyleyeyim size. Türkiye'nin vergi ro-ketmenleri genelev patronlarıdır. Bunların
başında da Ermeni Madam Manokyan isminde bir kadın gelir. İşi Cumhuriyet
tarihinin başından almıyorum. Son yıllarm kelimesini özellikle kullandım. Çünkü
yakın zamana kadar, fuhuş gelirlerine gizli vergi muafiyeti var gibi bir
uygulama vardı. Pezevenkler destekleniyor, imkânlar veriliyor, bu iş
genelleştirilmek isteniyordu. İstenen de oldu.
Ancak, son yıllarda zamanın başbakanı [87]'
her şeye olduğu gibi bu konuya da eî attı. Bazı pezevenkler şimdilerde
milyonda bir vergi ödemeye başladılar. Düzen de tuhu-şu kutsal saymış
oldu.
Genelev patronu Madam Manokyan 1990 yıllarına kadar son
on yılın vergi roketmeni cetvellerinde üst sıralarda seyrederken 1991 yılında 2
milyar 614 milyon TL. İle birinci 1992 yılında bunu ikiye katlayıp 4 milyar 6
milyon 218 bin TL. ile yine birinci olmuştu.[88]
Bu vergisini verdiği kazanç Madam'm belki milyonda biri. Bu kadın gizli
güçlerin Türkiye'deki uzantısıdır. Kazancının nereye gittiği karanbk olan bu
kadın devlet içinde bir devlet olarak çalışıyor.
Madam Manokyan'ın genel evlerini basıp Madam'ı birkaç
saatliğine olsa da gözaltına alan Emniyet Asa3dş Şube Müdür Muavini İbrahim
Şahin anında görevinden alındı. Oradan, Terörle mücadele şubesine verildi. İki
gün sonra da teröristlere vurduruldu. Genelevlerinde kaçak ve'küçük fahişe çalıştırdığı için takibata uğrayan Madam Şişli
Adliyesi tarafından hemen serbest bırakılmıştı. Kaçak olarak çalıştırdığı Romen
fahişelerini daha önce müftülüğe gönderip çalışabilmeleri için müsîüman olma
şartını arayan, müslümanlık belgesi getirdikten sonra genelevinde çaîıştı-ran[89]
bu çukur kadın daha çok kadının ırzına geçirilmesi çalışmalarına maalesef devam
ediyor, "Müslüman Türki-ye;"de.[90]
Kim demiş İd, 1922'de saltanat kaldırılmıştır diye.
Kaldırılmamış, sadece saltanat değişikliği olmuştur. Şimdi sultan, Madam
Manokyan'dır.
Genelevlerin bizzat devlet eliyle meşrulaştınlması, aile
nizamını sarsmıştır. Ekonomik yönden, bir aileyi yönete-miyeceğine inanan
erkekler, belediyelerin teshit ettiği bir fiatla, istedikleri an bu iğrenç fiili
işleyebiliyorlar. Kadını köle haline getiren bu tatbikat ülkemizde kendini aydın
zanneden ve "kadınları kurtardık kafesten" nutukları atanlarca çok makul
karşılanmakta ve zaruretinden bahsedilmektedir. Bunu zaruri görenler erkekse(!)
karısını, kızını; kadınsa kendisini buralara sokup bu zaruretif!) gidermeleri
teklif edilnıeîi. Evet derlerse bu pezevenklerin kızarmayan yüzlerine tükürmeli.
Bu teklife hayır diyorlarsa, kendilerine reva görmedikleri şeyi bir başkasına
nasıl reva gördükleri sorulmalı, bu mendeburlara.
Başında T.C. bulunan resmi antetli, kağıtlarla bir.
takım bedbaht kadınlara fahişelik vesikası veren bir düze-nin-mensubu nasıl
olur da bize kadın hak, hürriyet ve şahsiyetinden bahsedebilir. Caka satanların
gücü yetiyorsa, bir kadın için esaretliğin, köleliğin en iğrenci olan şu
vesikalandırmayı kaldırmaya uğraşsın...
Ülkemizde "kadın hakları"ndan bahsedenler genelevlerin
zaruri olduğu fikrinde birleşmişlerdir. Nitekim fuhşun bir meslek olduğu bizzat
kanunlarla resmileştirilmiştir. İşte delil Yargıtay 5.C.D. 11.2.1948 Esas:298
Karar:422
Türkiye'de 1985 yılı rakamlarına göre 47 il'de [91]
ve 25 ilçede 71 kerhane 605 genelev var. Bunlarda 10 bin civarında resmi-
gayr-i resmi orosbu zina yapıyor [92]Bu
sayının içine yüksek sosyete kerhaneleri ve buralardaki zevk orosbuları dahil
değildir, şüphesiz.
İstanbul'daki genelevlerde günde 50 bin civarında kişi
resmen fiili zina yapıyor. Genelevin günlük toplam hasılatı 70 milyon Türk
lirası civarındadır. Bu rakam yılda 35 milyar civarındadır[93]
Fuhuş hızla yükseliyor ve çılgınlığa varan israf da
insana normal ihtiyacı imiş gibi yutturuluyor. Dikkat edilmişse görülmüştür
ki, basın alanında da fuhşu, yani, "para yetmiyorsa sat kendini" felsefesini
allayıp puîlayarak güzel göstermeye yönelik neşriyat geometrik bir dizi
takibe-derek atağa kalkmıştır. Bunun neticesi olarak araştırmalara göre şu
manzara ortaya çıkıyor:
1991- yılında yapılan bir araştırmaya göre
Türkiye'de resmi antetli
fahişelerin:
%50'si lise-Üniversite mezunu
%35'i okuma-yazma biliyor.
%15'i okuma-yazma bilmiyor,
%X0'u resmi evli kocalarından ayrılmış.
%80'i dinine düşkün
%3'ü cum'a günü çalışmıyor.
%97'si müsîüman
%3'ü ataist
Yahudi yok
Hristiyan yok.
%100'ü zorunlu olarak fahişeliğe itilmiş, zorla ve
tehditle çalıştırılıyor.
Kadının vücudunun zorla sattırılmasına ön ayak olan veya
göz yuman zihniyet, vücut paylarından aldığı komisyonu kutsal sayıyor. Ey
millet siz de bu payların kutsallığına inanıyor musunuz?
Türkiye bu noktaya durup dururken gelmedi. Sidsi oyunlar
birbir sergilendi. 1980 yılının Haziran ayında zamanın Kültür bakanı Tevfik
Koral tan günün namlı aşüftelerinden dansöz Özcan Tekgül'e "Şeref belgesi"
verdi. Bir şerefsize "şeref belgesi" verenlerin şerefli olduğuna inanıyor
musunuz?
"Türkiye 70 sente muhtaç" diyenlerin bir geceliğine
70'li yıllarda Avrupa'dan Rafaalla Carra ve Dalida isimli namlı orosbuları zina
yapmak için getirenler, onlara çiçek vererek halkın huzurunda karşılayanları ey
halk siz ne ile isimlendiriyorsunuz?
Hâsılı, şimdi son sorularımızı soruyoruz. Lütfen
cevaplarını veriniz: Sizce:
Genelev kadınlarının vücût payları kutsal
mıdır?
Kumardan elde edilen pay kutsal mıdır?
İçkilerin imalatından, satışından, içiminden elde edilen
paylar kutsal mıdır?
Çeşitli yollarla halkı kazık!ayanlardan alman kazıklama
payları kutsal mıdır?
Faiz ve fak paylan kutsal mıdır.?
Genelev albümü gazetelerin satışından ayrılan pay kutsal
mıdır?
Fuhuş eğitim ve yayım müessesesi televizyon seyretme
payı olarak ayrılan meblağ kutsal mıdır?
İşte bütün bunlar vergilendirilmiş kazanç paylandır.
Öyle ise 'Vergilendirilmiş her kazanç kutsal" mıdır?
Aman ne olur sizler, genelev patronu Manokyan'ın
parasını mukaddes saydıkları için kendilerinin mukaddesatçı olduklarını
zannedenler gibi olmayın. Zihniyeti bu olanların tümünün utanmaz
yüzlerine..........
Yazımı bir şairin şu dörtlüğü ile
bitiriyorum:
"Vergi miktarını ol mertebe artırmalı ki,
Sahib-i servet sahibi olanlar da züğürt kalmalıdır. ;
• Yalınız.fahişeler vergisi haksızlık olur,
Evlilerden de seviştikçe rüsum alınmalı. "[94]
Cenab-i Hakk, bu milleti haramları helâl saymaktan
korusun ve kurtarsın. [95]
454-" Türkiye'de İslaftliyet Şartlara Uygun Değildi, Bir Çok İhtiyacı Karşılayamaz Olmuştu. Onun İçin İslâm Hukukuna Son Verildi."
•Böyle inanan, böyle söyleyen ve bu tavrı takınanları
desdekliyenlerin tamamı kâfirdir. İlâ Cehennemi zümera.. İslahı mümkün olanların
islâh olmaları için duâ ederiz. Olmayacaklar için de duamız: Onlarında toprağı
bol, ateşleri gür olsun. Kafirler için yaşasın cehennem....
İnkara mazeret mi uydurulamaz. İslâm'a saldırmak niyet
olunca neler bulunmaz ki. Bu memlekette bunca hilelere pervasızca baş vuranlar
da biliyorlar ki, kendilerinin yaptıklarını sömürgeciler bile bu kadar
beceremedi. Akşam insanlarımızı Osmanlı yatırıp sabahleyin Lâtih olarak
kaldıran zihniyet elbette İslâm'a saygı duyacak değil, o herşeyimize
düşmanlığını yapacaktır.
Kâfirler istemeseler de İslâm hergeyiyle kıyamete kadar
geçerlidir. İhtiyacı karşılayamadı diyerek îsiâm hukukuna son verenlerin kendi
hukukları guguk oldu. Üçbuçuk anarşit ile baş edemiyorlar. Edemezler de. Çünkü
Kur'an'ın söz sahibi olmadığı yerde kan vardır, göz yaşı vardır, kin vardır,
husumet vardır,
Kâfirlerden himmet dilenmiyoruz; ama, müslümanım deyip
de İslam aleyhine kafirlerle işbirliği yapan "müslü-man'lara da Kur'an-ı
Kerim'in sadece üç âyetini hatırlatıyoruz:
"Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmeydiler
kâfirlerdir, zâlimlerdir, fâsıklardır."[96]
Evet, müslümanım diyen sizler, siz kendinize ne ile
hükmedil meşini istiyorsunuz? Siz Peygamberin safında mısınız? Yoksa Peygamberin
getirdiği dinin yetersizliğini savunup İslâm'a savaş açanların safında mısınız?
Yerinize bakın bakalım.
Türkiye'de küfür zihniyetini kim ne derse desin ayakta
tutan müslumanlardır, %95'i müslüman olan bir memlekette şey kadar profesör
İslâm'a saldırıyorsa, şey kadar bilmem ne partisi başkanı İslâm'a saldırıyorsa,
şey kadar biîmem ne ricali İslâm'a saîdırıyorsa bu cesareti nereden alıyorlar?
Mtislümandan, müslümanın serkeşliğinden, müslümamn İsîânVi hayat tarzını
istemeyişinden, yaşa-mayısından, İslâm söz konusun olunca lâkeyt oluşundan,
küfrü destekleyişinden alıyor. Neye yarar böyle müslüman.
Gavur gavurluğunu yapıyor da niçin hazı müslümanlar
gavura yaltaklık yapıyor, bunu anlamak son derece güç.
Hangi hukukun geçersiz olduğunu, ihtiyaca cevap
veremediğini, yaşanmış bir hadiseyi naklederek izah edeyim:
Üniversite okumuş mevki sahibi biri ile bir
tartışmamızda, adam İsrarla İslâm'ın, hırsızlık yapan kişinin elinin kesilmesi
hükmünün çok vahşi olduğunu iddia edip duruyordu. Kendisine, hırsızlık yapanın
İslâm'a göre elinin kesilmesi için 14 şartın aranacağım, bunlardan birinin dahi
eksik olması halinde hırsızlık yapanın elinin kesile-meyeceğini, izah ettimse de
o hâlâ iddiasında İsrar ediyordu.
Derken, birgün akşam işinden dönerken bu iddiacı kişi
ile karşılaştık. Büyük bir telaş içinde yüzünün rengi fasolmuş gördüm. Hayrola,
ne bu halin böyle diye sorduğumda, şu konuşma geçti aramızda:
- Sorma kardeşim sorma!
- Hayırdır ne oldu?
- Bugün maaşımı aldım. Belediye Otobüsüyle geliyordum.
Çok kalabalıktı. Paramın hepsini çaldırdım. Farke-dince otobüsü karakola
çektirdim, ama ne gezer, hırsız kaçmış. Bir yakalasaydım, hırsızı parça parça
edecektim. JCardeşim bunların sadece ellerini değil ayaklarını da kesmek lazım.
Vallahi yakalayıp elime verseler bırak elini kesmeyi boynunu keserim bu
adamın.
- Hani daha dün el kesmenin gaddarlık olduğunu, hangi
asırda yaşadığımızı, böyle şeyin olamayacağını iddia
ı ediyordun. Şimdi kendin boyun kesmeye
kalkıştın.
- Aman kardeşim haklıymışsın, haklı. Fikrimden vaz
geçtim. İslâm'dan başka çare yok.
- Bunu anlamak için illâki kuyruğuna basmak mı lâzımdı.
Görelim bakalım bundan sonra ne yapacaksın.
. İşte birilerinin ayağına basılınca ancak gerçeği
kavrayabiliyor. Şimdi anladınız mı hükmü geçen İslâm hukuku mu, yeni de olsa
beşeri hukuk mu? Aklınız başınızda ise lütfen gerçeği söyleyin.
Hasılı, İsîâmsiz hayat lağımda yaşamak gibi bir şey. Ah
bunu bir anlatabiisek! Cenab-ı Hakk, milletimizi İslâm dışı hayattan korusun ve
kurtarsın. [97]
455-"Ekmek Kur'an'dan Üstündür. Raftaki Ekmeği Almak İçin Kur'an'ı Yebe Koyup Üstüne Basıp Da Ekmeği Alabilirsin,"
•Başlık olarak aldığımız yukarıdaki ifadeler, müslü-man
halkın kafasını karıştırmak için, olmayacak safsata ve demogojilerin en çarpıcı
çirkin örnekleriden biridir.
•Fetva görüntüsünde olan bu ruhsatı kim, ne adına,
nerede, ne zaman ve hangi yetkiyle vermiştir. Bunu bilen yok. Hin oğlu hin
birinin kafa bulandırmak için ortaya attığı bir safsata. Böyle bir olay dünya
kurulalı olmadı, bundan sonra da kesinlikle olmayacaktır.
İslâm Dini, olmamış şeyler hakkında hüküm vermez. Aynı
zamanda dinimiz farz~u muhal (yani olması mümkün olmayan) hallerle uğraşmayı da
suç sayar. İnsanlara ışık tutan âlim ve fâzıl zatlardan birisi kendisine sorulan
suallerden "şayet böyle olsaydı" anlamındaki sorulara ceyap vermeyip, olmayan
şeyden dolayı soru sorulamayacağını bildirmiştir.
Kim, böyle başlıkta zikredildiği gibi birşeye mecbur
kalmıştır. Bu, dindar insanları, hafifmeşrep insanların topluluk içinde
susturmak, cevap verememe durumunda bırakmak için şeytanca uydurulmuş bir
ifadedir.
Böyle bir durumla karşılaşan dindar insanlar, bu çeşit
saçma sapan sorulara kendilerini cevap verme mecburiyetinde hissetmesinler.
Yapılacak şey orada bu iddiada bulu-
nanı veya bulunanları susturmaktır.
Hâsılı, müslüman halkın kafasını karıştırmak için, kafa
karıştıracak olan, olmayacak safsata şeyleri anlatanlara itibar edilmemeli.
Onlara bir daha konuşamayacakları cekilde gerekli ders verilmelidir. Başlıkta
zikredilen söz de itibar edilmemesi gereken ifadelerden biridir. Bunun olması
da mümkün değildir. Cenab-ı Hakk, boş şeylerle meşgul olmaktan milletimizi
korusun ve kurtarsın. [98]
456-"Dünyada Mekân Ahirette İmân"
•Dünyada, korkunç derecede hedef şaşırtma taktiği
uygulanmaktadır. Eskiden sıcak savaşlarda kullanılan bu yöntem artık her alanda
kullanılmaktadır.
Hedef şaşırtma yöntemi zamanımızda en iğrenç usullerle
müslümanlara karşı kullanılmaktadır. Ehî-i küfür bu takdiğinde son derce
başarılıdır. Çünkü küfür bütün kurum ve kuruluşları eline geçirmiş, buralarda
sultasını kurmuş müslümanlan istedikleri yöne sevk
edebilmektedirler.
Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'de kullarına bir hedef
göstermiştir.
"Bütün insanları ve cinleri sadece bana kulluk yapsınlar
diye yarattım[99]
Günümüz müslümanlan bu hedefi bilemiyor, göremiyor,
duyamıyor, söyleyemiyor. Sun'i hedeflerle heder olup gidiyor.
Küfür bütün insanlığa olduğu gibi müslümanlara da
hedefler tayin etmiş, insanlık bu hedeflere ulaşmak için bütün imkânlarını
kullanmaktadır. Küfrün gösterdiği bu hedeflerden bir-iki kaç tanesini sırahyacak
olursak şunları zikredebiliriz:
•Karısını, kızım memnun etmek hedef olarak
gösterilmiştir.
•Lüks ve israf yüklü hayat hedef olarak gösterilmiştir.
• Makam-mevki hedef olarak gösterilmiştir. •Şan-şöhret hedef olarak
gösterilmiştir. •Zevklerini tatmin etmek hedef olarak gösterilmiştir.
• Lüks bir ev sahibi olmak hedef ol arak
gösterilmiştir.
• Lüks bir araba sahibi olmak hedef olarak
gösterilmiştir.
Daha nice hedefler gösterilmiş ve hattâ bu hedefler
hedef olmaktan çıkarılıp put haline getirilmiştir. Bugün insanlığın
çilelerinin başında bu gelmektedir.
Aslında şunu söylemek gerekiyor: Bir insan veya bir
toplum, Allah'a kulluk yapamıyorsa onun, karısına kocalık veya kocasına kanlık
yapması yada hedef olarak seçtiklerine kavuşmak suretiyle mutlu olması suret-i
katiyyede mümkün değildir. Bunlar biribirîeriyle orantılıdır.
İnsan Allah'a kulluğu oranında karısına kocalık veya
kocasına karılık yapar. Sahip olduğu evde o oranda mutlu olur. Bunu kesinlikle
unutmamak lazım.
Sözü şuraya getireceğim. Başlıkta zikrettiğimiz
"Dünyada mekân, ahirette imân" sözü de yapılan hedef şaşırtıcı çalışmaların
acı meyvasmı vermiş ağaçlarından biridir. Biridir diyorum. Çünkü bu ağaç halâ
acı meyvesini vermeye devam ediyor.
Bugün insanlann en büyük hedefi, iyi bir eve sahip
olmaktır. Bunun için insanımızın vermediği taviz kalmamıştır. İmânlar ve
namuslar hep bunun için heder olmuştur. Adam karısının, kızının namusunu,
şerefini hiçe sayarak buna sahip olmada katkısı olsun diye en adi tavır ve
kıyafetler içinde bunun için çalıştırıyor. Maksat içi eşya ile dopdolu bir eve
sahip olmak. Eşya manyağı haline gelen bir sürü insanlar...
İşte bu insanlar, müslümanca yaşamayı hep yarınlara,
imanlı olmayı da ahirete erteliyorlar. Ertelenen^ İslâmi hayat ve sahip olunması gereken kâmil bir imân. Çünkü
bâtıl ideolojilerin insanlara telkini dünyada ev ahirettede imân sahibi olmak.
Dünyada sahip olunmayan imânın ahirette hiçbir faydası yoktur. "Dünyada mekân,
ahirette imân" sözünün doğrusu "Dünyada imân, ahirette mekân" ifade tarzıdır.
Çünkü dünyada imanlı olan ve bunun gereğini yerine getirenler cennette köşk
sahibi olacaklardır. Mesele bunu hedef olarak bil-
Hâsılı "Dünyada mekân, ahirette imân" ifadesi sakat ve
safsatadan ibarettir. Bunun düzgün şekli "Dünyada imân ahirette mekân" ifâde
tarzıdır, sömürüyü esas olan kâfir düzen sahipleri, insanları yaratılış
gayelerinden ayırıp iğrenç emellerine kavuşmak için bu ve buna benzer malum
sözlerle hep hedef şaşırtmışlardır. Firaset, mü'mi-nin imân alâmetlerinden
biridir. Oyuna gelmiyenler de, fi-rasetli, kâmil imân ehli müminlerdir. Sözün
özüde budur.
Cenab-ı Hakk, milletimizi yanlış hedef seçmekten
korusun ye kurtarsın. [100]
457.Dayak Cennetten Çıkmadır
•Dayağın cennetten çıkma olduğu ifadesi tamamen
yalandan ibarettir. Çünkü, cennet dayak atma yeri değil merhamet, sevk,
istirahat ve Allah'ın nimetlerinden istifade edilen yerdir. Cennet; mü'minîerin
saadet durağıdır.
"Dayak cennetten çıkmadır" sözüyle dayağı, İslâm'ın
rüknüymüş gibi telkin son derece tehlikelidir. Çünkü, yeni nesil bu ifâdeyi
duyunca zannedecek ki, İsîâm dini can yakan ve can yakmayı ibâdet sayan bir
dindir. Böylece İslâm'a karşı kin duyacak. İslâm'a ve müslümanlara karşı düşman
olarak yetişecektir. İşin aslı, bunun tam tersidir. Çünkü İslâm merhameti, affı
telkin eden sıkıntı ve üzüntü vermemeyi emreden bir dindir.
Elbette, dayağın caiz olduğu ve tatbikatının
sınırlandırıldığı, ölçüsünün belirlendiği yerler de vardır. Herşey yerli
yerinde ve olması gereken şekliyle olursa elbette güzeldir. Yerli yerinde ve
ölçülü yapılmayan hiçbir şey güzel değildir. Ancak, bugünkü tatbikatıyla dayak
vahşice bir eğitim şeklidir. İşin acı yönü bu olumsuzluğun faturası da İslâm'a
çıkarılıyor.
. İslâm'ın dayak konusundaki tatbikatı bugünkü
anlaşılandan ve yapılandan son derece farklıdır. Mesela, İslâm'a göre verilen
ölçülerle olmak kaydıyla hakimin vereceği kararla suçluyu yola getirmek veya
eğitmek üzere dayak caiz görülmüştür.
Peygamber (S.A.V) Efendimiz:
"Çocuklarınız yedi yaşına gelince namaza alıştırınız.
On yaşına geldiklerinde namazlarını kılmazlarsa kaba yerlerine vurmak şartıyla
zorla kıldınmZt»[101]
buyurmuştur.
Üç yıllık bir süre ile çocuğun 7 yaşmdan 10 yaşma kadar
namaza alıştınlması sağlanacak. Güzelliğin bütün tonları, bütün iyi yöntemleri
kullanılacak. Eğer çocuk serkeşlik yapar, gevşek davranır veya namazım
kılmamakta dinini yaşamamakta İsrar ederse, önce kızmanın tonları ve sıkıştırma
yöntemlerinin tümü uygulanır. Bu dönemde dayak yine yoktur. Çaresizlik olarak
lO.cu yaşta hafifçe dövmek var ki, kafa bölgesi bu iznin dışındadır. Sadece
kalça bölgesindeki kaba yerlere vurulabilir.
Boğa, deve, horoz gibi benzeri güreşler ile, insanın
kafa bölgesine vurmayı hedef aîan boks gibi sporların İslâm'da yasak olması da
dayağın yerini belirler. Yani dayağın yüze ve diğer baş bölgesine vurularak
atılması kesinlikle caiz değildir.
Namaz kılmayanların, içki içenlerin, zina iftirası
atanların, başkalarını dövmek gibi suçların faillerini dövmek (vurmak)
suretiyle cezalandırılmaları esastır.
Ancak, bu cezalandırma hakim kararıyla ve tayin edilen
ölçüler doğrultusunda tatbik edilebilir. Bunun ilk şartı Devletin İslâm devleti
yani İslâm'ın bütünüyle tatbik edilen ülke olması şarttır.
Zinayı teşvik eden bir devletin bu suçu işleyenlere
dinin Ön gördüğü cezayı tatbik etme hakkı yoktur.
Kadının, İslâmi emirlere uyması için tatbik edilmesi
gereken yöntem de Kur'an-ı Kerim'de beyan edilmiştir. İlgili âyette buyuruluyor
ki:
"....Kadınlarsınız serkeşlik yaparlarsa:
a- Önce
kendilerine öğüt verin.
b-
Uslanmazlarsa yataklarınızı ayınn.
c- Sizi
dinlememekte inat ederlerse (yumuşak-ka-]ba yerlerine vurmak şartıyla) dövün.[102]
Dikkat edilirse İslâm'da dayak, çaresizlik anlamında son
çâredir. Ancak hiçbir zaman da cennetten çıkma değildir. Cennet ile dayağın
hiçbir ilişkisi yoktur.
Hâsılı, bazı çevrelerce, dayak İslâm'ın rüknü imiş gibi
gösterilmeye çalışılıyor. Dayağın çenetten çıkma olduğu telkinatından gaye, genç
nesilleri İslâm düşmanı yapmaktır. Böyle bir iddianın hiçbir dayanağı yoktur.
Mevcut tatbikatıyla dayağın İslâm'da yeri yoktur. İslâm'ın uygulanmasını
istediğini dayak belirlenen Ölçüler çerçevesinde kalmak şartıyla ya islâh için
veya adam yetiştirmek içindir. Gerisinin İslâm ile hiçbir ilgisi yoktur.
Cenab-ı Hakk, bizleri küfrün her telkininden korusun ve kurtarsın.. [103]
458"- Tavuk Su İçerken, Allah'a Bakar"
Bilindiği gibi, tavuklar su içerken, ağızlarına su
zerreciğini aldıklarında kafalarını yukarıya kaldırırlar. Böylece,
ağızlarındaki su kolaylıkla kursaklarına ulaşır. Tavukların bu hareketlerini
gören bazıları:
"- Tavuk su içerken, Allah'a bakar" diyorlar. Böyle bir
söz ve inanış kişinin itikadını bozar. Çünkü bunda Allah'a mekân tahsis etme
vardır. Allah (c.c.) mekandan münezzehtir. O, Sein'i'dir, Basir'dir.
Bu tür sözler, Allah (c.c)'nün isimlerini, sıfatlarını
bilmenin neticesinde sarf edilir. Çünkü Allah'ın isim ve sıfatlarını
bilmeyenler Allah'ı tanıyamazlar. Tanımayınca da böyle uîu-orta konuşurlar.
İtikadını bozar veya tehKke3re düşürücü sözler sarfederîer.
Hâsılı, "Tavuk su içerken, Allah'a bakar" sözü yanlış
bir değerlendirmenin neticesinde sarf edilmiş hatalı bir ifadedir. Müslümanlar
dillerine, dinlerine ve yanlışlığa düşmemek için bütün organlarına sahip
çıkmalıdırlar. Zira, söylediklerimizin ve yaptıklarımızla hesabının görüleceği
maşhere günbegün yaklaşıyoruz.
Cenab-ı Hakk, itikadımızı bozmaktan korusun ve
kurtarsın... [104]
459"- Serhoşun Masasına Oturup, Mezesinden Yemek Sevaptır."
Halkımız abasında "Serhoşun masasında oturup mezesinden
yemek sevaptır" cozü çok duyulan yaygın sözlerden biridir. Ancak bu yanlış ve
haram bir ifadedir. Çünkü dini delillere zıttır. Zira serhoşun masasına oturmak
da, onun mezesinden yemek de haramdır.
Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimiz:
"Kim Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa, üzerinde içki
bulunsa sofraya oturmasın [105]buyurmuştur.
Eğer içki bulunan sofraya oturmak o Sofradan birşeyîer
yemek veya ö mecliste bulunmak müslümana haram olmasaydı Peygamberimiz bundan
bizleri men etmezdi. Böyle bir sofraya oturmayı bize yasakladığına göre bir
müsîü-man orada bulunamaz, o sofraya oturamaz ve o sofradaki yiyeceklerin
hiçbirinden yiyemez. Yerse haram işlemiş olur.
Hz. Ömer'in oğlu Abdullah (r.a) diyor kim:
trRasûlullah (SA.V) Efendimiz bizi iki sofraya
oturmaktan men etti:
1- İçki içilen
sofra.
2- İsraf olunan
so£ra.[106]
Başlıkta zikretmişimiz malum sözde, itikadi bir
hassasiyet görüyoruz. İçki içiie£ sofraya oturmanın sevaplığı ifade ediliyor.
Peygamberimiz de bunu yasaklıyor. Böyle bir sofraya oturulmamasını,
yiyeceklerinden yenilmemesini emrediyor. Burada harama helâl ve hatta sevap
deniliyor ki, bu kişinin imânını ne hâle götürür iyi hesap etmek
lâzım.
. Kur'an-ı Kerim'de, Allah'ın âyetlerinin hiçe
sayıldığı, onlara itibar edilmediği, onların alaya alındığı veya inkar edildiği
yerlerde oturmak veya bulunmak müslümana yasaklanmıştır. Buna rağmen onların
yanında bulunanların, onlar gibi olacakları beyan edilmiştir[107]
Gerçekten de İslâm'ın yasaklarına uyulmadığı, ibâdet kurallarının kü-çümsendiği
toplantılara katılmak, nifakın ilk ve son belirtisi, münafıklar düzeyince
gelmenin açık alâmetidir.
Peygamer (S.A.V) Efendimiz değil günah meclislerinde
oturmayı, içki içilen, haram işîenen yerlerde bulunmayı bile kesinlikle
yasaklamıştır. Müslüman başkasına uymaz; başkalarının müslümana uyması gerekir.
Çünkü müslüman iyi örnek ve güzel davranışlarıyla başkalarına
numunedir.
Maalesef, günümüz müslümanlarmın çoğunda bu tür günah
dolu toplantılara ve meclislere katılma zaafı vardır. Yapılan düğünler, nikah
merasimleri, balolara bakıldığında bir kısım müslümanlarm inkarcılardan farklı
bir tutum ve anlayış içinde olmadığı görülmektedir.
Böyle olmanın sebepleri açıktır: Köklü bir dini eğitim
ve aile terbiyesi verilmediği devirlerde, İslâm ülkelerinde bu kabil manzaralara
sık sık rastlanmıştır. Fsrz-ı ayn ilimleri öğrenmeyen müslümanlar bu yüzden
günah meclislerinde bulunmakta bir sakınca görmeme bahtsızlığına
düşmüşlerdir.
Ağzımıza gelen her sözü söyleyivermenin,
duyduklarımızın mahiyetini düşünmeden tekrar edivermenin imâni noktada bizi ne
hale getirdiğini göz ardı edemeyiz. Çünkü biz müslümanlar her söz ve
davranışımızın hesabını vereceğimiz güne inanıyoruz. Öyle ise inandığımız gibi
yaşamak zorundayız.
Demek ki, "Serhoşun masasına oturup mezesinden yemek
sevaptır" sözü son derece yanlış, yalan ve imani noktada müslümanı tehlikeye
sürükleyen bir ifadedir. Böyle bir ifadeden kaçınmakla mükellefiz... Yanlışlığın
her çeşidine düşmekten Rabb'ımız bizleri korusun ve kurtarsın.. [108]
460"- Dedi- Kodu Etmek, Ömrü Uzatırmış."
•İnsan uzuvlarını» en önemlilerinden biri de dil'dir.
Çünkü birçok şeyler onunla yapılır. Eğer bu uzuv şeytana kaptırılırsa insan
cehenneme gider.
Mü'minler dillerini muhafaza etmek zorundadırlar.
Mukârrebuir[109]
zümresinden Fudayl bin İyâd (r.a): 'Dil'i Allah'ın (c.c) rızasına uygun olarak
kullanmak va-cibtir, çünkü dil bir emânettir. Dili raünkerden muhafaza edip
hapis etmek, hacca gitmekten ve sınırlarda nöbet tutmaktan daha da zordur"
demiştir.[110]
Dilin afetlerinden biri de pervasızca iîeri-geri
konuşmaktır. Dedi-kodu, gıybet, nemime gibi çirkinlikler dil
afetidir.
Gıybet (Dedi-kodu): Arkadan çekiştirmek. Hazır olmayan
birisinin aleyhine konuşmak. Birisinin gıyabında hoşa gitmeyen bir şeyi
söylemek. Gıybet odur ki: Gıybet edilen kişi hazır bulunsaydı o sözden
danlacaktı. Söyleyenin söylediği doğru ise gıybet; yalan ise hem gıybet hem de
iftira olur. Bu iki katlı çirkin bir günahtır.
Bir ismi de gıybet olan dedi-kodu çirkin bir amel olup
Kuran[111]
' ve Sünnette yasaklanmış "ölü eti yemektir" diye çirkinliği tarif olunmuştur.
Dedi-kodu haramdır. Gevezeli ğin
alabildiğine yayıldığı, dedi-kodu, yalan ve iftiranın kol gezdiği toplumumuzda
insanlardan Müslümanlık beklemek gerçekten çok zor.
Sizlere Peygamber (S.A.V) Efendimiz döneminde eera-yan
etmiş bir olayı nakledeyim:
Asr-ı Saadette evli bir müslümamn zina etiği kendi
"ikrarı" ile sabit olmuş. Kecm cezası uygulanmış. Cezanın tatbikinden ve
cenazenin defninden sonra mezarlıktan dönerken iki kişi kendi aralarında "Köpek
gibi taşladık" diye konuşmuşlar. Efendimiz bu konuşmayı duymasına rağmen ses
çıkarmıyor. Bir müddet sonra davul gibi şişmiş bir eşek leşine rastlıyorlar.
Efendimiz (S.A.V)
- Falan ile filanı çağırın, buyuruyor. Onlar
gelince:
- Derhal şu eşek leşinden yiyiniz, emrini
verdi.
O iki zât:
- Ya Rasûlallah! Bu leşi kim yer, deyip tereddütlerini
ortaya koyunca, Efendimiz. (S.A.V):
- Sizin biraz evvel kardeşiniz aleyhine yaptığınız
dedikodu, şu pis leşten daha çirkindir. Yemin ederim ki; cezasını çeken o
suçlu kişi, şimdi cennetin nehirlerinde yüzmektedir, buyurmuştur[112]
Peygaberimiz (S.A.V):
"Kim bir mü'nıiiıin ayıbını Örterse sanki diri diri
toprağa gömülmüş bir kız çocuğunun kabrinden kaldırarak diriltmiş gibidir[113]
"Miraca çıktığım gece bakırdan tırnakları olan
yüzlerini ve göğüslerim tırmalayan bir topluluk gördüm:
- Bunlar kim ya Cibril? dediğimde
- Bunlar gıybet eder; ve insanlaran haysiyetine tecâvüz
edenlerdir, karşılığını verdi"[114]
buyurdu.
Efendimiz (S.A.V) Baki mezarlığından geçerken iki
mezarı göstererek;
- Bunlar azab görüyorlar. Sebebi: Biri koğuculuk
(dedikodu) yaptığıdan, diğeri bevlinden korunmazdı, buyurdu[115]
İbrahim bin Ethem birgün yemeğe davet edilmişti. Meclise
gidip oturdu. Oradakiler gıybet etmeye başladılar. Bunun üzerine
pradakilere:
- Âdetimize göre et, ekmekten sonra yenir. Oysa siz et
yemekle işe başladığınız, dedi. Sonra da: "... İçinizden biriniz ölü
kardeşinizin etini yemekten hoşlanır mı? Bundan nefret edersiniz, değil rai?" ayetini [116]
okudu[117]
Bir grup insan oturmuş sohbet ediyorlardı. İçlerinden
biri, birisinin adını ortaya atıp onu dedi-kodu etmeye başladı. Diğer biri
dayamadı bu adama:
- Ey divane adam, sen hiç kafirle savaştın mı? Dedi-kodu
eden kişi:
- Hayatım müddetince kendi dört duvarımdan dışarıya adım
atmadım, dedi.
O zaman gerçek sözlü zât:
- Bu kadar talihi ters adam görmedim. Kâfir bile onun
şerrinden emin olarak oturuyor da, dilinden müslümanlar kurtulamıyor" dedi,[118]
Hz. İsa (a.s) İblis'e rastlar. Bir elinde bal diğerinde
kül görür Ona sorar:
- Ey Allah'ın düşmanı ne yaparsın elindekileri? Şeytan
şu cebabı verdi:
- Balı gıybet edenlerin ağzına sürerim. Gıybet ettikçe
ederler. Günaha dalarlar. Külü de yetimlerin yüzüne serperim ki, herkes onları
hakir görsün, sevmesin.
' İşte bunlar da şeytanın oyuncakları.
Gıybet edenin sevapları gıybet edilenin amel defterine
yazılır. Hasan Basri Hazretlerine falan seni gıybet etti dediler. Gıybet edene
bir tabak helva göndermiş hazret. Gönderdiği kişiye de : Ona söyle. Sevabını
bana hediye etmiş. Bende bu helvayı ona hediye ediyorum, demiş.
Kıyamet günü kul amel defterine baktığında, defterde
bazı işlemediği sevaplar görür. Bunlar nereden geldi Ya Rabbî? diye sorar. Ona
denir ki.:
- Senin haberin yoktu. Dünyada gıybetini ettiler.
Onların sevabı alınıp sana verildi.
Dedi-kodunun zararını bilsek bu derece tiryakisi
olmayız. Bir kudsi hadiste:
'Eğer içinde Jrir sıkıntı, üzerinde halsizlik
görüyorsan, bilki gıybet etmişsindir" buyuruluyor. Gıybet günahından kurtulmak
için gıybet edilenin hakkını iade etmek yani onunla helâlleşmek gerekir. Çünkü
kul hakkı geçmiştir.
Adamın biri, başka birinin hakkında konuşsa,
dinliyen-lerden biri de:
- Gıybet etmeyi bırak. Başka şey konuş, dese; gıybet
yapan da:
- Ben gıybet yapmıyorum, gerçeği söylüyorum dese, bu
adamın imânını ve nikâhını yenilemesi gerekir. Çünkü Allah'ın gıybet dediğine o
gıybet değil diyor; hâşâ, Allah'ı yalancılıkla itham etmiş oluyor.
Dinimize göre gıybetin caiz olduğu yerler de vardır.
Hasan Basri Hazretlerine göre üç yerde gıybet caizdir:
1- Kendi görüş
ve isteklerini dinin emri imiş gibi gösteren kişileri tanıtmak.
2- Günahkârın
günahını söylemek.
3- Zalim devlet
ve hükümet başkanlarının zulümlerini ifşa edip onlar aleyhinde konuşmak caiz
olduğu gibi ayrıca bu bir cihadtuv [119]
Yani şöyle diyebiliriz: Gıybet'in tahakkuk etmemesi için hakkında konuştuğumuz
müslümanın:
a- Fısk-ı fucür
içinde bulunması.
b- Bunu aleni
hâle getirmesi,
c- Müslümanlara
zulmetmesi,
d- Alış verişte
insanları aldatması,
e- Hırsızlık ve
dolandırıcılık gibi fiilleriyle tanınmasıdır.
.
İşte bu vasıflardaki kimseler aleyhinde söylenen sözler
gıybet değildir. Helâl ve haram hudutlarını tanımayan ve İslâm'a zarar veren
yazarlar hakkındaki sözler de gıybet hududuna girmez.
Altı şeyin gıybet olduğunu fakat gıybet günahı
alınmadığını usl-ü hadisciler ve ahlâkçılar söylemektedirler: Bu altı şey
şunlardır:
1- Zulme
uğrayan bir şahsın şikâyeti.
2- Kötülüğü
önlemede başkasından yardım istemeksizin kötüler hakkında konuşması.
3- Evlâdın
babası hakkında fetva istemesi.
4-
Başkalarının zarar görmemesi için kötüleri öğretmek, bildirmek, söyle.
ıek.
5- İki kişiyi
ayırt etmek için birbirinde mevcut sıfatlan söylemek.
6- Bid'at
ehlinin bid'atlarını söylemek[120]
Bütün bunlardan sonra toplumumuzda görülen
şudur:
Dedi-kodu; sohbet, gazetecilik ve yayın gibi biçimlere
girerek toplumumuzu kemiriyor. Bu da psikolojik ve fizyolojik hastalıklara yol
açıyor.
Hâsılı, törpüyü yalayan kendi dili kanayıp kendi kanını
yalamasına rağmen, törpüdeki kam yaladığını sanarak habire dilini yalayıp
kanatır. İşte "dedi-kodu etmek ömrü uzatır" sözü de aynen burun
gibidir.
Bu söz insanı küfre düşürür. Çünkü gıybet haramdır. Bu
sözde haramın haramlığı inkâr edilmiş, haram bir fiil şirin gösterilmiştir. Bu
sözü söyleyenler veya böyle bir inanca kapılanlar hemen tevbe etmeli,
imânlarını, var idiyse nikahlarını da tazelemelidirler. Cenab-ı Hakk, Ümmeti
böyle nahoş durumlara düşmekten korusun ve kurtarsın. [121]
461"- Sigara İçmek, Diş Ağrısını Giderir"
•Bu konuda yazacaklarımın "sigara kavgası" na sebep
olmamasına Cenab-î Hakk'tan niyaz ederek meseleye girmek istiyorum.
Mevzumuzla alâkalı olduğu için bir atasözü ile konuya
girelim. Tecrübe sahibi büyüklerimiz: "Orosbuda vefa, haramda şifa olmaz"
demişlerdir .Olmaz ya! Çünkü bu ikisinin de bünyeleri bozuktur.
Sigaranın hükmü ile alâkalı bölüme girmeden "Sigara
içmek diş ağrısını giderir" mi? Sorusuna cevap verelim. Evet! Sigaranın diş
ağrısını giderdiği zannedilir. Olay şudur:
Sigaranın içinde katran cisimleri vardır. Bu cisimler
tütünün yanması ile meydana gelen dumana karışarak organlara ziftleşmiş olarak
sirayet eder. Kansere de sebep olan bu madde dişe sirayet ettiğinde diş çürükse
orayı kapatır ve oradaki siniri geçici olarak uyuşturur. Diş içten çürük de
siniri içten tahriş ediyorsa bünyeye sirayet eden kısmıyla sinir yine uyuşarak
ağrıyı geçici olarak dindirir. Halk arasında işte buna "Sigara diş ağrısını
geçiriyor" derler. Bu çok yaygın bir sözdür. Ancak gerçekle alâkası yoktur.
Birisi size:
- Ben içtim de geçirdi, diyorsa ona; bunun altadıcı bir
teselli olduğunu, olan hadisenin kanser alarmının sesi olduğunu izah ediniz.
Kanser davul, zurna ile gelmez. İşte böyle yalancı zevkler vererek gelir. Hâdise
budur.
Sigaranın zararlarını bilmeyenimiz yoktur. Buna rağmen
her "haram" mı değilmi tartışması da yapılır durur. Mal'a, can'a, çevreye,
ölüye, diriye zararı olan bir şeyin ha-ramhğını tartışmak fuzuli meşguliyettir.
İsraf haramdır. Kim diyebilir sigara israf değildir diye? İsraftır hem de ne
israf,,.
Dünyanın dört bucağında ümmet, tezgiyahın üstündeki et
gibi doğranıyor. M jlümanlarm ırz ve namuslarına tasallut c lunmuyor. Kur an
ayaklar altında. İslâm yaşamaya değer görülmüyor. Bizim "müslüman "lar da sigara
"ha-. ram"-"haram değil" tartışması yapıyorlar. Bütün bu olumsuzluklar içinde
müslüman kendisinde sigaraya para verecek cesaret bulabiliyorsa bunlar itikadi
durumlarını tar-tışsalar herhalde daha isabetli bir iş yapmış
olurlar.
Dünyanın her tarafında Müslümanlar kâfirlerle savaşmak
için silâh alacak para bulamazken ve ehl-i küfür ırzına geçmedik müslüman kadın
bırakmıyacağız derken bizim "müslüman" da günde 20.000 lira sigaraya para
verirse bu "müslüman" İslâm'ı can evinden vuruyor demektir. Buyurun işte hesap
ortada. Bir müslüman günde 20,000 îira sigara parası verirse ayda 600.000
lira yılda: 7.200.000 lira yapar. Türkiye de yılda yirmibeş milyon kişi sigara
içiyorsa ki, daha fazladır. Ortalama olarak müs-lümaların sadece sigaraya
verdiği para kısaca İSO tirilyon eder.
Türkiye'nin yılda kişi başına 6 kg. sigara tüketimiyle
dünyada birinci olduğu açıklanmıştır[122]
Avrupa başta olmak üzere dünyanın bir çok devleti sigara aleyhine kampanyalar
yapmakta "sigara içmeyen bir toplum "u hedef almaktadırlar. Dünya üzerinde bu
anlanda önlemler almamış tek ülke Türkiye'dir. Sigara reklâmı yapılan tek ülke
de Türkiye'dir. Amirekan sigaralarının boy hedefi olmuştur insanlarımız. Buna
idarecilerimizin gafleti diyemeyiz; çünkü bu gaflet değil bir
ihanettir.
Uzmanlar sigara dumanında fare zehiri başta olmak üzere
bin'e yakın [123]
zehirin varlığından bahsetmektedirler. Milletini bu zehirlere hedef hâline
getirmek, milletini düşünen idarecinin yapabileceği bir davranış
değildir.
Türkiye'de yaklaşık 25 milyon civarında kişinin
ağzından sigara düşmüyor. Dünyada sigara üretimi her yıl %2 oranında,
Türkiye'de ise %7 oranında artıyor, yurdumuzda yılda adam başına 600 paket
sigara düşüyor. Devlet, sigara üzerinden büyük "gelir" elde ediyor. Tabii bu
öyle görü-neni. Zehirlediği bu insanların tedavisine yapılan masraf dikkate
alınmıyor. Çarpık düzenin çarpık mantığı milletimizi inim inin
inletiyor.
Zararlarının ve çirkinliğin reklâmını yapan, toplumu
reklâm manyağı haline getiren zihniyete lanet olsun.
"Sigara diş ağrısını giderir" sözü de bir reklâmdır. Bu
reklâmcıların ahmaklara yaptırdığı bedava bir propagandadır. Şimdi isteyen bu
sözü söylemeye devam etsin..
Nereden geliyor bu mezkur sözün menşei? sorusunun cevabı
şudur:
1560'da Fransa'nın Portekiz'deki elçisi Jean Nicot
Portekiz sarayında süs gibi yetiştirilen tütünü görünce bu bitkiyi inceledi.
İnceleme sonucunda tütünün ağrı kesici bir ilâç olduğu kanısına
vardı.
,0 yd Fransız kreliçesi Catherine de Medici müzmin baş
ağrılarımdan şikayet ediyordu. Nicot, baş ağırlarını tedavi edici ilâç olarak
kreliçeye tütün gönderdi. Kreliçe tütünün içindeki maddelerin uyuşturucu
tesirinde kalarak baş ağrılarını bu otun geçirdiğini şayi edince, tütün
Avrupa'da süratle yayıldı.
Tütüne önceleri "sefir otu" deniyordu. Bu ot ya
çiğneniyor veya pipo ile içiliyordu. Böylece sigara "keyif ve değişiklik
arzusu"ndan "alışkanlığa" dönüşmüş oldu.
Tütün ile ilgili ciddi arıştırma yapan elçi Jean
Ni-cot'tur. Bu yüzden tütün bitkilerine Nicotiana, tütün zehi-rine de Nicotin
denilmektedir.
Son derece bir sağlık problemi olan sigara alışkanlığı
her yerde bir hastalık gibi yaygındır. Bu salgın meretin dikim ve işlemesini ne
yazık ki bizzat devlet organize ediyor ve böylece sigara içen bir nesil
yetiştiriliyor, maalesef.
Sigara içenler kazandıkları gelirin büyük bir kısmını
bırakmadıkları kötü bir alışkanlıkla, daha sonra da bu alışkanlığın sebep olduğu
hastalıkların tedavisi?:7 carlar. Tütün kadar insanları biribirine esir eden bir
§v yok.
Sigara alışkanlığının sebeplerini sayanlar birçok madde
sıralarlar. Biz bunları üç ana grubta topluyoruz:
1- Hayat
şartlarının ağırlığı[124]
2- Sigaraya
yalnızlığı gideren arkadaş görüntüsü verilmesi.
3- Sigara
sanayii kesiminin insanların beynini reklâm ve propagandalarla
yıkaması.
Bütün mesele, üçüncü maddede zikredilen propagâ ' nın
birinci ve ikinci maddeleri iki ayak yaparak hu olmasıdır. Yanlış ve yıkıcı
propagandalara aldanrr latamızın acısını ümmetçe bu gidişle daha çok
benziyoruz.
Yine uzmanlar sigaranın zararlarını madde madde
sıralıyorlar. Diyorlar ki:
1- Sigara
içenlerde müzmin bronşit olur.
2- Damar
sertliğinin meydana gelmesinde sigaranın payı büyüktür.
3- Ayak
damarlarının takınmasına genelde sigara sebeptir.
4- Sigara
midede gastrit yapar.
5- Kalb
damarlarının daralmasına sigara sebeptir.
6- Sigaranın
hafızayı zayıflattığı tesbit edilmiştir.
7- Birçok
kanser vak'alarma yine sigara sebep olmaktadır.
8- Sigara
beyine etki yaptığı için Felç'e de neden olmaktadır.
9- Sigara
kısırlığa da sebep oluyor.
10- Mesane
kanserinin sebeplerinden biri de sigaradır.
11- Sigara
tansiyon yükseltir.
12- Sigara
iştahsızlık yaparak mide-bağırsak bozuklukları ve daimi kabızlığa
yakalatır.
13- Dişleri
sarartmaktadır.
14- Ciltte
kırışıklıklar meydana getirmektedir.
15- Vücudun direncini düşürmekte hastalıklara
zemin hazırl amaktadır.
16- İradeyi
zayıflatmaktadır.
17- Psikolojik
çöküntü meydana getirmektedir.
18- Sigara
görme bozukluğuna sebep olmaktadır.
19- Sigara
cinsel foksiyonları azaltmaktadır.
20- Sigara ağız
tadını bozarak yiyeceklerden yeteri kadar lezzet almayı engeller.
21- Sigara
yangın gibi maddi sararlara da sebep oîur.
22- Sigara
kadınlarda erken ve ölü doğumlara sebep olur.
Sigara içenler bütün bu zararları sigaranın dibindeki
filitrenin Önlediğini zannederler. Kesinlile filitrenin hiçbir önleyici vasfı
yoktur. Filitreli sigaralar sigara tiryakiliğini artırmaktan başka bir vasfa haiz değildir.
Sigarayı bırakmanın yolu yok mudur? Elbette vardır.
Bunun için şunları sıralayabiliriz:
1- Sigarayı
bırakmak için kesinlikle iradenize sahip çıkacaksınız.
2, Devlet
sigara tüketimi yanında değil, halkın sağlığı yanında yer
almalıdır.
3- Devlet
yayın araçlarıyla sigaranın zararlarını devamlı anlatmalıdır.
4- Sigaralar
pahalandırılın alı, satanlara özel vergiler konulmalıdır.
5- Sigara
paketleri üzerine uyarıcı yazılar yazılmalıdır.
6- Doktorlar,
öğretmenler, din görevlileri ve devlet adanılan kesinlikle sigara
içmemelidir.
7- Televizyon
yayın programında olanlar sigarayı kesinlikle hiç olmazsa yayan esnasında
içmemelidir. Bazılarını görüyoruz. Bacak bacak üstüne atıp kaykılarak
oturuyor. Elinde sigara içiyor. Bunlar aile terbiyesi almamış, milletimizin
ahlâk yapısından uzak olan edebsîzlerdir. Ne yazık ki, memlekette bunlar da söz
sahibidirler. Yazık hem de çok yazık.
8- Sigarayı
bırakmak için yanında çakmak, ağızlık bulun durmamalıdır.
9- Sigara içme
arzusu veren et, çay, kahve, baharat, acibiber gibi yiyecekler ve içecekler
belli bir süre yenilip içilmemelidir.
10- Yemek
zamanları dışında bol su içilmelidir.
11- Yemeklerden
sonra açık havada yürünmelidir.
12- Hemen hemen
hergün banyo yapılmalıdır.
13- Bol
limonata içilmelidir.
14- Sigara
ikram edenlerin yanına pek yaklaşmamak-dır.
15- Bolca
sebze, meyve, süt, yoğurt yenilmelidir.
16- Dişlerin
çok temizlenmesi gerekir. Çünkü ağız içi ve dişleri temiz olanlara sigara çok
tadsız gelir.
Sigara içmek, israf ve sihhate olan zararlarına binaen
kıyas-ı fukaha ilmine istinaden haramdır.
"Tiryaki! er "den bazıları sigara içerken bu olsa olsa
mekruh olur derler. Ömer Nasuhi Bilmen hocamız bir hadisin izahında [125]
"İstiğfar ile kebire kalmaz, İsrar ile de sağire kalmaz "[126]
der.
Bazı "tiryakiler" de sigara içmenin "şüpheli şey"
olduğunu iddia ederler. Bunlar şu Hadis-i Şerifi bilsinler. Peygamberimiz
buyurdu ki:
"Helâl- haram bellidir. Fakat bunlar arasında helâl mi
haram mı olduğu kesin belli olmayan şüpheli şeyler de vardır. Kim bu şüpheli
şeylerden kaçınırsa dinini ve ırzını korumuş olur. Şüpheli şeylere kim düşerse
sürüsünü her an saldırıp girebileceği bir korunun (sahibi olan bir arazinin)
etrafında otlatan bir çoban gibi harama düşer. Dikkat edin her melikin bir
korusu vardır. Allah'ın yeryüzündeki korusu haramlarıdır.[127]
Sigara içenler şu üç hususu göz ardı edemezler, Yani bu
üç hususu bilip yinede sigara içip zevk alıyorlarsa içsinler bakalım. Üç husus
şunlardır:
1- Sigara
dumanının ağız, burunda ve ellerin parmak larında meydana getirdiği san renk
abdeste ve gusüie mâni olan boya gibidir[128]
2- Sigara içen
tiryakilerin kilotlarında lekeler hasıl olduğu ve bu lekelerin sabunla
çıkmadığı, ancak çamaşır suyu ile çıktığı hususu gözden
kaçırılmamalıdır.
3- Çok tütün
içenler öldükten sonra cesetleri yıkanırken makatlarından gelen sızıntının
kesilmediği, sonunda sızıntılı halde bir nev'i abdestsizlik halleri içinde
kefenlen-dikîeri ibretle dikkate almalıdırlar.
Hâsılı, teselli diye sarılından sigara dertlerin,
meydana gelecek ızdırapiarın çıban başıdır. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerine
izafe edilen bir beyit vardır;
"Deme tömbekiye fışkı, fışkı duyar ar eder.
Tütün katma fışkıya, fışkıyı murdar eder."[129]
Demek ki, sigara vücuda giren bir hırsızdır. Bu hırsız
organları çalmakla kalmaz; imâna da kasteder. Cenab-ı Hakk, ümmeti böyle bir
tehlikeden korusun ve kurtrasın..
462-İsterfakir Ol Îsterfukara Yemekten Sonra Yak Bir Sigara"
»Başlık olarak aldığımız yukarıdaki ifade tiryakiler ta
rafından çok söylenilen bir sözdür. Sanki sigara yemeğin parçası imiş gibi bir
hava estirilmek istenir. Bu mezkur ifade tamamen yalan ve yanlış bir
ifadedir.
Milletimizin sıhhatini bozmak kendilerinin de maddi
gelirlerini artırmak için kapitalist ahlaksızlar tarafından uydurulan mezkur söz
ile ahmaklara sigaranın meccanen reklâmı yaptırılmaktadır. Dikkat edilirse
sigaranın halk arasındaki bir ismi de "ahmak otu" dur.
Aklı başında hiç kimsenin mezkur söze aldanıp da,
yemeklerden sonra sanki gerekliymiş gibi sigara içmeye kalkışması düşünülemez.
Yemeklerden sonra gereken, ha-ramlığı - tartışmalı da olsa- bilinen sigara içmek
değil, na-sib olan rızkı almanın şükrünü edâ etmektir. Duâ etmektir. İnsan bunu
kavrayamazsa mutfakla tuvalet arasında boru olmaktan kurtulamaz.
Hâsılı, birçok sözler gibi başlık yaptığımız ifade de
emperyalist kafirler tarafından aramıza sokulmuş, insanlara nıeccanen
yaptırılan menfî propagandalardan biridir. Sömürü hortumunun bir halkası olan
bu ve benzeri sözlere dikkat etmek lazımdır, Cenab-ı Hakk, bizleri ağzımıza
gelen veya kulağımıza fısıldanan her sözü söyleme tehlikesine düşmekten
korusun ve kurtarsın[131]
463-"Biz Eli Dumanlı (Sigarayı Kastederek) Kalbi İmanlı Mücahidleriz
•Sigara içen genç, imârdı hem de sakallı, musalli
kardeşlerimize; iyi meziyetlerinin yanında bu tiryakiliklerinin yakışmadığını,
çirkinliğin gözleri tırmaladığını iğrenç alışkanlıklarını bırakmalarım
söylediğimiz zaman:
- Aman efendim bunu büyütmeyin. Biz eli dumanlı kalbi
imanlı mücahidleriz, diyorlar.
- Fesübhanallah! Ne biçim mücahidlikse bu. Bu neye
benziyor biliyor musunuz? Kusura bakmayın ama anlaşılsın diye misal
vereceğim.
Görüyorsunuz. Adam tenekecilik yapıyor. Dükkan açmış.
Müslümanca olsun diye dükkanına "Cihad Teneke" levhasını yazdırıp asıyor. Yahu
tenekeciliğin de cihadı olmaz. Kelimenin ağırlığını düşürmemek lazım. İyi
niyetle yapılıyor ama yapılan yanlış.
Aynen bunun gibi yani tenekeciliğin cihadı ne kadar
tırmalayıcı ise "eli dumanlı mucahid"cilik de o kadar tır-malıyıcı.
Şahsen ben, sigaradan nefretten de öte iğreniyorum.
Sigara içenlere hatırlatıyorum. Akşam evinize gittiğinizde hanımınız sarımsak
yemiş olsa, sizde sarımsağı tatmasa-nız o sarımsağın kokusunu taşıyan karınız da
olsa, ona muhabbetle sokulabilir misiniz. Bu mümkün değil. İşte siz karımzdaki
sarımsak kokusundan nasıl nefret ediyorsanız, s'gara içmeyen hanımınız da sizin
kokunuzdan en az sizin kadar iğrenir. Bu
durumda olanlar kul hakkına tecavüz etmiş olurlar.
Lütfen bu durumu göz ardı etmeyiniz sigara içerken.
Sigaranın verdiği zevk hanımınızı ettirdiğiniz nefretten sizin için daha önemli
ise içmeye devam edin[132]
Hâsılı, sigara ile mücahidlik bir arada yürümez. Sigara
öyle bir illet ki, bulunduğu yeri çirkinleştirmekle kalmaz; aynı zamanda imana
da kasdeder. Allah (c.c), ümmeti böyle olumsuzluklardan korusun ve
kurtarsın... [133]
464-Allah’ın Verdiği Güzelliği Niçin Saklayım
•Tesettüre riâyet etmeyen kadınların bu hallerinin
uygunsuzluğu kendilerine hatırlatılınca hemen:
"-Allah'ın verdiği güzelliği niçin saklayım" diyerek
çıplaklıklarını akılları sıra mazur göstermeye çalışırlar. Aslında bu
örtünmeye meydan okumaktır.
Kadının, varlığının bir hikmeti vardır. Bu hikmete
binaen Cenab-ı Hakk erkeğe de olmakla birlikte kadına daha detaylı örtünme
sınırlan çizmiştir. Namahrem mahrem çizgileriyle kadin-erkek ilişkileri belli
bir kurala bağlanmıştır. Bu kurala göre hareket sağlıklı bir toplumu meydana
getirir. Bu meyanda haremlik-seîâmlık konusu son derece ciddidir. Haremlik-
selâmlık nesil emniyetini sağlı-yan sebeplerin başında gelir.
Kadının, Allah'ın verdiği güzelliği saklayacağı ve
saklamayacağı yerler vardır. Kadın için şerefli bir hayatın de-varaı
güzelliğini, saklanması gerekli olan uzuvlarını kendisine namahrem olan
erkeklere göstermemekle sağlanır.
Kadın, kendi güzelliğini hiçbir sınırlama olmaksızın
sadece kocasına gösterir. Hattâ, kadının, güzelliğini kocasına göstermesi ve
bütün maharetlerini ortaya koyması sevaptır da. İnancımıza göre, kadının
güzelliğini, cazibesini kocasına göstermesine sevap denirken, aynı mıntıkaları
başka erkeklere gösteren kadınlara halk arasında "Kendisini pazarlıyor"
diyorlar.
Bu isimlendirmeye katılmamak mümkün değil. Düşünün bir
kadın ki, vücudunun çok önemli yerlerini açmış. Eteklerini dizlerinin üzerine
çekmiş. Bununla da yetinmi-yerek eteğini kasığının altına kadar sökerek
baldırlarını gösteriyor. Bir tartışmada açık bir kadına niçin böyle yaptığını
sorduğumda "Ne yapayım. Erkekler baktıkça zevk alıyor tatmin oluyorum" diye
cevap verdi. Peki buna kendi kendinize parlıyorsunuz dersek bize kızar mısınız?
Dediğimde de : "Ne münasebet kızayım. Siz ne derseniz deyin. Doğru söylemiş de
olabilirsiniz. Bir bakıma doğrudur da. Kim nasıl değerlendirirse değerlendirsin,
ben bununla tatmin oluyorum. Ancak kesinlikle orosbu değilim."
Peki, sizce orosbuluk başka bir ifade ile namusluluk
nedir? dediğimde çok farklı şeyler söyledi.
Şunu düşündüm: Vucutlarıyla başkalarını tatmin etmek
için "Allah'ın verdiği güzelliği Allah'ın kullarından niçin esirgeyim" deyip
vücutlarını teşhir edenlerin namus anlayışları da farklı. Böyle bir anlayışla
namuslu bir hayat imkânsız diye düşünüyorum.
Hâsılı, çıplaklığı din haline getiren kadınların
"Allah'ın verdiği güzelliği Allah'ın kullarından niçin saklayayım" demeleri
toplum için son derece dikkat çekici tehlikelerin habercisidir. Cenab-ı Hakk,
böyle bir tehlikeden müslü-manları korusun ve kurtarsın... [134]
465-"Allah Onu Özene Bezene Yaratmış." 466-"Allah Onu Boş Zamanında Özene Bezene Yaratmış."
•Tevhid akidesine bağlı birisinin yukarıdaki mezkur
lâfları etmesi mümkün müdür? Bana sorarsanız, ben; "mümkün değil" diye cevap
veririm. Gerçekten de mümkün değildir.
Çünkü, bu sözle Allah'a adaletsizlik izafe edilmektedir.
Yaratılanların bir çoğunu abes görmek edebsizliği gösterilmektedir. Yine bu söz
ile nefsani arzularım dile getirmek için bütün bir âlemi tekmelemek; nefsi
gümbürdetmek yetmiyormuş gibi Tevhid'e kafa tutmak vardır. Bu sözde, Allah'ın
kader sırrına karşı gelmek vardır. Daha neler vardır. Bu sözlerin
altında.
Sonra özenmek-özenmemek kullara mahsustur ve bu bir
eksikliğin neticesidir.
Allah (c.c) ise eksiklikten münezzehtir. O, bir şeyin
olmasını murat ederse "[135]
emrini verir, o da oluverir/1^
Zamanı yaratan da o zamanın içini dolduran da
Al-lah(c.c)'dür. Zamanı boş bırakmak veya doldurmak kulların işidir. Allah
(c.c) böyle bir şeyden münezzehtir. Çünkü herşey O'nun külli iradesi altındadır.
Allah'a zaman ve mekan tahsis etmek O'na eksiklik isnat etmek olur. Bu ise
küfürdür.
Aynı zamanda bu sözde, nankörlüğü takdir gibi
takdim etmek vardır. Sözde Allah'ı tekfir
ediyormuş gibi hava estirilmekte lâkin tekfir kokusu bir türlü
gizîenememekte-dir. "Çirkin" gördüklerine böyleleri, Allah'ın zamanının dolu
olduğunda yarattığına inanıyor olmalılar ki, bu sözü sarfediyorlar. Bu bir
gaflet değil Allah'a karşı işlenen en büyük cinayettir.
Allah'ın yarattıklarında kusur görenlerden daha zalim
kim olabilir? Bu zalimlerin hizaya gelecekleri o mahşer gününün cehennem
ateşinin homurtuları bu zalimleri beklemektedir.
Hâsılı, kişiyi imândan edecek, başlıkta zikrettiğimiz ve
benzeri ifâdelerden kaçınmak her müslümanın başta gelen vazifelerindendir.
Unutmayalım ki, yaratılan her şeyde mutlaka bir hikmet vardır. Bu hikmeti
görecek imâm Cenab-ı Hakk bizlere de ihsan etsin. [136]
467- "İlâh Gibi Kadın"
•Bizim toplumumuzda "ilâh" dendiğinde genelde Allah
(c.c) anlaşılır . Halkımızın anladığı mânâ budur. Böyle olunca, bu cümleyi
kullanan kişiler, karşısında büyülendiği kadınlar için, mezkur cümleyi
söylemekle "Allah gibi kadın" demiş oluyorlar. Kadını Allah'a denk tutmak
suretiyle müşriklik gayyasına düşmüş oluyorlar.
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Kerün'de mallarım, mevkilerini
çocuklarını, kadınlarını ilâh yapanlardan ve bunların kötü akıbetlerinden haber
vermektedir.[137]
Kapitalist lâik toplumlarda sömürülen kadın, ilâh
mev-kisinde tutularak kanı emilmektedir. Araba lastiğinin reklâmında fiziki
cazibesi teşhir edilen kadın, eşşekler gibi şehvetine düşkün olanların
gözlerinde bir ilâh gibidir. Şehvetine tapanların ilâhıdır kadın. Böyîeleri
kadını öyle görürler.
Kur'an-ı Kerim'de nefislerine tapınanlann, müşriklerin,
münafıkların iğrenç yaşantılarından bahsedilirken korkunç akıbetlerinden
örnekler verilir.[138]
Zaten Allah'a kulluğu bırakıp kullara kulluk yapanların akıbetleri hep böyle
olmuştur. Bundan sonra da böyle olacaktır. Allah'ın kanunlarında hiçbir
değişiklik yok. Hep ahmakların acıklı halleri ibret verici.
Cehaletin mantığı yoktur. Bu mantıksızlığa
saplananların birçok şeyleri "Allah'ı sever gibi" sevmeleri kendilerini şirk
batağına saplamıştır. Günümüz insanı sevdiklerini Allah gibi sevdiğini saklıyor
da değildir. Onun için kadın birçoklarının gözünde gerçekten ilâhtır.
Şehvetine mübtela olanların ağızlarından kadınlarla
ilgili daha nice lâkırdılar duyulur: Meselâ, bazıları kadını kitaba
benzetirler. Derler ki: "Kitap gibi kadın". Bazıları da kadını meleğe
benzetirler. Derler ki: "Melek gibi kadın" Böylelerine göre melekler kadına
benzerler.[139]
Bu sözlerden çıkan netice şudur:
Kadın bazılarının gözünde ilâhtır. Bazılarının gözünde
kutsal bir kitaptır. Bazılarının gözünde de bir melektir. İlâhı, kitabı, meleği
kadın olan erkek kıîığındaki kancıkların şerrinden insanlık çile çekmektedir.
Böylelerinin şerrinden Allah (c.c) vatanımızı, milletimizi ve bütün insanlığı
korusun ve kurtarsın...
Hâsılı, kültürü bozuk, Kur'an ve Sünnet kültüründen
koparılmış, aile terbiyesinden uzak, maarifi bozuk toplumlarda kadın daima ön
planda tutulur. Bu onların kadına değer vermelerinden değil, kadını ilâh
mevkisinde gösterip sömürmelerinden, limon gibi sıktıktan sonra posasını
atabilme kolaylığını sağlamalarından dolayıdır.
Bizim inancımıza göre kadın, ayağının altında cennet
olan varlıktır. Biz bu varlığa ana diyoruz, baes diyoruz, sadık bir eş diyoruz.
Ve her kadını anamız kadar mübarek, bacımız kadar hürmetkar, eşimiz kadar
saygılı görüyoruz, tanıyoruz.
Öyle ise kadın, hangisinden olmak istiyorsa orada
yerini alsın...
Türkiye'de bazıları bir çeşit yemeğe: [140]
468-"Kadın Budu Köfte" Diyorlar.
•"Kadın budu köfte" Türkiye'de bir çeşit yemeğe verilen
isimdir. Allah (c.cjnün lütfettiği bir yiyeceğe bu ismi verenler olsa olsa bir
cinsi sapıktır. Çünkü böyle bir isim normal bir insan tarafından verilemez de,
söylenemezde.
Ancak bu ismi yaygınlaştıranlara ne demeli. Görün işte
Kur'an ve Sünnet kültüründen mahrum yaşayan bir toplumun acıklı halini. Bizim
öz kültürümüzde bu ad ile bilinen hiçbir yemek çeşidi yoktur. Emperyalist batı
kültürüne midemizi, ağzımızı, kalbimizi, kalıbımızı açalıdan beri başımıza
gelmedik belâ kalmadı. Bu, acıklı halimizin tek sebebidir.
Kadın bizim anamız, bacımız, hanımımız, ayağının altına
cennet serilen varlığı nazdır. Biz onu süfli emellerin iğrenç arzularına
sunamayıs. O bizim namusumuzdur. Nasıl olur da onun organını şehevi arzuları
harekete geçirecek bir çağrışımla yemeğimizin çeşidi yapabiliriz. Biz
yapamayız. Çünkü biz müsîümanız. Müslümanlar böyle bir şeye tevessül
edemezler.
Öyle ise, bu yemeğin ismini biz değiştirelim. Mezkur
yemeğe ismini vermeden önce nelerden ve nasıl yapıldığını görelim:
700 gr. kıyma.
3 adet kuru soğan.
1 fincan pirinç.
2 çorba kaşığı sıvı yağ.
3 adet yumurta.
Birer miktar maydonoz, tuz, karabiber, kekik.
Yapılışı:
Yağ, soğan ve kıymanın yarısı karıştırılıp kavurulur.v
Sonra, ayrılan kıyma, haşlanan pirinç ve kavrulan içlerle birlikte maydonoz,
tuz, karabiber ve kekik ile yoğrulup yumurta büyüklüğüne getirilerek galete
ununa bulandırılıp sıvı yağın içinde kızartılır. Böylece yemek yapılmış
olur.
Tarifi yapılan bu yemeğe biz müslümaniar "Kıymalı kebep"
diyelim.
Demek ki, "Kadın budu köfte" ismi bizim örfümüze
adetimize, ananemize, namus anlayışımıza, ahlâkımıza uymayan bir isim. Bu ismi
bundan böyle protesto ediyor yaptığımız mezkur yemeğe artık "KIYMALI KEBAP'
diyoruz. Ne hoş oldu değil mi?
Ayrıca kadınların organ adlarının verildiği başka
yiyecekler de var. Müslümanlar olarak bizi rahatsız eden bu yiyecek isimlerini
de değiştirelim. Tesbit edebildiğim kadarıyla tatlı olarak yediğimiz bu
yiyeceklere "Dilber dudağı", "Hanım göbeği", "Hanım parmağı" diyorlar. Bu
isimleri de değiştirelim. Kadınlarımızın ırzına matuf emperyalist emelleri
birlikte yıkalım.
Cenab-ı Hakk, bizleri yanlışın her çeşidinden korusun
vekurtarsm... [141]
469-"Kara Fatma" Diyorlar.
•Ehl-i küfrün müslümanlarî karalama yöntemlerinden biri
de "KARA"[142]
kelimesini kullanmalarıdır.
Kafirler "kara" kelimesini kullanmak suretiyle bir kaç
yönden müsîümanlara saldırmış oluyorlar; Kara Cum'a, kara sakal, kara çarşaf...
gibi ifadelerle İsîâmi değerlere saldırmayı küfürlerinin marifeti
sayıyorlar.
Cum'amiza kara, sakalımıza kara, örtümüze kara,
Ki-tab'ımıza kara diyen bu kara kaîb'ii mahluklara karşı çok dikkatli olmak
müslümanm firaseti gereğidir. Aksi halde şerlerinden kurtulmak son derece
zordur.
Küfrün tuzağına düşmemek lazım. Ama ne yazık ki,
cehalet içinde bırakılan müslümanların küfrün emellerine âlet olmaları son
derece üzücüdür. Çünkü saldırıların hiçbirisi tesadüfi değil hepisi planlı
programlıdır.
Kim iddia edebilir, siyah bir böceğe, Peygamberimizin
kızı Hz. Fatıma'nın isminin verilip "Kara Fatma" denilmesinin tesadüfi
olduğunu? Ve yine kim iddia edebilir, bir Çeşit sebze cinsine Peygamberimizin
hanımı, mü'rninlerin annesi Hz. Aişe validemizin isminin verilip, o sebzeye
"Ayşe Kadın Fasulye" denilmesinin tesadüfi olduğunu?
Müslümanlar nazarında çok mübarek olan üç aylardan
Recep, Şaban ve Ramazan aylarından ikincisine "İnek Şaban", Ramazan ayına da
"Ramazan eğlenceleri" demekle, mübarek
aylarımızı eğlenceleştiren zihniyetin masum olduğuna siz inanıyor musunuz?
Bilin ki, bütün bunlar planlanmış, programlanmış sinsice çalışmaların ürününden
başka bir şey değildir.
Bu yakıştırmaların bir sebebi de, küfrün isimlerimiz
üzerindeki hegomonyasım sürdürme gayretidir. Bunlar Hz. Aişe'yi, Hz. Fatıma'yı,
Hz. Muhammed'i, Hz. Aliyi, Hz. Fatıma'yı, Hz. Ömer'i unutturacaklar. Şaban ve
Ramazan aylarının faziletini unutturacaklar. Bunların taşıdığı ruhu
unutturacaklar. Sonra da müslümanlarî kendilerine köle haliiıe getirecekler. Bu
zalimlerin hedefi bu. Çok uyanık olmaya, herşeyi çok iyi hesap etmeye
mecbu-
ruz.
Üzülerek ifade edelim: Geneli itibariyle müslümanlar-da
bu uyanıklığı göremiyoruz. Küfrün ekmeğine yağ süren nice gafil müslümanlar
ehî-î insafın yüreğinden kan damlatıyorlar.'Meşhur hikayedir bilirsiniz:
Ormandaki ağaca demişler ki: Nedir bu sıkıntın, kesilmek mi seni üzüyor? Ağaç,
yok yok beni gamlandıran kesilmem falan değil, beni üzen, beni kesecek olan
baltanın sapının benden oluşudur, diye cevap vermiş.
Gerçekten de öyle, Küfür tabiatının gereğini
yapacaktır. Bu onun tıynetinin icabıdır. Peki müslümanım diyenlere ne oluyor
ki, küfrün kâfirliğini kolaylaştırıyorlar.
Hele şu "hoca kılıklı" sahtekâra bakın siz. Bir mesele
karşısında komiklik olsun diye ve Kur'an-ı Kerim'i kastederek:
-.Hele şu "Kara kaplı Kitap" ne diyor diye, Kur'an ile
alay etmesi, Kur'an-ı karalaması kâfirin karalamasından kat kat daha
tehlikelidir. Bunların şerrinden de Allah'a sığınırız. Cenab-ı Hakk bunların
şerrinden müslümanlarî korusun ve kurtarsın.
Hâsılı, yerli ve yabancı düşmanların İslâm'ı karalama
yarışı büyük bir hızla devam etmektedir. Böyle bir ortamda müslüman, küfrün bu
yarışına ne derece engel olabilmektedir; bunu düşünmelidir. Düşünmezse bu
yarışın ortasında cahili bir yaşantı içinde kalakalır. O zaman kâfir ile
"müslümamm" diyenin ne farkı olur? Eabb'ımız bizleri düşüncesizlikten ve
düşüncesizliğin tehlikelerinden korusun ve kurtarsın.....
Bazıları bir çeşit çiçek cinsine: [143]
470-" Kaynana Dili" Diyorlar.
•Bilindiği gibi evlenildiği zaman kadına erkeğin,
erkeğe de kadının annesi kaynana olur. Bunlar o kişilere aynen öz anne
gibidirler. Özellikle erkeğin annesi (hanımının da kaynanası) aile fertlerinden
biri ve hatta kayınpederden sonra ikincisidir.
Müslüman Türk ailelerinde kaynana ve kayınpeder evde
evin bereketi olarak bilinirlerCdi). Onların yokluğunun veya ayrılıklarının
geçim sıkıntılarına sebep olacağına inanıhr(di). Bu bakımdan bunlar evin direği
sayılır, gönüllerini kırmamak için ne lazımsa yapılır, hürmette kusur
edilmemeye çalışılır(dı). Eskiden böyleydi.
Ya Şimdi! Evet şimdi, "Eski çamlar bardak oldu". "Köprü
altından nice sular geçti." "Zamanın insanları değişti" Ve böylece kaynanalar,
zamane gelinlerince evde istenmeyen kişi ilân edildiler. Şimdi evlenecek genç
kızlar damat adaylarından evlenme şartı olarak "kaynana ile birlikte oturmama"yı
ilk sıraya koyuyorlar. "Ben kaynana kahrı çekemem" diyor gelin hanımlar. Hey
gidi dünya hey, ne oyunlara ne oyunculara sahne oldun sen! Acaba şimdinin
kaynanaları da gelin(cik)leri gibi mi söylemişlerdi diye düşünüyorum. Zira her
hal-u kârda günümüzün gelin(cik)le-ri de kaynana olduklarında kendilerine aynı
tavrı takınacak kız(cık)ları yetiştirdiklerini görüyorum. Çünkü "görünen köy
kılavuz istemez" derler.
Kaynananın, kaynatanın baş tacı edildiği bir toplumdan
kaynana, kaynata ve (hakkını vermek lazım) hatta gelin düşmanı bir toplum
haline nasıl geldik. Aslında ilk Önce bunu sorgulamak lâzım. Düşüş sebebi
bilinmeden emekleyip kalkış hemen hemen imkânsızdır. Öyle ise bunun sebeplerini
birlikte ortaya koyalım, diyorum. Siz ne dersiniz?
Bu vahim akıbetin birinci sebebi, kültürümüzün
bozul-maiücuf. Biz: kültür istilasına uğramış, bir gecede Öz kültürümüzden
köpanhp batıran iğrenç kültürüne maruz bırakılmış bir toplumuz. Kur'an ve
Sünnet kültüründen kopa-nldık, aile terbiyesinden mahrum bıraküdık. Batıya
özen-Tiid zI-V.i milletimize fazilet olarak gösterildi. Onlara özendik. Aile
yapım;/ bozuMu. Namus anlayışımız değişti. Dünya görüşümüz farklılaştı. Ar,.;1.'
'Hzim neslimiz Öz ana'sma bile merhamet etmiyor. Böyle bir nesilden KİuıC ne
fayda gelir. Kendisine bile faydası olmayacak bir nesil türettiler nesli kesil
esiceler.
Bakınız ne kadar ibretli: Geçenlerde İstanbul'da
hastaneye birini ziyarete gittim. Bir kadın hem ağlıyor hem dua ederek
yalvanyordu:
- Allah'ım! Bana O'nun gibi bir ölüm ver. Çabucak onun
gibi buralarda ölmek istiyorum. Tekrar o eve döndürme Allah'ım beni, diyordu.
Yanına yaklaştım.
- Teyzeceğim! Geçmiş olsun. Niye bu derece üzülüyorsun.
Niye ölümü istiyorsun böyle?" deyince:
- Sorma çocuğum sorma! dedi.
Sorma! Bir oğlum var. Saçımı süpürge ettim çalıştım.
Rahmetli evini aldı. İçinde bir ay yatamadı. Oğlumuzu evlendirdik. Gelin çok
zaîim çıktı. Oğlum ikimizin arasında kaldı. Bir adamını bulup beni buraya
yatırdı. Bir komşumda vardı. Onu da öyle yapmışlardı da 15 gün içinde
hasta-hanede öldü. Hastahanede yıkadılar. Oradan alıp mezara götürdüler. Hiç
evine götürmediler. Ben de evime gitmek istemiyorum. Evimde ölmek istemiyorum.
Allah canımı ya hastahanede ya da yolda alsın. Evimde, benim dediğim evimde,
uğruna gençliğimi tükettiğim evimde ölmek oraya yeniden dönmek istemiyorum, diye
hem konuştu hem ağladı.
Düşündüm. Bu bir kaynana idi. Hem de bir tek oğlunun
hanımının kaynanası idi. Kimbilir ne hayalleri vardı: Bir gün gelini olacak,
kendisine hizmet edecekti. Anacığım şunu şöyle yapsak olur mu, diyecekti.
Kendisi de ona "sen bilirsin kızım" diyecek yapacağı şeyin isabetli olduğunu
işaret etmiş olacaktı. Torunları olacak, onları kucağına alıp bağrına basacaktı.
Gece onları annelerinin yanında değil kendi yanında yatıracak "genç annelerinin
uykuları bölünmesin rahat uyusunlar" diyecek kendisi uykusuz kalacaktı. Onlar
nineciğim, nineciğim diye boynuna sarılacaklar, o da, yavrum diye bağrına
basacaktı. Evet! Ne hayal etti. Başına neler geldi. Ve daha neler
gelecekti.
Şimdi düşünmek lâzım: Toplum müslümança yaşayan, İslâm
terbiyesinin verilip alındığı bir toplum olsaydı bu ve benzeri kaynanaların
başına bunlar gelir miydi? Bu mümkün değil. Böyle giderse nice canlar
yanacak.
Şimdi madalyanın öbür yüzünü çevirelim: Müslüman,
akıllı, terbiyeli, İslâmi edeble yetişmiş iyiyi kötüden, güzeli çirkinden,
doğruyu eğriden ayıran nice hanımefendi gelin hanımlar kaynanalarının
huysuzluklanyla dünyaları zindan olmuyor mu? Cazı mı cazı, çirkef mi çirkef,
ahlâksız mı ahlâksız kaynanalar yok mu? Hem de azım-sanmıyacak kadar çok
miktarda var.
Bir vesile ile anlatmışlardı: Kaynananın biri, gelinini
oğlundan ayırmak için cinciîeri-büyücüleri dolaşıp duruyormuş. Sordum: Gelinin
ne suçu varmış, diye. "Hiçbir suçu yok. Kocasıyla da gayet iyi anlaşıyor. Gelin
çok zayıf-mış da kaynananın hoşuna gitmiyormuş" dediler. Oğlu da annesine
yaptıklarından dolayı ikaz da etmiş; fakat kadın aldırmiyormuş bile. İşte
böyleleri de var.
Bütün bu sıkıntılar bozuk düzenin, çarpık aile
yapısının, terbiyeden yoksun yetişmenin; kısacası, İslâm'dan uzak yaşantının
sebep olduğu aşırı sıkıntılardır, öyle sıkıntılar ki, bu sıkıntılarla yuvalar
yıkılıyor, hayaller yıkılıyor, umutlar kırılıyor, mutluluklar serap oluyor ve
herkes kahroluyor.
Müslümanlar! Gelin, öze dönelim. Bizim olana sahip
çıkalım. Kur'an ve Sünnette tarifi yapılan hayatı yaşıyahm. Milletçe o zaman
namusumuza sahip çıkar, meleklerin bile imrendiği mutlu bir hayat yaşarız.
Böylece, bize bunu çok gören küfre fırsat da vermeyiz.
Hâsılı, insanlarımızı biribirine düşman etmek birini
diğerine hakir göstermek, özellikle müslümanların huzurunu bozmak için çeşitli
yöntemlere başvurulmuştur. Başlıkta ele aldığımız sözde olduğu gibi, kaynanayı
kötü göstermek için dikenli bir çiçeğe kaynana dili isim olmuştur. Gelin için
de uydurulmuş nice yakıştırmalar vardır. Önemli olan safsataya kapılmamaktır.
Çünkü safsatalar sıkıntıların sebebidir. Cenab-ı Hakk, ümmete öze dönmeyi nasip
edip o günlerin zevkini tatmayı ihsan etsin...
[144]
471-"Kadın Hayvan Kesemez"
•İslâmi kültürden kopmuş bir toplumda elbette
insanlardan müslümanca tavırlar beklenemez. Böyle bir. toplumda çoğu kimseler
kulaktan dolma bilgilerle fetva vermeye bayılırlar. Her önüne gelen aklına
estiği gibi bilir-bilmez konuşur durur.
Halkımız arasında çok söylenilen sözlerden biri de
"kadınların hayvan kesemiyeceği, kestikleri hayvanların yenile miyeceği"
lafıdır. Bu sözün gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Tamamen yanlış ve müslümân
kadınlara yapılmış bir iftiradan ibarettir. Cahil kimselerin değersiz
beyanıdır.
İslâm'a göre hangi hayvanların etlerinin yenileceği,
onların nasü boğazlanacağı ve kimlerin kestiği hayvanların yenileceği kesmenin
şartlan açık açık Kur'an-ı Kerim'de, fıkıh ve hadis kitaplarında beyan
edilmiştir.
Müslümanların, kesilen bir hayvanın etinden yiyebilmesi
için:
1- Kesilen
hayvanın eti yenilen hayvan olması,
2- Üzerine
Allah'ın ismi anılarak kesilmesi,
3- Usulüne
uygun kesilmesi,
4- O hayvanı
kesenin müslümân veya ehl-i kitaptan olması,
5- Yenilecek
olan şeyin helal yoldan temini,
6- Usulüne
uygun olarak pişirilmesi,
7- Ölçü
dahilinde yemeleri gerekmektedir.
Her müslümanm bu şartlara riayet ederek yemek yimek
ihtiyacını gidermesi zorunludur. Çünkü hesaplaşma günü burnumuzun dibi kadar
bize yakındır.
Gelelim halk arasında "Kadının kestiği yenilmez" sözüne.
Fıkıh kitaplarında hayvan kesmenin şartları zik-redilirken kesenin müslüman
olması veya ehl-i kitaptan olması gerekir kaydından sonra; kesmeye kadir olan
müslüman yahud kitabi kadının veya çocuğun kestiği de helâl olur
denilmektedir.'[145]
Hâsılı, müslüman ve ehl-i kitabın kestiği hayvanın eti
hayvan helal olmak kaydıyla helaldir. Böyle bir hayvanı kesen kadın müsîüman
veya ehl-i kitap ise onun kestiği de helâldir. Müslümanlar "işkembe fetvalarına"
göre değil kaynaklardan çıkarılan fetvalara göre amel etmekle mükelleftirler.
Yoksa işin içjnden çıkılmaz. Cenab-ı Hakk, ya-lan-yanîış sözlerden bizi korusun
ve kurtarsın. [146]
472- Daha Gençsin Hacılığı Tutabilecek Misin?"
•Türkiyeli müslümanların talihsizlikleriden biri de,
çeşitli usullerle insanlarımıza İslâm'ın ihtiyarlar dini olduğu fikri empoze
edilmeye çalışılmasıdır. Bir yerde, mevcut sömürü düzeni varlığının devam
etmesini bu telkinin kabul-lenilmesine bağlamaktadır. Allah (c.c) küfrün
tuzağını başlarına geçirsin...
İslâm'a göre ibadetler ihtiyarlıkta olduğu gibi
gençlikte de yapılır, günahlar özellikle gençlikte yapılmazsa, Allah'ın hoşuna
gider. Bu konuda Peygamberimizin bir hayli Hadis-i Şerifi vardır.
Türkiye'de, elhamdülillah imanlı genç bir nesil hergün
çığ gibi büyümektedir. Bu küfrün gözünü son derece korkutuyor ve küfür bütün
tedbirlerini İslâm ve müslümanîar aleyhine alıyor. Genç yaştaki müslümanların
sakal bırakması, namaz kılması, Hacc'a gitmesi, haramlar konusunda titiz
davranması kalbinde maraz olan bazı sözde müslü-manları da hayrete düşürmüyor
değil. Onların bu hayreti telaştan ziyâde bir işe yaramanın serkeşliğidir. Onun
için böyleleri, imânlarının tadım almış gençleri gördüklerinde "Daha gençsin..."
diye gençlikte ibâdetin değil rezaletin yapılması gerektiğini telkin ederler.
Çünkü kendileri bu rezaletin gayyasına dalmışlardır"[147]
Ne demek hacılığı tutamazsın demek? Bu ne rezalet? İnsan
bu derece dininin cahili olur mu? Dinin kanunlarına karşı yeni kurallar mı
konulmak isteniyor acaba? Bu ka-, dar serkeşlik olamaz.
Hacc, İslâm'ın beş şartından bir tanesidir. Nasıl ki;
akıllı bir müslüman buluğ çağına geldiğinde namaz ona farz oluyorsa, elbetteki
şartları yerine gelince geciktirilmeden Hacc yapılması da farzdır. Namazı,
orucu, haccı tutmak yani gereklerini yerine getirmek çok önemlidir. Buluğ
çağından itibaren bu kulun birinci görevidir. Tutamamak gibi yersiz bir düşünce
ile ibadetler ertelenemez. Bu düşünceye göre hareket edilseydi, İslâm'ın
ihtiyarlar dini olması gerekirdi. Böyle bir din yoktur.
Zamanımızda insanlar negatif (olumsuz) düşüne düşüne
artık kalbleri sertleşmiştir: Bunu izale etmek her müs-lümanın başta kendi
menfaati icabıdır,
Hâsılı, Hacc'a giden ibadetlerle haşr neşr olan
müslüman gençlere "Daha gençsin hacılığı tutamazsın, şimdi ha-.yatıni yaşa,
ihtiyarlayınca onları o zaman yaparsın" demek mel'unca bir telkin olur.
Kendilerine yandaş arayan ve şeytan ordusunun asker sayısını artırmayı amaçhyan
böylelerin şerrinden Euzubilîâhimineşşeytâmrracim, diyerek Allah'a sığınmak
lazım. Bir de bunlara bu kötülüklerini anlatıp iyiyiliği, güzelliği anlatmak ve
göstermek yapılması gereken en hayırh iştir. Bu hayırlı işi yapmamaktan Allah
(c.c) bizleri korusun ve kurtarsın... [148]
473-"Ashab-I Kehf'i Dokuz Kere Ziyaret Eden Hacc'a Gidip Gelmiş Gibi Olur"
•Yukarıdaki söz ve inanç akıdevi bid'atlerden biridir,
Bilindiği gibi her bid'at dalâlettir. Her dalâletin sonu
cehennemdir.
Kabe'nin dışında neresi olursa olsun, bin defa da
gidilse Hacc ibadeti yerine getirilmiş olmaz. Kabe'ye bile gidip Hacc ibâdetini
yerine getirmek için, zaman ve mekan şartı vardır. Bilinen şartlar yerine
getirilmek şartıyla, Hacc ibâdeti ancak yerine getirilmiş olur.
Helâl-haram hudutlarını tayin etmek Allah'a aittir. Kula
böyle bir yetki verilmemiştir. Kültür açısından bozulmuş toplumların
özelliklerinden biri de bid'at üretmenin alabildiğine yaygın hal almış
olmasıdır. Müslümanlar her konuda olduğu gibi bu konuda da hassas olmak
zorundadırlar.
İbâdetleri tayin eden ve onların sevabını veren de Allah
(c.c)'dür. Kulların bu konuda da yetkisi yoktur.
Kabirleri, yatırları, tarihi olaylara sahne olmuş
yerleri ziyaretin subutü bile şüphelidir. Şüpheli bir şeyi İslâm'ın
rükünlerinden birine kıyas etmek son derece tehlikelidir. Cenab-ı Hakk
müslümanları böyle bir tehlikeden korusun ve kurtarsın...
Hâsılı, "Ashab-ı Kehfî dokuz kere ziyaret eden Hacc'a
gidip gelmiş gibi olur" sözü uydurma sözlerden biridir. Böyle inanç aynı zamanda
imânı tehlikeye düşürücüdür.
Cenab-ı Hakk Kur'anı Hakim 'ide meâlen buyuruyor ki:
•Rabb'imizin fazlından herhangi bir şey elde ederseniz, sizin için bir günah
yoktur. "(Bakara SA.:198) [149]
474-"O, Hacca Değil Ticaret Yapmaya Gidiyor"
•Türkiye'de insanlardan bazıları, gıcık oldukları
kişilerin Hacc için Mekke'ye gittiklerini duyduklarında hemen, "O, Hacc'a değil
ticaret yapmaya gidiyor" dîye tepkilerini ortaya koyarlar. Hele o şahıs bir kaç
defa bu yola çıkmışsa o kişi hakkında bu söz daha çok söylenir.
Isıtılıp ısıtılıp ortaya konulan temcit pilavı gibi, her
konu edilişinde bu sözü söyleyenler zannederler ki, "Hacc ticarete engeldir;
Hacc'a giden orada ticaret yapamaz.ı; Böy-leleri şunu bilsinler ki, Hacc ibadeti
meşru ticarete kesinlikle engel değildir.
Bütün ibadetlerde, Allah'ın rızasını gözetmek esastır,
Allah'ın rızasının gözetilmediği herbir ibadette dünyevi, uhrevi hiçbir faide
yoktur.
Şunu da göz ardı etmemiz mümkün değildir: Ticari
kaygılarla sokak sokak dolaşarak, Hacc'da o güzel ve mahdut zamanı zayi
etmemek, kafayı ve kalbi bütünüyle ticari kaygularla doldurmamak gerekir. Bizim
Hacc'a giden kardeşlerimiz ticari kazançtan çok hediye almak için çarşıları
dolaşır, ne hediye alacağım düşünerek o güzelim mahdut zamanını heba eder.
Müşahedemiz şudur: Buradan şunu alayım da memlekete varınca satar şu kadar para
kazanırım diye çarşıları dolaşanların sayısı devede kulak denecek kadar az ve
önemsizdir. Kaldı ki, bunu yapmak da helaldir.
Ticaret veya hediye niyetiyle yapılan alış-verişi erin
Hacc ibadetini bozacağına dair de kimse fetva veremez. Çünkü Hacc ibadetine
meşru ticaret engel teşkil etmez.
Hacc, dünya müslümanlarının oluşturduğu yıllık bir
birleşim, bir genel toplantıdır. Maddi-^Mânevî yönlerden oluşan bu büyük
kongrede ticaret de göz ardı edilemez.
Ancak, Hacc; Çin'in takkesinin, Japon'un ezan okuyan
saatinin, Hong-Kong'un mekanik teşbihlerinin, Hindistan ve Kore'nin kumaş ve
elbiselerinin, Tayland'ın teşbihlerinin toplandığı mekan demek değildir. Hacc
ibadeti, yıllık olağan İslâm Ulusal Kongresi demektir. Bir yönüyle İslâm Ortak
Pazarı, İslâm Savunma Paktı anlamına gelir. Bugünkü yapılan Hacc'ın bu anlama
geldiğini söylemek mümkün değil. Ben de böyle bir şey demiyorum. Gerçek
anlamıyla yapılacak Hacc'tan söz ediyorum.
Her ırktan, her dilden, her coğrafyadan inanmış
insanların bir tek kalb halinde Allah'ın hiçbir özel mülkiyete ge^ çirilemiyen
evi Kabe'de birleşmeleri ne yüce bir bütünleşmedir, tevhidtir. Orada,
müslümanlar biribirlerinin dertleriyle dertlenecekler. Sorunlara ortak çözümler
aranacak. Endonezya'daki bir müslümanın derdi, Türkiye'deki müs-lümanın derdi;
Afganistan'daki müslümanın sıkıntısı, Amerika'daki müslümaaın sıkıntısı olarak
kabul edilip görüşülecek. Birinin düşmanı hepisinin düşmanı birinin dostu
hepisinin dostu olacak. Böylece gerçek bir birlik sağlanacak.
Hacc ibadeti yapılınca Allah (c.c) ahş-verişe izin
verdiğine göre bir ortak pazar kurulmuş olacaktır. İhtiyaç duyulan mallar
yabancılardan değil müslümanlardan alınmış olacaktır. Tabii ki bunu söylerken
bugün gerek Hacc sırasında, gerekse diğer zamanlarda o kutsal Hicaz yurdunu
dolduran evrensel dolandırıcıların aracılığı ile satılan dünya
kapitalistlerinin ve emperyalistlerinin mallarının alınıp satılmasını kast
etmiyorum. İnşaallah bir gün hep kendi mallarımızı alıp kendi emeğimizin
ürünlerini satacak duruma, İslâm Ortak Pazarım kuracak konuma
ulaşacağız..
Bir de tecrübelerime dayanarak söylüyorum. Bizim
Hacılarımızı orada en çok meşgul eden, kime ne hediye almam gerekir,
hususudur. Tabii bu yılların uzantısıdır. Türkiye'deki her tanıdığı, hacıdan bir
hediye bekliyor. Bu işi başaramama endişesi hacının korkulu rüyası oluyor. Onun
için hacılarımız herkesi memnun edebilmek için çarşıları birkaç defa köşe bucak
dolaşıyorlar. Birçoklarının hac parasının üç-dört katı fazlasıyla eşyaya para
verdiklerine şahit olduk. Hem de alınan şeyler işe yaramaz incik-eincik
cinsinden şeyler.
En iyisi memleketimizde bu hediye bekleme âdetini
kaldırmak lazım. Bize göre oradan getirilmesi ye dostlara ikram edilmesi gereken
en büyük hediye, zemzem suyu ve hurmadır. Bundan fazlasını beklememek lazım. Hem
bu Hacc a gidene daha rahat ve huzurlu ibadet etme imkanı
sağlayacaktır.
Hâsılı, Hacc'ta ticaret haram gibi bir anlayışla
söylenilen "Hacc'a ticaret için gidiyor" sözü yanlış, maksatlı ve art niyet
kokan bir ifadedir. Müslüman art niyet değil hüsn-ü niyetli olmakla mükelleftir.
Art niyetin her çeşidinden Cenab-ı Hakk bizi korusun ve kurtarsın. [150]
475-Hacc'a Gideyim De Sakalı Öyle Bırakacağım:
•Sakal konusunu bundan önce de sorumsuzca söylenen iki
sözün mahiyetini açıklamamız vesilesiyle izaha çalışmıştık/[151]'
Burada da bir vesile ile tekrar kısaca değinip geçeceğiz.
Bilindiği gibi erkeklerde sakal tıpkı göz, kulak, el,
kol gibi bir uzuvdur. Onun için dört mezhebe göre de sakalı kesmek aynen kulağı,
burunu kesmek gibi haramdır[152]
Erkeklerde bir uzuv olan sakalı bırakmak ise sünnettir.
Bu sünneti yerine getirmenin şartı veya başlangıcı Hacc'a gitmek de değildir.
Hac'a gitmeyince sakal bırakılmayacağına dair hiçbir kayıt yoktur. "Hacc'a
gideyim de sakalı öyle bırakacağım" demek İslâmi hayatı ertelemek, böylece
insanın kendi kendine zulmetmesi demektir.
Sonra Hacc, zengin müslümanlara farz olan bir ibâdettir.
Zengin olmayan erkek müslümanlar Allah Rasûlünün kıymetli kisvelerinden biri
olan sakaldan ebe-diyyen mahrum olarak mı yaşayacak? Onun için çok akıllıca
konuşmak ve Kur'an ve Sünnete göre amel etmek lazım. İslâmi yaşantıyı
ertelemenin kılıfını uydurmanın, şakasını yapmak bile iğrençtir. Biz hiç bir
kardeşimizin bu iğrentiye maruz kalmasına gönlümüz razı olmaz. [153]
476- "Zaman Böyle Gerektiriyor"
•Yamuk-yumuk yaşantılarının suçunu veya sebeplerini
zamana yükleyenlerle ilgili bazı açıklamaları Sorumsuzca Söylenen Sözler
kitabımızın birinci ve üçüncü ciltlerinde izah etmiştik[154]
Kısaca burada da söyleyeceklerimiz var:
Zaman, hangi zamanda olursa olsun müslümanca yaşamayı
gerektirir. Ahlaksızlıklarını, imansızlıklarını, fare tabiatlı oluşlarım zamana
yükleyenlere şunu tekrar hatırlatıyoruz:
İğrenç bir hayatı zaman değil, ahlaksızlık ve imansızlık
getirir. Sizin medeni dediğiniz yaşantınız aslında iğrençliktir. Niye bu
suçunuzu zaman kılıfına sokmaya çalışıyorsunuz ki? Zamanın bir suçu yok. Bozan
ve bozulan Allah'ın dininden kopan veya dinin hükümlerini askıya alanlardır.
Unutmayalım, Müşriklerin şikayetleri hep zamanla ilgilidir. Müşriklerin
eskileri hep zamandan şikayet etmişlerdir; ve halâ zamandan şikayet edenlerin
ardı arkası gelmemektedir. Kur'an-ı Kerim'de Rabb'imizi Câsiye Sure'sinde [155]
bunu anlatmaktadır.
Hâsıh, "Zaman böyle gerektiriyor" diye din dışı
hayatlarını mazur göstermeye çalışanlar kendilerine, çocuklarına, herkese
yazık ediyorlar. Bunlara acıyor kendilerini İslâm'a ve îslâmi hayat tarzını
yaşamaya davet ediyoruz. Gelirlerse hoş geldiler, safa geldiler. Şayet
gelmemekte İsrar ederlerse yaşadıkları hayatın sonuçlarına katlanmak
zorundadırlar. Böyle tehlikelerden Cenab-ı Hakk Ümmeti korusun ve
kurtarsın... [156]
477-İşimin İcâbı Böyle Olmam Gerekiyor"
•İşi veya çalışma şekli İslâm'a uymayanlar kendilerinin
bu bozuk hayat tarzlarını kılıflamak için "İşimin icâbı böyle olmam gerekir"
dediklerini çok sık duyarız. Şüphesiz bu tavır ve ifadeler ahirete olan imânın
zayıflığının veya yokluğunun alâmetidir.
Bozuk yani çalışması haram olan işlere misal olarak
faiz, kumar, alkollü içki, fuhuş gibi müesseseleri ilk başta zikredebiliriz. Bu
ve bunlara benzer yerlerde çalışmak veya böyle yerleri çalıştırmak kesinlikle
haramdır.
Çalıştığı iş caiz işlerden olduğu halde çalışma şekli
bozuk olanlar var. Bunlar da kadın erkek bir arada çalışanlar, tesettürsüz
çalışanlar ve gereği olmadığı halde uygunsuz ortamlarda
çalışanlardır.
Bu durumda olanlar kendi ibâdetsizliklerini ve
ahlâksızlıklarını mazur göstermek için, böyle olmalarına işlerinin veya
bulundukları ortamların sebep olduğunu ileri sürerler. Çünkü kendilerinden
öncekiler de böyle diyorlardı. "Kılavuzu karga olanın burnu pislikten çıkmaz"
atasözü bunların halini çok iyi anlatır.
Bir defa her mü'min inancına uygun işlerde maişetini
temin etmekle görevlidir. Haram olan işlerle iştigal insanı Allah'a isyana
götürür. Kadın-erkeğin karışık olduğu iş yerleri şeytan yuvalarıdır. Böyle
yerlede kadınlar tesettüre riâyet etmezler, kimse gözlerini haramdan koruyamaz,
Cenab-ı Hakk karşı cinsten insanları biribirine meyyal ya-ratmışır. Kadın
erkeğe, erkek kadına kendilerini beğendir mek için olmadık çarelere baş
vururlar. Yılışık ilişkiler onlar için bir zevk gibidir âdeta.
Ahlaken çöken, ibadetten ve faziletten mahrum sadece
müslümanım demekle tatmin olan bu tür insanlara niçin böyle yaptıkları
sorulduğunda:
-İşimin icâbı böyle olmam gerekiyor,
diyorlar.
Böyleleri dini vecibeleri yerine getirmemek ve
dolayısıyla faziletsiz bir hayata devam etmek için her şeyi kullanmakta,
birçok şeyleri de kendilerine kalkan yapmaktadırlar. Bu, onlardaki imân
zafiyetinin neticesidir. İnsan, inandığı gibi yaşamazsa, artık yaşadığı gibi
inanmaya başlar. İşini, işyerini, bulunduğu ortamını putîaştmr. Putlarını
memnun etmek için Allah'a kulluğu bırakır putlarına kulluğa başlar. Yamuk-yunıuk
yaşantısının da bunun icabı olduğunu başlıkta zikrettiğimiz sözü ile ifade
etmiş olur.
Müslüman kendisini müslümanca yaşamaktan alıkoyan
herşeyi reddetmek zorundadır, Cenab-ı Hakk'a kulluk ancak bu kararlılıkla
mümkündür. Rabb imiz: "Emredil-diğin üzere dosdoğru ol.[157]
buyurmuştur. Müslümanca yaşantının adı doğruluktur. Gerisi eğrilik, yamukluk,
çirkinlik ve iğrençliktir.
Hâsılı, yamuk-yumuk yaşantılarını mazur göstermek için
"İşimin icabı böyle olmam gerekiyor" diyenler kime nasıl kulluk yaptıklarını
yeniden kontrol etsinler. İşini, iş yerini ve bulunduğu iğrenç ortamlarını
putlastıranlar put-larıyla ve yandaşlanyla cehenneme varmadan Allah'a imân etmek
ve bu imânın gereklerini yerine getirmek zorundadırlar. Çünkü asıl ve ebedi
olan âhiret hayatıdır. Bu hayatı kazanan dünya hayatlarının imtihanım başarı ile
verenlere müjdeler olsun.
Cenab-ı Hakk İslâm dışı çizgide yaşamaktan Ümmet-i
Muhammed'i korusun ve kurtarsın.... [158]
478-"Hızlı Yaşa, Genç Öl; Cesedin Yakışıklı Olsun."
Müslümanlar, her meseleyi İslâmi ölçülerle
değerlendirmekle mükelleftirler. Sağlıklı bir netice almanın tek yolu da
budur.
Başlıkta zikredilen söz, gençlikle alâkalı bir ifadedir.
İslâmi açıdan gençlik nedir sorusunun cevabı: İlâhi emâneti taşıyabilme ve
hedefine götürebilme iktidarıdır, denilebilir.
Gençlik, ızdırap çekebilme, cihâd içinde olabilme ve
sürekli yaşayabilme iktidarıdır. Bu nitelikleri taşıyabilenler tîbbi anlamda
yaşları ne olursa olsun gençtirler. Değilse yaşlıdırlar; hem de işe yaramayan
cinsten yaşlıdırlar.
İman enerjisi ile bedeni tazelik arasında sürekli bir
alaka olduğundan tıbbi mânâda genç olanlar, aksiyonlar adına ümit bağlanmaya
daha layıktırlar.
Peygamberimiz: "Bedenleriniz sizin bineklerimz-dir,
onlara iyi bakınız" buyururken bu gerçeğe ışık tutmuştur. Bedeni anlamda genç
olmanın da büyük önemi vardır.
Gençlik, toplumun yarını demektir. Gençlik kadrolarımız
ne ise istikbaliniz odur.
Mekke müşriklerinden bunalıp Taife giden peygamber
(S.A.V) Efendimiz orada da taşlanınca:
"-Allah'ım! Kavmime azâb etme. Bunların gençlerine
hidayet et. Gençleri, yaşhian hidâyete vesile kıl." diye duâ
etti. Orada genç bir köle Efendimize üzüm ikram edip
Tâif te ilk imân eden kişi oldu.
Peygamber müjdesine mazhar olan, arşın gölgesinde
gölgelenecek yedi sınıf insandan biri olan genç olmak ne güzel bir
haslettir.
Bazıları gayr-i meşru yaşantılarını meşru imiş gibi
göstermek ve böylece duyulması gereken mânevi ızdıraptan uzaklaşmak için
başlıkta zikrettiğimiz sözü söylerler.
Kendini unutmak için serhoş olmak ne kadar iğrenç ise en
az başlıkta zikrettiğimiz sözün felsefesine göre bir hayat tarzına sahip olmak
da o kadar iğrençtir.
Ne demek "hızlı yaşa'7 Bunun buradaki mânâsı şu dur: Hiç
bir Ölçü, kural, prensip, kaide tanıma. Domuzlar gibi her naneyi ye. Sonra "genç
öl". Yani geber."Cesedin yakışıklı olsun". Leşin yakışıklısı olur mu? Ölçüsüz
yaşamanın güzeli olur mu? İnsanı insan yapan ölçülü oluşudur. Bu ölçünün adı
İslâm'dır. İslâm dışı hayat tarzına sahip olanlar birer hayat süren
leştirler.
İnsanı leş olmaktan kurtaran müslümanlığıdır.
Müslümanlığın gereği üzere yaşayanlar ölçülü yaşamış olurlar. Ölüm kendilerine
geldiğinde ölümlerin en güzeliyle ölürler. Ölümlerin en güzeli demek, imân ile
ölmek demektir. Çünkü imân, ebedi hayat için bir garantidir. Bu garantiye sahip
olamayanlar Ölümlerin en beteri ile cehenneme doğru yuvarlanmış
olurlar.
Ceset, ruhun zırhıdır. Yüzyıllar öncesi vefat eden
birinin mezarı açıldığında kefenin bile lekelenmediğinin görüldüğü hepimizin
malumlarıdır. Bu cesetlerin bu derece "yakışıklı" olmasını sağlıyan nedenler göz
ardı edilirse gerçeklerden uzaklaşmaya sebep olur. Onun için cesetlerimizi
cennete ulaştıracak amellere sarılmamız güzelleşti-rir. Gerisi
beyhudedir.
İçki içip serhoş olmak, zanilik yapıp namusu ayaklar
altına almak, helâl-haram tanımamak, domuzlaşmak hızlı yaşamak değil, eşşekce
yaşamak demektir.
Bir de "Hızlı yaşa, genç öl; cesedin yakışıklı olsun"
sözünde harama teşvik vardır. İnsanları harama teşvik etmek hiçbir müslümanın
gösterebileceği bir cesaret değildir. Buna ancak isyan ehli olanlar tevessül
edebilirler.
Demek ki, adına hızlı yaşamak denilen ölçüsüzlük küfür
içinde bir yaşantıya dönüşüyor. Böyle bir hayatı tercih edenler genç de ölseler
bu ölüm cesedin yakışıklılığına değil leşleşmesine sebep oluyor. Hem küfür veya
küfri bir yaşantı içinde olduktan sonra insan ölü de olsa diri de olsa bir leş
hükmündedir. Şâirin "Ey hayat süren leşler sizi kim kurtaracak" dediği kimseler
de böyleleridir.
Hâsılı, Cenâb-ı Hakk'tan niyazımız bize Ölçülü yaşamayı
gerçekleştirecek bir hayat tarzını ebedi hayatı kazandıracak ölüm ile irtihaîi,
cehennemde yanmıyacak bir cesedi nasip etmesidir. Bundan mahrum olmaktan Cenab-ı
Hakk bizleri korusun ve kurtarsın...
Bazıları diyorlar ki:
[159]
479-"Ezan Sesi, Hastayı Ölüm Korkusuyla Ürpertir[160]
•Bu söz tipik cumhuriyet zifiri karanlıkçılarından bir
karanın hezeyanıdır. Mezkur sözü ibret olsun için buraya alıyorum. Kara ruhlu,
kara vicdanlı, kara düşünceli bir ta-haretsizin hezayanlarına hele bir bakın: x
"Sabah ezanları kundak çocuklarını uyandırmakta ve hastalara işkence etmekte
berdevam.. Geçenlerde içlerinden kısılmasını rica etmişlerdi, ırEzan sesi
hastalara şifa verir." cevabı gelmiş. Hekimler aksi fikirdeler: "Ezan sesi
hastayı ölüm korkusu ile ürpertir" derler...
Hem soralım hoparlar farz-ı ayın mı yoksa sünnet-i
se-niyye mi? Bal gibi bid'at.
Atatürk çizmelerini tozu ile İzmir'den döndü. Türklüğü
yok olma tehlikesine düşüren asıl ana düşmanın ŞERİATÇILIĞIN üstüne atıldı.
Halifesi ile, Şeyhü'l-îslâmı ile medreseleri ile, şeriyye mahkemeleri ile, emir
ve nehiy yetkileriyle hepisini topyekün tasfiye etti. Bu enkaz altından lâik
Cumhuriyet doğdu. Ve Türkün yüzü Batıya döndü. Din devrimi de gelmek üzere idi.
Ezan gibi ibâdette türkçe olacaktı.
Kadın 14 asırlık kölelikten kurtulmuştu. Yazı ve din
devrimleri Türk kafasını arap kafasından ayırıyordu.
Ne kadar büyük adammış Atatürk? Ondan sonrakiler
ne kadar küçükmüşüz. Sabah ezanında bir hoparlörü
kıs-tirannyoruz. Ya medeni kanun olmamış olsaydı? Ya hilafet ve saltanat
kalkmasaydı? Camileri yabancılara terlikle gezdirmeyen bu politika kuşaklarından
ne bekleyebilirdik? Bir parti bildirisinde gençliğe Atatürk eğitimi
verileceğini söylerken içlerinden birisi: Biz gelenekçiyiz; diyor. Ne demekmiş
gelenekçilik? Osmanlı şartlarına dönmekten başka. Yere bağdaş kurup sini de elle
yemek, kadını çuvala tıkmak, kızları satmaktan başka.." (Falih Rıfkı.
Atay:Bayrak. SC26-29)[161]
Şu ateşi gür olasıcaya bakın. Ateşi gür olasıcalar hep
böyledir işte. En takıldıkları şey ezanlannıızdır. Şeytanca korkarlar ezandan.
Peygamberimiz haber veriyor:
'Ezan okunurken şeytan ezanı işitmemek için telâşla
yellene yellene kaçar.'[162]
Bunlar nereye kaçacaklar. Kenef deliğine girseler ezan sesinden kurtulamazlar.
Yapabilecekleri tek şeyleri var: 'Ezan okunurken böğürmek. Zaman zaman
karşılaştığım bir kefere vardı. Ezan sesi duydumu şeytan gibi korkardı. Ezan
okuyana "yine anırmaya başladı" dediğini söylerlerdi. Duydum: Mürt oldu lâkin
ahirete eşekler gibi anira anıra gitti dediler yakınları. O mürt oldu, ezanlar
yine susmadı, devam ediyor, elhamdülillah...
OndÖrt asırdır ezanın düşmanları hiç eksik olmadı. Yine
de ezanı susturamadılar ve susturamayacaklar..
Dünya üzerinde sadece Türkiye hariç 1400 küsur seneden
beri ezan asli kelimeleriyle okuna gelmiştir. Sadece Türkiye'de ezan asli
hüviyeti bozulmak suretiyle 18 sene 4 ay 14
gün 3.2.1932 den 17.6.1950 tarihleri arasında susturulmuştur.[163]
Ezan sesi mü'mine huzur, kâfire ızdırap verir. Hastalar
geceler yarısı hep dua ederler. Sabah ezanları okunsada sıkıntımız hafifiese
diye. Gerçekten sabah ezanıyla birlikte hastaların sıkıntısı, dertlilerin de
derdi gider. Şeytanların ve şeytanî aşmışların da ezan sesiyle birlikte
sıkıntısı artıyor.
Ezana düşman olanlar millete, yeni nesle, iyiliğe
güzelliğe de düşmandırlar. Ezandan, Kur'an'daiı mahrum yaşayanlar ülkemizin
kamburudurlar.
Çocuklarımıza dinamizmi verecek minareler
gösterilmezse, ezanlara; Kur'an'Iara kulakları tıkatılırsa, Ramazanlar
hissettirilmezse o çocuk evliya değil eşkiya olur. Devletin o çocuğa vebal
yükleme hakkı yoktur.
Ecdadımızı, müslümanca yaşantısı yüceltti. Onlar,
havası ve toprağı müslümanlık rüyası ile dolu olarak doğdular. Doğduklarında
kulaklarına ezan okundu. Evlerinde namaza durmuş annelerini, ablalarını,
ninelerini seyrettiler. Duydukları Kur'an ve ezan sesleriyle gıdalandılar. İlk
ders olarak besmeleyi öğrendiler. Mübarek gecelerde minarelerde yanan kandili
görünce sevindiler, iftar ve bayram toplarıyla sevinçle bağrıştılar. Babalan
namaza giderken onlarla beraber camiye gittiler.
Bugün çocuklarının kulaklarını ezana ayarlamayanlar
evlâtlarının mürüvvetlerini göremiyorîarlar. Böyle giderse göremeyecekler
de...
Bugünkü manzaralar bu tablo ile yaşayanların ortaya
koyduğu görüntülerdir. Bugünkü delikanlılar, dünün çocuklarıydı. Bugünün
çocukları da, yarının delikanlıları olacak. Yarınkiler bugünküleri aratacaklar.
Herkes, ezana
ayarlanmayan kulakların cesetlerinin yaydığı kokunun
cezasını çekecek.
Ezan ile ilgili kısa ve öz bilgiyle konuyu
sorunçlanchr-mak istiyorum. Ezanın Lügat manası: Bildirmek, haberdar
etmektir.
Şeriatte: Namaz vakitlerini bildirmeğe denir.
Hükmü: Kifâye üzere Sünnet-i Müekkededir.
Terki: Mütevatir sünnet ile sabit olan herhangi bir
hakikatin inkarı Maturidi mezhebine göre küfre götürür
Meşru olması: Ezan Kitap [164]Sünnet
[165]
ve İcma [166]
ile sabittir. Hicretin birinci yılında meşru olmuştur..
Değiştirilmesi: Ezana bir şey eklemek veya çıkarmak,
sünneti değiştirmek anlamına geleceğinden bu haramdır.
Rüyasını gören: Abdullah İbni Zeyd (r.a)
Hazretleridir.
Fazileti: Peygamberimiz:"İnsanlar ezânm faziletini
bilselerdi ezan okumak için kura çekerlerdi" buyurmuştur.
Âdâb ve Sünnetleri:
1- Abdestli
okumak.
2- Okurken
kıbleye dönmek.
3- Yüksek bir
yerde okumak.
4- Yüksek sesle
okumak.
5- Sesin çok
çıkması için şehadet parmaklarının uçlarını kulağa sokmak.
İcabeti: Ezan okunurken onu dinleyenlerin, müezzinin
dediklerini tekrar ettikten sonra, vesile duasını okumaları sünnettir. Bunun
fazileti de çok büyüktür.
Hâsılı, ezandan rahatsız olmak ve hastaları rahatsız
ettiğine inanmak şeytanlık sıfatıdır. Ezandan, şeytanlar ve şeytanlaşmışlar
korkar, kaçar ve buruklaşırlar. Cenab-ı Hakk ümmeti böyle tehlikelerden korusun
ve kurtarsın.. [167].
480- Cum'a Geceleri Nikah Tazelemek
•Cum'a geceleri yatsı namazına müteakip camilerde nikâh
tazeleme âdeti, memleketimizin bir çok yörelerinde yaygındır. Hem o kadar
yaygındır ki, eğer bu yapılmazsa namazın eksik kaldığına, bunu yapmıyan imâmın
da çok cahil olduğuna hükmedilir. Cemaat, nikahları tazelemeyen imâmın
arkasından yapmadık lâf bırakmaz. Hattâ bunun için birçok "cemaat" cemaati
terk, camiyi de boykot eder.
Peki, bu işin İslâm'daki yeri nedir? Öyle ya nikah,
İslâmi bir kavramdır. Bunun hükmünüde İslâm verir. Bu iş nasıl olacak? Nasıl
devam eder? Nasıl bozulur? Yeniden nasıl yapılır? Kaç defa yapılabilir?
Bozukluğu hangi neticeleri doğurur? Bütün bu soruların cevabını Öğrenmek
evlenecek kadm-erkek müslümanlara farz-ı ayn'dır. Bunu bilmiyenîerin
evlenmeleri haramdır. Çünkü devamlı haram işleme tehlikesi söz
konusudur.
Biz burada nikah konusunu enine-boyuna ele alacak
değiliz. Üzerinde duracağımız husus cum'a geceleri camilerde namazdan sonra
topluca yapılan "nikah tazelemedin şeriate uygun olup olmadığı
hususudur.
Cum'a geceleri camilerde yatsı namazından sonra cami
imamının önderliğinde topluca yapılan "nikah tazelemedin birkaç yönden
şeriatimize uygunsuzluğu aşikardır. Bunları kısaca izah edelim[168]
1-
Evlenmelerine dinen mania olmayan erkek ve kadınların biribiriyle
evlendiklerinde, birebirlerinden istifade etmeyi mubah kılan bağa nikah denir.
Bir erkeğin aynı kadınla bozulduğu takdirde üç defa nikahlanma hakkı vardır.
Üçten sonrası için, bu erkeğin aynı kadınla karı koca hayatı yaşaması dinin
öngördüğü şartları yerine getirmeden, şer'an mümkün değildir.
İşte camilerde yapılan "nikah tazeleme" şeriate uygun
olsa bile, yapılan tazelemenin kaçıncı olduğu bilinmemektedir. Şayet üçten
sonrası için ise bu nikah olmaz. Olmayan şey var zannedilip "evli" çiftler bir
ömür zina yapma durumunu hem de evli olduklarını zannederek sürdürme tehlikesi
içinde olurlar. Bunun suçlusu kim gösterilecek? Cemaatin gönlünü hoş tutmak için
dinde olmayan şeyi yapan imâm mı? İmâmı zorlayan cahil-cühala cemaat mı? Yoksa,
tazelemekle nikah bağlarının devam ettiğine inanan cahil-cühela kadm-erkek mi?
Kimi sorumlu tutacaksınız söyleyin bakalım.
2- Nikah
tazeleme, nikahın yeniden kıyılmasıdır. Nikahın geçerli olması için de kocanın
kendisi veya vekili ve hanımın kendisi veya vekili bulunması gerekir. Koca,
hanımın vekâletini alıyor da değildir. Asiller veya vekiller bulunmadan nikah
caiz değildir.
3- Nikah
kıyıhrken adil iki erkek veya iki kadın bir erkek şahidin bulunması gerekir.
Camide cum'a geceleri namazdan sonra topluca kıyılan nikah esnasında herkes
imamın söylediğini söylemekle meşgul olduğundan kimse başkasının sözünü işitmez
ve kimse kimseye de şahitlik yapmaz. Böylece şer'i nikah da yapılmış
olmaz.
Yapılan şeyle, nikah bağları kopanlar bu bağın devam
ettiğini zannederek bir ömür boyu "karım" dediği kadınla zina yapması devam
ettirilmiş olur. Bu ne korkunç bir haldir.
Yapılacak olan şudur: Camilerde cemaatin gönlünü hoş
etmek için bu tür uygulamalar yerine imâna taalluk eden nikâh konusu ve gerçeği
csmaate sık sık duyunılmalı-dır[169]
Hâsılı, camilerde yatsı namazına müteakip cemaatle
topluca "nikah tazeleme" diye dinimizde bir hüküm yoktur. Olmayan bir şeye
varmış gibi sarılmak, İslâm düşmanlarının ekmeğine yağ sürmek olur. Bunun
vebaline dayanabilecek müslüman var mı?
Cenab-ı Hakk zinadan ve zinanın afetlerinden ümmeti
korusun ve kurtarsın... [170]
481-"Çok İyi Adam; Baba Adam Demek
•Iyüik-kötülük Allah'ın koyduğu hükümlere
uymak-uy-mamakla ölçülür. Allah'ın koyduğu ölçülere göre hareket etmeyen,
Kur'aii'a meydan okurcasına yaşayan kişilere bir-iki müsbetlikîerine bakarak
"İyi adam; baba adam" demek itikadi tehlikedir. Çünkü Allah zinacrya, faizciye
kötü diyor. Allah'ın kötü dediğine kimsenin iyi deme hakkı yoktur, iyi demekle
de o kişinin iyi olması da mümkün değildir.
Bu Ebu Cehil'i, Nemrud'u, Fravun'u savunmak gibi
bir-şeydir. Fravun ve Nemrud zihniyetli kişiler toplum için yaranın içindeki
cerahat gibidir. Daima sıkıntılar doğururlar. Bazen sancının kesilmesi,
cerahatin iyiliğinin alameti değil o onun geçici uyuşukluğunun neticesidir.
Pislik pisliktir. İnsan, Fravun zihniyetinde ise onda hayır yok, şer vardır[171]
Hâsılı, şer birisinin size olan bir konudaki yardımından
dolayı şayet Fravun'ca yaşıyorsa böyle birine "İyi adam-baba adam" demek
sorgulamayı gerektiren bir husustur. Bunu göz ardı etmemek lâzım. Cenab-ı Hakk,
Ümmeti sapmaktan ve sapıklara bağlanmaktan korusun ve kurtarsın...
Diyorlar ki: [172]
482-"Fakirler İçin Sevabına Konser Verecek."
-Siz hiç sidikle çamaşır yıkandığını gördünüz
mü?
- Dudak büküp garip karşıladığınız bu sual ne kadar
mantıksız ise, haram ile hayır yapmaya inanmak da o derece mantıksızdır. Zaten
nefse tapınmanın mantığı olmaz.
Mezkur cümleyi tahlil edelim bakalım ne
çıkacak:
Fakir: Başkalarının yardımına ihtiyacı olan, kıt-kana-at
geçinen, ihtiyaç sahibi olan kimselerdir.
Sevap: Allah'ın emirlerini yerine getirmek, O'nun
rızâsına uygun amellerde bulunmaktır.
Konselr: Kadın-erkek bir takım insanların ahlak dışı
davranışlar içinde ve tesettürsüz bir kılıkla bir salonda toplanmaları. Bu
topluluğa erkek veya kadın zennelerin bir takım cazlar eşliğinde şarkı-türkü
veya garip hareketlerle oradaki topluluğu sözüm ona eğlendirmeleridir. Bu hin
oğlu hinlikten elde edilen para ile fakirlere yardım edilecekmiş. Böylece konser
veren de, konser için salona girerken bilet parası Ödeyen de sevaba girecekmiş.
Fesüb-hanalîah....
1 Bir defa o
konser denilen şeyi verenler de dinleyenler de topyekün küfre düşmüşlerdir.
Niçin? İzah edeyim:
Vücudunun çok önemli bir bölümünü açıp sahnede şe-havani
arzuları galayana getirmek için bağıran ve kıvıran kadın Allah'a isyan
halindedir. Allah'a isyan halinde olan bu
zenneyi alkışlayan o topluluğun alkışlan:
"Aferin Allah'a çok görkemli isyan ediyorsun. Bu
isyanında sana katılıyor, sana destek veriyor ve seni*tebrik ediyoruz"
mânâsmdadır. Onun için, İslâmi ölçülere göre, orada bulunanların tamamı küfüre
düşmüşler, artık var idiyse imânları gitmiştir. Şimdi bu imansızlar, kendilerini
küfre düşüren amellerinden sevap bekliyorlar. Günah ve sevap İslânû
kavramlardır, Bu kavramları istismar etmeye bunları alay konusu yapmaya hiçbir
kâfirin hakkı yok-tur.[173]
Bunlar tesadüfi yapıldığına da kesinlikle inanmıyoruz.
Bütün yapılanlar plânlı ve programlı işler. Hatırlıyorum. Komünizmin süper güç
kabul edildiği yıllarda komünist idareciler, Türkiye'deki kâfirlerle işbirliği
yapıp, komu-nüst idare zulmündeki müslümanlara İslâm aleyhinde propaganda
yapabilmek için, Türkiye'den namlı fahişeleri, Rusya'ya davet
ediyorlardı.
Bu fahişelere Azarbeycan, Tacakistan gibi müslüman-îarın
yoğun olduğu yerlerde konser verdiriyorlardı. Hem de bu konserlere katılmayı bir
çok müslünıanları mecbur tutuyorlardı. Bütün şehvetim kusan kadının konseri
bittikten sonra müslümanlara diyorlardı ki:
"Siz de kabul ediyorsunuz ki, Türkiye Islâmı yaşıyan,
müslüman bir ülke. (Çünkü Rusya'daki mülümanlar Türkiye'yi böyle biliyorlardı.)
Bu kadın da, müslüman bir. Türk. Bu yaptığı da İslâm'dandır. Müslümanlığın
dışından olsa böyle yapmaz ve müslüman olan Türk devleti buna müsade etmez. Onun
için bunun dinen sakıncası olmadığı gibi dinin icablanndan
biridir..."derlerdi.
Böylece müslümanlarm müslümanlıkîarını bozmaya
çalışırlardı. Küfür, Türkiye'deki kâfiri, Rusya'daki müslü-manın zihnini
bulandırmak için İslâm aleyhine böyle propaganda malzemesi yapardı. İşte küfür
bu derece sinsice planlarını müsîümanlar üzerinde uyguluyor.
Fakirlik (muhtaçlık) İslâm dininde makbul bir hal
değildir. İslâm, müslümanlara zenginliği tavsiye etmiştir. Ancak bu zenginlik,
mal, sahibine değil, mal sahibi zenginliğe (mala) hükmedecektir. Peygamber
(S.A.V) Efendimiz:
"Fakirlik neredeyse kâfirlik olacaktı" buyurmuştur.
Çünkü Özellikle zamanımızda istismara en müsait kesim fakirlerdir. Sömürgeci
devletler, sömürecekîeri devletin halkının, hakkını sömüreceklerinde bu
emellerine fakirlere yardımı köprü yaparlar. Kendi ülkelerindeki fakirlere,
sahipsizlere, düşkünlere, kimsesizlere sahip çıkmayan bu sömürüye ortak olan
"müslüman zenginler bu ihanetlerin veballerini tahmin edebiliyorlar mı acaba? .
"Fakirler için sevabına konser" diyerek, masumluk kılığına girip fakirleri
istismar yetmiyormuş gibi, günahı şirin göstermenin de ötesinde bu davranışla
günah kavramı tepetaklak edilmektedir.
Hep fakir edebiyatı yapıldı. Bugüne kadar bu
fasaryaları çok dinledik. Bunlarm her biri küfrün masumluk perdesi arkasındaki
oyunlarıdır. Misalleri çok.. "Lösemili çocuklara yardım derneklerinde seks
partileri, "Kanarya Sevenler Derneği"nde uyuşturucu kaçakçılığı yapıldığım
bilmiyen yok. Ve daha niceleri.
Küfür, fakiri düşünmez. O, fakirin daha kanını emer.
İşte yardım yapıyoruz diye Amerikası, İMF'si, İngiliz'i, Al manı müslüman
halkımızın kanını emmiyorlar mı?
Hâsılı, "Fakirler için sevabına konser" adı altında
fakirler istismar ediliyor. İslâm'a saldırılıyor. İslâm'i değerlere hakaret
ediliyor. İnsanlar küfrün oyuncağı haline getirilmek isteniyor.
Herkes şunu bilsin: Haram ile hayır olmaz. Haram İle
hayır yapmak, sidikle çamaşır yıkamak gibidir.' Cenab-ı Hakk ümmeti böyle gülüç
durumlara düşmekten korusun ve kurtarsın...
Bazıları diyorlar ki:
[174]
483-"İstanbul'a Hizmet İbâdettir..."
•Özellikle belediye seçimlerinde İstanbul'da ve diğer
yerlerde, o beldenin ismi de anılarak, yapılacak hizmetin ibâdet olduğu
propagandalarda söylenir durur. Tabiiki bütün bu söylenilenler lâfta
kalır.
Soruyoruz: Cumhuriyet tarihi boyunca gerek belediyeler
aracılığıyla, gerekse tüm idareyi ele alarak kim, nereye ve ne oranda hizmet
etmiştir? Her yerde susuzluk, çöp, işsizlik, kan, göz yaşı hüküm
sürmektedir.
ibâdete inanmıyan insanların işlerini ibâdet gibi
göstermesi, onların dilinden; tam bir din istismarıdır. Bu istismarcıların
memleketimizde sebep oldukları sıkıntıların, problemlerin, yıkıntıların haddi
hesabı yoktur. Şerlerinden Allah'a sığınırız.
Herhangi bir yere Allah (c.c) için ve Allah adına hizmet
etmenin ecri ve mükâfaatı büyüktür. -
Peygamber (S.A.V) Efendimiz yapmış oldukları
tavsiyelerde: "Halka hizmet, Hakk'a hizmettir". "Kavmin efendisi, o kavme
hizmet edendir" mealindeki Hadis-i Şeriflerle müsîüman yöneticilere yol
göstermişlerdir. Elbette hizmet Hakk'ın hayata hakim kılınmasında olacaktır. Şer
ile hizmet olmaz. Adamlar umumhane açmakla, disko kurdelası kesmekle, meyhane
ruhsatı vermekle, çanak anten kurup Avrupanm ahlaksızlığını televizyonda
seyrettirmekle, fuhşu yaygınlaştıran beş boynuzlu oteller açmakla, lağım
kanalı haline getirdikleri televizyon programlarıyla... halka hizmet ettiklerini söylüyorlar. Bu çirkinlikleriyle
övünüyorlar. Yazık hem de çok yazık!
Hâsılı, bir amelin ibâdet olabilmesi içip o ameli
işleyenlerin ibâdete inanmış olmaları şarttır. İbâdete inanmıyan-ların ibâdet
bezirganlığı yapmaları istismardan başka bir şey değildir. Böyleleri ellerindeki
imkânlarla halkı aldatabiliyorlar. Bunu kaybettiklerinde, halkımız şayet
bulabi-lirse bunların utanmayan suratlarına çarpacaktır. Müslüman bu suratı
ortaya çıkarmak için ibâdet şevkiyle çalışmalıdır. Cenab-ı Hakk'tan, bizi bu
gayrete götürecek imânı talep ediyoruz. [175]
484-"Küfürün Adını Günah Koymuşlar; Böylelerin Anasını-Avradını...,"
»Örfî mânâda küfürü iki şekilde ele almamız
gerekiyor:
1- İnkarcı
olan, buna kâfir denir.
2- Kötü söz
söyleyen, söven., buna da küfür denir. Başlıkta zikrettiğimiz söz ikinci mânâyı
kapsıyacak
tarzda söylenmiştir. İster birinci mânâda ister ikinci
mânâda olsun söylenilen söz son derece iğrenç, imânı yok edecek kadar
tehlikelidir.
Peygamberimizin, bildirdiğine göre Cennete giremiye-cek
sınıftan biri de "bed (kötü) sözlüler" dir. Kötü sözlü, ağzı küfürlüler
yukarıdaki başlıkta zikrettiğimiz ifadeleriyle:
1- Küfrü meşru
sayıyorlar.
2- Günah olana
günah demlemeyeceğini telkin ediyorlar.
3- Günaha
günah diyenlere küfredecek kadar ileriye gitmiş oluyorlar. Böylece bu gibiler
birkaç yönlü günah işlemiş oluyorlar. Günah en büyük cehalettir. Cehaletin
insafı yoktur. İnsafsızlık zulmün davetcisidir. Günah, insanın önce kendisine
karşı zulmüdür. Akıllı müslüman böyle bir ahmaklık yapamaz.
Şimdi yukarıdaki cümleyi özetle tahlil edelim: Bu söz
ile, kötü söz söylemek meşru sayılmış olunuyor. Allah (c.c) Kur'an-ı Kerim'de
kötü sözlerden sakınmamızı müteaddit
âyetlerde emrediliyor. Hadislerde, aynı konunun üzerinde duruluyor. İşte böyle
söyleyen kişi âyet ve hadislere muhalefet etmiş oJuyor.
Günah, işleme telkin ediliyor. Günaha teşvik günah
işleyen gibidir.
Günah'a, günah diyenler kınanıyor. Günah-sevap
hudutlarını tayin eden Allah ve Rasûlü olduğuna göre, dolaylı yoldan Allah ve
Rasûlü de kınanmış olunuyor. Allah ve Rasûîünü kınayanların, yüzü hiç güler mi?
Bunların iflahı mümkün mü? Biz bunJan göz ardı edeme3dz, etmemiz de mümkün
değil.
Hâsılı, küfür küfürdür. O, bir günah çeşididir. Günahın
gÜBahhğmı inkar da küfür (kâfırlik)dür. Bu bakımdan "Küfürün adım günah
koymuşlar;...." sözü son derece tehlikeli, bir müslümanm kesinlikle söylememesi
gereken iğrenç bir ifadedir.
Cenab-ı Hakk böyle tehlikelerden ümmeti korusunve
kurtarsın.. [176]
485- Tek Güvencemiz, Tek Ümidimiz Sensin."
•Ben bizzat çok duydum; mutlaka sizler de
duymuşsunuzdur. Hattâ söyleyenleriniz bile çoktur. Bazıları ihtiyarlarken veya
hastalanınca çocuklarına:
- Evlâdını! Tek güvencemiz sensin. Senden başka
kimseden ümidimiz yok. Sen bakmazsan (veya gidersen, ölürsem, yapmazsan
vesaire) helak olur gideriz, derler.
Bazıları gittikleri doktora:
- Aman doktor son ümidimiz sensin. Sen de
kurtara-mazsan. ölüp gideceğim (veya gidecek), derler.
Bazıları bir işe girişmişler, Başarmakta çaresiz
kalmışlar. Karşılarına birisi çıkmış, yardımcı olmaya çalışıyor. Dert sahibi
ona:
- Aman bıktım bu işten. Tek ümidimiz sensin. Sen de
olmazsan bu iş olmayacak, derler.
Bu ve benzeri misalleri daha çok artırmak mümkün. Ancak,
demek istenen anlaşıldığı için, misallerden asıl konuya geçiyoruz.
Acaba bu ve benzeri lâfları edenlerin itikati akıbetleri
ne olur? Ne diyebilirsiniz, "mahvolur" demekten başka. Evet fecaat
olur.
Çünkü müminler, sadece Allah'a güvenirler. Bu keyfiyet,
imânm yegâne alâmet ve özelliği; onun zaruri mukte-zasıdır. Kur'an-ı
Kerim'de:
"Eğer Allah'a iman ediyorsanız ve O'na teslim olmuşsanız
sadece O'na[177]
"Eğer mü'min iseniz, sadece Allah'a ümit bağlaym;[178]
"Kim Allah'a tevekkül ederse, O, kendisine yter[179]
Allah kendisine güvenip tevekkül edenlere yeter. Allah
kuluna yetmez mi?"[180]
buyurulmuştur.
Allah'u Tealâ, daha birçok âyette ibâdet ile tevekkülü
birlikte zikreder. Şu âyetlerde durum böyledir:
"Öyle ise O'na ibadet et ve O'na güven.'[181]
'Deki: O, Rahman'dır. Biz O'na inandık ve O'na dayanıp
güvendik[182]
"Allah doğrunun da batının da Rabb'idir. O'ndan başka
ilâh yoktur. Öyle ise O'nu Vekil edin.[183]
Allah (c.c) her namazda defalarca "Ancak Sana ibâdet
eder ancak senden yardım dileriz'S[184]
dememizi emretmiştir.
Demek ki, sadece Allah'a güvenip O'na ümit bağlamamız
gerekirken, O'na yapmamız gerekeni mahlukata bağlayıp Rabb'imizi devre dışı
bırakmamız imânsızlaşmamıza sebep oluyor. Mahlukata "Tek güvencemiz, tek
ümidimiz sensin" diyenlerin akıbetleri budur işte. Onlar için elim bir azab
yakıcı bir Cehennem ateşi vardır.
Evet! Müminler, sadece Allah'a güvenir ve sadece O'na
ümit bağlarlar; buna tevekkül denir. Tevekkül: Her işte bütün sebepleri yerine
getirdikten sonra, Hakk'tan vaki olan ve
olacak tecelliyi beklemek ve O'na razı olmaktır.
Tevekkül sahibi insan, iş gücü, moral ve mânevi hayat
yönünden son derece kuvvetli insandır. Kolay kolay panİ-ğe kapılmaz.
Başarısızlıkla sonuçlanan teşebbüsleri için ümitsizliğe düşmez. Hayır vardır
bunda, der. Yeniden daha ciddi olarak teşebbüslerini yeniler. Bu, feyizli
imânın eseridir.
Tevekkül eden insan, .tevekkül edilen Hz. Allah
(c.c)'dür. Allah'ın bir ismi de VEKİL'dir.[185]
Hâsılı, mahlukata "Tek ümidimiz, tek güvencemiz sensin"
demek imânı bozar. Kişinin yeniden imân etmedikçe ebediyyen cehennemde kalmasına
sebep olur. Bunun isba-tını âyetlerle yukarıda yaptık. Kılıf uyduranlar sadece
kendilerini aldatırlar. Çünkü mü'minler. sadece Allah'a güvenir..Sadece O'na
ümit bağlarlar. Bu, imânın yegane alâmet ve özelliğidir. Certab-ı Hakk ümmeti
aksi bir halden korusun ve kurtarsın... [186]
486- "Aldığım Araba İçin Kurban Kestim".
•Kurban bir ibâdettir. Nerede, nasıl ve ne için
kesileceğini şeriat sahibi bildirmiştir. İbâdetin gereğini biz akıl ile
kavrayamayız. Akıl ile kavrama imkanımız olmadığına göre emredileni şeriat
sahibinin belirlediği alamn dışına da çıkaramayız. Çıkarmaya kalkışırsak bu
davranışımız bid'at veya küfür ile neticelenir. Küfür mutlak cehennemdir.
Bid'atin neticesi de tehlikelidir.
Şu fıkhi hükme dikkat edelim:
"Bir insan için kurban kesilmesi küfürdür. Kesilen
hayvan da leş hükmünde olduğundan yenilmez."[187]
Yeni alınan araba, atılan temel, alman ev için kesilen hayvanların ve meydana
gelen olayın hükmü de aynıdır.
Peygamber (S.A.V) Efendimiz:
"Allah'tan başkası için Kurban kesene (veya başka
maksatlarla hayvan kesene yani etini yemek, yedirmek gibi) Allah lanet etsint[188]
buyurmuştur.
Burada başkasından murat {Allah c.c bilir ki)
başkasının adı zikredilerek kesmek yani BismlUahi-Allah-u Ekber" demeyip
"Falanın adına" diyerek kesmektir.
Başlıkta zikrettiğimiz söze dikkat edilirse "araba için"
ifadesi geçmektedir. Oysa ibâdet Allah (c.c) için olacaktır. Allah (c.c) için
olmayan herşey reddedilmiştir, erine:
- Niçin bunu kestin diye sorulduğunda:
"~ Araba aldım da kazadan, beladan korunmak için kurban
kestim" demektedirler.
Biraz düşünülürse bunun ne mânâya geldiği anlaşılacak
olayın korkunçluğu meydana çıkacaktır.
Ancak, kişi araba ya da ev almasına veya bir zatm
gelmesine duyduğu sevinçten dolayı şükür olsun için kurban keserse bu küfür
olmadığı gibi kesilen hayvan da leş hükmüne girraeyip eti yenir. Kabb'im bana bu
imkânı verdi. Bu imkan verildiğinden dolayı şükür kurbanı kesiyorum inancıyla
olursa bu caiz oluyor. Bu hayvanın etinden herkes gibi kesen de yiyebilir[189]
"Eğer bir araba almak nasip olursa kurban keseceğim"
diyen kişiye araba almak nasip olursa bu kişi kurbanı Allah rızası için keser
ve etini kendisi ve aile efradı yiyemez. Çünkü bu adak kurbanıdır: Buraya kadar
yazdıklarımızı okuyan veya duyanlar:
- Peki bundan sonra ne yapalım? diye sorarlarsa bu
kardeşlerimize tavsiyemiz şudur:
Böyle bir durumda, yapılacak işin mahzursuzunu
mahzurlusundan ayırt edemiyecek kadar meseleyi kavrayamayanlar bu tür
vesilelerle kurban kesmesinler [190]
Ama benim kalbim rahat etmiyor, huzursuzluk duyuyorum; bandan kurtulmak için
kurban kesmek zorundayım diyenler, bu takdirde, kesecekleri kurbanlarını
arabanın önünde, evin temelinin yanında veya geldiğine sevindiği kimsenin
yoluda ya da önünde değil, bu anı kendisine nasip eden Allah (c.c) için ayrı bir
yerde kesip etini tasadduk etmeli veya yemelidir.
Eğer böyle yapılmaz olsa bu saydıklarımızın önünde veya
yanında keser hattâ "Bismillah! - Allah-u Ekber"diyerek kesilen, kanı oraya
buraya sürülen kurban en azından çirkin bir bid'at olur.' Bu amel küfür olmasa
bile günah olur; böylece o kurbanın etinin yenilmesi de şüpheli olur.[191]
Demek ki, ağzımızdan çıkacak sözleri, organlarımızın
yapacağı amelleri, zihnimizde şekillenecek niyetleri İslâm süzgecinden
geçirmeden ortaya koymamız gerekiyor. Bu bizim kul olmamızın gereğidir. Aksi
bir halden Cenab-[192]
487-"Gâvurun Temeli Keşiş, Müslümanın Derviş Olur."
•Başlıktaki mezkur sözün izahına girmeden önce derviş
ve keşiş kelimeleri üzerinde duralım:
Derviş: Gayet mütevazi ve kanaatkar olan kimsesiz,
fakir. Maneviyatla gönlü zengin olan fakir. Mürid veya şeyh. Tarikat
mensubu..
Keşiş: Papaz. Manastır rahibi.
Mânâlarını zikrettiğimiz bu iki kelimenin ikisi
de'fars-cadnv '[193]
Müslümanlar tarafından söylenmediği, fakat kimin
tarafından söylendiği de belli olmayan, lâkin aramızda dolaşan sözlerden biri
olan yukarıdaki mezkur iğrenç söz ile:
1- Gavur ile
niüslüman bir tutuluyor.
2- Gavur Ölçü
almıyor.
3, Manastır ile
tekke aynı kefeye konuyor.
4- Keşiş ile
derviş aynı değerle nirmeye tabi tutuluyor.
5- Allah'ın
veli kulları hakir görülüyor.
Bu sözü hangi yönden ele alırsak alalım söylenmesi,
söylenildiğinde inanılması son derece tehlikeli bir ifadedir. Hiçbir müslümamn
benliğinde böyle bir söze yer yoktur.
İmamı Buhari'nin rivayet ettiği bir hadisten
anlaşıldığına göre, Allah'ın veli kulları ile uğraşmak, Allah ile savaşmak
mânâsına gelir. Kudsi hadiste:
"Bir veli (kulu) me eziyet edene savaş ilân ederim [194]
buyuruluyor.
Kur'an-ı Kerim'de kâfirleri tanıtan âyetlerden biri de
"havz" (=gelişi güzel konuşmak, ölçüsüz konuşmak) suçunu işlediklerini
bildirir[195]
Tevbe suresinin 65-66 âyetleri de bu söze benzer söz
üzerine inmiştir.
Mezkur cümlede aynı zamanda İslâmi müesseselerden birisi
olan Tasavvuf müessesesine bir hücum ve hakaret ifadesi vardır. Bu bakımdan
inanarak bu ifadenin kullanılması ciddi sonuçlar doğurur.
Hiçbir zaman dervişlik tembellik değildir. Dervişler
geçmişte serhat boylarında cihad edip büyük kahramanlıklar göstermişlerdir.
Meselâ birinci ve ikinci Cihan Savaşlarında müslümaniarm istiklâlleri için
büyük cihad örneği vermişlerdir.
Zikrettiğimiz sözün bir tehlikesi de, Manastır ile
Tek-ke'yi? keşiş ile dervişi bir tutmaktır ki, müslümanın hıris-tiyanla bir
tutulması anlamına gelir. Bu son derece yanlış ve vebali olan bir ifadedir.
Zira, müslüman müslümanlık dairesinde kaldığı müddetçe günahlarından dolayı da
gayr-i müslim.ile bir tutulma şenaatine düşürülemez. Bu büyük alçaklık olur.
Fıkıhta [196]
şu ölçü vardır:
"Bâtıl hiçbir zaman makisun aleyh [197]
değildir." Onun için ölçüyü bilmek, değerlendirmeyi sihhatli yapabilmek için
şarttır. Bu olmazsa hatâların ardı arkası gelmez. İman da elden
gidebilir.
Demek ki, "Gavurun tembeli keşiş, müslümanın tembeIi
derviş olur" sözü hangi yönden ele alınırsa alınsın tehlikeli, insanı harama
götürücü, imânı zedeleyici bir ifadedir. Biz müslümanlar imânımıza leke,
amelimize vebal sokacak her türlü söz ve davranışlardan kaçınır; her hâl-u
kârda Allah (c.c) a iyi kul olmaya gayret ederiz. Bunun için de Allah (c.c) dan
yardım taleb ederiz.. Cenab-ı Hakk bizi kötü sözleri alışkanlık haline
getirmekten korusun ve kurtarsın.. [198]
488-"Bugün Yaratıcı Olmak Zorundayız."
•Bugün ağızlarda sakız gibi çiğnenen kelimelerden biri
de başlıktaki cümlede geçen 'yaratmak" sözcüğüdür. Herkesin dilinde "yarattım,
yarattı, yaratacak, yaratmak.. " vesaire gibi kelimeler alabildiğine
yaygın.
Ümmetin kültürünü bozan zalimler ve onl&rın
içimizdeki işbirlikçileri bununla birlikte milleti de, dilini de, dinini de,
inanç tarzını da bozdular. Artık insanlarımız ne söyleyeceklerini, nasıl
söyleyip nasıl hareket edeceklerini de şaşırdılar. Şimdilerde çokları ne
söylediklerini hesap bile etmiyorlar. Bu hal öyle korkunç bir şekil aldı ki,
Ce-nab-ı Hakk'm isimlerinden biri olan el-HALIK (c.c) ismi Celiline ve bu ismin
kapsadığı mânâya sahiplenmeye kadar vardırıldı. Yaratmak Allah (c.c)'a
mahsustur. Buna rağmen müslüman "ben yarattım, ben yaratacam, falanca yarattı,
yaratacak" şeklinde konuşuyor. Yaratmak el-Hâîık ismi celilinin karşılığıdır.
Bunun türkçe karşılığı: Herşeyi bütün keyfiyetleriyle takdir ederek yaratan,
yoktan var eden, demektir. Bu da Allah (c.c)'a mahsustur. Bir insan "ben
yarattım" derse ilâhlık taslamış, "falanca yarattı" derse onu ilâh mevkiine
çıkartmış olur.
Yaratıcı Allah (c.c) olduğuna göre insanlar için
"keşfetti, icad etti, geliştirdi, meydana çıkardı, buldu" demek
gerekir.
İnsan böyle dese olmaz mı? Hem en alası olur. Ancak,
kültürü ile birlikte herşeyi bozulmuş insan bozuk tabiatı gereği hep mütekebbirliğini ortaya koymak istiyor. Behey
gafil ne yaratıyorsun sen? Bir sivrisinek kanadı yaratabilir misin? İcad edilen
bilgisayar bile bir solucanın beyninin milyonda bir parçası kadar bile olamaz. O
halde niye had-, dini bilmiyorsun?
Devlet erkanı, boyalı basın ve yayını ellerinde
bulunduranlarla bir kısım kötü niyetlilerin haricinde çoğunluk bu "yarattım"
sözünü ard niyetli olarak kullanmazlar.
Bu kelimeyi daha ziyâde aşağılık duygusuna
kapılanlarla, kişiliksiz olanlar kullanmaktadırlar.
"Ben yarattım, falanca yarattı" gibi ifadede
bulunanların güzel bir lisanla uyarılması gerekir. İyiliği emretmek, çirkinden
vaz geçirmek müslümanm ilk vazifeleri arasındadır. Bu vazife ihmal edileliden
beri müslamanlar izahına çalıştığımız sıkıntılar, çirkinliklere maruz
kalmışlardır.
Hasılı, "Bugün yaratıcı olmak zorundayız" cümlesi ve
benzeri "yarattım, falanca yarattı" gibi ifadeler son derece tehlikeli, insanı
küfre götürücü sözlerdir. Çünkü yaratmak, yoktan var etmek Allah (c.c)'a
mahsustur. Kul için "keşfetti, icad etti, geliştirdi" denmelidir. İnsanlar için
"yarattı" diyenleri de güzel bir dil ile uyarmalıdır. Dilimize ağzımıza geleni
hesapsızca söyletmekten Cenab-ı Hakk korusun ve kurtarsın... [199]
489-"Herkes Kendi Mukadderatını Kendisi Tayin Etmeli"
•Konuya mukadderat kelimesini ele alarak girmenin
isabetli olacağına inanıyorum.
Mukadderat: Kader. Ölçü ve miktarı tayin olunan şeyler.
Alın yazısı., gibi mânâlara gelen bir kelimedir.
Bu izahlardan hangisini ele alırsak alalım "Herkes kendi
mukadderatını kendisi tayin etmeİi" ifadesi "Herkes kendi kaderini kendisi tayin
etmeli" mânâsına gelir. Bu ise Cenab-ı Hakk'a müdahale olur. Çünkü kader
Rabb'imizin tasarrufudur. Bu işi Allah'tan alahm da kendimizle ilgili hususları
kendimiz belirleyelim, diyen kişi cehenneme yuvarlanır gider.
Zira kadere imân farzdır. Buna göre kader, meydana
geîecek şeyleri ve o şeylerin ne zaman, nerede, ne gibi evsaf ve hususiyetlerle
meydana geleceğini Allah'ın (c.c) takdir ve tehdit etmesidir. Takdir buyurduğu
şeyleri, zamanı gelince birer birer icâd etmesine de kaza denir. Kader, Cenab-ı
Hakk'm İlim ve irade sıfatına kaza da Tekvin sıfatına racidir. Onun için
Allah'ın bu zikrettiğimiz sıfatları anlaşılmadıkça kader meselesi anlatılamaz
anlaşılamaz.
Kader meselesi itikadi bir konudur. Bunun için Tevhid
inancının iyi bilinmesi gerekir, Şunu. isabetli kavramak lâzım: Allah (c.c) bizi
yarattı. Taş ve ağaç gibi bırakmayıp irâde verdi. Hak yolu ve güzel neticesini,
eğri yolu ve kötü sonucunu gösterdi. Şeytana oyuncak olmamak için bunun
Rabb'imizin bize bir lütfü olduğunu unutmamak
lazımdır.
Kur'an-ı Kerim'de zikredilen kader ve ilâhi takdir ile
ilgili ayet-i kerimelerin çok dikkatli okunup öğrenilmesi ve mucibince ameî
edilmesi gerekir '[200]
Meselâ, bazıları bazı şeyler için: "Kaderine terk
edilmiş" diye söylüyorlar. Böyle bir ifade ile kader töhmet altıda bırakılmış
olunuyor. Sanki diğerleri kaderden kurtulmuş gibi. Böyle şeylere ihmal edilmiş
demek daha uygundur.
Peygamberimiz dualarında Allah (c.c)'dan beş şeyi
istemesi son derece dikkat çekicidir: -"Allah'ım!.. Senden sıhhat, iffet,
emânet, güzel ahlak ve kadere rızâ isterim.."[201]
1- Sıhhat:
Sıhhat olmayınca acziyet ve zafiyet olur. Ac-ziyet İle ibâdet
edilmez.
2- İffet: Yasak
ve hoşlanılmayan şeylerden korunmuş olmayı dilemektir.
3- Emanet:
Allah'ın vermiş olduğu mukaddes vazifeleri hakkıyla yerine getirmek ve onları
koruyup tebliğ etmek, demektir. Bunları yapmamak hainlik olur.
4- Güzel ahlâk;
İslâmi kurallara göre bir hayat tarzına sahip olmaktır.
5- Kadere rıza:
Allah'ın takdirine rıza göstermek, külli iradenin O'nun tasarrufunda olduğuna
inanmaktır.
Şu Hadis-i Şerif de ne kadar dikkat çekicidir: •
"Ceısab-ı Hakk bir şeyi takdir etti mî akıllıların aklını alır. Kader yerini
bulur. Sonra akıl döner kadere karşı söyleyecek hiçbir şeyi yoktur." Bu
hususu iyi kavramak lâzım. Çünkü huzurlu
bir hayatın kaynağı budur.
Hâsılı, "Herkes kendi mukadderatını kendi tayin etmeli"
sözü "Herkes kendi kaderini kendi tayin etmeli" mânâsına gelir. Bu Cenab-ı
Hakk'ın tasarrufuna müdahale olur. Kimsenin buna hakkı yoktur. Hakkı olduğunu
iddia edenler kâfirler ve kâfirlik yolunu seçenlerdir. Biz müslümaniar
konuşmalarımız ve davranışlarımızla Rabb"mızm rızasını talep eder buna göre bir
hayat tarzı kabul ederiz. Çünkü biz müslümanız, elhamdülillah..
Cenab-ı Hakk bizleri haddimizi aşma bahtsızlığından
korusun ve kurtarsın...
Bazıları diyorlar ki:
[202]
490-"Şampanya Rengi"
İnsanlığın kanını emen faiz, namusunu soyan zina, maç ve
eylemini çekip olan cehalet, en son teferruatına kadar ümmet üzerine ağını
kurmuş, fitne mimarları isyan ve masiyeti kururnlaştırmışlardır.
"Renklere ve zevklere karışîlmaz" safsatasına sarılarak
bütün tatbik sahalarında İslâm'ın zarif ve edebli tercihi çekilip şehvet ve
nefsin putları dikilmiştir.
Şunlara bakın haramı bize nasıl propaganda
ettiriyorlar. Diyorlar ki: "Şampanya rengi" Ne demek bu? Bu bir haram ve
haramın rengi. Oysa malum renklerin arasında böyle bir renk ismi yok.
Renkler, meyvalardan ve çiçeklerden alırlar isimlerini.
Örneği işte: Gül kurusu, nar çiçeği, portakal rengi, leylak rengi.,
vesaire Birileri "şampanya rengi" diye bir
renk uydurmuşlarsa, bu hiçbir zaman tesadüfi değildir. İnancımıza ve ahlakımıza
uymayan bu değişiklikler ufak bir ad değiştirme hadisesi değil, inançlarımızı
katletmeye yöneliktir. Bunu müslümaniar anlamak zorundadırlar.
İsterseniz bu fikrimizi kuvvetlendirecek bir misal daha
verelim:
Hatırlayın, uzun yıllar evimizin bir köşesindeki yer
ab-destîik olarak bilinirdi. Şimdi abdestliklere lavoba deniyor. Bu, abdest ve
namazdan yüz çevirmenin bariz bir ifadesidir. Maskat abdest ve namazı
unutturmak. İnsanımızı dininden
uzaklaştırmak. Müslümanlar vurdum duymazlığa devam ettikleri müddetçe birileri
daha kimbilir nelerimize kirli ellerim uzatacaklar.
Müslümanlar! Uyanmalıyız artık.. Cenab-ı Hakk bizleri
emperyalistlerin oyunlarından korusun ve kurtarsın,. [203]
491- "Anası Muhterem Kendisi Orosbu Çocuğu"
Biz, buna benzer bir sözü bu isimle yazılan kitabımızın
2'inci cildinde 202 sıra no'da "Orosbu çocuğu" başlığı altında zikrettik.
Burada, aynı mânâda fakat farklı uslub ile söylenmiş, yukarıdaki sözü meselenin
önemine binaen tekrar Özetliyerek dikkatlere arz etmeyi faydalı
bulduk.
îkinci ciltteki "Orosbu çGcuğu" başlığı.altıda
zikrettiğimiz izahı lütfen bir daha okuj-anuz[204]
Bu söz ile iffetli analar töhmet fcutntda bırakılmakta,
onlara zina iftirası yapılmaktadır. Kur'an-ı Kerim'de:
"Zinadan haberi bulunmayan iffetli mü'min kadınlara,
zina isnat edenler, dünya ve ahirette lanete uğramışlardır. Onlara büyük bir
azab vardır.'[205]
"Kjyamet gününde (iftiracıların) aleyhlerinde olarak
dilleri, elleri ve ayakları bütün yaptaklaK-ma şahitlik edecektir.[206]
"Allah, da onların cezalarını tastamam verecektir..[207]
. Daha önce (ikinci ciltte) bu konuyu detaylı olarak
incelediğimiz içia bir olayı naklederek ele aldığımız hususu
bitireceğim.
îbn AS (r.a) anlatıyor:
Halamı ziyarete gitmiştim. O benim için hizmetçiye
yemek getirmesini söyledi. Hizmetçi yemeği getirmeyi geciktirmiş olacak ki,
halanı öfke ile kalkarak hizmetçiye:
"™Ey orosbu! Haydi çabuksana" diyerek
bağırdı.
Ben bunu duyunca:
-Sübhânallah! Ey haîacığım yemin ederim ki, çok büyük
bir söz söyledin. Bu kadıncağızda zina gibi bir şeye rastladın mı ki, böyle
söylüyorsun, dedim.
Halanı:
- Hayır! Yemin ederim ki böyle bir şeyine rastlamadım.
Zaten bu böyle bir şey de yapmaz, dedi.
Ben o zaman şöyle dedim:
ö halde nasıl olur da o sözü
söylersin. Ben Rasûlüllah (S.A.V) den işittim. Buyurdu kis Hangi erkek ve
kadın, namuslu ve zinadan uzak olan hizmetçisine, çocuğuna veya herhangi
birisine "Ey kahpe, orosbu" derse, kıyamet gününde had icra olunur.[208]'
Çünkü dünyada bunlar için had yoktur, buyurdu.
Bunun üzerine halam büyük bir pişmanlık duyarak tevbe
etti ve hizmetçinin de gönlünü aldı.[209]
Ahiretteki cezanın ağırlığını kavrayahilenler dünyadan
suç yüklü göçmekten korkarlar. Hayatlarına Kur'an ve Sünnetin, hükmettiği
mübarek insan) ar da bunlardır. Bizler do böyle mu m inlerin arasmda yerimizi
almaya bakalım. Cenab-ı Hakk bizleri ahirette hesabım veremeyeceğimiz sos ve
talerden korusun ve kurtarsın. [210]
492- "Fazla Mal Göz Çıkarmaz"
Günümüzde, reklam ve propagandanın öneminin
tartışılması bile mümkün değildir. Yahudinin bugün en büyük silâhı reklamdır.
Hergün.Tv. Başta olmak üzere diğer basın yayın kuruluşlarına milyarlarca lira
günlük reklâm ücreti ödeniyor. Niçin? Daha fazla kazanmak, ideolojilerini daha
çok kabullendirebilmek için.
Günümüzde dengeleri bozan sebeplerin ilk şıralarında,
fazla mal sahibi olmak arzusu vardır. Bu arzu insanımızı eşyayı putlaştırma
noktasına kadar getirdiği inkar edilemeyecek bir gerçektir. Artık insanımızı,
İslâm'ın söz sahibi olup olmadığı ilgilendirmiyor; müslüman malımı nasıl
çoğaltabilirim telâşına düşmüştür.
"Fazla mal göz çıkarmaz" propagandasına günümüz insanı
o kadar inandırılmış tır ki, izahı mümkün değil. Yahudi ve Yahudi zihniyettiler
bu propagandalarla ürettikleri herşeyi müslümanlara, kendi evlerine dol dürtmüş
tur. Gidiyorsunuz, görüyorsunuz, bizzat kendi evlerinizde olanı yaşıyorsunuz.
Üç müslüman, bir müslümanm evinde bir araya gelip cemaatle namaz kılamıyorlar.
Çünkü "Fazla malın göz çıkarmayacağına" inandırılmış insanlarımız, evlerini
eşya ile doldurmuşlar. Öyle doldurmuşlar ki, iki kişi evin içinde dolaşamıyor,
yan dönerek biribirinin yanından ve eşyaların arasından geçiyorlar. Sanki o
evde "bu ev benim" diyenler değil de, o eve doldurulan eşyalar oturuyor. Bu
kadar eşya ve mal hırsına pes doğrusu.
Bir defasında beş kişi ile hatırı sayılır bir zatın
evine gitmiştik. Akşam namazını evde kılmamız icap etti. Namazı evde kıldık.
Kıldık ama o vaktin namazını kılmak için sıraya girip birimiz bitirdi
diğerlerimiz kıldı. Yani o vaktin namazını cemaatle kılamadık. Namazdan sonraki
sohbetimizde sözü müslümanlarm eşyaya, mala bakış tarzlarına götürdük. Ev
sahibine ne bu böyle, siz de bizim gibi bu evde misafirsiniz; asıl ev sahipleri
evin içindeki eşyalar, dediğimde; ne yapalım hep gerekli diye aldık cevabını
verdi. Baktım ki, o muhtarem de "fazla malın göz çıkar-mıyacağına"
inandırılmış.
Bizim birinci vazifemiz Hakk'a kulluk yapmaktır, çünkü
yaratılış gayemiz budur[211]
Müslümanlar bu vazifeyi unutmuşlar, birinci vazifenin eşya-mal edinmek olduğuna
inandırılmışlar, herkes mesaisini buna kullanıyor. Eline para geçen peşin,
kıt-kanaat geçinen de taksitle habire mal yığma telâşında. Herkesin ömrü taksit
ödemekle geçip gidiyor. İnsanların gözünü hırs öyle bürümüş ki, anne-ba-balar
daha doğmamış çocuklarının bile eşyalarını alır olmuşlardır. "Hele biz alalım
yarın elimize çıkagelir" hesabı işte "Çok mal göz çıkarmaz" felsefesine
inandırılmanın neticesidir. Evet! Fazla mal göz çıkarmadı ama insanlar çok mal
hırsıyla kalblerinden imanı çıkardı. Yani, göz çıkarmayan fazla mal insanımızın
kalbinden imâm çıkardı.
Artık, müslümanlar imkanlarını İslâm için
kullanmıyorlar. Bütün imkanlar nefis için kullandırılıyor. Bugün, müslümanlar
olarak yutulur lokma olmamızın sebebleri-nin başında bu geliyor. Uyanmak, hem de
çabuk uyanmak lâzım müslümanlar..
Buradan nıüslüraaü hanımlara sesleniyorum. Sizler
müslüman' hanımlar, babalarınızı, kocalarınızı, ağabe-yilerinizi ve
çocuklarınızı sıkboğaz edip eşya manyağı haline getirmeyiniz. Onlar hep sizleri
memnun etmek isterler. Bu arzularını su istimal edip onların hem dünyalarını hem
de ahiretlerini yıkmayınız. Siz müslümansımz. İslârai ölçüler içinde bir hayat
tarzınız olsun. Evinizin dekorunu müslümanca yapınız. Mutluluk eşya ile olmaz.
Televizyonda reklamı yapılan bir eşyayı alıp kullanmanız eğer size mutluluk
veriyorsa, gerçekten siz mutluluğun ne demek olduğunu bilmiyorsunuz demektir.
Allah'a kulluğun, müslüman hamfendi olmanın zevkini tatmaimşsımz
demektir.
Mutluluğu İslâm'da, zevki Allah'a ibâdette, huzuru
namuslu yaşamakta ararsanız ne kendiniz ne de erkekleriniz eşya manyağı haline
gelmezsiniz. Dünyadaki vazifemiz de budur.
Herkes bilsin ki, mallarımız, eşyalarımız elimizdeki
bütün imkânlar bizim için birer imtihandır. Hesabı sorulacaktır [212]Kendimizi
bu hesaplaşmaya hazırlayalım.
Hz.Ali (r.a) diyor ki:
Dört şey devam ettikçe din ve dünya ayakta
durur:
1- Zenginler,
cömert oldukça,
2- Alimler,
ilimleriyle amel ettikçe,
3- Cahiller,
bilmedikleriyle kibirlenmedikçe,
4- Fakirler,
dinlerini dünyaları için satmadıkça.
Bu maddelerin üzerinde heîe bir kafa yorun, neler
çıkacak bakalım? .
Hz. Ebu Bekir (r.a)'in da dediği gibi "Mal cimrilerde,
silâh korkaklarda ve idare akılsız ve bunaklarda olursa işler bozulur." Bugünkü
olan hadise budur işte.
Hâsılı, "Fazla mal göz çıkarmaz" sözü günümüzde
propaganda olarak kullandırılmaktadır. Hedef insanımızı eşya manyağı haline
getirip onu kaz tüyü gibi yonmaktır. Müslüman akıllı olur. Aldanmaz. Kendisini
egemen kapitalist güçlere yoldurmaz. Şimdi müslümanların görevi eşya yığmak
değil, İslâmı hayata hakim kılma çalışmaları yapmaktır. Bu gayrette olanlar
şerefli bir hayat yaşama hakkına sahiptirler. Böyle bir arzu ve gayreti
olmayanların şerefleri tartışma konusudur. Cenab-ı Hakk bizleri, şerefleri
tartışma konusu olmaktan korusun ve kurtarsın... [213]
493-"Elbise Yürümesini Para, Konuşmasını Öğretir."
•"Elbise yürümesini, para konuşmasını öğretir" sözünü
eleştirmek düşüncesiyle buraya almış değilim. Katiyyen böyle bir niyetim yok. Bu
ifade ile benim ele alacağım husus, bu sözü doğuran şartları ve riyakar toplumu
tahlil etmek istiyorum.
Başlıkta zikrettiğimiz mezkur söz, bugünkü toplumumuzun
durumunu yansıtıyor. Merhum Nasreddin Ho-ca'mızm "Ye kürküm ye" sözünün bugüne
aktarıhşı açıkça belli, insanları paralarına ve elbiselerine göre
değerlendirenler toplumun canavarlarıdır. Bunlar bedenleri değil bedenîerdeki
iyi hasletleri kemirirler. Ve bedenleri yiyen canavarlardan daha
vahşidirler.
Elbise ile para, gurur ve kibir kaynakları olabilir
kişiliksiz insanlarda. Onun için Kur'an ve Sünnette müslü-manlann kişilik
sahibi olmaları emredilmiştir. RasûJuJlah (S.A.V) Efendimizin hayatını
incelersek yürümeyi ve konuşmayı daha iyi öğrenmiş oluruz.
Kur'an-ı Kerimde:
'Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen elbette yeri
yaratamazsın. Boyca da dağlara ulaşamazsın.[214]
"Bunlardan kötülükleri sebebiyle
yasaklananlar.
Rabbinizin sevmediği hususlardır."[215]
Bunlar Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdendir. Sakın
Allah'la beraber başka ilâh edinme. Aksi halde, kınanmış ve kovulmuş olarak
cehenneme atılırsın[216]
'İnsanlardan yüz çevirerek böbürlenme. Yeryüzünde
kibirlenerek yürüme. Şüphesiz Allah, büyüklük taslayan ve övünen hiçbir kimseyi
sevmez.'[217]
"Yürüyüşünde tabii ol..'[218]
Hazreti Meviâna:
"Deniz gibi mal kazan, ama sen üzerinde gemi ol"
diyor.
Gemi suyun üzerinde yüzer, sen de paranın üzerinde yüz.
Ama gemi, suyun hep yüsündeyim, biraz da içine gireyim, derse tahtasının
birisini biraz aralayı verirse, tamamen batar.
Kim parayı çok sever, imân tahtasını biraz
aralayıverirsç, dünya sevgisi, içine dolar, batar gider.
Parayı cüzdana koymak; kalbe koymamak manasınadır. Demek
ki, para. hem önemli, hem de insanın ahlakı ile alâkası bakımından tehlikeli bir
silâhtır. Bu silahı iyi kullanmak lazım. Peygamberimiz-(S.A.V)
"Saman gelecek, insanların dînleri para, kıbleleri
kadınları olacak" buyurdu. Herhalde bizler bu zamanda yaşıyoruz. Para icad
olunca şeytan çok sevinmiş, Artık insanların puta tapmaları için uğraşmıyaeağım
demiş.
Eskiden paradan, maaştan söz etmek, parayı sohbet
konusu yapmak, ayıp ve kötü ahlak ürünü sayılirdi. Şimdi her sohbetin konusu
para. Bir şairin de-
"Ey paralar, paralar; Dostu-düşmanı paralar. Sâde can
alsa gam değil, Aziz dini paralar.
Yerli yersiz hep anlatıyorlar, önce sorarlar, Napolyon
ne demiş? Ee ne demiş. Demiş ki, "dünyada üç şeye ihtiyaç var; Para, para, para"
demiş. Ne var yani, paradan gayrı tanrı tanımadığım ikrar etmiş kâfir
adam.
Bakınız ne demişler:
"Paranın öldürdüğü ruh, kılıcın öldürdüğü bedenden
fazladır." Walter Scott
İnsanlar önce para kazanmak için sağlıklarını, sonra da
sağlıklarım kazanmak için paralarım verirler." Goethe
"Para iyi bir uşak, fena bir efendidir."
BacOB
"Para arttıkça para sevgisi de artar."
Juvenal
"Kirli ellerde görünce paradan iğrendim" Neyzen
Tev-fik
Allah (c.c.) yolunda harcamayan para kimin elinde olursa
olun o el kirli eldir. Kişinin parayı çok sevmesi ondan başka sevecek başka bir
şey bilmediği içindir. İşte bu başka şeyleri sevdirecek bir dünya görüşünden
başka hiçbir şey, bu dünyayı kurtaramaz.
Hâsılı, herşeyin para ile ölçüldüğü bir toplumda o
toplumun fertleri her adımını paraya sahip oîmak için atarlar. Paraya sahip
olmak için aldatma yoluna saparlar.
Cemiyette, fertler yetiştirilirken ana Ölçünün para
olmayacağı gerçeği işlenirse, aldatmanın binbir çeşit metodu da olsa, o
cemiyette bunların hiç tehlikesi görülmez. Bunun için, ana öîçü cemiyetin
kaynağı olmalıdır; işte bu ,
kaynak Kurandır.
Değerlendirme ölçüsü olarak, elbise ve para miyar kabul
edildiği telakkiyi benimsediğimizde, bu Ölçülerin etkisinde kalırız. İşte, ölçü
bu olunca cemiyet de bu hali alır. O zaman "Elbise 3âirümesiniJ para konuşmasını
Öğretir" sözü atasözü haline gelir. İnsanlar ahlak ve davranışlarım bez ve kağıt
parçalarına göre ayarlayan kişiliksiz yığın olurlar.
Aslında bu şekilde davranan müslüman kardeşlerimizi,
emr-i bi'1-Ma'ruf çerçevesi içinde uyarmamız gerekir. Bu bizim insanlık ve
müslümanlık görevimizdir.
Cenab-ı Hakk, ümmeti bez ve kağıt parçalarına göre
şekillenmekten insanları da bu ikisine göre değerlendirmekten korusun ve
kurtarsın. [219]
494- "Nerede Bulursan Beleş... Hemen Oraya Yerleş."
•Türkiye'de adına "Tufeylilik" denen, ayet ve
hadislerde "uyuntu" olarak vasıflandırılan insanlar; sefih ve süfe-hadan
sayılan kimselerdir.
Sünnet olan, davetsiz cemiyete gidilmez. Davet
olunulmayan sofraya da oturulmaz. Buna riâyet etmeyenler toplum içinde hep hor
ve hakir görülürler. Bunlar insanlar arasında "beleşçi" olarak tanırır ve
tanıtılırlar.
Beleşçiler helâl-harama ve mubaha pek dikkat etmezler.
"Haram-helâl ver Allah, cahil kulun yer Allah" felsefesini bunlar icad
etmişlerdir herhalde.
Müslüman ciddi olması gerekir. Ciddiyetten uzak
müslümanhk olmaz; buna maskaralık derler.
Müslüman beleşe değil iyiye', güzele doğruya, helâle
talip olur. Bu, müslümanlığımızin gereğidir. Şahsiyetlilik müslümanm sıfatıdır.
Beleşçilik ise şeytanlık vasfıdır. Mezkur sözün şakasını bile söylemek müslümana
yakış maz. Bunu herkesin bilmesi gerekir.
flâsüi, "Nerede bulursan beleş, hemen oraya yerleş"
sözünü söylemek, bu söz doğrultusunda hareket etmek insanın şahsiyetini yok
e.der, aşağılık duygusunu telkin eder. Neticede insan kişiliksiz bir yaratık
haline gelir. Cenab-ı Hakk, ümmeti böyle bir çirkinliğe düşmekten korusun ve
kurtarsın,.. [220]
495- "Dini İmânı Para"
* Paraya son derece düşkün olanlar için "Dini imâm
para" başka bir düşüncesi yok derler. Böyle olanlar için ciddi bir tehlike söz
konusudur.[221]
Cenab-ı Hakk buyuruyor ki:
"Altın ve gümüşlere duyulan aşırı istek insanlara süslü
gelir. Oysa bunlar geçici dünya hayatının geçici mahdır.'[222]
"Mal, dünya hayatinin geçici zinetidir. Salih ameller
ise, sevap olarak da, ümit olarak da Rabbi-nin nezdiöde sizin için daha
hayırlıdır.'[223]
Başlıkta mezkur sözü duyunca Peygamberimizin:
"Ümmetim üzerine öyle bir zaman gelecek ki dinleri
paraları, ksbleleri kadınları olacak" [224]
Hadisini hatırlamamak mümkün değil. Böyle bir duruma düşmekten îiabb'imize
sığınırız.
Müslümanın paraya hakim olması gerekirken, paranın
müslümana hakim olması kıyamet alâmeti sayılıyor. Toplumda din ve imân
duygusunun zayıflaması mezkur söz ile aksettirilen insanların oluşmasına sebep
olmuştur.
Hâsılı, paraya; dine imâna sarılır gibi sarılmak, imânın
gidip onun yerini paranın almasına sebep olur. Herkesin, her müslümanın bundan
sonra derece kaçınması gerekir. Böyle bir duruma düşmekten Cetrab-ı Hakk
hepimizi ko rusun ve kurtarsın... [225]
496- "Allah Yazdı İse Bozsun'
•Başlık olarak zikrettiğimiz sözü daha ziyade kimlerin
nasıl söylediklerine misal vererek açıklamak istiyorum:
Djyelim ki bir kıza:
-Filanca seninle evlenmek istiyor, dendiğinde eğer o kız
isteyeni istemiyorsa, heyecanla:
-Ay ne diyorsun, Allah yazdı ise bozsun,
deyiverir.
Misalleri bu yönde çoğaltabilirsiniz.
Böyle bir çıkışa bu söz söylenildiğinde, kişiyi günaha
sürüklemiş olur. Çünkü olay kadere girer. Kadere imân ve rıza müslamana farzdır.
Yukarıdaki söylenilme tarzında kadere nzasızlık ayan-beyan ortadadır. Böyle bir
tehlikeye düşmemek lâzım.
Hiç kimse sitemle karşısındakine "Allah yazdı ise
bozsun", deme hakkına sahip değildir. Böyle bir anda müslümanın söyleyeceği
söz şu olmalıdır:
- Bu hakkımızda hayırlı ise olsun. Hayırlı değilse
Rabb'im hayırlısını ihsana etsin. O'nun takdirine razıyım...
Bu ifadeler kulun Allah'a teslimiyetinin açık bir
belirtisidir. Kula gereken de budur.
' Hâsılı, imânı tehlike arzeden söz ve fnlerden daima
kaçınmak müslümanın müslümanîığınm gereğidir. Gevezelik her zaman başa iş
açar. Bu dinen de caiz değildir. Cenab-ı Hakk ümmeti imâni tehlikelerden
korusun ve kurtarsın, [226]
497-"Namazını Kıl, Orucunu Tut Yeter"
•Hemen ifade edelim ki, İslâm dini bir bütündür.
Kesinlikle parçalanamaz. Dini parçalamanın adı'küfurdür.
"Namazını kıl, orucunu tut yeter" demek namazı orucu
kabul etmek, dinin diğer emirlerini reddetmek demektir.
Bu sözü söyleyenler, dinin bazısına inariryor bazısına
inanmıyorlar mı acaba? Kur'an-ı Kerim'de de aynı suali Allah (c.c)
soruyor:
"Sîz, kitabın bir kısmına inanıyor bir kısmım inkâr nıı
ediyorsunuz? İçinizden bunu yapanın cezası dünya hayatında rezil olmaktır.
Kıyamet gününde de böyleleri en şiddetli azaba uğratılırlar. Allah
yaptıklarınızdan habersiz değildir.[227]
"Dünyanın menfaati pek azdır. Ahiret ise, Allah'tan
korkanlar için daha hayırlıdır. Ve kıl kadar zulme uğramazsınız."[228]
"Namazını kıl orucunu tut yeter" diyenlerin tamamı,
yaptıkları birkaç amelle kendilerini vazifelerini, yaptıklarını zannederek
tatmin ederler. Bu niyetle yaptıkları her-şeyin sabun köpüğü gibi yok olup
kendilerine hiçbir fayda sağlamayacağını düşünemezler.
Gençlerden dinlemiştim. Yamuk yumuk yaşantıya sahip
olan anne babalarının, kendilerinin dini faaliyetlerinden Özellikle cihadı
yaşantılarından dolayı son derece rahatsız oluyorlarmış. Derlermiş
ki:
-Oğlum bu memleketi sen mi kurtaracaksın. Birgün seni
polisler alacak, işkence ile seni öldürecekler, Sana ne elin yaşantısından .
Cihad da ne oluyormuş. Kıl namazını tut orucunu yeter, otur oturduğun yerde,
derlermiş.
İşte böyle. Asr-ı Saadetteki müşrik anne-babaların
Allah Rasûîünürı etrafında pervane gibi dönen evlâtlarına söylediklerini,
günümüz; anne babaları da bugün, Isîâmi şuura sahip çocuklarına söylüyorlar.
Peki aralarında bir fark var mı? Tek fark biri ondört asır önce yaşamış, diğeri
bugün hayat süren leş. Ne fark eder yani. Adama bak. Cihad'ı tehlike olarak
görüyor. Zekâtı ahmaklık zannediyor. Kafa ondört asır öncesinin
kafası.
Şu hale bakın. Allah'ın 6666 farzı düşürüle düşürüle
sonunda, 2'ye indirildi. Bu farzlar Tanzimatla 54'e Cumhuriyetle 32'ye sonra
5'e, şimdide bu sözde olduğu gibi 2'ye indirilmiş oldu. Günümüz insanın durumunu
aksettirme açısından şöyle bir fıkra anlatılır;
Bektaşiye sormuşlar:
- Erenler İslâm'ın şartı kaçtır? diye. Cevap
vermiş.
- Bir'dir demiş.
- Nasıl olur biz 5 olduğunu biliyorduk, dediklerinde
Bektaşi:
- O eskidendi. Şimdi bire indi.
- Nasıl olur? deyince Bektaşi bunun nasıl olduğunu
şöyle açıklamış:
- Evlat! Zenginler Zekat ile Hacc'ı fakirler oruç ile
namazı kaldırdılar. Kala kala bir tek Kelime-i Şehâdet kaldı, demiş.
İşte din böyle katledildi. Şu hâle bakın. "Müslümanım"
diyenler bile düzenin serbest bıraktığını serbest bırakıyor; düzenin
yasakladığını yasaklıyor. Böylelerinin varlığı yokluğundan daha tehlikelidir. Bu
zalimlerin şerrinden Allah'a sığınırız.
İslâm'ın parçalanma kabul etmediğini, parçalanmama küfür
olduğunu bu insanlara nasıl anlatacağım? Aklı eren herkesin bu konuyu düşünmesi
plânını programım yapması gerekiyor.
Hâsılı, küfrün iğrenç plânlarından biri olan İslâm'ın
sadece namaz ve oruçtan ibaret olduğu fikrini yerleştirmek, müslamanları nötr
(işe yaramaz) hale getirmek ve böylece haince insanlığı sömürmek arzusu çok
eskilere dayanır. Günümüz "müslamanı" da "Namazım kıl orucunu tut yeter''
sözüyle küfrün bu emeline yardımcı olmaktadır. Bu tip "müslüman" böyle bir sözle
abdesti, namazı, orucu kabul edip diğer farzları, vacîbleri, sünnetleri kabul
etmediğini veya bu zamanda diğerlerine gerek duymadığını (bilerek veya
bilmiyerek) ortaya koymaktadır. Böyle olunca o kendisini müslüman da zannetse
küfür bataklığında yaşamaktadır. Cenab-ı Hakk ümmeti böyle durumlara düşmekten
korusun ve kurtarsın.
Bazıları diyorlar ki:
[229]
498- "Adamakla Mal Tükenmez"
•Günümüz insanlarının vasıflarından biri de
gevezeliktir. Herkes ağzına gelen herşeyi neticesini düşünmeden söv leyi
veriyor. Yapacağı - yapamayacağı; vereceği- veremi-yecsği şeyleri vaad
ediveriyor.
Çoğu kimseler vaad etmeyi seviyor, lâkin, vaadin zamanı
gelince onu yerine getirmeyi sevmiyor. Oysa yalan yere va'd etmek, mü'mine hiç
yakışmıyor.
Dinimize göre, adaklarımızı yerine getirmekle
mükellefiz. Bu hsr muinine farzdır. Çünkü adak (nezir) ve sözlerde asıl olan
yerine getirmektir. Kur'an-ı Kerim'de:
"Ey inananlar! Akidleriıaizi yerine getiriniz...'[230]
buyurulmaktadir.
Peygamberimiz de: 'Vaad ettiği (yani adadığı) halde,
adağını yerine getirmemenin münafıklık alâmeti olduğunu" beyan buyurmuştur.[231]
Müslümanın bir hedefi olmalıdır. Bu hedef Hakk'm hayata
hakim kılınması çalışmasını yapmaktır. İşte bu noktada mülümanm her yanlış
hareketi hedefin önüne konulan bir maniadır. Yani, neticesiz kalan vaadler
hedefimizin katilleridir.
Peygamberimiz: 'Vaad, borç para gibidir"
buyurmuştur.
Başka bir Hadis-i Şerifte:
"Vaadinden (adadığı şeyden) dönen, kusmuğuna dönen köpek
gibidir" buyurulmuştur.
Hâsılı, bütün bu anlattıklarımız gösterİ3'or ki,
"Adamakla mal tükenmez" sözü hiçbir dayanağı olmayan, insanı nifaka
sürükleyen, toplumun bozulmasına yol açan bir ifadedir. Müslüman, ne böyle bir
söz sarfetmeli, ne de böyle bir felsefeye imân etmeli. Yalan yanlış herşey
toplumun zehiridir. Böyle zehirlerden Cenab-ı Hakk ümmeti korusun ve
kurtarsın. [232]
499- Yukarıda Allah, Aşağıda Hükümet Var.
•Biz bu, Sorumsuzca Söylenen Sözler adlı kitabımızda
mes'eleleri net ve kesin değerlendirdik. Bu tavrımız bazı kardeşlerimizce biraz
ağır bulundu. "Öyle sözler alıp açıklamışsın ki, ne konuşacağımız şaşırdık. O
günah bu günah. Öyle ise ağzımızı bantlayalım ve otur aşağı yapalım. Oysa biz,
o sözleri o niyetle söylemiyoruz ki..."
Bu sözleri bize ulaşan kardeşlerimize, iyi niyetle
söyledikleri sözlerin altından çıkan çapanoğlunu (mânâyı) anlatınca gerçekten
haklıymışsın diyorlar.
İşte buyurun. Bir insan "Yukarıda Allah, aşağıda
hükümet var" diyorsa, bu sösün iyi niyeti olmaz. Bu sözü söyleyen kişi kim
olursa olsun seksiz ve şüphesiz KÂFÎR olur. Mezkur cümle, iki yönden küfre
götürür. Çünkü bu cümlede:
1 - Allah'a
mekan nisbet ediliyor.
2 - Allah'a
denk bir gücün varlığından söz ediliyor.
3 - Allah'ın
hakimiyetinin göklerde olduğunu, yerin hakimiyetine Allah'ın karış anlayacağım,
çünkü o hakimiyetin hükümete ait olduğu açıkça ilan ediliyor.
Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'de: "... Kim Allah'ın
indirdiği ile hükmetmezse; işte onlar, kâfirlerin, zâlimlerin, fasıklann tâ
kendileridir." [233]
buyurmaktadır.
Allah'a yer izafe etmek câhiîiyet âdetidir. Gayri
müs-limlere has bir durumdur. Allah (c.c) mekandan münezzehtir. Mülk
Allah'ındır. Gökler ve yerler O'nun insiyati-fîndedir. Göklerin ve yerlerin
hakimiyeti O'nun emri altındadır[234]
Mülkü ikiye ayırıp göklerin idaresinin Allah'a, yerlerin
idaresinin tağutlara ait olduğuna inanmak, cahiliyet insanlarının itikadıdır.
Ve bu bir küfürdür.
Hükümeti, Allah'ın hükümranhğıyla eşit tutmak "küfür
değildir" diyebilir misiniz? Bu mümkün değil. Zira bu, küfrün tâ
kendisidir.
Kim ne niyetle söylerse söylesin, bu sözü söyleyenin
hükmü değişmez. Şunu yapalım, ne böyîe bir sos çıkaralım ağzımızdan; ne de
böyle bir şeyin olabileceğini geçirelim aklımızdan.
Çünkü imanlı yaşantımızın devamı buna dikkat etme mize
bağlıdır.
Hâsılı, "Yukarıda Allah, aşağıda hükümet var" sözü
küfür sözlerden biridir. Bunun izahı, yukarıda kısaca da olsa yapıldı. Cenab-ı
Hakk ümmeti küfre düşmekten korusun ve kurtarsın... [235]
500-"K1zı Sattım.-Kız Aldım."
•Bu sözün imânı ilgilendiren yanı yoktur. Ancak, son
derece yanlış bir anlatım tarzıdır. Böyîe söylenileceğine "Kızımı evlendirdim -
falanca kız ile evlendim" denilse daha isabetli söylenilmiş olunur.
Kızını veya evlendiği hanımım mal olarak görenler, mal
babası veya mal kocası olduklarını unutmamalıdırlar.
Kadın, bizim inancımızda ne bir maldır ne de bir eşya. O
ayağının altına cennet serilen hürmete lâyık bir annedir. Kadın toplumun temel
taşıdır. Bu temel taşma saygı duyan, kadını layık olduğu mevkiye oturtan
toplumlar tarihi misyonunu devam ettirirler. Kadını, annelik vasfından kopmuş
toplumun erkekleri de kadınları da kancık olur. Böyle kimselerden teşekkül eden
toplumun insanları geveze ve ne söylediğini bilmeyen kimseler olurlar.
Gevezelik, cehennem kapısıdır. Buna sarılanlar cehennemin kapısını aralamış
olurlar.
Hâsılı, mü&lüman kadını ne maldır ne de eşya, O,
müs-lüman toplumun temelidir. Kim "Kızımı sattım" veya "Kız aldım" derse bu
temeli sarsmış olur. Cenab-ı Hakk biz müslümanian bu temeli sarsmaktan korusun
ve kurtarsın... [236]
501-"Allah İşi Île Devlet İşine Akıl Ermez."
Bir işe aklın ermemesi ya çok yüce olduğundandır; ya da,
çok mantıksız ve âdi olduğundandır. Eğer, Allah (c.c) işi ile devlet işine aklın
ermemesini gerek mantıksızlık ve gerekse yücelik açısından bir ayar sayarsak, bu
bir şirk ifadesi olarak küfrü gerektirir.
Eğer yüceliği Allah'a, mantıksızlığı (lâik, kapitalist,
materyalist, komünist, sosyalist, ataist) devlete nisbet ederek söylenmiş ise,
her ne kadar doğru bir ifade olsa bî-le, Allah ile beraber başka bir şeyin (hele
hele bayağı bir şeyin) yanyana zikredilmesi de son derece
tehlikelidir.
Kaldı ki mezkur cümle böyle bir niyetle söyleniyor da
değildir. Dikkat edilirse bu söz ile Allah (c.c) ve devlet müsavi tutuluyor.
Devlet işine akıl da erer el de erer. Devlet nedir ki "Yaptığından sorulmaz"
olsun? Mezkur söz pasifliğin ve korkaklığın olduğu kadar, imânın asıl rüknü
olan Allah (c.c) yü tanıyamamış olmanın ifadesidir.
Hâsılı, başhk yaptığımız mezkur söz, ne niyetle olursa
olsun söyle nilmemelidir. Çünkü bu sözde Allah'a başka şeyleri denk tutma
vardır. Bu ise (şirktir) küfürdür. Söyleyenin veya böyle birşeye inananın İslâm
dini ile alâkası kesilir. Cenab-ı Hakk böyle bir tehlikeden ümmeti korusun ve
kurtarsın... [237]
502-" Ayağını Kaldır Da Yemin Et; Bü Yemin Sayılmaz."
•Halk arasındaki yaygın uydurma sözlerden biri de,
başlık yaptığımız mezkur sözdür: Aslı astarı olmayan bir söz. Söyleyenler laf
olsun diye söylemiş olabilirler, ama bununla yemin gibi çok önemli bir hüküm
sulandırılmış olunur.
İslâm dininde yemin, son derece hassas bir konudur.
Yemin ile imândan çıkıîabilir. Yemin ile nikâh bozulabilir. Yemin ile büyük
günahların istenilmesi tehlikesine düşülebilir. Onun için bunu sulandırmak,
alaya almak ve olur olmaz yemin ifadesini kuHanıvermek son derece ciddi
neticeler doğurabilir. Onun için yemin konusunu ilim olarak Öğrenmek her
müslümana,farz-ı ayndır.
Kur'an-ı Kerim'de 17 surenin başlangıcında yemin
vardır. Allah (c.c) Kur'an'da 7 defa kendi ismiyle yemin eder.[238]
Peygamberberimize de üç âyette yemin etmesini buyurmuştur.[239]'
İşte yemin dinimizde bu kadar ciddi bir husustur. Ve yeminin şakası da yoktur.
Peygamberimiz
"Üç şeyin şakası yoktur. Bunların şakası da ciddi,
ciddisi de ciddidir.
Bu üç şey şunlardır;
1-İmân
2-Yemin
3-
Nikah."
Günümüzde ucuz yeminciler çıktı. Bunlar ayak kaldırarak
yapılan yeminin yemin olmayacağına inanan ah-maklardır.Çok
duyarsınız:
- Ayağını kaldır da yemin et, derler. Bir kısmı da;
başkası yemin ederken:
- Bak bak yemin ederken ayağını kaldırıyor. Olmaz kabul
etmem, diye matrak geçerler. Gerçekten böyle olduğu- ' na inananlar da vardır;
ne kadar da zavallıca&ır bunlar.
Bazıları da namus ve şerefleri üzerine yemin ederler.
Bir şâirimiz böylelerini şöyle hicveder:
"Yayıyor inat'ı, güdüyor Kin'i. ikiyüzlü yüzsüz sever mi Din'i Namusum-şerefım üstüne diyeOlmayan şeyine eder yemini.
[240]
Ne diyelim doğru söze, Hâsılı, yemin ifadeleri kullanıldıktan sonra ayağın yere
basması veya basmaması neticeyi değiştirmez, Ağızdan çıkan söz Önemlidir, o
sözün söylenmesinde vücudun aldığı şekil hiç önemli değildir. Yemin yatarak da,
oturarak da, ayakta da, hatta amuda kalkılarak da gerçekleşir. Aksini savunmak
hata olur. Hatalardan Cenab-ı Hakk, Ümmeti korusun ve kurtarsın... [241]
503-"Allahın Gücüne Gitmesin O Adam (Veya Kadın) Çok Çirkin..."
•Başlıkta zikrettiğimiz söz son derece çirkin, bu sözün
aksettirdiği anlayış da en az o kadar iğrençtir. Tıynetleri bu sözü söylemeye
müsait olanlar, kusur bulmada pek mahirdirler. Baksanıza, böyleîeri
yaratılmışlara baktıklarında mahlukatı hemen ikiye ayırıp bir kısımlarına çok
güzel, bir kasımlarına da çok çirkin diye hüküm serdediyor-lar.
İnsanları güzel-çirkin diye ikiye ayıran bu zavallılar
işi o kadar ileriye götürüyorlar ki, hâşâ Allah (c.c)'yü bile
suçluyorlar.
Başlıktaki cümleden çıkan mânâ kısaca şudur:
"- Ey Allah'ım! Kusura bakma ama ben bu yarattığın
insanı pek beğenmedim" demek isteniyor. Mezkur cümleyi daha bir çok mânâlara
çekmekde mümkündür. Ancak biz, kötünün kötülüğünü daha fazla zikretmemek için
bununla iktifa ediyoruz.
"Cahil cesur olur" diye bir atasözümüz var. Bu sözleri
söyleme cesareti hep cehaletin verdiği cesarettendir. Herkes bilsin ki,
cahillik hiçbir zaman mazeret sayılmayacak. Hesap gününde bilmiyordum demenin
kimse yararını göremeyecek.
İnsanlarımız Allah'ı tanımıyorlar. Allah'ı tanımak için,
Allah'ın isim Ve sıfatlarını bilmek lâzım. Bunları bilmeyenin Allah'ı bilmesi
mümkün değil. Meselâ, Esmâ-i Hüsna'dan
(Allah'ın 99 isminden) el-Kuddüs, el-Hâlık, eî-Bârî, el-Musavvir, el-Mübdi,
el-Muktedir, el-Bedi"... isimlerinin mahiyetini bilen hiç kimse başlıktaki
mezkur sözü veya benzerini söylemesi, aklından bu sözün mahiyetini geçirmesi
mümkün değildir. Nedir bu isimlerin mânâsı? Birer cümle ile izah
edelim:
'el- Kuddüs:Aliah (c.c), her türlü kusurdan,
eksiklikten, gafletten, acizlikten münezzehtir.
el- Hâlık: Allah (c.c), herşeyi bütün keyfiyetleriyle
takdir ederek yaratandır.
el- Bâri'iAllah (c.c), herşeyi uygun olarak
yaratandır.
el- Musavvir: Allah (c.c), her bir mahluka ayrı ayrı
şekil ve hususiyet vererek en güzel ve en lâyık bir tarzda takdir ederek
yaratandır.
el- Mübdi': Allah (c.c), mahlukatı maddesiz ve örneksiz
olarak ilk başta yaratandır.
el-Muktedir:A11 ah (c.c), dilediği herşeyi yapmaya
kadirdir,
el- Bedi': Allah (c.c), herşeyi yoktan, benzersiz
şekilde ve güzellikler içinde yaratandır.
Esma-i Hüsna, incelendiğinde, öğrenildiğinde Allah'ın
yarattığı her şeyde (bazıları hadlerini bilmeden cazip görmeseler de) ayrı bir
güzellik, mestedici bir cazibe görülecektir. Bu göze sahip olabilmek önemlidir.
Bu zor da değildir. Zor olan, cehaleti yenmektir.
Hâsılı, insan yaratılmışlarda kusur arayacağına kendi
aczini bilmeye çalışmalıdır. Kendini bilen Rabb;ini bilir. Rabbi'ini tanıyan da
başlıktaki mezkur söz ve benzeri yamuk yumuk ifâde ve anlayışlardan kaçınır.
Haddini bilir. Cenab-ı Hakk ümmeti hadini bilmemekten korusun ve
kurtarsın... [242]
504-"Fazla Aşırıya Gitme Üşütürsün."
•Aşırılıktan, şer'i ölçülerdeki ifrat veya tefrit
kastolu-nursa bu cümle doğrudur. Çünkü Peygamber (S.A.V) Efendimiz:
"Aşırılıktan sakının, çünkü sizden evvelkileri dinde
aşırılık helak etmiştir." buyurmuştur.
Başlıkta zikrettiğimiz mezkur cümle bugün, toplumun
yaşadığı din sevgisinin üstünde İslâm'ın tatbikinde titiz davrananlara
kullanıldığından, münkerin yani dini yaşamaya gevşeklik ve noksanlığın
propagandası mânâsını taşır ki, bu münafıklığın alâmetidir. Günümüzde tesettüre
riâyet eden, beş vakit namazlarını kılan, helâli haramdan ayıran, dinimizin
emirlerini güçleri nisbetinde yerine getirenlere münafıklık vasıflılarca "Fazla
gitme üşütürsün" ikazı yapılır. Sanki dindar olanlar akıl sizi aşıriarmış gibi
bir hava estirilir. Allah'ın emirlerinde aşırılık mı var demek isterler,
bilemiyoruz.
Hayatlarını şeytanca çarpıklık içinde geçirenler,
rnüs-lümanlara müslümanca yaşamayı hep çok görürler. Bu, tarih boyunca küfrün
şiarı olmuştur. Küfrün tabiatı bu. Accak, Müsltimanım" diyenlerin küfre, İslâm'a
saldırısında yardımcı olmalarına, küfrün safında yer almalarına akıl
ermiyor.
Zamanımızda, İslâm'i hayatta hassas olan gençlerimiz
hergün artarak çoğalıyorlar, elhamdülillah. Ancak, bu gençlerimizden bazılarının
şuursuz anne-babalarca bu güzide yavrulara "Aman aşırı gitme üşüteceksin." diye
İslâmi yaşantılarına mâni olmaya çalışılıyor. Gençlerimiz böyle davranan
anne-babalarından çok şikâyetçidirler. Biz de nice defalar böyle davranan
"ebeveynîer"e yaptıklarının haksızlık olduğunu, aslında kendilerinin de böyle
olmaları gerektiğini, ibâdette aşırılık olamayacağını izah ettik. Sözümüzü
dinleyenler oldu, dinlemeyip de inadında İsrar edenler de oldu.
Hâsılı, Allah (c.c) hiç kimseye gücünün yetmeyeceği
görevi vermemiştir.[243]
İbâdetler Allah'ın emridir. Kul Allah'ın emirlerini yerine getirmekle
yükümlüdür. Bu emirler yerine getirilirken herkese huzur gelir, kimse sıkıntıya
düşmez. Onun için "Fazla aşırıya gitme üşütürsün" sözü münafıklık vasfıdır.
Böyle bir söz sarfetmekten ve böyle bir inancı taşımaktan Cenab-ı Hakk, Ümmet-i
Muham-med'i korusun ve kurtarsın... [244]
505- "Köşeyi Dön."
•Son yıllarda Türkiye'de köşe edebiyatı oldukça
yaygınlaştı. Köşe edebiyatının yagınlaşmasının ilk sebebi, insanlardaki
helâl-haram ayırımının zayıflamasıdır. Eline "imkân" geçenler "köşe dönmek" için
ne gerekirse yapar hâle geldiler.
Adam iki ay T.C. de bakanlık yapıyor. Yedi sülâlesini
geçindirecek servete kavuşuyor. Nereden geliyor bu değirmenin suyu. Baksanıza
her hükümet düştükten sonra bu tür şaiyâlar ayyuka çıkıyor.
Ben sadece bir bakandan misal verdim. Bu helâl haram
tanımayan resmi-sivil herkese şâmildir. Bu sözden, muhatabı payına düşeni
alsın..
Dünyada yaygı ulaştırıl an haram helâl tanımama
hastalığı memleketimiz de korkunç bir felâket halini aldı. İşte bu "köşe
dön"mek felsefesi bu felâketin fırtmasıdır. Köşe dönme, ekmeği taştan
çıkarmanın, alın teri akıtmanın,
I helâlinden kazanmanın karşıtı olarak ortaya çıkarıldı.
Kafalara böylece yerleştirildi. Başkalarını aldatanları, açıkgöz, uyanık,
işini bilir olarak vasıflandıran bir toplum haline geldik. Onun için bu topluma
Allah'ın rahmeti, bereketi ve lutfu tecelli etmiyor. Lanete uğramış gibi
herşeyden mahrum bir toplum. Toplumumuzu bu hâle düşürenlerden ölenlere lanet
olsun; sağ olanlara hidayet dileriz; hidayete gelmemekte direnenlerin de bir an
evvel geberip helak olmalarını Cenab-ı
Hakk'tan niyaz ederiz.
Hâsılı, müslüman birşeylere sahip olmak için
haram-helâli biribirine katma teşebbüsünde bulunmamalıdır. Köşe dönme
felsefesi, sınır tanımadan sahip olmak arzusun^ dan doğmuş bir sözdür. Malınız
az olsun varsın, ama helâlinden olsun. Namuslu kazanç yolu, müslümanın
müslümanlığmın gereğidir. Önemli olan malın çokluğu değil, helâlinden olmasıdır.
Helâl mutluluğun, namuslu hayatın ve cennetin vesilesidir. Haram, cehennem
azığıdır. O ateştir. Köşeyi dön diyenler cehenneme yol gösterenlerdir. Cenab-ı
Hakk ümmeti, haramı helâle katmaktan korusun ve kurtarsın. [245]
506- "Gerdek Gecesi Gelin Île Damattan Hangisi Daha Önce Diğerinin Ayağına Basarsa Ömür Boyu O Diğerine Hükmeder."
•Türkiye'nin her yöresinde insanlarımız başlıkta
zikrettiğimiz mezkur inanca sahiptirler. Onun için gerdek [246]gecesi,
gelin ile damat biribirlerinin ayağına önce basabilmek için hep fırsat
kollarlar. İlk defa eşinin ayağına basan, kendisini kahraman kabul eder. Eşine
bir ömür boyu sözünü geçireceğine inanır.
Memleketimizde yaygın olan bu inanç saçma bir
bid'at-tir. Katiyyen aslı astarı yoktur[247]
Söz geçirme ayağa basmakla değil iyiye, doğruya, güzele, karşılıklı anlayışa ve
en önemlisi İslâmi terbiyeye bağlıdır. Doğru olmayan sözü karı-kocaiun
biribirine geçirse ne olur geçirmeğe ne olur. Önemli olan hakda, iyide, güzelde,
İslâmi yaşantıda anlaşabilmek ve birleşebilmektir. Allah (c.c) da bizden bunu
ister.
Hâsılı, gerdek gecesi ile ilgili ayağa basma inancının
gerçekle ilgisi yoktur. Bid'at bir âdettir. Bid'at ile meşgul olmak insanı
dalâlete götürür. Cenab-ı Hakk bid'atlerden ümmeti korusun ve kurtarsın... [248]
507- Bu Benim Zekâtım (Veya Fitrem)Dir. Aldın Kabul Ettin Mi? Aldın Kabul Ettin Mî? Aldın Kabul Ettin Mit Diyorlar.
•İslâm'ın beş temel esasından biri de, zengin
müslü-manlann Kur'an-ı Kerim'de beyan edilen yerierden birine veya bir kaçına
malının şer'i ölçülerle belirlenen zekatını vermesidir[249]
Kur'an-ı Kerim'de zekât kelimesi 32 defa tekrar
edilmektedir[250]
Tevbe suresi Âyet:5'de namaz ile zekat bir arada zikredilmiştir. Bu bise,
bilhassa bu iki emrin yerine getirilmediği toplumlarda huzur ve mutluluk
bulunmayacağım ikaz etmektedir.
Allah (c.c), başkalarının yardımına muhtaç insanlar
ya-ratmasaydı servet sahipleri ellerindeki serveti eriyle Allah'a yarar bir iş
yapmaya fırsat bulamazlardı.
Şu halde aramızda bir takım aceze ve fukaranın
bulunması da bir nimettir. Onlar ücretsiz emanetçilerdir. Kendilerine burada
verilir, onun karşılığını Allah (c.c) ahirette fazlasıyla iade eder. Ancak,
verenîerle-alaniar kulun vasıta olduğunu bilmeli yaratanla vasıta oianı ayırt
etmelidirler. ,
Zekât, nasıl verilmesi gerekir? Bu çok önemlidir.
Herkesin kapısına gelen dilenciye zekâtını vermesi kâfi gelmez. Onun
müesseseleşmesi gerekir. Zekat bir müessese işidir. İslâmi devlet olmalı ve bu
devletin zekâtı toplaması ve dağıtması gerekir. Devlet, zekâtı, zekât
memurlarına toplatacak ve sarf yerlerine dağıtacaktır.
Günümüzde şer'i devlet olmadığından, zekat verme işi
zenginin insafına bırakılmıştır. Bunun için müslüman zenginlerin tamamına yakını
zekâtlarını tam .olarak vermemektedirler. Verilen zekâtlar da geneli itibariyle
hedefine ulaşmamaktadır.
Başlıkta zikrettiğimiz cümleler bir kısım zenginlerin
zekât veya fitrelerini verirken söyledikleri sözlerdir. Bu tür sözler son derece
çirkindir. Bunu dil ile söyleyip faki rin şahsiyetini rencide etmeye gerek yok.
Önemli olan kalben yapılan niyettir. Peygamber (S.AV) Efendimiz mâli ibâdetler
yerine getirilirken sağ elin verdiğini sol elin dahi bilmemesi, görmemesi ve
duymaması gerektiğini emretmiştir. Çünkü fakirin şahsiyetini rencide etmeye
kimsenin hakkı yoktur.
Müslüman!
Zekâtını verirken uyanık ol.
Zekâtını verdiğinde niçin verdiğinden, nasıl
verdiğinden, verdiğinde de kime verdiğinden mes'ul-sün.
Malından zekâtı ayırırken iyi hesap etmeye, dağıtırken
bilerek dağıtmaya mecbursun.
Hâsılı, başlıkta mezkur sözleri zekat ve fitre verirken
söyleyenlere bizzat şahit olduk. Bu son derece çirkindir. Fakiri rencide eder.
Vereni mürâileştirir. Mürailik insanı kibirlenmeye sevk eder. Burada kalbi niyet
kâfidir. Sağ elin verdiğini sol elin duymaması gerektiği emri, zekât ve
fitrelerin nasıl verileceğini belirtir. Cenab-ı Hakk, zengi-nimizi-fakirimizi
riyanın her çeşidinden korusun ve kurtarsın...
[251]
508-"Daha Gençsin Bu Kadar İbâdete ;Ne Gerek Var"
•Başlık yaptığımız bu sözü söyleyenler, İslâm'ı
ihtiyarlar dini olarak anlatmakta ve İslâm'a en büyük iftirayı yapmaktadırlar.
Bu ifâde, Kur'an ve sünnete ters bir anlayışın aynasıdır.
İslâm Dini müslümanlan akıl-baliğ olduktan itibaren
mükellef sayar. Yani, buluğa eren1-[252]'
müslüman Allah'ın emirlerim yerine getirmekle mükelleftir.
Peygamberimiz, çocukları 7 yaşından itibaren dini
yaşantıya alıştırmayı, on yaşma kadar bunu sürdürmeyi, on yaşından sonra
Öğrendiklerini tatbik ettirmeyi, tatbik etmekte gevşeklik gösterenleri dini
yaşamaya zorlamayı emretmektedir. Bu emir ile bize ibâdetin hangi yaştan
itibaren yapılmaya başlanması gerektiğine dikkatimiz çekiliyor.
Gençlik, İslâm'ın çok değer verdiği bir çağdır. Gençlik
çağının, kültür istilasma'uğramış toplumumuzda delilikle geçirilmesi gerektiğine
inanılır. Daha ileride çok yılların olduğu, ihtiyarlayınca ibâdetlerin
yapılacağı zannedilir. Bu anlayış gençlerimizi anarşist yapmıştır. Böyle bir
anlayışı okulda, televizyonda, gazetede empoze eden sömürü düzeni ibâdetten,
itaatten uzak yetiştirdiği gençlerimizin kendisine olan isyanım kınamakta,
onların kendisine baş kaldırışını anarşistçe bastırmaya
çalışmaktadır.
Zamanımızda ibâdetlere sarılan, kulluğunun
zevkine kulluk vecibelerini yerine
getirerek erişen bir gençlik, çığ gibi büyüyen bir gençlik var, elhamdülillah..
Köhnemiş zihniyetin köhne ve bâtıl düşüncelerini yıkan bir gençlik. Yüz akımız
bir gençlik.
İslâmi açıdan gençlik: İlâhi emâneti taşıyabilme ve
hedefine götürebilme iktidarıdır. Gençlik izdir ap çekebilme, eihad içinde
olabilme ve sürekli yürüyebilme iktidarıdır. Bu iktidara sahip bir gençlik var,
elhamdülillah...
Gençlik, insan toplumlarının yarını demektir. Gençlik
kadrolarınız ne ise, istikbaliniz odur. İmân enerjisi ile bedeni tazelik
arasında sürekli bir alâka olduğundan tıbbi mânâda genç olanlar aksiyonlar adına
ümit bağlamaya daha lâyıktırlar. Peygamber müjdesine inazhar olan, arşın
gölgesinde gölgelenecek yedi sınıf insandan biri olan genç olmak ne güzel
nimet.
Hâsılı, ibâdetli: taath gençlerimizi görünce "Daha
gençsin, bu kadar ibâdete ne gerek var, gençliğini yaşa" diyenler Kur'an ve
sünnete ters düştüklerinden isyan halindedirler. İslâm'ın ihtiyarlar dini
olduğu şeklindeki söz ve inançları kendilerini küfre düşürmüştür. Kendilerine
tavsiyemiz, hemen bu düşüncelerini değiştirip tevbe-i istiğfar etmeleri, imân
ve nikahlarını yenilemeleridir. Çünkü küfre düşenlerin yeniden müslüman
olmalarının şartı budur. Cenab-ı Hakk ümmeti böyle tehlikeli durumlara
düşmekten korusun ve kurtarsın... [253]
509- "Denize Düşen Yılana Sarılır"
•Zarurete düşen herşeyi yapar mânâsında "Denize düşen
yılana sarılır" sözü söylenmiştir. Ancak bunun geçerli olabilmesi için, neyin
zaruret, neyin değil olduğu, bilinmelidir. Mesele ruhsat-azimet açısından
değerlendirilmelidir.
Azimet: Takva ile amel etmek Allah'ın emirlerini en
mükemmel ve eksiksiz yapmaya çalışmak., mânâlarına gelir.
Ruhsat: Kulların özürlerine mebni, kendilerine bir s
huiet ve müsâde olmak üzere, ikinci derecede meşru kılınan şeydir.
Bir hadisede, azimet ile ruhsat tercihi söz konusu
olduğunda, azimet yolunu seçmek bir takva nişanesi sayılır.
Başlıktaki mezkur söz çaresizliği ifade eder. Çaresiz
kalanın neleri yapabileceğinin bilinmesi gerekir. Yani, çaresizlere meşru
olabilecek gayr-ı meşrular nelerdir, bunlar bilinmeden yapılanlar ortaya kötü
sonuçlar çıkarır.
Hâsılı, "Denize düşen yılana sarılır" sözü bir yönüyle
doğrudur. Çünkü zaruretler mahzuratı mubah kılar. Ancak denizle havuzun
biribirinden ayrılması gerekir. Denizle havuzu biribirinden ayıramıyan
insanlar, helâl ve haram çizgisine kurulan tuzağa yakalanmış kendilerini helak
etmiş olurlar. Böyle bir duruma düşmekten Allah (c.c) ümmeti korusun ve
kurtarsın... [254]
510- Azrail E-5 Karayolunda Dolaşıyor"511-"Âzril Af Etmedi"
"Asrımızın insanı ölümün mahiyetini henüz anlamış değil.
Onun için herkes ölümden son derece korkuyor. Oysa ölüm, bize Alîah'm en büyük
lütufianndan biridir. Eğer öîüm olmasaydı, hele bir düşünün, insanların bu
fizikle ölmemesi ne neticeler doğururdu?
Ölüm çirkin, hayat güzel kabul edilince yaşadığımız
hayat bizim olmaktan çıktı. Oysa ölüm terhis tezkeresidir.[255]
Ama ne gezer insanımız bunu bir türlü anlıyamadı. Toplumun ölüm telâkkisi
değişti. Herkes ölümsüzlük iksirini içti sanki. Herkes herşeyi menfi açıdan
değerlendiriyor. Böyle olunca ölüm başta olmak üzere herşey herkesin korkulu
rüyası oluyor.
Ölüm telâkkisi farkiılaşmca mezarlıklarımız da her
yönüyle farklılaştı. Baksanıza mezarlıklar mermer dağı haline getirildi.
Şehirlerde mezarlıklar ayrı bir mermer kent görünümünü aldı.
Ölüm yanlış anlaşılınca buna bağlı olarak Allah'ın dört
büyük meleğinden biri olan AZRAİL (a.s) hakkında da yanlış ifadeler kullanılmaya
başlandı. Bu ifadelerden bazılarını şöyie sıralayabiliriz:
-"Azrail E-5 karayolunda dolaşıyor."
-"Azrail af etmedi."
-"Azrail güldü geçti."
-"Azrail gibi adam."
-Suratı Azrail'in suratına benziyor."
Bu cümleleri daha da çoğaltmak mümkün. İnsanımızın melek
inancı zayıf olunca meleklere olan imâm da çok zayıf oluyor[256]
Kişiler suçlarını Azrail'e yüklemek istiyorlar. Herkes kendisini meseleler
karşısında devre dışı bırakıyor. Kader gerçeği kavranamamış. Müslümanların en
bilgisiz oldukları konulardan birisi Melek, ikincisi Kader-ka-za konularıdır.
Bu cehalet giderilmeden sağlıklı düşünmek mümkün değildir. Öyle ise işe buradan
başlamak lâzım.
Azrail (A.S) Allah'ın dört büyük meleğinden biridir.
Vazifesi, Allah'ın takdir ettiği zamanda canlıların ecellerini
gerçekleştirmektir. Yani, ruhları kabz etmekle görevlidir. Melekler nurdan
yaratılmış varlıklardır. İslâm'ın melek inancını unutturup melekleri olduğunun
dışında göstermek isteyen zihniyet, yukarıda zikrettiğimiz cümlelerle
içlerindeki irinlerini kusuyorlar. Gerçeği görmek, gerçeğe inanmak her müslümamn
görevidir. Bu görevi yerine getirmek küfrün mantıksızlığını açığa
çıkaracaktır.
Hâsılı, Azrail (A.S) ile ilgili piyasada söylenilen
sözler halkın melek inancının son derece zayıf olduğunu gösteriyor. Bu zayıflık
bazılarını küfre kadar götürmüş. Bazıları da küfrün eşiğine kadar gelmiş
durumdalar. Böyle devam ederse akıbet iyi görünmüyor. Cenab-ı Hakk ümmeti kötü
akıbetten korusun ve kurtarsın... [257]
512-"Şeytanınız Bol Olsun" (Kahvehanelerde Söylenir)
•Özellikle kumarhanelerde kumarbazların yanına başka
bir kumarbaz geldiğinde, bir kumarbaz diğer kumarbaza selâm verir gibi
"şeytanın bol olsun" diye dilekte bulunur. Buna, şeytanı bol olan yerlerde,
şeytanlaşmış insanların şeytani aşmışlara yaptığı şeytanca dilek desek isabet
olur mu?
Bir müslümamn diğer bir müslümana böyle sözler sarf
etmesi katiyyen. doğru değildir. Müslüman, müslümana hayır dua eder. Hayır duâ,
hayır olan yerlerde yapılır.
Kumar, insanların ceplerindeki paralan almakla kalmaz;
kalblerindeki imâna da kasteder. İmanlı yaşamak isteyenler bu tehlikelerden
uzak durmalıdırlar.
Hâsılı, kumarcının kumarcıya duası "Şeytanın bol olsun"
dileğidir. Bu şeytanca bir yaşantının gereğidir. Şeytanlarla, şeytanlaşmışların
haşr-ı neşri denir buna. Cenab-ı Hakk ümmeti şeytanın ve şeytanlaşmışların
şerrinden korusun ve kurtarsın... [258]
513- "Biz Yanalım Da Sana Bir Şey Olmasın"
•Bu sözü, iki yönden ele alabiliriz:
1- Bu sözde,
istihza falay) kokusu var.
2- Bir de,
kişinin yapmadığı halde başkasına iyi olanı tavsiye etme havası var.
Örnekle girelim meseleye: Aklı, imânı yerinde,
yaşantısı düzgün olan birisi; yamuk yumuk bir hayat tarzı sergileyen
birisine:
-Etme, gitme, ayıptır, günahtır bu yaptıklarından vaz
geç. Seni bu yaptıklarını namuslu kimseler yapmaz, deyince; nasihat edilen,
alaylı bir tavırla:
-İyi iyi fazla konuşma, biz yanalım da sana birşey
olmasın, der. Bu, sözün istihza yönüdür. Allah (c.c) korusun böyle bir tavır
helak sebebidir.
Meselenin ikinci yönünede misalle gireceğim:
Birisi var, İslâmi hayat tarzını yaşamaya yaklaşmıyor.
Kendisi batakta. Başkalarına, batağa girmeyin, diyor. Kendisi içki içiyor,
başkalarına içmeyin, diyor. Düşünün, ne kadar melanet varsa işleyen bir adam,
başkalarına bu melanetlerin kaka olduğunu, yaklaşmamaları gerektiğini söylüyor.
Peki, bunun sözünün, nasihatinin kıymeti olur mu? Mümkün değil!
İnsan, başkasının selâhım istiyor da kendisi helake
gidiyorsa buna enayilik derler. Kimsenin kendisini helake sürükleme hakkı
yoktur. Çünkü herkesin kendisi kendisine emânettir. Emânete ihanet de münafıklık
sıfatıdır.
Cenab-ı Hakk böylelerine:
"İnsanlara iyiliği emrediyor da kendi nefsinizi unutuyor
musunuz? Oysa siz, Kitabı da okuyorsunuz. Hiç düşünmez misiniz?[259]
diye soruyor. Bu soruya kim ne cevap verebilecek, göreceğiz bakalım.
Hâsılı, hangi yönüyle ele alırsanız alınız; bu sözün
tutulacak yanı yoktur. Bir müslümanın bu sözü söylemesi veya sözdeki mânâya
göre tavır takınması uygun değildir. Müslümana müslümanca yaşamak gerekir.
Cenab-ı Hakk İslâm dışı söz ve görüntüden bizi korusun ve kurtarsın... [260]
514-"Akşamın Hayırından, Sabahın Şerri Daha İyidir"
•Halk arasında çok söylenen sözlerden biri de, başlıkta
zikrettiğimiz sözdür. Şimdi, bu sözün mahiyetini açıklamaya çalışalım. Önce
hayr ve şer kelimeleri üzerinde duralım.
Hayr: Meşru iş, hayırlı, faydalı, nurlu ve sevaplı
herşe-yin iyisi. İbâdet, adalet, ihsan, mal gibi nimet, vesaire gibi mânâlara
gelir.
Şer; Hayr'ın zıddıdır.
Bu iki kelime iyi kavranırsa, cümlenin mahiyeti daha
kolay anlaşılır. Hayr, her zaman hayrdır. Şer de her zaman serdir. Şerri hayr'a
tercih etmek aklı başında hiçbir kimsenin yapacağı şey değildir. Mezkur cümlede
sabahın şerrinin makbuliyetinden bahsediliyor. Akşam kötü olan şer olan bir şey,
sabahleyin iyi bir şey mi oluyorda tercih ediliyor acaba? Bunu anlamak çok
güç.
"Akşamın hayr'ından, sabahın şerri daha iyidir"
diyenler; sabahleyin meşru olmayan iş, faydasız, nursuz ve se-vapsız amel,
herşeyin kötüsü, ibâdetsizlik, adaletsizlik gibi şeyler daha iyidir
dediklerinin farkında mıdırlar acaba? Farkında olmadıklarına herkes gibi ben de
inanıyorum. Ancak, cümleyi tahlil ettiğiniz zaman çıkan mânâ budur.
Öyle ise hayır akşam da iyidir, sabahleyin de iyidir.
Şer akşam da kötüdür, sabahleyin de kötüdür. Dolayısıyla "Akşamın haymndan, sabahın şerri daha iyidir" sözü
yalan, yanlış ve sakat bir ifadedir. İmânı zedeleyicidir. Çünkü iyiyi bırakıp
kötünün tercihi söz konusudur.
Mezkur sözü söyleyenlere soruyorum. Sabahleyin evden
çıktınız. Karşınıza iki kişi çıktı. Biri sizi kumara, diğeri camiye davet
ediyor. Siz kumarın şer, camiye gitmenin hayr olduğuna inanıyorsunuz. Bunu
bildiğiniz halde "Sabahın şerri iyidir " diye kumarhaneye mi gidersiniz?
İnanıyorum ki, camiye gideceksiniz. Öyle ise yukarıdaki mezkur sözü ne diye
söyleyip duruyorsunuz? Dikkatli olmak dilimize sahip çıkmak zorunda değil
miyiz?
Bazıları mezkur cümleyi "işlerin aydınlığa bırakılması,
kapalı kapılar ardında dümen suyu çevirilmemesi, şüpheden uzak kalınması gibi"
bir mânâ ile tevil ediyorlar. Böyle bir zorlama yanlıştır. Cümleyi dikkatle
tahlil edersek bu zorlamanın yakışıksızlığı daha iyi görülecektir.
Hâsılı, hayr da şer de Allah (c.c)'dandır. Vakitleri
mesul tutmak insanlara bir şey kazandırmaz. Bu bakımdan başlıkta mezkur söz hiç
bir dayanağı olmayan, gerçekten uzak, insanı aldatıcı bir ifadedir. Böyle bir
sözün söylenmesi doğru değildir, Mes'uliyete mucibtir. Cenab-ı Hakk ümmeti şer
söz ve fiillerden korusun ve kurtarsın... [261]
515-"Bu Ölümden De Beter"
•İnsan başına gelen sıkıntıların altında çok sıkılınca
bezginliğini, "Bu ölümden de beter" cümlesini söyleyerek halini ortaya koyar.
Lâkin, bu sözün müslümanın ağzından çıkması tamiri çok zor hatalar
doğurur.
Ölüm beter mi ki, her sıkıntı ölümden beter olsun. Ölüm,
mü'minler için güzeldir. Şair ve mütefekkirimiz ne güzel söylemiş:
Ölüm güzel şey: Budur perde arkasından haber... Hiç
güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?[262]
Peygamberimiz:
'-Ahir zamanda kâfirler mü'minlerin üzerlerine yemek
yiyenlerin tabaklarına çullandığı gibi saldıracaklar."
Oradakiler sordu:
"- Ümmet az mı olacak Ya Rasûlullah?"
Efendimiz:
"- Hayır, aksine çok olacaklar. Ancak o ümmetin başına
daha Önceki milletlerin hastalığı arız olacak. O hastalıklar ikidir:
1- Ölümden
korkacaklar.
2- Dünya
sevgisine aşırı dalacaklar" buyurdu. Ölümden korkan bir ümmet görün ne hâle
geldi. Ölüm, Allah'ın takdir ettiği
kimsenin de bundan kurtulamadığı bir kaderdir. Kadere imân da imânın altı
esasından biri
dir. Allah (c.c) Kur'an-ı Kerimde:
"Her canlı ölümü tadacaktırtl [263]
buyurmuştur. Allah'ın takdirine kimler kötü diyebilir, beğenmemezlik edebilir,
onlara muhalefet edebilir? Kimler yapar bunu? Şüphesiz ki, kâfirler. Kur'an-ı
Kerimde ölümün beterliğine ya-hudi ve diğer kâfirlerin inandığı bildirilmiştir.
Rabbımız haber veriyor:
'Yaptıklarından dolayı ölümü asla istemiyecek-lerdir.
Allah, zalimleri çok iyi bilir."
"Muhakkak ki sen, onları hayata diğer insanlardan ve
hatta Allah'a şirk koşanlardan daha da düşkün bulursun. Her biri, bin sene
yaşamak ister. Oysa herhangi birinin çok yaşaması, kendisini azabtan kurtaracak
değildir. Allah onların yaptıklarını çok iyi görür.[264]
"Yahudiler yaptıklarından dolayı ölümü asla istemezler.
Allah zalimleri çok iyi bilir."
'Ey Muhammedî De ki: O kaçtığınız ölüm mutlaka sizi
yakalıyacaktır. Sonra gizliyi de açığı da bilen Allah'a döndürüleceksiniz. Ve O,
size dünyada yaptıklarınızı haber verecektir.[265]
Memleketimizdeki mevcut zihniyet, materyalist bir
anlayışı ikâme edebilmek için ölüm ve ölüm ötesini unutturmak, ölümü
zihinlerden silmek istemektedir. Mevcut düzen ile bunu gerçekleştirebilmek için
son derece sinsi ve hızlı bir çalışma yapılmaktadır[266]
Dünya hayatındaki bu serkeşliklerin sebebi,
ahiret inancının yok oluşudur. Ahi-rete inanan, onun hakkında sağlam bilgiye
sahip olan kimse bu derece kayıtsız yaşayamaz.
Ebu Hâzim'e, Süleyman bin Abdülmelik sorar:
- Ölümü neden sevmiyoruz? Ebu Hâzim cevaben der
ki:
- Sız dünyayı tamir edip âhireti harap ediyorsunuz.
Mamureyi bırakıp harabeye gitmek elbette gücünüze gi-der[267]
Peygamber (SAV) Efendimize birisi sordu:
Ya Rasûlullah! ZeM mü'min kimdir? Efendimiz:
Ölümü çokça hatırlayan ve ölümden sonrasına iyi
hazırlanandır[268]
buyurdu.
Hâsılı, "Bu ölümden de beter" sözü bir müslümanın
söylememesi gereken bir ifadedir. Cümlede geçen "beter" kelimesi daha kötü, daha
fena anlamındadır. Ölüm, canlılara Allah'ın takdir ettiği bir kaderdir. Kadere
kötü diyen Allah'ın takdir ettiği şeye muhalefet etmiş demektir. Bu küfür ve
ebediyyen helak olma sebebidir. Yanlış anlaşılmasın; biz, konuşmayalım
demiyoruz. Ne konuştuğumuzu bilelim diyoruz. Cenab-ı Hakk ümmeti rastgele
konuşmaktan korus un ve kurtarsın... [269]
516-"Ölümü Düşünme Üşütürsün
•Yukarıdaki sözleri söyliyenler üşütmüş (delirmiş)
desem, bunun doğruluğuna önce ben inanmam. Çünkü, böyle bir sözü deliler de
söylemez. Kim söyler derseniz Kur'an ve Sünnette böyle bir ifadeyi ancak
kâfirlerin söyleyebileceği zjkrediliyor. Dinleyin Kur'an ve Sünneti:
"Her canlı ölümü tadacaktır.'[270]
"O kaçtığınız ölüm mutlaka sizi yakalıyacaktır."[271]
"Ecelleri gelince, ne bir saat geciktirebilirler, ne de
öne alabilirleri [272]
"Dünyevi zevkleri kıran ve tûl-i emeli unutturan ölümü,
çokça hatırlayın.'[273]
"Zeki mü'min ölümü çokça hatırlayan ve ölümden sonrasına
iyi hazırlanandır."[274]
Anladınız mı şimdi ölümü düşünmek, hem de çok düşünmek
zorunda olduğumuzu.
Hz. Ömer (r.a) devamlı kullandığı mühürüne:
"Ölüm sana nasihatcı olarak yeter" diye kazıtmıştır.
Mührünü bastığı zaman karşısına bu yazı çıkarmış da işini ona göre yürütürmüş.
Hatta kendisine ücret verecek bir nasihatcı tutmuş. Birgün bakmış ki sakalında
bir kıl beyazlaşmış. Çağırmış
nasihatcıyı:
- Artık senin görevin bitti, demiş.
Nasihatcı:
- Ne oldu ya Ömer bir hatam mı oldu? diye sorunca, Hz.
Ömer:
- Hayır ey kardeşim! Bak sakalımın bir teli beyazlaştı.
Bana nasihatcı olarak bu yeter, demiş.
Onlar neredeee, biz neredeyiz? Bu yüzle mahşere çıkmak.
Zor iş.
İnsan en az haftada bir defa hastahaneye, hapishaneye,
mezarlıkları ziyarete gitmelidir. Bu, insan için iyi bir nasihat
olur.
Ölümü hiçbir zaman unutmayacağız. Ev denildi mi, hemen
mezarı hatırlayacağız, O ev dediğimiz yerler aslında konaklama yerlerimizdir.
Bir süre oralarda kalacağız. Ölüm ile asıl evimize taşınmış olacağız. Onun için
mezarımızı şimdiden imân ile, ihlâs ile ibâdet ile süsleyelim. Konaklama yeri
şu çektiklerimize değer mi? Bunu bilmek lâzım.
Hâsılı, ölümü düşünememek tehlikesinden Cenab-i Hakkın
bizleri koruması ve kurtarması dualarımızla; "Ölümü düşünme" diyenleri, Ömer
Hayyam'ın söylediklerini naklederek düşünmeye davet ediyorum:
Niceleri geldi.
Neler istediler.
Sonunda dünyayı
Bırakıp gittiler.
Sen hiç ölmiyecek
Gibisin, değil mi?
O gidenler de,
Senin gibi idiler... [275]
517-İyiler Çok Yaşamaz"
•Toplumu bozmak, insanların ahlaki yapısını yıkıp
imânsızl aştırmak, böylece sürü haline getirip sömürmek için ortaya atılmış bir
söz de başlıktaki ifadedir.
Kötüler mi çok yaşar yani? Ne iyiler ne de kötüler,
iyilikleri veya kötülükleri sebebiyle, ne çok ne de az yaşarlar. Herkesin
takdir edilmiş bir eceli vardır. O takdir edilen an geldimi iyi de olsa kötü de
olsa ahirete irtihal eder. Ce-nab-ı Hakk:
"Ecelleri, gelince, ne bir saat geciktirebilirler, ne de
öne alabilirler .'[276]
"Doğrusu kendisinden kaçtığınız ölüm mutlaka karşınıza
çıkacaktır.[277]
Şairin dediği gibi:
"Dâr-i dünyada sakın sanmayasın ebedi.
Bakma alâyişine kimseye yoktur mededi.
Vaktim taata sevk et, yoktur kişinin
Yarına çıkmaya zira elinde senedi."
Müslümanlar!
Aramıza sinsice sokulan bozuk fikirler, bizim imânımıza
varıncaya kadar herşeyimize kastediyor. Emperyalist kâfirlerin emellerine âlet
olursak herşeyimizi kaybederiz. Ölümden kurtuluş yok. Hayatın olduğu
kadar ölümün de izzetlisi müslüman içindir.
Zillet kâfire lâyıktır. Hayatın ve ölümün izzeti imânımıza, elimize, dilimize,
belimize vesair azalarımıza sahip çıkmakla mümkündür. Kur'an ve Sünnet bunun
için bize rehberdir.
Hâsılı, "İyiler çok yaşamaz sözü" küfrün aramıza
soktuğu tehlikeli bir ifadedir. İnsanı, kadere rızasızlığa ve Allah'a
muhalefete götürür. Netice ilâ cehenneme zümera...
Cenab-ı Hakk böyle bir tehlikeden ümmeti korusun ve
kurtarsın... [278]
518-Ben Her Telden Oynarım."
• Her telden oynayan münafıktır. Münafıklar kâfirlerden
de aşağıdır.
Bazı meselelerde fikirler ve tavırlar ortaya konması
gerekir. Sorarlar:
- Sen ne diyorsun bu işe. Yapalım mı, yapmayalım mı?
Gidelim mi, gitmeyelim mi? Söyleyelim mi, söylemeyelim mi? Verelim mi,
vermeyelim mi?....
Cevap:
- Vallahi benim için değişmez. Ben her telden
oynarım.
Ne demek her telden oynarım. Yani onun yanında ondan,
bunun yanında bundan, benim yanımda da benden mi olacaksın, bre münafık
tabiatlı.
Yok öyle şey. Kimliğini koyacaksın ortaya. Gavur musun,
müslüman mısın rengini belli edeceksin.
Hâsılı, zamanımızda kimlik krizi son hadde ulaştı.
Müslüman her yerde ve her vesile ile müslümanca hareket etmeye müslümanca
tavrını koymaya mecburdur. Çünkü koymazsa münafıklık vasfiyla sıfatlanmış
olur.
Cenab-ı Hakk ümmeti müslümanlıktan başka bir sıfatla
vasıflanmaktan korusun ve kurtarsın... [279]
519-"Allah Yüzüme Baktı
•FesübhanallahL Şimdiye kadar bakmıyor muydu, behey
gafil. Sen Allah'ın BASİR ism-i şerifini bilmiyor musun?
Allah (c.c), Basir ismiyle müsemmadır. O, ezelden ebede
herşeyi her haliyle görür. Karanlıklar O'nun görmesine engel olmaz. Herşey O'nun
tasarrufu altındadır.
Biz haddimizi bilelim. Ağzımızdan çıkanı kulağımız
işitmelidir. Ta ki, Allah'ın sevmediği bir sözü ağzımızdan kaçırmayalım ve
Allah'ın sevmediği çirkin vaziyetlere düşmeyelim.
İnsanlar genelde bir nimete erdiklerinde: "-Allah yüzüme
baktı" derler. Bundan nimete nail olmayınca bakmadığı, görmediği mânâsı çıkar
ki, bu tehlikeli bir ifade olur. Böyle bir cümle dile söyletilmemeli; kafaya
da sokulmamalıdır.
Hâsılı, dilimizin cezasını çok çekeceğe benziyoruz.
Diline sahip olan kurtulur. Cenab-ı Hakk gevezelikten bizleri korusun ve
kurtarsın... [280]
520-"Allah Seni Zulüm Etmek İçin Yaratmış."
• Özellikle aile İlişkilerinde geçimsizlik söz konusu
olduğunda erkek kadına veya kadın erkeğe huysuzluğunu anlatma
bakımından: '
"-Allah seni zulüm etmek için yaratmış" der. Aşın
derecedeki huysuzluğu anlatmak için söylenmiş olan bu söz, eğer salim bir kafa
ile tahlil edilecek olursa, hakikaten çok mahzurlu olduğu
anlaşılacaktır.
Hâşâ, Allah (c.c) zalim miki de zulme rıza göstersin.
Açınız Kur'an-ı Kerim'i yüzlerce âyette Allah'ın zâlimleri sevmediğini beyan
eden emirlerini okuyacaksınız. İşte bunlardan biri:
"Doğrusu Allah, zâlimleri sevmez.[281]
Kudsi hadiste Allah (c.c) buyuruyor ki:
'Kullarıma işkence etmeyiniz.[282]
İslâm'a göre, mümine, surat ekşitmek bile zulümdür.
Surat ekşitmeyi bile zulüm sayan ve bunun cezasız bırakılmayacağını bildiren
Allah (c.c), nasıl olur da birini zulmetmek için yaratabilir.
Hâsılı, "Allah seni zulüm etmek için yaratmış" diyen
kişi Allah'a zulüm yapma veya yaptırma iftirası yapmış olur. Zalimin zalime
musallat olmasının izahı farklıdır. Allah (c.c) çirkin sözlerden ve iğrenç
mantıklardan bizi korusun ve kurtarsın...
Bir selâm ver be herif! Ağzın aşınmaz ya.. Hayır, Ne
selâm vermeyi bilir hayvan, ne de sen versen alır,
MAkifErsoy Siz birisine, falancaya: [283]
521-" Selâm Söyle," Diyorsunuz. O Da: - Olur Söylerim, Diyor, (Ne Demekse).
•Kültürü bozulan toplum sağlık bakımından da ahlâk ve
imân bakımından da hastadır. Sihhate kavuşmanın çaresi Kur'an ve sünnete
dönmektir. Derde devanın yoktur başka çaresi.
Selâm, dinimizde ve dinimizden kaynaklanan öz
kültürümüzde çok önemli bir yer tutar. Selamlaşma karşılaşmalarda olduğu gibi,
uzaktakilere birilerini vasıta yaparak da gönderilebilir.
Hz. Aişe (r.anha) anamız demiştir ki;
Peygamberimiz buyurdu:
Ya Aişe! Bu Cebrail'dir. Sana selâm söylüyor.
Ben:
Ve aieyke ve aleyh isselâm ve Rahmetü'llahi ve
Berakâtühü <= Ali ah'in selâmı Rahmeti ve Bereketi senin de gönderenin de
üzerine olsun...) dedim.[284]
Bundan başka Selâm gönderileceğine dair bir çok Hadis-i
Şerifler delil olarak mevcuttur. [285]
Bu Hadisler başkasına
selâm göndermenin meşruiyetine delildir. Aracının bu
selâmı gönderilene tebliğ etmesi vacibtir. Çünkü emânettir. Bunun
tatbiki şekli şöyle olur: Selâm gönderen:
- Ahmed'e selâmımı söyle, deyince, Selâm-ı götürecek
olan selâmı gönderene:
- Aleykümü's-selâm, diyecek. Ve selâmın gönderildiği
şahsa vardığında:
- Mehmed'in sana selâmı var, diyecek. O da:
- Ve Aieyke ve Aleyhi's-Selâm (=Selâm senin de,
gönderenin de üzerine olsun) diye mukabele edecek.
Asıl olan budur. Yoksa "Selâm söyle" diyene; "Olur
söylerim" demek sünnete ve edebe aykırıdır. Aykırılık müslü-mana
yakışmaz.
Hâsılı, Selâm konusunda müslümanîarın maalesef bilgisi
son derece zayıftır. Zayıf amel zayıf imâna, zayıf imân da insanı imansızlığa
götürür. Öyle ise bilgimizi artıralım, amelimizi s ağlaml aştıralım ve imânımızı
kuvvetlendirelim. Zira dünya ve ahiret saadetimiz bunlara bağlıdır. Ce-nab-ı
Hakk ümmeti cehaletten ve imansızlıktan korusun ve kurtarsın.... [286]
522- 'Tatillerde Çocuklarınıza Dini Baskı Yapmayın."
•Türkiye'de halkımızın tercihi genelde İslâm'dan
yanadır. Ancak düzen halkı reklâm ve propaganda!arıyla aldatarak tercihte
milletimizi aldatmaktadır. Mataryalist kafalı insanların ülkemizde söz sahibi
olmasının sebebi işte-bu yanlış tercih sebebiyledir.
"Müslüman, bir delikten iki defa ısırılmaz" hadisine
rağmen yıllardır müslümanlar defalarca ismimi ş tır. Düşünün milletimizin ne
kadar popaganda baskısı altında tutulduğunu.
Hepimiz biliyoruz: Türkiye'de herşeyde olduğu gibi,
maarif sistemimiz de bozuk. Bu maariften kaliteli insan yetişmiyor. Okula
tertemiz gönderilen çocuklar lise veya üniversiteden mezun olduktan sonra,
anarşist olarak karşınıza çıkıyor. Çocuk ne kadar az okursa o kadar az
bozuluyor.
Ebeveynler, okullarda dini bilgi alamayan çocuklarını
yaz tatillerinde dini bilgilerini alabilmeleri için imkanlar aramaktadırlar.
Bazısı mahalle camilerine bazısı özel hoca tutmak suretiyle çocuklarını dinen
bilmesi gerekenleri aldırmaya çalışıyorlar. Bunu bilen resmi- gayri resmi
bazıları ikide bir orada burada konuşuyorlar. Televizyonda, radyolarda,
gazetelerde, toplantılarda söyledikleri söz:
"-Aman tatillerde çocuklarınıza dini baskı
yapmayın."
Ne demekse bu. Sanki böyle bir baskı var. Biz
müslümanız, çocuklarımıza djnimizi öğretiriz. Yavrularımızın dinsiz, anarşist
olmasını istemiyoruz. Sekiz ay dinden ve dini duygulardan uzak tuttuk onları.
Yazın bu gayretimizi boşa çıkaramazsınız.
Hâsılı, din ile alâkası olmayanların çocuklarımız
üzerinde hiçbir tasarrufu olamaz. Çocuklarımıza dini eğitimi baskı olarak
görenler milletimizin düşmanlarıdır. Milletimiz bu zalimleri iyi
tanımalıdırlar. Cenab-ı Hakk ülkemizi ve milletimizi bu zalimlerin şerrinden
korusun ve kurtarsın... [287]
523- "Ben Demokratım"
- Bu ifadeyi kullananların akıbetini öğrenmek mi
istiyorsunuz?
- Evet!
- Öyle ise lütfen onu da siz araştırın. Bakalım nasıl
bir sonuca ulaşacaksınız.. [288].
524-'Türkıye İmtiyazsız Ve Sınıfsız Bir Ülkedir."
•Böyle diyor egemen güçleri ellerinde bulunduranlar; Bu
söze yerde kediler, gökte kargalar da gülüyor.
Türkiye sözde imtiyazsız ve sınıfsız. Bugün egemen gücün
sahipleri mezarları bile ayırıp,devlet mezarlığı-halk mezarlığı zengin
mezarhğı-fakir mezarlığı yaptılar; devlet mezarlıklarına milyarları harcadılar.
Egemenler için beş yıldızlı oteller yapılıyor, millet için hapishane. Daha
sayalım mı?
Hâsıh, bunlar milleti enayi kendilerini açıkgöz mü
sanıyorlar acaba? Tilki kuyruklu şeytanlar bakalım ne zamana kadar cirit
atacaklar. Allah bizi bunların şerrinden korusun ve kurtarsın... [289]
525-"Dünyayı Yahudiler Yönetiyor.»."
•Bu söz zahiri mânâda (görünüşte) doğrudur. Paraya ve
siyasete yüz yılı aşkın bir süre topluma yerleştirdikleri zihniyetleriyle
Yahudiler hakim durumdalar.
Teslimiyet noktasında asla hükmedemezler. Çünkü mülk ve
idare Allah'ındır.
Dünya yahudi zihniyetiyle sevk ve idare ediliyorsa, bu
sakim zihniyet söz sahibi ise, asıl yöneticiler olmadığı içindir. Kendi
tembelliğimizi örtmek için başkalarının çalışkanlığını mazeret gösterme üç
kağıtçılığını yapmamak lâzım. Çünkü, "Fasıkların hakimiyeti salihlerin
tembelliğindendir.'[290]
Dünyanın bugünkü gidişatını anlatmak için söylev..-len
mezkur sözün doğruluğundan çok yanlışlığı var. Meselâ, "Süper güç" gibi, mutlak
Hakim'in üstüde bir hakim olduğuna inanmak, itikaden inkâra, psikolojik olarak
köle ruhlu olmaya, buna ilâveten bahsi geçenlere bir üstünlük payesi vermeye yol
açar. Sömürgeciler psikolojik hakimiyetlerini bu şekilde tesis ettikten sonra
oluşan "efendilik'lerini, köle ve esir yaptıklarının sırtında her zaman olduğu
gibi bugün de sürdürüyorlar.
Şu hususu göz ardı etmiyelim: Düşmanın tehlikeli
olduğunu anlatmak için, düşman lehine işleyen aleyhte propagandaya girip onu,
mutlak hakim durumuna çıkarmak çok büyük bir tehlikedir. Birşeyler söylerken bu
hu-
susu da hesaba katalım.
Başlıkta ele aldığımız sözü şu mealini vereceğimiz
âyetler ışığında nelere malolduğunu tekrar düşünelim.:
"Kendi dinlerine uymadıkça yahudi ve hiristi-yanlar
senden asla hoşnut olmıyacaklar. Eğer onların heveslerine uyarsan, Allah'tan
sana ne bir dost ve nede bir yardımcı olur."[291]
"Allah inkarcılara inananlar aleyhinde asla fırsat
vermiyecektir.[292]
"Ey inananlar! Yahudi ve hiristiyanları dost olarak
benimsemeyin, onlar biribirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa,
o da onlardandır.'[293]
"And olsun ki, Tevrat'tan sonra Zebur'da da yeryüzüne
ancak iyi kullarımın mirasçı olduğunu yazmıştık.'[294]
Hâsılı, dünyayı yahudilerin yönettiği düşüncesi
teslimiyet noktasında yanlış bir ifadedir. Zahiri mânâda, salihlerin
tembelliğinden dolayı fasıkların hakimiyeti şeklinde bir görüntü söz konusu.
Asıl yöneticiler gelinceye kadar bu böyle devam edeceğe benziyor. Biz
müslüman-lar, tembelliği bıraktığımızda herşey değişecek. Bizi değiştirecek
imânı Cenab-ı Hakk bizlere ihsan etsin. Böylece fasıkların şerrinden ümmeti
korusun ve kurtarsın... [295]
526-"Çök Söz Yalansız, Çok Para Haramsız Olmaz."
•Helâl ve haram konusunda hassas olanlar için
tabiatıyla başlıktaki mezkur söz yanlış bir ifadedir. Ancak helâl ve haram
konusuna riâyet etmiyenler için temelde doğru bir söz olur.
Cümlenin söz ile alâkalı bölümünde ifade edilen âzâ
dildir. Dili nasıl kullanacağımız ile alâkalı hadislerin varlığı hepimizin
malumudur.
Çok para ise; yine kişilerin taşıdığı zihniyete göre
insanlarda etki bırakır. Malın kulu olanlarla Allah'ın kulu olmak şuuruna
erenlere göre konunun hükmü değişir.
Haram para hırs doğurur. Hırsın sonu yoktur. Böyle
olunca çok paranın hırsı çok, hesabı uzun, olur. Mezkur söz de bunu anlatmak
için söylenmiş bir ifadedir.
Hâsılı, başlıktaki mezkur sözü şu hadisler ışığında
tekrar gözden geçirelim:
Peygamberimiz:
'Ya hayır söyle, ya da sus".
"Sözün hayırlısı, az-öz olandır" buyurdu.
Cenab-ı Hakk, hoşlanmayacağı söz ve maldan bizi korusun
ve kurtarsın... [296]
527-"Kadın Önümden Geçti Uğursuzluk Gelecek."
•Bu ifade kadını hor görme anlamında söylendiğinde son
derece yanlıştır. Bu yanlışlık, kadım sömüren sömürü düzenlerin topluma iğrenç
bir armağanıdır, İslâm'da kadın ne hor görülür ne de uğursuz sayılır. İslâm,
kadının ayağının altına cennet bahşetmiş, ona en büyük paye analık payesini
vermiştir.
Bizim örf ve adetlerimizde, kadının önden gitmeyip yolda
arkada kalması vardır. Mezkur sözde sürekli namahreme bakmamak anlamında,
geçmişteki yaygın durumuyla doğrudur. Tabii ki bugünkü şehir hayatı açısından
buna bakıldığında imkânsızlığı ortadadır. Zaten, mezkur söz bu noktaya
baktıracak tarzda da söylenmiş değildir.
Hâsılı, kadın bizim anamızdır, bacımızdır,
hanımı-mızdır. Biz, bunlara hor bakıp kendilerini uğursuz sayamayız. Çünkü, biz
müslümanız. Küfrün kadına reva gördüklerinden iğreniriz. Cenab-ı Hakk, kadını
sömürü zalim düzenlerin sömürüsünden, zulmünden korusun ve kurtarsın... [297]
528-"Aldırma Böyle Gelmiş Böyle Gider."
•Bu söz, insanları tembelliğe ve vurdumduymazlığa
sevkeder. Nitekim sevk de etmiştir. İnsanlarımız tem-belleşmiş ve korkunç
derecede vurdumduymazlasınız tır. Mezkur söz, köleleştirmenin farklı bir
propagandasi-dır.
Bir müslüman, neticeleri itibariyle değişse de
değiş-mese de, her olayda müsbet veya menfî tavır koyma mecburiyetindedir.
Uyuşukluğa meydan verilirse köleliği peşinen kabullenme gerçekleşir.
Hâsılı, dünya ne böyle gelmiş ne de böyle gidecektir.
Dünya müslüman gelmiş müslüman devam edecektir. İslâmsız yaşamaktan Cenab-ı Hakk
ümmeti korusun ve kurtarsın... [298]
529-"Elde Yapma Bebek Gibi," Demek.
•İnsanları makamlarına, mevkilerine,
erkeklik-dişilik-lerine zenginlik-fakirliklerine, fiziki güzellik ve
çirkinliklerine' göre değerlendirmek cahiliye düşüncesidir, iman, ahlak, edeb,
haya olmadıktan sonra fıziken kusursuz ol-
inak neye yarar?
Namus ve şerefleri başkalarının elinde, gözünde ve
yatanında payumal olmuş güzellik yarışmalarının ham maddesi kadınların,
fıziken şöyle veya böyle olmalarının ne önemi var? Var mı sizce bir
değeri?
Hem insan, Allah'tan daha ıyısım mı yapabiliyor ki iÜ-de
vapnaa bebek gibi" deniyor fiziki güzelliğe sahip insanlara Esma-i Hüsna'yı
okuyun, böyle bir düşüncesi olanların küfre düştüğünü göreceksiniz.
Allah'ın sanatını insana izafe etmek ne korkunç bir
cehalettir. Oysa eskiden böyle bir durumda: "Rabbım ne ffüzel yaratmış" denirdi.
Düşünün "Rabbim ne güzel yaratmış''demek nerde "Elde yapma bebek gibi" demek
ner-de Hele bir bakın, imândan modern cahiliyeye doğru ne korkunç bir akıntı
var. Aklı başında mü'min olmak, kulun vazifesi. Görevimiz de bu!
Hâsılı müminin ağzından mümince sözler çıkar, yır-kin
olan 'kötü söz ve kötü davranışlardır. Fiziki yapılar Allah'ın insiyatifmdedir.
Gözleri yeşil, burnu kalkık, boyu uzun veya kısa olarak doğma hakkı kimseye
verilmemiştir İlâhi kudret nasıl murat etmişse canlı o suret ve kılıktadır
Güsel-Çirid» ayırımı yapacağınıza fare olarak doğmadığınıza şükretsenize»
Cenab-ı Hakk bizleri bilerek veya bilmiyerek yapılan isyankarlıklardan korusun
ve kürtajsın... [299]
530- "İki Günlük Ömre Üç Gün Çalışmak Lâzım."
•"Çalışmak da bir ibâdettir." "Ne yapayım çoluk
çocuğumun rızkım temin etmek zorundayım." "Çalışanı AJIah da sever kul da
sever" gibi sözlerle çalışmanın önemini sulatacağız diye insanlar
robatlaştırılmıştir. Çok çt derken İslâm hep ertelenmiş, ibâdetler emeklilikten
sonraya bırakılmıştır.
İki günlük ömre üç günlük rızık gerekir diye insanları
rızık endişesine itmişler Allah'ın Rezzak ismini unutturmuşlardır. İki günlük
Ömre üç gün çalışmanın gereğine inananlar obur hastalığına yakalanmışlardır. İki
günlük ömre üçgün çalışmak değil, iki günlük ömre iki günlük ibâdet grekir.
İbâdetlerden zevk alamryanlar, eşya yığmak için ibâdetten uzak çalışmalardan
zevk almaya uğraşıyorlar ama beyhuda...
Hâsılı, iki günlük ömre iki günlük ibâdet gerekir. Üç
günlük çalışmak gerekir diyenler yalan söylüyorlar. Dünyaya midesinden bağlı
olanların bundan başka söyliyebile-cekleri bir şey de yoktur. Cenab-ı Hakk,
Ümmeti dünyape-rest olmaktan korusun ve kurtarsın.... [300]
531-Ben Görmedim, Çok Çektim Bari Çocuklarım Çekmesin..."
•Bu ifadeyi kullananlara sormak lâzım: Kaderi ve
rızkı tayin eden siz misiniz Allah (c.c)
mu?
Kader ve kaza Allah (c.c)nün iradesinde diyorsanız - ki,
şüphesiz öyledir- o zaman bu ifadeyi kullanamaz ve böyle de düşünemezsiniz. Bu
söz tevekküle mânidir, kadere müdahaledir. Aynı zamanda bu mantık cahili bir
mantıktır.
İslâm dışı davranışlar sergileyen bir babanın çocuğu da
aynı davranışlarla bir hayat yaşar. Çalışmanın çocuklar için mal biriktirmek
olduğunu zanneder. Gecesini gündüzünü buna verir.
Onun çocukları da bu mantıkla büyüdüklerinden aynı yolu
takip eder. Neticede doymak bilmeyen aç göz ve ruhları taşıyarak hayat süren
leş bir nesil meydana gelir. Nitekim bu nesil gelmiştir.
Babanın vazifesi çocuklarına servest bırakmak değildir.
Onlara îslâmi bir hayat tarzını göstermek, öğretmek bunu yaşamaları için gerekli
ortamı hazırlamaktır. Bunu yapan ebeveynler kazançlı yapmıyanlar da
bedhahtırlar.
Hâsılı, her erkek erkeklik görevlerini, her kadın da
kadınlık görevlerini İslâm'ın ön gördüğü esaslar doğrultusunda öğrenmelidir.
Bu ihmal edilirse toplum kurt sürüsü haline gelir. Herkes birbirini parçalamanın
fırsatlarını kollar. Nitecede hayat çekilmez olur. Böyle bir hayattan Allah
(c.c), müslümanîarı korusun ve kurtarsın... [301]
532-"Allah Bir Para İki, Ben Buna İnanırım."
•Allah (c.c) ile parayı eşit tutan müşriktir. Allah'a
şirk koşmak yalnızca puta tapmak zannediliyor. Para sevgisi de belli sınır ve
gayeleri aştığı zaman put olur. Bu yeni medeniyetin ve yeni müşriklerin Lât,
Menat, Uzza, Asaf ve Naile'leridir.
Sıradan bir insana, "şirkten ne anlıyorsun?" diye bir
soru yöneltsek büyük bir ihtimalle "Allah'a ilâh olarak ortak olmak iddiasıdır"
diyecektir. Çünkü, şirkten anladığı, yaratma işinde Allah'a ortaklıktır. Oysa
Kur'an-ı Kerim, şirk gibi küfrün bel kemiğini teşkil eden bir kavramı yalınızca
bundan ibaret kabul etmiyor, hatta buna karşı bile çıkıyor. Bu konu ile ilgili
âyetler incelendiğinde farkında olmadan bazen şirke bulaştığınız ortaya
çıkacaktır.
Şu âyetleri çok dikkatle okuyunuz:
"Müşriklere sorsanız:
Gökleri ve yeri kim yarattı?
Allah! diyecekler.[302]
Size gökten ve yerden1 rızık veren kim? O kulaklara ve
gözlere malik olan kim? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? Bütün
işleri kim idare ediyor?
- Allah! diyecekler.[303]
- Gökten yağmuru indiren kimdir?
- Allah'tır! diyecekler.[304]
- Sizi kim yarattı?
- Allah! diyecekler[305]
- Gökleri ve yeri kim yarattı?
- Allah! diyeeekler.[306]
Müşriklerin hedef seçildiği bu âyetlerde müşriklerin
"Allah'ı yaratıcı kabul ettikleri" haber verilmektedir. Buna rağmen onlar
müşriktirler. Âyetler çok çarpıcı bir biçimde müşriklerin akıdevi yapılarını
sergiliyor. Bu akıdevi yapıda da Allah inancı vardır. Lâkin O'na .ortak
koşulanlar da vardır. Kur'an-ı Kerim'de 45 yerde müşriklerin Allah'ı kabul
ettiği zikredilmiştir.
İşte, mezkur cümlede de görüleceği gibi Allah (c.c)
kabul ediliyor, fakat para da O'na denk tutuluyor, O'nunia beraber anılıyor. O
ikisi olmadan olmaz deniliyor. İşte bu şirktir.
Hâsılı, başlıkta zikredilen mezkur söz insanı şirke
götürüp müşrik yapar. Dikkatli olmak lâzım. Kur'an-ı Kerim'de 'İmân edip de
imânlarına zulüm (şirk) katmayanlar, işte korkudan emin olmak onların hakkıdır
ve hidâyete erenler de onlardır.[307]
buyurulmuştur.
Cenab-ı Hakk, ümmeti şirke düşmekten korusun ve
kurtarsın.. [308].
533-" Eğer Filân Olmasa Îdi, Beni Falanca Öldürecekti."
•Bu söz şirktir. Söyleyenin imânını yenilemesi gerekir.
İşte isbatı:
Hz. Ebubekir (r.a)den rivayet ediliyor:
Peygamber (S.A.V) Efendimiz:
-"Şirk sizin aranızda karıncanın kımıldamasından daha
gizlidir" buyurunca Hz. Ebubekir (r.a) Efendimize:
-"Ya KasuJallah! Şirk, Allah'tan başkasına ibâdet etmek
değil midir? Yahud Allah'la birlikte başkasına tapmak değil midir?" diye sorar.
Bu soruya Peygamberimiz:
-"Allah hayrını yersin ey sıddık!.. Şirk, sizin
aranızda karıncanın kımıldamasından daha gizlidir. Sana onun küçüğünü-büyiiğunü
giderecek bir haber vereyim mi?" buyurunca Hz. Ebubekir (r.a) de:
-"Hay hay ya Rasûlallah " karşılığını verince, Efendimiz
(S.A.V)de: - Hergün üç defa:
Ey Allah'ım!... Bile bile şirk koşmaktan sana
sığınırım. Bilmediklerimden de senden af dilerim, dersin. Şirk: Bana filan ve
Allah verdi, demendir. Denk-taşlık ise: Eğer filân olmasa idî, beni falanca
öldürecekti, demektir", buyurdu[309]
Hâsılı, şirk bu derece gizlidir. Cenab-ı Hakk, Ümmeti
şirkin gizlisinden de açığından da korusun ve kurtarsın... [310]
534-"Çarşafı Görünce Kalbim Kararıyor"
•Bilindiği gibi çarşaf iki çeşit örtünün
adıdır.
1- Yatakların
üzerine serilen Örtü.
2- Kadınların
tesettürlerini gerçekleştirmek için evden dışarı çıkarken üzerlerine giydikleri
elbise çeşidi.
Mezkur cümlede kastedilen ikincisidir. İslâmi bir alâmet
olan örtünme çeşidine karşı gayr-ı müslimlerin oluşturduğu, ve bazı
"Müslüman"Iarın da destek verdiği bir düşmanlıktır. Bu sözde, örtüye düşmanlık
ve tahkir vardır. Örtünmenin farz, farza karşı gelip o hükmü tahkir etmenin de
küfür olduğunu bilmiyen yoktur. Dolayısıyla bu sözü ancak kâfirler söyleyebilir.
Başka bir ifade ile böyle söyiiyenler kâfir olur.
Ehl-i küfür mezkur söz ile kalblerinin karanlığını fark
ediyorlar. Kendi karalarını bir örtü olan çarşaf aynasında görüyorlar. Bu
zalimler, örtünmeye karşı oluşlarına çarşafı kalkan ediyorlar. Güneşle olmazsa
elektrik ışığıyla yanarak kararmaktan yana olan dişiler mü si uman kadının
bayrağı Örtüsünün renginden hep böyle şikayetçi olmuşlardır.
Hâsılı, çarşafı görünce kalblerinin karardığını
söyliyen-lerin kalbleri ne zaman ak oldu ki de, çarşafı görünce kararmış olsun.
Zaten vicdanları gibi kalbleri de hep zifiri karanlık. Cenab-ı Hakk, Ümmetin
kalblerini kararmaktan korusun ve kurtarsın...
[311]
535-"Dördüncü Murat İçkiyi Yasakladı."
•Bu sözün söylenme biçimi hatalı gibi görülüyor. Şöyle
söylenirse daha isabetli olur kanaatmdayım:
"4*üncü Murat Allah'ın yasakladığı içkiyi içmekten
insanları men etti. Bu yasağı çiğnemeyi yasakladı."
Zaten mezkur ifadede kastedilen mânâ da budur. Ancak
ifadeyi net söylemek kişiyi muhtemel tehlikelerden uzaklaştırı. Cenab-ı Hakk
bizleri her çeşit tehlikelerden korusun ve kurtarsın... [312]
536- "Allah Akıl, Dağıtırken Sen Nerede İdin?"
•Alın size tehlikeli sözlerden biri daha. Küfür söz
olduğu ayan beyan belli. Allah (c.c.) mahallede çocuklara kendini sevdirmek
için şeker dağıtan dedeye benzetilmiş. Biri şeker dağıtıyor biri de akü!
Fesübhanallah..
Şu hâle bakınız, ele avuca alınır tarafımız kalmamış.
Dilimizin söylediği öyle. Kulağımızın duyduğu öyle. Gözümüzün gördüğü öyle.
Attığımız adım öyle. Bütün bunlar bizim İslâm çizgisinin dışında olduğumuzu
göstermiyor mu?
Şimdi, bu açığımızı kapatmak için bütün maharetimizi
savunmaya kullanıyoruz. Bazıları bana diyorlar ki:
- Öyle şeyler yazmışsın ki, onu konuş günah, bunu konuş
günah. Peki ne konuşalım?
Bu mantık müslüman mantığı değil. İllaki birşeyler
konuşmak için mi konuşmak lâzım. Gevezeliğe niçin ihtiyaç duyuluyor. Kaldı ki,
biz konuşmayın da demiyoruz. Konuşun. Konuşun da ne konuştuğunuzu bilin,
diyoruz.
Herşeyimizi İslâm ile ölçmek durumunda değil miyiz? Alın
size başlıkta zikrettiğimiz mezkur söz. İslâm ile değerlendirin bakalım bu
sözü. Buyurun karşınıza ne çıkıyor.
Efendim benim maksadım bu değil. Bu değilse maksadını
anlatacak ifadeyi niçin kullanmıyorsun da seni uçuruma sürükleyen sözleri
söyleyip duruyorsun? Bunu anlainak mümkün değil.
Herkes Allah'ı Peygamberi çok iyi tanısın. Zamanımız
insanları Allah'ı da Peygamberini de tanımıyorlar. Bunları tanımak için
isimlerini, sıfatlarını çok iyi derecede bilmek lâzım. Kaç müslüman Allah
(c.c)nün isimlerini, sıfatlarını söyleyebilir? Bu göz ardı edilmemelidir.
Allah'ın kudret ve İrade sıfatlarını bilen bir kişinin mezkur ifadeyi
kullanması mümkün değildir.
Bakıyorsunuz herkes ulu orta konuşup duruyor. Niçin?
Meselenin ciddiyetini bilmiyor.İşi ciddiye almıyor. Sonra da ben cahilim diyor.
Cahil, cahiliyete köle olmaktır. Şeytanın maskarası olmaktır.
Hâsılı, mezkur sözü Allah (c.c) nün Kudret ve İrade
sıfatlan ışığında incelerseniz, bu sözün insanı küfüre götürdüğünü ayan beyan
göreceksiniz. Gevezelik edeceğim diye ileri geri konuşmak cehennemdeki yerini
hazırlamaktır. Cenab-ı Hakk3 bizeri cehennem götürecek sözleri sarfet-mekten ve
fiilleri işlemekten korusun ve kurtarsın... [313]
537-"Kadın Teni" Diyorlar.
•Bu kadar ahlâksızlık olmaz. Buna dobra dobra
şerefsizlik derler. Kadın bu derece pörsüleştirilmemeli. Onlar bizim anamız,
bacımız, hanımımız, teyzemiz, halamız,. Niye bunların varlıklarını
şehvetlerimize ciğer yapıyoruz, ya da yapanlara müsade ediyoruz. Ayıp değil
mi?
Yemeklerine "Kadın budu köfte" kokularına "Kadın teni",
sebzelerine "Ayşe kadın", çiçeklerine "Kaynana dili", böceklerine "Kara Fatma"
diyen bir toplum haremi ismetine nasıl hakim olacak. Bütün bunlar, toplumun
namus anlayışının ibresidir.
Kokular isimlerini renklerden, renkler de meyva ve
çiçeklerden alır. İşte kokular: Gül kokusu, Zambak kokusu, Nilüfer kokusu, nar
çiçeği kokusu, Leylak kokusu ve bir de Haceru'l-Esved kokusu...
Şehvetlerini kendilerine put edinenler, malum kokulara
ilâveten, onlar da bir çeşit kokuya "Kadın teni kokusu" diye bir koku çeşidi
uydurmuşlar, İnsan utanır bunu söylemeye. Kadın-erkek utanmadan bunu
söyleyebiliyor s a söyleyenlerin utanacak bir şeyleri kalmamış
demektir.
Hâsılı, bu yakıştırmayı hiçbir müslüman söylememeli.
Söyleyenlerde ikaz edilmelidir. [314]
538- "Ali Okulu" Diyorlar.
•Bilindiği gibi, Türkiye'de okuma-yazma bilmeyen
erkeklere askerlik görevine gittikleri zaman kışlalarda oku-ma-yazmayı
öğretiyorlar. Orada bu kişilere ders verilen okullar var. Kim dedi ise bu
okullara "Ali okulu" demiş.
"Ali okulu" cahil, cühela, edebten, terbiyeden, görgüden
uzak, herşeyden habersizlerin bulunduğu okuldur. Her yerde horlananların ders
gördüğü, okuma-yazma öğretilmeye çalışılan yere "Ali okulu"
diyorlar.
Niye "Ali okulu"? Yokmu başka bir isim? Var. Lâkin
özellikle bu isim kullanılmış. Çünkü Hz. Ali Hz. Peygamber Efendimizin
amcasının oğlu, damadı, seçkin sahabelerden ve 4 büyük halifeden biri.
Kendisiyle ilgili ilim hakkında Peygamberimizin övgüsüne mazhar olmuş
sahabelerin de birincisidir. Kendisiyle ilgili Hadislerden biri de şudur:
Peygamberiniz: "Aİi, ilmin kapssıdır" buyurmuştur. Sırf Efendimizin hadislerine
muhalefet olsun diye ve Hz. Ali (r.a)yi rencide etmek için adı geçen yerlere
"Ali okulu" denilmiştir. Buralara verilen ismin tesadüfi olması düşünülemez. Bu
bir hin oğlu hinliktir. Peygamber (S.A.V) Efendimizin:
"Allah'ım! Ben Ali'yi seviyorum, sende onu sev.." diye
duâ ettiği bir zâtı ve ismini horlamak için, onu cahil, cühela, âdâbtan uzak
göstermek Öyle hatırlatmak için malum yerlere bu adın verilmesi ve müslümanî
arın da bu karalamaya katılması son derece üzücüdür.
Ahirette bu büyük zatlarla beraber olabilmenin yolu
onların idealiyle yaşamak ve onları sevmektir. Çocuklarımıza Hz. Ali (r.a) yi
tanıtamadığımız, onlara O'nun kahramanlığını anlatmadığımız için onlar
başkalarım kahraman sanıyorlar. Okullara sahabeleri tanıtma dersi konulmalı,
askerlik ocaklarında Hz. Ali'nin kahramanlığı, cangâverliği, Allah'ın Arslan'ı
unvanına nasıl nail olduğu anlatılmalıdır. Yoksa Hz. Ali'ye, O'nun taşıdığı ruha
o ismi zikrederek düşman olmak kimseye bir şey kazandırmaz, aksine
kaybettirir.
Cahil, cühelaların bulunduğu yere "Ali okulu",
böceklere "Kara Fatma", abdestîiklere "Lavoba", kokulara "Kadın teni",
çiçeklere "Kaynana dili" renklere "Şampanya rengi" yemeklere "Kadın budu köfte"
demeleri kesinlikle tesadüfi değildir. Fler biri bir hinoğlu hinlikle seçilip
söylenmiştir. Onlar söyledi diye biz de mi söyliyeiim? Hayır! Direnelim..
Onların maskeli suratlarının arkasındaki gerçek çehrelerini tanıyalım ve
tanıtalım.
Hâsılı, malum müesseselere "Ali okulu" demeleri Hz. Ali
(r.a)in şahsını karalamak, O'nun yüceliğine gölge düşürmek içindir. O'nun için
'Hmin kapısı Ali'dir." Buyrul-muş, kendisine "Allah'ın Arslam" unvanı
verilmiştir. Biz müslümanlar kötü niyetli insanların karalamasına katılmayalım.
Cenab~ı Hakk, ümmeti Sahabe-i Kiram hakkında kötü söz söylemekten, onlar
hakkında kötü düşünmekten korusun ve kurtarsın.. [315]
539-"Emekli Olduktan Sonra Şu Cuma Namazlarına Gideyim Dedim."
•Yukarıdaki ifadeler T.C'nin 7'inci Cumhurbaşkanı Kenan
Evrenin sözleridir. Bu söz bu kadar ile bitmiyor. Malum zat devamla diyor
ki:
"Sonra düşündüm. Bazıları diyeceklerdi ki: Haa ölümü
yaklaştı ya şimdi medet umuyor. Diğerleri de, gördünüz mü zaten mürteci idi,
diyecekler. Onun için gitmedim. Ahirette niye kılmadın diye sorulursa,
(Allah'a) sen bu tip insanları yarattın da onun için kılmadım diyeceğim,"[316]
Aslında bu malum kişi ile ilgili hiç birşey
yazmayacaktım. Maalesef bu kitabımızın 3.cildinin 23O.cu sahifesinde mezkur
kişinin nutuklarını didikleyip, nevzuhur ifadeleri alıp, bizleri yönetenlerin ne
kadar ne olduklarını ibretle gözler Önüne sereceğimizi yazmıştık. Ne bilelim bu
kadar vakit harcamaya değmez olduğunu. Şahsen bir iki konuşmasından sonra bu
konuşmaları ciddiye almamış ve takip de etmemiştim.
Kasım-1986-Kasım-1987 arası konuşmalarının toplandığı
kitaba bir miktar göz gezdirdim. Sinirlerim bozuldu, bıraktım. Konuşmalarda, her
müslüman gibi beni de rahatsız eden kokular midemi bulandırdı.
Buna rağmen teker teker hepisini ele alayım, dedim.
Baktım özetle de olsa beş ciltlik kitap olacak, Dostlarla tişarede bulundum. Düşündüm. Sonunda, bunlarla meşgul
olmak abesle iştigal olacağına karar vererek bundan vaz geçtim.
Ancak, böyîe bir tek yazıyla, özetle de olsa birşeyler
anlatacağıma inanıyorum.
Şu hâle bakın, ne diyor bu adam:
"Dünyanın yaratılışında bile adaletsizlikler olabiliyor.
Allah adaletsizlik yaparsa, kulları yapmaz mı?" Şu ifadeyi bir müslümanm hiçbir
zaman söylememesi, hatta işittiği zaman ürpermesi gerekir. Maalesef bu adam
zaman zaman bu ve benzeri sözleri söylemeyi huy haline getirmiştir.
"Allah bile hata eder" diyen de bu adamdır.[317]
Döneminde başörtüsüne savaş açmış devletin kurumlarını
bu savaşta başarıya ulaştırmak için harekete geçirmişti.
"Kadınlar saçlarını yemek yaparken yemeklerin içine saç
gitmesin diye örtmüşler. Bu âdet o zamandan beri sürmüş gelmiş, Kur'an'da baş
örtüsü ile ilgili hiç âyet falan yok."
Birbaşka yerde aynı telden çalıyor:
"Turistler bizim Anadoluya geliyorlar. Buralardaki
kapalı kadınları görünce bu ülkeyi gelişmemiş ülke olarak düşünüyor ve Avrupa
Ekonomik topluluğuna koymamak için ellerinden gelen gayreti sarfediyorlar.'[318]
"21. asra girerken Paris gibi bir yerde bal helâl
mıdır-haram mıdır? münakaşası yapılıyor. Ben o din adamlarına buradan
sesleniyorum: Böyle bir tartışma yapacağınıza müslüman ülkelerin gelişmiş
ülkeler seviyesine nasıl yükseleceği konusunda fikir oluştursunlar. İşte bu
geri kalmış fikirler bizi bu noktalara
götürdü"[319]
Allah (c.c) için söyleyin, dünyada böyle bir tartışma
duydunuz mu?
Alın size bir iftira daha:
"Çarşaflı kadınlardan bana mektuplar geliyor. Aman paşam
memleketi kurtardınız. Bizi de şu zorla giydirildiği-miz çarşaflardan kurtarın.
Giymek istemiyoruz zorla giydiriyorlar."
Bu sözler Türkiye'nin kaderinde on yıla yakın bir süre
önemli rollerden birini oynayan bir "devlet adamı"nın sözleri vah Türkiyem
vah.'... Ne kadar da talihsiz missin sen.
Şu sözler de onun:
"Anayasa Kuran. Devlet İslâm olmalıdır. Onların bütün
amacı budur. Anayasaya ne lüzumu var efendim. Kur'an-ı Kerim var. İşte anayasa
budur. Onlara göre kanun koymak Allah'a karşı savaş açmak demektir. Kanun da
olmayacak. Eskiden olduğu gibi kes kafasını, hırsızlık yaptı kes elini, zina
yaptı, şunu yaptı bunu yaptı vur kırbacı[320]
"Eğer çağdaş ülkeler seviyesine gelmek istiyorsak
geçmişin hurafelerinden kurtarmamız lâzımdır.[321]
"Süleymancılar var bir de OnJar için peygamber
Süleyman Tunahan Efendi Hazretleridir. Öldü gitti.'[322]
Dilerim Allah'tan kafana Süleyman Efendi kadar taş
düşsün. İftiranın böylesine de pes doğrusu. İnsan bu seviyeye düşemez.
Süleymancı dedikleri bizim ehl-i sünnet inancına mensup müsîürnan kardeşlerimiz.
Hiçbirisinin iddia edildiği gibi bir inancı yoktur. Ne acı ki, bizi bu seviyesi
bileolmayanlar yönetiyor, maalesef.
Devamla diyor ki:
"Ülkemiz için komünizm ne kadar tehlikeli ise, geriye
gidiş (şeriat) da o kadar tehlikelidir[323]
"Ülkemize şeriat düzenini getirmek isteyenler var.
Fakat bunlar muvaffak olamayacaklardır. [324]
Antalya'ya gittiğimde, efendim şurada yurt vardı görmek
ister misiniz dediler. Göreyim dedim, içine girdik. Güzel ama girer girmez
abdest almak için takunyalar şunlar bunlar var. Mescid yar. Bunlar mahkemeye
verilsin dedim. Ankaraya döner dönmez hemen, ilgililere emir verdim, mahkeme
çabuklaştırildı ve mahkum oldu bunlar. Mallarına da el konuldu.'[325]
"Ben şeriatçıların üzerine gittim. Her türlü tehlikeyi
göze alarak daha da gidiyorum,[326]
1974 yılında MSP.li milletvekillerinin öncülüğünde
milletvekillerince Orta Doğu Teknik Üniversitesinde İslâm Kültür Merkezi
kurulması için bir dernek kurulmuş. Bunun için her türlü finansmanlar temin
edilmiş. İş başına geldiğimizde bizzat O.D.T.Ü. giderek derhal durdurulsun
dedim. Ve durdurdum.'[327]
"Sevgili Kangal'lılar!
Biraz evvel bana birisi Kangal köpeklerinden ikisini
hediye etti. Kangal köpekleri dünyaca meşhur köpekler arasına girmiştir. Kangal
köpeğini tanımayan yok şimdi. Köpek sevimli bir hayvandır. Yabancı ülkelerde her
evde köpek beslenir. Hediye edilen köpek yavrularından dolayı da teşekkür
ederim, bana büyük bir hatıra olacaktır.'[328]
"Ben arada sırada bazı vatandaşlarımı ikna edebilmek
için âyet okurum. Bunu bazı yazarlar tenkit ediyorlar. Cumhurbaşkanı âyet okumaz
diyorlar. Ben bunu vatandaşımı inandırmak için yapıyorum. [329]
"Halkın isteği ile Demokratı Parti iktidar oldu.
Türkçe-ye çevrilen ezanı, aslına iade etti. Halk da bunu göz yaşları içinde
sevinçle karşıladı.
Türkçe okunan ezanın arapçaya çevrilmesi benim gibi
Atatürkçü subaylarda bazı kötü tesirler meydana getirdi. Grencilere taviz
veriliyordu.
Ezan Türkçe olsa ne olur, Arapça olsa ne olur. Nihayet
vaktin geldiğini bildirerek namaza çağırmaya yarar.
Aslında Türkçe ezanlar yerleşmişti. Arapça aslına
çevirerek yobazlara taviz vermeye ne gerek vardı."[330]
Bu alıntıların tamamı İglâmi yaşantı, sakal, başörtüsü,
çarşaf, ezan ve Kur'an'a kinini kusan K. Evren'e aittir. Bir zaman gelecek bunun
da cenaze namazını kıldıracak "imam" ve namazını kılacak "müslümanlar" çıkacak.
Yazık! Hem de çok yazık.
Bu iğrenç tavır bu herifin sadece dini cephesinin bir
kesiti. Milli yönünden de iki misal vereceğim: O, anılarını neşretti. Bir
yerinde diyor ki: "Kıbrıs meselesi sonuçlan diril amadi. Karşı tarafın isteği
toprak fedâkârlığı yapılamıyordu. Necmeddin Erba-kan hükümetlerde ortak
iken:"Kan dökülerek alınmış toprakların bir karışı bile geri verilemez" diye
tutturmuştu. Herekâttan sonra bir kısım toprak ile Maraş bölgesi verilseydi o
tarihte bu iş hallolacaktı."
Dikkat çekici olan, Kenan Evren'in bu satırları, Kıbrıs
Harekâtından hemen sonra veya kendisinin Kara Kuvvet-
leri Komutanı olarak görevde bulunduğu anlatılan
dönemde değil, bir süre Genelkurmay başkanlığı, üç yıl devlet başkanlığı ve
yedi yıl cumhurbaşkanlığı yaptıktan sonra kaleme almış olması. Buradan varılması
gereken tabii sonuç da, Kenan Evren'in, bütün bu görevleri süresince, devletin
ve ülkenin yaran konusunda, bazılarının zannettiği gibi titiz davranmadığı
olacak..
Muhtemelen bugün, içinde bulunduğumuz sorunlu ortam,
Türkiye'nin seksenli yıllarında Kenan Evren damgasını taşımasından
kaynaklanıyor.
Anıların bu bölümünü gazetede okuyan Yunanistan ve
Kıbrıs Rum Kesimi yetkilileri, sanıyoruz, kaçırdıkları fırsata epey yanıyorlar
dır... Demek biraz bastırsalardı, Kenan Evren, hem istedikleri toprak tâvizini
kendilerine verecek, hem de 1974 yılından beri kapalı duran Maraş bölgesini
terkedecekti."
KEvren'in anılarını okuyanlar canını onun emirlerinden
zor kurtardığını ürküntü ile anlayacaklardır. Anılarında diyor ki:
"Milli Güvenlik Konseyi üyelerinden her hangj, birine
suikast yapılır ve öldürülürse, yerine en kıdemli arkadaşımın almasını ve beni
öldüren örgütün bütün üyelerinin derhal öldürülmesini emrettim"[331]
Oh ne alâ! Savcı kendisi, hakim kendisi, infaz memuru
kendisi. Mahkemeler alelade insanlar için olsa gerek.
Bir emirle öldürtmek fikri hangi devirde hangi rejimde
olabilir? İşte garabetler ülkesi haline getirilen ülke Türkiye.
Baş tarafta da zikrettim, bunların hiçbirisini
yaz-mıyacaktım. İki sebeple konuya girdim. Bir, daha önce yazacağımı vaad
ettiğim için. İki, başlık yaptağım cümleler bana Ebu Cehil'in sözlerini
hatırlattığı için.
Ebu Cehil çevresindeki bazı insanlara diyordu ki: - Ben
İslâm'ın hak din, Muhammed'in de hak peygamber olduğunu biliyorum. Ancak, bu
bildiklerimi imân etmiş olarak açıklıyamıyorum. Eğer açıklarsam insanlar, bak
bak o da korktu müslüman oldu, öleceğini anladı da müslüman oldu, derler; beni
kınarlar diye müslüman olamıyorum dediği, kaynaklarda zikrediliyor.
Bu iki sözün benzerliği dikkatimi çektiğniden ve bu iki
sebepden dolayı konuyu ele aldım. Daha Önce de ifade ettiğim gibi, abes ile
iştigal etmekten de cidden korktum.
Hâsılı, Habiî ile Kabil olayından bu yana zihniyetler
arasındaki farklılık bütün hızıyla devam ediyor. Ancak, sakim zihniyet sahibi
olanların dünyada söz sahibi olması, hayatı yaşanılır olmaktan çıkarıyor.
Müslümanlar tembellikten kurtuldukları gün, fasıkîarm iktidarları da bitmiş
olacaktır. Cenab-ı Hakk, ümmeti kâfirlerin küfründen fasıkîarm fışkından,
facirîerin fücründen, zâlimlerin zulmünden, eşkiyalann şakiliğinden korusun ve
kurtarsın... [332]
Cevaplar
Bundan önce yayınlanan ilk üç kitabımızı okuyan
okuyucularımdan binlerce mektup aldım, telefon konuşmaları yaptım. Çeşitli
suallere muhatap oldum. Bunlardan bir çoğunu muhataplarıma mektupla veya
telefonla cevapladım. Umumu alâkadar edenlerine burada da
değiniyorum.
Hayırlara vesile olması dualarımla... [333]
540- Aksaray-Eskil'den İmdat Elik:
"Peder: Türkiye'de baba kelimesi ile eş anlamda
kullanılıyor. Filirnlerde dujoıyoruz: Hıristiyanlar papazlara peder diyorlar.
Yahudilikte peder kelimesinin "Koca domuz" mânâsına geldiğini duydum. Bu konunun
doğrusunu Öğrenmek istiyorum" diyor.
Cevap: Peder:
Farsça bir kelime olup baba mânâsmdadır. Baba kelimesi de farsçadır.
Mâder: Ana mânâsındadır ve farcadır. Ana kelimesi de
meşakkat, güçlük, zorluk mânâsına gelir ve bu kelime de farsçadır.
Valide: Arapça bir kelime olup doğuran mânâsma gelen ana
sıfatının karşılığıdır. Valideyn yine arabça olup ana-baba karşılığında
kullanılır. Valide Osmanlılarda padişahların anneleri hakkında kullanılan bir
tâbir idi. Bu tâbir ilk defa Üçüncü Murat tarafından anasına söylenmiş ve sonra
da umumileştirilmiştir. .
Bir de Hâtûn kelimesi var. Bu kelime Osmanlılarda ve
diğer eski Türklerde kibar kadın mânâsında kullanıîmış-
tır. Bu tâbir Türkiye'de bazı yörelerde ana, bazı
yörelerde kadın, bazı yörelerde de erkeğin kendi karısı için "benim karı"
mânâsında kullanılır.
Bu kısa açıklamadan sonra biz yine peder kelimesine
dönelim. Yukarıda zikrettik. Bu kelime farscadır. Baba kelimesinden başka
mânâsı yoktur. Hıristiyanların kullandıkları Peter (ortadaki harf T dir)
şeklindedir. Bu da düz mâden levha mânâsmdadır. Fakat onlar bunu papaz
anlamında kullanıyorlar. Aslında "Papa" kelimesi İtalyanca baş papaz mânâsında
bir kelime olmasına rağmen onlar bu kelimeyi farsça baba kelimesinden türeterek
dillerine adâbte etmişlerdir.
Hâsılı peder kelimesi baba kelimesi gibidir. Peder
kelimesi de baba kelimesi de farscadır. Demek ki, Peder kelimesini kullanmakta
hiçbir sakınca yoktur. [334]
541- İstanbul/Üsküdar'dan Selâmi
Yıldırım:
Ramazan ayında ve mübarek gecelerde şehirde
dolaştığımızda birahane, pavyon ve benzeri melanet yuvalarının kapılarında veya
camlarında "Ramazan ayı münsebe-tiyle kapalıyız" ya da "Kandil dolayısıyla
kapalıyız"
gibi yazılar asılı. Bu melanet yuvalarını çalıştıran
melanet insanların niye böyle yaptıklarına arkadaşlarımla bir türlü akıl
erdiremedik. Düşüncelerinizle bizi aydınlatırsanız çok memnun oluruz. Hürmet ve
hayır dualarımızla... diyor..
Cevap:
Bilindiği gibi, uzun yıllar ülkemizde insanların
bozulması için resmi-gayri resmi yollardan yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Buna
rağmen insanlarımızın kalbinden imânları tamamen sökülüp atılamamıştır. Bunun en
bariz örneği sizin zikrettiğiniz husutur. Bu insanlar haram içinde ve Allah'a
isyan halinde olmalarına rağmen, kalblerin-deki imân kırıntısı onları, mübarek
gecelerde dine olan saygılarını harekete geçirmektedir.
Bu insanlara, İslâm'ın bizatihi kendisi anlatılmalıdır.
Gerçekler duyurulmalı, bulundukları ortamın ve yaşadıkları hayatın İslâm'dan
olmadığı anlatılmalı.
Sizlere bu kitabımızda yer alan 453 nolu başlıkla
zikredilen "Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır" yazımızı yeniden okumanızı
tavsiye ederim. Orada, bu melanet yuvası insanlarının istatistiki özelliklerini
göreceksiniz. Bunların durumu böyledir işte.
İnsanlarımızı çirkin hayata iten düzen bu düzenin
kurumları maarif, televizyon, radyo, gazeteler, aile tarzları, dünya görüşleri
sorgulanmalıdır. Asıl suçlu bunlardır; bu dümenin başmdakilerdir. Önce bunların
üzerindeki lânetliği kaldırmak lazım. Bunun yolu da İslâm'ın hayata hakimiyeti
iledir, bizler bunu gerçekleştirelim.
Herkes bilmeli. Herşeyimiz Allah (c.c) içindir. Kurban
keserken söylüyoruz ya: "Ya Rafobi! Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim,
hayatım ve Ölümüm senin içindir. Senin ortağın yoktur.[335]
Bu gerçek herkese ulaştırılmalıdır.
Hâsılı, bahse komi olan cümlede görüldüğü gibi,
insanlar ne kadar dinden uzak yaşasalarda kalblerinın sesini duyup, gerçeğe
yönelebiliyor}ar. Bize düşen kalblerde kül-lenen imâm alevlendirmek için
harekete geçmektir. Allah (c.c).nün rızası da bu hareketi gerçekleştirenlerin
üzerindedir. Cenab-ı Hakk, mü'minleri bir an bile gaflete dalıp helak olmaktan
korusun ve kurtarsın... [336]
542- Zonguldak/Devrek'ten Saime Yiğit:
Benim yaşadığım ortamda insanlar yemin ederken: "Allah
çarpsın" diye de yemin ederler. Geçenlerde bir arkadaşım böyle yemin edince
orada bulunanlardan birisi, böyle yemin olmaz. Bu söz yemin değildir. Ayrıca
böyle söylemek de büyük vebal vardır, dedi. Bu sözün mahiyetini açıklamanızı ve
çalışmalarınızda muvaffakiyetinizi diliyorum.
Cevap:
•"Allah çarpsın" sözü memleketimizde yemin kastıyla
söyle nmekte dir.
Yemin, ya Allah-u Tealâ ile veya Rahman, Rahim gibi
isimleriyle yapılır. Bunun dışında örfen kendileriyle yemin yapılan Kur'an-ı
Kerim üzerine ve buna benzer şeylerle de yemin tahakkuk eder.[337]
Mezkur söz de örfen birçok yerlerde yemin haline geldiğinden söylenildiğinde
yemin gerçekleşmiş olur. Aksi hal vukua gelince keffaret gerekir.
Hata, lâtife ve şaka ile de yemin gerçekleşmiş olur.
Yeminin şakası yoktur. Müminler yemin hususunda çok dikkatli olmak
zorundadırlar. Cetıab-ı Hakk, mü'minleri olur olmaz herşeye yemin etmekten
korusun ve kurtarsın... [338]
543-Danimarka'dan Abdulhamid Düzenli:
Halk arasıda çok söylenen sözlerden biri de "Erkek ol,
karı gibi olma" sözüdür. Bu söz Cenab-ı Hakk'ın erkeği erkek kadını da kadın
olarak yaratması hikmetine zıt değil mi? diye soruyor.
Cevap: Bu çok
yanlış bir tanımlamadır. Müslüman muttaki bir hanımefendi ile günahkâr ve kâfir
bir kadını bile aynı kefeye kovmak büyük bir hatadır. Mezkur sözün mânâsı,
kadınlar cesaretsiz, korkak ürkek, hiçbir zaman için kendisine güvenilmeyen
kimseler demektir. Halbuki bir müslüman için ister erkek, ister kadın olsun bu
sıfat caiz değildir. Bu münafıkların vasfıdır.
Her müslüman emindir. Bugün şayet bir kısım müsiü-manlar
emin değillerse, üzerlerinde münafıklık alâmetiyle yaşıyorlar
demektir.
Şu kuralı da Unutmayalım: Kadınını yetiştirmeyen
toplumun erkekleri kancık olurlar. Kancık tabiatlı olduktan sonra erkek olmuş
kadın olmuş neye yarar. Toplumu önce kancıklık vasfından kurtarmak lâzım. Bunun
yolu da, İslâm'ın kurallarına göre yaşanan bir hayatı, hayat olarak yaşamaktır.
Bunu başaracak müslümanlara ihtiyaç var. Gelin biz, o müslümanlar olalım.
Vazifemiz de budur. [339]
544- Nevşehir'den İbrahim Yayla:
Türkiye'de en çok söylenen sözlerden biri de, evlenen
kızlar hakkında söylenen:
"Falancamı! kızını aldım" veya "Kızımı sattım", gibi
sözlerdir, ,
Bu sözlerden kadının bir eşya veya bir mal gibi olduğu
anlaşılıyor. Böyle bir ifade insanı mesuî duruma düşürmez mi? diyor.
Cevap: Biz bu
sözleri daha önce de ele aldık.[340]
Sorunuz münasebetiyle ve önemine binaen kısaca yeniden değinelim:
Mezkur ifade çok çirkin ve insanı eşya seviyesine
indiren bir sözdür. Başlık parası da haramdır.[341]
İnsan en güzel şekilde yaratılmış [342]
en mükerrem varlıktır.[343]
İnsan hiçbir zaman madde ile ölçülemez. Maddeye âlet de
edilemez. İnsanları alıp-satmak zulüm düzenlerinin geliştirdiği bir
mantıksızlıktır. Zalimler, çiklet sakızından araba lastiği reklâmlarına kadar
kadını kullanmışlardır. Kadının duygulan sömürulmüş, bedenleri alınıp
satılmıştır. Hainler kadını şehvet unsuru olarak görmüşler ve şehvet, zina
tüccarlığını "En çok kâr getiren" meslek hâline getirmişlerdir.
Kadım bu zâlimlerin şerrinden kurtaracak tek reçete
Kur'an'dır. Kadın, lâyık olduğu mevkiye Kur'an'a göre yaşadığı an
kavuşacaktır.
Müslümanlar da "Kız aldım, sattım" demek yerine faanca
kızı oğlum üe evlendirdim veya kızımı filanca ile evlendirdim demeleri daha
uygundur. Yine aynı temenniyi tekrar edelim: Cenab-ı Hakk, ümmeti hatâların her
çeşidinden korusun ve kurtarsın.. [344]
545- İstanbul/Üsküdar'dan Rabîa Pak:
Son zamanlarda 'Yârınlarınızı garantiye alın" diyerek
"Hayat sigortası" diye bir şey çıkarıldı. Bankaların çıkardığı "Hayat
sigortası", 'Yaşam sigortası" gibi yerlere sigortalanmanın itikadi sakıncası var
mıdır?" diye soruyor.
Cevap:
Faiz müesseleri halkın elindekini bankaya çekmek için
her türlü oyunlarını sergiliyorlar.
Bir banka "Yaşam sigortası" adı altında bir oyun ortaya
attı. Bu oyunda şu kadar para ile çocuğunuzun geleceğini güvence altına
alabilirsiniz, reklâmını yapıyorlar. Buna ilginin hayli fazla olduğu haber
veriliyor. Hatta ev halkının tamammı sigorta! an dır anî ar bir hayli yüksek
rakamlara ulaşıyor.
"Yarını güvence altına almak" şirktir. Ne adı altında
yapılırsa yapılsın bu tatbikatıyla farkı yoktur.
Allah (c.c) bizden yarın için ibâdet istemiyor. Ancak
yarınki rızkımızın kefili olduğunu bildiriyor. Yarınki rızık için endişelenmek
şirktir. Allah (c.c)'nün vaadlerinden şüpheye düşmek, kuşkulanmaktır bu. İşte
"Yaşam sigortası" denilen şey de bu kuşkunun dışa vurulmasıdır.
Cenab-ı Hakk, bizi şirke götürecek herşeyden korusun ve
kurtarsın... [345]
546- Edirne'den İbrahim Kutlu:
"Faiz olmadan bu devirde yaşanmaz" diyenler
var.
Bu inanç küfür değil mi?" diye soruyor.
Cevap:
Biz bu konuyu aynı isimli kitabımızın l.ci cildinin
313.CÜ sahifesinde ele almıştık. Oraya yeniden bakmanızı tavsiye
ediyorum.
Kur'an-ı Kerim'de "Hakim" kelimesi geçer. Bu kelime,
Allah'ın 99 isminden (Esma-i Hüsna'dan) biridir. Mânâsı: Herşeyi yerli yerince
yapan, yaratan anlamındadır. Kur1 an hakkındaki mânâsı: İfade ettiklerini yerli
yerince va'zeden, yegâne doğruyu açıklayan demektir. "Faiz olmadan bu asırda
yaşanmaz" diyenler bu Hâkim ism-i celili-nin kapsadığı mânâya inanmamışlardır.
Kuran nizamının dışındaki düşüncelere sahip herkes, müslümanlık vasfından
uzaklaşmıştır. Bunlar şer güçlerin askeri olmuşlardır.
Zamanımızda, bunların tahribatını konuşmanın da pek
faydası olmuyor. Akü misali. Boş aküyü fişe takıyorsun, veriyorsun ceryanı,
çekiyorsun fişi bakıyorsun ki akü yine boş. Takıyorsun boş, çekiyorsun yine boş.
Niye böyle? Çünkü bu millet haram yiyor. Haram hakkı yaşamaya müsade etmez.
İnsanı Hakk'tan koparır.
Faiz hadleri düşük olduğu zaman, faiz helâl diyen
yoktu. Şimdi faiz nisbetleri yükseltilince herkes fetva veriyor: Diyorlar ki:
"Bu kanunlarla tesbit edilip devletçe veriliyor. Dolayısıyla bu faiz değildir."
Bunlar Allah ve Rasulüne harb açıyorlar. Helak olmaya mahkumdurlar. Cenab-ı
Hakk, ümmeti bu derekeye düşmekten korusun ve kurtarsın... [346]
547- Çanakkale'den Safiye Sulandırmaz:
Dikkatinizi çekti mi bilemiyorum. Memleketimizde,
uğraşılan işin bıktırıcılığmı ifade etmek için "İüa'llah dedirtti" cümlesi çok
kullanılıyor. Hergün defalarca hepimiz bunu söyleyip duruyoruz. Bu cümlenin
mânâsını arapca bilen bir kardeşime sordum. Söylediklerini duyunca vücudum
titredi. Tevbe ettim. Şimdi böyle bir söz söylememeye dikkat ediyorum. Bu
cümleyi açıklarsanız bana ve benim gibi herkes için faydalı olacaktır,
diyor.
Cevap;
Benim de bu ifade dikkatimi çekiyordu. Çoklarını ikaz
ettim. Konuyu yazmak için programa almıştım. Sizin de hatırlatmanızdan son
derece memnun kaldım.
Gelelim mezkur cümleye:
Bu kelimenin arapça yazılışı Şeklindedir. Aslında bu,
tam cümlenin ikinci yarısıdır.
Bunun mânâsı "Allah'tan başka ilâh yoktur" şeklindedir.
Lâilahe (=iîâh yoktur) illallah (=Ancak Allah vardır) cümlenin izahı
bu.
Halk arasında söylenen ikinci yarısıdır. Deniyor ki: "Bu
beni canımdan bezdirdi. Bıktım gayri. O kadar üzerime geldi ki, beni sıkboğaz
etti. "Benim Allah falan diyeceğim yoktu. Bu beni zorladı. Öyle zorladı ki,
canımdan falan bezdim. Sonunda bana zorla
Allah dedirtti". Cümlenin özü özeti bu. Tabii ki, bu şekliyle insanı sallıyor,
dehşete düşürüyor. Sonunda "Neler söylüyoruz da farkında değiliz," demek
zorunda kalıyoruz.
Aslında bu ifade bugün karşımızdakine "senden bıktım"
düşüncesini dışa vurmak için söyleniyor. Dilimize nasıl girdi bilemiyoruz.
Fakat çok eskiden beri kullanıldığını zannediyorum. Muhtemeldir ki, uğraşılan
insan veya uğraşılan işin bıktırıcı bir noktaya varması sonucu "Bu bana ders
oldu, Allah <c.e) boş işlerle uğraşmak yerine kendisine yönelmem için bana
frrsat verdi." mânâsında kulamlıyor. Ama doğru kullanılmıyor. Bu mânâyı ifade
eden sözle maksadı ortaya koymak lâzım. Kullanıldığı şekliyle ters ve son derece
tehlikeli noktaya götürür insanı. Dikkatli olmak lâzım.
Hâsılı, bizi zorda bırakacak sözleri mânâsı güzel de
olsa münasebetsiz vaziyetle söylememek lâzım. Cenab-ı Hakk, bizleri
münasebetsiz söz ve fülefi söylemekten ve işlemekten korusun ve
kurtarsın...
Sahabeleri Peygamberimize:
- İnsanların cennete girmelerine en çok sebep oian nedir
yâ RasulâZîah? dediler. Peygamberimiz:
- Allah'tan korkmak ve güzel ahlaklı olmaktır,
buyurdu.
- İnsanların cehenneme girmelerine en çok sebep olan
nedir? dediler. Efendimiz:
-İnsanın ağız ve avret yeridir, buyurdu. [347]
548- Yozgat'tan Şelâmi Yıldırım:
Bir yerden ayrılırken oradakiîere son söz olarak "Hadi
eyvallah" diyoruz. Allah'a ısmarladık, mânâsında söylüyoruz tabi. Kafama
takıldı. Acaba hata mı ediyoruz? diyor.
Cevap:
Zikrettiğiniz iki kelimeden oluşan sözün Türkçe
karşılığı: "Şimdi Ya Allah" dır. Mânâ itibariyle güzel fakat söyleme zamanı ve
yeri uygunsuz.
Bir yere girerken-çikarken; birileriyle
karşılaşmca-ay-nlırken nasıl bir âdâb ve sözle birleşeceğimiz veya
ayrılacağımız dinimizce beyan edilmiştir. Buna .kısaca selamlaşma diyoruz.
Girerken seîâm-çıkarken selâm; karşılaşınca selâm-ayrıhrkerı yine selâm
dinimizin emridir. Ne "Allah a ısmarladık "ve nede "Hadi eyvallah " sözleri
selâm yerine geçmez. Selâmsızlık hararadır. Bir çok âyet ve hadiste selâm ile
ilgili kesin talimatlar verilmiştir.
Bugün biz muslümanlar selâmîaşırken bir eksikliğimiz
oluyor. Zannediliyor ki, selâmlaşmak ilk karşılaşmada yapılır. Oysa iki kişi
biribirirtden ayrılırken veya bir toplumdan ayrıîıiiırken selâm verilerek yanı
(Esselâmu Aleyküm verahmetuliah) diyerek ayrılmak lâzımdır. Dinimizin emri
budur. Müslüman müslümana böyle davranmakla hayırda dualaşraış olurlar.
Peygamberimiz (S.A.V):
"Sizden biriniz bir meclise vardığı zaman selâm versin.
Kalkmak istediği zaman da selâm versin. Birinci ikincisinden daha faziletli
olmadı." buyurmuştur.
Muaviye İbni Kurre diyor ki: Babam Kurre şöyle
derdi:
"Bir meclisten ayrılırken Selâmünaleykün diye söyle.
Çünkü sen, o mecliste olanlara isabet edecek olan hayra iştirak etmiş olursun.
Herhangi bir mecliste oturan insanlar» Allah (c.c) anılmadan o mec» listen
dağılırlarsa bir merkep leşinden dağılmış sa-yılırlar'[348]
Basûlullah (S.A.V) in ashabından iki kişi mülakat
ettiklerinde biri diğerine Asır suresini okumadan sonra da biri diğerine selam
vermeden ayrılmazlardı[349]
Hâsılı, bir yerden ayrılırken "Hadi eyvallah" veya
"Allah'a ısmarladık" demek yerine selâm vererek ayrılmalıdır. Önce selâm,
sonra kelâm, kelâm kelâm sonra yine selâm, formül bu. Selamsızlar için şairimiz
M. Akif Ersoy diyor ki:
"Bir selâm ver be herif! Ağzın aşınmaz ya.. Hayır,, Ne
selâm vermeyi bilir hayvan, ne de sen versen alır." [350]
549- Kırıkkale'den Hayati Tercan:
Halk arasında bir söz var. '"Yalnızlık Allah'a
mahsustur" diyorlar. Bu sözün söylenmesinde bir sakınca var mıdır?
diyor.
Cevap:
Biz bu kitapta çok sık yazdık, şimdi yine yazıyorum.
İnsanlarımız Allah'ı tanımıyorlar. O'nu tanımak için O'nun isimlerini ve
sıfatlarını çok iyi bilmek lâzım. Bu yeteri kadar bilinmiyor.
Allah fc.c) ile kullarını aynı ölçüler içinde
değerlendirmek son derece tehlikelidir. Kulun yaîınızhğını başka noktalara
çekmemek lâzım.
Hâsılı, mezkur sözü dini bilgilerden mahrum, Allah'ın
isim ve sıfatlarından habersiz insanların kullanmaması gerekir. Tehlikeli
mıntıkaya yanaşmamak kişinin imânının gereğidir. [351]
550- Konya'dan Mustafa Dağcı:
İnsan kızdığında öfkesini dışarıya vurduğunda "Şeytan
diyor ki, vur yık.,." diyor. Hoş bir söz olmadığım biliyorum da yine de
soruyorum: Siz ne dersiniz, diyor.
Şeytan insanların on büyük düşmanıdır. [352]İnsan
düşmanının dediğim yapar mı? O kendisinin sözünü dinleyenleri hep saptırdı[353]
Çünkü şeytan insanların kaîbîerine vesvese verir. [354]Kötülüğü
hayâsızlığı ve Alî alı'a karşı gelmeyi emreder[355]
Ancak, Allah'a tevekkül edenlere şeytanın yaklaşması mümkün değildir.[356]
Allah'ın dininden uzak olanlara şeytan musallat olur, onları kötü yola
sevkeder. [357]
Şeytan, kendisini dost edinenleri saptırır, cehenneme sürükler[358]
Eğer seni şeytandan bir dürtüş dürtecek olursa hemen
Allah'a s;ğın[359]
Yapılacak olan şudur. İnsan öfkelendiğinde sabretmeli,
sinirlerine hakim olmalıdır. Allah'a tevekkül etmelidir. Şeytan ne diyorsa aman
aksini yapalım. İnadına aksini yapahm. Yoksa helak oluruz. Ceaab-ı Hakk,
şeytanın şerrinden hepimizi korusun ve kurtasın.... [360]
551- Ankara Mamak'tan Öaean Çarıkçı:
İnsanlar kurnazlığını karşısındakine anlatmak için "Sen
tilki isen, ben de kuyruğuyumMiyorlar. Bu sözün mahiyetini açıklar mısınız?
diyor.
Cevap:
Bu ifade açıkgözîülük diyebileceğimiz iyiyi-kötüden,
ahlâklıyı - ahlâksızdan ayırabilme sezgisini anlatır. Buna fîraset de
diyebiliriz. Bu konuda Peygamber (S.A.V) Efendimizin:
"Mü'minin firasetinden korkunuz, çünkü O Allah'ın
nuruyla bakar" hadisi malumdur.
Bu bakımdan malum sözü söylemenin hiçbir menfî yönü
yoktur. [361]
552- Aydm'dan Hilmi Yavaş:
Çok içki içen biri var mahallemizde. Geçenlerde
karşılaştık. Havalar da sıcak olduğu için serhoşluğuna ilâveten teri de
akıyordu. Kendisine bu halinin çok acı olduğunu söyleyince "Bu sıcak da amma
sıktı" diyerek söze başladı. Yüzüme baktı "Kardeşim rakı içen öldü de, su içen
ölmedi mi?" dedi. Sonra ağlaya ağlaya beni dinlemeden yürüdü gitti.
Şimdi bu serhoşun söylediği o iki söz için ne dersiniz?
diye soruyor.
Cevap:
"Bu sıcak amma da sıktı" diyen kişinin Allah'ın
takdirine rıza göstermediğini, her şeyde bulunan ilahi hikmeti kavrayamadığım
gösterir. Serhoş birinden bunu beklemek de elbette zor.
Rakı içen de ölür, su içen de ölür. Ancak biri günahkar
olarak gider diğeri içki içme suçu işlemeden Rabb'ının rızasına uygun olarak
ahirete gider. Biri cezaya öbürü mükâfaata müstehak olur.
Haram ile helâli bir tutma mantığı, ahirette, dünya
hayatının hesabını verememeye götürür. Haram ile helâli bir tutmak itikadi
bozukluğa sebeptir. Serhoş olarak söylenmesi de neticeyi değiştirmez. [362]
553- Ad apaz arı1 n dan Mahmut Alpaguz:
Bazıları bir şey istenildiğinde "Olmasa da senin için
yaratırım" diyor. "Yarattı, yarattım" kelimeleri çok sık insanlara sıfat olarak
kullanılıyor. Yaratmak Allah'a mahsustur. Kullar için bu kelimeyi kullanmanın
neticesi ne olur? diye soruyor.
Cevap:
İnsan, hep mütekebbirliğini ortaya koymak istiyor. Neyi
yaratmak istiyorsun? Böyle bir meziyetin var mı? Yaratmak sadece Allah'a
mahsustur. Kullar için keşfetmek, icad etmek, geliştirmek kelimelerini kuîlansak
ne olur sanki?
Yaratmak, yoktan var etmektir. Bu sadece Allah (c.c) ya
mahsustur. Kullar için bu kelimeyi kullanmak Allah (c.c)'a müdahale etmek
mânâsına gelir. însan küfre düşer.
Hâlık, Allah (c.c)dür. Herşeyi bütün keyfıyetleriyle
takdir ederek yaratan'dır. Yarattım diyen ben Hâlık'ım, insanı kastederek
yarattı diyen o insana Hâlık demiş olur. Bu küfür değil de nedir?
Duyuyoruz: Televizyonda devlet adamları, gazeteler de
yazarlar, sohbette konuşmacılar hep bu yarattı, yaratım kelimelerini kullanarak
gözleri kulakları ve dilleri bu kelimeyi söylemeye alıştırıyorlar, alıştırdılar
da. Tabii ki, tesadüfi değil. Bir yerlerden düğmeye basıldı. İshale
yakalanmışlar gibi birileri peşipeşine birşeyler yapıyorlar.
Birileri yapıyorlar, peki müslümanlara ne oluyor da
onları taklid ediyorlar? Bunu anlamak güç.
Hâsılı, kullar için yarattı- yarattım sözlerini
kullanmak küfre düşürür. Çünkü
söylenilenlere Hâîık ismi verilmiş olur. Hâlık sadece ve sadece Allah (c.c)
dür.
Çoğunlukla dillerini bu kelimeye ahştırılanlar böyle
söylüyorlar. Bizim yapacağımız art niyetliler gibi konuşmamak ve konuşanları da
tatlı bir dil ile uyarmaktır. Bu bizim, insani ve îslâmi görevimizdir. [363]
554- Karhaman Maraş'tan Sı d ika Yüksel:
"Dost acı söyler" diye yaygın bir söz vardır. Bu ifade
doğru mudur? Ee acı söyleyene dost denir mi? Yoksa, bu sözün başka bir anlamı mı
var? Açıklamanızla kafamızdaki tereddüt gidecektir. Selâm ve hayır
dualarımızla... diyor.
Cevap:
Tebliğde karşı tarafı kırmamak için söylenen önsöz
niteliğinde bir cümledir bu.
Aslında dost tatlı söyler. Ancak, insanlar yanlışlarını
duymak istemezler, gerçekler zor gelir kendilerine. Hakiki dost budur işte: Acı
da gelse gerçek münasip bir lisanla söylenmeli, kesinlikle acı ve ızdırap
verilmemelidir.
Bir de dost maskesine bürünüp arkadaşlarını horlayanlar
manen güçsüz bu-akanlan da unutmamak lâzım. Hased ve fesadın adını "dost" koyup,
patavatsızlık ve çirkin sözlülüğü "acı gerçek" olarak takdim etmek şerefsizlik
olur.
Hâsılı gerçek dost, doğru acı da olsa gerçeği münasip
bir dille söyler, kesinlikle acı ve ızdırap vermez. Hakiki dost da budur.
Diğerleri kuzu postuna bürünmüş kurtlardır.
Allah (c.c), bu kürdana vahşetinden ümmeti korusun ve
kurtarsın. [364]
555- Bolu-Mengen'den Çetin ve Zafer
Yılmaz:
Bazıları bazı vesilelerle şehadet parmağını katı bir
yere vurarak "Şeytan kulağına kurşun"diye bir ifade kullanıyorlar; Bu hareket
ve sözün imani ve ameli yönden bir sakıncası var mıdır? diye
soruyorlar.
Cevap:
Bu davranışın dinde yeri yoktur. Kur'an-ı Kerim'de
insanın şeytan'dan nasıl korunacağı beyan edilmiştir. Bunun haricindeki
davranışlar şeytanları bile güldürür.
Edille-i Şer'iyyeyi (Dört şer'i delili ki, şunlardır:
Kur'an. Sünnet. İcmaı. Kıyas) yaşantılarında ölçü almayanlar ömürlerini bid'at
ve hurafeler bataklığında helak etmiş olurlar. Nitekim zamanımızın insanları
ekseriyetle bu helakin içindedirler. Her hurafe dalâlettir.
Dolayısıyla şehadet parmağını katı bir yere vurarak
"Şeytan kulağına kuşun" demek de bir hurafedir. Hurafeler arasında boğulmaktan
ve dalâlete düşmekten Cenab-ı Hakk ümmeti korusun ye kurtarsın...
»Hollanda'da oturan Fatih Güngördü: Mektubunda» bizim
bulunduğumuz yerde insanlarımız şu cümleleri çok kullanıyorlar: [365]
556- "Ekmek Hıdır'ın, Su Bedir'in Yeyin Yeyin Ku-Durun".
557- "Nuh Diyor, Peygamber Demiyor."
558- "Çabuk Yiyen Çabuk İş Görür."
559- "Namaz Kılmıyorum Ama Kalbim Temiz."
Bu cümlelerin mahiyetini açıklar bizi aydınlatırsanız
sevineceğiz, diyor.
Cevap:
l.ci cümle,
mânâsız bir ifade olmakla birlikte helâl-ha-ram tanımadan her bulduğunu yemeği,
sonra da kudurmuş köpekler gibi önüne gelene saldırmayı telkin edebilir.
Söylememek lazım.
2.ci cümle:
Bütün peygamberlerin yaşadığı toplumların bir çok insanları, o peygamberin
doğruluğunu kabul ettiler de peygamberliğini kabul etmediler. Peygamberimizin
kâfirlerle yaptığı bir antlaşmada, metin yazılırken Allah'ın Rasulü kelimesini
yazdırmayıp, Abdullah'ın oğlu Muhammed yazdırmışlardı.
Nuh (a.s)'ın kavmi de Nuh (a.s)'a, sen Nuh'sun, iyisin,
doğrusun, dediler. Fakat peygamberliğini kabul etmediler. Ve bu bir deyim haline
geldi: "Nuh dedi, peygamber demedi." denildi. Bu cümle inatçılığı, körü körüne
saplantıyı anlatmak için söylenmiştir. Söylenihnesinde bir mahzur
yoktur.
3.cümle,
sünnete muhalefet olan bir davranışı telkin etmek olduğundan söylenilmesi
günahtır. Yemeğin nasıl yenileceği, suyun nasıl içileceği ve diğer
davranışların nasıl yapılacağı sünnette beyan edilmiştir.
4.cü cümleye gelince, biz bu cümleyi kitabımızda izah
ettik. Zannediyorum oradan okumuşsunuzdur. [366]
560- Ankara /Polatlı'dan Alî Parlak;
Halk arasında rüşvet ve benzeri haramların haramîığı
konusunda dikkat çektiğimizde bazıları "Alan memnun, veren inemmun, günah bunun
neresinde?" diyorlar. Bu akıdevi bir tehlike meydana getirmez mi?
diyor.
Haramın haramhğmı inkar etmek veya küçümsemek kurur
sebebidir. Bu rüşvette olduğu gibi zinada da böyledir. İki insan kadm-erkek
anlaşsalar. Belli miktarda para karşılığı zina yapsalar. Yapılan iş gibi alıp
verilen para da haram değil midir? Şüphesiz ki haramdır. Şimdi buna haram
değil, mânâsında o cümleyi kullanmak insanı kâfir yapar. Gevezelik yapmamak
lâzım.
Rüşvet, zamanımızda çok yaygınlaşmıştır. Bu büyük
tehlikeler arz etmektedir.
Rüşvetin haram olduğu Kur'an, Sünnet ve İcma-ı Ümmet
ile sabittir.
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
"Allah rüşveti verene de alana da lanet etti[367]
buyurmuştur.
Rüşvet almak ne suretle olursa olsun haramdır. Ancak
can, mai, nesil emniyeti tehlikeye girdiğinde, bunun rüşvetle giderilmesi
mümkün olduğunda bunun caiz olduğu bildirilmiştir. [368]
561- Diyarbakır'dan: Nurdan Âdıgüzel
Halk arasında yaygın bir söz var. Atasözü diyenler de
var bu söze. Birisiyle konuşurken karşısındakinin gözünün içine bakılmasının
günümüzde bir kural olduğu, dolayısıyla kim olursa olsun konuşurken
karşındakinin gözüne bakılması gerektiği söyleniyor. Eğer bakmazsanız size 'Yere
bakan, yürek yakan" diyorlar.
Peki zorunlu hallerde namahremlerle de konuşurken
gözlerine bakmak haram değil mi?
Kafam alîak-bullak. Lütfen bu konuyu aydınlattrmısı-nız,
diyor.
Cevap:
Aslında kadm-erkek ilişkilerinde mahrem-namahrem
hudutları ihlâl edilmemelidir. Haremlik-selâmlık konusu insanları ciddiyete
götürür.
Zorunlu hal denilen zamanlarda konuşurken karşı cinsin
gözlerinin içiae bakmak haramdır. Kur'an-ı Kerim'de gözlere sahip olunulması
emredilmektedir[369]
Peygamberimiz namahremlerin gözlerine bakılmasının
mahzurlarını beyan etmiştir.[370]
Konuşurken göze bakmamak edeb, bakmak edebsizlik
olur.
Mezkur söz de Kuran ve sünnete muhaliftir. Söylenilmesi
münkere teşvik olacağından günahtır.
Cenab-ı Hakk, hepimizi günahlardan korusun ve
kurtarsın... [371]
Dua
YARABBÎL.
Bu kitabı ihlâs ile okuyup mucibince amel eden ve emeği
geçenlerin imanlarını kuvvetli zihinlerini açık, ilimlerini ziyâde, amellerini
salih, rızıklarını helâl ve bol eyle...
Vücutlarım sağlıklı, maddi-mânevi temiz bir hayat ile
arkadaşlarım sadık ve salih, haclarını mübarek ve tekrar eyle...
Akıl, idrak ve fehimlerini tamam ve kâmil, ahîâkîîanm
güzel ve sünnetten ayırma...
Maddi-mânevi temizlikle kendilerini pak eyle...
Kusurumuz çok. Amelimiz noksan..
Habîbî zi-şan hürmetine sualsiz, hesapsız cennetine
girenlerden, Cemalullah'i.daim görenlerden eyle...
AMÎN[372]
[1] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 5-7.
[2] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 7.
[3] Riyazu s-Salihiyn Tere. D.Î.Bşk. Yay. C/3. H.no:
1653
[4] Fethül- Kadir, C/8 Sf:5 ve 460
[5] Enam Suresi Âyet:151t îsra SÂ.32. Nisa SÂ.15.16.17 Nur
S.Â:2.4-10-23-25.30
[6] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 8-9.
[7] Mahrem: Nihakı kendisine caiz olmayan yakın akrabaya
denir- Anne, teyze, hala, kız kardeş gibi.
Nâmahrem:Nikahlan caiz olanlara denir. Kişinin kendi
karısı gibi "Doktora nâmahrem yoktur" sogiinün mânâsı "erkek doktor için her
kadm ona anası-bacısı gibidir; kadın doktor için, her erkek, ona babası ağabeyi
gibidir" demektir. Böyle bir anlayışın İslâm'da kesinlikle yer: yoktur. Bu sök
bir safsafadan ibarettir. Konuyla ilgili İslânıi hükmü yazımızın devamında
bulacaksınız. Lütfen sonuna kadar okuyunuz.
[8] Konu ile ilgili geniş açıklama için bakınız: Mevlüt
Özcan, Din Görevlisinin el kitabı. Sf:618-644. Onuncu baskı.
[9] Önceki davranışlarından dolayı böyle tanınan bir
doktara,-herşeye rağmen gitmek zorunlu hâle gelmişse o takdirde kadının yanında
her zaman olduğu gibi mutlaka mahremi bulunacak. Ve, hasta uzvun dışında bîr
jerine doktorun bakmasına ve dokunmasjna müsâde edilmiyecektir.
[10] Kadının kadına avreti erkeğin erkeğe olan avreti
gibidir.
[11] Yül985'de.
[12] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 10-15.
[13] Nur suresi, Âyet:30-31
[14] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 16-18.
[15] Kelimenin doğru yazılış VELİY
şeklindedir.
[16] Saf Suresi, Ayet:14
[17] Yunus Suresi. Âyet:62.63.64
[18] Ali İmran Suresi, Âyet: 195
[19] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 19-21.
[20] Nevevi, Şerh-i Müslim. C/l. Sf:328
Kahire-1283,.
[21] Feyzul-Kadir. C/3. Sf:503
[22] Feyzu'I-Kadir. C/3. Sf:455
[23] Tebarânî îbn-i Abbas'tan rivayet
etmiştir.
[24] Feyzü'l-Kadir. C/3. Sf:455
[25] Feyzü'l-Kadir. C/3. Sf:455
[26] Ebu Davud C/4.Sf:368
[27] îbn Sa'd, Tabakat. C/l. Sf:64
[28] Asr-ı Saadet Tarihi. C/5, Sf:66
[29] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 22-27.
[30] Sünen-i Ibni Mace, Fiten:12 (C/2.
H.no=3976)
[31] Peygamberimiz zamanında: 1-Koşu yarışları, 2- Güreş,
3-Atıcılık, 4- Kılıç ve mızrak oyunları, 5- Deniz sporları, 6- Avcılık gibi
sporlar vardı. Bugün de İslâmi düsturları ihlâl etmedikçe bütün spor dalları
meşrudur. İslâm tarihinin hiçbir devrinde meşru olan spora karşı fikri ve
fiili tepki olmamıştır.
[32] Günümüz ins&iiianmn anladığı mâaâda ve günümüzde
yapılan şekliyle kadınların spor yapmaları, sportif faaliyyetlere katılmalım
kesinlikle haramdır. Müslüman kadınlar böyle bir çılgınlığa tevessül
edemezler
[33] Selâmet yolları, C/4, Sf: 154-155 Ahmet Davudoğîu.
İslâm'da helâl ve haram, Yusuf el- Kardavi. Asr-ı Saadet. C/5. Sf:68. Ö.Rıza
DoğruS.
[34] Süııen-i Ebu üâvud: C/3. Sf:59-60 Ahmed İbni Hanbel,
Müsr.ed; C/6. Sf:59 Çaftrt yay-1401
[35] İslâm'da Helâl ve Haram, Yusuf
el-Kardavi
[36] İbni Hişam: C/l. Sf: 390-391. İmamı Serahsİ, el-Mebsut,
Beyrut, C/14 ' Sf:57
[37] Enfal Suresi. Âyet:60
[38] Bl-Camiu M Ahkâmi'l-Kur'an, Kurtubİ. Kahire-1967. Cüz-8
. Sf:35. Ri-yazü's-Salibiyn Tere C/2. Sf:563 D.İ.Bşk. Yay. islâm'da helal ve
haram, Yusuf el-Kar davi.
[39] et-Tac. el-Camiu Hl-Usûl, C/5. Sf:288.
[40] et-Camm's Sağir. Harfiıl-Kaf.
[41] Maide Suresi. Âyet: 2.4.96. Ayrıca bakınız: Molla
Hüsrev: Dürerul-Hükkam fi Şerhi direni- Ahkam. C/l.Sf:272-273.
lst-1307.
[42] Nesei, Hayl:14. (C/6.Sf:226). Ibn Küdâme. C/11, Sf:128.
Riyâzu's-Sa-lihiyn: C/2. Sf: 1564
[43] Nahl Suresi Âyet:8
[44] Halil Gönenç. Fetvalar. C/l. Sf:204
[45] Emperyalizm: Bir devletin sınırlarını genişletme
politikası. Sınırları genişletmedeki gaye, başka memleketlerin zenginlik
kaynaklarını ele geçirme ve insanlarını kendi hesaplarına çalıştırmaktır. Bu
maksat için çok defa silahlı harp, hem masraflı heıfi de hürriyet fikriyle
bağdaşmadığından zamanımızda daha sinsi ve maskeli bir emperya-
şekline baş vur almaktadır. Modern emperyalizm denilen
bu şekil iktisati ve kültür hayatı bakimmdan bir ülkeyi kendine bağla- mek
suretiyle menfaat (yarar) sağlamaktır. Gelişmiş ülkeler az gelişmiş ülkeleri bu
yolla kendilerine bağımlı hale getirmektedir. İnsanlarını kendi kültür ve
ideoîojileriyle yetiştirdikleri için felsefe, siyasi görüş ve yaşayış
bakımından kendilerinden ayrılamaz hale getirirler. (Büyük lüğet. Türdav,
Sf:233) Kısacası emperyalist: Sömürü, sömürgeci, hak-hukuk tanımıyan, ezmekten,
hakleri gasbetmekten zevk alan devletler ve ırklar demektir.
[46] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 28-41.
[47] Fetvalar, H. Gönenç. C/l, Sf: 206
[48] Bugün anlaşıldığı gibi değil tabii.
[49] Peygamberimizin tertip ettiği müsabaka ve bu
müsabakalarda mükâfatlandırma usulü günümüzde yapılandan çok farklı
idi.
[50] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 42-46.
[51] Al-i İmran Suresi, Âyet: 26-27.
[52] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 47-48.
[53] Diri, herşeyi bilen ve herşeye gücü
yeten,
[54] (Aliah, Lilİah, lehu ve ûtlü): Bunların hepisi da
Allah'ın varlığına, Zatu'i-lah'a delalet ediyor. Şu halde tek bir harf olan
<he) de esmâ-i Hüsnâ'dan bir isimdir, Rufaîarm bedenlerin varlıkta devamı
ancak bu ism-i şerif iie temin edilebilmektedir. Her nefes ahş-verişte bu isim
zikredilmiş olunur.
[55] Bu hadisi Tirmizi, îbn-i Hİbban ve Hakim rivayet
etmişlerdir. Hadisin arapçasında ihsâ-kelimesi geçiyor. Buna üç türlü mânâ ve-,
rilmiştir: 1- Saymak 2- Ezberlemek 3- Mânâlarını şuurla anlamak ve mucibince
amel etmek. Kastedilen mânânın tahakkuku için bu üç hususun yerine getirilmesi
gerekir.
[56] îhsa nın ne mânâya geldiğini bir Önceki dipnotta izah
ettik.
[57] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 49-51.
[58] Sorumsuzca Söylenen Sözler. C/2. Sf:3
[59] el-Mühezzeb. C/2, Sf:328. Fetvalar. C/l. SE236. H.
Gönenç, thya, C/2. Sf:675-751 . Bedir yay. Tere. A.Serdaroğlu. Hadimi, Tarikat-ı
Mu-bammediye Şerhi, Berika: C/3. Sf:262
[60] Zenne; Utanma hissinden yoksun kadınlar ve kadın ruhlu
erkeklerdir.
[61] Bakara Suresi. Âyet: 165
[62] Kendine ibadet edilen. Allah (c.c).
[63] Muhabbet edilen. Sevilen.
[64] Arıkebut Suresi,Âyet;25
[65] Ahkâf Suresi, Âyet:5-6
[66] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 52-58.
[67] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 59-62.
[68] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 63-64.
[69] Bakara Sûresi, Ayet:165
[70] ihya 3/603
[71] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 65-67.
[72] Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik büyük lügat. Sf:261
TurdavYay.
[73] Târih deyimleri ve terimleri Sözlüğü M.E.B,yay.
C/l.Sf:585
[74] Lübabut-Tev'il. C/2.Sf:229 Matbai Amire-1317
İstanbul
[75] Peygamberimizin yakm arkadaşlarından
biridir.
[76] Teşe'üm: Bazı şeyleri şerre yornıa, şer ile tefsir
etme.
[77] TefeuhGüzel söz, hayır yorum.
[78] Tecrid-i Sarih Tere. C/2.
Sf:92.H.No:1936
[79] Maide Suresi. Âyet:3.90.
.
[80] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 68-70.
[81] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 71-72.
[82] Ahmed İbni Hanbel, Ebu Davud, îbni Mâce
[83] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 73-75.
[84] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 76.
[85] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 77-78.
[86] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 79-80.
[87] Bu başbakan sonradan da Reisicumhur olan Turgut
Özal'riır. Bu zat, hükümetin himayesinde o]an 900'lü telefonlarla yapılan
fiıhuşa hal-km tepkisi üzerine hükümet son verince büyük bir hışımla "Bunu
ya-saklayamazsmız" diye karşıda çıkmıştı.
[88] Bu yazı Ağustos 1992 de yazıldı.
[89] Olay Mart-1992 de cereyan etti. Olayı bütün gazeteler
yazdı. Milli Gazete: 16.4.1992
[90] Hem de 1992 yılı sonlarında.
[91] Bu tarihte 47 ilde vardı. Ancak 1991 yılında Refah
Partisi Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu Sivas'taki kerhane'yi, 1992
yılın-da Konya Belediye Başkanı Doç. Dr. Halil Ürün Konya'daki kerhane'yi
kapattı. Kerhaneli il sayısı 45'e düştü. Bunlardan Bursa ilindeki genelevin yeri
daha lüks yere nakledildi. Yeni genelevi An.ap'h Belediye Başkanı 20 bin
metrekarelik alan üzerine 100 süper villa halinde yaptı. Binalar Umut, Sitil ve
Evre Mühendislik A.Ş.ye yaptırıldı. Tesislerde hastahane, karakol, otopark, çay
bahçeleri var. Bunları reylerİyle desdekleyen Bursalı
"müslüman"ların....
[92] Hürriyet Gaz. 15.7.1985 Milli Gazete:
28.4.1989
[93] Bu rakamlar 1990 yılı içindir.
[94] Şair fişref.
[95] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 81-86.
[96] Mâide Suresi Âyetleri:44.45.47
[97] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 87-89.
[98] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 90-91.
[99] Zariyat Suresi. Âyet: 56
[100] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 92-94.
[101] EbuDavudel-Hakim:Abdullah biı1 Amr<r.a.)
den.
[102] NisâS.A:34.
[103] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 95-97.
[104] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 98.
[105] Tirmizi C/10. Sf:243. Neylti'l-Evtar
C/6.Sf:207
[106] Neylu I-Evtar. C/6.Sf:206
[107] Nisa Su^ösi Ayet:140. Enam Suresi ayet:68-69. Maide
Suresi. Âyet: 79
[108] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 99-101.
[109] Takva ve ibâdetle evliya derecesine gelmiş. Allah
indinde çok kıymetli büyük bâtlar, Yakınlaşmış olanlar.
[110] el-Bahçetü'1-Senivye Sf:16. Kahire-1319
[111] Hucurat Suresi. Ayet:12 Kalem Suresi. Âyet:ll-12-13.
Hümeze Suresi. Âyet:!. Mesed Suresi. Âyet:4
[112] Ebu Davud. C/4 Sf:580-581. H.no4428. Çağrı -Yay. tst
-1401
[113] FteUâl'il-Kur'aa Trc. C/13. Sf.504 Hikmet Yay. S.
Kutub.
[114] Aynı eser. C/13.Sf:506
[115] Müslim Tere. A. Davudoğlu. C/2.
H.no:292
[116] Hucurat Suresi. Âyet: 12
[117] Kuşeyri risalesi. Samt (susmak) bahsi.
[118] Sa'di. Bostandan.
[119] Nedim Urhan. istanbul Y.Î.E. 4. sınıf hadis
notlan
[120] Nedim Urhan. îst. Y. Î.E. hadis
notlarından.
[121] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 102-108.
[122] 1980 yılında Sigara içmeyenler derneğinin
açıklamasıdır.
[123] Bazıları buna dörtbin diyorlar.
[124] Sanki ağır şartlar sigara içince hafifliyor, öyle
mi?
[125] 500 Ha-Hs-i Şerif. 317 nolu hadisin
izahı.
[126] Muhtar'ul-Ehadis. H.no:645
[127] Yani insanların yaptığı günahlar büyük ve küçük diye
2'ye ayrılır. Bir kimse vaktiyie büyük günah işlemiş de istiğfar etmiş,
istiğfarı ediien günahı Allah (c.c)af eder. Bir kimse küçük günahda İsrar ederse
büyük günahlar hükmüne girer. Peygamberimizin seferde iken sahabeye odun
toplatması da unutulmamalıdır.
[128] Duhan risalesi Mürsidul- îhvan Sf:8. Satır:
4
[129] Tömbeki nargiledeki tütüne verilen adtır. Fışkı ise,
kurumuş hayvan güberisidr. Bilhassa at gübresi kurursa, tütüne çok benzer. Doğu
Anadolu'da at gübresine fişkı derler.
[130] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 109-116.
[131] Sigara ile ilgili geni? açıklama bundan önceki konuda
işlendi. Lütfen o yazıyı tekrar gözden geçiriniz.
Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 117.
[132] Bundan önceki konularda sigara ile ilgili gerekli
malumat gereği kadar verilmiştir. Lütfen o yazıları tekrar gözden
geçiriniz.
[133] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 118-119.
[134] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 120-121.
[135] Yasin Sûresi. Ayet:82
[136] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 122-123.
[137] Ali İmran suresi Âyet: 14. Tevbe suresi. Âyet: 23-24.
Tegabün suresi. Âyet: 14-15. Münafikun suresi: Âyet: 9
[138] Çasiye suresi. Âyet: 23. Muhammed suresi: Âyet: 12. Rum
suresi: Âyet: 7
[139] Konuyla ilgili olarak bakınız: Sorumsuzca Söylenen
Sözler. M.Özcan. C/l. Sf:138
[140] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 124-125.
[141] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 126-127.
[142] Bu kelimeyi karanlık, cahil, softa, ne edeceği belli
olmayan, vahşi., gibi karalama ve yaftalama gayesiyle
kullanmaktadırlar.
[143] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 128-130.
[144] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 131-134.
[145] Bl-Mevsil, el-ihtiyar: cüz:», u. baih C/2. Sf:120.
(Osmanlıca)
[146] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 135-136.
[147] Allah {c.c) boylerinin serinden müslüman gençleri
korusun ve kurtarsın..
[148] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 137-138.
[149] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 139.
[150] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 140-142.
[151] Kitabımızın C/l Sf:15O deki 71.ci söz ve C/3de 409 noiu
söz.
[152] îbni Abidin. C/5. Sf:261. S.Müslim Tere. ve Şerhi C/l
Sf:872-875. îbni Hümam Fethül Kadir. C/2. Sf:270
[153] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 143-144.
[154] Sorumsuzca Söylenen Sözler. Mevlüt Özcan
C/l.Sf:232.233.234. C/3. Sf:139
[155] Câsiye Suresi. Âyet:24
[156] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 145.
[157] HûdS.A:112
[158] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 146-147.
[159] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 148-150.
[160] Bu söz birçok dinsize vekâleten ilâ Cehennemini
Züraerâ'ya giden F.Rıfkı Atay Söylemiştir. (Bayrak. Sf:26-29)
[161] Falih Rıfkı Alay: 1894 de doğdu 1971'de mürt oldu.
Yukarıdaki cümleleri 1970 yılında yazdığı Bayrak adlı kitabında yazdı. O şimdi
bir türlü inanmadığı âhiret yurdunda. O'nun için yapabileceğimiz tek şey şu
duamızdır: Falih, toprağın bol ateşin gür olsun..
[162] Tecridi Sarih Tere. C/2. H.no:360 D. İ.Bşk.
Yay.
[163] Türkçe ezan konusuyla ilgili olarak bu kitabımızın C/l.
Sf:164'e bakınız.
[164] Maide Suresi. Âyet:6. Cum'a
suresi.Âyet:9
[165] Abdullah İbni Zeyd hazretlerinin ezan hakkındaki
rüyaları üzerine varid olan hadistir.
[166] Bu konuda Ümmetin birliği hasıl
olmuştur.
[167] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 151-154.
[168] Daha geniş bilgi için bakınız: Mevlüt Özcan Din
Görevlisinin el kitabı. Sf:618-643. Onuncu baskı, lstanbul-1992
[169] Bu aynı beldedeki cami imamlarının topluca yaptıkları
takdirde me-sele kökünden halledilmiş olur. Yoksa aynı mahalledeki iki camiden
birindeki imâm bu gerçeği anlatırken, diğer camideki imâm cemaati sülük gibi
emebilmek için unların gönlünü hoş tutmaya gayret edi-. yor gerçekleri gizleyen
dilsiz şeytanlık yapıyorsa bu iş elbette zorlaşır. Bunun önüne geçmek, şuurlu
müslümanların böylelerinîn sömürüsüne müsade etmemeleri lazım. Bir de gerçeği
haykıran imamların yılmaması gerekir. Mücadele kolay mı öyle. Yürek ister,
cesaret ister, azim ister, en önemlisi sağlam imân ister. Var olana işte
meydan...
[170] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 155-157.
[171] Namaz kılmayan kimseye "Adaletli" diyen kimsenin küfre
girmesinden korkulur. (Ebu Suud Efendi fetvaları Fetva No:
180)
[172] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 158.
[173] Aynı şeyi televizon içinde düşünebilirsiniz. Herbiri
Allah'a isyan olan programları seyrederken imâni noktada nerede bulunduğunuzu
hesap ediyor musunuz. Lütfen bunu iyi düşününüz...
[174] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 159-162.
[175] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 163-164.
[176] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 165-166.
[177] Yunus Suresi, Âyet:84
[178] Maide Suresi, Âyet:23
[179] Taiâk Suresi, Âyet:3
[180] Zümer Suresi, Âyet:36
[181] Hûd Suresi, Âyet: 123
[182] Mülk Suresi, Âyet:29
[183] Müzzemmil Suresi, Âyet:9
[184] Fatiha Suresi, Âyet:4
[185] el-Vekil: Bütün varlıkların bütün hallerinin tedbiri
O'na aittir. O'nu Vekil edinenlerin herşeyine O kâfidir, mânâsına
gelir.
[186] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 167-169.
[187] Fetava-yı Hindiye C/2. Sf:277
[188] Hakim, Müstedrek. C/4. Sf:153
[189] Şeyh Davud. îetihad tartışması. Tercüme: Şükrü özen.
Sf:255
[190] Meselenin inceliğini kavrayanlar konu hakkında bilgi
sahibi olanlar kurbanlarını keserler ve ibâdet yapmış olurlar.
[191] Bu konuyu daha teferruatlı öğrenmek isteyenlerin, "Din
Görevlisinin el kitabı" adlı eserinizin Kurban bahsine bakmalarını tavsiye
ederiz.
[192] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 170-172.
[193] Osmanlıca Türkçe ansiklopedik büyük lügat. Türdav yay.
ilgili maddeler.
[194] Buhari, Rikak:38
[195] Müddessir Suresi, Âyet: 45
[196] İslâm hukukunda.
[197] Kıyas edilebilen, benzetilebilen
[198] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 173-175.
[199] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 176-177.
[200] Konu ile ilgili âyetler: Enam S.Â:17.18.67. Yunus SÂ:67
Ra'd S-Â:ll. Talâk S.Â:3. Kamer S.Â:49~50.53. Nebe S.Â:29. Âl-i tmran SÂ:145.
îsra S.Â:58. Hadit S.Â:22.23. Hûd S.Â:6 Fâtır S.Â:11. Nahl SA:40 Yasin
S.Â:82
[201] Ahlak hadisleri C/l, H.no:307.
[202] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 178-180.
[203] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 181-182.
[204] C/2. Sf:104. Ve 292.Cİ başlık
[205] Nur. Suresi Âyet:2Ö
[206] Nur Suresi Âyet:24
[207] Nur Suresi Âyet:2£
[208] Had, değnekle vurma cezasıdır.
[209] İslâm'da İzdivaç ve aile. Sf: 185. M. Hulusi
îşîer.
[210] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 183-184.
[211] Kur'an-ı Kerim. Zâriyât Suresi Âyet:56
[212] Enfal Suresi Âyet: 28 Tekasür Suresi. Âyet.
15.
[213] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 185-188.
[214] İsra Suresi. Âyet: 37
[215] Isra Suresi. Âyet: 38
[216] îsra Suresi. Âyet: 39
[217] Lokman Suresi. Âyet :18
[218] Lokman Suresi. Âyet: 19
[219] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 189-192.
[220] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 193.
[221] Bundan önce 493. nolu başlıkta ele aldığımız "...para
konuşmasını öğretir" yazısını yeniden gözden geçirmenizi tavsiye ederiz.
[222] Ali îmran Suresi Âyet: 14 C
[223] KehfSûresiÂyet:46
[224] Ramuz'ul-Ehadis
[225] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 194.
[226] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 195.
[227] Bakara Suresi Âyet:85
[228] Nisa Suresi Âyet:77
[229] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 196-198.
[230] Maide Suresi Âyet:l
[231] Riy&züs-Salihiyn Tere. C/2. H.no:693 D.Î.Bşk.
Yayını.
[232] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 199-200.
[233] Maide Suresi Ayet:44-45-4
[234] Bakara Suresi Âyet:255
[235] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 201-202.
[236] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 203.
[237] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 204.
[238] Hicr S.Â:92. Zariyat S.Â:23. Yunus S.Â:53, Teğabün SÂ:7,
Meryem S.Â:68 Nisa S.Â:65. Meâriç S.Â:40
[239] Tegabün S.Â:7. Sebe S.Â:3. Yunus
[240] Abdullah Gülcemal. Milli Gazete*
26.1.1982.
[241] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 205-206.
[242] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 207-208.
[243] Bakara Sûresi, Ayet:286
[244] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 209-210.
[245] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 211-212.
[246] Evlenen gençlerin ilk defa bir araya geldikleri,
karı-koca olacakları geceye gerdek gecesi denir.
[247] Gerdek gecesi ile ilgili bilgiler İçin mutlaka bakınız:
Mevlüt özcan. Din Görevlisinin el kitabı Sf:618-643, Onuncu baskı İST.
1990
[248] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 213.
[249] Tevbe suresi. Âyet: 60'da zekât verilecek 8 sınıf
zikredilmiştir.
[250] Afadurrahman Neviel. Rur'an-ı Kerimin sayısal
icazı
[251] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 214-215.
[252] Buluğa erme çocuklarda 12 ila 15 yaş
arasıdır.
[253] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 216-217.
[254] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 218.
[255] Said-i Nursi.
[256] Bu konu ile ilgili olarak Sorumsuzca Söylenen Sözler
kitabımızın C/l. Sf:138'deki Melek konusunu tekrar gözden geçirmenizi tavsiye
ederiz.
[257] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 219-220.
[258] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 221.
[259] Bakara Suresi. Âyet:44.
[260] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 222-223.
[261] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 224-225.
[262] Necip Fâzıl Kisakürek.
[263] Ali îmran S.Â:185. Enbiya S.Â:35. Ankebut SA:57. Rahman
S.Â:26-27.
[264] Bakara Suresi Âyet:95-96.
[265] Cum'a Suresi. Âyet:7-8
[266] Hatırlayın 1983-84 yılında okullara mecburi konulduğu
söylenen M .Eğitim Bakanlığınca basılan Din Dersleri kitabından ahirete imân
holümü çıkarılmıştır. Bu bir tesadüf değildir. îyi
değerlendirilmelidir.
[267] ihya C/2. Sf:130
[268] Ibni Mâce, Zühd:31
[269] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 226-228.
[270] Ali İraran S.Â:185. Enbiya S.Â:35. Ankebut S.Â:57.
Rahman SA:26-27.
[271] Cum'aSA:8
[272] Nahl Suresi. Âyet:61
[273] Tirmizi, Zühd. 4. Nesai, Cenaiz, 3. tbni Mace, Zühd,
31.
[274] îbniMace.Zühd,31
[275] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 229-230.
[276] Nahl Suresi. Âyet:61
[277] Cum'a Suresi. Âyet:8
[278] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 231-232.
[279] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 233.
[280] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 234.
[281] Şura Suresi. Âyet:40
[282] Ahmed bin Hanbel. el-Müsned C/4. Sf:172 Çagn yay. îst.
1401.
[283] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 235.
[284] Ahlak Hadisleri. C/2. H.no:827 ve 1036.
[285] Buhari:(59) Kitâbu Bedi'1-Halk 6.bab. H.no:1519.
Müslira:(44) "Kitâbu Fezaili's Sahabe H.no:90-91. Tİrmizi{50)"KitâbuMenıkıb3.
bab. H.no:3876. Ibni Mace (33) " "Kitâbu Edeb 12. bab. H.no: 3696. Nesei"
"Kitâbu Isreti'n-Nisâ. Cüz:7. Sf:65. Mısır-1964. Buharinin derlediği Ahlak
hadisleri: C/2. H.no:1036.
[286] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 236-237.
[287] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 138-239.
[288] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 240.
[289] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 241.
[290] Mevlana Cetâleddin-i Rumi
[291] Bakara Suresi. Âyet:120
[292] Nisa Suresi. Âyet: 141
[293] Maide Suresi. Âyet:51
[294] Enbiya Suresi. Âyet:105
[295] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 242-243.
[296] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 244.
[297] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 245.
[298] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 246.
[299] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 247.
[300] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 248.
[301] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 249.
[302] ZüraerSA:38
[303] YunusSÂ:31
[304] AnkebutS.A:63
[305] ZuhrufSA:87
[306] AnkebutŞ.Â:61
[307] En'am SÂ:82
[308] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 250-251.
[309] İmamı Mervezi. Müsned-i Ebubekir Sıddık. Sf:89-91.
H.no:17. Hicret yay. îstanbul-1981. Molîa Hüsrev. (Türkçe nüsha) Gurer ve Dürer
Tere. C/2. Sf:95. îstanbuI-1980
[310] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 252.
[311] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 253.
[312] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 254.
[313] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 255-256.
[314] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 257.
[315] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 258-259.
[316] Nisan-1991 de Hürriyet Gazetesi, ilgiliyle yapılan
konuşmadan.
[317] Zaman Gazetesi. 17.10.1990 Çarşamba.
[318] Elazığ'da Fırat Üniversitesinde 24.6.1987'de yaptığı
konuşmadan.
[319] 14.11.1986 Ankara'da bir dernekteki
konuşması.
[320] 19.1.1.1986 Eskişehir konuşması.
[321] 30.11.1988 Deaizli'de bir ilkokulun açılısında yaptığı
konuşmadan.
[322] S.1.1987 Çukurovo konuşması
[323] Aynı tarihli konuşmasından
[324] 8.1.1987 tarihlî Adana konuşması.
[325] 27.3.1987 de basma yaptığı bir konuşma.
[326] Aynı konuşmadan.
[327] Aym konuşmadan.
[328] 21.6.1987 Kangal ilçe konuşması.
[329] 22.6.1987 Sivas konuşması.
[330] Zaman Gazetesi. 18.10.1990 Perşembe
Sf:12
[331] Milliyet Gazetesi. 16.11.1990
[332] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 260-266.
[333] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 267.
[334] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 267-268.
[335] Eu'am suresi. Ayet:162-163
[336] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 269-270.
[337] İmam-ı Merginani. el-Hidaye Şerh-u Bidayetü'l-Mübtedi.
C/2.Sf:72. Kahire-1965
[338] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 271.
[339] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 272.
[340] Bu kitabımızın 500 nohı başlıktaki söze
bakınız.
[341] Hidayetti't-Alâİyye Sf:338
[342] Tin Suresi. Âyet:4
[343] Isrâ Suresi Âyet:7O
[344] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 273-274.
[345] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 275.
[346] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 276.
[347] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 277-278.
[348] Ahlâk hadisleri tere. A.F.Yavaz. C/2. Sf:38Ü
îst-1975
[349] M.Hamdi Yazır. Hak Dini Kur'an Dili C/8. Sf:6084.
İST-1938
[350] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 279-280.
[351] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 281.
[352] Yasin Suresi Âyet: 60
[353] Yasin Suresi Âyet:62
[354] Nas Suresi Âyet:5'
[355] Patır Suresi Ayet:6. Nur Suresi Âyet:21, En'âm Suresi
Âyel:112
[356] NahI Suresi Âyet:99
[357] Zuhruf Suresi Âyet:36
[358] Hacc Suresi Âyet:4
[359] Fussüet Suresi Âyet^6. Araf Suresi
Âyet:200
[360] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 282.
[361] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 283.
[362] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 284.
[363] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 285-286.
[364] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 287.
[365] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 288.
[366] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 289-290.
[367] Ramuz'ul-Ehadis. Sin harfi.
[368] Şirvani. C/6. Sf: 137. İbni Abidin. C/5. Sf:
272.
Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 291.
[369] Nur Suresi: Âyet: 30-31.
[370] Harama bakanın gözlerine kurşundan mil
çekilecektir.
[371] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 292.
[372] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, Sabır
Yayınları, 4/: 293.
Yorumlar
Yorum Gönder